کارگر

کارگر

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi düzenlediği haftalık basın toplantısında "Siyonist rejimin silahlarına ambargo uygulama yönünde Türkiye'yle girişimimiz sürüyor ve bu kampanyaya daha fazla ülkenin katılacağını umuyoruz "dedi.
 

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi düzenlediği haftalık basın toplantısında, basın mensuplarının sorularını yanıtladı.

Geçtiğimiz haftanın en önemli olaylarından birinin yani İran’ın hava savunma sistemleri tarafından Siyonist rejim saldırısını püskürtmesine değinen Bekayi "Bu savunma İran’ın tarihinde bir dönüm noktası oldu" dedi.

Bekayi ayrıca Siyonist rejimin saldırısında şehit düşen Ordu personellerinin şehadetinden dolayı başsağlığı diledi ve Sistan ve Belucistan eyaletindeki Taftan bölgesinde meydana gelen terör saldırısını da kınadı.

Birleşmiş Milletler Günü'nün gelişine değinen ve bu kurumun Siyonist rejimin suçlarına karşı eylemsiz kalmasını eleştiren Bekayi "Bu durumun sorumluluğu Siyonist rejimi destekleyenlerdedir ve bunun başında, Güvenlik Konseyi'nin Siyonist rejimin suçlarını durdurmaya yönelik her türlü eylemini engelleyen ABD var" ifadesinde bulundu.

Bekayi toplantı sırasında geçtiğimiz günlerde Siyonist rejimin gazetecileri şehit etmesini de kınayarak, basın toplantısında hazır bulunan gazetecilerden bu gazetecilere saygı duruşunda bulunmalarını talep etti.

İran ve Türkiye'den Siyonist rejim'e silah ambargosu girişimi yolda

Bekai, "Siyonist rejimin silahlarına ambargo uygulama yönünde Türkiye'yle girişimimiz sürüyor ve bu kampanyaya daha fazla ülkenin katılacağını umuyoruz. Önemli olan, Siyonist rejimin, ABD ve destekçileri tarafından Siyonist rejime verilen bu silahları öldürmeye devam etmek için kullanamamasıdır." ifadesini kullandı.

Önümüzdeki iki hafta içerisinde İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısının yapılmasını umuyoruz

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, konuşmasının bir başka bölümünde ise, Dışişleri Bakanlığı'nın Siyonist rejimin suçlarını durdurma ve bölgede barış ve istikrarı yeniden sağlanma yönündeki faaliyetlerine ilişkin bir rapor sundu. raporda şu ifadelere yer verildi:

"İran'ın İslam İşbirliği Teşkilatının acil toplantı yapılması talebi sunuldu ve bu konunun takip ve koordinasyonunda son aşamalarında; Bu toplantının önümüzdeki 2 hafta içinde yapılmasını umuyoruz."

Bekayi, bölgedeki ateşkesle ilgili olarak önerilen yeni plan hakkında "Ateşkes kelimesinin bu bağlamda doğru bir kelime olmadığını, aksine burada  Soykırımı durdurma gerekliliğinin doğru kelime olduğunu düşünüyorum" diye kaydetti.

Başından beri hedeflerinin Siyonist rejimin soykırımını durdurmak olduğunu ve bu alanda herhangi bir eylemi memnuniyetle karşıladıklarına dair basın mensuplarına konuşan Bekayi, "Bu bağlamda bahsettiğiniz taraflar bu konuda ciddi değiller ve bölgedeki varlıkları sadece bölgede gerilimin azalmasına yol açmakla kalmamış, aynı zamanda gerilimin de artmasına neden olmuş. Siyonist rejimin İran saldırısına tanık olduğumuz gibi" şeklinde konuştu.

Silahlı kuvvetlerimiz Siyonist rejimin hareketlerini izliyor

Bekayi, Siyonist rejimin İran'a yönelik saldırı sinyallerinin aldığımızı duyurmasının ardından şimdi bunları hangi ülkelerin gönderdiği sorusuna yanıt olarak "Dışişleri Bakanı'nın son birkaç haftadır bölge ülkeleriyle yaptığı istişarelerin sonuçlarından biri, ülkelerin durumu izlemesi ve gerekirse herhangi bir hareket konusunda birbirlerine bilgi vermesi gerektiği sonucuna varılmasıydı. Silahlı kuvvetlerimiz Siyonist rejimin hareketlerini sürekli takip ediyor ve bu bağlamda savunma sistemlerimizin zamanında müdahale ederek Siyonist rejimin füzelerinin çoğunu püskürttüğünü gördük" ifadesini kullandı.

Yanıtımız saldırının türüne bağlıdır

İran'ın Siyonist rejimin askeri saldırısına tepkisinin askeri mi yoksa diplomatik mi olacağı sorusuna yanıt olarak Bekayi, "Tutumumuzun açık olduğunu ve Siyonist rejimin saldırısına güçlü ve uygun bir şekilde yanıt vermek için mevcut tüm araçları kullanacağımızı vurguluyorum. Siyonist rejime karşı tepkimiz de tabi ki saldırının türüne göre veriliyor" açıklamasını yaptı/mehr

 Sosyal medya platformu X, İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei’nin önceki gün platformda açtığı İbranice hesabı askıya aldı.
 

İmam Hamanei’nin X sosyal medya platformunda İbranice dilindeki hesabına girmek isteyenler, "Hesap askıya alındı. X, X kurallarını ihlal eden hesapları askıya alır" uyarısıyla karşılaştı.

Farsça, Türkçe, İngilizce, Urduca, İspanyolca dahil bir çok dilde hesabı olan İmam Hamanei’nin diğer dillerdeki hesapları açık görünüyor.

İmam Hamanei adına önceki gün İbranice X hesabı açılmış ve dün bir konuşmasından alınan "Siyonist rejimin İran'a karşı hesap hatası var. Bu bozulmalı. İran'ın gücünü, kabiliyetini ve iradesini hala tam olarak anlayamadılar. Bunu onlara anlatmamız lazım" ifadeleri paylaşılmış ve söz konusu ifadeler İsrail'in devlet televizyonu KAN dahil olmak üzere İsrail medyası tarafından paylaşılmıştı.

X veya İmam Haamanei’nin ofisinden henüz konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmadı.

ABD merkezli sosyal medya platformu X, İmam Hamanei’nin hesaplarını daha önce de birkaç kez geçici olarak askıya almıştı.

İsrail Başbakanı Netanyahu, mecliste yaptığı konuşmasında Gazze ve Lübnan'a yönelik saldırılarının asıl amacını açıkladı.

Netanyahu, İsrail Meclisi'nde (Knesset) yaptığı konuşmada, 26 Ekim'de İran'a düzenledikleri hava saldırısına ilişkin açıklamalarda bulundu.

İran’a düzenledikleri hava saldırısının kapsamlı olduğunu iddia eden Netanyahu, Tahran'ın bölgedeki vekil güçlerinin saldırıyı püskürtmeyi başaramadığını savundu.

Netanyahu, İsrail'in uzun vadeli stratejisinin, "İran'ın şer eksenini ortadan kaldırmak" olduğunu belirterek, bu hedeflerinden vazgeçmeyeceklerini söyledi.

İSRAİL'İN İRAN'A SALDIRISI NASIL SONUÇLANMIŞTI?

İsrail, İran'ın 1 Ekim'deki füze saldırılarına misilleme olarak 26 Ekim'de İran'daki askeri noktaları hedef aldığını ve saldırının başarıyla tamamlandığını açıklamıştı.

İran, Tahran ve ülkenin batısındaki Huzistan ve İlam eyaletlerinde bazı askeri noktaların hedef alındığını ve hava savunma sistemlerinin saldırılara başarıyla karşı koyduğunu ancak bazı noktalarda sınırlı hasar meydana geldiğini duyurmuştu.

Saldırılarda 4 asker ile 1 sivilin hayatını kaybettiği açıklanmıştı.

MUHALEFETTEN NETANYAHU'YA RÜŞVET SUÇLAMASI
İsrail'de ana muhalefetteki Gelecek Var Partisi lideri ve eski Başbakan Yair Lapid, Başbakan Binyamin Netanyahu'yu koalisyon ortaklarına "rüşvet vermekle" suçladı.

Lapid, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, İsrail Meclisi'nin (Knesset) yasama çalışmalarına yeniden başlaması sonrasında dindar Yahudileri askerlikten muaf tutan yasa tasarısına ilişkin açıklamalarda bulundu.

ASKERDEN KAÇMA YASASI DEDİ
"Gazze'de HAMAS'ın elinde halen kadın askerler varken, İsrail hükümeti (askerden) kaçma yasasına destek veriyor." ifadelerini paylaşan Lapid, yasa tasarısına tepki gösterdi.

Lapid, Netanyahu hükümetini "vatanseverlere ihanet etmekle" suçlayarak, "Bu utanç verici yasaya karşı mücadele edeceğiz." şeklinde tepki gösterdi.

 Siyonist İsrail ordusunun Lübnan'a yönelik sürdürdüğü saldırılarda şehit olanların sayısı 2 bin 672'ye yükseldi.
 

Lübnan Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, katil İsrail ordusunun ülkenin birçok bölgesinde hava saldırılarını sürdürdüğü belirtildi.

Siyonist İsrail'in devam eden saldırıları sonucu dün 19 kişinin öldüğü ve 108 kişinin yaralandığı aktarılan açıklamada, 8 Ekim 2023'ten bu yana Lübnan'a yönelik saldırılarda şehit olanların sayısının 2 bin 672'ye, yaralananların sayısının da 12 bin 468'e yükseldiği kaydedildi.

İşgalci İsrail bombardımanı nedeniyle Lübnan'da yüzbinlerce kişinin yerinden edildiği tahmin ediliyor.

Ülkenin güney kesimlerinden başkent Beyrut ve kuzeye göç dalgası devam ederken, Lübnan hükümeti yerinden edilenlerden 486 binden fazlasının Suriye'ye göç ettiğini açıklamıştı.

Gözler İsrail'in İran'a yapması beklenen misillemeye çevrilirken, İran Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, İsrail'i uyardı. Selami, kendilerine saldırılması durumunda yeniden İsrail topraklarını hedef alacaklarını ifade etti.
 

İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı General Hüseyin Selami, İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e yönelik Gerçek Vaat 2 Operasyonunun ardından İsrailli yetkililerin gerçekleştirme sözü verdiği misilleme saldırısı hakkında konuştu. Hüseyin Selami, "İsrail'e diyoruz ki, eğer bir hata yapar bölgede ya da İran'da hedeflerimize saldırırsanız, sizi acı bir şekilde tekrar vururuz." dedi.

'ZAYIFLIĞINIZI BİLİYORUZ'
 
İran’ın İsrail’e balistik füzelerle 1 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırının ardından bölgede tansiyon yükselmeye devam ediyor. Gözler İsrail’in İran’a nasıl bir karşılık vereceğine çevrilirken İran Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, İsrail’i misilleme saldırısına karşı uyardı.

 

İran halkına seslenen Selami, "İsrail'e diyoruz ki, eğer bir hata yapar bölgede ya da İran'da hedeflerimize saldırırsanız, sizi acı bir şekilde tekrar vururuz." dedi. İran'ın İsrail'in savunma sistemlerini delebileceğini sözlerine ekleyen Selami, ABD tarafından İsrail'e konuşlandırılan gelişmiş bir hava savunma sisteminin İran'ın misillemesini engellemeyeceğini söyledi. İsrail’i işaret eden Selami, "Zayıflığınızı biliyoruz ve bunu siz de biliyorsunuz." ifadelerini kullandı.

'İSRAİL MİSİLLEME YAPMAYA HAZIR' İDDİASI

The Washington Post'a göre, İsrail olası bir misilleme saldırısında İran'ın nükleer tesislerini veya petrol rafinerilerini hedef almayacak. Öte yandan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, ABD Başkanı Joe Biden'a İran'daki askeri hedefleri vurmaya hazır olduklarını ifade ettiği iddia edilmişti. İsrail'in Kanal 12 televizyonunda yer alan haberde, İsrail ordusunun, İran'a verilecek karşılıkta hedef alınması planlanan noktalarının listesini Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant'a sunduğu belirtildi.

İsrail'in gerçekleştirmeyi planladığı iddia edilen misillemenin zamanı ise kasıtlı olarak belirsiz bırakıldı

HAMAS'tan İslam dünyasına çağrı: Gazze'nin kuzeyinde katliam var harekete geçinHAMAS'tan İslam dünyasına çağrı: Gazze'nin kuzeyinde katliam var harekete geçin

"Arap ve İslam dünyasındaki kardeşlerimiz ile özgür ve onurlu tüm insanları, işgalci siyonist rejimin saldırılarını durdurmak için tüm baskı araçlarını kullanmaya çağırıyoruz."
Dünyanın dikkati Lübnan ve İran'a olası saldırılara yoğunlaşmışken, siyonist işgal rejimi sözde ordusu, Gazze'nin kuzeyinde soykırım savaşının ilk dönemlerindeki kadar şiddetli ve yıkıcı saldırılara başladı. Siyonistlerin "Generallerin Planı: Teslim ol ya da açlıktan öl" adını verdikleri yeni saldırılara göre, Gazze'nin kuzeyi tamamen boşaltılarak ilhak edilecek, geride kalanlarsa "savaşçı" sayılarak katledilecek. Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS, işgalcilerin yeni saldırıları karşısında Arap ve İslam dünyası ile özgür ve onurlu tüm insanları, işgalci siyonist rejimin saldırılarını durdurmaya çağırdı.

HAMAS'tan yapılan yazılı açıklamada, şu ifadelere yer verildi: "Direniş cephelerine selam olsun" "Lübnan'daki mülteci kamplarında, diasporada, Gazze Şeridi'nde, işgal altındaki Batı Şeria'da, Kudüs'te, Lübnan, Yemen ve Irak'taki direniş cephelerinde kanlarını feda eden, kutsal mekânları, bilhassa Kudüs ve kutsal Mescid-i Aksa'yı savunmak için gökyüzüne yükselen kahraman şehitlerimizin ruhları şad olsun. Gazze Şeridi'ndeki sabırlı, direnişçi, metanetli ve inançlı kardeşlerimize selam olsun. Acı ve zulme rağmen, Filistin halkının kırılmaz ve teslim olmayan onurunu temsil eden efsanevi bir tablo çizmeye devam ediyorlar. Gazze'nin direnişçilerine, Batı Şeria'nın onurlu evlatlarına, halkımızın ve direnişimizin destek cephelerinde olan herkese selam olsun.

"İşgalci terör ordusu, sivilleri katlediyor"

Faşist işgal hükümetinin Gazze'nin kuzeyine başlattığı ve bugün on birinci gününe giren vahşi askeri saldırı devam ediyor. Yüzlerce askeri araç ve binlerce asker, büyük bir ateş gücüyle Gazze şehrinden kuzey bölgesini ayırarak, kuzeydeki yüz binlerce sivilin bulunduğu bölgeyi kuşatmaya alıyor. 10 gün içinde 342'den fazla şehit verildi, bunların çoğu kadın ve çocuk. Bugün, özellikle Cebaliye mülteci kampında yaşananlar, tam anlamıyla bir soykırımdır. İşgalci terör ordusu sivillere karşı katliamlar yapmakta, evleri başlarına yıkmakta, yolları, sivil yerleşim alanlarını, fırınları, hastaneleri ve su kuyularını bombalamaktadır.

Cibaliye'nin sokaklarında onlarca ceset hâlâ enkaz altında kalmış durumda. Kurtarma ekipleri bu cesetleri çıkaramıyor ya da yaralılara ve mahsur kalan insanlara ulaşamıyor. Bölgedeki insanlar, kuşatmanın sıkılaştırılması ve temel yaşam ihtiyaçlarının bölgeye girişinin engellenmesiyle insani bir felaketle karşı karşıya kalmış durumdalar.

"Generaller planı"

Kuzey Gazze'de artan suçlar ve katliamlar, işgal hükümetinin "Generaller Planı" adı verilen yeni bir soykırım aşamasına geçtiğine dair haberler ve raporlar eşliğinde gerçekleşiyor. Bu plan, kuzey Gazze'yi kuşatmayı ve bölgedeki yüz binlerce Filistinliyi aç ve susuz bırakmayı amaçlıyor. İçeride kalan herkesin savaşçı kabul edileceği ve bu kişilerin hedef alınarak öldürülebileceği belirtiliyor. Bölgenin "askeri kapalı bölge" ilan edilmesiyle birlikte bu uygulamaların yürürlüğe girmesi bekleniyor.

Sıkı abluka, sistematik bombardıman, yerleşim bölgelerinin tahribatı, toprak bariyerlerin oluşturulması, kuzey bölgesinin ateş ve askeri araçlarla Gazze şehrinden ayrılması, kuzey Gazze'deki halkımızın karşılaştığı insani felaket koşulları, şunu net bir şekilde göstermektedir: Tarihin gördüğü en aşağılık, vahşi ve Nazi askeri planlarından biriyle karşı karşıyayız. Bu plan, insanlık onurundan ve askeri şereften yoksun faşist generaller tarafından tasarlanmış, tüm uluslararası hukuk, insan hakları ve insanlık onuruna karşı açık bir ihlal teşkil etmektedir.

"Bu katliamlar bir savaş değil tam anlamıyla suçtur"

Biz, İslami Direniş Hareketi (HAMAS) olarak, halkımızı kurtarmak ve bu katliamı durdurmak için elimizden geleni yapıyoruz. Halkımızın direnişini desteklemeye yönelik çabalarımızı sürdürüyor, dost uluslararası taraflarla, Arap ve İslam dünyası düzeyinde temaslarımızı devam ettiriyoruz. Bu bağlamda şunları vurguluyoruz:

Sözde "Generaller Planı", işgalci terörist hükümetin uygulamaya koyduğu bir soykırım planıdır. Bu plan, işgalci Nazi ordusunun bir yıl boyunca Gazze'de halkımıza yönelik gerçekleştirdiği barbarca katliamların bir sonucudur. Çoğu kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere 42 bin 289 insanımızı katletmiş, tüm baskı ve terör yöntemlerine başvurarak halkımızı teslim almaya çalışmış, ancak hiçbir hedefini gerçekleştirememiştir.
Bu katliamlar bir savaş değil, tam anlamıyla suçtur. Bu saldırılar, halkımıza yönelik bir saldırı olmanın ötesinde, uluslararası hukuku açık bir ihlal ve insani hukuka karşı bir suçtur. Dünya bugün bu suçları durdurmaya ve işgalci Nazi hükümetinin liderlerini uluslararası mahkemelere çıkarmaya davet edilmelidir.
"ABD hükümeti, Gazze’de işlenen soykırım ve suçlardan sorumludur"

Uluslararası toplumun bu suça sessiz kalması, binlerce insanın öldürülmesi, açlık ve sefalet altında ezilmesi karşısında büyük bir değerler krizi yaşadığını göstermektedir. Bu sessizlik, uluslararası toplumun başarısızlığını ortaya koymaktadır ve uzun vadede bu sistemin varlığını tehdit etmektedir.
ABD hükümeti, Gazze'de işlenen soykırım ve suçlardan tamamen sorumludur. ABD'nin günlük olarak soykırımın durdurulmasını talep etmesine rağmen, bu talepler fiili bir baskıya dönüşmemekte ve Netanyahu'nun faşist hükümetine baskı yapılmamaktadır. Bu durum, ABD'nin bu katliamlardaki ortaklığını daha da açık hale getirmektedir.
Arap ve İslam ülkelerine, Arap Birliği'ne ve İslam İş birliği Teşkilatı'na acil harekete geçme ve Gazze'deki katliamı durdurmak için siyasi ve insani sorumluluklarını üstlenme çağrısında bulunuyoruz.
"Ümmet harekete geçmeli"

Arap ve İslam dünyasındaki kardeşlerimizi, özgür insanları ve tüm onurlu insanları, işgalci siyonist rejimin saldırılarını durdurmak için tüm baskı araçlarını kullanmaya çağırıyoruz. Bu bağlamda, kanaat önderleri ve âlimlerin, siyonist işgal karşısında ümmetin rolünü ve direnişini harekete geçirme sorumluluğunu üstlenmeleri gerekmektedir.
Bu barbarca "Generaller Planı", başarısızlığa mahkûmdur. Halkımızın ve direnişimizin kararlılığı sayesinde, işgalcilerin tüm planları geçmişte olduğu gibi yine başarısız olacaktır.
Son olarak, Gazze halkımıza direnişlerinden ve kahramanca sabırlarından dolayı minnet ve övgülerimizi sunuyoruz. Yakında, Allah'ın izniyle, işgalcinin kibrini kıracağız ve Generaller Planı'nı başarısızlığa uğratacağız. Şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza şifa ve Allah'ın izniyle zafer halkımıza ve direnişimize olacaktır." (İLKHA)

Gazze'de şehid sayısı 42 bin 409'a çıktı

İşgal ordusunun, Gazze Şeridi'ne 7 Ekim 2023'ten bu yana düzenlediği saldırılarda şehid olanların sayısı dün son 24 saatte 65 artarak 42 bin 409'a yükseldi. Gazze'deki Sağlık Bakanlığından yapılan açıklamada, işgalci barbarların Gazze Şeridi'ne 376 gündür sürdürdüğü saldırılara ilişkin bilgi verildi. İşgal ordusunun dün son 24 saatte Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdiği saldırılarda 65 kişinin katledildiği, 140 kişinin yaralandığı belirtildi. İşgal rejiminin 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda şehit olanların sayısının 42 bin 409’a, yaralı sayısının da 99 bin 153'e yükseldiği kaydedildi. Açıklamada ayrıca hâlâ enkaz altında ve yol kenarlarında cenazelerin bulunduğu ancak işgal güçlerinin engellemesi nedeniyle sağlık ekipleri ile sivil savunma görevlilerinin cenazelere ulaşamadığı yinelendi.  AA

Gazze'deki hükümetten bölgenin kuzeyi için

‘Acil güvenli koridor’ çağrısı

Gazze'deki hükümet, işgal ordusunun yoğun saldırı ve ablukası altındaki Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki sağlık sistemini kurtarmak için acilen gerçek anlamda güvenli bir koridor açılması talebinde bulundu.

Gazze

Gazze'deki hükümetin Medya Ofisinden yapılan yazılı açıklamada, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki sağlık sisteminin benzeri görülmemiş bir durumdan geçtiği vurgulandı. Açıklamada, "Gazze Şeridi'nin kuzey kesimi, işgalci israilin saldırıları ve kuşatması nedeniyle felaket ve benzeri görülmemiş bir durumdan geçiyor. Sağlık sistemini yaşanan bu felaket durumdan kurtarmak için derhal ve gerçek anlamda güvenli bir koridor açılması talebinde bulunuyoruz." ifadelerine yer verildi.

İşgal ordusunun, Gazze'nin kuzeyindeki sağlık sistemini hedef almayı sürdürdüğü, kısıtlı imkanlarla faaliyet gösteren 4 hastanenin çalışmalarını da çökertmekle tehdit ettiği kaydedildi. İşgal rejiminin tüm sağlık ekiplerinden Kemal Advan, El-Avde, Endonezya ve Yemen es-Said hastanelerini boşaltmalarını talep ettiği aktarılan açıklamada, bu nedenle de Medya Ofisinin uluslararası topluma ve tüm uluslararası kuruluşlara duruma müdahale etmeleri çağrısında bulunduğu vurgulandı.

İşgal ordusu 12 gündür Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliya Mülteci Kampı ile Beyt Lahiya ve Beyt Hanun'a yoğun kara ve hava saldırısı düzenliyor. Bölgeyi kuşatan işgalci askerler, hareket eden her şeyi hedef alarak bölgeye giriş çıkışları da engelliyor. (AA)

Emel Saad-Ghorayeb 2013'yazdığı makale... Bir gerilla gücü olan Hizbullah'ı klasik benzerlerinden farklı kılan yönleri ve Siyonist rejim için hazırladığı sürprizleri içeren yeni stratejisini masaya yatıran önemli bir analiz...


Temmuz-Ağustos savaşından “öğrenilen derslerin” en büyüklerinden biri, 1990'ların sonlarında Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan modern asimetrik savaş konseptinin şiddetli bir şekilde revizyona ihtiyaç duyduğu. Hizbullah'ın savaş sırasında sergilediği askeri performans, asimetrik savaşın artık sadece “düşmanının geleneksel operasyon biçiminden belirgin bir şekilde farklılaşan” “geleneksel olmayan” yöntemleri benimseyen siyasal aktörler üzerinden (ABD ordusunun yaptığı tanım budur) tanımlanamayacağını gösteriyor.

Otuz üç gün savaşı, Hizbullah'ın sadece gerilla savaşı sanatını mükemmelleştirmekle kalmayıp, “geleneksel olmayan” yöntemlerle konvansiyonel orduların kullandığı “normal operasyon biçimlerini” kaynaştıran yeni bir savaş paradigmasıyla bunu aştığını gösteriyor (bkz: Frank G Hoffman, Hybrid Threats: Reconceptualizing the Evolving Character of Modern Conflict (“Melez Tehditler: Modern Çalışmanın Gelişen Karakterinin Yeniden Kavramsallaştırılması”) [Strategic Forum, Ulusal Stratejik Çalışmalar Enstitüsü, Nisan 2009]).

Bu yeni savaş modelini inceleyenlerin en başında, Hizbullah'ın direniş şablonunun güç asimetrilerini dengelemenin bir aracı işlevi göreceği, ABD karşıtı devlet ve devlet dışı aktörler arasında bir “melez savaş” yayılmasına yol açmasından korkan Amerikan askeri stratejistleri geliyor (bkz: Paul Rogers, "America's new-old military thinking" [“Amerika'nın yeni-eski askeri düşüncesi”, 23 Temmuz 2009). Beklenti, ABD'nin devlet dışı karşıtlarının Hizbullah melezliğinin konvansiyonel unsurlarını taklit edeceği, düşman devletlerin ise konvansiyonel olmayan yöntemleri ödünç alacağı yönünde.

Pentagon'daki pek çok savunma planlayıcısı, böyle bir ihtimale yanıt olarak şimdi, ABD ordusunun bu stratejiyi terk ederek öngörülen "melez tehditler" ile savaşmaya daha iyi uyarlanmış geleneksel yöntemlere yeniden odaklanmak üzere, gayrinizami harp ve kontrgerilla savaşı çizgisinde yeniden konumlanmasını savunuyor. Bu yüzden ABD ve İsrail konvansiyonel ordularını konvansiyonel olmayan tehditlerle yüzleşmeye uyarlamakla meşgulken, Hizbullah etkin bir şekilde askeri doktrinini, taktiklerini ve silahlarını konvansiyonelleştiriyor ve silahlı kuvvetlerini nizami hale getiriyordu.

Stratejik topluluk

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, bu paradigma değişikliğini direnişin önde gelen askeri stratejisti İmad Muğniye'nin 12 Şubat 2008'de Şam'da katledilmesinden yalnızca birkaç gün sonra açıklamıştı. Nasrallah'ın ifade ettiği gibi direniş, üç aşamalı bir gelişim sürecinden geçmiş, kendiliğinden gelişen “geniş halk direnişi” ile yan yana savaşan bir silahlı direniş iken “örgütlü ve yoğunlaşmış silahlı askeri eylem”e dönüşmüş, nihai aşamada ise “düzenli ordu ve gerilla savaşçılarının bileşimi olarak işlev gören benzersiz bir yeni savaş ekolü” düzeyine gelmişti. Bu sentezde Hizbullah, askeri stratejisi, taktikleri, silahları ve organizasyonunda konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan unsurlar arasında ustaca bir denge sağlamış gibi görünüyor ve bu, değişimin bir direniş grubundan bir direniş ordusuna doğru bir geçiş olduğunu gösteriyor.

Stratejik düzeyde, Hizbullah'ın direnişi İsrail'i uzun süreli bir yıpratma savaşının ardından 2000'de güney Lübnan'dan tek taraflı olarak çekilmeye zorlayan bir klasik gerilla grubundan, İsrail güçlerinin yeniden işgale girişmesini engelleyen bir “yarı konvansiyonel savaş gücü”ne doğru gelişim gösterdi. Nasrallah, Hizbullah'ın standart gerilla stratejisinden radikal çıkışını, iki savaş biçiminin altındaki stratejiler arasındaki ayrımları çizerek anlatıyordu:  

"Ülkeyi işgal eden bir düzenli orduyla savaşan ve ona karşı ülke içinde operasyonlar düzenleyen, yani yıpratma amaçlı bir gerilla savaşı sürdüren bir direniş ile, ülkeyi işgal etmek isteyen bir saldırganlığın karşısında duran, onun bunu yapmasını engelleyen ve ona yenilgiyi tattıran bir direniş arasındaki stratejik farka dikkat çekiyorum… direniş ülkeyi özgürleştirir, fakat bir ülkeye yönelik saldırıyı önleyen direniş, yeni bir şeydir."

2000 yılına kadar Hizbullah'ın direniş konsepti, geleneksel kullanımla, yani tek misyonu işgalcileri dışarı çıkarmak olan, yabancı işgalciye karşı halk kurtuluş savaşı çizgisiyle uyumluydu. 2000'de başlayan çekilme sonrası dönemde, Hizbullah toprağı özgürleştirme merkezli askeri doktrinini revize ederek İsrail'i Lübnan'a saldırmaktan caydırmaya çalışan, stratejinin başarısız olması halinde ise ülkeyi İsrail saldırısından savunacak bir doktrini benimsedi. Bunun sonucunda direniş tanımı genişleyerek bir saldırıya karşı koymayı, bir başka deyişle işgal tehdidine karşı direnmeyi de içine aldı. Hizbullah, direniş konseptini bu şekilde yeniden inşa ederek kendi kendisine, geleneksel olarak devlet ordularının taşıdığı, Lübnan topraklarını saldırıdan savunma misyonunu verdi.  

Teknolojik ordu

Hizbullah'ın yeniden tanımlanan askeri stratejisinin arkasındaki mantık, İsrail'in “Haziran 2000'deki yenilgisinin ve yaşadığı aşağılanmanın intikamını” alacağı idi. Özgürleşme gerçekleştikten sonra İmad Muğniye hemen gelecek savaş için hazırlıklar yapmaya, “gece gündüz” çalışmaya başladı. İsrail yetkililerinin raporları bu iddiaları doğruluyor ve direnişin muhtemelen 2000 yılından başlayarak 2006 savaşından çok önce savunma hazırlıkları yaptığını gösteriyor (bkz: Andrew Exum, "Hizbullah Savaşta: Bir Askeri Değerlendirme" [Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü, Policy Focus 63, Aralık 2006]). Yüksek rütbeli bir İsrail subayının gözlemlediği gibi: "Karşımızda uzun zamandır bir savaş için hazırlanan bir düşman bulduk. Gazze ve Batı Şeria'da karşılaştığımızın aksine çok azimli, iyi donanmış, yetenekli ve koordine olmuş bir düşmandı.” Hizbullah'ın hazırlıkları karşısında eşit derecede şaşkınlık yaşayan UNIFIL gözlemcileri, bir subayın ifade ettiği gibi bunun altındaki yapıdan bihaber görünüyordu: “Hiçbir zaman onların herhangi bir şey inşa ettiğini görmedik. Çimentoyu kaşıklarla getirmiş olmalılar.”  

Böyle ileri bir planlama ve hazırlık konvansiyonel ordular için sıra dışı değilse de, Hizbullah'ın “titizlikle hazırlanmış savunma çalışmaları”, bir gerilla grubunun bir saldırı hazırlama ve öngörülen karşı saldırının etkisini azaltma hazırlığından ziyade, bir düzenli ordunun bir işgali püskürtme hazırlıklarına daha fazla benziyordu. Direnişin yeraltı sığınakları, iyi kamufle edilmiş ve gizlenmiş rampa alanları (bunlar İsrailler tarafından “doğal alan” diye adlandırılıyordu), güçlendirilmiş ateşleme mevzileri ve korunabilir iletişim sistemlerinden oluşan karmaşık şekilde tasarlanmış ağı, sürdürülebilir savunma kampanyası amacıyla inşa edilmiş gerçek bir askeri altyapı meydana getirdi.

Hizbullah'ın konvansiyonel olan ve olmayan taktikleri, silahları ve örgütlenmeyi benimsemiş olması bu nedenle, bu kapsayıcı savunma stratejisi çerçevesinde ve çatışmanın asimetrik doğasının dayattığı sınırlar dâhilinde düşünülmelidir. (bkz: Stephen D Biddle & Jeffrey A Friedman, The 2006 Lebanon Campaign and the Future of Warfare: Implications for Army and Defense Policy (“2006 Lübnan Kampanyası ve Savaşın Geleceği: Ordu ve Savunma Politikası hakkında Çıkarımlar”), Stratejik Çalışmalar Enstitüsü, ABD Askeri Akademisi, Eylül 2008). Düşmanı uzun süre yıpratma amacıyla tasarlanan standart gerilla taktiklerinin kullanıldığı önceki kurtuluş stratejisinden farklı olarak, Hizbullah'ın benimsediği konvansiyonel savunma stratejisi, elindeki sınırlı kaynaklar ve kapasiteyle, bir saldırıyı işgale dönüşme fırsatı vermeden püskürtebilecek şekilde hızla gelişmeliydi. Operasyonel terimlerle ifade etmek gerekirse bu, Hizbullah'ın direniş stratejileri doğrultusunda konvansiyonel orduların kullandığı araçları ancak kısmi düzeyde kullanabileceği ve başlangıçta işgal güçlerine karşı yıpratma savaşları için formüle edilen gerilla tarzı, konvansiyonel olmayan yöntemleri de kullanmasının gerekeceği anlamına geliyordu.

Taktik düzeyde, Hizbullah'ın diğer gayrinizami güçlerle birlikte sahip olduğu az görünürlük, stratejik hedeflerini gerçekleştirmesine belli düzeyde yardımcı oldu, zira kışlalar ve tanklar gibi hedefleri ifşa etmediği gibi, arkasında vurulabilecek bir “lojistik ayak izi” de bırakmadı. Direniş kullandığı birleşik taktiklerle, bir ABD askeri raporunda ayrıntılı olarak belirtildiği gibi “bazı yerlerin kontrolünü ele geçiriyor ve bazılarını bırakıyordu, bazı yerlerde karşı saldırılar düzenlerken başka yerlerden çekilme olanağına sahip olacaktı.”  

Direniş bir yandan, kuvvetlerini diğer konvansiyonel olmayan askeri aktörlerle birlikte hareketli savaş taktikleri izleyen küçük hücrelere dağıttı.

Diğer yandan, genelde konvansiyonel ordular için kullanılan taktikleri benimsedi. Gerillaların vur-kaç saldırılarından farklı olarak Hizbullah savaşçıları bir mevzi savaşı da verdi; alanı uzun süre elinde bulundurdu ve toprağı İsrail'in ilerleyen kuvvetlerine bırakmayı reddetti. Dahası, her ne kadar direniş savaşçıları, gayrinizami savaşçıların çoğunun yaptığı gibi sivil halkın arasına karıştıysa da, gerilla gruplarının yaptığı gibi onların arasında kaybolmaktan imtina etti. Klasik konvansiyonel ordular gibi, direniş savaşçıları da kendilerini sivillerden ayırt etmek üzere askeri üniformalar giydi ve sığınaklarda saklandı.

Konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan savaşın birleştirilmesi, Hizbullah'ın kullandığı geniş silah yelpazesinde de kendisini gösteriyordu; birçok gerilla grubunda görülen basit silahlar ile bazı devletlerinkilerle bile rekabet edebilecek gelişkin silah sistemleri bir arada kullanıldı. Fakat Hizbullah'ın savaşa olan benzersiz katkısını ispat eden şey sadece eski ile modern olanın böyle bir araya getirilmesi değil, bundan ziyade bu silahların ilkelliğini avantaja çevirirken daha gelişkin silahları da yaratıcı bir şekilde kullanabilme yeteneğiydi. (bkz: Amal Saad-Ghorayeb, "Hizbollah's Outlook in the Current Conflict" (“Bugünkü Çatışmada Hizbullah'ın Görünümü”) [Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, Policy Outlook 27, Ağustos 2006]).

Hizbullah, kılavuzsuz, kısa menzilli Katyuşa roketlerini günlük olarak fırlatmasıyla kuzey İsrail'i felce uğratmayı başardı; bu füzeler İsrail'in yüksek teknolojili füze savunma kalkanlarını aştı ve grubun taktik olarak değersiz bu silahlardan büyük stratejik değer çıkarmasını sağladı. Hareket ayrıca eskiden menzilinin dışında olan başka İsrail kasabalarına ve şehirlerine konvansiyonel, orta menzilli roketler de fırlattı ve İsrail'in Beyrut'a saldırması halinde Tel Aviv'i vuracağı tehditlerine dayanak oluşturdu.   

Hizbullah'ın radar kılavuzlu bir gemisavar seyir füzesiyle, muhtemelen Çin C-802'lerinin İranlı bir versiyonuyla bir İsrail savaş gemisini vurması daha da sofistike bir olaydı. Füzelerin melezleştirilmesine paralel olarak direniş, hem AT-3 Sagger, AT-4 Spigot ve AT-5 Spandrel gibi Rus yapımı kablo güdümlü tanksavar füzelerini, hem de AT-14 Kornet, AT-13 Metis-M ve RPG 29 gibi daha gelişmiş füzeler kullandı.  Gerçekte direniş, bu tanksavar cephanelerle tankları, personeli ve İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından kullanılan evleri, sığınakları ve araçları vurarak İsrail tarafında büyük miktarda kayba neden oldu. Tüm bunlar, Hizbullah'ın savaştaki becerikliliğini ortaya koydu.

Elektronik savaş alanında da Hizbullah, Nasrallah'ın ifadesiyle “basitlikle”, İsrail'in teknolojik üstünlüğünü nötralize etti. İletişim ağı için daha gelişkin kablosuz sinyaller yerine fiber optik kara hatları kullanan Hizbullah, bu sistemi İsrail'in elektronik parazit girişimlerinden korudu. Hareket bu şekilde, İsrail'in yere göğe sığdırılamayan elektronik savaş sistemini altetmeyi ve tüm savaş süresince kumanda ve kontrol sistemini korumayı başardı.

Hizbullah eş zamanlı olarak, kendi gelişkin istihbarat toplama kabiliyetleriyle, İsrail'in elektronik savaş cihazlarına sızmayı başardı. 2004 gibi erken bir tarihte İsrail hava sahasında uçan Mirsad-1 keşif uçaklarının yanı sıra hareket, aralarında İsrailli ihtiyat kuvvetlerle aileleri arasındaki İbranice telefon konuşmalarını takip etmek üzere kullanılan elektronik gizli dinleme donanımlarının da olduğu başka takip teknolojisi unsurlarını da elde etti. Dahası, Hizbullah başka cihazları ve teknikleri kullanarak İsrail radyo iletişimini bozdu ve deşifre etti ve böylelikle İsrail tanklarının hareketlerini izleyebildi ve ölüm raporları ile tedarik hatlarını takip edebildi.

Bu gelişmelerin İsrail üzerinde oluşturduğu baskı, gelen füzeleri izlemek için radar kullanan sistemini (TAPS) kullanmaya başlamanın planlanmasında kendisini gösteriyor; Ağustos 2009'da, 2006 yılında çok sayıda hasar verici darbe alan son nesil Merkava IV tanklarına yerleştirilmeye başlandı.

Direniş üniversitesi

Organizasyon anlamında Hizbullah'ın direnişi, bir gayrinizami gücün pek çok özelliğiyle karakterize oldu. Topluluk merkezli bir hareket olarak Hizbullah'ın savaşçı güçleri, ihtiyat kuvvet işlevi gören öngörülebilir sayıdaki köylüye ilave olarak 1000 kadar profesyonel savaşçıdan müteşekkil bir çekirdekten oluşuyor. Ademi merkeziyetçi tarzdaki kumanda ve kontrol yapısıyla iç içe geçmiş nüfuz edilemez örgütsel gizlilik, gerilla gruplarında tipiktir. Ancak bu karakteristik özellikler, konvansiyonel silahlı kuvvetlerde görülen sıkı disiplin ve savaşçılar arasındaki güçlü koordinasyonla dengeleniyor.

Dahası, Nasrallah'ın kara harekâtına girişmeleri halinde İsrail güçlerinin üzerine “on binlerce eğitimli ve teçhizatlı” savaşçı salma tehdidi, Hizbullah'ın ihtiyat kuvvetlerini profesyonel bir savaşçı güce dönüştürebileceğini ima ediyor. Hizbullah'ın 2006 savaşından aylar sonra “kapsamlı istihdam ve eğitim kampanyası” başlattığına dair raporlar, bu tür çıkarımları belli düzeyde doğruluyor.

Fakat savaş modelinin kanıtlanan başarısına rağmen Hizbullah, savaş performansını yeniden değerlendirdi ve gelecek savaş için İsrail'in güçsüzlüğü temelinde İsrail'in operasyon planlarını öngörmeye çalıştı. Hareketin gelecek stratejisi ve taktikleri bu nedenle, Nasrallah'ın ifade ettiği haliyle bu hesaplara bağlı olacaktı: “Biz Temmuz savaşı deneyiminden de bir şeyler öğrendik ve gerekli değerlendirmeleri yaparak, hem kendi tarafımızda hem de düşmanın tarafında güçlü ve zayıf yanları belirledik ve bu temelde hareket ettik.”

Hizbullah'ı bölgede daha önce İsrail'le çatışmaya girmiş diğer güçlerden ayıran tam olarak, düşmanını titizlikle inceleme yönündeki bu süregiden çabadır. Hizbullah, oryantalistlerin “Arap aklını” incelemelerini hatırlatan bir tarzla, baş düşmanını alt etmenin bir aracı olarak İsrail'in yalnızca askeri zihniyetine değil, aklına da nüfuz etmeye çabaladı.

Hizbullah'ın direniş modelinin başarısını sağlayan bir diğer faktör, kendi kendisini değerlendirme ve koşullara ve ihtiyaçlara kendini uyarlama sürecidir. Direniş, geçmişte ne kadar başarılı olduğunu kanıtlamış olursa olsun katı bir askeri stratejiye bağlı kalmak yerine, kesintisiz olarak kendisini değişen siyasi ve askeri çevreye adapte ediyor. Bu yüzden Hizbullah'ın gücü, doktriner olmayan bir askeri doktrini benimsemesinde yatıyor.

Bu, direnişin bir sonraki savaş için askeri stratejisini revize edeceği, saf savunma doktrininden kısmen savunmaya kısmen de karşı saldırıya dayalı, bir başka deyişle temelde savunmaya dayalı kalmakla birlikte güçlü bir saldırı kapasitesi dozu da enjekte edilmiş bir doktrine doğu kayacağı anlamına gelebilir. Dahası, hareketin daha geniş stratejik hedeflere ulaşmak için yeni taktikler hayata geçirmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu ihtimal, Nasrallah'ın İsrail'in Lübnan'a savaş açması halinde “büyük bir sürprizi” olacağı şeklindeki meşhur tehdidiyle de ima edilmişti.

Pek çok gözlemci başlangıçta Nasrallah'ın sürprizinin, direnişin Lübnan hava sahasını ihlal eden İsrail uçaklarına karşı kullanacağı uçaksavar füzelerini edinmesi olduğunu düşünmüştü. Hizbullah'ın halihazırda SA-7'ler sahip olduğu bilinmekle ve 2002'de daha gelişkin SA-18'ler edindiği düşünülmekle birlikte, 2008'de pek çok rapor sofistike SA-8 mobil hava savunma füze sistemleri edindiğini de ortaya çıkarmıştı. Ancak her ne kadar bu haberlerin gerçek olması halinde direniş gelişkin uçaksavar sistemlerini kullanacak olsa da, Nasrallah'ın bugüne kadar açıkça İsrail uçaklarını bu füzelerle düşürme tehdidinde bulunduğu düşünüldüğünde, bunların kullanımında bir sürpriz unsuru bulunmuyor.  

Daha akla yatkın bir teori, Nasrallah'ın sürprizden kastının, İsrail'e yönelik arka arkaya gelen tehditlerde görüldüğü gibi direnişin yeni bir askeri strateji ve yeni taktikler benimsediği yönünde: "Düşmanımızın ordusu, savaş alanında cesur, çetin ve adanmış direniş savaşçılarının görülmemiş bir savaş metodu kullandığını görecek; bu, onların gasıp topluluklarının kurulmasından bu yana hiç görmedikleri bir şey.” Nasrallah, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin  Kuzey Komutanlığı şefi  Gadi Eizenkot tarafından ifade edilen sözde “Dahiye doktrini”ne yanıt olarak, eski “Tel Aviv'e karşı Beyrut” denklemini “Tel Aviv'e karşı Dahiye” şeklinde yeniden formüle ederek meydan okumayı güçlendirdi.

 Nasrallah tarafından öngörülen taktikler, direniş savaşçılarının saygın gazeteci Nicholas Blanford'a bir röportajda söylediği gibi, İsrail toprağına saldırıları da içerebilir: "Güney Lübnan'daki bir yerel komutan, Hizbullah'ın 2006'da bir savunma savaşı verdiğini söyledi. ‘Bir sonraki sefere, hücumda olacağız ve bu bambaşka türde bir savaş olacak' dedi. Cevad [bir yerel savaşçı] bir sonraki savaşın ‘Lübnan'dan fazla İsrail içinde gerçekleşeceğini' söylüyor; bu, Hizbullah'ın kuzey İsrail'e komando saldırıları planladığını varsayan çok sayıda savaşçının yorumundan birisi."

Her ne kadar bu vurgular psikolojik savaş olarak da değerlendirilebilirse de, İsrail savunma teşkilatı direniş komandolarının kuzey sınırındaki bölgelere sızarak İsraillileri öldüreceği bir senaryoya hazırlanıyor.

Son savaş

Kullanılan taktiklerden bağımsız olarak, Hizbullah, Nasrallah'ın İsrail'e karşı tayin edici bir darbe indirme “sözüne” bağlı kaldığını göstermelidir. Hizbullah liderinin 2007'de naklettiği üzere, İsrail için sakladığı sürpriz, “savaşın akışını ve bölgenin kaderini değiştirme” ve “tarihsel ve tayin edici bir zafer gerçekleştirme” potansiyeline sahip. Nasrallah bir yıl sonra “bir sonraki zaferimiz kesin, tayin edici ve apaçık olacaktır” diye tekrar etmişti, zira Hizbullah, Ehud Barak'ın Lübnan'a yerleştirme tehdidinde bulunduğu beş tümeni “ezecekti”. Bir sonraki savaşın beklenen sonucu, İsrail'in öngörülen yenilgisinin sonucu olarak Nasrallah'ın “gasıp topluluğun” olası “yıkılmasını” öngörmesiyle daha fazla vurgulandı.

Bu noktada Nasrallah'ın savaş sonrası söylemiyle Hizbullah'ın Temmuz-Ağustos savaşı sonrasında ilan edilen hedeflerini karşılaştırmak faydalıdır. 2006'de hareket, Lübnan'ı İsrail saldırısından korumak ve düşmanın toprakları işgal etmesini engellemek dışında herhangi bir askeri hedef gütmedi.  Böyle olduğundan, Hizbullah öz savunma gerçekleştirerek zaferini – en azından özel olarak bu savaşı kazanmasından kaynaklı taktik anlamda – ilan edebildi ve hükümetinin ilan edilmiş amaçlarından bir tanesine bile ulaşamadan geri çekilmek zorunda kalan düşmanını zaferden yoksun kıldı.

Fakat hareket şimdiden çatışmanın bir sonraki raundu için kendisi bakımından stratejik çıtayı çok yükseğe koydu. Derin bölgesel içerimleri olacak şekilde yeni hedefini “tayin edici zafer” olarak tanımlayan Hizbullah, İsrail'le bir sonraki savaşında stratejik bir kazanım elde ettiğini göstermelidir. Böyle bir savaş, kesin olarak, iki düşman arasındaki “açık savaş” durumunu sona erdirmeli ve daha önemlisi İsrail'in bölge için teşkil ettiği kalıcı tehdidi nötralize etmelidir. Bu doğrultuda, İsrail'le gelecekteki bir savaş, Hizbullah için son savaş olmalıdır.

Çarşamba, 16 Ekim 2024 07:23

Vay Yezid Vay!

 Suudi Arabistan Başmüftüsü Abdülaziz eş-Şeyh, "Müslümanların, Yahudilere karşı Şiileri desteklemesi caiz değildir, bunu yapanların Allah'a tövbe etmesi gerekir..." demiş.


Peki, Yemen'deki Ensarullah veya Lübnan'daki Hizbullah gibi Sünni olmayan direniş örgütlerinin İsrail'e karşı Ehl-i Sünnet Müslümanlardan oluşan Hamas'ı desteklemesi caiz midir?
"İngiliz Şiiliğine" göre caiz değildir.
Söz konusu Suudi Müftü, İsrail'e direnenleri "terörist" tesmiye etmiş. Dahası, "İsrail'e karşı savaş haramdır!.." fetvası vermiş. Demek ki, İsrail'e karşı savaşmak haram ama Gazzeli çocuk ve kadınların sığındıkları çadırlarda İsrail bombalarıyla cayır cayır yanmaları helal.
Savaşmadan ölmek yani öldürülmek caiz midir peki?
Yani hastaneler, ambulanslar ve yeni doğmuş bebekler İsrail ile isteseler de savaşamayacaklarına göre maruz kaldıkları bombalar nedeniyle ölmelerinin hükmü nedir?
Mahut Müftü Hazretleri (içtihat hesabı), "Öldüren bir sevap, öldürülen iki sevap" der mi?.. Bence der, zira onda bu cevher var!
Allah bunların Amerikancı İslam'ından da İngiliz Şiiliğinden de sahici İslam'ı ve gerçek Müslümanları korusun.

***

Suudi Müftü, "Hizbullah'a karşı İsrail ordusuyla işbirliği yapılabileceğini" de dile getirmiş.
Nasıl fetva ama! Soykırımcı Netanyahu'dan "En Yaratıcı Fetva" ödülü alsa yeridir değil mi?
Sanmayın ki eleman münferit. Daha geçenlerde Sabır Meşhur adlı Mısırlı bir gazeteciden bahsetmiştim bu köşecikte. Hani, İran ile İsrail arasındaki savaşı Persler ile Rumların savaşına benzetmiş ve Kuran'da Rumların desteklendiğinden hareketle İran'a karşı İsrail'i desteklemek gerektiğini söylemişti.
Oldukça da uyanık bir eleman. Güya Osmanlı'ya meftun ve güya Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hayran olmakla muhafazakâr kesimlere şappadak sızmanın yolunu bulmuş.
Fakat, Başkan Erdoğan "İsrail Türkiye'ye saldıracak" derken, eleman "İran Türkiye'ye saldıracak..." diyor!
Yezid'i savunmak için de Hazreti Ali'yi itibarsızlaştıracak kadar gözü dönmüş bir mezhepçi. Hatta, "Yezitleşmeyi beka meselesi" olarak gördüğünü söylüyor.
Hep derim: Bu topraklardaki neşvünema bulan inşa edici Ehl-i Sünnet anlayışı ile bu tür rezil Arapların Sünni anlayışının uzaktan yakından alakası yoktur.

***

Yazık ki yazık, son zamanlarda bizim ülkemizde de bu kafaya yakın mürailer türedi.
Bunun bir operasyon olduğunu düşünüyor; NATO'cu çevrelerin "İran düşmanlığı" üzerinden ABD'ye "biat" tazeleme peşinde oldukları şeklinde okuyorum.
Bu elemanların Suudi Müftü kadar açık sözlü olmamalarının nedeni, Türkiye'nin başında Muhammed bin Selman'ın değil, Recep Tayyip Erdoğan'ın bulunması. Yoksa aynı cevher bunlarda da ziyadesiyle var.
Bir de "İsrail kendisine saldırmayana saldırmaz" diyen "seküler müftülerimiz" var. Sanki İsrail ile ABD birbirinden bağımsızmış gibi ve sanki ABD binlerce TIR silahla vekil örgütlerini teçhiz etmemiş gibi konuşuyorlar.
Bu seküler müftüler ile Amerikancı müftüler mevzubahis İsrail olunca nasıl da aynı mevzide buluşuyorlar!

Salih Tuna

TRT Genel Müdürü Zahid Sobacı, yıl sonunda TRT Farsça kanalının açılacağını duyurdu. İran'ı rahatsız etmek zorunda olduklarını söyleyen Sobacı'nın Tahran yönetimini hedef alması dikkat çekti.

  
Bursa Uludağ Üniversitesi’nin 2024-2025 akademik yıl açılış dersini veren TRT Genel Müdürü Prof. Dr. M. Zahid Sobacı, önemli açıklamalarda bulundu.

Sobacı, Türkiye’nin uluslararası alandaki yükselen rolüne dikkat çekerek, dış politikaya uygun uluslararası yayıncılık yaptıklarını belirtti. Özellikle İran'a yönelik mesajları şaşkınlık yarattı.

'İran’ı rahatsız etmek durumundayız'
Sobacı, "Bu yılın sonunda TRT Farsça kanalını açacağız ve İran’ı rahatsız etmek durumundayız," dedi. Türkiye’nin, uluslararası krizlere meydan okuyan tek ülke olduğunu öne süren Sobacı, bu nedenle Türkiye'nin daha fazla hedefe konulduğunu ifade etti. TRT'nin uluslararası yayıncılık sorumluluğunu vurgulayan Sobacı, TRT’nin 41 dil ve lehçede web ve radyo yayınları yaptığını ve bu yayınların kalitesini artırmak için çalıştıklarını da belirtti.

TRT'nin, Türkiye'nin dış politikadaki güçlü duruşunu ve uluslararası arenada sesini duyurmak için önemli bir araç olduğunu söyleyen Sobacı, TRT Farsça kanalının bu doğrultuda önemli bir adım olduğunu belirterek, bölgesel güç dengesinde etkili olmayı hedeflediklerini ifade etti.

Siyasilerden tepki yağdı
TRT Genel Müdürü Sobacı'nın konuşması sosyal medyada tartışma yaratırken siyasilerden de tepki mesajları geldi.

Genelkurmay Eski İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, TRT Genel Müdürü Mehmet Zahit Sobacı’ya tepki gösterdi.

  
Genelkurmay Eski İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, TRT Genel Müdürü Mehmet Zahit Sobacı’ya tepki gösterdi.

Sobacı’nın “TRT Farsça kurulacak. İran’ı rahatsız etmek zorundayız” açıklamasını hayretle karşıladığını belirten Pekin, “İran'ı hedef almak, emperyalist devletlerin bölgedeki amaçlarına hizmet eder” dedi.

İsmail Hakkı Pekin’in açıklamaları şöyle:

“Bursa Uludağ Üniversitesi’nin 2024-2025 akademik yıl açılış dersine giren TRT Genel Müdürü Prof. Dr. M. Zahid Sobacı'nın açıklamalarını hayretle takip ettim.

İran'ı hedef almak, emperyalist devletlerin bölgedeki amaçlarına hizmet eder. Bölgemizde barış istiyorsak İran, Irak, Suriye, Mısır, Lübnan ve Güney Kafkasya ülkeleri ile birlikte çalışmamız onlarla birlikte bir barış çemberi oluşturmamız gerekir.

Bunun yapılabilmesi için mutlaka barıştan yana olmak, ülkelerimizin bekaası noktasında ortak menfaatleri gözetmeli ve gereksiz rekabetleri bırakmalıyız.”

İslami Analiz