
کارگر
Esad Yönetimi Nasıl 10 Günde Devrildi?
"Sürpriz saldırı", "sürpriz sonuç"... Dünya kamuoyu, 10 günde yaşananları böyle anıyor. Ancak ayrıntılar, ne saldırının ne de sonucun sürpriz olmadığına işaret ediyor.
8 Aralık 2024 tarihi, Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilmesiyle birlikte, bölge ve dünya açısından bir dönüm noktası oldu.
27 Kasım’da başlayan saldırılar, 10 günde iktidarın devrilmesiyle sonuçlandı.
“Son söz, savaş alanında söylenecek.”
Çok tekrarlandı bu iddia. Özellikle direnenler, sık sık hatırlattı.
Ama Suriye’de son söz, savaş alanında söylenmedi.
Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesiyle sonuçlanan 10 günlük savaşın son sözü, henüz savaş başlamadan söylenmişti.
Sahada, askeri olarak ne yaşandı?
Saldırı kimler için sürprizdi? Kimlerin öncesinde haberi vardı?
Heyet Tahrir’uş Şam (HTŞ) bu beklenmedik başarıyı kazanacak noktaya nasıl geldi?
* * *
23 Kasım günü Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ankara’da bir grup gazeteciyle buluştu. Gündemdeki konu, Hamas Siyasi Bürosu’nun Türkiye’ye taşındığına dair iddialardı.
Fidan bu iddiayı reddetti. Ardından Suriye konusu açıldı. AKP hükümeti Suriye’yle normalleşme süreci başlatmak istemiş ama çabalar sonuçsuz kalmıştı.
Fidan, önce şu tespiti yaptı: “Bizim saldırganlık veya işgal gibi bir derdimiz yok. Rejim değişikliği gibi bir derdimiz yok. Bunu ortaya koyduğunuz zaman diğer taraf bundan bir alarm vaziyeti üretmiyor. Bölgede geri kalan konularla ilgilenmeye yönelik çalışmalarına devam ediyor.”
Daha sonra şunları ekledi: “Tabii bu çözüm arayışlarının diplomasiyle ve yapıcı yaklaşımla cevap alınamadığı yerde, başka türden adımları zamanı geldiğinde mecburen nasıl atarız ona bakacağız.”
Fidan, önce “Esad yönetimi saldırganlık veya rejim değişikliğine gitmeyeceğimize çok güvendiği için alarma geçmek bir yana harekete geçmiyor” demeye getiriyor, sonra da “başka türden adımlar” bombasını orta yere bırakıyordu.
Bu sözler, HTŞ öncülüğünde Suriye’deki İslamcı grupların saldırısının başlamasından 4 gün önceydi. O günlerde kimse bu ifadelerin üzerinde durmadı.
Bugünden geriye bakıldığında, Fidan’ın sözleri tehdit bile değil, “haberiniz olsun” minvalinde bir uyarı olduğu anlaşılıyor.
Çünkü, iddiaya göre, MİT’in 27 Kasım saldırısına dair önceden haberi vardı.
Üstelik, neredeyse üç ay önceden.
* * *
“Arap Baharı” denilen süreç Suriye’de emperyalizm eliyle bir silahlı müdahaleye dönüştüğünden beri, “Suriye muhalefeti”ni dünyaya pazarlamaya çalışan gazeteciler oldu. Bazıları, birkaç yıldır, özellikle HTŞ konusunda uzmanlaştı.
Üstelik, bir avantajları vardı. El Kaide kökenli HTŞ, El Kaide’den koptuktan sonra, eski şemsiye örgütünün katı tavrının aksine yabancı araştırmacı ve gazetecilere koruma sağlayacağını açıklamıştı. “HTŞ uzmanı” batılılar, İdlib’te birinci elden araştırmada bulunuyor, bilgi topluyor, mülakat yapıyordu.
Bu isimlerden biri, Charles Lister, 3 Aralık’ta, yani silahlı çeteler Halep’i almış ve Hama’ya doğru ilerliyorken, bu “sürpriz saldırı”nın aslında pek de sürpriz olmadığını yazdı.
HTŞ’nin başını çektiği 10 örgüt bir ortak operasyon odası kurmuş ve Halep’e saldırıyı Eylül ayı başında planlamaya başlamıştı. Adı “Saldırganlığı Önleme” konulan operasyon, İdlib’i düzenli olarak vuran, Halep’in batısındaki topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu. Ekim ayının ortasında yapılacaktı.
Lister’ın bu koalisyondaki kaynaklarından aldığı bilgiye göre, plan MİT’e sızdırıldı—ki bu, hem bu yazıda hem de dizimizin ikinci yazısında ayrıntılarıyla ele alacağımız üzere, MİT’in hem operasyon odasındaki diğer örgütlerle hem de HTŞ’yle olan ilişkisi düşünüldüğünde hiç şaşırtıcı değil.
Zaten plan, “mutlak bir gizlilikle” de yürütülmüyordu. Eylül başında kararın alınmasının ardından bu 10 örgütün bulunduğu “Askeri Operasyonlar Kumandanlığı” hem “Saldırganlığı Önleme” operasyonunun sosyal medya kampanyasının hazırlıklarının yapılması için ilgili birimleri hem de HTŞ’nin İdlib’deki “devletimsi” yapısı Kurtuluş Hükümeti’nin Medya Bakanlığı’nı, hatta HTŞ’ye yakın kimi gazetecileri bilgilendirmişti. HTŞ’nin Halep’teki gizli hücreleri de operasyona hazırlanıyordu.
MİT, sürece müdahil oldu. Lister’ın aktardığına göre MİT görevlileri, 10 örgütü kapsayan koalisyonla iki kez İdlib’de, birkaç kez de Türkiye’de bir araya geldi ve operasyon planının ertelenmesini sağladı.
* * *
Kimi başka veriler, İdlib’te Ekim ortası için bir operasyon planlandığından, veya en azından “bir şeylerin pişmekte olduğundan” MİT’ten başka aktörlerin de bilgisi olduğunu düşündürüyor.
14-17 Ekim arasında Himeymim Hava Üssü’nden kalkan Rus uçakları, dört gün boyunca İdlib’i bombaladı. Suriye Ordusu’nun İdlib’deki güçlere karşı ara ara düzenlediği İHA saldırıları, 20 Ekim’den itibaren çok sıklaştı.
Dünya kamuoyu, henüz kopacak yaygaranın kokusunu alamıyordu. Ama sahadaki taraflar, ne ölçüde bildiklerini kestiremesek de, bir şeylerin olacağını biliyordu.
Rusya’nın elindeki bilgilere dair başka ipuçları da var. 27 Kasım’da saldırı başladı, 30 Kasım’da Halep düşmek üzereydi, Suriye devleti ve müttefiklerini destekleyenler şoke olmuş vaziyette niye harekete geçilmediğini sorguluyordu.
Rus devlet ajansı RIA Novosti’nin savaş muhabiri Aleksandr Karçenko, o gün, Rusya’nın Halep’teki birliklerinin niye bir şeyler yapmadığı minvalindeki yakınmalara yanıt verdi. “Oturdular, sessiz kaldılar, saldırıyı püskürtemediler” diyordu:
“Daha bir hafta önce oradaki adamlarımızı ziyaret ettim. Militanların hareketleri ve birikmekte oldukları gereğince kaydedilmiş, hakikati aktaran raporlar üslerine iletilmişti. Rusya’nın sorunu istihbarat görevlileri değil.”
Rusya cephesinde operasyona dair önceden bilgi sahibi olunduğuna dair bir diğer işaret, Türkiye’de ve dünyada hakkında pek konuşulmayan bir Suriyeli muhalif örgüt eliyle ortaya çıktı: Halkın İradesi Partisi.
Aralık 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 2254 Sayılı Kararı benimsedi. Buna göre Suriye devletiyle muhalefetin temsilcileri arasında resmi görüşmeler başlatılacaktı. Muhalefet, çok sayıda örgütün temsilcisinden oluşan “Suriye Müzakere Komisyonu” tarafından temsil edilecekti.
Bu komisyonda bulunan yapılardan biri, “Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu”. Rusya’ya yakın muhalif yapıların oluşturduğu platformun önde gelen unsuru, Suriye Komünist Partisi’nden 2000 yılında kopan bir hizbin 2012’de kurduğu Halkın İradesi Partisi. “Arap Baharı” sürecine destek veren parti, dün Esad yönetiminin yıkılmasının ardından “halkın zaferini kutlayan” bir mesaj yayımladı.
Konumuza dönelim. 27 Kasım günü, yani saldırının başladığı gün, Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu bir basın toplantısı düzenledi ve Moskova’da “muhalefetle rejimin” buluşması çağrısı yaptı. 1 Aralık’ta yayımladıkları bildiride şu ifadelere yer verdiler:
“Biz bu çağrıyı yaptığımız sırada sahadaki son gelişmeler henüz duyulmaya başlanmamıştı, ama belli ölçüde bekleniyordu, aldığımız inisiyatifin sebeplerinden biri de bu gelişmelerdi.”
Bir şeyler pişmekteydi, tarafların haberi vardı, Moskova’da masaya çatal bıçak konuluyordu.
MİT’in haberdar olduğu, Suriye’deki pat durumunu değiştirmesi beklenen bu önemli operasyondan, Türkiye’nin diğer NATO ortaklarının, özellikle de ABD’nin bilgisi olmaması olası görünmüyor.
Nitekim, aksine dair batı basınında son bir haftada çok sayıda haber çıktı. En çarpıcısı, Alastair Crooke’un 2 Aralık’ta söyledikleriydi.
Sözlerin çarpıcı olmasının bir nedeni, Crooke’un kimliği. Crooke eski bir İngiliz diplomat, ancak diplomat kimliği, asıl görevinin paravanıydı. Yaklaşık 30 yıl boyunca İngiliz dış istihbarat servisi MI6’ya hizmet etti. İlk görevlerinden biri, Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan teröristlerle, HTŞ’nin öncülü El Kaide’ye silah sağlamaktı. Uzun yıllar Ortadoğu’da çalıştı. Esas görevi, radikal İslamcı örgütlerle batılı devletler arasında köprü kurmaktı. MI6’nın Hamas’la doğrudan temas kuran elemanı olarak, İsrail istihbaratıyla uzun yıllar mesai yaptı.
Crooke’a göre 27 Kasım’da HTŞ öncülüğünde başlatılan operasyonun arkasında NATO ve İsrail vardı. Crooke, operasyon öncesinde hem NATO Genel Sekreteri hem de İsrail iç istihbarat örgütü Şin Bet’in şefinin Ankara’ya gelerek Türkiye hükümetiyle görüştüğünü, Erdoğan’ın plana onay verdiğini öne sürdü.
soL’un kendi kaynaklarından edindiği bilgiler, Crooke’un çizdiği çerçeveyle uyumlu, ancak bir farkla: Operasyon hazırlık sürecinde Crooke’un eski teşkilatı MI6’nın da aktif rol üstlendiği öne sürülüyor.
Elbette istihbarat örgütlerinin bilgi ve faaliyetlerine dair hakikatin ortaya çıkarılması, hele bu kadar taze bir olayda, pek mümkün değil. Tüm bunların birer iddia veya ipucu niteliğinin ötesine geçmediğini akılda tutmakta fayda var.
Yine de, 10 günlük operasyonda sahada yaşananlar, ancak ortaya konulan çerçeveyle açıklanabilir görünüyor.
* * *
Sahada ne oldu?
10 örgütten oluşan ortak operasyon odası, 27 Kasım Çarşamba günü Halep’e doğru saldırıya geçti. Saldırı, HTŞ’nin eline geçirdiği parçaların montajıyla geliştirdiği “kayser” füzelerinin, Suriye ordusu mevzilerine atılmasıyla başladı. Füzelere, çok sayıda İHA eşlik ediyordu. Bunların önemli bir bölümü, bomba fırlatma kapasitesi olmayan, bizzat kendisini hedefe gidip patlatan “intihar İHA”larıydı.
Bu hamle, HTŞ açısından taktik bir yenilik değildi. Hem 2015’teki ikinci İdlib savaşında hem de 2016’daki güney Halep saldırısında örgüt, patlayıcı dolu kamyonları ordu mevzilerine sürüp patlatarak başarı elde etmişti. Taktik eskiydi, ama kullanılan teknolojiler yeniydi. Son dört yıldır HTŞ, hükmettiği İdlib’te askeri kapasitesini artırmıştı—bu başarıda, yabancı güçlerin desteği elbette önemli rol oynadı. HTŞ’nin öyküsünü, bu ayrıntılarla birlikte, yazı dizimizin yarın yayımlanacak ikinci bölümünde aktaracağız.
Füzeler ve intihar İHA’larına gözetleme İHA’ları ve top atışları eşlik ediyor, birlikler Halep’e doğru saldırıya geçiyordu. Bu arada HTŞ ve ortaklarının önceden Halep’e yerleştirdiği hücreler de harekete geçti. Bunlar üç ila sekiz kişiden oluşan birliklerdi. Halep’in batısındaki arama noktalarına saldırılar düzenleyerek, işgalcilerin girişini kolaylaştırdılar.
* * *
Bu arada, niyeyse ayrıntılarına dair hemen hiç ayrıntı çıkmayan bir diğer gelişme oldu. Suriye ordusu ve askeri istihbaratından üst düzey komutanlar, saldırı haberi karşısında toplandı. Bu toplantıya saldırı düzenlendi, en az altı kişi öldü. Ölenlerden biri, İran İslami Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün uzun yıllardır Suriye’de görev yapan isimlerinden Tuğgeneral Kiyumars Purhaşemi’ydi. İran, birkaç cümleden ibaret açıklamasında saldırıyı “tekfirci teröristlerin” yaptığını söyledi ama hiçbir ayrıntı vermedi. Gazeteci Charles Lister da saldırıyı, üç ila sekiz kişilik uyuyan hücrelerden birinin yaptığını yazdı.
Kent saldırı altındayken, kentin savunmasını yönetecek isimlerin toplandığı, dolayısıyla çok sayıda askerin bulunduğu ve sıkı korunduğu düşünülebilecek bir noktaya dar bir kuvvetle saldırılması, saldırıda altı kişinin ölmesi ve bunlardan birinin İran’ın bölgedeki komutanı olması, olaya dair hemen hiç ayrıntı çıkmaması, soru işaretleri doğuruyor. Sonraki günlerde savaşın gidişatı düşünüldüğünde, Purhaşemi’nin öldürüldüğü saldırının kim tarafından nasıl yapıldığının ortaya çıkarılması, o tarihi 10 günde sahada ne olduğunun anlaşılması bakımından önem taşıyabilir.
* * *
HTŞ ve diğer koalisyon güçleri, ilk 12 saatte Halep’e epey yaklaşmayı başardılar. Hava kararınca, HTŞ’nin bir süredir—acaba kim tarafından?—eğitilmiş ve donatılmış olan 500 kişilik gece muharebe ekibi harekete geçti. Şimdiye dek hava kararınca kısmi ara verilen çatışmalara alışkın Suriye ordusu birlikleri, zaten çok dağınık karşıladıkları ilk saldırının ardından toparlanacak vakti bulamadı.
Ertesi gün, HTŞ ve diğer güçler Halep üzerindeki saldırıyı sürdürürken, kenti Şam’a bağlayan M5 karayolunu da kesmeyi başardı. 29 Kasım’da Halep düştü.
Halep’in düşmesi, şimdiye dek yemeğin kokusunu alamamış herkes tarafından şoke edici hızda yaşanmıştı. Ama asıl şok, HTŞ ve ortaklarının güneye ilerlemeye başlamasıyla yaşandı. Suriye ordusu dağınık bir şekilde geri çekiliyor, hemen hiçbir yerde anlamlı bir direniş ortaya koyamıyordu. Rus uçakları İdlib ve Halep’i bombaladı. Ama HTŞ güçleri, sanki hava saldırısı riski yokmuşçasına Hama’ya da, Humus’a da gündüz gözüyle M5 yolu üzerinde kilometrelerce uzayan askeri konvoylar halinde yaklaşmayı başardı. Suriye ordusunun kimi birlikleri, düzenli olarak çatışma alanlarından uzak durdu. Kimileri, bir süre mevzilerini koruduktan sonra “gelen emirlerin” ardından Şam’a kadar çekildi.
* * *
Savaş boyunca Suriye'nin destekçileri, beklenen desteği bir türlü sunmadı.
Rusya'nın durumunu aktardık. Peki İran? "Şii direniş cephesi"nin ağabeyi bu taarruza hazırlıksız mı yakalanmıştı?
8 Aralık'ta, Esad yönetiminin düştüğünün kesinleşmesinin ardından İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Irakçi, katıldığı bir televizyon programında "İran'ın, görülen ve saldırıya hazır eğitimli kuvvetlere ilişkin tüm bilgileri Suriye ordusuna önceden verdiğini" açıkladı.
İranlı bakan şöyle dedi: "İran'ın Suriye'deki askeri varlığı IŞİD'le savaşmak içindi ancak İran'ın hiçbir zaman Beşar Esad için Suriye ordusunun rolünü oynamaması gerekiyordu."
Irakçi, bu ifadeleriyle, yalnızca İran'ın savaşmamasına "Bu Suriyelilerin işi" kılıfı bulmakla kalmıyor, İran'ın Suriye'deki tek düşmanının IŞİD olduğu anlamına çıkan ve böylece HTŞ dahil diğer gruplarla temas zemininin taşlarını döşüyordu.
Esad'ın devrildiği gün, Irak Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı Sözcüsü Tümgeneral Yahya Resul, kendilerinin de Suriye'deki hareketlenmelere dair önceden bilgi sahibi olduklarını duyurdu, "operasyon çok iyi planlanmıştı" diyerek, ayrıntılara dahi hakim olduklarını ima etti.
Sonuçta 10 gün boyunca yalnızca Suriye ordusu bir görünüp bir kaybolmuyor, müttefikleri de pek ortalarda gözükmüyordu.
* * *
Savaş, hukuk diliyle söyleyecek olursak, “hayatın olağan akışına uygun” ilerlemiyordu.
Savaşın baş muhatabı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın hali de olağan değildi. Saldırının başladığı gün Esad, Moskova’daydı. Rusya hükümetiyle görüştü. Döndü, 10 gün sonra ailesiyle birlikte yeniden Rusya’ya dönüp siyasi sığınmacı olana kadar bir kez bile Suriye halkına veya uluslararası kamuoyuna seslenmedi.
Kaderini öğrenmiş ve kabullenmiş miydi?
Henüz bilmiyoruz.
Bir büyük anlaşma mı vardı? “Ver Ukrayna’yı al Suriye’yi” diye tokalaşılmış mıydı? Suriye devleti ve ordusunun bir kısmı ikna edilmiş miydi?
Henüz bilmiyoruz.
Kamuoyu için sürpriz olan bu operasyonun, savaşın taraflarınca önceden bilindiğini, son sözün savaş alanında değil, toplantı odalarında söylendiğini anlayabiliyoruz.
Elbette yaşanan sonuçta HTŞ’nin kapasitesi, Esad yönetiminin hata ve sınırları, Türkiye, ABD ve İsrail gibi düşman aktörlerin faaliyetleri, Rusya ve İran gibi ülkelerin kararlarının da büyük etkisi oldu. Bunları ve meselenin başka boyutlarını, yazı dizimizin sonraki bölümlerinde ele alacağız/sol
Suriye’den Alınacak Dersler
Allah’ın Adıyla
SÜNNETULLAH
Yeryüzünde hiç bir gelişme Sünnetullah’ın dışında cereyan etmez. Sünnetullah(tüm kainatı kapsayan ilahi kurallar) haklı haksız her kesim için geçerlidir. Plan kuran, hazırlanan, davası için her türlü sıkıntıyı göğüsleyen, sabırla mücadele eden ve ölüme hazır olan ister mümin olsun ister kafir ister münafık oyunun kurallarına göre hareket etmişse haklı veya haksız davası uğrunda başarılı olur. Tarih bu kuralın örnekleriyle doludur. Her başarılı olan haklı değildir elbet. Ama başarının baş faktörü çabadır, ister hak çizgide olsun ister batıl.
NATO OPERASYONU
Suriye’de olup bitenler de yukarıda kısaca izah etmeğe çalıştığım kuraldan müstesna değildir. Tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından biri olan ABD ve onun en önemli sulta aracı NATO dünyanın çeşitli bölgeleri için olduğu gibi Batı Asya bölgesi için de durmadan kısa orta ve uzun vadeli komplo planları yapıp durmaktadır. Bölgemizde olup bitenler, bu cümleden olarak Suriye’de öne çıkan durum da NATO’nun başarıya ulaşan şeytani planlarından biridir. Suriye’deki iktidar değişikliği her ne kadar görünürde terör çetelerinin lehine sonuçlanmış olsa da kesinlikle bir NATO operasyonudur, NATO’nun hanesine yazılacaktır.
ZAAF
Suriye 2011 yılında başlayan iç savaştan beri askeri ve ekonomik bakımdan durmadan zayıfladı, şehirler harabeye döndü, alt yapı tahrip edildi. Yeniden yapılanmak dış yardımları gerektiriyordu. Durmadan artan ekonomik sıkıntılar altında ordu ve halk içinde yönetime destek azalmaya başladı. Bunu fırsat bilen Amerikan müttefiki zengin Suudi ve BAE krallıkları maddi yardım teklifinde bulundu ve bunu (Arap olmayan!) İran ve müttefiklerinin Suriye’den çıkarılması şartına bağladılar. Beşşar Esad açıkca ilan etmese de tereddüt içinde bu teklifi uygulamaya koydu. Ama bunun bir oyun olduğunu ülkeden kaçmadan ancak kısa süre önce farkedebildi.
GAFLET
Gaflet, sadece Suriye rejiminin değil müttefiklerinin de gafletidir. İdlip iline saldırı konumunda olan Suriye ordusu Halep ilinde savunma hatları bile oluşturmadı. Astana Süreci üyesi ve aynı zamanda NATO üyesi Türkiye hükümetinin terör çetelerini önleme taahhüdüne inandılar ve savunma tedbirleri almaya ihtiyaç bile duymadılar. Suriye’den çok az sayıda müsteşar dışında uzaklaştırılmış İran güçlerinin eksikliği ve Ukrayna savaşına yoğunlaşmış Rusya’nin desteğinden yoksun kalan Suriye ordu birlikleri herhangi bir ciddi direniş göstermeden şehirlerden geri çekilmeye başladı ve sonunda NATO destekli modern silahlarla donatılmış çetelere yenik düştü.
DİRENİŞ CEPHESİ
Direniş cephesi Suriye’deki iktidar değişikliği ile İsrail’e komşu, Hizbullah’a destek ve ikmal yolu imkanı tanıyan önemli bir müttefikini kaybetmiştir kuşkusuz. Görünürde ABD-İsrail ve bölgedeki müttefikleri zafer kazanmış olsalar da Direniş Ekseni yenilmemiştir, sadece zayıf iradeli bir bileşeninden arınmıştır. Direniş Ekseninin bu yenilgiden bir takım dersler çıkarması gerekir;
a) Müminler sadece ve sadece Allah’a tevekkül etmeli, maslahatı da Allah ekseninde aramalıdır. Allah çizgisinden sapmalar, uzlaşmacı tavırlar zafere ulaştırmaz.
b) Bazı maslahatlar için Rusya örneğinde olduğu gibi işbirliği içinde olduğu ülkelere sulta alanları açmamalıdır. Direniş Cephesi sayesinde Akdeniz’e yerleşme imkanı kazanan Rusya’nın kendi planları doğrultusunda hareket ederek Direniş güçlerini yıllardan beri Suriye’nin çeşitli bölgelerinde İsrail/ABD hava saldırılarına karşı yalnız bırakması görmezden gelinemez. Böyle işbirliklerinin varacağı sonuç böyle olur işte.
c) Su uyur düşman uyumaz misali düşman gece gündüz komplo planları kurup dururken mücadeleye ara vermek, tembellik, korkaklık, maslahatçılık, müzakerecilik vb zaaflar Direnişin ruhuna aykırıdır. Düşman hangi ad altında olursa olsun bu gafleti kesinlikle kendi lehine çevirir. İmam Ali’nin(as) buyurduğu üzere; ilk saldıran olmayın ama düşman saldırdıktan sonra mutlaka karşılık verin ve peşini asla bırakmayın.
SONUÇ OLARAK
Suriye’de eğer bir zaferden söz edilecekse bu NATO piyadelerine değil bizzat NATO üçlüsü ABD-İngiltere- İsrail’e aittir, zaman bunu gösterecektir. Pasta peşindeki işbirlikçiler 2011’de olduğu gibi yine nasıl bir oyuna geldiklerini sarhoşlukları geçtikten kısa süre sonra anlayacaklardır.
Suriye konusunda söylenecek daha çok söz var. Ancak şimdilik şu kadarıyla yetinelim ve diyelim ki, gelecek Direniş Cephesinindir. Şeytani cephe güçlendikçe Direniş Cephesi de güçlenecektir. Allah için savaşanlar için yenilginin anlamı yoktur. Allah(cc) vazifesini ifa eden müminlere beklemedikleri yerlerden yeni kapılar açacaktır, inşallah.
Ziya Türkyılmaz
ABD Başkanı Biden ve İsrail Başbakanı Netanyahu açıkladı: Suriye'yi biz böldük
ABD Başkanı Biden ve İsrail Başbakanı Netanyahu yaptıkları açıklamalarla Suriye'yi böldüklerini itiraf ettiler.
A
BD Başkanı Joe Biden ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın devrilmesi sonrası açıklamalarda bulundular. Biden ve Netanyahu olaylardaki rollerini kabul ettiler.
BIDEN'DAN ORTAKLARLA ÇALIŞMAYA DEVAM VURGUSU
Biden, Suriye'deki gelişmelere ilişkin basın tolplantısı düzenledi.
Biden, "Bu rejim, yüz binlerce masum Suriyeliyi vahşete mahkum bıraktı, işkence etti ve öldürdü." ifadesini kullandı.
Biden, "Suriye rejiminin düşmesi, Suriye halkı için tarihi bir fırsattır. Uzun yıllardır acı çeken Suriye halkına daha iyi bir gelecek inşa etme fırsatı sunmaktadır." değerlendirmesinde bulundu.
Suriye’deki Gelişmelere Pezeşkiyan’dan Tepki
İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, bir anlaşmaya ulaşmak için Suriye toplumunun farklı kesimleri arasında diyalog yapılması gerektiğini vurgulayarak, askeri çatışmanın ve şiddetin en kısa sürede sona ermesini temenni etti.
İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan, Suriye'nin birlik, egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasının gerekliliğine vurgu yaparak, bu ülkenin geleceğine, siyasi ve hükümet sistemine karar vermesi gereken kişinin Suriye halkı olduğunu açıkladı.
Bir anlaşmaya ulaşmak için Suriye toplumunun farklı kesimleri arasında diyalog yapılması gerektiğini vurgulayan Pezeşkiyan, askeri çatışmanın ve şiddetin en kısa sürede sona ermesini ve Suriye halkının, her türlü şiddetten, endişeden, yıkıcı dış müdahalelerden uzak, sakin bir ortamda kaderini belirlemek için bir karar almasını temenni etti.
Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, durumun istikrara kavuşturulmasına ve bölgenin istikrar ve güvenliğinin korunmasına yardımcı olmak için İran'ın ilgili taraflarla ve Birleşmiş Milletlerle diplomatik istişarelerini sürdürdüğünü vurguladı.
Siyonist rejimin Suriye topraklarına saldırısını şiddetle kınayan Pezeşkiyan, bu ülkedeki tüm iç tarafların yanı sıra bölge ülkelerine, Siyonist rejimin bölge uluslarına karşı yayılmacı ve yasadışı emellerini ilerletmek için yaptığı istismarlara karşı uyanık olmaları çağrısında bulundu.
Terk Edilmiş ve Uzaklaştırılmış Kur’an
“Peygamber, ‘Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi’ dedi.” Furkan, 30
Bu ayet-i kerime, Hz. Peygamber’in (s.a.a) şikâyetlerinden birini nakletmektedir. Hz. Peygamber (s.a.a) âlemlere rahmet olarak gönderildiğinden beddua da etmemiştir.
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Namazda Kur’an ayetlerini okumamızın bir delili de, Kur’an’ın mehcuriyetten (terk edilmekten) çıkarılması içindir.” 1
Rivayetlerde şöyle geçmiştir: “Her gün Kur’an’dan 50 ayet kıraat ediniz ve hedefiniz son sureye bir an önce ulaşmak olmamalıdır. Yavaş okuyunuz ve kalbinizi Kur’an tilavetiyle harekete geçiriniz. Gece karanlığında çaresiz kalmış gibi fitneler üzerinize geldiği vakit, Kur’an’a sığının.” 2
Bazı büyüklerin Kur’an’ın mehcuriyeti hakkındaki görüşlerini nakletmeyi uygun görüyorum:
1 - Molla Sadra ‘Vakıa Suresi’ tefsirinin mukaddimesinde şöyle der: “Birçok hikmet sahibi hekimin kitaplarını mütalaa ettikten sonra kendimi önemli biri gibi görme yanılgısına sahip olduğumu gördüm. Ancak basiretimin biraz açılmasıyla i gerçek ilimler hususunda yetersiz olduğumu anladım. Ömrümün sonlarında Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin (a.s) rivayetlerini daha dikkatli tahkik etmeyi gerekli gördüm. İşlerimin bir esasa dayanmadığına itminanım oldu. Çünkü ömrümün sonuna kadar nurun olduğu yerde değil gölgesinde durmuş
idim. Bu pişmanlığımdan ötürü ateşlendim, kalbim kendini alevin içinde buldu. İlahi rahmet elimden tuttu ve beni Kur’an’ın sırrıyla aşina eyledi. Kur’an üzerinde dakik düşünmeye ve tefsir yapmaya başladım. Vahiy evinin kapısını çaldım. Kapılar ardına kadar açıldı ve perdeler sonuna kadar çekildi. Ve meleklerin bana hitaben şöyle dediklerini duydum: “Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: 3 “…Selâm olsun size! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin.” 4
2 - Feyzi Kaşani şöyle der: “Onca kitap ve risale yazdım, araştırmalar yaptım, ancak onca ilimde derdime çare olacak ve ateşimi söndürecek bir şey bulamadım. Kendimden korktum ve önümde bulunanlardan sıyrılarak Allah’a yöneldim. Allah da beni içsel yollarla Kur’an ve hadise hidayet etti.” 5
3 - İmam Humeyni bir konuşmasında ömrünün tamamını Kur’an yolunda geçirmediği için müteessif olduğunu söylemiştir. İlim havzalarına ve üniversitelere, Kur’an’ın ve çeşitli boyutlarının yüksek bir amaçla tüm bölümlerde temel kabul edilmesini tavsiye etmiştir. Böylelikle ömürlerinin sonlarına geldiklerinde gençlik dönemleri için teessüf etmemiş olurlar. 6
Ayette geçen ‘mehcura’ kelimesinin kökü olan ‘hicr’ kelimesi; dilin ve kalbin şamil olduğu bedenin amelden uzaklaşmasıdır. 7
İnsan ve semavi kitap arasındaki ilişkinin daimi ve her boyutta olması gerekir. Zira ‘hicr’ kelimesi insanın ilişkide olduğu şey hakkında kullanılır. 8
Öyleyse Kur’an’ı mehcuriyetten çıkarabilmek için ciddi gayret içinde olmalıyız. Ve Kur’an’ı hayatın tüm boyutlarında, ilmi ve ameli eksene yerleştirmeliyiz. Böylelikle aziz İslam Peygamberi’nin (s.a.a) rızasını kazanmış olabilelim.
Kur’an’ı okumamak, Kur’an’dan başka bir şeyi Kur’an’a tercih etmek, O’nu hayatın eksenine yerleştirmemek, üzerinde dikkatlice düşünmemek, başkalarına öğretmemek ve O’nunla amel etmemek, Kur’an’ın mehcuriyetinin mısdaklarındandır. Hatta Kur’an’ı öğrenip de bir kenara bırakan, okumayan ve görmezlikten gelen kimse de Kur’an’ı mahcur etmiş, kendisinden uzaklaştırmış olur. 9
--------------------------------------------
1 Tefsir’u Nuru’l Sakaleyn
2 Tefsir’u Nuru’l Sakaleyn
3 Mukaddime-i Tefsir-u Sure-i Vakia
4 Zumer, 73
5 Risaletu’l İnsaf
6 Sahife-i Nur, c.20, s.20
7 Mufredat-ı Rağib
8 et – Tahkik fi Kelimati’l Kur’an
9 Tefsiru’l Munir
Suriye, Bir Başka Fitneye Doğru Mu İlerliyor?
Lübnan’ın güneyinde ateşkesin ilan edilmesinin hemen ardından Tahrir el-Şam’ın Halep’e düzenlediği saldırı, hem bölgesel hem de uluslararası açıdan değerlendirilebilir. Görünüşe göre, Tahrir el-Şam’ın yeniden canlandırılması, NATO’nun Ortadoğu’daki yeni projesi olup, küresel güçler arasındaki rekabetin devamı niteliğindedir.
Terörist grup Tahrir el-Şam, bugün sabah, Siyonist rejim ile Lübnan arasında ateşkesin ilan edilmesinden birkaç saat sonra, Halep’in kuzeyine yönelik büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı, 2016 yılındaki Halep’in kurtarılması operasyonundan sonra Halep kırsalının batısında yaşanan en büyük çatışmalar arasında sayılmaktadır.
Tahrir el-Şam, şu anda Suriye’nin kuzeyinde en önemli tekfirci terörist grup haline gelmiş durumda. Aynı zamanda “Sıkur el-Şam”, “Ceyş el-Şimal”, “Türkistan İslam Partisi”, “Ceyş el-İzza”, “Kata’ib el-Rahman” ve “Ceyş el-Öze” gibi birçok diğer grup bu örgütle ittifak kurmuş ve bugün Halep kırsalındaki operasyonlarda önemli bir rol üstlenmişlerdir.
Tahrir el-Şam, birkaç aydır Halep çevresinde geniş çaplı hareketlilikler başlatmış ve bu bölgedeki terörist varlığına dair yerel ve bölgesel medya organlarında birçok rapor yayımlanmıştır. Bu hareketliliklere karşılık olarak Suriye ordusu, bir ay önce zırhlı birliklerinin bir kısmını kuzey Suriye ve Halep kırsalına sevk etmiştir.
Bunun yanı sıra, Rusya ordusu da Şam yönetimiyle koordineli bir şekilde, bu süreçte Halep çevresindeki Tahrir el-Şam’ın üsleri ve savunma hatlarını bombalamıştır.
Tahrir el-Şam, aslında Suriye El-Kaidesi’nin güncellenmiş bir versiyonudur. Suriye iç savaşı başladığında, bu grup "Cehfet en-Nusra" olarak adlandırılmıştı. El-Kaide etiketinden kurtulmak amacıyla, kendisine "Tahrir el-Şam" adını seçti. Bu grubun lideri Muhammed el-Culani şu anda İdlib'de bulunmaktadır. Tahrir el-Şam, "El-Aksâ Fırtınası" operasyonunun başlatılması ve Hizbullah’ın Siyonist rejime karşı güney Lübnan’da savaşmaya başlamasının ardından, Halep’e geri dönme fırsatının doğduğunu değerlendirmiştir. Çünkü şu anda Hizbullah ve direniş güçleri Güney Lübnan cephesine odaklanmışken, Suriye topraklarında teröristlerin manevra yapabileceği bir ortam oluşmuştur.
Bu saldırı, Halep’e yönelik yapılmışken, Suriye hükümeti, yaklaşık bir yıl önce, Ankara’yla ilişkileri yeniden canlandırmak ve Türkiye’yi terörist gruplarla olan işbirliğinden uzaklaştırmak amacıyla müzakerelere başlamıştı. Tahrir el-Şam, Şam ile Ankara arasındaki bu müzakerelere karşı olan en önemli engeldi. Bu müzakereler Rusya’nın aracılığıyla yürütülüyordu. Bu bağlamda, son altı ayda, İdlib ve Halep kırsalındaki çatışmalar önemli ölçüde artmıştı; ancak Halep şehri bu çatışmalardan bir ölçüde korunmuştu.
Amerika Birleşik Devletleri ve Siyonist rejim açısından, bu terörist hareketlilikleri, direniş eksenine karşı bölgesel bir çatışma başlatma fırsatı olarak değerlendirilebilir. Çünkü en azından, direniş cephesinin, özellikle Suriye’deki gücü, kuzey Suriye’deki çatışma alanlarında harcanmaktadır. Son aylarda, Suriye, NATO’nun Ukrayna ile mücadelesinin yeni bir arenası haline gelmişken, Tahrir el-Şam’ın, Ukrayna istihbarat elemanlarının yardımıyla insansız hava araçlarıyla donatıldığı bildirilmiştir. Ayrıca, üç ay önce, İdlib’de, Ukraynalıların Suriye ordusu ve Rus askeri birliklerine karşı kullanılmak üzere mini insansız hava araçları üretecek atölyeler kurduğu yönünde raporlar bulunmaktadır.
Bu durum, NATO’nun, Rusya ve İran ile olan bölgesel meselelerde Suriye krizine özel bir dikkat gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu arada, Fransa'nın, ABD güçleriyle birlikte Suriye’nin kuzeydoğusunda üslerde bulunduğuna dair raporlar yayımlanmıştır. Bu durum, Suriye krizinin ciddi şekilde yeniden gündeme geldiğini ve bu vesileyle Rusya’ya baskı yapılmaya çalışıldığını göstermektedir.
Daha ilginç olan bir diğer gelişme ise, Orta Asya ülkelerinden gelen güçlerin Suriye’deki terörist gruplara katılımının belirgin bir şekilde arttığıdır. Özellikle, son saldırılarda yer alan ana terörist gruplardan biri, Çin’in Sincan bölgesinden Suriye’ye gönderilen güçlerden oluşan “Türkistan İslam Partisi”dir.
Bu durum, Suriye’deki mevcut satranç tahtasının ne kadar uluslararası gelişmelerle iç içe geçtiğini açıkça göstermektedir. Sonuç olarak, Suriye’deki mevcut gelişmeleri sadece içsel bir perspektiften değerlendirmek mümkün değildir. Görünüşe göre, Halep’teki son gelişmeler, Amerika’nın, Batı Asya’daki jeopolitik ortamda direniş eksenine karşı çok boyutlu mücadelesinin yeni bir aşamasıdır. Bu aşama, Lübnan’ın güneyinde 60 günlük ateşkesin sağlanmasının ardından, direniş ekseninin insan gücünü yeniden kazanması ve güçlerini örgütlemesi için gerekli fırsatın engellenmemesi amacını taşımaktadır.
Not: Analiz Tasnim Haber Ajansından tercüme edilmiştir.
Suriye'nin Kuzeybatısında Büyük Çatışma; Halep'te Neler Oluyor?
El-Nusra Cephesi teröristleri, bugün Siyonist rejim ile Lübnan arasında ateşkesin ilan edilmesiyle aynı anda Halep, Hama ve İdlib çevresinde Suriye ordusuna yönelik büyük bir saldırı başlattılar ve şiddetli çatışmalar yaşanıyor.
El-Nusra Cephesi ve ona bağlı diğer terörist gruplar, bugün sabah saatlerinde Suriye ordusunun mevzilerine saldırarak, bu bölgelerdeki kasaba ve köyleri roketler ve topçularla ateşe tutmuşlardır.
Teröristler, Halep’in batısındaki Nebil Ez-Zehra ve Qaytan el-Cil kasabalarına roketli saldırılar düzenlerken, aynı zamanda İdlib’in güneyi ve Hama’nın batısındaki ön hatlara da ağır saldırılar yapmışlardır.
Sputnik, Senhar, Qaytan el-Cebel, Şeyh Akil ve Şeyh Süleyman bölgelerinde şiddetli çatışmaların sürdüğünü ve bölgedeki kontrol haritasında herhangi bir değişiklik yaşanmadığını bildirdi.
Ayrıca, teröristler 46. Tümen bölgesindeki ön hatları kırmaya çalışmaktadırlar.
Suriye ordusunun topçusu, teröristlerin saldırdığı hatları yoğun ateşe tutarak, Suriye ve Rusya savaş uçakları, teröristlerin lojistik hatlarını, topçu mevzilerini, mühimmat depolarını ve askeri üslerini bombalamışlardır.
Bir saha kaynağı, Sputnik'e verdiği demeçte, Al-Aşa’ib el-Hamra adlı grubun Halep ve İdlib çevresinde birkaç cephede saldırılar düzenlediğini belirterek, Suriye ordusunun karşı taarruzunda onlarca teröristin öldüğünü aktardı. Suriye ordusu, El-Nusra Cephesi’nin Dareh Azze kasabasının kuzeybatısındaki tepelere kurduğu topçu bataryalarını ve cephaneliklerini yoğun ateşe tutmuştur.
Ayrıca, Suriye ordusu, Türkistan İslam Partisi ve Huras el-Din teröristlerinin Cebel el-Zaviyah bölgesindeki İdlib’in güneyindeki merkezlerine de yoğun bombardıman düzenlemiştir.
Şiddetli çatışmalar, Hama’nın batısındaki Sarmaniya, Ferqur, Eş-Şeyh ve Duveir el-Ekrad bölgelerinde ve İdlib’in güneyinde devam etmektedir.
Çatışmalar hala yoğun bir şekilde sürerken, Suriye hava kuvvetleri, teröristlerin ön hatlardaki toplanma merkezlerine yoğun hava saldırıları gerçekleştirmektedir.
Sputnik, Al-Aşa’ib el-Hamra grubunun, El-Nusra Cephesi’nin yan kolu olduğunu ve bu grubun başlarına kırmızı bant taktığını belirtti. Bu grup, Ebu Aliqzan el-Mısri tarafından kuruldu. Al-Aşa’ib el-Hamra, özellikle sivil halkı öldürme ve Suriye askerlerine karşı vahşi katliamlar yapma konusunda tanınmaktadır.
Huras el-Din teröristleri ise daha önce Afganistan, Bosna ve Kafkasya’da savaşmış teröristlerden oluşmaktadır.
Nebih Berri: İsrail'in Planlarını Boşa Çıkardık
Lübnan Parlamento Başkanı, Siyonist rejimin saldırılarının durması ve ateşkesin sağlanmasını, Lübnan halkının direnişi ve fedakarlıkları sonucunda elde edilen bir zafer olarak nitelendirdi.
Lübnan Parlamento Başkanı Nebih Berri, konuşmasına İslam ümmetinin şehidi Seyyid Hasan Nasrallah’ı rahmetle anarak başladı ve "İslami direnişin emanetini bana yükleyen" dediği Nasrallah’ın ruhuna selam gönderdi.
Berri, "Biz, İsrail'in saldırganlık planlarını boşa çıkardık ve yeni bir aşama başlatıyoruz," diyerek, Lübnan halkının ve direnişin kazanımlarına dikkat çekti.
Lübnan Parlamento Başkanı, "Biz, topraklarımızı savunmak için dört binden fazla şehit verdik," diyerek, direnişin ve fedakarlığın büyüklüğünü vurguladı.
Berri, Lübnan halkının mültecileri kucaklayıp onlara yardım elini uzattığına ve bu dayanışmanın ülkenin ihtiyacı olduğu bir dönemde büyük bir öneme sahip olduğuna değindi.
Berri sözlerine devamla, "Bu, Lübnan için en tehlikeli aşamadır, çünkü düşman, tüm Lübnan’ın bileşenlerini tehdit etti. Lübnan’ın birliği için bu an çok yakındı," dedi.
Berri, "Toprağa dökülen değerli kanlar, Lübnan’ı koruyacak ve ülke, istikrar ve caydırıcılık ile bu aşamadan daha güçlü bir şekilde çıkacaktır," ifadelerini kullandı.
Berri, "Tüm mültecilerimizi direniş göstererek ayakta duran, şehitlerin emanetine sahip çıkmak için kendi topraklarına geri dönmeye davet ediyoruz," dedi.
Son olarak, Lübnan’ın direniş kahramanlarını öven Berri, şunları söyledi:
"Direnişçiler, Lübnan topraklarının Siyonist katiller için bir oyun alanı olmasına izin vermediler. Biz, Lübnan halkını ve tarihini tehdit eden, ülkenin en tehlikeli anını geride bırakıyoruz."
ran, Ateşkesi Memnuniyetle Karşıladı
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Siyonist rejimin Lübnan'a yönelik saldırganlığının sona ermesini memnuniyetle karşılayarak, İran'ın Lübnan hükümetine, milletine ve direnişine kararlı desteğini vurguladı.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre Bekayi, İran'ın Gazze ve Lübnan’a yönelik savaşın derhal durdurulması gerektiğine ve İran'ın son 14 ay içinde bu hedefe ulaşmak için kapsamlı diplomatik hareketlerine değinerek, “Siyonist rejimin, ABD ve bazı Avrupa hükümetlerinin kapsamlı desteğiyle işlediği savaş suçları sonucu 60 bin masum insanın şehit oldu, 120 bin kişi yaralandaı ve 3,5 milyondan fazla mazlum Filistin ve Lübnan halkı iyerinden edildi ve bu bölgelerde hayati önem taşıyan çok sayıda altyapı tahrip edildi” dedi.
Bekayi, “Uluslararası Adalet Divanı'nın soykırımı önlemek için çıkardığı geçici emirlere ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Siyonist rejimin liderleri hakkında çıkardığı emrine göre, son 14 aydır savaşa ve soykırıma son verilmesi çağrısında bulunanlar, bugün işgalci rejimin suçlularının yargılanıp cezalandırılmasını bekliyorlar” ifadelerinde bulundu.
Bekayi ayrıca Batı Asya bölgesinde barış ve istikrarın korunması ve saldırgan Siyonist rejime Gazze'ye karşı savaşı durdurması için etkili baskı uygulama konusunda uluslararası toplumun sorumluluğunu da vurguladı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Lübnan’da ateşkes sağlanmasına yönelik müzakerelerin olumlu sonuçlanmasını memnuniyetle karşılandığını belirtti.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada; Lübnan’da ateşkes sağlanmasına yönelik müzakerelerin olumlu sonuçlanmasının memnuniyetle karşıladığını belirtti.
“Ateşkesin kalıcı olmasını temenni ediyoruz” denilen açıklamasında, "İsrail’in ateşkese harfiyen uyması ve Lübnan’da yol açtığı zararı tazmin etmesi için uluslararası toplum tarafından baskı kurulmalıdır." ifadelerine yer verildi.
Türkiye'nin Lübnan’da iç barışın tesisi amacıyla gerekli desteği sunmaya hazır olduğu bir kez daha vurgulanırken, "Bu vesileyle, bölgede barış ve istikrarın sağlanması için Gazze’de bir an önce kalıcı ve kapsamlı ateşkes ilan edilmesi ve İsrail’in saldırgan politikalarına son vermesi gerektiğini hatırlatmak isteriz." ifadeleri kullanıldı.
60 Günlük Ateşkes Fısıltıları; Hizbullah’ın Füzeleri Yapacağını Yaptı
Tam da Hizbullah'ın Lübnan'da işgal altındaki topraklara düzenlediği en ağır ve en zarar verici saldırılarından birinden sadece iki gün sonra, Lübnan Hizbullah Hareketi ile apartheid rejimi İsrail arasında 60 günlük ateşkes fısıltısı duyuluyor. Bu “fısıltı” o kadar ciddi ki, siz bu yazıyı okurken ateşkes çoktan başlamış olabilir.
Hizbullah'ın geçen hafta pazar günü (24 Kasım), işgal altındaki topraklara yönelik saldırıları gerçekten benzersizdi. Bu saldırılar kuzeyden Tel Aviv ve Aşdod'a kadar işgal altındaki bölgeleri kapsıyordu ve ciddiyet açısından bakıldığında işgal altındaki bölgeleri 300'den fazla füze ve insansız hava aracının vurduğunu söylemek gerekir.
İbrani gazetelerinden Yediot Aharonot, izin verildikten sonra bu saldırının zararlarının bir kısmına değindi ve şunları yazdı: ‘Oluşan hasarın miktarının on milyonlarca şekel olduğu tahmin ediliyor. Savaşın başlangıcından bu yana geniş alanlarda en yoğun çatışmaların yaşandığı günlerde, onlarca maliye ekibi hasarlı bölgelere akın etti ancak olayların kapsamının geniş olması nedeniyle tazminatın tespiti hâlâ mümkün değil ancak hasarın on milyonlarca şekel olduğu tahmin ediliyor.
İşgal altındaki bölgelerin kuzeyinde 8 binden fazla bina yıkıldı. Bu saldırıların ardından Siyonistler bir anda ateşkes sağlama kararı aldı. Elbette Kiryat Şomana’daki hasarın inanılmaz boyutlara ulaştığını ve yalnızca hasar gören eğitim binalarının yeniden inşasının 4 ay süreceğini belirtmek gerekir. Lübnan sınırındaki Siyonist yerleşim birimlerinde neredeyse hiç sağlam bina bulunmuyor ve evlerin çoğunun yenilenmesi ya da yıkılması gerekiyor.’
ATEŞKES HİZBULLAH’IN SALDIRILARININ MI YOKSA HOCHSTEİN’İN GÖRÜŞMELERİNİN Mİ SONUCU?
Bu bağlamda Arap dünyasının önde gelen analistlerinden olan Rey el-Yevm Gazetesi Başeditörü Abdel Bari Atvan, bu gazetedeki makalesinde şunları yazdı: ‘Ateşkes, Siyonist rejimin Tel Aviv, Hayfa ve Safed'deki askeri ve istihbarat üslerine 340'tan fazla roket ve patlayıcı insansız hava aracının ateşlendiği ve 4 milyondan fazla Siyonist'in barınaklara kaçmasına neden olan Siyonistlerin Kara Pazar günü sonrasında önerilmişti. Bu saldırılar sonucunda Ben Gurion havaalanı kapatılarak işgal altındaki bölgelerde çok sayıda yangın çıktı ve çok sayıda kişi yaralandı. İşgal altındaki bölgelerin kuzeyinde ve Batı Celile (Akka, Nahariya ve Hayfa dahil) ve Doğu Celile (Safad) şehirlerindeki hayat tamamen sekteye uğradı. Öyle ki Hizbullah'ın bir gün ve gecede gerçekleştirdiği operasyonların sayısı 51'e ulaştı ve bu bölgelerdeki tüm okullar kapatıldı.
Sahadaki bu gelişmeler, füzeler ve insansız hava araçları Lübnan ve Gazze'deki savaşın sonunu getirecektir ve yakın zamanda Tel Aviv'i ziyaret eden ABD Temsilcisi Amos Hockstein’in eylemlerinin bu konuda hiçbir etkisi yoktur. Şeyh Naim Kasım açıklamalarında tamamen doğru söylüyordu ve şu ifadelerde bulundu: “Beyrut’un roket yağmuruna tutulması Tel Aviv’in de roket yağmuruna tutulmasını beraberine getirecek ve Hizbullah teslim olmayacaktır.” Hizbullah'ın geçtiğimiz Pazar günü yaptığı saldırılar sonucunda düşmanın çığlığının göklere yükseldiğini görüyoruz.’
ATEŞKES ANLAŞMASININ AYRINTILARI
Lübnan Meclis Başkanı Yardımcısı İlyas Busaab, Pazartesi günü Lübnan ile Siyonist rejim arasındaki olası ateşkes anlaşmasının ayrıntılarına değindi ve Reuters haber ajansına verdiği röportajda şunları söyledi: ‘ABD'nin İsrail ile Lübnan Hizbullah Hareketi arasındaki çatışmayı sona erdirmek amacıyla önerdiği 60 günlük ateşkesin uygulanmasının önünde ciddi bir engel bulunmuyor. 60 gün içinde İsrail ordusu güçleri Güney Lübnan'dan çekilecek ve Lübnan ordusuna bu bölgelerde konuşlanma zamanı verilecektir.’
Öte yandan bazı haber kaynakları, Lübnan güçlerinin yanı sıra Amerikan ve Fransız güvenlik güçlerinin de Güney Lübnan'da konuşlanacağını, İsrail rejiminin bölgeyi terk edeceğini ve Hizbullah'ın da Litani Nehri'nin yukarısına doğru hareket edeceğini belirtiyor.
Lübnan dışişleri bakanı ayrıca ateşkes anlaşmasının Tel Aviv ile kara sınırlarının belirlenmesine yönelik müzakerelere yol açacağını umut ettiğini ifade etti. Hizbullah’ın meclisteki partisinin başkanı, Siyonistlerin ateşkes yolundaki sabotajlarının tekrarlanması konusunda uyarıda bulunarak şunları söyledi: ‘Lübnan'ın egemenliğine saygı duyan ve onu düşman tehditlerinden koruyan her öneriyi görüşüyoruz ve garantimiz ordu, millet ve direnişin denklemidir. İsrail, gözlemcilerin gözü önünde 1701 sayılı Kararı 30 bin kez ihlal etti. Zaten partimiz dolaylı görüşmelerin sonuçlarını bekliyor.’
Öte yandan, Hizbullah'ın bu kararına tüm direniş cephesinin saygı duyduğunu belirtmek gerekir. Bu bağlamda Hamas hareketinin liderlerinden Usame Hamdan, el-Meyadin kanalına verdiği röportajda şunları vurguladı: ‘İşgalciler sahada başaramadıklarını müzakerelerde elde etmeye çalışıyorlar ama böyle bir şey olmayacak.’
Hamdan, Lübnan cephesi hakkında da Pazar günü direnişin 51 operasyonu sırasında yaşananları “Allah'ın şanlı günlerinden biri” olarak nitelendirdi ve şunları vurguladı: ‘Bu, İsrail işgaline karşı Lübnan direnişinin açık bir mesajıdır. Lübnan'da herhangi bir ateşkes ilanı bizi mutlu edecektir, çünkü Hizbullah halkımızın yanındaydı ve büyük fedakarlıklar yaptı.’
Elbette bölge dışında da ateşkes kararı büyük dikkat çekti.
AB Komisyonu Başkanı Josep Borrell, G7 toplantısında yaptığı açıklamada, Siyonist Kabineden hiçbir mazeret ve ek talep olmaksızın Lübnan Hizbullah Hareketiyle ateşkes anlaşmasını kabul etmesini isteyerek, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin işgalci rejimin Başbakanı hakkında verdiği tutuklama emri konusunda Batı'nın çifte standartlarını eleştirdi.
SİYONİSTLERİN ÖFKESİ VE ÇIĞLIĞI
Öte yandan üst düzey bir Siyonist yetkili şunları söyledi: ‘Tel Aviv muhtemelen ABD'nin Lübnan Hizbullah'ıyla ateşkes planını onaylayacak. Netanyahu ve kabinesinin savaşı uzatmasına öfkeli olan işgal altındaki kuzey Filistin'deki yetkililer ve yerleşimciler şunları söyledi: Kuzeydeki İsraillilerin kanı Netanyahu'nun boynunda ve o bu bölgenin güvenliğini sağlayamamışken artık Hizbullah'a teslim olmuş durumda. Örneğin, Kiryat Şomana’nın belediye başkanı Avichai Stern şunları söyledi: Tam zaferden tam teslimiyete nasıl geçtiğimizi anlamıyorum ve neden bitiremeyeceğimiz bir şeye başladık? Biz Hizbullah'ı yenmek ve yok etmek yerine ona oksijen enjekte ettik.’
Elbette bazılarının da farklı görüşleri vardı; Örneğin Siyonist rejim muhalefet lideri Yair Lapid şunları söyledi: ‘Doğru olan, 10 ay önce Lübnan'la bir anlaşmaya varmaktı.’ Tabii bu sözler, yerleşimcilerin şu ifadelerinin ardından gündeme geldi: ‘Her gün sağa sola roketler çarpıyor, dayanma gücümüz kalmadı, belimiz kırıldı, gücümüz tükendi.
Siyonist rejimin eski başbakanı Naftali Bennett, Netanyahu'nun güvenlik kabinesi tarafından onaylanması beklenen Hizbullah ile yapılan ateşkes anlaşmasını sert bir şekilde eleştirdi ve şunları söyledi: ‘Bu anlaşma Hizbullah'ın İsrail'e saldırmasını engelleyemez ve bu anlaşma “tam bir diplomatik güvenlik başarısızlığıdır.” Bennett, açıklamasında Lübnan'da tampon bölge oluşturulmamasını eleştirerek, şunları söyledi: ‘Hizbullah sınır noktalarında örgütler oluşturup bunları Kuzey İsrail’e (İşgal Altındaki Filistin) saldırmak için kullanabilecektir.’
SİYONİST REJİMİN MİLYARLARCA DOLARLIK PROJESİNİN ÇÖKÜŞÜ
İbrani medyası, Hizbullah'ın insansız hava aracı saldırısının Tel Şamim bölgesindeki milyarlarca dolarlık bir projeyi hedef aldığını bildirdi. El-Meyadin konuyla ilgili haberinde şu ifadelerde bulundu: ‘Lübnan yakınındaki sınır bölgeleri yer altı tuzaklarından korkulduğu için boşaltıldı.’
SAVAŞIN TARIM SEKTÖRÜNE VERDİĞİ ZARARLAR
İbrani gazetesi Haaretz bir raporda şunları yazdı: ‘İsrail ordusunun 2023 sonlarında gıda rezervlerinde önemli bir artışa ihtiyacı vardı ancak iş gücü bulmada sorunlar yaşandı, bu faktörler meyve sebze sektöründe krize ve fiyatların artmasına neden oldu.’ İbrani medyası, savaşın devam etmesi sonucu işgal altındaki topraklarda tarım sektöründe kriz yaşandığını, meyve ve sebze fiyatlarının arttığını, çiftçilerin topraklarında çalışacak işçi bulmakta zorlandığını yazdı.
Bir diğer haber ise Siyonist rejim TV kanallarından Kanal 12, Yemen silahlı kuvvetlerinin saldırılarının ardından işgal altındaki topraklarda bulunan el-Hadire'deki “İttifak kauçuk fabrikasının” bu hafta kapatıldığını ve 450 çalışanı işten çıkardığını aktardı.
Japonya'nın “Yokohama Rubber” şirketi 2016 yılından beri bu fabrikanın sahibidir. The Globes daha önce fabrika sahibinin daha ucuz üretim alternatifleri ve daha düşük nakliye maliyetleri aradığını, çünkü üretimin büyük kısmının ihraç edildiğini, maliyetlerin ise savaşın başlangıcından bu yana Yemen silahlı kuvvetlerinin saldırıları nedeniyle arttığını belirtmişti.
Siyonist Rejimi Ateşkese Zorlayan 6 Baskı Faktörü
El-Manar haber sitesinin bir raporunda, Siyonist rejime yönelik çeşitli iç ve dış baskıların ateşkese yol açtığına dikkat çekildi.
El-Manar haber sitesi, Siyonist rejimin Lübnan ile ateşkes anlaşmasını imzalamadan önce, birçok iç ve dış baskıya maruz kaldığını ve raporda bu baskıların bazılarına yer verildiğini bildirdi.
Birinci faktör: Siyonist rejim, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun ilan ettiği hedeflere ulaşmakta başarısız oldu. Direniş sadece geri çekilmedi, aksine roket saldırıları devam etti ve işgal altındaki toprakların kuzeyindeki yerleşimciler, evlerine geri dönemedi. Ayrıca Siyonist rejim, Lübnan’da ve bölge genelinde hiçbir siyasi değişiklik gerçekleştiremedi çünkü bu savaşta başarısız oldu.
İkinci faktör: Siyonist rejim, sahada da başarısız oldu. Lübnan’a yönelik kara saldırıları çıkmaza girdi, büyük kayıplar verdi ve askerlerinin ölü ve yaralı sayısı arttı.
Üçüncü faktör: Direnişin roket saldırıları sonucu, Filistin işgali altındaki toprakların kuzeyinden ve merkezi bölgelerinden, Hayfa ve hatta Tel Aviv'den kaçan Siyonist yerleşimcilerin sayısı arttı. Bu durum, daha önce Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın sıkça vurguladığı bir denklem oldu.
Dördüncü faktör: Binyamin Netanyahu, iç siyasette de büyük baskı altındaydı. Bu baskı, hükümetin sağcı ve aşırı milliyetçi üyelerinden ve aynı zamanda muhalefet partilerinden geldi.
Beşinci faktör: Siyonist rejim, Amerika’nın Lübnan’a yönelik ateşkes düzenlemeleri üzerine yaptığı Amos Hochstein aracılığıyla yapılan müzakerelerde başarısız oldu. Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, bu müzakerelerde, uluslararası 1701 sayılı kararın değiştirilmesi veya Lübnan'a yeni bir gerçeklik dayatılmasının önünü kapattı.
Altıncı faktör: Siyonist hükümet, savaşta elde ettiği askeri başarıların sadece sivil binaların ve ticari yapıların yıkılması olduğunu kabul etti ve maliyetli savaşın devamından kaçınma kararı aldı.
El-Manar, raporunun sonunda, Siyonist rejimin, sahadaki ilerleyişinde, sadece 22 kilometrekarelik bir alana sahip olan El-Khayyam şehrine bile giremediğini vurguladı. İki ay boyunca peş peşe bu şehre saldıran ve geçen bir yıl boyunca işgal altındaki Filistin sınırındaki tüm bölgeleri roketlerle vuran Siyonist rejim, El-Khayyam'da yaşadığı hezimetle, genel olarak Siyonist rejimin ve komutanlarının, ordu liderlerinin ve rejim yöneticilerinin başarısızlıklarını ve yalanlarını gözler önüne serdi.