کارگر

کارگر


CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu "21. yüzyılın Türkiye'si neden İsrail'e muhtaç hale geldi ve kim getirdi?" diye sordu.


CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, "21. yüzyılın Türkiye'si neden İsrail'e muhtaç hale geldi ve kim getirdi?" diye sordu.

   Sputnik haber ajansının bildirdiğine göre Türkiye'nin dış politikasını eleştiren CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Suudi Arabistan'ın 47 kişiyi idam etmesine sessiz kalınmasına tepki göstererek, "İdamlar konusunda hâlâ Dışişleri Bakanlığı sessizliğini koruyorsa, orada bir soru işareti var. Sen o zaman idamdan yana tavır koyuyorsun. Yeri geldiğinde kıyameti koparıyordun. Siyasi idamlar olur mu? Bir insan düşüncesinden, inancından ötürü idam sehpasına götürülür mü?" diye sordu.

   Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri de değerlendiren CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Mavi Marmara olayından sonra İsrail'e yönelik açıklamalara dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Şimdi diyor ki 'İsrail'e ihtiyacımız var'. Şu lafa bakar mısınız. Bu bir teslimiyet, bir mahkûmiyetin ifadesidir. Ben o bağırıp, çağıran sözde İslamcılara da seslenmek istiyorum, niye bu lafa tek cümle etmiyorsunuz, neden konuşmuyorsunuz? Düne kadar asıp kesiyor, mitingler düzenliyor, cami avlusunda bilmem neler yapıyordunuz. Neden sesinizi çıkarmıyorsunuz? Vicdan yok mu sizde, ahlak yok mu sizde? Şu soruyu kendine soracaksın 21. yüzyılın Türkiye'si neden İsrail'e muhtaç hale geldi ve kim getirdi? Bu soruyu sormuyorsan adam değilsin."

   Erdoğan'ın başkanlık sistemine ilişkin açıklamasına ve Hitler dönemine ilişkin sözlerini de değerlendiren Kılıçdaroğlu, şunları anlattı:
"Hitler örneğini veriyor, birileri uyarmış mutlaka 'Bu örnek felaket olur, Türkiye'de idare ederiz de dünyaya nasıl anlatacağız'. 'Efendim beni yanlış anladınız'. Hadi biz yanlış anladık, bütün dünya da mı yanlış anladı? Çıktın Hitler örneğini, başkanlık modeli için, verdin. Neden? İçinden o geçiyor da onun için. O kadar ki kendi cümlesini Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde sansürlüyor. Kendisine sansür uygulayan bir cumhurbaşkanı. Diyorum ya Allah büyüktür. Nerelere geldi."
   Yapılan araştırmaların dünyanın en gelişmiş ülkelerinin parlamenter sistemle yönetildiğini gösterdiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, "Başkanlık sisteminin özelliği nedir? Ülkeyi bölmek, parçalamak istiyorsan başkanlık sistemini getireceksin. Neyimiz eksik bizim? Parlamenter sistemde 200 yıllık bir tecrübemiz var. 200 yılı çöpe atıyorsunuz. Varsa bir eksiğimiz giderelim. 'Hayır illa ben başkanlık istiyorum'. Ülke ateş yerine dönmüş, her gün şehitlerimiz geliyor, yurt dışında zaten perişan vaziyetteyiz, o tutturmuş 'illa ben başkan olacağım'. Olamayacaksın kardeşim, olamayacaksın. Bir defa bunu bil" diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Zarif, “Suudi Arabistan’da kimileri bölgeyi krize sokmuş ve yapay İran nükleer tehdidin ortadan kalkmasıyla teröistlere yardımlarının ifşa edilmesinden korkuyor” dedi. 

İran Dışişleri Bakanı Zarif, BM Genel Sekreteri, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri ve BM’ye üye ülkelerin dışişleri bakanlarına ayrı ayrı mektup yazdı.

Bu mektuplarda Zarif, İran-Suudi Arabistan arasında son dönemde yaşanan esef verici olaylara işaret ederek şöyle yazdı:

“Görünen o ki, Suudi Arabistan’da kimileri bölgeyi krize sokmuş ve yapay İran nükleer tehdidin ortadan kalkmasıyla teröistlere yardımlarının ifşa edilmesinden korkuyor.

Aşırıcılar ve el-Kaide, Taliban, IŞİD ve el-Nusra Cephesi’nin üyelerinin ezici çoğunluğu ya Suudi Arabistan vatandaşıdır veya petrol kaynaklı zenginler tarafından beyinleri yıkanmıştır. Bu kişiler son 30-40 senede İslam karşıtı nefret ve mezhepçilik söylemini yaygınlaştırmıştır.

Suudi Arabistan direkt şekilde İran’a karşı kışkırtıcı eylemler yapmıştır. Örneğin: İran’ın Yemen’deki diplomatik mekanlarına askeri saldırı düzenlemiş veya diğer ülkelerlde İran’ın diplomatik mekanlarına saldırı düzenleyen teröristlere destek sunmuş, İranlı hacılara sürekli kötü muamele yapmış, bu ülkedeki resmi hutbelerde İran ve bütün Şiilere karşı nefret söylemi kullanmış, Şii bilginleri anlaşılmaz ve kışkırtıcı şekilde öldürmüş ve İran aleyhine ekonomik savaş başlatmak istemiştir.

Bütün bu örneklerde görüldüğü gibi, İran kendi gücüne ve halkına inanarak Suudi Arabistan’a karşı koymaktan çekinmiş ve Suudilerin nefret söylemi karşısında herkesin birlik ve beraberliğe çağırmıştır. Suudi Arabistan’ın kendisi veya desteklediği gruplar İran’ın diplomati binalarına saldırması ve İranlı diplomat ve sivilleri öldürmesine rağmen, İran açıkça Suudi Arabistan’ın Tahran’daki Büyükelçiliği ve Meşhed’deki Başkonsolosluğu’na yapılan saldırıyı kınamış ve Suudi diplomatların ülkeden sağ olarak ülkeyi terketmelerini sağlamış ve diplomatik mekanların restore edilmesi için harekete geçmiştir. İran en üst düzeyde yasadışı eylem yapanların cezalandırılması için en acil eylemleri yapmak için gereken iradeyi göstermiş ve böyle olayların bir daha yaşanmaması için bütün önlemleri almaya hazır olduğunu bildirmiştir.

İran uluslararası hukuk ve 1961 Viyana Konvansiyonu ve 1963 Viyana diplomatik ilişkiler ve Konvansiyonu’nun belirlediği sorumluluğunu gerçekleştirmek için bütün azim ve kararlılığını gözler önüne sermiştir.

Biz komşularımızla sorun ve kriz yaşamak istemiyoruz. Hepimiz aşırıcıların bize karşı gerçekleştirmek istedikleri tehditlere karşı birlik olmalıyız. Aslında Cumhurbaşkanı Ruhani ve bendeniz İran’daki 2013 Cumhurbaşkanları Seçimleri’nin ardından özel ve genel mesajlar göndererek, bölgesel istikrarın sağlanması ve aşırıcılık ve şiddetle mücadele etmek için Suudi Arabistan ile diyalog ve müzakere etmeye hazır olduğumuzu dile getirdik. Suudi Arabistan çok önemli bir seçim yapmalıdır. Onlar aşırıcı teröristler ve mezhepçiliğe dayalı nefret söylemini desteklemeye devam edebilir veya sağduyu politikasına sarılarak bölgesel istikrarın sağlanmasında yapıcı rol üstlenebilir. Umarız Suudi Arabistan daha akılcı yolu seçmeye ikna olur”.

İnkılap Rehberi Imam Hamanei, İslam İnkılabı’nı yok etmek için düşmanların çaba sarfettiğini bildirdi.

9 Ocak 1978 kıyamı yıldönümü münasebetiyle bugün Kum kentinden dini alimler, talebeler ve halkın farklı kesimleri İslam İnkılap Rehberi Imam Hamanei ile görüştüler.

Görüşmede, Imam Hamanei, 9 Ocak kıyamının (Kum kıyamı 19 Dey) unutulmaz bir hareket olduğunu söyleyerek, “(O zamanlar) İslam İnkılabı için zemin hazırdı, lakin bu bir kıvılcımın oluşmasına bağlıydı ve bu kıvılcım da Kum halkı tarafından atıldı. Onlar sorumluluk duyayarak İmamı’ı savunmak amacıyla tam zamamında harekete geçti” dedi.

 “Karşımızda büyük bir düşman cephesi vardır. Siyonist Rejim ve Amerika Hükümeti'nden ta IŞİD ve tekfirci örgütlere kadar” ifadesini kullanan İnkılap Rehberi,  “Onların bütün çabaları sağlam İnkılap ağacını devirmek içindir. Bütün güçlerini bu kalıcılığı yok etmek için toplamışlar. Bizim de bütün azmimiz İnkılabın kalıcılığı için olmalıdır” beyanında bulundu.

Imam Hamanei, yakın zamanda ülke genelinde gerçekleşecek seçimlere işaret ederek, “Şu anki meclisin uluslararası konulara ilişkin tavrı çok iyi ve değerlidir. Bu meclis ile nükleer ve farklı konularda düşmanların kendi sözlerini tekrarlayan meclis arasında çok fark vardır” diye ekledi.

Fransa ve Sovyetler Birliği’nde gerçekleşen devrimler ve sözü edilen devrimlerin yenilgiye uğradığına değinen İnkılap Rehberi, “İran İslam İnkılabı kendi ilke ve ülkülerine dayalı olarak kalıcılığını koruyabilen tek İnkılap'tır” ifadesini kullandı.

Imam Hamanei, 2009 olaylarında ABD’nin hükümet ve İnkılap karşıtlarına verdiği desteği hatırlatarak, “Amerika, sözü edilen olayları mümkün mertebe destekledi. Lakin halkın tam zamanında harekete geçmesi onların komplolarını boşa çıkardı” şeklinde konuştu.

19 Dey Kum halkının kıyamı

19 Dey, Müslüman İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki ilk gösterisi mukaddes Kum kentinde gerçekleşti.38 yıl önce böyle bir günde 9 Ocak 1978'e denk gelen Hicri-i Şemsi takvimle 19 Dey 1356 yılında, 15 Hurdat 1342 yılı kıyamı sonrası Müslüman İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki ilk gösterisi mukaddes Kum kentinde gerçekleşti.

Böylece 14 yıl aradan sonra İran halkı inkılabi şuurlarını sergileyerek "Selam olsun Humeyni'ye" feryatlarını İran semalarında yankılandırdılar. Bu gösteri, o dönemin yönetim kontrolündeki gazetelerinden birinde İran İslam Cumhuriyeti kurucusu rahmetli İmam Humeyni'ye hakaret içerikli bir makale yayınlanması ardından sonra gerçekleşti.

Bunun üzerine Kum ilim merkezi din uleması, talebeleri ve Kum halkından kalabalık bir grup Kum merkez camiine toplanarak resmen şah rejiminin iktidarı bırakmasını istediler.

Halkın bu isteği, rejim görevlilerinin halka saldırmasına ve onları yaylım ateşine tutmasına sebep oldu ki bu olayda halktan bazıları şehit olurken birçoğu da yaralandı.

Bu kanlı olaydan sonra devrimci ulemadan birçoğu tutuklanarak sürgün edildiler. Böylece 19 Dey 1356 ( 9 Ocak 1978) tarihi, 22 Behmen 1357 tarihinde zafere ulaşan İslam İnkılâbı hareketinin kıvılcımı oldu.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Suudi Arabistan Yönetimini, hatalarını telafi etmeye ve yanlış yoldan geri dönmeye çağırdı.

İRİB’in haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bugün bakanlar kurulu toplantısında yaptığı açıklamada, İran İslam Cumhuriyeti politikasının bütün bölge ülkeleriyle terörizmle mücadelede işbirliğ yapmak ve kardeşlik ve dostluk içinde yaşamak olduğunu belirtti ve Suudi Arabistan Yönetiminden geçmişteki hatalarını telafi etmesini ve bu yanlış ve sonuçsuz yoldan geri dönmesini istedi.

Ruhani, Suudi Arabistan Şiileri lideri Şeyh Nemr idamının haksız ve zalimce olduğunu belirterek, Şeyh Nemr'in boş delillerle tutuklanıp kafası kesilerek idam edildiğini söyledi.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani bir kez daha, Suudi Arabistan'ın Tahran ve Meşhed'deki diplomatik mekanlarına düzenlenen baskını "yanlış ve yasadışı" olarak değerlendirdi ve sorumlularının bir an önce cezalandırılması gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkanı Ruhani, Suud Yönetimi’nin, İran İslam Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkilerini kesme ve diğer ülkelere de Tahran'la ilişkilerini kesmek için yaptığı baskıdan amacının, bölgede barış, istikrar ve güvenlik sürecine zarar vermek ve iç sorunlarının üstünü kapatmak olduğunu söyledi.

Mezhep çatışmasının fitilinin ABD’de yürütülen gizli çalışma ile yakıldığı ortaya çıktı.

Milli Gazete’den Abdullah Özbay’ın haberine göre; Suudi Arabistan’ın Cumartesi günü idam ettiği 47 kişi arasında olan Şii din adamı Nimr Bakır en-Nimr’in ölümüyle Ortadoğu’da yeniden tırmanan etnik ve mezhepsel çatışma riskinin ABD’nin “mezhep savaşlarını” zinde tutma politikasının bir parçası olduğu ifade ediliyor.

ABD’nin stratejik araştırma kuruluşu olan Rand Corporation 2003 ve 2008 yılında hazırladığı raporlarda, İslam dünyasının geleceğinde kanlı iç savaşların yaşanacağına dair detaylar sunmuştu.

Kanlı iç savaşlar…

Rand Corporation 2003 yılında hazırladığı raporunda İslam coğrafyalarındaki etnik ve mezhepsel olaylara ilişkin çarpıcı bilgiler yer almıştı. Çalışmada İslam dünyasının geleceğinde kanlı iç savaşların yaşanacağına dair detaylar sunulmuş ve özellikle Şii-Sünni çatışmaları üzerinde durulmuştu.

ÇATIŞMANIN TEMELLERİ…

RAND Corporation, 2008 yılında hazırladığı raporla da İslam ülkelerindeki etnik ve mezhepsel olayları incelemeye devam etmiş ve “Uzun Savaşın Geleceğinin Gelişimi” başlıklı raporda, ABD’nin Şii-Sünni çatışmasından faydalanması öngörülmüştü.
2015 yılında Human Rights Watch Watch’in hazırladığı raporun da Şii ve Sünni çatışmalarına vurgu yapılması, mezhep çatışmalarının temellerinin nasıl hazırlandığını tüm gerçekliğiyle gözler önüne serdi.

ETNİK VE MEZHEPSEL GRUPLAR ABD TARAFINDAN YAKINDAN İZLENİYOR

RAND Corporation 2003 yılında hazırladığı “11 Eylül Sonrası İslam Dünyasında ABD Stratejisi”, (U.S. Strategy in the Muslim World After) raporu İslam coğrafyalarındaki etnik ve mezhepsel olaylara ilişkin çarpıcı bilgiler yer alıyor. Çalışmada İslam dünyasının geleceğinde kanlı iç savaşların yaşanacağına dair detaylar sunuluyor.

567 sayfa olan çalışmada ABD’nin İslam dünyasında varlığını sürdürmesi ve yeniden yapılandırma stratejisi hakkında siyasi ve askeri projeler yer alıyor. Raporda özellikle Şii-Sünni çatışmaları üzerinde duruluyor. Müslüman ülkelerinin büyük çoğunluğunun Sünni olduğu belirtildiği çalışmada hangi gruplarla işbirliği yapılacağına dair öneriler de sıralanıyor. Özellikle Suudi Arabistan’daki Şiilerin İran’dan uzaklaşması konusunda ilerideki yıllarda çalışmaların yapılması gerektiğine dikkat çekiliyor.

SÜREKLİ Şİİ VE SÜNNİ İNTİKAMLARI VURGULANIYOR

RAND Corporation, 2008 yılında hazırladığı rapor ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının geleceğini de ortaya koyuyor. Raporda, Şii-Sünni çatışmasından faydalanılması öngörülüyor. Raporda tarafların harekete geçirilerek çatışmalarının yoğunlaştırılması üzerine duruluyor.
Bu çerçevede hazırlanmış bir diğer rapor ise dünyanın en çok tanınan sivil toplum kuruluşlarından olan İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) hazırladığı “Özgürleştirmenin Ardından Yıkım” başlıkla çalışma. 2015 yılında hazırlanan bu raporda da Ortadoğu’daki mezhepsel gelişmeler vurgulanıyor. Çalışmada ayrıca sürekli Şiiler ve Sünnilerin birbirlerinden intikam alacakları vurgulanıyor.

Haber ajanslarına da servis edilen raporda öncelikle ABD Hava Kuvvetlerinin saldırıları ve Irak ordusu tarafından düzenlenen harekatın ardından Ömerli’ye giren Şii milislerin Sünni Müslümanlara ait evleri ateşe verdiği dikkatlere çekilmek isteniyor. Şiilerin sürekli Sünnilerden intikam alma yönünde adım atacakları bilinçli olarak ifade ediliyor. Raporda yer alan uzman olarak belirtilen kişilerin ise bu saldırılar sonucu Sünnilerin terörize edilerek Şiilere karşı sert ayaklanma başlatacağını vurgulaması mezhep çatışmalarının temellerinin nasıl hazırlandığını tüm gerçekliği ile gözler önüne seriyor.

Seyyid Nasrallah konuşmasında Suud aklından dem vurmanın ve onunla diyalog imkânının bittiğini belirterek “dökülen kanlar Suud hanedanının yarattığı yönetimin sonunu yazacaktır; bu sonun işaretleri ufukta görünmeye başlanmıştır” sözleriyle de Suud yönetimini zor günlerin beklediğine işaret etti.

Seyyid Hasan Nasrallah  gerçekleştirdiği konuşmanın büyük bir bölümünü Ayetullah Nemr'in Suud yönetimi tarafından şehit edilmesine ayırdı. Nasrallah, Şehit Ayetullah Nemr'i ıslah edici biri olarak vasıflandırdı. Çünkü o, barışçıl yollarla ıslah hareketini sürdürmeye çalışmaktaydı. Bunun yanı sıra Arap yarımadası halkı, yöneticilerinin zulmü altında olduğu gibi, bu yönetici tabaka ülkenin tüm servetine el koymuş durumdadır. Hizbullah Genel Sekreteri Ayetullah Nemr'in idam hadisesini,‘dünyayı sarsan bir olay ve küçümsenemeyecek kadar büyük bir mesele' olarak tanımladı.

Seyyid Nasrallah konuşmasının devamında Suud aklından dem vurmanın ve onunla diyalog imkânının bittiğini belirterek “dökülen kanlar Suud hanedanının yarattığı yönetimin sonunu yazacaktır; bu sonun işaretleri ufukta görünmeye başlanmıştır”sözleriyle de Suud yönetimini zor günlerin beklediğine işaret etti.

Nasrallah, konuşmasında Suud ailesinin bu son eylemiyle nezaket ve kibarlıktan anlamadığını ve bundan böyle bu devrin kapandığını şu sözleriyle açıkladı: “Suudlar, Arap yarımadasını bir İngiliz sömürgesi misali yönetmek için katliamlar gerçekleştirmekte ve bu şekilde İsrail'in güçlenmesine hizmet etmektedir.”

Hüccetü'l-İslâm ve'l-Müslimîn Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında zalim Suudların Şeyh Nemr'i katletmekle dünyaya ve İslam âlemine vermek istedikleri mesaja ve Yemen'deki politikalarına dikkat çekerek şu cümlelere yer verdi: “Şeyh Nemrin şehadeti Suud hanedanının yüzünü lekeledi geleceklerini de karartacaktır. Suud hanedanına göre onların yönetimini eleştiren, tenkit eden herkes öldürülecek ve kanı dökülecektir. Tabii ki bu katliam yolunda diyalog ve akla yer yoktur. Yemen halkına reva görülen de bu ülkede Suud yönetimine boyun eğmeyen insanların bulunmasından kaynaklanmaktadır.”

Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah, bölgede Şii-Sünni ayrımcılığının yapılmaması gerektiğini, bu tür ayrılıkçı hareketlerin Şeyh Nemr'in katillerinin isteği olduğunu vurguladı ve Suudların bu fitne ateşini körüklemek istediklerine işaret ederek şöyle dedi:“Şii-Sünni ayrımcılığı yapmak Şeyh Nemr'in kanına ihanettir!”

Nasrallah ayrıca Şehit Kuntar'ın alınacak olan intikamını hatırlattı ve geliyorum diyen bu intikam haberinin İsrail askerlerinin saklanmalarına neden olduğunu belirtti.

Bu tarihi konuşmanın al-Meyadeen'de tespit edilen ana başlıklarının tercümesini siz kıymetli okuyucularımız için aşağıda sunuyoruz.

-          Cihanın her alanında varlığını devam ettiren İslam Direnişi ve onun kararlı yürüyüşünü engellemek asla mümkün olmayacaktır.

-          Nezaket ve kibarlık dönemi sona ermiştir.

-          Suud hanedanı, Arap yarımadasını kontrol altında tutabilmek için katliamlar gerçekleştiriyor.

-          Suud Krallığı, bölgemizi kontrol altına almak ve İsrail'in yaratılması ve emniyetini sağlamak için İngiliz sömürge yönetiminin bir parçası olarak tesis edildi.

-          Şeyh Nemr'in katledilmesi dünyayı sarsan bir olaydır ve küçümsenemeyecek kadar büyük bir meseledir.

-          Şeyh Nemr'in yolu tıpkı Bahreyn ve diğer Doğu ülke âlimlerinin yolu gibi barışı içermekteydi.

-          Şeyh Nemr ıslahçı bir adamdı. İsteği, Arap yarımadası halkının hakkı olan kendi yöneticilerini seçmeleri ve kendi servetlerini idare etmeleriydi.

-          Şeyh Nemr'in kanı Suud hanedanını kıyamete kadar lekelemiş oldu ve hem dünya ve hem de ahirette bu kan peşlerini bırakmayacaktır.

-          Amerika, Ortadoğu'yu taksim etme planını öne sürdü; ama bölge halkı bunu kabul etmeyip direndi.

-          Suud hanedanına göre onların yönetimini eleştiren, tenkit eden herkes öldürülecek ve kanı dökülecektir.

-          Suud hanedanı büyük bir fitne çıkarmaya çalışıp bunu yayma hedefindedir ve bunu gerçekleştirmek için servetler dökmektedir.

-          Suud hanedanı Şeyh Nemr'i idam etmekle tüm dünyaya gerçek yüzünü, terörist, zalim ve istibdat çehresini göstermiş oldu.

-          Suudların Yemen'de gerçekleştirmek istedikleri bu ülkenin yıkımıdır; zira Yemen'de onların yönetimini kabul etmeyen insanlar var. Bu nedenle Suudlar onlardan intikam almaya çalışıyor.

-          Suud yönetimi katliamlara ısrar etmektedir; tabii ki bu yolda diyalog ve akla yer yoktur.

-          Şeyh Nemr'in idamı dolayısıyla Şii-Sünni ayrımcılığı yaparak bir fitnenin peşinden gidip mezhepçilik yapmak onun kanına ihanettir!

-          Ümmeti ve İslam'ı yıkmaya çalışan bu tağut Suud hanedanının yüzüne hakikati haykırmanın vakti gelmedi mi?

-          Suud yönetiminin kökeni, dünyadaki Müslüman ve Hıristiyanları öldüren, halkları tehdit eden tekfirci zihniyete dayanmaktadır.

-          Mazlum Arap yarımadası halkı, hırsız ve gâsıp bir güruh tarafından yöneltilmektedir. Her kim memnuniyetsizliğini dile getirirse kafası kesilmektedir.

-          Dünyanın bu zalim yönetimi terörizm ve birçok başka suçun üst yapısı; terörün başı olarak tanımlamasının zamanı gelmedi mi?

-          Şimdi konuşma ve hakkı haykırma zamanıdır; bunun sonu idam olsa dahi!

-          Suudlarla diyalog ve akıl yoluyla hareket vakti bundan böyle bitmiş oldu.

-          Bizler akıl ve itidal yolunu tıkayan, savaş ve fitne için çabalayan bir nizamın karşısında bulunuyoruz.

-          Çocuklarımız Lübnan, Filistin ve ümmetin mukaddesatının savunusu için savaş meydanlarında can vermektedir; kabarelerde değil.

-          Dökülen kanlar Suud hanedanının sonunu getirecektir; tarihin kaideleri bunu haber vermektedir.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın Tahran ve Meşhed’deki konsolosluk binasına yapılan saldırının ‘kabul edilemez’ olarak değerlendirip, iki ülke arasındaki gerilimin düşürülmesin istedi.

Dışişleri ‘seçici’ davrandı
Konuyla ilgili olarak yazılı bir açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı,“Suudi Arabistan’ın İran’daki diplomatik ve konsüler misyonlarına yönelik saldırılardan endişe duyulmaktadır”ifadelerini kullandı.

Viyana sözleşmeleri uyarınca diplomatik ve konsolosluk misyon binalarının tam dokunulmazlık hakkına sahip olduğunu ve bu sözleşmeyi kabul eden devletlerin bu misyonların güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğunu vurgulayan Dışişleri Bakanlığı, “Bu bakımdan, Tahran ve Meşhed’deki Suudi Arabistan misyonlarına yönelik saldırılar kabul edilemez”açıklamasında bulundu.

Açıklamada “Türkiye iki ülke ‎arasındaki gerginliğin bölge güvenliği, istikrarı ve barışı üzerinde olumsuz yansımalara sebebiyet vermemesini, bir an önce tehdit dilinin bırakılarak diplomasi diline dönülmesini ve teenni ile hareket edilmesini istemektedir” ifadesine de yer verildi.

Kurtulmuş tepki göstermişti
Dışişleri’nden yapılan açıklamada, kısa süre önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ziyaretinden döndüğü Suudi Arabistan’daki idamlarla ilgili bir tepkiye ise yer verilmedi. Bu konudaki tek açıklama Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’tan gelmişti.

Kurtulmuş Bakanlar Kurulu’nun ardından, Türkiye’nin Suudi Arabistan’da 47 kişinin idam edilmesini tasvip etmediğini söyleyip, gerilen Suudi Arabistan İran ilişkilerinin hem iki ülkeye hem de tüm bölgeye zarar vereceğini kaydetmişti.

Hürriyet yazarı Yılmaz:Katiller Suudi diye mi Türkiye sessiz?
 Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Yılmaz, Şii din adamı Şeyh Nimr Bakır el Nimr'in Suudi rejimi tarafından kafasının kılıçla kesilmesini köşesine taşıdı.

Sputniknews’un haberine göre, AK Parti iktidarının bu olaya tepki göstermemesini eleştiren Yılmaz, "Neden acaba? Katiller bu kez Suudi oldukları için mi, din adamı Şii olduğu için mi?" diye sordu.

Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Yılmaz, bugünkü yazısının ‘Bu sessizliğin sebebi nedir?' başlıklı kısmında Suudi Arabistan'da idam edilen Şii din adamı Şeyh Nimr Bakır el Nimr'in, İslam dünyasındaki bütün diktatörlere karşı çıkan, şiddet ile alakası olmayan, şiddeti reddeden bir insan olduğunu anımsattı.

Türkiye'nin Suudi Arabistan'a idamdan dolayı tepki göstermemesini eleştiren Yılmaz, "Mesela Budist bir ülkede, bir Müslüman din adamı idam edilmiş olsaydı, yine böyle sessiz mi kalacaklardı?" sorusunu dile getirdi.

Mehmet Yılmaz şöyle devam etti:

Ve şimdi bu barış yanlısı din adamının kafasının kılıçla kesilerek idam edilmesi Ortadoğu'da silahların yeniden konuşmasını başlatabilir. Benim garibime giden husus, barış yanlısı ve zalimlere karşı duran bir din adamının öldürülmesine Türkiye'nin bu yazının yazıldığı saate kadar sesini çıkarmamış olması.

"Mazlumun kimliğine bakmadan yanında durduklarını" söyleyen iktidardan tıs yok, Dışişleri sessizliğe bürünmüş durumda. Mısır'da henüz infazı söz konusu dahi olmayan idam kararlarına karşı kıyametler koparan AKP iktidarının bu sessizliği size de garip gelmiyor mu?

Mesela Budist bir ülkede, bir Müslüman din adamı idam edilmiş olsaydı, yine böyle sessiz mi kalacaklardı? Neden acaba? Katiller bu kez Suudi oldukları için mi, din adamı Şii olduğu için mi?

Cumhurbaşkanı Ruhani, “Suudi Arabistan devleti işlediği bir caniyeti örtbas etmek için garip bir yönteme başvurarak İran ile ilişkilerini kestiğini duyurmuştur” dedi.

Danimarka Dışişleri Bakanı Kristian Jensen ile bugün Tahran’da bir araya gelen Cumhurbaşkanı Ruhani, Şeyh Nimr’in Suudi Arabistan devletini eleştirdiği için idam edilmesine işaret ederek, “Eleştiriye idamla karşılık verilmemelidir. Umarım insan hakları meselelerine tepki gösteren Avrupa devletleri bu durumda da kendilerine düşen sorumluluğu üstlenir” diye açıkladı.

İran’ın komşularıyla iyi ilişkiler kurmak için kararlı ve gereken iradeye sahip olduğunun altını çizen Cumhurbaşkanı Ruhani, İslami ve isan haklarına karşı işlenen cinayetlerin kamuoyu nezdinde tepkilere neden olmasının doğal olduğunu söyledi.

Suudi Arabistan devletinin işlediği bir caniyeti örtbas etmek için garip bir yöntem kulanarak İran ile ilişkilerini kestiğini duyurmasına işaret eden Cumhurbaşkanı Ruhani, ilişkileri kesmekle işlenen böyle büyük bir cinayetin kamufle olunamayacağını kaydetti.

Terörün kökünün kazılması için ilk önce teröristlere yardım yataklık edenlerin baskı altına alınması gerektiğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Ruhani, teröristlere mali yardım eden, onlardan petrol alan ve onlara silah sağlayan ülkelerin hangileri olduğunun herkesçe bilinen bir gerçek olduğunu söyledi.

Tahran-Kopenhag ilişkilerinin gelişmesi gerektiğini de dile egtiren Cumhurbaşkanı Ruhani, iki ülke ilişkilerinin genişlemesinin iki ülke halkının yararına ve uluslararası barış ve istikrarın sağlanmasında katkıda bulunacağını ifade etti.

Danimarka Dışişleri Bakanı Kristian Jensen de bu görüşmede ülkesinin İran’la ilişkilere özel önem verdiğini ve yaptırımlar sonrası dönemden doğan fırsatların değerlendirilmesini istedi.

Yanında bulunduğu Danimarka ekonomik heyetinin İran tarafıyla en kısa zamanda ortak ekonomik projelere imza atmayı beklediklerinin altını çizen Jensen, “Ancak İran’ı sadece ekonomik bir fırsat olarak görmemeliyiz ve teknoloji transferi ve ortak yatırım hususunda da faaliyet etmeliyiz” açıklamasında bulundu.

Suudi Arabistan’ın Şeyh Nimr’i idam etmesine itiraz eden ülkelerin başında Danimarka olduğnu da dile getiren Jensen, “İyi ve kötü terörizm yoktur. İslam terörizmle eş anlamlı değil, aksine onunla tam muhaliftir. Ancak maalesef bazıları İslam adını kötüye kullanarak terör eylemi gerçekleştiriyor. Kuşkusuz bu biçimden insanlar sapkınlar ve biz bunu her zaman belitmişiz” diye ekledi.

İnkılap Rehberi Imam Hamanei, Afganistan İcra Kurulu Başkanı’nı makamına kabul ettiği görüşmede, “Etnik grupları ve yetkililerin vahdetiyle Afganistan’ın sorunları çözülebilir” dedi.

Afganistan İcra Kurulu Başkanı Abdullah Abdullah’ı bugün sabah saatlerinde makamına kabul eden İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, “Etnik grupların vahdetini Afganistan’daki sorunların çözüm yolu olarak nitelendirdi.

İran ve Afganistan arasındaki işbirliği kapasitesine işaret eden Imam Hamanei, “İran İslam Cumhuriyeti ‘Afganistan’ın güvenlik, istikrar ve gelişmesini’ kendi ‘güvenlik ve gelişmesi’ olarak bilmektedir.

İnkılap Rehberi, Şii, Sünni ve Afganistan’nın farklı kavimlerinin birbir yanında birlik ve beraberlik içinde yaşamalarına değinerek, “Biz eskiden beri Afganistan’ı sabırlı, beklentileri yüksek olmayan, çalışkan, dindar ve edebi zevke sahip bir halk olarak tanımakyatız, lakin kavimler arasındaki ihtilaf ve ayrışmalar her milleti zayıftaltır” beyanında bulundu.

İran’ın özellikle de Sovyetler Birliği’nin bu ülkeyi işgal ettiği dönemlerde Afganistan’a verdiği destekleri hatırlatan Imam Hamanei, “İran İslam Cumhuriyeti günümüzde de 3 milyon Afgan mülteciye evsahipliği yapmaktadır” dedi.

İslam İnkılabı Rehberi, 16 bin Afganistanlı üniversite öğrencisi ve mezununun İran’da bulunmasının da Afganistan için değerli bir fırsat olduğunu söyleyerek, “Afganistan hükümeti sözü edilen öğrencileri ülkelerine dönüp hizmette bulunmak için teşvik etmelidir” diye ekledi.

Afganistan halkının İngiltere, Sovyetler Birliği ve son yıllarda da ABD’nin saldırı ve işgali karşısındaki direniş anlayışına dikkat çeken Imam Hamanei, “Afganistan halkı din ve direniş hakkında derine bir anlayışa sahiptir. Tarih boyunca hiçbir işgal gücünün Agfanistan’da dayanamadığı dillere destandır” şeklinde konuştu.

Zarif’ten İran-Afganistan ilişkilerine vurgu

İran Dışişleri Bakanı Zarif, Afganistan İcra Kurulu Başkanı ile görüşmesinde, İran ve Afganistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif'in Afganistan İcra Kurulu Başkanı Abdullah Abdullah ile bir araya geldiği belirtildi.

Taraflar bu görüşmede, bölge gelişmeleri, ikili ilişkiler ve terörizmle mücadele yollarını ele aldılar.

Güvenlik ve istikrarın sağlanması için Afganistan hükümetinin çabalarına dikkat çeken Zarif, barışa varmak amacıyla İran’ın Agfanistanlı gruplar arasında düzenlenen görüşmelere destek verdiğini bildirdi.

İran Dışişleri Bakanı Zarif, ayrıca iki ülke arasındaki ilişkilerin yol haritasının çizilmesi gerektiğini vurgulayarak, İran ve Afganistan’ın farklı alanlarda işbirliği yapabileceğini ifade etti.

Çarşamba, 06 Ocak 2016 03:03

İÇTİHAT VE TAKLİT (2)

Bugün güncel hayatta ve sosyal medyada  en fazla sorulan sorulardan ve aziz gençlerimizin içerisine atılan şüphelerden bir tanesi"içtihat ve taklit" konularıdır. İçtihadın tarihi, delilleri, dayanakları nelerdir? Neden bir müçtehide taklit etmemiz gerekir tarzında sorular ve şüpheler… Bu konuda daha önce kaleme aldığımız makalemizde konuya ayetler ve akıl çerçevesinde açıklık getirmeye çalıştık. Bu bölümde ise "içtihat ve taklid"in meşruluğuna dair rivayetlere yer vermeye çalışacağız.

            İslam tarihinde içtihat ve taklit konusunu rivayetlerde açık bir şekilde görmek mümkündür. Hz. Resul-ü ekrem'in (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) döneminden sonra halifeler safında olanlar dini sorularına cevap bulmak için içtihat yoluna başvurdular. Ancak Ehlibeyt safında olanlar için içtihat yoluna başvurmak bir o kadar gerekmiyordu. Zira Hz. Resul-ü ekrem'den (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) sonra onlar dini meselelerinin veya yeni karşılaşılan konuların çözümünde asla bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmıyorlardı. Çünkü Şianın inancına göre Ehlibeyt Hz. Peygamberin yolunun devam ettiricileri olup onlarında sünnetleri (kelam, fiil, takrir) Hz. Peygamberin sünneti gibi hüccettir. Bu esasa göre şialar karşılaştıkları dini ve şer'i konuların çözümü için zamanın imamına başvurarak hükümlerini öğreniyorlardı. Bazı zamanlar Ehlibeyt imamları Şiaların şer'i meselelerini öğrenmeleri için onları Ebu Basir, Yunus b. Abdurrahman, Zekeriya b. Ademi Kummi… gibi ashablarından bazılarına gönderiyorlardı ve Şialar onlara müracaat ederek şer'i meselelerini öğreniyorlardı. Bu dönemde şer'i meseleleri öğrenmek için Şia pek fazla sıkıntı ile karşılaşmamıştır. Zira ya imamın mübarek ağzından veya imamın onayladıklarının vasıtası ile meselelerini öğreniyorlar ve öğrendiklerine Allah'ın hükmü unvanında amel ediyorlardı.

            Bu dönemde Ehlibeyt imamların bizzat kendileri ashabının içtihat etmeleri için içtihadı devreye sokmuşlar ve onları bu doğrultuda yönlendirmişlerdir. Bu konuda Ehlibeyt imamlarından nakledilen rivayetler vardır. Bu durum İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık (aleyhimesselam) döneminde artış kaydetmiştir. Bu iki imamın mektebinden birçok büyük fakih eğitim alarak yetişmiştir. Bu fakihler İslami hükümlerin eğitim ve ihya edilmesi için birçok şehirlere göç ettiler. İlahi ahkâm ve marifete susayan ve uzak diyarlarda yaşayan halkın büyük bir kısmı Ehlibeyt’e ulaşamadıklarından dini hükümlerini öğrenmek için onlara başvurmakta ve İmamların sonsuz ilimleriyle doymaktaydılar. Bunun kendisi taklidin ta kendisidir.

Burada bunlardan sadece birkaç tanesine değineceğiz:

1- İmam Sadık'ın (aleyhisselam) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Ahkâmın kural ve usullerini biz beyan ederiz, ahkâmın furu ve ayrıntılarını onlardan çıkarmak da sizin görevinizdir." (Sefinet-ül Bihar, c.1, s.22-Vesail'uş Şia, c.18 s.41) Aynı hadis "Ayan-üş Şia, c.1, s.387 de İmam Rıza'dan (aleyhisselam) nakledilmiştir.

2- İmam Muhammed Bakır (aleyhisselam), Eban bin Tağlib'e şöyle buyurmuştur; "Medine Mescidinde oturarak halka fetva ver, çünkü ben senin gibilerini Şiilerim arasında görmeyi severim." (Şeyh Tusinin Fihristinde s.17-Cami-ür Rovat, c.1, s.9-Rical-i Necaşi, Aban b. Tağlib'in hal tercemesinde)

3- İmam Ali (aleyhisselam) amcasının oğlu Kussem b. Abbas'ı Mekke'ye vali tayin ettiği zaman ona şöyle buyurdu:"Senden istifta edene (şer'i sorunun cevabını sorana) fetva ver ve cahile öğret." (Üsd-ul Ğabe, c.4, s.197)

4- Ayak parmağının tırnağı kopan ve yaranın üzerini bir bez parçası ile saran birisi imam Cafer Sadık'a (aleyhisselam) nasıl mesh etmesi gerektiğini sorduğunda imam ona şöyle buyurdular: "Bu ve benzeri meselelerin hükmü Kuran'ı Kerimde bulunmaktadır; Allah sizlere dinde sıkıntı ve meşakkat kararlaştırmamıştır, o bezin üzerine meshet."(Vesail-üş Şia, c.1, s.327

5- İmam Sadık'ın (aleyhisselam) döneminde büyük fakihlerden olan Meaz b. Müslim Nahvi şöyle diyor: "İmam bana şöyle buyurdu; Bana gelen haberlere göre sen mescidde oturup halka fetva veriyormuşsun? Ben; Evet böyle yapıyorum dedim ve ekledim; Sizin huzurunuzdan ayrılmadan bir şeyi sormak istiyorum. Sizin muhalifiniz bildiğim birisi benden bir soru sorduğu zaman onun kabul ettiği mezhebe mutabık olan fetvayı ona naklediyorum ama sizin (Ehlibeyt) taraftarlarından olduğunu bildiğim zaman Şia mektebine mutabık olan fetvayı ona beyan ediyorum. Onun hangi mezhepten olduğunu bilmediğim zaman muhtelif görüşleri ona açıklıyorum ve bu arada sizin de görüşünüzü açıklıyorum. (Bu sözlerin üzerine) İmam şöyle buyurdular: "Bu şekilde devam et ben de bu şekilde yapıyorum." (Vesail-üş Şia, c.18, bab, 11 hâkimin sıfatı babı)

6- Şuayb Akarkuni, İmam Cafer Sadık’a (aleyhisselam) "(Size uzak olduğumuzdan veya takiyeden… dolayı size ulaşamadığımız zamanlarda) bazen dini sıkıntı ve sorunlarımızı birilerine sorma gereği duyuyoruz; bu durumda kime başvurabilir ve sözlerini kabul edebiliriz?” diye sorduğunda imam Cafer Sadık (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: "Siz, Esedi’ye, yani Ebu Basir’e başvurabilirsiniz." (Vesailu’ş Şia, c. 27 11. Bab)

Bu durum, imam Mehdi’nin küçük gaybetine kadar diğer imamların döneminde de aynı şekilde devam etmiştir.

7- Hüseyin b. Ali b. Yaktin, İmam Rıza’ya (aleyhisselam) "Karşılaştığım her dini konuda size sorma imkanım olmadığından doğru ve güvenilir olan Yunus b. Abdurrahman’a bu tür dini konularda ihtiyaç duyduğumuz şeylerde başvurabilir miyiz?" diye sorduğunda, İmam Rıza (aleyhisselam) "evet" diye buyurmuşlardır." (Vesailu’ş Şia, c. 27 11. Bab)

8- Hz. Mehdi (Allah zuhurunu acil etsin), İshak b. Yakup’a ünlü ve şerif "tevki"sinde–genel bir kaide olarak- şöyle buyurmuştur: "Karşılaştığınız olay ve hadiselerde bizim hadislerimizi rivayet eden ravilere (fakihlere) başvurunuz, zira onlar benim sizin üzerinize olan hüccetlerim ve ben de onlar üzerinde Allah’ın hüccetiyim." (Vesailu’ş Şia, c. 27 11. Bab)

9- İmam Hüseyin (aleyhisselam) babası İmam Ali'den (aleyhisselam) şunları rivayet etmektedir: "İşler ve ahkâmlar Allah'ı tanıyan, haram ve helali bilen âlimlerin eliyle yürütülmelidir." Tuhafü'l Ukul, s. 373.

10- İmam Ali (aleyhisselam) Mekke'deki valisi Kusem b. Abbas'a gönderdiği bir mektupda şöyle buyurmuştur:"İnsanlarla haccet ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat. Sabah, akşam onlarla otur, fetva isteyene fetva ver, cahile öğret, âlime danış, insanlarla aranda dilinden başka vasıta, yüzünden başka perde olmasın." (Nehcül Belağa, 67. mektup)

11- Ömer Bin Hanzala Hadisi: Ömer b. Hanzala şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a sordum ki: Bizim ashabımızdan iki adam, bir borç veya miras yüzünden tartışırlarsa ve sonunda sultana veya kadılara başvururlarsa, bu onlar için helâl olur mu?

Buyurdu ki: "Kim hak veya bâtıl için onların hükmüne başvurursa, hiç kuş­kusuz tağutun hükmüne başvurmuş olur. Bunların verdiği hükme dayanarak bir şe­yi almak, kişinin tartışılmaz hakkı da olsa, bir haramı almak gibidir. Çünkü kişi, ta­ğutun hükmü sonucu onu almış olur. Oysa Allah, tağutun hükmüne karşı gelip red­dedilmesini emretmiştir: "Tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar. Hâlbuki onu inkâr etmeleri emredilmişti..." (Nisa, 60)

Dedim: Peki, aralarında ihtilaf bulunan bu iki arkadaşımız ne yapsınlar?

Dedi: "O zaman sizden olup da bizim hadislerimizi rivayet etmiş, helâlimizi, haramımızı bilmiş ve verdiğimiz hükümleri tanımış kişiye başvursunlar. Eğer o kişi bir hüküm verirse buna razı olsunlar. "Ben onu sizin başınıza hâkim olarak tayin et­tim." Bu kişi bizim verdiğimiz hüküm doğrultusunda hüküm verdiği halde ihtilaflı kişilerden biri onun verdiği hükmü kabul etmezse, Allah'ın hükmünü hafife almış ve bizi de reddetmiş sayılır. Bizi reddeden de Allah'ı reddetmiş olur ki, bu da Allah'a ortak koşmak kadar ağır bir suçtur."

Dedim: Eğer bu iki adamın her biri, ashabımızdan birisinin hakemliğini istese ve bunların vereceği hükme razı olacaklarını ifade etseler, sonra bunlar da sizin ha­dislerinizin ihtilafından dolayı farklı hükümler verseler ne yapmak gerekir?

Dedi: "En âdil, en fakih, hadis rivayetinde en doğru ve en muttaki olanının hükmü benimsenir, diğerinin vereceği hükme iltifat edilmez." Dedim: Şayet bu iki adam bizim arkadaşlar tarafından hoşnutlukla kabul edi­len, biri diğerinden üstün tutulmayacak kadar sevilip sayılan kimseler iseler ne yap­mak gerekir?

Dedi: "Verdikleri hükmün dayanağı olan ve bizden aktarılan hadise bakılır. Bu hadislerden dostlarımızın üzerinde ittifak ettikleri rivayet esas alınır ve dostları­mız arasında meşhur olmayan, şaz olan rivayet bir kenara bırakılır. Çünkü üzerinde ittifak edilen bir şeyde ihtilaf olmaz.

Olgular üç kısma ayrılır: Birinin doğruluğu apaçıktır, uyulur. Birinin eğriliği apaçıktır, sakınılır.

Biri ise, doğruluğu ve eğriliği belli olmayacak kadar karışık ve içinden çıkıl­mazdır. Böyle bir olgunun bilgisi Allah Azze ve Celle ve Resulü (sallallahu aleyhi ve âlihi)'ye bırakılır. Resûlullah şöyle buyurmuştur: Helâl de haram da açıktır. Bu ikisi­nin arasında yer alan şeylerse şüphelidirler. Şüpheli şeyleri terk eden kimse haramlar­dan kurtulmuş olur. Şüpheli şeylere uyanlar ise haramları işlemek durumunda kalır­lar. Bilmedikleri bir yönden helak olup giderler."

Dedim: Şayet iki hakemin verdikleri hükme esas oluşturan rivayetlerin her ikisi de meşhur ve ravileri güvenilir kimselerse ne yapmak gerekir?

Dedi: "Bunlardan hangisi kitaba ve sünnete uygun, ammenin (Sünni çoğunlu­ğun) görüşüne aykırı ise o benimsenir, kitaba ve sünnete aykırı, ammenin görüşüne uygun olanı terk edilir."

Dedim: Sana kurban olayım, her iki fakih verdikleri hükmü Kur'ân ve sünnete dayandırsalar ve biz de rivayetlerden birinin ammenin görüşüne uygun olduğunu, diğerininse aykırı olduğunu görürsek, bu rivayetlerden hangisini benimseyelim?

Dedi: "Ammenin (Sünni çoğunluğun) görüşüne aykırı olan rivayeti tutun. Çün­kü aydınlık, hidayet ondadır."

Dedim: Eğer iki rivayet ammeden (Sünni çoğunluktan) iki gurubun görüşüne uygun ise bunlardan hangisine uyulur?

Dedi: "Onların hâkimlerinin ve kadılarının hangisine eğilim gösterdiklerine bakılır ve onların "eğilim göstermedikleri" görüş benimsenir."

Dedim: Eğer onların hâkimleri her iki habere uygun görüş belirtmişlerse ne yapmak gerekir?

Dedi: "Böyle bir durumla karşılaştığın zaman İmamın ile karşılaşıncaya kadar bir şey yapma; çünkü şüpheli olguların yanında durmak, helak edici badirelere düş­mekten iyidir." (Usul-u Kafi, Hadis İhtilafı Babı)

Not:  Devam edecek…

Selam ve Dua ile…

Mehdi AKSU