
کارگر
Direniş Seyyid’inin Şehadeti Ardından Vazifemiz
Bismillah…
Direniş Cephesinin Seyyid’i, büyük mücahid ve lider Hasan Nasrallah’ın şehid edilmesi müminlerin yüreğinde tedavisi zor büyük bir yara açtı. Hizbullah’ın önde gelen lider kadrosu ve komutanlarından bir bölümü son bir hafta içerisinde şehidler kervanına katıldılar. Sivil halktan binlercesi yaralandı, iki yüzbin kişi evlerini barklarını terketmek zorunda kaldı. Özetle Direniş Cephesinin ön karakolu Lübnan cephesi ağır bir yara aldı.
Aynı terör devletinin bir yıldan beri Gazze'ye yönelik saldırılarında çoğu çocuk, kadın ve ihtiyarlardan oluşan elli bine yakın Filistinli şehid oldu, yüz binden fazlası yaralandı, yüz binler evlerinden barklarından edildi, on binlerce çocuk yetim kaldı.
ABD ve NATO'daki müttefikleri ile bölgedeki halkı Müslüman ülkelere çullanmış rejimlerin her türlü doğrudan ve dolaylı desteğini, ihanetini arkasına alan İsrail denen terör çeteleri hiç bir cinayetten çekinmemektedir.
Başta BM olmak üzere sözde uluslararası, gerçekte ise Batı emperyalizminin hizmetindeki kuruluşlar da herhangi ciddi bir tepki vermemekle gerçekte İsrail'in yanında yer almakta, sürdürülen cinayetleri desteklemektedir.
Uluslararası toplum, uluslararası hukuk, insan hakları vb. kurum kuruluş ve çevrelerin de gerçekte karşılığı olmadığı bilinmekle birlikte bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu.
Düşmanın askeri, ekonomik, medya, siber-teknolojik ve idari sistem açılarından üstün bir durumda olduğu inkar edilemez. Peki Siyonist düşman sahip olduğu bunca imkanlara rağmen niçin amaçlarına ulaşamıyor? Üzerinde ciddi ciddi düşünmeye değmez mi?
Çekinmeden, korkmadan ilan edelim ki, direniş cephesi mücahitleri yeryüzünde üç-dört yüzyıldan beri devam eden sulta sistemine karşı Allah'a tevekkül ederek tüm dünya mustazaflarının, zayıf bırakılmışların, hakları çiğnenmişlerin adına meydana çıkmış bulunuyor.
Bu meydanda mücadelenin kolay olacağı sanılmasın. Daha doğrusu kolay savaş olmadığı gibi kolay zafer de yoktur. Sulta sisteminin yıkılması, yeni bir çağın başlatılması sancılı, oldukça zor olmanın ötesinde ateş çemberinden geçmeyi gerektirir. Düşmanı hafife almak safdillik olur. Batılı sömürücüler NATO, BMGK, UAEK, G7 ve onlarca ayrı kuruluşu aracılığıyla asırlardan beri ördükleri donattıkları sulta sistemini devam ettirmeye, ayakta tutmaya, genişletmeye çalışacaktır.
İsrail terör çeteleri işte bu sulta sisteminin temsilciliğinde ve desteğinde cinayetlerine her gün yenisini eklemektedir.
Direniş Cephesi mücahitleri bugün Lübnan, Filistin, Yemen, Irak ve Suriye'de genciyle, çocuğuyla, kadını ve ihtiyarıyla canlarını siper ederek direnirken, savaşırken, şehid düşerken senin ve benim görevimiz nedir diye kendimizi sorgulayalım. Üzülmek, ağıt yakmak, cinayetleri rivayet etmek veya kınamak yeterli değil artık.
Bu mücadele her iki cephe için de bu tezlikte, bu kolaylıkta sona ermeyeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Bu mücadelenin işaret ettiğimiz bölgelerle sınırlı kalmayacağı da bilinmelidir.
Direniş Cephesi ağır kayıplar verirken Sulta Sistemi de ağır kayıplar vermektedir. Direniş Cephesi mücahitleri Allah'la muamele ederken, O'nun rızasını kazanmak isterken dünya hayatına düşkün düşman askerleri nefsani arzular peşinde ve nihayetinde şeytanın hizmetinde geberip gitmektedir.
Peki bu çetin, uzun süreli ve geniş çaplı mücadelede bizlerin vazifesi nedir ve ne olmalıdır?
1- Mevcut şartlarda vazifenin en alt derecesi tebyin'dir. Yani, insanları etrafımızda olup bitenler konusunda aydınlatmak, düşmanın psikolojik ve algı savaşına karşı koymaktır.
Bu alandaki baş düşman Sulta Sistemi, içimizdeki uzantıları ile taassup, haset ve nifak ehlinin elebaşlarıdır. Bunlar ıslah ve iflah olmazlar, bunun için hedef kitle bunların propagandalarının etkisinde kalan, aldatılmaya müsait kitleler olmalıdır. Ayrı bir ifadeyle NATO kafalı, Batı hayranı ve Direniş Cephesi düşmanı münafık kalemlerin ve sözcülerin halk kitleleri üzerindeki olumsuz etkilerini kırmak için kolları sıvamak gerekir.
Tebyin, sosyal medya hesaplarında, çeşitli gruplarda birbirimizi haberdar etmekle sınırlı kalmamalıdır.
Tebyin, Batı Sulta Slsteminin ve içimizdeki müttefiklerinin mahiyeti, amaçları, algı yöntemleri ve yıkıcı propagandaları konusunda kitleleri aydınlatmak, bu konuda ciddi araştırma ve incelemeler yaparak muhatap kitlelere ulaştırmaktır.
Tebyin insanları mezhepçilik, ırkçılık ve bölgecilik taassubuyla düşmanın gönüllü maşası haline getiren elebaşların olumsuz faaliyetlerine karşı aydınlatmak, basiret kazandırmak ve dayanışma ortamı hazırlamaktır.
2- Direniş Cephesi mücahitleri ve ailelerine maddi destek sağlamak. Allah Teâlâ Kur'an'da onlarca ayette mallarınız ve canlarınızla cihat edin buyurmuştur. Canlarımızla cihattan mahrum olsak veya böyle bir ortam mevcut olmasa da mallarımızla cihat için hiç bir engel yoktur.
Bizim ve tüm mustazafların şerefi, haysiyeti ve baş yüceliği, ilâ-yı kelimetullah davası için canından geçen Yemen ve Filistin halkına ilaveten son bir hafta içerisinde yüzbinlece Lübnanlı Müslüman evlerini barklarını terketmek mecburiyetinde bırakılmıştır. On binlercesi Beyrut’un güney mahallelerine yerleşmişken bir o kadarı da Suriye’ye göç etmek zorunda kalmış olarak ağır şartlar altında hayatta kalmaya çalışmaktadır.
Bu durum karşısında yardımın her türlüsüne muhtaç kardeşlerimize mallarımızla destek olmalıyız. Maddi desteğin azı çoğu olmaz, gönülden geçen yardımlara Allah(cc) hiç kuşkusuz bereket verecektir.
3- Geleceğe hazırlık.
Dünya bir geçiş dönemi yaşamaktadır. Dünya üzerindeki mevcut dengelerin uzun süre devam etmesi mümkün gözükmüyor. Bu geçiş döneminde gelişmelere kayıtsız ve seyirci kalmak Müslümana yakışmaz. Her bir Müslüman kendi çapında ve seviyesinde bir vazife üstlenmek zorundadır. Herkes kendi yaşadığı beldede maddi ve manevi gücü ve birikimiyle pek uzak olmayan günlere hazırlıklı bulunmalıdır.
Allah'tan isteğimiz bize vazifemizin ne olduğu idrak bilinç ve basiretini inayet buyurması olsun.
Ziya Türkyılmaz
Allah'ın Yardımı Ne Zaman?
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Siyonist rejimin 27 Eylül'de Lübnan'ın başkenti Beyrut'a düzenlediği hava saldırısında şehit oldu.
1.Biz ve Nasrallah: Bu ağır bir kayıp; Bölgedeki direnişin temel direklerinden Seyyid Hasan Nasrallah terör saldırısı sonucu şehit düştü, ayrıca çok sayıda Hizbullah komutanı da şehit oldu. Böyle bir durumda akla gelen ilk soru şu; İş sona mı yaklaşıyor ve hayal kırıklığına mı uğramamız gerekiyor?
En az 3 sebepten dolayı hayal kırıklığına ve pasifliğe bir argüman göremiyorum. Bir sebebi ikinci bölümde anlatacağım. Diğer iki sebep ise tarihin doğrusal bir yolda sürekli olarak hareket etmemesiyle ilgilidir. Dünyanın denklemleri bildiğimiz sebep ve sonuçlara bağlı değil; Tarih boşluklarla doludur. Mevlanan’nın yorumuna göre Kur'an'ın tamamı, bildiğimiz dünyanın sebeplerini tamamen inkâr etmektedir: Kur'an'ın tamamı sebebi aşmak hakkındadır; yoksulun büyüklüğü ve Ebu. Leheb'in helak olması gibi.
Mevcut durumda Siyonistler tarafından sürekli terör saldırıları yapılıyor ve direniş komutanlarına yönelik saldırılar böyle devam edemez. Kuran-ı Kerim’e göre mazlumlar yeryüzünün mirasçıları haline gelecektir.
Bakara sûresi 214. ayet, Allah'ın yardımı hakkında şöyle diyor:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali (sizin de) başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle şiddetli bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, en sonunda Resul ve beraberindeki mü'minler "Allah'ın yardımı ne zaman?" dediler. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı pek yakındır.
Biz şu ayete inanıyoruz; Tarihte boşluk olduğunu düşünüyoruz ve bu süreksizliklerde tüm koşulları değiştirecek zaferler görüyoruz. Elbette bu, kaygılı durumlarda çabaların iki katına çıkarılmasının inkarı anlamına gelmez. Ancak bu Allah'ın sünnetidir, buna inananlar işi zaferle sonuçlandıracak, yolun ortasından dönenler ise zarar görür.
2.Biz ve İsrail: Sloganlara gerek yok ve şimdi slogan atmanın zamanı değil; Ancak iltifat etmeden İsrail'in, özellikle son dönemdeki suikastlarda tüm taktiksel başarılarına rağmen üstünlüğe sahip olmadığına ve nihai ve büyük stratejik hedefine ulaşamadığına inanıyorum.
İşgalci İsrail, gasp ettiği Filistin topraklarında kalıp bundan sonraki adımlarını atmak istiyorsa, ilk etapta iki şeye ihtiyacı olacaktır; Birincisi, mevcut göçmen işgalcileri tutabilecek ve diğer göçmenleri Filistin'e çekebilecek istikrarlı ve mutlak güvenlik. İkincisi, bölge ve dünya ile normalleşme; Öyle ki bölgenin bazı ülkeleri özellikle gerici ve cahil Arap rejimleri, Siyonistlerle görünürde barış içinde bir arada yaşamaya ve kendilerini silahsızlandıracak bir normalleşmeye yönelmiştir. Bu stratejiyi ilerletmek için Araplarla normalleşme ve IMAC ekonomik koridoru (Hint-Arap-İsrail) gibi projeler hazırlanmıştır.
Siyonistlerin güvenliğini istikrarsızlaştıracak ve sahte normalleşme projesine gölge düşürecek her şey, temelde Siyonistlerin aleyhinedir ve bu bağlamda onların taktiksel başarıları makro-stratejik bir çözüm değildir.
Siyonistler tam anlamıyla güvenliği sağlayabilir veya en azından geliştirip normalleşebilirlerse stratejik bir zafer kazanmış olurlar ama sorun şu ki, her ileri gittiklerinde ikisini de daha fazla yok ediyorlar. Netanyahu'nun Birleşmiş Milletler'deki konuşmasında itiraf ettiğine göre bugün Siyonistlere karşı - İran'dan Irak'a, Yemen'e, Suriye'ye, Lübnan'a, Gazze'ye ve hatta Batı Şeria'ya kadar - en az 7 cephe var. İsrail’in işlediği suçlar, askeri saldırılar, sivil katliam ve soykırım devam ediyor. Gazze'deki durum Avrupa ve Amerika halklarının da tepkisini çekti.
3.Biz ve Matem: General Kasım Süleymani ve Seyyid Hasan Nasrallah gibi büyük isim ve kahramanlar için yas tutmak ve ağıt yakmak doğaldır; Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.v.), vefat eden generalleri için ağlarmış; Bazı rivayetlerde Peygamber Efendimiz'in Hamza (a.s.) için ağladığı ve hatta yüksek sesle ağladığı için bayıldığı söylenmektedir.
Ama ağıtlar destana ulaşmaz ve sadece pasiflikle birleşirse bunun ne direnişe, ne de direnişin Seyyid'ine (Şehit Nasrallah) faydası olur!
Lübnan direnişi Siyonistlere karşı savaşmaya karar verdiğinde düşmanın teknolojik üstünlüğe ve para ile güce sahip olduğunu, dünyadaki tüm zalimlerin casusluk, güvenlik ve terör servislerinin onun arkasında olduğunu biliyordu; Komutanlara suikast düzenleyebileceğini biliyordu; İmkanlarının karşı taraftan çok daha az olduğunu da biliyordu. Ancak durumunu bilen Hizbullah pasif bir şekilde kalmayı ve sırf ağıtlar yakmayı benimsemedi.
Bunlar bize tek şeyi anlatıyor: İmkanlar az, koşullar daha zor olursa, daha büyük inanç ve kararlılıkla 24 saat çalışmamız gerekiyor; Zira sadece ağıt yakmayı Süleyman bin Surad el-Khuza'i (İslam peygamberi Hazreti Muhammed'in (s.a.v) torunu İmam Hüseyin'nin (a.s) intikamını almak için İkinci Fitne sırasında Tevvâbîn hareketine liderlik eden Kufeli ve Hz. İmam Ali yanlısı bir lider) de biliyordu!
Gerçek Vaad Operasyonu ve Yıkılan Umutlar
Gazeteci ve yazar Aydın Altay İran İslam Cumhuriyeti’nin Siyonist İsrail rejimine karşı gerçekleştirmiş olduğu askeri operasyonu ele aldığı yazısında bu saldırının medya başta olmak üzere farklı alanlardaki etkilerine değindi.
İran İslam Cumhuriyeti’nin işgal rejimi İsrail’e düzenlediği “Gerçek Vaad” operasyonu sadece İsrail’in imajını yıkmadı, aynı zamanda ona umut bağlayanlarında hayallerini yıktı. Bu kutsal operasyon Direniş Ekseni’ne moral verirken, içimizdeki İsrail severlerin maskesini de düşürmüş oldu.
7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı “Aksa Tufan’ı Siyonist rejimle birlikte dostlarını da boğdu. Aslında “dost” ve “düşman”ın aynı zamanda kimler olduğunu da gösteren bu operasyon, İslam coğrafyasındaki yeni denklemi de beraberinde getirdi. İsrail’in İran’ın Şam’daki Büyükelçilik binasına yaptığı terör saldırısı, devamında İran’ın misillemesi tüm dünyanın gündeminin birinci sırasında yer aldı. Ancak başta Türkiye olmak üzere İslam medyasında “Tiyatro” olarak değerlendirildi. İran devleti söz konusu operasyonla gerek Siyonist rejime, gerek Batılı güçlere tarih boyunca unutamayacağı bir ders verirken, bazı bölge ülkelerinin medyalarındaki “dost” görünümlü maskesini de düşürmüş oldu. Öte yandan Direniş Ekseni için önemli bir kazanım sağlayan İran İslam Cumhuriyeti, halkıyla olan bütünlüğünü daha da pekiştirdi.
İsrail rejimi Gazze’de boğuldu
İşgal politikalarını soykırım üzerinden inşa eden İsrail, son Gazze saldırısıyla Direniş’in demir yumruğuyla karşılaştı. 7 aylık orantısız güç kullanarak Gazze’yi insansızlaştırma stratejisi tutmadı. Savaş uzadıkça içerden muhalefetin sesi yükseldi ve Netanyahu’ya karşı ciddi bir tepki oluştu. İçerde prestij kaybeden Netanyahu dünya çapında da tepkiler topladı. Hem içerde hem de dışarıda sıkışan Netanyahu, çareyi İran’ı savaşın içine çekip, bölgesel bir savaşı körüklemekte gördü. Ancak İran’ın “stratejik sabır” politikası bütün hesapları boşa çıkardı. İran savaşa direk dahil olmak yerine Direniş Ekseni bileşenler üzerinden işgal rejimini etkisiz hale getirdi. Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen Ensarullah hareketi açtığı cephelerle Gazze’deki savaşın seyrini değiştirmeyi başardı. Bütün bunlarla başa çıkmak için kıvranan Siyonist işgal rejimi Irak Direniş gruplarının attığı füzelerle adeta sersemleşti.
İşgal topraklarında sıkışan İsrail, sınır ötesi terörist saldırılarla provokasyonlara girişti.
Gazze kasabı Netanyahu gerçekleştirdiği soykırıma karşın müttefikleri sessizliği tercih ederken, ehli vicdan ülkeler adeta bu oyunu bozarak tarihte görülmemiş bir tepkiyi gösterdi. Güney Afrika’nın soykırımı uluslararası savaş suçları mahkemesine taşıması İsrail’i köşeye sıkıştırdı.
Giderek dünya kamuoyunda kan kaybeden Netanyahu, çareyi sınır ötesi terör eylemlerinde aradı ve Şam’daki İran Büyükelçiliği’ne saldırdı. Bu saldırıda İran’ın önemli isimleri şehit verdi. İşte tam da bu aşamada bütün dengeler yerle yeksan oldu ve bütün dünya nefesini tuttu, gözler İran’ın alacağı tavrın nasıl olacağına kilitlendi. İran bu saldırı karşısında elbette sessiz kalamazdı, ancak ortada bir de Netanyahu’nun ısrarla hayata geçirmek istediği planı vardı; İran’ı savaşın içine çekip bölgesel bir savaşın pimini çekmek… İran bu tuzağın farkındaydı ve kadim ferasetiyle sakin bir duruş sergiledi. Olayı öncelikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşıdı ve bu saldırının kınanmasını istedi.
Bütün diplomatik girişimleri karşılıksız kalınca dediğini yaptı ve ilk kez vekiller üzerinden değil de direk kendisi, yani topraklarından attığı füze ve insansız hava araçlarıyla işgal rejimini vurdu.
Demir Kubbe Efsanesi Yıkıldı
İsrail’in yere göğe sığdıramadığı savunma sistemleri İran’ın gerçekleştirdiği “Gerçek Vaad” operasyonu karşısında adeta aptallaştı, yani “sarsılmaz” denilen Demir Kubbe ve diğer savunma araçları işgal rejimini savunamaz olduğunu gözler önüne serdi. Böylece İsrail’in “yenilmez” efsanesini de yıkmış oldu. İran vurur da İsrail dostları durur mu? İran’ın füzelerine karşı çaresiz kalan işgal rejiminin imdadına dostları yetişti. Amerika, İngiltere, Fransa ve Ürdün harekete geçerek atılan füze ve insansız hava araçlarının hedefine ulaşmasını engellemeye çalıştı. Ancak bütün bu yoğun savunmaya rağmen İran’ın belirlediği hedefleri vurmasına engel olamadılar. Kuşkusuz İran’ın bu operasyonu meşru hakkıydı, ancak İsrail’in dostları bu meşru hakkı tanımak yerine, İran’ı kınamak için birbiriyle yarıştı.
İran Bir Taşla İki Kuş Vurdu
İran aslında bölgedeki denklemi son derece iyi okumuştu. İran’ı bölgesel bir savaşın içine çekmeye çalışan İsrail’in ve dostlarının alacağı tavrı iyi biliyordu. Dolayısıyla bütün dengeleri tarttı ve ona göre harekete geçti. İran, bu operasyonu sadece meşru hakkını kullanmak için gerçekleştirmedi, aynı zamanda dost ve düşmanını görmeyi de amaçlıyordu, nitekim öyle de oldu. İran’ın ajandasında birçok başlık vardı; elindeki silahları denemek, “Demir Kubbe”yi test etmek, İsrail’in savunma sistemlerinin kurulu bölgeyi açığa çıkarmak, İsrail’in sahip olduğu teknolojiyi ve gücünü tartmak, İsrail’e düzenleyeceği operasyona karşı işgal toprakları dışında hangi ülkelerde kendisine engel olacak üsleri tespit etmek ve en önemlisi bölge ülkelerinin “dost” mu, “düşman” mı? Sorusuna cevap aramak… İran bütün bu olasılıkları çözmüş oldu.
İsrail ve Dostlarının Prestiji Ağır Darbe Aldı
Filistin topraklarını Batı’nın sınırsız desteğiyle işgal eden İsrail, kurulduğu günden bu yana ilk kez ağır bir darbe aldı. Batılı dostları tarafından en teknolojik silahlarla donatılan İsrail, kibir abidesi haline gelmişti.
Amerika’nın şımarttığı işgal rejimi, Batılı dostlarının da sınırsız desteğini arkasına almasına rağmen Direniş Cephesi tarafından karizması yerle yeksan oldu. Bu yenilgi sadece İsrail’in değil, aynı zamanda dünyanın süper güçleri olarak kabul edilen dost ve müttefiklerinin de yenilgisi oldu.
İran’ın “Gerçek Vaad” operasyonu ve medyanın gör dediği…
Yukarıda İsrail’in dost ve müttefiklerinin tutumunu ele alırken, Türkiye’deki bazı çevrelerin tavrı da dikkatlerden kaçmadı. Sürekli Filistin üzerinden edebiyat yapan bazı çevreler, söz konusu İran’ın İsrail’i vurması olunca dut yemiş bülbüle dönüştüler.
Türk uzmanlardan "Tiyatro" kod adı Altında İran'ın İsrail'e Saldırısına Karşı Algı Operasyonuna Sert TepkiDilleri çözülünce de bülbül lisanıyla değil, baykuş lisanıyla konuştular. Dünya basını İran’ın operasyonunu aktarırken ve bu operasyon İsrail’in imajını yıktı derken, bu kesim İran’ın başarısını kamuoyundan gizlemek için “TİYATRO” deyip, İran’ı küçümsemeye çalıştılar.
Bu da yetmedi, İran danışıklı hareket etti ve öncesinden İsrail’i bilgilendirdi. Yok efendim füzeleri çöle-dağa attı, maksat İsrail’i vurmak değildi de, kendi vatandaşının tepkisini kırmak içindi. Ve akla ziyan onlarca yalan uydurdular.
Peki neden bunu yaptılar? Ya gerçekten de söyledikleri gibiydi, İran İsrail’le işbirliği içinde hareket ediyor, ya da tam kelimenin anlamıyla ihanet içindeler. Hamas ve diğer İslami Direniş hareketleri tarafından yapılan açıklamalar ve İran’a bu (Gerçek Vaad) operasyondan dolayı teşekkürlerini sunmalarını göz önünde bulunduralım. Dünya devletleri bu operasyonu konuştu, İsrail rejimi en üst düzey elebaşları bu yıkıcı operasyonu dile getirdi.
Durum böyleyken İran İsrail’le işbirliği içinde olduğu iddiasının ne kadar gerçeklerden uzak komik bir iddia olduğunu görmek zor değil, demek ki birinci şık gerçekleri yansıtmamaktadır. Geri de ikinci şık kalıyor; ihanet…
Neden ihanet? Çünkü yaptıkları şey Filistin davasına ihanettir. İsrail’in işgal ve soykırım politikalarına destektir. Yıllardır Filistin üzerinden rant devşiren İslamcı camianın böyle bir girişimi ayrıca çok detaylıca incelenmesi gereken vahim bir durumdur. Özelikle bu kesimin muhafazakar-milliyetçi elbisesiyle bu zehirlerini kusmaları apayrı bir durum olmakla birlikte, bu kesimin iplerinin de İsrail’in elinde olması mümkün olabilir.
Hatırlarsanız Ocak ayının hemen başından İçişleri Bakanlığı ve Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Türkiye genelinde bir operasyon başlattılar. İsrail hesabına çalışan casuslar gözaltına alındı ve çoğu tutuklandı. Tutuklananların hepsinin İslamcı kimlikleriyle görünmeleri bizi böyle bir sonuca götürüyor. İsrail’in bu ülkede Müslümanları casus olarak kullanabilecek kadar örgütlenmesi ve güçlenmesi ise başta Türkiye olmak üzere bölge için büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu şebeke sosyal medya ağlarını yoğunlukla kullanıyor.
Direniş ekseni, Filistin, Gazze mevzusunu dile getirenleri “İran ajanı” yaftasıyla hedef göstermeleri de İsrail’in bir oyunudur. Şunu belirtmek isterim ki, Batı emperyalizmine, Amerika’ya, işgalci İsrail rejimine ve onun dostlarına itiraz etmek hem insani, hem de vicdani bir sorumluluktur. Bu sömürgeci güçlere karşı çıkmak da İran ajanlığı değildir, bilakis vatanseverliktir. Sanırım kendileri “biz İsrailciyiz” diyemedikleri için kendileri gibi düşünmeyenlere “İrancı” demeyi daha kolay görüyorlar.
Aydın Altay
İmam Hamanei’den Şehit Nasrallah İçin Taziye Mesajı
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadetinden dolayı taziye mesajı yayınladı.
İmam Hamanei'nin taziye mesajında şu ifadelere yer verildi:
"Bölgedeki direnişe önderlik yapan, din alimi ve bilge bir siyasi lider olan Seyyid Hasan Nasrallah, dün gece Lübnan'daki olaylarda şehadet mertebesine ulaşarak hakkın rahmetine ulaştı.
Direnişin aziz Seyyid’i, Allah yolunda yıllarca verdiği cihadın ve zorluklarının mükafatını kutlu bir mücadele sırasında aldı. Onlarca yıl boyunca Filistin'in mazlum halkını, işgal edilen kasaba ve köyleri, yıkılan evleri ve şehit olanları savunmak için de tedbir ve planlar hazırlayan Nasrallah, Beyrut'un Dahiye bölgesindekileri, onların yıkılan evlerini ve sevdiklerini savunmak için plan hazırlarken şehit oldu. Bunca mücadelenin ardından şehitlik lütfu onun gerçek hakkıydı.
İslam âlemi, büyük bir şahsiyet; Direniş Cephesi de önemli bir önderini, Hizbullah da eşsiz bir liderini kaybetti, ama onun onlarca yıllık cihadının bereketi asla kaybolmayacak.
Lübnan'da kurduğu ve diğer direniş gruplarına yön verdiği temel, onun kaybıyla ortadan kalkmayacak, Nasrallah’ın akıtılan kanı ve bu olayın diğer şehitleri sayesinde direniş güç kazanacaktır.
Direniş Cephesi’nin, Siyonist Rejim’in yıpranmış ve çürümüş gövdesine yaptığı darbeler daha ezici bir şekilde devam edecektir. Siyonist İsrail’in kötü doğası bu olayda galip gelmemiştir.
Direnişin Seyyid’i bir kişi değil, bir yol ve okuldur ve bu yol devam edecektir. Şehit Seyyid Abbas Musavi'nin kanı yerde kalmadı, Şehit Seyyid Hasan'ın kanı da kalmayacaktır."
Seyyid Hasan Nasrallah’ın ailesine, Hizbullah Hareketi, Direniş Ekseni, Lübnan halkı ve yetkililerine taziye dileğinde bulunan İmam Hamanei, Şehit Hasan Nasrallah için ülkede beş günlük yas ilan etti.
Hamas: Nasrallah, Kudüs yolunda şehit oldu; ömrü fedakarlıkla geçti
Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından şehit edilmesine ilişkin Hamas’tan resmi açıklama yapıldı.
Açıklamanın tam metni:
"Hizbullah ve Lübnan İslami Direniş'indeki kardeşlerimize, Seyyid Hasan Nasrallah ve bir grup şehit liderin şehadetinden dolayı taziye ve dayanışma mesajı:
İslami Direniş Hareketi (Hamas), Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın ve lider kardeşlerinden bir grubun Aksa Tufanı mücadelesinde, Kudüs yolunda, Filistin halkımıza ve cesur direnişine destek verirken şehit olduklarını Filistin halkımıza, Arap ve İslam ümmetimize ve dünyanın tüm özgür insanlarına duyurur.
Lübnan halkına, Hizbullah’taki kardeşlerimize ve Lübnan’daki İslami Direniş'e içten taziyelerimizi ve dayanışmamızı sunuyoruz.
Bu barbar Siyonist saldırıyı ve Beyrut’un güney banliyösündeki sivil binaların hedef alınmasını en şiddetli şekilde kınıyor ve bunu korkakça bir terör eylemi, bir katliam ve vahşet olarak nitelendiriyoruz. Bu saldırı, işgalci rejimin kanlı ve vahşi doğasını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu rejim, tüm değerleri, uluslararası yasaları ve anlaşmaları hiçe sayan bir varlık olup, uluslararası toplumun sessizliği ve acizliği karşısında, bölgesel ve küresel güvenliği açıkça tehdit etmektedir.
Seyyid Hasan Nasrallah ve kardeşlerini sabır ve metanetle anarken, onun Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu yolundaki fedakarlıklarla dolu yaşamını ve Filistin halkımızın meşru haklarını savunan onurlu duruşunu gururla hatırlıyoruz. O, büyük fedakarlıklara ve zorluklara rağmen, Aksa Tufanı mücadelesinde Filistin halkımıza ve direnişimize verdiği desteği sürdürmüş ve bu yolda şehit düşmüştür.
Siyonist işgalci rejimi bu korkunç suçun ve bölgedeki güvenlik ve istikrar üzerindeki tehlikeli sonuçlarının sorumlusu olarak görüyoruz. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri de bu işgali politik, diplomatik, askeri ve istihbarat düzeyinde sürekli destekleyerek ve bu artan Siyonist teröre karşı sessiz kalarak sorumluluk taşımaktadır.
Bu Siyonist saldırı ve katliam karşısında, Hamas Hareketi olarak Hizbullah ve Lübnan’daki kardeşlerimizle tam dayanışmamızı bir kez daha yineliyor ve onların Mescid-i Aksa’yı, Filistin halkımızın meşru haklarını savunma mücadelesinde yanlarında olduğumuzu belirtiyoruz. Bu, ümmetin tüm güçlerinin ve dünya çapındaki özgür ve onurlu insanların desteklemesi gereken bir yoldur.
Lübnan topraklarında dökülen bu temiz kanlar, Gazze’nin onurlu direnişi, Batı Şeria ve Kudüs’teki şehit kervanlarıyla birleşerek, Siyonist düşmanı lanetleyecek ve direnişimizin asla geri çekilmeyeceği bir yol açacaktır.
Tarih, Siyonist düşmana karşı direnişin liderleri her şehit olduğunda, onların yerini daha güçlü, daha kararlı ve bu düşmanı yenilgiye uğratana kadar direnişi sürdürme azminde olan yeni bir lider neslinin aldığını göstermiştir.
Bu suçun ve tüm işgal cinayetlerinin, Lübnan ve Filistin’deki direnişi daha da güçlendireceğinden ve şehitlerin yolunda direnmeye ve mücadeleye devam edeceklerinden eminiz.
Seyyid Hasan Nasrallah ve onunla birlikte Kudüs ve Aksa’nın kurtuluşu yolunda şehit düşen kardeşlerine Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine, yakınlarına ve kardeş Lübnan halkına sabır ve başsağlığı temenni ediyoruz. Şüphesiz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz."
Hizbullah'tan açıklama geldi: Hasan Nasrallah şehit oldu
Hizbullah Lideri Nasrallah'ın şehit olduğu duyuruldu. Hizbullah'tan yapılan açıklamada 'Hizbullah liderliği, düşman karşısında, Gazze ve Filistin'i desteklemek ve Lübnan'ı ve onun sadık ve onurlu halkını savunmak için cihadına devam edeceğine söz verir.' denildi.
'ŞEHİTLER KERVANINA KATILDI'
Açıklama metni şöyle:
"Direnişin Efendisi, salih kul, büyük bir şehit, bir lider, bir kahraman, cesur, mert, bilge, basiretli ve sadık bir lider olarak, peygamberlerin ve şehit imamların izindeki ilahi iman yürüyüşünün ebedi ışığı olan Kerbela şehitleri kervanına katılarak vefat etti.
"Hizbullah Genel Sekreteri Muhterem Seyyid Hasan Nasrallah, yaklaşık otuz yıl boyunca yürüyüşlerine önderlik ettiği, zaferden zafere koşturduğu, 1992'de İslami direniş şehitlerinin efendisinin yerine geçtiği, 2000'de Lübnan'ın kurtuluşuna, 2006'daki ilahi zafere ve Filistin, Gazze ve mazlum Filistin halkına destek ve kahramanlık savaşına kadar tüm diğer onur ve kurtuluş savaşlarında yol arkadaşlarına, büyük ve ölümsüz şehitlere katıldı.
"Çağın ve Zamanın Efendisi, Müslümanların Velisi İmam Seyyid Ali Hamaney'i, büyük mercileri, mücahitleri, müminleri, direnişçi milleti, sabırlı ve mücahit Lübnan halkını, tüm İslam milletini ve dünyadaki tüm özgür ve mazlumları, onurlu ve sabırlı ailesini tebrik ediyor, Hizbullah Genel Sekreteri Sn. Hizbullah Genel Sekreteri Sayın Seyyid Hasan Nasrallah'ı, Kudüs ve Filistin yolunda şehit olarak en aziz arzularını, en yüksek iman ve temiz inanç mertebelerini yerine getirerek en yüksek ilahi onur olan İmam Hüseyin'in (a.s) nişanını almasından dolayı tebrik ediyor, güney banliyölerine yönelik hain Siyonist saldırının ardından onun pak ve kutsal alayına katılan yoldaşlarına başsağlığı diliyor ve onları kutluyoruz.
'CİHADINA DEVAM EDECEĞİZ'
"Hizbullah liderliği, düşman karşısında, Gazze ve Filistin'i desteklemek ve Lübnan'ı ve onun sadık ve onurlu halkını savunmak için cihadına devam edeceğine söz verir.
'HALA ARAMIZDA'
"Onurlu mücahitlere ve İslami Direnişin muzaffer ve muzaffer kahramanlarına, sizler onurlu şehidin sekreteryasısınız ve sizler onun zaptedilmez kalkanı ve kahramanlık ve kurtuluş tacındaki mücevher olan kardeşlerisiniz, liderimiz düşüncesi, ruhu, çizgisi ve kutsal yaklaşımıyla hala aramızda ve sizler zafere kadar direnişe ve fedakarlığa sadık ve bağlı kalıyorsunuz."
Düşmanlık edenler iyi okusun! İsrail’i yenen komutan!
Hizbullah Lübnan’da siyonizme ve emperyalizme direnişin örgütü. İsrail’i ayağıyla ezen örgüt. O örgütün, o zaferin komutanı da Hasan Nasrallah! Mezhepçilikle Nasrallah’a düşmanlık edenler onun hayatını iyi okumalı.
Hizbullah’ın büyük lideri, komutanı Hasan Nasrallah, İsrail’in cuma akşamı düzenlediği hava saldırısında Beyrut’ta şehit oldu. 64 yaşındaki Komutan da şehitler kervanına katıldı. Nasrallah 7 Ekim’de başlayan Filistin direnişine ilk günden itibaren İsrail’in kuzeyinde cephe açarak destek vermişti. Giderek tırmanan gerginlik Lübnan içlerine sarkınca Nasrallah hedef oldu.
İSRAİL’E YENİLGİYİ TATTIRDI
Hasan Nasrallah, İslam dünyasının yaşayan en büyük komutanlarından biriydi. 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan İsrail saldırısını göğüslemiş ve 33 gün süren savaşta İsrail’e yenilgi tattırmıştı. Dünya çapında büyük yankı yapan bu başarıdan dolayı İsrail bugüne kadar Hizbullah’ı direkt hedef alamamıştı. Nasrallah ölmeden önce yaptığı konuşmalarda Filistin davasını sonuna kadar savunacaklarını ve İsrail saldırganlığına boyun eğmeyeceklerini cesur çıkışlarıyla ilan etmişti.
LÜBNAN’IN 15 YAŞINDAKİ ÇOCUĞU
Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 31 Ağustos 1960 tarihinde başkent Beyrut'un Burc Hamud bölgesinde doğdu.
Lübnan'da iç savaşın başladığı 1975 yılında 15 yaşında olan Nasrallah, ailesiyle birlikte memleketi Sur kentine bağlı el-Bazuriye köyüne döndü ve orada Şiî Emel Hareketi'ne katıldı.
Irak ve İran'daki dini merkezlerinde eğitim adı. Daha sonra Lübnan'a dönerek Emel Hareketi'nin lideri Abbas Musevi'nin kurduğu okulda öğrenim gördü.
1982’DE HİZBULLAH’A KATILDI
İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesinden sonra Hizbullah örgütüne katıldı. Abbas Musevi'nin 1992'de İsrail tarafından öldürülmesinden sonra 12 Şubat 1992'de Hizbullah'ın genel sekreteri seçildi.
İsrail - Lübnan Savaşı sırasında 14 Temmuz 2006'da Nasrallah'ın birkaç saat önce ziyaret ettiği büro, İsrail'in attığı bombalarla imha edildi. Ancak Nasrallah sağ kurtulmayı başardı.
İSRAİL’E YENİLGİ TATTIRDI
Hizbullah'ın 2000 yılında güney Lübnan'ın 22 yıl süren İsrail işgalinden kurtarılmasında ve ardından Temmuz 2006 savaşında İsrail'e karşı oynadığı rol, Nasrallah'a büyük prestij kazandırırken, 2006 Lübnan Savaşı'nın galibi, birçok Orta Doğu ülkesinde Hizbullah olarak görüldü.
Nasrallah ayrıca Lübnanlı ve Arap esirler ile İsrail tarafından alıkonulan direnişçilerin cesetlerinin iade edilmesi için takas anlaşması yapılmasında da önemli bir rol oynadı.
Etkili konuşmaları ve güçlü kişiliği, Arap ve İslam dünyasında kendisine popülerlik kazandıran faktörler olurken, konuşmaları geniş yankı ve ilgi gördü.
SURİYE’YE DESTEK
2011 yılında başlayan Suriye iç savaş kışkırtması ve ayaklanmalarında ABD ve İsrail’in eğitip donattığı terör örgütlerine karşı Suriye vatanını savundu. Buraya 10 binin üzerinde savaşçısını gönderdi. Çok sayıda komutanını da şehit verdi. İran’ın Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin liderliğinde bölgesel direnişe de destek verdi. Büyük bir stratejiyi bölgede uygulayarak, ABD ve İsrail’i sahada da etkisiz hale getirdi ve Türkiye’nin koridor müdahalesinden sonra büyük bir mevzi kazanıldı.
İKİ CEPHEDE SAVAŞ! HAMAS’I EĞİTTİ
İran ve Hizbullah’ın destek ve eğitimiyle Filistin’de benzer bir direniş hattı HAMAS üzerinden kuruldu. Bu direniş 7 Ekim atılımıyla kendini bütün dünyaya gösterdi. Herkesi şaşırttı. Filistin mücadelesi tarihinde ilk kez savunmadan, büyük taarruza geçerek İsrail’i şaşırttı. Tam da bugünlerde güneyden Filistin, kuzeyden Hizbullah İsrail’i iki cephede savaşmaya zorladı ve kısa sürede biter denilen mücadele bugünlere kadar geldi. Bu mücadelede Hizbullah’ın ve lideri Nasrallah’ın stratejisi etkili oldu. İsrail bu cepheyi çökertmek için Lübnan’a ve Nasrallah’a saldırmak zorunda kaldı.
OĞLU ŞEHİT OLDU, DİK DURDU
Şehit Nasrallah, 1997 yılında en büyük oğlu Hadi’yi İsrail ile yapılan bir çatışmada şehit vermişti… Kendisi de bu büyük dava uğruna şehit oldu.
Nasrallah’ın karakterini anlamak için önemli bir süreçti oğlunun ölümü… Oğlu Hadi Nasrallah 18 yaşında Hizbullah adına cephedeydi. Kendi iradesiyle savaşa katılmıştı.
1997'de güney Lübnan’da İsrail ordusunun mevzilerine yönelik saldırıda şehit oldu. Cenazesi İsraillilerin eline düştü. Oğlunun ölümünü İsrail televizyonunun şehitlerin kanlı fotoğraflarını paylaştığı yayında öğrendi. O sırada canlı yayında olan Nasrallah “Hep beraber savaşıyor, hep beraber şehid düşüyor, hep beraber kurban veriyoruz.” Dedi.
‘OĞLUMUN ŞEHADETİNDEN ÖNCE SİZİN KARŞINIZDA UTANIYORDUM’
Nasrallah oğlunun şehadet haberinden sonra diğer şehit ailelerine şöyle seslenir: "Şu anda Allah bana şehit babası olmayı nasip etti, Dün sizin karşınızda başımı dik tutmaktan utanıyordum; ama şimdi izin verin ben de sizlerden biri olayım. Bizler Hizbullah'ın liderliğini yaparken oğullarımızı gelecek için saklamıyoruz, Aksine bizler onların yüce şehitlik mertebesine nail olmasından onur duyuyoruz.”
İSRAİL ŞANTAJ YAPTI
İsrail, oğlunun cesedi karşılığında esir takası istedi. Burada da boyun eğmedi ve şantajı kabul etmedi: “Oğlumun cenazesinin en temiz ve en kutsal topraklarda tutulması benim için bir onurdur.
‘CANLI ESİRLER ÇOK DAHA DEĞERLİ’
“Oğlumun cenazesini şehadet şerbetini içen şehit esirlerin naaşları ile birlikte canlı esirleri de geri almadan kabul etmeyeceğim. Görmek istediğim son cenaze oğlumun cenazesidir. Çünkü canlı esirler benim için oğlumun cenazesinden çok daha değerlidirler.”
Nasrallah, 1998'de 145 canlı esir ve 140 şehit cenazesinin takasında oğlunun bedenine kavuşabildi.
Pezeşkiyan’dan Siyonist rejimin Lübnan saldırısına tepki
İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan, Siyonist rejimin Lübnan saldırısına değinerek “Genel olarak insanın refahını yükseltmek için yapılan cihazlarının terör aracı olarak kullnılması insanlığın yıkılışıdır” dedi.
İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan bugünkü kabine toplantısında Siyonist rejimin Lübnan saldırısına ilişkin"Genel olarak insanın refahını yükseltmek için yapılan cihazlarının terör aracı olarak kullnılması insanlığın sonunun, cinayetkarlığın ve vahşetin açık göstergesidir" dedi.
Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan "Bu saldırı Amerikan ve Batılı ülkelerinin sözde ateşkesi savunduklarını iddia etseler de gerçekte tüm gücüyle cinayet, katlıam ve terör eylemlerinden yana olduklarını bir kez daha kanıtladı" ifadesinde bulundu.
Pezeşkiyan ayrıca "Bu durumun çözümü Siyonist rejim tarafından mazlum Gazze halkına yürütülen zulüm ve cinayetin durdurulması ve İslam ülkeleri ve Müslümanların birlikte olmasıdır" diye konuştu.
İsrail, Lübnan'da çağrı cihazlarını patlattı, ABD dahlimiz yok dedi... Hizbullah intikam yemini etti!
İsrail, Lübnan'da kullanılan küçük çağrı cihazlarına siber saldırı yoluyla saldırı yaptı. 10'u Hizbullah üyesi olan 19 kişi yaşamını yitirirken yaklaşık 2800 kişi yaralandı. Tayvan merkezli Gold Apollo şirketi, Lübnan'da infilak ettirilen çağrı cihazlarını kendisinin üretmediğini açıkladı...
ŞükraPatlamalar, 17 Eylül Salı günü Beyrut'un güneyi ve Lübnan'ın diğer birkaç bölgesinde başladı. Olaylara tanık olanların aktardığında göre insanların ceplerinden dumanlar çıktıktan kısa süre sonra, havai fişek ve silah sesine benzeyen küçük patlamalar duyuldu.
Kısa sürede Lübnan genelinde hastanelere akın oldu ve tanıkların aktardıklarına göre izdiham yaşandı.
Lübnan Sağlık Bakanı Firas el-Ebyad, ülke genelinde Hizbullah unsurlarının kullandığı çağrı cihazlarının patlatılması nedeniyle biri çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiğini, 200 kadarı ağır yaklaşık 2800 kişinin yaralandığını belirtti.
Daha sonra Hizbullah, 10 mensubunun daha şehit olduğunu duyurdu.
kuranda Muhkem ve Müteşabih Ayetler - 2
Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır.
Eşaire, kıyamet gününde müminler hesaba çekildikten sonra Allah’ı göreceklerine inanmaktadırlar. Ebu’l- Hasan Eşari bu inancı için,”O gün yüzler ışıl ışıl parlar ve Rablerine bakarlar”[78] ayetini delil olarak öne sürmüştür; zira ayette müminlerin Allah’ın nurani çehresini seyredecekleri için çehrelerinin aydınlanacağı söylenmiştir. Eşari diyor ki: Arap dilinde nazar kelimesi üç anlamda kullanılır.
1- İtibari Nazar: İbret ve ders alma. Örneğin:
“Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!”[79]
2- Beklemek: Nitekim ayette buyruluyor ki:
“Onların beklediği (Ma yenzurune): Sadece bir ses!.. Çekişip dururlarken kendilerini çarpacak bir ses… “[80]
3- Gözle görmek: Bahis konusu ayetin kastıdır. Zira o gün ibret alınacak bir şey yoktur ve aynı şekilde “Nazar” bekleme anlamında değildir, örneğin Hz. Süleyman diyor ki:
“Elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım.”[81]
Ebu’l- Hasan Eşari’ye soruyoruz: “Niçin sevap kelimesini yani, ‘Rabbin sevabına bakarlar’ takdir almayalım?” Bunun cevabında diyor ki: “Mebna takdirin olmamasıdır; zira sözün zahirinin tersinedir. Çünkü ayetin zahirindeki anlam Allah gözle bakmaktır. Eğer sevap kelimesini takdir olarak alırsak Allah dışındaki herhangi bir varlığa nazar edilmiş olur. Yani eğer birilerinin sözünü zahirinin tersine yorumlarsak veya sözünü değiştirecek şekilde herhangi bir yerini takdir olarak alırsak bu doğru olmaz.”
Eşari, “Gözler O’nu idrak edemez” ayeti hakkında diyor ki: “Görmemekten kasıt bu dünyadadır ki ahirette görmek olasılığıyla bir çelişkisi yoktur; zira daha üstün âleme bırakılan Hakkın çehresini görme en üstün lezzetlerdendir ya da ayette belirtilen görmemekten kasıt Hakkı görmekten mahrum olacak kâfirlerdir.”[82]
Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır. Arap şair Cemil b. Muammir diyor ki:
Padişah olan sana göz diktiğim zaman,
Yanındaki deryadan ve nimetlerinden bana bağışla.
Başka bir şair diyor ki:
Vaadin için sana doğru göz dikmişim,
Fakirin zengine göz diktiği gibi.
Zamahşehri bu ayetin tefsirinde Mekke sokaklarında dilencilik yapan kimsesiz ve kör kızın sözlerini aktarmaktadır. “Diyor ki: Gözlerim Allah ve siz halka dikilmiştir.” [83]
Bütün bu örneklerde “Nazar” kelimesi göz dikmek anlamındadır ve “ila” harfi ile birlikte alınmıştır. Bu yüzden mezkur ayetin anlamı şudur: “O zor günde çehreler sevinçli ve aydındır. Zira Allah’ın lütuf ve inayetine göz dikmişlerdir.”
Eşari, Allah’ın görüneceğini ispatlamak için, “Rabbim! Bana (kendini) göster”[84] ayetini de delil olarak getirmiştir ki eğer Allah’ın görünmesi imkânsız olsaydı Hz. Musa nasıl böyle bir istekte buluna bilirdi?
Ama bu istek Hz. Musa’nın isteği değildi, İsrail oğullarının isteği idi ve Hz. Musa onların dilinden Allah’a arz etmişti. İsrail oğulları cahilce böyle bir istekte bulunmuş ve eğer Allah kendisini göstermezse iman getirmeyeceklerini söylemişlerdi. Hz. Musa onların isteklerini yerine getirmekten kaçınıyordu. Ama Allah kavmini isteğini dile getirmesi için Musa’ya izin verdi. Zira diğer ayetlerde Hz. Musa’ya böyle bir istekten dolayı baskı uyguladıkları için İsrail oğulları direkt kınanmıştır. Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır:
“Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, “Bize Allah’ı apaçık göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.”[85]
Yani İsrail oğulları Musa’dan kendilerine Allah’ı göstermesini istemişlerdi. Bu yüzden yıldırım çarpma belasına duçar oldular.
Bakara suresinde bu daha açık bir şekil belirtilmiştir:
“Hani siz, “Ey Musa! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”[86]
Nitekim İsrail oğulları bu yersiz isteklerinden dolayı yıldırım çarpma belasına duçar oldular, bundan dolayıdır ki, İsrail oğulları direk Allah tarafından kınanmıştır, Hz. Musa kınanmamıştır.
Beden Azaları
Eşairiler, Allah’ın beden azalarına sahip olduğunu zannediyorlar ve Kuran’da el, ayak, çehre, göz gibi kelimelerin geçtiği ayetleri delil olarak öne sürüyorlar, örneğin:
“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.”[87]
Lakin bu ayette Eşairi’nin iddiasını destekleyecek herhangi bir şey bulunmamaktadır; çünkü “elin bağlılığı” deyiminden maksat güçsüzlük ve acizliktir, bunun karşısında “elin açıklığı” ibaresi ise güç ve kudretin göstergesidir. Arap edebiyatında genellikle bu anlamlarıyla kullanılırlar, nitekim başka bir ayette şöyle deniliyor:
“Elini bağlayıp boynuna asma. Ama onu büsbütün de salıverme. Sonra kınanır, hasretler içinde kalırsın.”[88]
Bu iki tabirin hakiki mefhumları bu ayette kast edilmediği çok açık bir şekilde görülmektedir; çünkü kasıt hasret nedeni olacak yaşamda katılık ve davranışlarda rahatlıktır.
Yukarıdaki ayette geçen “elin bağlılığı-elin açıklığı” deyimleri Âl-i İmran suresinde fakir ve zengin unvanlarıyla zikredilmiştir:
“Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir.”[89]
Allah’u Teâlâ bu iddianın cevabında şöyle buyuruyor:
“De ki: Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.”[90]
Başka bir yerde de buyuruyor:
“Allah’ın elindedir, onu dilediğine bahşeder. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[91]
Kuran’da on iki defa el kelimesi Allah’a nispet verilmiş ve bütün bu yerlerde kasıt güç ve kudrettir.
Kuran’da on bir defa çehre kelimesi kullanılmıştır ki mukaddes zatın kendisi anlamındadır, örneğin:
“O’nun zatından başka her şey yok olacaktır.”[92]
“Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz.”[93]
Göz kelimesi Kuran’da bir defa tekil ve dört kez çoğul olmak üzere beş defa gelmiştir ve bunların tamamından kasıt özel inayettir.
“Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin.”[94]
Hakeza Taha suresinde Musa’ya hitaben buyruluyor ki:
“Gözümün önünde yetiştirilesin.”[95]
Baldır kelimesi de Kalem suresinde zikredilmiştir:
“O gün baldır açılır.”[96]
Buradaki baldırdan kasıt kıyamet gününün sıkıntı ve zorluğudur, Allah’u Teala başka bir ayette buyuruyor ki:
“Ve baldır, baldıra dolaşınca İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.”[97]
Aslında “keşfu’s-sag” ,Arap edebiyatında yaygın bir şekilde ciddiyet ve çabalamanın kinayesi olarak kullanılır. Yani oyun oynama dönemi olan bu dünyadaki hayat son bulmuş ve gerçekleri görme zamanının gelmiştir. Farsçada “keşfu’s-sag” kelimesi yerine bir işe soyunmak veya kolları sıvamak deyimleri kullanılır ki kasıt herhangi bir işi yapmakta ciddi olmaktır.
İrade ve Özgür Olma
Eşairiler ve Adlcılar arasındaki tartışmalı konulardan biri de insanın özgür iradesi ile gerçekleştirdiği fiillerdir ki; acaba insan kendi iradesiyle mi bu fiiller tahakkuk bulur yaksa iradesinin dışında mıdır?
Ebu’l- Hasan Eşari diyor ki: “Rububiyette tevhidin gereksinimi şudur; varlık âleminde meydan gelen her şey örneğin insanın özgür iradesiyle (görünürde) gerçekleştirdiği fiiller Hakk Teâlâ’nın direk iradesiyle vaki olur. Yoksa Rububiyette şirkin nedeni ve Allah dışındaki bir varlığın bir şey meydana getirmesinde onunla şeriki olmayı gerektirir. Hâlbuki “herhangi bir şeyin meydana gelişinde Allah’ın iradesi dışından hiçbir şeyin dehaleti yoktur.”
Ebu’l- Hasan Eşari bu iddiasını ispatlamak için yirmi beşten fazla ayeti delil olarak getirmiştir. Örneğin;
1- “Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”[98]
2- “Allah her şeyin yaratıcısıdır.”[99]
3- “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”[100]
4- “Şüphesiz O, güldürür ve ağlatır.”[101]
Cebre inananlar aşağıdaki ayetleri de delil olarak getirmişlerdir:
5- “Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz.”[102]
6- “Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi” [103]
7- “And olsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.”[104]
Yani bunlar azap görmek için yaratılmışlardır. Yoksa kendi nefisleri helak olma nedeni değildir ki, kendi elleriyle kendileri için cezayı hazırlamış olsunlar.[105]
Kuşkusuz insanın şahsi iradesi ihtiyari fiilleri gerçekleştirmede önemli bir role sahiptir. Bu yüzden insanın fiilleri kendisine nispet verilir ve bunları iyi ve kötü sonuçlarını yüklenmek zorunda kalır. Bu herkesin vicdanına müracaat ettiğinde rahatlıkla anlayabileceği bir şeydir. İnsan iyi ve kötü fiilleri yapmakta özgürdür, eğer isterse bunları yerine getirir ve eğer istemezse yerine getirmez. İnsanın hiçbir zorunluluk olmadan bunları özgürce gerçekleştirdiği aşikârdır; zira bu durum vicdani önermelerden sayılmaktadır, yani bunun aşikâr olduğu zaruri ve bedihidir ve bedihi olmaları da insanın deruni vicdanından kaynaklanır. Dolayısıyla delil, burhan ve istidlale ihtiyaç yoktur.
Buna ilave olarak önceden de belirtildiği gibi övme, kınama, müjdeleme, korkutma, sevap, ceza vb. ancak iyi ve kötü fiillerin özgür irade ile eyleme dökülmesi ve bunların fazilet ve kötülük sayılmalarıyla açıklanılabilir.
Kuran baştanbaşa ahlaki fazilet ve kötülük sayılan ve insanın davranışlarından kaynaklanan övgü ve kınamalarla doludur. Şer-î vazife göz önünde bulundurulmaksızın insanın kendi fiillerini gerçekleştirirken seçme güç ve kudretine sahip olduğu görülür. Tersi bir durum abes ve beyhudedir.
Bu gibi ayetler muhkem ayetlerden sayılmaktadır; çünkü insanın fıtratı ve vicdanı ile uyum içindedir. Bu beyana muhalif ayetler görünüşe göre müteşabihtirler ve muhkem ayetlere göre yorumlanmalıdır.
İnsanın fiillerinin ihtiyari olduğuna delalet eden bazı ayetler şunlardır:
1- “Kim de âhireti ister ve ona lâyık bir biçimde mümin olarak gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları makbul olur.”[106]
2- “Şu hâlde, kim mümin olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız.”[107]
3- “Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.”[108]
4- “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.”[109]
5- “Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey neydi.”[110]
6- “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.”[111]
Eğer insan kötü işlerin yapımında ihtiyar sahibi olmazsa veya kendisine zulmetmeyi reva görürse onun bu işini nasıl kötü sayabiliriz. Bu durumda af dilemesinin ne anlamı olabilir?
7- “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”[112]
Bu ayet açıkça insanın iyi ve kötü işleri yapmaya Kadir ve gücü oranında mükellef olduğunu dolayısıyla işlerinin sonucunun da kendisine döndüğünü gösterir.
8- “Dinde zorlama yoktur; çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.”[113]
Zira dinin hakikati inançtır, bu yüzden delillerin aşikâr olmasıyla hâsıl olur ve hiçbir şekil zorunluluk kabul etmez.
9- “Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.”[114]
Bu ayet insanın özgür iradesiyle hakka gidecek olan yolu ve hakikati bulması için Allah tarafından olan şeylerin insan aklını ve fıtratını harekete geçirmekle birlikte kendisine zahiri yol göstericileri de göndereceğini açıkça gösterir.
Saptırma ve Yoldan Çıkarma
Yoldan çıkarma anlamına gelen “saptırma fiili” ilahi ve örfü değerlerin karşısında yer alan bir fiil olmasına rağmen Kuran’ın birçok ayetinde konu edilmiş ve bu fiil Allah’a nispet verilmiştir. Bu ayetlerde “saptırma fiilinin” asla gerçek anlamlarıyla kullanılmadığı ve bunların sadece mecazi beyanlar olduklarını anlamak için ilahi özelliklere dikkat etmek gerekir.
Allah’a nispet verilen “saptırma”, yoldan çıkarma anlamındadır. Yani hakikatler karşısında inat edip diretenleri kendi hallerine bırakmak ve has inayetten mahrum etmektir. Bu insanların kendileri Hakk Teâlâ’nın has inayetine mazhar olmak istememiş ve bunun için gerekli olan zemineleri kendi vücutlarında meydana getirmedikleri için kendi hallerine bırakılmışlardır.
“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır.”[115]
Dolayısıyla Allah’ın saptırdığı kimseler Hakk’a dönmenin yollarını aramayan kimselerdir.
“Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.”[116]
Yani bu gibi insanların yöntemleri beyhude işlerle uğraşmak ve boş sözler söylemektir, bu işleri de onları mağrur kılmış ve isyan etmeye sevk etmiştir.
“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”[117]
Hatim ve Mühürleme
Kuran’da geçen hatim, ta’b/mühürleme ve örtü kelimeleri aynı şey hakkında olup inatçı ve serkeş insanların kendi yanlış tavır ve davranışlarıyla kendileri için hazırladıkları hicap anlamındadır.
“Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.” [118]
“Onların kalplerine – ki idrak etme organıdır- mühür vuruldu.”[119]
Lakin bu mühürleme ve hicap perdesinin zeminini kendileri hazırlamışlardır, bu mesele başka ayetlerde de açıkça görülmektedir:
“Gördün mü o kimseyi ki kendi hevâsını kendisine tanrı edinmiş ve onu Allah bir bilgi üzerine şaşırtmış ve kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış.”[120]
“Çünkü onlar önce inandıklarını iddia ettiler, sonra inkâra gittiler. Bu sebeple kalpleri mühürlendi.”[121]
“Küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur.”[122]
Yani bu insanlar müminleri kandırmak için zahiren iman getirmişlerdir, ama müminlerin tutumlarını gevşetmek için sonradan bir daha hakkı inkâr etmişlerdir. Bundan dolayı da Allah bunların gönüllerine mühür vurmuştur.
“Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”[123]
Bu yüzden Allah, bu acı gerçeği onların kendi diliyle anlatmakta ve Hakkı inkâr etmenin zeminini kendi elleriyle hazırladıklarını ve onların bunu itiraf ettiklerini beyan etmektedirler.
“(Bu,) bilen bir kavim için, ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız! “ [124]
Bu ayetlerin içeriğinin mutlak inat ve inatçılığı anlattığı ve bütün bu ibareler bir
temsil ve istiareden öte bir şey olmadığı açıktır. Nitekim Allah bu insanları kınamış ve onların şu sözlerle Hakk’ı inkâr ettiklerini söylemiştir:
“Kalplerimiz perdelidir.” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti. Onun için pek az iman ederler.”[125]
Muhkem ve Müteşabih 1
-------------------------------------------
[78] Kıyamet,22-23.
[79] Ğaşiye,17.
[80] Yasin,49.
[81] Neml,35.
[82] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Eban, Haydarabad baskısı, s. 10 – 19.Ebu’l- Hasan Eşari, el-Luma, s. 61–68
[83] Bkz. Keşşaf, c. 4. s. 662, Mecma’ul Beyan, c. 10, s. 398, Ebu’l- Futuh Razi, c. 11, s. 332.
[84] Araf, 143.
[85] Nisa, 153.
[86] Bakara, 55.
[87] Maide, 64.
[88] İsra, 29.
[89] Âl-i İmran,181.
[90] Âl-i İmran,73.
[91] Hadid–29.
[92] Kasas, 88.
[93] İnsan, 9.
[94] Tur, 48.
[95] Taha, 39.
[96] Kalem, 42.
[97] Kıyamet, 29-30.
[98] Saffat, 96.
[99] Zümer, 62.
[100] Hadid, 22.
[101] Necm, 43.
[102] İnsan, 30.
[103] Enam, 111.
[104] Araf, 179.
[105] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Ebani, s. 6 ve 49–59, el-Lume, s. 113, Taftazani, Şerhi Akayidi Nesefiye, Kabil baskısı, s. 60–61.
[106] İsra, 19.
[107] Enbiya, 94.
[108] Tur, 21.
[109] Rum, 30.
[110] İsra, 94.
[111] Nisa, 110.
[112] Bakara, 286.
[113] Bakara, 256.
[114] Müzzemmil, 19.
[115] İbrahim, 27.
[116] Âl-i İmran, 24.
[117] Nisa, 175.
[118] Bakara, 7.
[119] Tövbe, 87.
[120] Casiye, 23.
[121] Münafikun, 3.
[122] Nisa, 155.
[123] Mü’min, 35.
[124] Fussilet, 3-5.
[125] Bakara, 88.
kuranda Muhkem ve Müteşabih Ayetler - 2
Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır.
Eşaire, kıyamet gününde müminler hesaba çekildikten sonra Allah’ı göreceklerine inanmaktadırlar. Ebu’l- Hasan Eşari bu inancı için,”O gün yüzler ışıl ışıl parlar ve Rablerine bakarlar”[78] ayetini delil olarak öne sürmüştür; zira ayette müminlerin Allah’ın nurani çehresini seyredecekleri için çehrelerinin aydınlanacağı söylenmiştir. Eşari diyor ki: Arap dilinde nazar kelimesi üç anlamda kullanılır.
1- İtibari Nazar: İbret ve ders alma. Örneğin:
“Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!”[79]
2- Beklemek: Nitekim ayette buyruluyor ki:
“Onların beklediği (Ma yenzurune): Sadece bir ses!.. Çekişip dururlarken kendilerini çarpacak bir ses… “[80]
3- Gözle görmek: Bahis konusu ayetin kastıdır. Zira o gün ibret alınacak bir şey yoktur ve aynı şekilde “Nazar” bekleme anlamında değildir, örneğin Hz. Süleyman diyor ki:
“Elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım.”[81]
Ebu’l- Hasan Eşari’ye soruyoruz: “Niçin sevap kelimesini yani, ‘Rabbin sevabına bakarlar’ takdir almayalım?” Bunun cevabında diyor ki: “Mebna takdirin olmamasıdır; zira sözün zahirinin tersinedir. Çünkü ayetin zahirindeki anlam Allah gözle bakmaktır. Eğer sevap kelimesini takdir olarak alırsak Allah dışındaki herhangi bir varlığa nazar edilmiş olur. Yani eğer birilerinin sözünü zahirinin tersine yorumlarsak veya sözünü değiştirecek şekilde herhangi bir yerini takdir olarak alırsak bu doğru olmaz.”
Eşari, “Gözler O’nu idrak edemez” ayeti hakkında diyor ki: “Görmemekten kasıt bu dünyadadır ki ahirette görmek olasılığıyla bir çelişkisi yoktur; zira daha üstün âleme bırakılan Hakkın çehresini görme en üstün lezzetlerdendir ya da ayette belirtilen görmemekten kasıt Hakkı görmekten mahrum olacak kâfirlerdir.”[82]
Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır. Arap şair Cemil b. Muammir diyor ki:
Padişah olan sana göz diktiğim zaman,
Yanındaki deryadan ve nimetlerinden bana bağışla.
Başka bir şair diyor ki:
Vaadin için sana doğru göz dikmişim,
Fakirin zengine göz diktiği gibi.
Zamahşehri bu ayetin tefsirinde Mekke sokaklarında dilencilik yapan kimsesiz ve kör kızın sözlerini aktarmaktadır. “Diyor ki: Gözlerim Allah ve siz halka dikilmiştir.” [83]
Bütün bu örneklerde “Nazar” kelimesi göz dikmek anlamındadır ve “ila” harfi ile birlikte alınmıştır. Bu yüzden mezkur ayetin anlamı şudur: “O zor günde çehreler sevinçli ve aydındır. Zira Allah’ın lütuf ve inayetine göz dikmişlerdir.”
Eşari, Allah’ın görüneceğini ispatlamak için, “Rabbim! Bana (kendini) göster”[84] ayetini de delil olarak getirmiştir ki eğer Allah’ın görünmesi imkânsız olsaydı Hz. Musa nasıl böyle bir istekte buluna bilirdi?
Ama bu istek Hz. Musa’nın isteği değildi, İsrail oğullarının isteği idi ve Hz. Musa onların dilinden Allah’a arz etmişti. İsrail oğulları cahilce böyle bir istekte bulunmuş ve eğer Allah kendisini göstermezse iman getirmeyeceklerini söylemişlerdi. Hz. Musa onların isteklerini yerine getirmekten kaçınıyordu. Ama Allah kavmini isteğini dile getirmesi için Musa’ya izin verdi. Zira diğer ayetlerde Hz. Musa’ya böyle bir istekten dolayı baskı uyguladıkları için İsrail oğulları direkt kınanmıştır. Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır:
“Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, “Bize Allah’ı apaçık göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.”[85]
Yani İsrail oğulları Musa’dan kendilerine Allah’ı göstermesini istemişlerdi. Bu yüzden yıldırım çarpma belasına duçar oldular.
Bakara suresinde bu daha açık bir şekil belirtilmiştir:
“Hani siz, “Ey Musa! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”[86]
Nitekim İsrail oğulları bu yersiz isteklerinden dolayı yıldırım çarpma belasına duçar oldular, bundan dolayıdır ki, İsrail oğulları direk Allah tarafından kınanmıştır, Hz. Musa kınanmamıştır.
Beden Azaları
Eşairiler, Allah’ın beden azalarına sahip olduğunu zannediyorlar ve Kuran’da el, ayak, çehre, göz gibi kelimelerin geçtiği ayetleri delil olarak öne sürüyorlar, örneğin:
“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.”[87]
Lakin bu ayette Eşairi’nin iddiasını destekleyecek herhangi bir şey bulunmamaktadır; çünkü “elin bağlılığı” deyiminden maksat güçsüzlük ve acizliktir, bunun karşısında “elin açıklığı” ibaresi ise güç ve kudretin göstergesidir. Arap edebiyatında genellikle bu anlamlarıyla kullanılırlar, nitekim başka bir ayette şöyle deniliyor:
“Elini bağlayıp boynuna asma. Ama onu büsbütün de salıverme. Sonra kınanır, hasretler içinde kalırsın.”[88]
Bu iki tabirin hakiki mefhumları bu ayette kast edilmediği çok açık bir şekilde görülmektedir; çünkü kasıt hasret nedeni olacak yaşamda katılık ve davranışlarda rahatlıktır.
Yukarıdaki ayette geçen “elin bağlılığı-elin açıklığı” deyimleri Âl-i İmran suresinde fakir ve zengin unvanlarıyla zikredilmiştir:
“Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir.”[89]
Allah’u Teâlâ bu iddianın cevabında şöyle buyuruyor:
“De ki: Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.”[90]
Başka bir yerde de buyuruyor:
“Allah’ın elindedir, onu dilediğine bahşeder. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[91]
Kuran’da on iki defa el kelimesi Allah’a nispet verilmiş ve bütün bu yerlerde kasıt güç ve kudrettir.
Kuran’da on bir defa çehre kelimesi kullanılmıştır ki mukaddes zatın kendisi anlamındadır, örneğin:
“O’nun zatından başka her şey yok olacaktır.”[92]
“Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz.”[93]
Göz kelimesi Kuran’da bir defa tekil ve dört kez çoğul olmak üzere beş defa gelmiştir ve bunların tamamından kasıt özel inayettir.
“Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin.”[94]
Hakeza Taha suresinde Musa’ya hitaben buyruluyor ki:
“Gözümün önünde yetiştirilesin.”[95]
Baldır kelimesi de Kalem suresinde zikredilmiştir:
“O gün baldır açılır.”[96]
Buradaki baldırdan kasıt kıyamet gününün sıkıntı ve zorluğudur, Allah’u Teala başka bir ayette buyuruyor ki:
“Ve baldır, baldıra dolaşınca İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.”[97]
Aslında “keşfu’s-sag” ,Arap edebiyatında yaygın bir şekilde ciddiyet ve çabalamanın kinayesi olarak kullanılır. Yani oyun oynama dönemi olan bu dünyadaki hayat son bulmuş ve gerçekleri görme zamanının gelmiştir. Farsçada “keşfu’s-sag” kelimesi yerine bir işe soyunmak veya kolları sıvamak deyimleri kullanılır ki kasıt herhangi bir işi yapmakta ciddi olmaktır.
İrade ve Özgür Olma
Eşairiler ve Adlcılar arasındaki tartışmalı konulardan biri de insanın özgür iradesi ile gerçekleştirdiği fiillerdir ki; acaba insan kendi iradesiyle mi bu fiiller tahakkuk bulur yaksa iradesinin dışında mıdır?
Ebu’l- Hasan Eşari diyor ki: “Rububiyette tevhidin gereksinimi şudur; varlık âleminde meydan gelen her şey örneğin insanın özgür iradesiyle (görünürde) gerçekleştirdiği fiiller Hakk Teâlâ’nın direk iradesiyle vaki olur. Yoksa Rububiyette şirkin nedeni ve Allah dışındaki bir varlığın bir şey meydana getirmesinde onunla şeriki olmayı gerektirir. Hâlbuki “herhangi bir şeyin meydana gelişinde Allah’ın iradesi dışından hiçbir şeyin dehaleti yoktur.”
Ebu’l- Hasan Eşari bu iddiasını ispatlamak için yirmi beşten fazla ayeti delil olarak getirmiştir. Örneğin;
1- “Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”[98]
2- “Allah her şeyin yaratıcısıdır.”[99]
3- “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”[100]
4- “Şüphesiz O, güldürür ve ağlatır.”[101]
Cebre inananlar aşağıdaki ayetleri de delil olarak getirmişlerdir:
5- “Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz.”[102]
6- “Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi” [103]
7- “And olsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.”[104]
Yani bunlar azap görmek için yaratılmışlardır. Yoksa kendi nefisleri helak olma nedeni değildir ki, kendi elleriyle kendileri için cezayı hazırlamış olsunlar.[105]
Kuşkusuz insanın şahsi iradesi ihtiyari fiilleri gerçekleştirmede önemli bir role sahiptir. Bu yüzden insanın fiilleri kendisine nispet verilir ve bunları iyi ve kötü sonuçlarını yüklenmek zorunda kalır. Bu herkesin vicdanına müracaat ettiğinde rahatlıkla anlayabileceği bir şeydir. İnsan iyi ve kötü fiilleri yapmakta özgürdür, eğer isterse bunları yerine getirir ve eğer istemezse yerine getirmez. İnsanın hiçbir zorunluluk olmadan bunları özgürce gerçekleştirdiği aşikârdır; zira bu durum vicdani önermelerden sayılmaktadır, yani bunun aşikâr olduğu zaruri ve bedihidir ve bedihi olmaları da insanın deruni vicdanından kaynaklanır. Dolayısıyla delil, burhan ve istidlale ihtiyaç yoktur.
Buna ilave olarak önceden de belirtildiği gibi övme, kınama, müjdeleme, korkutma, sevap, ceza vb. ancak iyi ve kötü fiillerin özgür irade ile eyleme dökülmesi ve bunların fazilet ve kötülük sayılmalarıyla açıklanılabilir.
Kuran baştanbaşa ahlaki fazilet ve kötülük sayılan ve insanın davranışlarından kaynaklanan övgü ve kınamalarla doludur. Şer-î vazife göz önünde bulundurulmaksızın insanın kendi fiillerini gerçekleştirirken seçme güç ve kudretine sahip olduğu görülür. Tersi bir durum abes ve beyhudedir.
Bu gibi ayetler muhkem ayetlerden sayılmaktadır; çünkü insanın fıtratı ve vicdanı ile uyum içindedir. Bu beyana muhalif ayetler görünüşe göre müteşabihtirler ve muhkem ayetlere göre yorumlanmalıdır.
İnsanın fiillerinin ihtiyari olduğuna delalet eden bazı ayetler şunlardır:
1- “Kim de âhireti ister ve ona lâyık bir biçimde mümin olarak gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları makbul olur.”[106]
2- “Şu hâlde, kim mümin olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız.”[107]
3- “Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.”[108]
4- “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.”[109]
5- “Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey neydi.”[110]
6- “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.”[111]
Eğer insan kötü işlerin yapımında ihtiyar sahibi olmazsa veya kendisine zulmetmeyi reva görürse onun bu işini nasıl kötü sayabiliriz. Bu durumda af dilemesinin ne anlamı olabilir?
7- “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”[112]
Bu ayet açıkça insanın iyi ve kötü işleri yapmaya Kadir ve gücü oranında mükellef olduğunu dolayısıyla işlerinin sonucunun da kendisine döndüğünü gösterir.
8- “Dinde zorlama yoktur; çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.”[113]
Zira dinin hakikati inançtır, bu yüzden delillerin aşikâr olmasıyla hâsıl olur ve hiçbir şekil zorunluluk kabul etmez.
9- “Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.”[114]
Bu ayet insanın özgür iradesiyle hakka gidecek olan yolu ve hakikati bulması için Allah tarafından olan şeylerin insan aklını ve fıtratını harekete geçirmekle birlikte kendisine zahiri yol göstericileri de göndereceğini açıkça gösterir.
Saptırma ve Yoldan Çıkarma
Yoldan çıkarma anlamına gelen “saptırma fiili” ilahi ve örfü değerlerin karşısında yer alan bir fiil olmasına rağmen Kuran’ın birçok ayetinde konu edilmiş ve bu fiil Allah’a nispet verilmiştir. Bu ayetlerde “saptırma fiilinin” asla gerçek anlamlarıyla kullanılmadığı ve bunların sadece mecazi beyanlar olduklarını anlamak için ilahi özelliklere dikkat etmek gerekir.
Allah’a nispet verilen “saptırma”, yoldan çıkarma anlamındadır. Yani hakikatler karşısında inat edip diretenleri kendi hallerine bırakmak ve has inayetten mahrum etmektir. Bu insanların kendileri Hakk Teâlâ’nın has inayetine mazhar olmak istememiş ve bunun için gerekli olan zemineleri kendi vücutlarında meydana getirmedikleri için kendi hallerine bırakılmışlardır.
“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır.”[115]
Dolayısıyla Allah’ın saptırdığı kimseler Hakk’a dönmenin yollarını aramayan kimselerdir.
“Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.”[116]
Yani bu gibi insanların yöntemleri beyhude işlerle uğraşmak ve boş sözler söylemektir, bu işleri de onları mağrur kılmış ve isyan etmeye sevk etmiştir.
“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”[117]
Hatim ve Mühürleme
Kuran’da geçen hatim, ta’b/mühürleme ve örtü kelimeleri aynı şey hakkında olup inatçı ve serkeş insanların kendi yanlış tavır ve davranışlarıyla kendileri için hazırladıkları hicap anlamındadır.
“Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.” [118]
“Onların kalplerine – ki idrak etme organıdır- mühür vuruldu.”[119]
Lakin bu mühürleme ve hicap perdesinin zeminini kendileri hazırlamışlardır, bu mesele başka ayetlerde de açıkça görülmektedir:
“Gördün mü o kimseyi ki kendi hevâsını kendisine tanrı edinmiş ve onu Allah bir bilgi üzerine şaşırtmış ve kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış.”[120]
“Çünkü onlar önce inandıklarını iddia ettiler, sonra inkâra gittiler. Bu sebeple kalpleri mühürlendi.”[121]
“Küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur.”[122]
Yani bu insanlar müminleri kandırmak için zahiren iman getirmişlerdir, ama müminlerin tutumlarını gevşetmek için sonradan bir daha hakkı inkâr etmişlerdir. Bundan dolayı da Allah bunların gönüllerine mühür vurmuştur.
“Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”[123]
Bu yüzden Allah, bu acı gerçeği onların kendi diliyle anlatmakta ve Hakkı inkâr etmenin zeminini kendi elleriyle hazırladıklarını ve onların bunu itiraf ettiklerini beyan etmektedirler.
“(Bu,) bilen bir kavim için, ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız! “ [124]
Bu ayetlerin içeriğinin mutlak inat ve inatçılığı anlattığı ve bütün bu ibareler bir
temsil ve istiareden öte bir şey olmadığı açıktır. Nitekim Allah bu insanları kınamış ve onların şu sözlerle Hakk’ı inkâr ettiklerini söylemiştir:
“Kalplerimiz perdelidir.” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti. Onun için pek az iman ederler.”[125]
Muhkem ve Müteşabih 1
-------------------------------------------
[78] Kıyamet,22-23.
[79] Ğaşiye,17.
[80] Yasin,49.
[81] Neml,35.
[82] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Eban, Haydarabad baskısı, s. 10 – 19.Ebu’l- Hasan Eşari, el-Luma, s. 61–68
[83] Bkz. Keşşaf, c. 4. s. 662, Mecma’ul Beyan, c. 10, s. 398, Ebu’l- Futuh Razi, c. 11, s. 332.
[84] Araf, 143.
[85] Nisa, 153.
[86] Bakara, 55.
[87] Maide, 64.
[88] İsra, 29.
[89] Âl-i İmran,181.
[90] Âl-i İmran,73.
[91] Hadid–29.
[92] Kasas, 88.
[93] İnsan, 9.
[94] Tur, 48.
[95] Taha, 39.
[96] Kalem, 42.
[97] Kıyamet, 29-30.
[98] Saffat, 96.
[99] Zümer, 62.
[100] Hadid, 22.
[101] Necm, 43.
[102] İnsan, 30.
[103] Enam, 111.
[104] Araf, 179.
[105] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Ebani, s. 6 ve 49–59, el-Lume, s. 113, Taftazani, Şerhi Akayidi Nesefiye, Kabil baskısı, s. 60–61.
[106] İsra, 19.
[107] Enbiya, 94.
[108] Tur, 21.
[109] Rum, 30.
[110] İsra, 94.
[111] Nisa, 110.
[112] Bakara, 286.
[113] Bakara, 256.
[114] Müzzemmil, 19.
[115] İbrahim, 27.
[116] Âl-i İmran, 24.
[117] Nisa, 175.
[118] Bakara, 7.
[119] Tövbe, 87.
[120] Casiye, 23.
[121] Münafikun, 3.
[122] Nisa, 155.
[123] Mü’min, 35.
[124] Fussilet, 3-5.
[125] Bakara, 88.