کارگر

کارگر

Pazar, 24 Kasım 2024 03:40

Kuran'da Çokluğun Anlamı

   “Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı.” Tekasür, 1 

İslam’da çokluk ve ekseriyete bakış açışı şöyledir; Çokluk düşüncesinin itikat ve şirkteki görünümü: “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli ilahlar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?” 1

 

Yemeklerde çokluk: “Hani siz (verilen nimetlere karşılık): ‘Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz. Bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. …’” 2

 

Ömürde çokluk: “O ki, toplamış ve onu sayıp durmuştur.” 3

 

Meskende çokluk: Kur’an kimilerine serzeniş ederken şöyle buyurur: “Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” 4

 

Şehvette çokluk: “İslam cinsellik meselesinden evliliği uygun görmüştür ve eşlerin birbirlerinden bu yöndeki istifadesini de kınamamıştır. “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.” 5 Bunların dışındaki birliktelikler ise haddi aşma olarak kabul edilmiştir: “Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.” 6

 

Çokluk sadece cemiyetin çoğunluğu ile ilgili sayımlarda olmaz. Kimi zaman zenginlik ve evlat için de çokluk gündeme getirilir: “Bilin ki dünya hayati ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir…” 7 Bundan dolayı Kur’an malı ve evlatları nedeniyle dünyaya dalmaması hususunda insanı uyarmıştır: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa iste onlar ziyana uğrayanlardır.” 8

 

Hz. Peygamber (s.a.a) Tekasür suresini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: “Meşru olmayan yollardan mal yığıp toplamak, o malda birikmiş olan vacip hakları ödememek ve kasalarda saklamak tekasürdür.”

--------------------------------------------

1 Yusuf, 39

2 Bakara, 61

3 Hümeze, 2

4 Şuara, 128

5 Muminun, 5-6

6 Muminun, 7

7 Hadid, 20

8 Münafikun, 9

Ömürde çokluk: “O ki, toplamış ve onu sayıp durmuştur.” 3

 

Meskende çokluk: Kur’an kimilerine serzeniş ederken şöyle buyurur: “Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” 4

 

Şehvette çokluk: “İslam cinsellik meselesinden evliliği uygun görmüştür ve eşlerin birbirlerinden bu yöndeki istifadesini de kınamamıştır. “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.” 5 Bunların dışındaki birliktelikler ise haddi aşma olarak kabul edilmiştir: “Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.” 6

 

Çokluk sadece cemiyetin çoğunluğu ile ilgili sayımlarda olmaz. Kimi zaman zenginlik ve evlat için de çokluk gündeme getirilir: “Bilin ki dünya hayati ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir…” 7 Bundan dolayı Kur’an malı ve evlatları nedeniyle dünyaya dalmaması hususunda insanı uyarmıştır: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa iste onlar ziyana uğrayanlardır.” 8

 

Hz. Peygamber (s.a.a) Tekasür suresini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: “Meşru olmayan yollardan mal yığıp toplamak, o malda birikmiş olan vacip hakları ödememek ve kasalarda saklamak tekasürdür.”

--------------------------------------------

1 Yusuf, 39

2 Bakara, 61

3 Hümeze, 2

4 Şuara, 128

5 Muminun, 5-6

6 Muminun, 7

7 Hadid, 20

8 Münafikun, 9

İran Dışişleri Bakanlığı Hukuki İşler ve Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Kazım Garibabadi konuk olduğu bir devlet televizyonu kanalında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.


Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) Siyonist İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski savaş bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmasını Filistin halkı için "büyük bir zafer" olarak nitelendiren Garipabadi, "Aslında bu karar ezilen Filistin halkı, Direniş Ekseni ve destekçileri için büyük bir zaferdir, Siyonist rejim ve destekçileri için de bir yenilgidir. Bu açıdan bakıldığında bu karar çok önemlidir." dedi.

Garipabadi, Avrupalıların Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu'nda İran'a karşı karar çıkarma girişimine tepki göstererek, "Eğer siz (Avrupalılar) böyle bir adım atarsınız. Doğal olarak İran da karşılık verir. Tahran'ın cevabı, İran İslam Cumhuriyeti'nin UAEA ve nükleer programının denetimini sağlamaya çalışan aynı ülkelerin zararına olacaktır." ifadesini kullandı.

Garipabadi sözlerine şöyle devam etti:

"Aslında bu ülkeler Sayın Grossi'nin Tahran'daki sözlerini dinlemediler çünkü siyasi hedefler doğrultusunda hareket ediyorlar. Gördüğünüz üzere, UAEA Başkanı Grossi bir karara ihtiyaç olmadığını söylüyor. O Tahran gezisinin olumlu ve yapıcı olduğunu, İran ile etkileşimlerin ilerlediğini söyledi ama Avrupalılar 'hayır' diyorlar. UAEA müfettişlerinin fiilen erişimi olmadığı, kurumun İran'la sorunları çözülmediği için bir karar çıkarmak zorunda olduklarını ileri sürüyorlar. Yani kendilerini UAEA Başkanı'nın yerine koyuyorlar."

BM Güvenlik Konseyinin 2231 sayılı kararın geçerliliğinin bitimine bir yıldan az süre kaldığını belirten Garipabadi, "Bu konuyu takip eden analistler Avrupalı tarafların İran'ı yükümlülüklerini yerine getirmemekle suçlayıp Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) anlaşmasındaki tetik mekanizmasını işletmeye çalıştıklarını düşünüyorlar." açıklamasında bulundu.

Tetik Mekanizması Devreye Girerse İran NTP’den Çıkacak

İranlı diplomat, "Tetik mekanizmasını İran İslam Cumhuriyeti'ne zarar vereceği düşünülmemelidir. Bu mekanizmayı İran üzerinde sopa gibi tutamamaları gerektiğini Avrupa'ya açıkça söyledik ve ABD'ye de aktarmalarını istedik. Tetik mekanizmasının Batı için de bir tehdittir. Tetik mekanizması devreye girerse İran NTP’den çıkacak.

Şu anda UAEA Yönetim Kurulu kararının tetik mekanizmasıyla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını kesin olarak söyleyemeyiz. Vatandaşları endişeye sokmamalıyız. Doğru analizlerimiz olmalı. İran İslam Cumhuriyeti, UAEA Yönetim Kurulu kararına karşı tek bir bildiri ile yetinemez." değerlendirmesinde bulundu.

İran Nükleer Anlaşması Nedir?

Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan İran nükleer anlaşması, 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi (İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya) ile Almanya ve İran arasında imzalanmıştı.

ABD Başkanı Donald Trump'ın 2018'de ülkesini tek taraflı olarak anlaşmadan çekmesinin ardından İran'a yönelik ekonomik yaptırımlar tekrar uygulamaya konulmuştu. Bunun üzerine Tahran yönetimi nükleer faaliyetlerine aşamalı olarak geri dönmüştü.

Tetik Mekanizması Nedir?

“Tetik mekanizması” nükleer anlaşmadaki olası bir ihtilafı çözme mekanizmasıdır. Nükleer anlaşmanın herhangi bir tarafı, taraflardan birinin anlaşmanın taahhütlerini yerine getirmediğine inanıyorsa, anlaşmanın 36. ve 37. maddelerine göre konu, İran dahil tüm tarafların bulunacağı ortak bir komisyona havale edilir.

Rast'ta yer alan habere göre bu iki maddeye göre, Avrupa ülkeleri İran'ı nükleer anlaşmaya uymamakla suçlayıp konuyu KOEP Ortak Komisyonu'na havale ederse, İran'ın şikayetçi tarafın rızasını almak için 30 günü olacaktır. Aksi takdirde dosya birkaç gün sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne havale edilir.

BM Güvenlik Konseyi'nin bu dosyayı aldıktan sonra bir ay içinde İran'a yönelik yaptırımların geri getirilmesini oylaması gerekiyor, ancak Batılı ülkeler KOEP müzakerelerinde oylama sürecinin yapısını Çin ve Rusya’nın Batılı ülkelerin görüşünü veto etme olasılığını ortadan kaldıracak şekilde değiştirdiler.

İslami analiz yazarı Mücahit Gültekin "Sana Söyleyemediklerimiz" isimli Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadetinden sonra konu edilen makalelere yer verdiği yazısında Nasrallah’ın ardından yazılanları ‘kişisel bir ağıt’ olarak niteledi.


Gültekin; ‘Verilen mesajların her biri artık ödenmesi mümkün olmayan kişisel bir borcun samimi itiraflarıydı’ betimlemesiyle Nasrallah’ın kalplerdeki yerine vurgu yaptı.

Sonraki günlerde onun şehadeti hakkında yazılmış pek çok yazı okudum. Bu yazıların pek çoğu bir kalemle tutulmuş bir yastı. Her biri artık ödenmesi mümkün olmayan kişisel bir borcun samimi itiraflarıydı.

Gültekin "Sana Söyleyemediklerimiz" isimli yazısında şu ifadeleri kullandı:

Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadeti pek çok kişi için sadece bir siyasi analiz konusudur: Hizbullah’a bundan sonra ne olacak? Onun yokluğu Lübnan’ı ve bölgeyi nasıl etkileyecek? Hizbullah bu ağır kaybın altından kalkabilecek mi?

Her şeyin önünde-sonunda siyasal ya da ekonomik çıkara bağlandığı bir dünya için bu sorular normaldir.

Ne var ki onun şahsiyetini, mücadelesini ve öğretisini bilenler; onun konuşmalarıyla büyüyenler bu sorulara önem vermemektedir. Bu; analitik, bilişsel ya da stratejik bir mesele değildir. Bunlar belki kaybın manevi anlamını hissedemeyenlerin sorabileceği sorulardır. Onun kişisel öyküsünü bilmeyenlerin; kendini direnişe adamış yoksul ve mahrum insanların onunla arasındaki derin bağı anlayamamış olanların sorabileceği sorulardır.

O sadece “Hizbullah’ın lideri” olarak aramızdan ayrılmamıştır. Onun ölümü sadece bir Müslüman’ın, bir Şii’nin, bir Arap’ın, bir Lübnanlının, siyasal bir liderin ölümü değildir. 28 Eylül günü öğle vakitlerinde Hizbullah’ın resmi açıklaması geldiğinde onun keder, yorgunluk ve zaferlerle dolu hayat hikayesine tanık olmuş direniş dostlarının neler hissettiğini anlamadan Seyyid Hasan Nasrallah’ın nasıl bir kişilik olduğu anlaşılamaz.

Lübnan’dan bir vatandaşın Nasrallah’ın gidişinden sonra yazdıkları onların neler hissettiği hakkında bir fikir veriyor: “Her gece bombalandık, sağa sola koşuyorduk ama bu gece, yerimizde kaldık. Herkes füzenin kendisine isabet etmesini umuyor. Yaşamaya değer hiçbir şey olmadığı için ölümü bekledik. Bu gece yetim kaldık.”[1]

Kendi içinde 15 yıl savaşmış; ideolojik, dini, mezhebi temelde parçalanmış bir toplumun neredeyse tamamını yasa boğan[2] sebep sadece ideolojik, siyasi ya da dini gerekçelerle açıklanamaz.

Aşağıdaki video 28 Eylül günü izlediğim pek çok videodan biri: Nasrallah’ın şehadet haberini ilk duyduğunda bu Hristiyan kadının feryatlarını ne açıklayabilir?

https://x.com/HumaZhr/status/1840293063354110447

Onun mezhebî, dini ve etnik kalıpların çok ötesine geçen kişiliğini bilenler için bunlar şaşırtıcı değildir.

O, İsrail bombalarıyla yıkılan kiliseleri ve zarar gören sinagogları onaran bir liderdir.[3] Bunları yapması için “birlikte yaşama” gibi sonu gelmez felsefi mülahazalara girmesine ya da riyakar liberal klişeleri kullanmasına gerek yoktur. Bunlar propagandası yapılacak politik malzemeler de değildir. Allah’ın adının anıldığı yerlere saygı onun samimiyetinin ve dünya görüşünün gereğidir.

*

Sonraki günlerde onun şehadeti hakkında yazılmış pek çok yazı okudum. Bu yazıların pek çoğu bir makaleden öte kişisel bir ağıt, kalemle tutulmuş bir yastı. Her biri artık ödenmesi mümkün olmayan kişisel bir borcun samimi itiraflarıydı.

8 Ekim’de el-Meyadin’de Kerim Çarara’nın “Sana Söyleyemediklerimiz”[4] başlıklı yazısı, “Hayattayken seninle konuşma şansımız olmadı ama belki bu sözler şimdi sana ulaşabilir. Herhangi biri olabiliriz, kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı, Hıristiyan ya da Müslüman, dindar veya şüpheci... Hiç önemli değil.” diye başlıyor ve şöyle devam ediyordu:

“Takip eden yılların senin için zor geçtiğini biliyoruz. İsrail işgali ve onun her yere yerleştirdiği işbirlikçileri, direniş yoldaşlarının ve halkının hapishanede katlanmak zorunda kaldığı işkenceler, hareketin yetenekleri ile İsraillilerinki arasındaki ezici eşitsizlik arasında, bu yolda şehit olan kendi oğlun da dahil olmak üzere, huzurumuz için çok şey feda ettin. Yine de bize özgürlüğü hediye edene kadar güçlü durdun. Üstelik bunu Lübnan halkının bir başarısı olarak nitelendirip bir saniye bile siyasi çıkar için kullanmayı düşünmedin. Hâlâ kalplerimizde ve zihinlerimizde Bint Cubeyl'deki zafer konuşmanın yankılandığını duyarız.”

Çarara, İslam’da en yüce makam olmasına rağmen pek çok direniş dostunun söylemeye dilinin varmadığı ve belki de sadece onların anlayabileceği bir çelişkiye de işaret eder: “İslam'da bir şehidin daha yüksek bir varlık mertebesine yükseldiği ve hâlâ hayatta olduğu bir hakikattir. Ancak pek çok kişi hâlâ sana şehit demeyi kendine yediremiyor.”

Hizbullah hakkındaki araştırmalarıyla tanınan California Üniversitesi’nden Esad Ebu Halil, Nasrallah hakkında yürütülen olağanüstü antipropagandanın kalplerdeki Nasrallah sevgisini engelleyemediğini yazar: “Peygamber ve Nasır döneminden bu yana hiçbir Arap lidere karşı Nasrullah'a karşı yürütülen kadar yoğun bir mücadele verilmedi. Her türlü yönteme ve iftiraya başvurdular. Hakkında dedikodular yaydılar ve gün boyu ona hakaret ettiler. Lübnan'daki Suudi ve BAE yanlısı grup (çoğunlukla gazeteciler ve STK aktivistleri), Batı basınına Hizbullah'ın kendilerini susturduğundan şikâyet ederken, internet sitelerinde ona karşı ağır hakaretler yağdırıyorlardı.”[5]

Halil, buna rağmen Nasrallah’ın yokluğunun doldurulamayacak bir boşluk yarattığını, onun adının Filistin özgürleştiğinde kutsal topraklarda yaşayacağını belirtir. Nasrallah’la görüşme fırsatı da bulan Esad Ebu Halil, Nasrallah’ın kişiliğini şu kelimelerle açıklar: “Zeki”, “alçakgönüllü”, “mükemmel bir dinleyici” ve “nazik bir muhatap”. Ama hepsinden önemlisi Nasrallah’ın onun dürüstlüğüdür: “Verdiği sözü mutlaka tutar… abartılı, içi boş konuşma tarzından uzak dururdu.”

Nitekim EMEL hareketi lideri ve Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri de şöyle demişti: “Ey şehit!...ilk kez sözünü tutmadın ve randevusuz gittin.”

El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin şehadet haberinin ardından kaleme aldığı yazıda onu “Hüseyin’in ta kendisi!” olarak tanımladı: “Seyyid Hasan, haksızlık karşısında her devrimci için ebedi bir sembol haline gelmiştir. O, Kudüs ve Filistin'i savunmak için şehit düşmüştür. Tüm nefrete, çarpıtmalara, kine, hayal kırıklıklarına ve cehalete rağmen, hayatının son anına kadar Amerika ve İsrail'e karşı savaşmanın, özgür yaşamak isteyen herkes için kutsal bir görev olduğuna inanmıştır.”

Zülfikar Zahir el-Menar’daki yazısına “Şüphesiz ki o şimdi burada!” diye başlar[6] ve Nasrallah’la halk arasındaki ilişkiyi sade bir şekilde tanımlar: “O halkı sevdi, halk da onu sevdi. Hiçbir koşulda, en zor koşullarda bile halkını ya da banliyölerini terk etmedi...”

Nitekim doğduğu, büyüdüğü, mücadelesini verdiği, yürüyüşlere katıldığı, sloganlar attığı, ümit ve güven verdiği, zaferler müjdelediği mahallede şehid oldu. Bu, onun kendine bir vaadiydi. 2006’daki zafer konuşmasında şöyle demişti: “Ben hayatımı ihanetle değil, şehadetle sonlandırmayı umut ediyorum."[7]

Janna Kadri el-Meyadin’de yayımlanan makalesinde Nasrallah’ın şehadetiyle bıraktığı küresel mirasa vurgu yaptı:

“Seyyid Nasrullah'ın somutlaştırdığı direniş ruhu sadece Lübnan'da değil, emperyalizmin sürdürdüğü sömürü ve baskı sistemlerini parçalamaya çalışan küresel proletaryanın yüreğinde de yaşamaya devam ediyor. Hizbullah'ın mücadelesi münferit bir savaş değildir; insan hayatından ziyade kâra değer veren ve egemenliğini sürdürmek için tüm halkları heba eden bir sisteme karşı küresel direnişin bir parçasıdır.”[8]

Tirinity College’da profesör olan Hintli yazar Vijay Prashad, “İsrail’i Mağlup Eden Adam: Seyyid Hasan Nasrallah” başlıklı yazısında[9] Seyyid Hasan’ın neden hedef alındığını yalın bir şekilde açıkladı: “Nasrallah öldürüldü çünkü Filistin'e verdiği destekten taviz vermiyordu.”

Prashad şöyle devam ediyor: “Diğer tüm Arap liderlerin aksine Nasrallah İsrail'e karşı iki kez savaş açmış ve İsrail'i mağlup etmişti: ilki İsrail'in 2000 yılında Lübnan'dan çekilmek zorunda kalması, ikincisi ise 2006 yılında İsrail'in Hizbullah'ı yok edememesi şeklinde gerçekleşti. İsrail'i mağlup eden adam en sonunda 27 Eylül 2024'te binlerce Lübnanlı yoldaşıyla birlikte öldürüldü.”

Prashad da Kadri gibi onun mirasına değindi. Nasrallah’ı yok etmek mümkün değildi çünkü O geride bir “direniş toplumu” bırakmıştı: “Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi'ndeki insanların dünya görüşünü şekillendiren bu direniş toplumudur. Bu insanlar kendilerini İsrail'in Filistin'i işgaline ve İsrail'in Güney Lübnan'daki eylemlerine karşı devam eden mücadeleye adadılar. Hizbullah'ın dayanıklılığının anlamı, Lübnan'ın güney bölgesindeki tünellerde sakladığı binlerce füze değil, işte bu direniş topluluğudur.”

Muhammed Nazzal, 30 Ekim’de el-Ahbar’da yazdığı “Allah Aşkına!” başlıklı yazıda bu mirası beliğ bir şekilde anlatırken bilip de anlatamayanların haline de değinir: "Dünyanın tanıma fırsatı bulamadığı, tanıyanların da bilinmediğine üzüldüğü bir grup var: Allah'ın gerçek halkı. Onlar 'Allah yolunda' olan kimselerdir ve âlemlerden bir karşılık veya minnet istemezler... Onlarla yağmur yağar, onlarla toprak yeşerir, onlarla zafer sağlanır, onlarla azap uzaklaştırılır, onlarla rahmet iner. Dünya onlardan asla mahrum olmayacak!"

*

Seyyid Hasan Nasrallah, son kez 19 Eylül’de seslendi bizlere. Çağrı cihazları terörünün hemen sonrasıydı. Darbe çok ağırdı. Bunu açıklıkla dile getirdi. İsrail’in talebi açıktı: Lübnan cephesinin kapatılması. Verdiği cevabı 27 Eylül gecesi -hepimizin kaygı ve ümit arasında sabahladığı o gece- tekrar dinledim. Şöyle demişti: " Gazze'yi terk etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun!"

Bu onun Filistin’e vaadiydi. Bu onun, kendine olan vaadiydi. Oğlu şehid olduğunda sakin bir şekilde “Bu, oğlumla yalnızca geçici bir ayrılık” demişti. Ayrılık sona erdi. O vaadinden dönmeyenlerin efendisiydi.

Şey Naim Kasım, ilk kez Hizbullah’ın lideri olarak ekranlara çıktığı konuşmada kederle dolu kalbinden hepimizin adına Seyyid Hasan Nasrallah’a şöyle seslendi:

"Sen, muzaffer direnişin sancağı, direnişin aşığı, umut kaynağı, zaferin habercisi, aziz hayata hasret kalanların sevgilisiydin ve öyle kalacaksın."

Dipnotlar:

[1] https://x.com/FiratGedikoglu/status/1840497686300213608
[2] https://ydh.com.tr/d/21601/nasrallah-sehadetiyle-de-lubnan-i-birlestirdi
[3] https://medyasafak.net/haber/3548/vijay-prashad--israili-maglup-eden-adam--seyyid-hasan-nasrallah
[4] https://www.ydh.com.tr/d/21849/d/21846/d/21907/ irak-direnisi- abd-yi-alarma-gecirdi
[5] https://ydh.com.tr/d/21756/nasrullah-in-donemi-ve-filistin-e-donus
[6] https://www.almanar.com.lb/12620093, Türkçesi: https://ydh.com.tr/d/22125/o-burada
[7] https://x.com/m_alierdogan/status/1854577032828797326
[8] https://english.almayadeen.net/news/politics/sayyed-nasrallah-s-martyrdom--a-catalyst-for-renewed-resista, yazının Türkçesi: https://ydh.com.tr/d/22148/direnisin-yenilenmesi-icin-bir-katalizor-seyyid-in-sehadeti
[9] https://medyasafak.net/haber/3548/vijay-prashad--israili-maglup-eden-adam--seyyid-hasan-nasrallah

İran'ın BM nezdindeki temsilcisi, Güvenlik Konseyi'ne yazdığı mektupta ABD ve İngiltere'nin bölge ve Ukrayna hakkında İran'a yönelttikleri ithamları reddetti.
 

 İran'ın BM nezdindeki daimi temsilcisi ve elçisi Emir Said İrevani, BM Güvenlik Konseyi başkanına yazdığı mektupta ABD ve Britanya'nın İran'a yönelttiği ithamlar hakkında bu tür temelsiz iddiaların Siyonist Rejim cinayetlerine bu ülkelerin verdiği destekten sorumluluğun düşmesine neden olamayacağını hatırlattı.

İranlı temsilci yazdığı mektupta "Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, Siyonist İsrail rejiminin cinayetlerinin zeminini hazırlarken kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. İsrail rejimine koşulsuz destekleri, çatışmaların devamına yol açmakta ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliği koruma misyonunu zayıflatmaktadır" vurgusunda bulundu.

Emir Said İrevani bu mektubunda şu ifadeleri de kullandı: "Bu yazı,18 Kasım 2024 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde " Filistin meselesi dahil Orta Doğu'nun durumu" başlığı altında yapılan açık oturumda, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık temsilcilerinin ortaya koyduğu temelsiz suçlamalara cevaben gönderilmektedir. Bu oturumda, Amerika Birleşik Devletleri temsilcisi, İsrail rejimiyle koordineli olarak, İran’ı bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayarak, Gazze’deki devam eden soykırım savaşına ve Lübnan’daki savaş suçlarına yönelik ortak suç ortaklıklarını gizlemeye çalışmıştır. İran Cumhuriyeti'ne yöneltilen bu suçlamalar şiddetle reddedilmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri, İsrail rejimine verdiği koşulsuz siyasi, askeri ve mali destek aracılığıyla, Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'da sivillere yönelik işlenen suçlar ve bölgedeki istikrarsızlıktan doğrudan sorumludur. Sivillerin katledilmesi, Gazze ve Lübnan’daki altyapıların tahrip edilmesi, Amerikan yapımı silahlarla ve Amerika'nın sürekli desteğiyle gerçekleşmektedir. Aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletleri'nin BM Güvenlik Konseyi'nde ateşkes kararlarına yönelik defalarca veto kullanması, İsrail rejiminin sorumlu tutulmamasını sağlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri, barış ve güvenliği teşvik etmek yerine, Güvenlik Konseyi’ni felç etmiş ve İsrail'e kendisini savunma bahanesiyle saldırılarını sürdürebilmesi için tam bir muafiyet sağlamıştır. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri'nin son olarak ateşkes kararına karşı veto kullanmasıyla açıkça görülmüştür.

Aynı şekilde, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı'nın, İran'ı bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayan temelsiz iddialarını da şiddetle reddediyoruz. Bu temelsiz iddialar, Birleşik Krallık'ın bölgedeki istikrarsızlık ve kaos yaratmadaki tarihi ve süreklilik arz eden rolünü gizlemeye yönelik açık bir çabadır. Birleşik Krallık'ın Filistin üzerindeki manda yönetimi sırasında yaptığı sömürgeci baskılar ve Filistin halkını haklarından mahrum bırakmaya yönelik kasıtlı siyasi mühendislik, bugün tanık olduğumuz adaletsizlik ve zulümlerin temelini atmıştır.

Birleşik Krallık, işgalci İsrail rejiminin kurulmasında merkezi bir rol oynamış ve Filistin halkının sürgün edilmesinde, acı çekmesinde ve baskı altına alınmasında doğrudan suç ortağı olmasına neden olmuştur. Bu ayrımcılığın ve toprak gaspının mirası devam etmekte olup, Birleşik Krallık’ın İsrail rejiminin uluslararası hukuku ihlali konusundaki destekleri ve bu rejime ileri düzey silah temin etmesiyle daha da pekişmektedir.

Dolayısıyla, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, İsrail rejiminin suçlarının zeminini hazırlarken, kendilerini sorumluluktan muaf tutamazlar. İsrail rejimine koşulsuz destekleri, çatışmaların devamına neden olmakta ve Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliği koruma misyonunu zayıflatmaktadır.

Ayrıca, bu iki ülkenin temsilcilerinin, aynı gün yapılan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi oturumunda, "Ukrayna'da uluslararası barış ve güvenliği koruma" başlığı altında İran’ı suçladıkları benzer iddiaları da kesinlikle reddediyoruz. İran'ın Ukrayna’ya yönelik tutumu, net ve değişmezdir.

 Topraklarının işgal edilişinden bu yana Filistinliler, özgürlük ve bağımsızlık için tek yolun işgalciye karşı her türlü direnişi göstermek olduğunu anlamışlardır. On yıllar boyunca yaşanan tecrübeler, Filistinlilere, siyonist işgal rejimiyle yapılan müzakerelerin ve barış görüşmelerinin kendilerine bir karış toprak bile geri kazandırmadığını öğretmiştir. Dolayısıyla Filistinliler, teslim olmayarak çok ağır bedeller ödeseler de, stratejik açıdan zafer kazanmakta, Kudüs’ün özgürleştirilmesi ve bağımsız devletlerinin kendi toprakları üzerinde kurulması yolunda ilerlemektedirler.

 

Filistin halkı, 7 Ekim’den bu yana, yani 14 aydır, Gazze Şeridi’ne yönelik siyonist soykırım saldırılarında 50 binden fazla şehit ve 100 binden fazla yaralı vermiştir. Fakat tüm bu acılara rağmen direnişe yönelik bir eleştiri duymuyoruz, aksine destek görüyoruz. Bunun en güzel örneği, Ümmü Muhammed El-Ağa hanımefendinin işgalciler tarafından öldürülen beş evladını uğurlarken söylediği şu sözüdür: “Şehitlerimizi kefenleyecek beyaz bezimiz var, ama teslim bayrağı çekecek beyaz bezimiz yok.”

Direniş, her bir Gazzelinin gemisi olmaya devam edecek; yaralarının, sevdiklerinin, şehitlerinin, yıkılmış evinin, camisinin, mahallesinin ve denizinin intikamını alacaktır… Ve bu sadece Gazzeliler için değil, her Filistinli için de geçerlidir. Zulüm ve baskıya maruz kalmış, fakat yaşadığı sıkıntılar ne kadar ağır olursa olsun asla teslim olmayan, davasından vazgeçmeyen, hak yolunun fedakarlıklarla dolu olduğunu, zaferin Allah’ın dürüst ve sadık olanlara bir vaadi olduğunu, Tufan’dan sonra vatanımızın üzerine mutlaka yeni bir güneşin doğacağını idrak eden herkesin intikamını alacaktır direniş.

Direniş, bölgedeki ve tüm dünyadaki mazlumların gemisi olmaya devam edecektir; tıpkı Hz. Nuh’un (as) gemisi gibi. O adamların sarsılmaz imanları ve samimi niyetleriyle, kanları ve canları pahasına başlattığı bu savaş, yalnızca Filistin’i, Kudüs’ü ve bölgeyi özgürleştirmekle kalmayacak, tüm yeryüzüne yayılacaktır. Zira ABD dünyanın tek kutbudur ve mazlumların ilk ve son düşmanıdır; herhangi bir meseledeki zulmün kökenine bakarsanız ABD’nin bir parmağını, bir elini, hatta tüm vücudunu bulacaksınız... Filistin’in tufanından sonra dünyamızın her tarafına adalet güneşi doğacaktır elbet. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 

Filistin direnişinin “Aksa Tufanı” operasyonunu gerçekleştirmekle yanlış hesap yaptığı iddiasında bulunanlara şu cevabı veriyorum: Filistinliler, silahlı direnişten barışçıl direniş veya sivil itaatsizlik niteliğindeki halk direnişine kadar birçok mücadele safhasını yaşadılar, hem ülkelerinin içerisinden hem de yurtdışından düşmanla savaştılar, fakat topraklarını özgürleştirmediler, istedikleri zaferi kazanmadılar ve net, tartışmasız bir siyasi başarı elde etmediler. Bununla birlikte bu mücadeleler hep düşmanın direnişi bastırması ve kırmasıyla sonuçlandı diye Filistin halkının verdiği bu mücadelelerde hatalı olduğunu söyleyebilir miyiz? Halkların direnişleri her zaman öncesinde birçok kırılmanın gelmesi gereken, zafer anına yol açan bir dizi yenilenmiş iradeden başka bir şey mi ki? Tarihte bu gerçeğe uymayan bir “işgale karşı direniş” hikâyesi var mı ki?!

Evet, Kutsal Toprakların evlatlarının başlattığı, gelmekte olan Tufan, gaspçı rejimin ve arkasındaki ABD ile zulüm ve küfür güçlerinin sonunun başlangıcıdır. Ümmet tarihinin bu kritik anında, ümmetin her özgür ve onurlu ferdine; Gazze ve Filistin topraklarında kendilerini mukaddesatlarını ve topraklarını savunmaya adayan, onlarla birlikte oturanların şakî olamadığı, ya onurlu bir şekilde yaşamaya ya da şehit olarak ölmeye ve gelecek nesillerine silinmez bir izzet ve onur mirası bırakmaya yemin eden o sadık müminlere destek olma çağrısında bulunuyorum.

Dr. Zahir Elbek

Filistinli Akademisyen ve Gazeteci

Hertaraf.com

Pazar, 24 Kasım 2024 02:54

Pakistan’da tekfirci terör...

Pakistan'ın kuzeybatısında tekfirciler tarafından yolcu otobüslerine düzenlenen saldırılarda en az 38 kişi hayatını kaybederken 30 kişi de yaralandı. Kurbanlar arasında 6 kadın ve birkaç çocuk da bulunuyor. Hedef alınanların Şii müslümanlar olduğu açıklandı.

  
Pakistan'ın Hayber-Pahtunhva eyaletinin başkanı Nedim Eslem Şudari, perşembe günü Pakistan'ın Hayber Pahtunhva eyaletinde silahlı kişilerin yolcu otobüslerine ateş açması sonucu en az 38 kişinin hayatını kaybettiğini ve 29 kişinin yaralandığını söyledi.

İlk haberler, kurbanlar arasında 6 kadın ve birkaç çocuğun olduğunu doğrularken en az 10 yolcunun da durumunun kritik olduğu bildirildi.

Şudari, "Bu büyük bir trajedi ve ölü sayısının artması muhtemel" dedi.

Üst düzey bir yerel yönetim yetkilisi olan Cavidullah Mehsud da "Kurram ilçesinde teröristler tarafından iki ayrı Şii konvoyu hedef alındı. Her iki olayda da yaklaşık 10 saldırgan yer aldı ve yolun her iki tarafından da ayrım gözetmeksizin ateş açtılar." dedi.

Reuters'a telefonla bilgi veren Paraçinar sakini Ziyaret Hüseyin, “Biri Peşaver'den Paraçinar'a, diğeri de Paraçinar'dan Peşaver'e yolcu taşıyan iki yolcu otobüsü konvoyu vardı ve silahlı kişiler otobüslere ateş açtı” dedi.

Hüseyin, Peşaver'den yola çıkan konvoyda akrabalarının da bulunduğunu sözlerine ekledi.

Saldırıyı şiddetle kınayan Pakistan Devlet Başkanı Asif Ali Zerdari, yetkililere, saldırıyı düzenleyenlere karşı harekete geçmeleri talimatını verdi.

Temmuz ayında aynı bölgede patlak veren bir dizi şiddetli çatışmada yaklaşık 50 kişi hayatını kaybetmişti. 

Cuma, 22 Kasım 2024 05:26

İran'dan UAEK'ya sert uyarı

Tahran, Batılı ve Avrupalı ülkeler tarafından İran aleyhine sunulan karar tasarısının UAEK yönetim kurulu tarafından onaylanması halinde ülkesinin kararlı bir şekilde ve derhal karşılık vereceğini açıkladı.



  İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Hukuki-Uluslararası İşler Temsilcisi Kazım Garibabadi, Batılı ve Avrupalı ülkeler tarafından İran’a karşı Uluslararası Atom Enerjisi Kurulu (UAEK) yönetim kuruluna sunulan karar tasarısının onaylanması durumunda ülkesinin hızlı ve kesin bir şekilde yanıt vereceğini söyledi.

Garibabadi, İran Atom Enerjisi Kurumu’nun, kararın onaylanması durumunda gerekli adımları hemen atmaya hazır olduğunu belirtti. Bu hamlenin, ilgili ülkelerin yapıcı olmayan yaklaşımına ve Tahran’ın iyi niyetine karşılık bir yanıt niteliğinde olduğunu ifade etti.

Yetkili, “İran, Batılı devletlerin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu da dahil olmak üzere uluslararası kuruluşları siyasi bir araç olarak kullanmaması gerektiğine inanıyor,” dedi.

'Yapıcı olmayan yaklaşımı kınıyoruz'
Öte yandan İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, UAEK üyesi bazı Batılı ülkelerin davranışlarını gerekçesiz bir tutum olarak nitelendirdi.

İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya konuşan Arakçi, Avrupa’nın üç büyük ülkesi tarafından İran’ın barışçıl nükleer programına yönelik “yapıcı olmayan ve gerekçesiz” eylemleri kınadığını ifade etti.

Ayrıca Arakçi, yönetim kurulunun bazı Batılı ülkelerin ve onların destekçilerinin siyasi hedeflerine hizmet eden bir platforma dönüşmesini engelleme çağrısında bulundu.

Arakçi, İran’a karşı bir karar tasarısının UAEK'nın teknik ve profesyonel görevlerini aksatabileceğini vurgulayarak, “Yönetim kurulunun, kurumun itibarını koruma, profesyonel konumunu ve bağımsızlığını garanti altına alma konusundaki önemli rolü göz ardı edilmemelidir,” diye ekledi.

Karar tasarısının sunulmasının ardından Arakçi, UAEK yönetim kurulu üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarıyla telefon görüşmeleri gerçekleştirdi.

Fransa, Brezilya, Güney Afrika, Bangladeş, Cezayir, Burkina Faso ve Pakistan’ın dışişleri bakanlarıyla temaslarda bulunan Arakçi, İran’a karşı yürütülen diplomatik girişimlere karşı görüş alışverişinde bulundu.

Cuma, 22 Kasım 2024 05:21

İlahi Mukadderatın Kısımları

 “Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.” Ra’d, 39 

Ayetler ve rivayetlerden elde edilenlere göre ilahi mukadderat iki türlüdür:

 

1 – Maslahatı daimi olan işlerdir. Zira Allah’ın kanunları da daimi ve ebedidir. Şu ayetlerde işaret edildiği gibi: “Benim katımda söz değiştirilmez.” 1 “Her şey O’nun katında bir ölçü iledir.” 2 Bu tür mukadderatlar levh-i mahfuzda sabittir. “O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır.” 3 Ve sadece Allah’ın izniyle ve ancak Allah’a yakın olanlar levh-i mahfuzdan haberdardırlar: “O, gözde meleklerin gördüğü, yazılı bir kitaptır.” 4

 

2 – Kesinliği olmayan, insanların davranış ve eylemlerine bağlı olan edinimlerdir. İnsanların günahlarından tövbe etmesi, affedilme maslahatını beraberinde getirir. Ya da sadaka vermek, belanın defedilmesiyle birliktedir. Zulüm ve eziyet ortaya çıkardığı fesattan ötürü ilahi kahrı da yanında taşır. Yani Allah Teâlâ, yarattığı âlemin idaresinde eli bağlı bir şekilde durmamaktadır ve sahip olduğu hikmet ile sonsuz ilmiyle şartların değişmesi suretinde kanun ve nizamında da değişiklik yapabilmektedir. Bu değişikliğin – haşa – Allah’ın cehaleti, görüşünün değiştiği ya da pişman olduğu anlamına gelmediği çok açıktır. Kuşkusuz bu değişim, hikmet esasına göre ve şartların farklılaşmasından ya da bu işin döneminin son bulduğu içindir.

 

Kur’an bu yönde birçok örnek sunmuştur. Bu örneklerden bazıları şöyledir:

 

1 – “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim.” 5 İnsan gönülden dua etmesiyle kendisine yararlı olacakları elde edebilir, alınyazısını değiştirebilir.

2 – “Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.” 6

3 – “O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.” 7

4 – “Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırdı.” 8

5 – “Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(inkapılarını) açardık.” 9

6 – “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” 10

7 – “Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 11

8 – “Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de döneriz.” 12

 

Soru: Eğer Allah’ın ilmi zatının aynı ise ve değişmesi mümkün değilse öyleyse O’nun ilminde var olan ne var ise eylem merhalesine gelmelidir. Aksi takdirde bu cehaletten başka bir şey değildir.

 

Cevap: Allah’ın ilmi; düzenin illetleri ve sebepleri esası üzerinedir. Şöyle ki, eğer bu vesileden istifade edilirse şu neticenin doğacağını, başka bir nedenden de başka bir sonucun hasıl olacağına O’nun ilmi vardır. Allah’ın ilmi, sebep ve nedenlere bağlı olan ilminden ayrı değildir.

--------------------------------------------

1 Kaf, 29

2 Ra’d, 8

3 Buruc, 22

4 Mutaffifin, 20 – 21

5 Mü’min, 60

6 Talak, 1

7 Rahman, 29

8 Saf, 5

9 A’raf, 96

10 Ra’d, 11

11 Furkan, 70

12 İsra, 8

 Yüzlerce önde gelen İranlı Sünni alim, Gazze'deki olaylarla ilgili İslam dünyası alimlerine mektup yazdı.
 

Mektubun tam metni şöyle:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“Allah kendi yolunda, İslâm uğrunda duvarları kurşun dökülerek, kenetlenerek yapılmış sağlam bina gibi saflar halinde tesbih ederek savaşanları sever”

İslam aleminin değerli alimleri

Mısır, Ürdün, Tunus, Irak, Suriye, Katar, Birleşik Arap Emirlikler, Türkiye’nin saygın alimleri...

Bugün Müslümanların ilk kıblesi olan asil ülke Filistin'de ve özellikle güçlü Gazze’de , büyük şeytan Amerika'nın desteğiyle şeytani Siyonist rejimin suçlarına tanık oluyoruz. (İnsanlar içerisinde Müslümanlara düşmanlıkta en şiddetli olanların, öncelikle Yahudiler ve onlardan sonra, putperest müşrikler olduğunu göreceksin).

Bugün dünya Gazze'de ırksal bir soykırıma ve zorla yerinden edilmeye tanık oluyor ve bu bölgede üzücü ve talihsiz olaylar yaşanıyor.

Aksa Tufanı Operasyonunun ardından bu yana geçen bu bir yılda, Kutsal Kudüs'ün ve aziz Gazze'nin başına gelenler konusunda sizin değerli duruşunuzu gördük ve duyduk. Protestonuzun ve öfke çığlığınızın sesi herkesin kulağına ulaştı ve bu takdire şayandır.

Siyonist düşmanın suçları ABD’nin ve birçok kâfir Avrupa hükümetinin açık desteğiyle yürütülmekte ve bu gaspçı rejim ve onu destekleyen Batılı kâfirler İslam alimlerinin, Müslüman ve gayrimüslim özgürlük arayanların ve hatta uluslararası topumun protestolarını aldırış etmemektedir.  Artık Gazze'den ve Kutsal Filistin topraklarından geçmiş olan ölüm makinesinin haddi hesabı yok ve İslam ülkesi Lübnan'da da Müslümanları öldürmekle meşguller ve bu öldürmelerin diğer İslam topraklarını da kapsaması çok uzun sürmeyecek. Ayrıca Siyonist rejim, yeni ABD hükümeti olan Trump'tan beklediği destekle, Gazze'nin tamamen ilhak edilmesinin ardından Batı Şeria'nın da tamamen ilhak edilmesini ve Filistin devleti kurma planına son verilmesini istiyor.

Bizler, İran’ın Sünni alimleri olarak siz İslam dünyasının alimlerinden, batılılaşmış sahte hükümetlerin sizinle karşı karşıya gelmesine yol açsa da açıklama yapmanın ötesine geçmenizi ve protestolarınızı pratik tedbirlerle hayata geçirmenizi rica ediyoruz çünkü Kuran’da “Allah'a ve Rasûlü'ne gerektiği gibi inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz, sizin için hayırlı olan budur.” buyurulmuştur.

Elbette, bugün şahit olduğumuz bu hassas durumda, her türlü küfür, bütün İslam'ın önünde durmakta ve bize Ahazap savaşını hatırlatmaktadır Müslümanların canını, malını ve namusunu savunmak tüm müslümanların sorumluluğudur. Tıpkı direnişin ümmetinin daha fazla ihlale izin vermeyeceği gibi sizin de bu mücadelenizin Allah katında büyük bir mükâfatı olacaktır. (Özürlü olmayan müminlerin evde oturanları ile, malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşanlar bir olamazlar. Allah, malları ve canlarıyla savaşanları, savaştan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Hepsine de Allah, güzel olan Cenneti vadetmiştir.)

Böylece, İslami direnişe mali yardım ve zekat kullanılmasını, Siyonist malların satın alınmasının yasaklanması ve Siyonist rejime her türlü yardımın boykot edilmesi yönündeki fetvanız için size teşekkür ediyor, birkaç ricada bulunmak istiyoruz:

1- Ürdünlü müminlerle birlikte, Gazze'deki savaş bitene kadar Ürdün'den ihraç edilen malların işgal altındaki topraklara ulaşmasını engelleyin! Ve varlığınız ile Ürdünlü gençlerin Kudüs’e girmeleri için Ürdün sınırlarını açın.

2- Mısırlı müminlerle birlikte Refah sınırında bulunun, eğer o sınırı yeniden açabilirseniz, en azından savaş bitene kadar orada toplanın ve Siyonist rejime baskı yapın.

3- Siyonistlere karşı silahlı mücadele fetvasını mümkün olan her şekilde İslam ümmetine, özellikle de gençlere iletin.

Son olarak İslam alimleri olarak birlik olursak Allah'ın “hak cephesinin zafere ulaşacak ve kâfirler yok olacak” vaadi gerçekleşecek. Sözümüzü bu şerefli ayetlerle bitireceğiz: Şu kesindir ki, Biz resul olarak gönderdiğimiz kullarımıza söz verdik ki onlar yardımımıza mazhar olacaklar ve Bizim ordumuz mutlaka galip gelecektir./mehr

Amerikan uçak gemisi saldırı grupları, Yemen'in saldırılarından bunaldıkça yer değiştiriyor. USS Lincoln de Kızıldeniz'den ayrıldı. Şu an Batı Asya'da ABD uçak gemisi bulunmuyor

Pentagon yetkilileri çarşamba günü USS Abraham Lincoln uçak gemisinin Kızıldeniz'den ayrıldığını açıkladı. USS Lincoln, bölgeye üç ay önce konuşlandırılmıştı. Amerikan güçleri 7 Ekim 2023'ten beri ikinci defa Batı Asya'da uçak gemisi saldırı grubu olmadan bulunuyor. Pentagon'a göre USS Harry S. Truman saldırı grubu bu boşluğu doldurmak için Portekiz'in Azor Adaları yakınlarındaki mevcut operasyon alanından Akdeniz'e hareket edecek.

 
USS Lincoln'ün geri çekilmesi, Yemen'in Kızıldeniz'deki ABD savaş gemilerine karşı sekiz saat süren iki büyük askeri operasyona imza atmasından sekiz gün sonra duyuruldu. Ensarullah Hareketi Lideri Abdülmelik el-Husi, uçak gemisinin misilleme saldırıları sonucunda Yemen kıyılarından "yüzlerce mil" uzaklaşmak zorunda kaldığını açıklamıştı. El-Husi, "uçak gemisinin hedef alınma korkusuyla zaman zaman Afrika kıyılarına yakın seyrettiğini" de sözlerine eklemişti.