کارگر

کارگر

  İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadetinden dolayı taziye mesajı yayınladı.


İmam Hamanei'nin taziye mesajında şu ifadelere yer verildi:

"Bölgedeki direnişe önderlik yapan, din alimi ve bilge bir siyasi lider olan Seyyid Hasan Nasrallah, dün gece Lübnan'daki olaylarda şehadet mertebesine ulaşarak hakkın rahmetine ulaştı.

Direnişin aziz Seyyid’i, Allah yolunda yıllarca verdiği cihadın ve zorluklarının mükafatını kutlu bir mücadele sırasında aldı. Onlarca yıl boyunca Filistin'in mazlum halkını, işgal edilen kasaba ve köyleri, yıkılan evleri ve şehit olanları savunmak için de tedbir ve planlar hazırlayan Nasrallah, Beyrut'un Dahiye bölgesindekileri, onların yıkılan evlerini ve sevdiklerini savunmak için plan hazırlarken şehit oldu. Bunca mücadelenin ardından şehitlik lütfu onun gerçek hakkıydı.

İslam âlemi, büyük bir şahsiyet; Direniş Cephesi de önemli bir önderini, Hizbullah da eşsiz bir liderini kaybetti, ama onun onlarca yıllık cihadının bereketi asla kaybolmayacak.

Lübnan'da kurduğu ve diğer direniş gruplarına yön verdiği temel, onun kaybıyla ortadan kalkmayacak, Nasrallah’ın akıtılan kanı ve bu olayın diğer şehitleri sayesinde direniş güç kazanacaktır.

Direniş Cephesi’nin, Siyonist Rejim’in yıpranmış ve çürümüş gövdesine yaptığı darbeler daha ezici bir şekilde devam edecektir. Siyonist İsrail’in kötü doğası bu olayda galip gelmemiştir.

Direnişin Seyyid’i bir kişi değil, bir yol ve okuldur ve bu yol devam edecektir. Şehit Seyyid Abbas Musavi'nin kanı yerde kalmadı, Şehit Seyyid Hasan'ın kanı da kalmayacaktır."

Seyyid Hasan Nasrallah’ın ailesine, Hizbullah Hareketi, Direniş Ekseni, Lübnan halkı ve yetkililerine taziye dileğinde bulunan İmam Hamanei, Şehit Hasan Nasrallah için ülkede beş günlük yas ilan etti.

 Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından şehit edilmesine ilişkin Hamas’tan resmi açıklama yapıldı.

Açıklamanın tam metni:

"Hizbullah ve Lübnan İslami Direniş'indeki kardeşlerimize, Seyyid Hasan Nasrallah ve bir grup şehit liderin şehadetinden dolayı taziye ve dayanışma mesajı:

İslami Direniş Hareketi (Hamas), Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın ve lider kardeşlerinden bir grubun Aksa Tufanı mücadelesinde, Kudüs yolunda, Filistin halkımıza ve cesur direnişine destek verirken şehit olduklarını Filistin halkımıza, Arap ve İslam ümmetimize ve dünyanın tüm özgür insanlarına duyurur.

Lübnan halkına, Hizbullah’taki kardeşlerimize ve Lübnan’daki İslami Direniş'e içten taziyelerimizi ve dayanışmamızı sunuyoruz.

Bu barbar Siyonist saldırıyı ve Beyrut’un güney banliyösündeki sivil binaların hedef alınmasını en şiddetli şekilde kınıyor ve bunu korkakça bir terör eylemi, bir katliam ve vahşet olarak nitelendiriyoruz. Bu saldırı, işgalci rejimin kanlı ve vahşi doğasını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu rejim, tüm değerleri, uluslararası yasaları ve anlaşmaları hiçe sayan bir varlık olup, uluslararası toplumun sessizliği ve acizliği karşısında, bölgesel ve küresel güvenliği açıkça tehdit etmektedir.

Seyyid Hasan Nasrallah ve kardeşlerini sabır ve metanetle anarken, onun Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu yolundaki fedakarlıklarla dolu yaşamını ve Filistin halkımızın meşru haklarını savunan onurlu duruşunu gururla hatırlıyoruz. O, büyük fedakarlıklara ve zorluklara rağmen, Aksa Tufanı mücadelesinde Filistin halkımıza ve direnişimize verdiği desteği sürdürmüş ve bu yolda şehit düşmüştür.

Siyonist işgalci rejimi bu korkunç suçun ve bölgedeki güvenlik ve istikrar üzerindeki tehlikeli sonuçlarının sorumlusu olarak görüyoruz. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri de bu işgali politik, diplomatik, askeri ve istihbarat düzeyinde sürekli destekleyerek ve bu artan Siyonist teröre karşı sessiz kalarak sorumluluk taşımaktadır.

Bu Siyonist saldırı ve katliam karşısında, Hamas Hareketi olarak Hizbullah ve Lübnan’daki kardeşlerimizle tam dayanışmamızı bir kez daha yineliyor ve onların Mescid-i Aksa’yı, Filistin halkımızın meşru haklarını savunma mücadelesinde yanlarında olduğumuzu belirtiyoruz. Bu, ümmetin tüm güçlerinin ve dünya çapındaki özgür ve onurlu insanların desteklemesi gereken bir yoldur.

Lübnan topraklarında dökülen bu temiz kanlar, Gazze’nin onurlu direnişi, Batı Şeria ve Kudüs’teki şehit kervanlarıyla birleşerek, Siyonist düşmanı lanetleyecek ve direnişimizin asla geri çekilmeyeceği bir yol açacaktır.

Tarih, Siyonist düşmana karşı direnişin liderleri her şehit olduğunda, onların yerini daha güçlü, daha kararlı ve bu düşmanı yenilgiye uğratana kadar direnişi sürdürme azminde olan yeni bir lider neslinin aldığını göstermiştir.

Bu suçun ve tüm işgal cinayetlerinin, Lübnan ve Filistin’deki direnişi daha da güçlendireceğinden ve şehitlerin yolunda direnmeye ve mücadeleye devam edeceklerinden eminiz.

Seyyid Hasan Nasrallah ve onunla birlikte Kudüs ve Aksa’nın kurtuluşu yolunda şehit düşen kardeşlerine Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine, yakınlarına ve kardeş Lübnan halkına sabır ve başsağlığı temenni ediyoruz. Şüphesiz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz."

Hizbullah Lideri Nasrallah'ın şehit olduğu duyuruldu. Hizbullah'tan yapılan açıklamada 'Hizbullah liderliği, düşman karşısında, Gazze ve Filistin'i desteklemek ve Lübnan'ı ve onun sadık ve onurlu halkını savunmak için cihadına devam edeceğine söz verir.' denildi.

'ŞEHİTLER KERVANINA KATILDI'
 
Açıklama metni şöyle:

"Direnişin Efendisi, salih kul, büyük bir şehit, bir lider, bir kahraman, cesur, mert, bilge, basiretli ve sadık bir lider olarak, peygamberlerin ve şehit imamların izindeki ilahi iman yürüyüşünün ebedi ışığı olan Kerbela şehitleri kervanına katılarak vefat etti.

"Hizbullah Genel Sekreteri Muhterem Seyyid Hasan Nasrallah, yaklaşık otuz yıl boyunca yürüyüşlerine önderlik ettiği, zaferden zafere koşturduğu, 1992'de İslami direniş şehitlerinin efendisinin yerine geçtiği, 2000'de Lübnan'ın kurtuluşuna, 2006'daki ilahi zafere ve Filistin, Gazze ve mazlum Filistin halkına destek ve kahramanlık savaşına kadar tüm diğer onur ve kurtuluş savaşlarında yol arkadaşlarına, büyük ve ölümsüz şehitlere katıldı.


"Çağın ve Zamanın Efendisi, Müslümanların Velisi İmam Seyyid Ali Hamaney'i, büyük mercileri, mücahitleri, müminleri, direnişçi milleti, sabırlı ve mücahit Lübnan halkını, tüm İslam milletini ve dünyadaki tüm özgür ve mazlumları, onurlu ve sabırlı ailesini tebrik ediyor, Hizbullah Genel Sekreteri Sn. Hizbullah Genel Sekreteri Sayın Seyyid Hasan Nasrallah'ı, Kudüs ve Filistin yolunda şehit olarak en aziz arzularını, en yüksek iman ve temiz inanç mertebelerini yerine getirerek en yüksek ilahi onur olan İmam Hüseyin'in (a.s) nişanını almasından dolayı tebrik ediyor, güney banliyölerine yönelik hain Siyonist saldırının ardından onun pak ve kutsal alayına katılan yoldaşlarına başsağlığı diliyor ve onları kutluyoruz.

'CİHADINA DEVAM EDECEĞİZ'
"Hizbullah liderliği, düşman karşısında, Gazze ve Filistin'i desteklemek ve Lübnan'ı ve onun sadık ve onurlu halkını savunmak için cihadına devam edeceğine söz verir.

'HALA ARAMIZDA'
"Onurlu mücahitlere ve İslami Direnişin muzaffer ve muzaffer kahramanlarına, sizler onurlu şehidin sekreteryasısınız ve sizler onun zaptedilmez kalkanı ve kahramanlık ve kurtuluş tacındaki mücevher olan kardeşlerisiniz, liderimiz düşüncesi, ruhu, çizgisi ve kutsal yaklaşımıyla hala aramızda ve sizler zafere kadar direnişe ve fedakarlığa sadık ve bağlı kalıyorsunuz."

Hizbullah Lübnan’da siyonizme ve emperyalizme direnişin örgütü. İsrail’i ayağıyla ezen örgüt. O örgütün, o zaferin komutanı da Hasan Nasrallah! Mezhepçilikle Nasrallah’a düşmanlık edenler onun hayatını iyi okumalı.
 

Hizbullah’ın büyük lideri, komutanı Hasan Nasrallah, İsrail’in cuma akşamı düzenlediği hava saldırısında Beyrut’ta şehit oldu. 64 yaşındaki Komutan da şehitler kervanına katıldı. Nasrallah 7 Ekim’de başlayan Filistin direnişine ilk günden itibaren İsrail’in kuzeyinde cephe açarak destek vermişti. Giderek tırmanan gerginlik Lübnan içlerine sarkınca Nasrallah hedef oldu.

 

İSRAİL’E YENİLGİYİ TATTIRDI
Hasan Nasrallah, İslam dünyasının yaşayan en büyük komutanlarından biriydi. 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan İsrail saldırısını göğüslemiş ve 33 gün süren savaşta İsrail’e yenilgi tattırmıştı. Dünya çapında büyük yankı yapan bu başarıdan dolayı İsrail bugüne kadar Hizbullah’ı direkt hedef alamamıştı. Nasrallah ölmeden önce yaptığı konuşmalarda Filistin davasını sonuna kadar savunacaklarını ve İsrail saldırganlığına boyun eğmeyeceklerini cesur çıkışlarıyla ilan etmişti.

 

LÜBNAN’IN 15 YAŞINDAKİ ÇOCUĞU

Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 31 Ağustos 1960 tarihinde başkent Beyrut'un Burc Hamud bölgesinde doğdu.

Lübnan'da iç savaşın başladığı 1975 yılında 15 yaşında olan Nasrallah, ailesiyle birlikte memleketi Sur kentine bağlı el-Bazuriye köyüne döndü ve orada Şiî Emel Hareketi'ne katıldı.

 

Irak ve İran'daki dini merkezlerinde eğitim adı. Daha sonra Lübnan'a dönerek Emel Hareketi'nin lideri Abbas Musevi'nin kurduğu okulda öğrenim gördü.

 

1982’DE HİZBULLAH’A KATILDI
İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesinden sonra Hizbullah örgütüne katıldı. Abbas Musevi'nin 1992'de İsrail tarafından öldürülmesinden sonra 12 Şubat 1992'de Hizbullah'ın genel sekreteri seçildi.

İsrail - Lübnan Savaşı sırasında 14 Temmuz 2006'da Nasrallah'ın birkaç saat önce ziyaret ettiği büro, İsrail'in attığı bombalarla imha edildi. Ancak Nasrallah sağ kurtulmayı başardı.

 

İSRAİL’E YENİLGİ TATTIRDI
Hizbullah'ın 2000 yılında güney Lübnan'ın 22 yıl süren İsrail işgalinden kurtarılmasında ve ardından Temmuz 2006 savaşında İsrail'e karşı oynadığı rol, Nasrallah'a büyük prestij kazandırırken, 2006 Lübnan Savaşı'nın galibi, birçok Orta Doğu ülkesinde Hizbullah olarak görüldü.

Nasrallah ayrıca Lübnanlı ve Arap esirler ile İsrail tarafından alıkonulan direnişçilerin cesetlerinin iade edilmesi için takas anlaşması yapılmasında da önemli bir rol oynadı.

Etkili konuşmaları ve güçlü kişiliği, Arap ve İslam dünyasında kendisine popülerlik kazandıran faktörler olurken, konuşmaları geniş yankı ve ilgi gördü.

 

SURİYE’YE DESTEK
2011 yılında başlayan Suriye iç savaş kışkırtması ve ayaklanmalarında ABD ve İsrail’in eğitip donattığı terör örgütlerine karşı Suriye vatanını savundu. Buraya 10 binin üzerinde savaşçısını gönderdi. Çok sayıda komutanını da şehit verdi. İran’ın Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin liderliğinde bölgesel direnişe de destek verdi. Büyük bir stratejiyi bölgede uygulayarak, ABD ve İsrail’i sahada da etkisiz hale getirdi ve Türkiye’nin koridor müdahalesinden sonra büyük bir mevzi kazanıldı.

İKİ CEPHEDE SAVAŞ! HAMAS’I EĞİTTİ
İran ve Hizbullah’ın destek ve eğitimiyle Filistin’de benzer bir direniş hattı HAMAS üzerinden kuruldu. Bu direniş 7 Ekim atılımıyla kendini bütün dünyaya gösterdi. Herkesi şaşırttı. Filistin mücadelesi tarihinde ilk kez savunmadan, büyük taarruza geçerek İsrail’i şaşırttı. Tam da bugünlerde güneyden Filistin, kuzeyden Hizbullah İsrail’i iki cephede savaşmaya zorladı ve kısa sürede biter denilen mücadele bugünlere kadar geldi. Bu mücadelede Hizbullah’ın ve lideri Nasrallah’ın stratejisi etkili oldu. İsrail bu cepheyi çökertmek için Lübnan’a ve Nasrallah’a saldırmak zorunda kaldı.

 

OĞLU ŞEHİT OLDU, DİK DURDU

Şehit Nasrallah, 1997 yılında en büyük oğlu Hadi’yi İsrail ile yapılan bir çatışmada şehit vermişti… Kendisi de bu büyük dava uğruna şehit oldu.

Nasrallah’ın karakterini anlamak için önemli bir süreçti oğlunun ölümü… Oğlu Hadi Nasrallah 18 yaşında Hizbullah adına cephedeydi. Kendi iradesiyle savaşa katılmıştı.

1997'de güney Lübnan’da İsrail ordusunun mevzilerine yönelik saldırıda şehit oldu. Cenazesi İsraillilerin eline düştü. Oğlunun ölümünü İsrail televizyonunun şehitlerin kanlı fotoğraflarını paylaştığı yayında öğrendi. O sırada canlı yayında olan Nasrallah “Hep beraber savaşıyor, hep beraber şehid düşüyor, hep beraber kurban veriyoruz.” Dedi.

‘OĞLUMUN ŞEHADETİNDEN ÖNCE SİZİN KARŞINIZDA UTANIYORDUM’
Nasrallah oğlunun şehadet haberinden sonra diğer şehit ailelerine şöyle seslenir: "Şu anda Allah bana şehit babası olmayı nasip etti, Dün sizin karşınızda başımı dik tutmaktan utanıyordum; ama şimdi izin verin ben de sizlerden biri olayım. Bizler Hizbullah'ın liderliğini yaparken oğullarımızı gelecek için saklamıyoruz, Aksine bizler onların yüce şehitlik mertebesine nail olmasından onur duyuyoruz.”

 

İSRAİL ŞANTAJ YAPTI
İsrail, oğlunun cesedi karşılığında esir takası istedi. Burada da boyun eğmedi ve şantajı kabul etmedi: “Oğlumun cenazesinin en temiz ve en kutsal topraklarda tutulması benim için bir onurdur.

‘CANLI ESİRLER ÇOK DAHA DEĞERLİ’
“Oğlumun cenazesini şehadet şerbetini içen şehit esirlerin naaşları ile birlikte canlı esirleri de geri almadan kabul etmeyeceğim. Görmek istediğim son cenaze oğlumun cenazesidir. Çünkü canlı esirler benim için oğlumun cenazesinden çok daha değerlidirler.”

Nasrallah, 1998'de 145 canlı esir ve 140 şehit cenazesinin takasında oğlunun bedenine kavuşabildi.


İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan, Siyonist rejimin Lübnan saldırısına değinerek “Genel olarak insanın refahını yükseltmek için yapılan cihazlarının terör aracı olarak kullnılması insanlığın yıkılışıdır” dedi.
İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan bugünkü kabine toplantısında Siyonist rejimin Lübnan saldırısına ilişkin"Genel olarak insanın refahını yükseltmek için yapılan cihazlarının terör aracı olarak kullnılması insanlığın sonunun, cinayetkarlığın ve vahşetin açık göstergesidir" dedi.

Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan "Bu saldırı Amerikan ve Batılı ülkelerinin sözde ateşkesi savunduklarını iddia etseler de gerçekte tüm gücüyle cinayet, katlıam ve terör eylemlerinden yana olduklarını bir kez daha kanıtladı" ifadesinde bulundu.

Pezeşkiyan ayrıca "Bu durumun çözümü Siyonist rejim tarafından mazlum Gazze halkına yürütülen zulüm ve cinayetin durdurulması ve İslam ülkeleri ve Müslümanların birlikte olmasıdır" diye konuştu.

İsrail, Lübnan'da çağrı cihazlarını patlattı, ABD dahlimiz yok dedi... Hizbullah intikam yemini etti!
İsrail, Lübnan'da kullanılan küçük çağrı cihazlarına siber saldırı yoluyla saldırı yaptı. 10'u Hizbullah üyesi olan 19 kişi yaşamını yitirirken yaklaşık 2800 kişi yaralandı. Tayvan merkezli Gold Apollo şirketi, Lübnan'da infilak ettirilen çağrı cihazlarını kendisinin üretmediğini açıkladı...

ŞükraPatlamalar, 17 Eylül Salı günü Beyrut'un güneyi ve Lübnan'ın diğer birkaç bölgesinde başladı. Olaylara tanık olanların aktardığında göre insanların ceplerinden dumanlar çıktıktan kısa süre sonra, havai fişek ve silah sesine benzeyen küçük patlamalar duyuldu.


 

 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
Kısa sürede Lübnan genelinde hastanelere akın oldu ve tanıkların aktardıklarına göre izdiham yaşandı.

Lübnan Sağlık Bakanı Firas el-Ebyad, ülke genelinde Hizbullah unsurlarının kullandığı çağrı cihazlarının patlatılması nedeniyle biri çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiğini, 200 kadarı ağır yaklaşık 2800 kişinin yaralandığını belirtti.

Daha sonra Hizbullah, 10 mensubunun daha şehit olduğunu duyurdu.

Pazartesi, 16 Eylül 2024 08:14

kuranda Muhkem ve Müteşabih Ayetler - 2

Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır.

 Eşaire, kıyamet gününde müminler hesaba çekildikten sonra Allah’ı göreceklerine inanmaktadırlar. Ebu’l- Hasan Eşari bu inancı için,”O gün yüzler ışıl ışıl parlar ve Rablerine bakarlar”[78] ayetini delil olarak öne sürmüştür; zira ayette müminlerin Allah’ın nurani çehresini seyredecekleri için çehrelerinin aydınlanacağı söylenmiştir. Eşari diyor ki: Arap dilinde nazar kelimesi üç anlamda kullanılır.

1- İtibari Nazar: İbret ve ders alma. Örneğin:

“Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!”[79]

2- Beklemek: Nitekim ayette buyruluyor ki:

“Onların beklediği (Ma yenzurune): Sadece bir ses!.. Çekişip dururlarken kendilerini çarpacak bir ses… “[80]

3- Gözle görmek: Bahis konusu ayetin kastıdır. Zira o gün ibret alınacak bir şey yoktur ve aynı şekilde “Nazar” bekleme anlamında değildir, örneğin Hz. Süleyman diyor ki:

“Elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım.”[81]

Ebu’l- Hasan Eşari’ye soruyoruz: “Niçin sevap kelimesini yani, ‘Rabbin sevabına bakarlar’ takdir almayalım?” Bunun cevabında diyor ki: “Mebna takdirin olmamasıdır; zira sözün zahirinin tersinedir. Çünkü ayetin zahirindeki anlam Allah gözle bakmaktır. Eğer sevap kelimesini takdir olarak alırsak Allah dışındaki herhangi bir varlığa nazar edilmiş olur. Yani eğer birilerinin sözünü zahirinin tersine yorumlarsak veya sözünü değiştirecek şekilde herhangi bir yerini takdir olarak alırsak bu doğru olmaz.”

Eşari, “Gözler O’nu idrak edemez” ayeti hakkında diyor ki: “Görmemekten kasıt bu dünyadadır ki ahirette görmek olasılığıyla bir çelişkisi yoktur; zira daha üstün âleme bırakılan Hakkın çehresini görme en üstün lezzetlerdendir ya da ayette belirtilen görmemekten kasıt Hakkı görmekten mahrum olacak kâfirlerdir.”[82]

Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır. Arap şair Cemil b. Muammir diyor ki:

Padişah olan sana göz diktiğim zaman,
Yanındaki deryadan ve nimetlerinden bana bağışla.

Başka bir şair diyor ki:

Vaadin için sana doğru göz dikmişim,
Fakirin zengine göz diktiği gibi.

Zamahşehri bu ayetin tefsirinde Mekke sokaklarında dilencilik yapan kimsesiz ve kör kızın sözlerini aktarmaktadır. “Diyor ki: Gözlerim Allah ve siz halka dikilmiştir.” [83]

Bütün bu örneklerde “Nazar” kelimesi göz dikmek anlamındadır ve “ila” harfi ile birlikte alınmıştır. Bu yüzden mezkur ayetin anlamı şudur: “O zor günde çehreler sevinçli ve aydındır. Zira Allah’ın lütuf ve inayetine göz dikmişlerdir.”

Eşari, Allah’ın görüneceğini ispatlamak için, “Rabbim! Bana (kendini) göster”[84] ayetini de delil olarak getirmiştir ki eğer Allah’ın görünmesi imkânsız olsaydı Hz. Musa nasıl böyle bir istekte buluna bilirdi?

Ama bu istek Hz. Musa’nın isteği değildi, İsrail oğullarının isteği idi ve Hz. Musa onların dilinden Allah’a arz etmişti. İsrail oğulları cahilce böyle bir istekte bulunmuş ve eğer Allah kendisini göstermezse iman getirmeyeceklerini söylemişlerdi. Hz. Musa onların isteklerini yerine getirmekten kaçınıyordu. Ama Allah kavmini isteğini dile getirmesi için Musa’ya izin verdi. Zira diğer ayetlerde Hz. Musa’ya böyle bir istekten dolayı baskı uyguladıkları için İsrail oğulları direkt kınanmıştır. Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır:

“Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, “Bize Allah’ı apaçık göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.”[85]

Yani İsrail oğulları Musa’dan kendilerine Allah’ı göstermesini istemişlerdi. Bu yüzden yıldırım çarpma belasına duçar oldular.

Bakara suresinde bu daha açık bir şekil belirtilmiştir:

“Hani siz, “Ey Musa! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”[86]

Nitekim İsrail oğulları bu yersiz isteklerinden dolayı yıldırım çarpma belasına duçar oldular, bundan dolayıdır ki, İsrail oğulları direk Allah tarafından kınanmıştır, Hz. Musa kınanmamıştır.

Beden Azaları

Eşairiler, Allah’ın beden azalarına sahip olduğunu zannediyorlar ve Kuran’da el, ayak, çehre, göz gibi kelimelerin geçtiği ayetleri delil olarak öne sürüyorlar, örneğin:

“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.”[87]

Lakin bu ayette Eşairi’nin iddiasını destekleyecek herhangi bir şey bulunmamaktadır; çünkü “elin bağlılığı” deyiminden maksat güçsüzlük ve acizliktir, bunun karşısında “elin açıklığı” ibaresi ise güç ve kudretin göstergesidir. Arap edebiyatında genellikle bu anlamlarıyla kullanılırlar, nitekim başka bir ayette şöyle deniliyor:

“Elini bağlayıp boynuna asma. Ama onu büsbütün de salıverme. Sonra kınanır, hasretler içinde kalırsın.”[88]

Bu iki tabirin hakiki mefhumları bu ayette kast edilmediği çok açık bir şekilde görülmektedir; çünkü kasıt hasret nedeni olacak yaşamda katılık ve davranışlarda rahatlıktır.

Yukarıdaki ayette geçen “elin bağlılığı-elin açıklığı” deyimleri Âl-i İmran suresinde fakir ve zengin unvanlarıyla zikredilmiştir:

“Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir.”[89]

Allah’u Teâlâ bu iddianın cevabında şöyle buyuruyor:

“De ki: Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.”[90]

Başka bir yerde de buyuruyor:

“Allah’ın elindedir, onu dilediğine bahşeder. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[91]

Kuran’da on iki defa el kelimesi Allah’a nispet verilmiş ve bütün bu yerlerde kasıt güç ve kudrettir.

Kuran’da on bir defa çehre kelimesi kullanılmıştır ki mukaddes zatın kendisi anlamındadır, örneğin:

“O’nun zatından başka her şey yok olacaktır.”[92]

“Biz sizi Allah rızası için doyuruyo­ruz.”[93]

Göz kelimesi Kuran’da bir defa tekil ve dört kez çoğul olmak üzere beş defa gelmiştir ve bunların tamamından kasıt özel inayettir.

“Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin.”[94]

Hakeza Taha suresinde Musa’ya hitaben buyruluyor ki:

“Gözümün önünde yetiştirilesin.”[95]

Baldır kelimesi de Kalem suresinde zikredilmiştir:

“O gün baldır açılır.”[96]

Buradaki baldırdan kasıt kıyamet gününün sıkıntı ve zorluğudur, Allah’u Teala başka bir ayette buyuruyor ki:

“Ve baldır, baldıra dolaşınca İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.”[97]

Aslında “keşfu’s-sag” ,Arap edebiyatında yaygın bir şekilde ciddiyet ve çabalamanın kinayesi olarak kullanılır. Yani oyun oynama dönemi olan bu dünyadaki hayat son bulmuş ve gerçekleri görme zamanının gelmiştir. Farsçada “keşfu’s-sag” kelimesi yerine bir işe soyunmak veya kolları sıvamak deyimleri kullanılır ki kasıt herhangi bir işi yapmakta ciddi olmaktır.

İrade ve Özgür Olma

Eşairiler ve Adlcılar arasındaki tartışmalı konulardan biri de insanın özgür iradesi ile gerçekleştirdiği fiillerdir ki; acaba insan kendi iradesiyle mi bu fiiller tahakkuk bulur yaksa iradesinin dışında mıdır?

Ebu’l- Hasan Eşari diyor ki: “Rububiyette tevhidin gereksinimi şudur; varlık âleminde meydan gelen her şey örneğin insanın özgür iradesiyle (görünürde) gerçekleştirdiği fiiller Hakk Teâlâ’nın direk iradesiyle vaki olur. Yoksa Rububiyette şirkin nedeni ve Allah dışındaki bir varlığın bir şey meydana getirmesinde onunla şeriki olmayı gerektirir. Hâlbuki “herhangi bir şeyin meydana gelişinde Allah’ın iradesi dışından hiçbir şeyin dehaleti yoktur.”

Ebu’l- Hasan Eşari bu iddiasını ispatlamak için yirmi beşten fazla ayeti delil olarak getirmiştir. Örneğin;

1- “Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”[98]

2- “Allah her şeyin yaratıcısıdır.”[99]

3- “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”[100]

4- “Şüphesiz O, güldürür ve ağla­tır.”[101]

Cebre inananlar aşağıdaki ayetleri de delil olarak getirmişlerdir:

5- “Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz.”[102]

6- “Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi” [103]

7- “And olsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.”[104]

Yani bunlar azap görmek için yaratılmışlardır. Yoksa kendi nefisleri helak olma nedeni değildir ki, kendi elleriyle kendileri için cezayı hazırlamış olsunlar.[105]

Kuşkusuz insanın şahsi iradesi ihtiyari fiilleri gerçekleştirmede önemli bir role sahiptir. Bu yüzden insanın fiilleri kendisine nispet verilir ve bunları iyi ve kötü sonuçlarını yüklenmek zorunda kalır. Bu herkesin vicdanına müracaat ettiğinde rahatlıkla anlayabileceği bir şeydir. İnsan iyi ve kötü fiilleri yapmakta özgürdür, eğer isterse bunları yerine getirir ve eğer istemezse yerine getirmez. İnsanın hiçbir zorunluluk olmadan bunları özgürce gerçekleştirdiği aşikârdır; zira bu durum vicdani önermelerden sayılmaktadır, yani bunun aşikâr olduğu zaruri ve bedihidir ve bedihi olmaları da insanın deruni vicdanından kaynaklanır. Dolayısıyla delil, burhan ve istidlale ihtiyaç yoktur.

Buna ilave olarak önceden de belirtildiği gibi övme, kınama, müjdeleme, korkutma, sevap, ceza vb. ancak iyi ve kötü fiillerin özgür irade ile eyleme dökülmesi ve bunların fazilet ve kötülük sayılmalarıyla açıklanılabilir.

Kuran baştanbaşa ahlaki fazilet ve kötülük sayılan ve insanın davranışlarından kaynaklanan övgü ve kınamalarla doludur. Şer-î vazife göz önünde bulundurulmaksızın insanın kendi fiillerini gerçekleştirirken seçme güç ve kudretine sahip olduğu görülür. Tersi bir durum abes ve beyhudedir.

Bu gibi ayetler muhkem ayetlerden sayılmaktadır; çünkü insanın fıtratı ve vicdanı ile uyum içindedir. Bu beyana muhalif ayetler görünüşe göre müteşabihtirler ve muhkem ayetlere göre yorumlanmalıdır.

İnsanın fiillerinin ihtiyari olduğuna delalet eden bazı ayetler şunlardır:

1- “Kim de âhireti ister ve ona lâyık bir biçimde mümin olarak gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları makbul olur.”[106]

2- “Şu hâlde, kim mümin olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız.”[107]

3- “Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.”[108]

4- “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.”[109]

5- “Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey neydi.”[110]

6- “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.”[111]

Eğer insan kötü işlerin yapımında ihtiyar sahibi olmazsa veya kendisine zulmetmeyi reva görürse onun bu işini nasıl kötü sayabiliriz. Bu durumda af dilemesinin ne anlamı olabilir?

7- “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”[112]

Bu ayet açıkça insanın iyi ve kötü işleri yapmaya Kadir ve gücü oranında mükellef olduğunu dolayısıyla işlerinin sonucunun da kendisine döndüğünü gösterir.

8- “Dinde zorlama yoktur; çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.”[113]

Zira dinin hakikati inançtır, bu yüzden delillerin aşikâr olmasıyla hâsıl olur ve hiçbir şekil zorunluluk kabul etmez.

9- “Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.”[114]

Bu ayet insanın özgür iradesiyle hakka gidecek olan yolu ve hakikati bulması için Allah tarafından olan şeylerin insan aklını ve fıtratını harekete geçirmekle birlikte kendisine zahiri yol göstericileri de göndereceğini açıkça gösterir.

Saptırma ve Yoldan Çıkarma

Yoldan çıkarma anlamına gelen “saptırma fiili” ilahi ve örfü değerlerin karşısında yer alan bir fiil olmasına rağmen Kuran’ın birçok ayetinde konu edilmiş ve bu fiil Allah’a nispet verilmiştir. Bu ayetlerde “saptırma fiilinin” asla gerçek anlamlarıyla kullanılmadığı ve bunların sadece mecazi beyanlar olduklarını anlamak için ilahi özelliklere dikkat etmek gerekir.

Allah’a nispet verilen “saptırma”, yoldan çıkarma anlamındadır. Yani hakikatler karşısında inat edip diretenleri kendi hallerine bırakmak ve has inayetten mahrum etmektir. Bu insanların kendileri Hakk Teâlâ’nın has inayetine mazhar olmak istememiş ve bunun için gerekli olan zemineleri kendi vücutlarında meydana getirmedikleri için kendi hallerine bırakılmışlardır.

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır.”[115]

Dolayısıyla Allah’ın saptırdığı kimseler Hakk’a dönmenin yollarını aramayan kimselerdir.

“Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.”[116]

Yani bu gibi insanların yöntemleri beyhude işlerle uğraşmak ve boş sözler söylemektir, bu işleri de onları mağrur kılmış ve isyan etmeye sevk etmiştir.

“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”[117]

Hatim ve Mühürleme

Kuran’da geçen hatim, ta’b/mühürleme ve örtü kelimeleri aynı şey hakkında olup inatçı ve serkeş insanların kendi yanlış tavır ve davranışlarıyla kendileri için hazırladıkları hicap anlamındadır.

“Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.” [118]

“Onların kalplerine – ki idrak etme organıdır- mühür vuruldu.”[119]

Lakin bu mühürleme ve hicap perdesinin zeminini kendileri hazırlamışlardır, bu mesele başka ayetlerde de açıkça görülmektedir:

“Gördün mü o kimseyi ki kendi hevâsını kendisine tanrı edinmiş ve onu Allah bir bilgi üzerine şaşırtmış ve kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış.”[120]

“Çünkü onlar önce inandıklarını iddia ettiler, sonra inkâra gittiler. Bu sebeple kalpleri mühürlendi.”[121]

“Küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur.”[122]

Yani bu insanlar müminleri kandırmak için zahiren iman getirmişlerdir, ama müminlerin tutumlarını gevşetmek için sonradan bir daha hakkı inkâr etmişlerdir. Bundan dolayı da Allah bunların gönüllerine mühür vurmuştur.

“Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”[123]

Bu yüzden Allah, bu acı gerçeği onların kendi diliyle anlatmakta ve Hakkı inkâr etmenin zeminini kendi elleriyle hazırladıklarını ve onların bunu itiraf ettiklerini beyan etmektedirler.

“(Bu,) bilen bir kavim için, ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız! “ [124]

Bu ayetlerin içeriğinin mutlak inat ve inatçılığı anlattığı ve bütün bu ibareler bir

temsil ve istiareden öte bir şey olmadığı açıktır. Nitekim Allah bu insanları kınamış ve onların şu sözlerle Hakk’ı inkâr ettiklerini söylemiştir:

“Kalplerimiz perdelidir.” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti. Onun için pek az iman ederler.”[125]

Muhkem ve Müteşabih 1
-------------------------------------------
[78] Kıyamet,22-23.
[79] Ğaşiye,17.
[80] Yasin,49.
[81] Neml,35.
[82] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Eban, Haydarabad baskısı, s. 10 – 19.Ebu’l- Hasan Eşari, el-Luma, s. 61–68
[83] Bkz. Keşşaf, c. 4. s. 662, Mecma’ul Beyan, c. 10, s. 398, Ebu’l- Futuh Razi, c. 11, s. 332.
[84] Araf, 143.
[85] Nisa, 153.
[86] Bakara, 55.
[87] Maide, 64.
[88] İsra, 29.
[89] Âl-i İmran,181.
[90] Âl-i İmran,73.
[91] Hadid–29.
[92] Kasas, 88.
[93] İnsan, 9.
[94] Tur, 48.
[95] Taha, 39.
[96] Kalem, 42.
[97] Kıyamet, 29-30.
[98] Saffat, 96.
[99] Zümer, 62.
[100] Hadid, 22.
[101] Necm, 43.
[102] İnsan, 30.
[103] Enam, 111.
[104] Araf, 179.
[105] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Ebani, s. 6 ve 49–59, el-Lume, s. 113, Taftazani, Şerhi Akayidi Nesefiye, Kabil baskısı, s. 60–61.
[106] İsra, 19.
[107] Enbiya, 94.
[108] Tur, 21.
[109] Rum, 30.
[110] İsra, 94.
[111] Nisa, 110.
[112] Bakara, 286.
[113] Bakara, 256.
[114] Müzzemmil, 19.
[115] İbrahim, 27.
[116] Âl-i İmran, 24.
[117] Nisa, 175.
[118] Bakara, 7.
[119] Tövbe, 87.
[120] Casiye, 23.
[121] Münafikun, 3.
[122] Nisa, 155.
[123] Mü’min, 35.
[124] Fussilet, 3-5.
[125] Bakara, 88.

Pazartesi, 16 Eylül 2024 08:14

kuranda Muhkem ve Müteşabih Ayetler - 2

Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır.

 Eşaire, kıyamet gününde müminler hesaba çekildikten sonra Allah’ı göreceklerine inanmaktadırlar. Ebu’l- Hasan Eşari bu inancı için,”O gün yüzler ışıl ışıl parlar ve Rablerine bakarlar”[78] ayetini delil olarak öne sürmüştür; zira ayette müminlerin Allah’ın nurani çehresini seyredecekleri için çehrelerinin aydınlanacağı söylenmiştir. Eşari diyor ki: Arap dilinde nazar kelimesi üç anlamda kullanılır.

1- İtibari Nazar: İbret ve ders alma. Örneğin:

“Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!”[79]

2- Beklemek: Nitekim ayette buyruluyor ki:

“Onların beklediği (Ma yenzurune): Sadece bir ses!.. Çekişip dururlarken kendilerini çarpacak bir ses… “[80]

3- Gözle görmek: Bahis konusu ayetin kastıdır. Zira o gün ibret alınacak bir şey yoktur ve aynı şekilde “Nazar” bekleme anlamında değildir, örneğin Hz. Süleyman diyor ki:

“Elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım.”[81]

Ebu’l- Hasan Eşari’ye soruyoruz: “Niçin sevap kelimesini yani, ‘Rabbin sevabına bakarlar’ takdir almayalım?” Bunun cevabında diyor ki: “Mebna takdirin olmamasıdır; zira sözün zahirinin tersinedir. Çünkü ayetin zahirindeki anlam Allah gözle bakmaktır. Eğer sevap kelimesini takdir olarak alırsak Allah dışındaki herhangi bir varlığa nazar edilmiş olur. Yani eğer birilerinin sözünü zahirinin tersine yorumlarsak veya sözünü değiştirecek şekilde herhangi bir yerini takdir olarak alırsak bu doğru olmaz.”

Eşari, “Gözler O’nu idrak edemez” ayeti hakkında diyor ki: “Görmemekten kasıt bu dünyadadır ki ahirette görmek olasılığıyla bir çelişkisi yoktur; zira daha üstün âleme bırakılan Hakkın çehresini görme en üstün lezzetlerdendir ya da ayette belirtilen görmemekten kasıt Hakkı görmekten mahrum olacak kâfirlerdir.”[82]

Ama daha önce “Nazar” kelimesinin bahis konusu olan ayette nazar etmek “Göz dikmek” anlamında olduğunu hatırlattık, yoksa bakmak anlamında değildir. Bu beklemek anlamına gelir ki Arap edebiyatında yayın bir şekilde kullanılır. Arap şair Cemil b. Muammir diyor ki:

Padişah olan sana göz diktiğim zaman,
Yanındaki deryadan ve nimetlerinden bana bağışla.

Başka bir şair diyor ki:

Vaadin için sana doğru göz dikmişim,
Fakirin zengine göz diktiği gibi.

Zamahşehri bu ayetin tefsirinde Mekke sokaklarında dilencilik yapan kimsesiz ve kör kızın sözlerini aktarmaktadır. “Diyor ki: Gözlerim Allah ve siz halka dikilmiştir.” [83]

Bütün bu örneklerde “Nazar” kelimesi göz dikmek anlamındadır ve “ila” harfi ile birlikte alınmıştır. Bu yüzden mezkur ayetin anlamı şudur: “O zor günde çehreler sevinçli ve aydındır. Zira Allah’ın lütuf ve inayetine göz dikmişlerdir.”

Eşari, Allah’ın görüneceğini ispatlamak için, “Rabbim! Bana (kendini) göster”[84] ayetini de delil olarak getirmiştir ki eğer Allah’ın görünmesi imkânsız olsaydı Hz. Musa nasıl böyle bir istekte buluna bilirdi?

Ama bu istek Hz. Musa’nın isteği değildi, İsrail oğullarının isteği idi ve Hz. Musa onların dilinden Allah’a arz etmişti. İsrail oğulları cahilce böyle bir istekte bulunmuş ve eğer Allah kendisini göstermezse iman getirmeyeceklerini söylemişlerdi. Hz. Musa onların isteklerini yerine getirmekten kaçınıyordu. Ama Allah kavmini isteğini dile getirmesi için Musa’ya izin verdi. Zira diğer ayetlerde Hz. Musa’ya böyle bir istekten dolayı baskı uyguladıkları için İsrail oğulları direkt kınanmıştır. Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır:

“Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, “Bize Allah’ı apaçık göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.”[85]

Yani İsrail oğulları Musa’dan kendilerine Allah’ı göstermesini istemişlerdi. Bu yüzden yıldırım çarpma belasına duçar oldular.

Bakara suresinde bu daha açık bir şekil belirtilmiştir:

“Hani siz, “Ey Musa! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”[86]

Nitekim İsrail oğulları bu yersiz isteklerinden dolayı yıldırım çarpma belasına duçar oldular, bundan dolayıdır ki, İsrail oğulları direk Allah tarafından kınanmıştır, Hz. Musa kınanmamıştır.

Beden Azaları

Eşairiler, Allah’ın beden azalarına sahip olduğunu zannediyorlar ve Kuran’da el, ayak, çehre, göz gibi kelimelerin geçtiği ayetleri delil olarak öne sürüyorlar, örneğin:

“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.”[87]

Lakin bu ayette Eşairi’nin iddiasını destekleyecek herhangi bir şey bulunmamaktadır; çünkü “elin bağlılığı” deyiminden maksat güçsüzlük ve acizliktir, bunun karşısında “elin açıklığı” ibaresi ise güç ve kudretin göstergesidir. Arap edebiyatında genellikle bu anlamlarıyla kullanılırlar, nitekim başka bir ayette şöyle deniliyor:

“Elini bağlayıp boynuna asma. Ama onu büsbütün de salıverme. Sonra kınanır, hasretler içinde kalırsın.”[88]

Bu iki tabirin hakiki mefhumları bu ayette kast edilmediği çok açık bir şekilde görülmektedir; çünkü kasıt hasret nedeni olacak yaşamda katılık ve davranışlarda rahatlıktır.

Yukarıdaki ayette geçen “elin bağlılığı-elin açıklığı” deyimleri Âl-i İmran suresinde fakir ve zengin unvanlarıyla zikredilmiştir:

“Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir.”[89]

Allah’u Teâlâ bu iddianın cevabında şöyle buyuruyor:

“De ki: Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.”[90]

Başka bir yerde de buyuruyor:

“Allah’ın elindedir, onu dilediğine bahşeder. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[91]

Kuran’da on iki defa el kelimesi Allah’a nispet verilmiş ve bütün bu yerlerde kasıt güç ve kudrettir.

Kuran’da on bir defa çehre kelimesi kullanılmıştır ki mukaddes zatın kendisi anlamındadır, örneğin:

“O’nun zatından başka her şey yok olacaktır.”[92]

“Biz sizi Allah rızası için doyuruyo­ruz.”[93]

Göz kelimesi Kuran’da bir defa tekil ve dört kez çoğul olmak üzere beş defa gelmiştir ve bunların tamamından kasıt özel inayettir.

“Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin.”[94]

Hakeza Taha suresinde Musa’ya hitaben buyruluyor ki:

“Gözümün önünde yetiştirilesin.”[95]

Baldır kelimesi de Kalem suresinde zikredilmiştir:

“O gün baldır açılır.”[96]

Buradaki baldırdan kasıt kıyamet gününün sıkıntı ve zorluğudur, Allah’u Teala başka bir ayette buyuruyor ki:

“Ve baldır, baldıra dolaşınca İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.”[97]

Aslında “keşfu’s-sag” ,Arap edebiyatında yaygın bir şekilde ciddiyet ve çabalamanın kinayesi olarak kullanılır. Yani oyun oynama dönemi olan bu dünyadaki hayat son bulmuş ve gerçekleri görme zamanının gelmiştir. Farsçada “keşfu’s-sag” kelimesi yerine bir işe soyunmak veya kolları sıvamak deyimleri kullanılır ki kasıt herhangi bir işi yapmakta ciddi olmaktır.

İrade ve Özgür Olma

Eşairiler ve Adlcılar arasındaki tartışmalı konulardan biri de insanın özgür iradesi ile gerçekleştirdiği fiillerdir ki; acaba insan kendi iradesiyle mi bu fiiller tahakkuk bulur yaksa iradesinin dışında mıdır?

Ebu’l- Hasan Eşari diyor ki: “Rububiyette tevhidin gereksinimi şudur; varlık âleminde meydan gelen her şey örneğin insanın özgür iradesiyle (görünürde) gerçekleştirdiği fiiller Hakk Teâlâ’nın direk iradesiyle vaki olur. Yoksa Rububiyette şirkin nedeni ve Allah dışındaki bir varlığın bir şey meydana getirmesinde onunla şeriki olmayı gerektirir. Hâlbuki “herhangi bir şeyin meydana gelişinde Allah’ın iradesi dışından hiçbir şeyin dehaleti yoktur.”

Ebu’l- Hasan Eşari bu iddiasını ispatlamak için yirmi beşten fazla ayeti delil olarak getirmiştir. Örneğin;

1- “Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”[98]

2- “Allah her şeyin yaratıcısıdır.”[99]

3- “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”[100]

4- “Şüphesiz O, güldürür ve ağla­tır.”[101]

Cebre inananlar aşağıdaki ayetleri de delil olarak getirmişlerdir:

5- “Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz.”[102]

6- “Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi” [103]

7- “And olsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.”[104]

Yani bunlar azap görmek için yaratılmışlardır. Yoksa kendi nefisleri helak olma nedeni değildir ki, kendi elleriyle kendileri için cezayı hazırlamış olsunlar.[105]

Kuşkusuz insanın şahsi iradesi ihtiyari fiilleri gerçekleştirmede önemli bir role sahiptir. Bu yüzden insanın fiilleri kendisine nispet verilir ve bunları iyi ve kötü sonuçlarını yüklenmek zorunda kalır. Bu herkesin vicdanına müracaat ettiğinde rahatlıkla anlayabileceği bir şeydir. İnsan iyi ve kötü fiilleri yapmakta özgürdür, eğer isterse bunları yerine getirir ve eğer istemezse yerine getirmez. İnsanın hiçbir zorunluluk olmadan bunları özgürce gerçekleştirdiği aşikârdır; zira bu durum vicdani önermelerden sayılmaktadır, yani bunun aşikâr olduğu zaruri ve bedihidir ve bedihi olmaları da insanın deruni vicdanından kaynaklanır. Dolayısıyla delil, burhan ve istidlale ihtiyaç yoktur.

Buna ilave olarak önceden de belirtildiği gibi övme, kınama, müjdeleme, korkutma, sevap, ceza vb. ancak iyi ve kötü fiillerin özgür irade ile eyleme dökülmesi ve bunların fazilet ve kötülük sayılmalarıyla açıklanılabilir.

Kuran baştanbaşa ahlaki fazilet ve kötülük sayılan ve insanın davranışlarından kaynaklanan övgü ve kınamalarla doludur. Şer-î vazife göz önünde bulundurulmaksızın insanın kendi fiillerini gerçekleştirirken seçme güç ve kudretine sahip olduğu görülür. Tersi bir durum abes ve beyhudedir.

Bu gibi ayetler muhkem ayetlerden sayılmaktadır; çünkü insanın fıtratı ve vicdanı ile uyum içindedir. Bu beyana muhalif ayetler görünüşe göre müteşabihtirler ve muhkem ayetlere göre yorumlanmalıdır.

İnsanın fiillerinin ihtiyari olduğuna delalet eden bazı ayetler şunlardır:

1- “Kim de âhireti ister ve ona lâyık bir biçimde mümin olarak gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları makbul olur.”[106]

2- “Şu hâlde, kim mümin olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız.”[107]

3- “Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.”[108]

4- “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.”[109]

5- “Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey neydi.”[110]

6- “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.”[111]

Eğer insan kötü işlerin yapımında ihtiyar sahibi olmazsa veya kendisine zulmetmeyi reva görürse onun bu işini nasıl kötü sayabiliriz. Bu durumda af dilemesinin ne anlamı olabilir?

7- “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”[112]

Bu ayet açıkça insanın iyi ve kötü işleri yapmaya Kadir ve gücü oranında mükellef olduğunu dolayısıyla işlerinin sonucunun da kendisine döndüğünü gösterir.

8- “Dinde zorlama yoktur; çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.”[113]

Zira dinin hakikati inançtır, bu yüzden delillerin aşikâr olmasıyla hâsıl olur ve hiçbir şekil zorunluluk kabul etmez.

9- “Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.”[114]

Bu ayet insanın özgür iradesiyle hakka gidecek olan yolu ve hakikati bulması için Allah tarafından olan şeylerin insan aklını ve fıtratını harekete geçirmekle birlikte kendisine zahiri yol göstericileri de göndereceğini açıkça gösterir.

Saptırma ve Yoldan Çıkarma

Yoldan çıkarma anlamına gelen “saptırma fiili” ilahi ve örfü değerlerin karşısında yer alan bir fiil olmasına rağmen Kuran’ın birçok ayetinde konu edilmiş ve bu fiil Allah’a nispet verilmiştir. Bu ayetlerde “saptırma fiilinin” asla gerçek anlamlarıyla kullanılmadığı ve bunların sadece mecazi beyanlar olduklarını anlamak için ilahi özelliklere dikkat etmek gerekir.

Allah’a nispet verilen “saptırma”, yoldan çıkarma anlamındadır. Yani hakikatler karşısında inat edip diretenleri kendi hallerine bırakmak ve has inayetten mahrum etmektir. Bu insanların kendileri Hakk Teâlâ’nın has inayetine mazhar olmak istememiş ve bunun için gerekli olan zemineleri kendi vücutlarında meydana getirmedikleri için kendi hallerine bırakılmışlardır.

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır.”[115]

Dolayısıyla Allah’ın saptırdığı kimseler Hakk’a dönmenin yollarını aramayan kimselerdir.

“Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.”[116]

Yani bu gibi insanların yöntemleri beyhude işlerle uğraşmak ve boş sözler söylemektir, bu işleri de onları mağrur kılmış ve isyan etmeye sevk etmiştir.

“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”[117]

Hatim ve Mühürleme

Kuran’da geçen hatim, ta’b/mühürleme ve örtü kelimeleri aynı şey hakkında olup inatçı ve serkeş insanların kendi yanlış tavır ve davranışlarıyla kendileri için hazırladıkları hicap anlamındadır.

“Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.” [118]

“Onların kalplerine – ki idrak etme organıdır- mühür vuruldu.”[119]

Lakin bu mühürleme ve hicap perdesinin zeminini kendileri hazırlamışlardır, bu mesele başka ayetlerde de açıkça görülmektedir:

“Gördün mü o kimseyi ki kendi hevâsını kendisine tanrı edinmiş ve onu Allah bir bilgi üzerine şaşırtmış ve kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış.”[120]

“Çünkü onlar önce inandıklarını iddia ettiler, sonra inkâra gittiler. Bu sebeple kalpleri mühürlendi.”[121]

“Küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur.”[122]

Yani bu insanlar müminleri kandırmak için zahiren iman getirmişlerdir, ama müminlerin tutumlarını gevşetmek için sonradan bir daha hakkı inkâr etmişlerdir. Bundan dolayı da Allah bunların gönüllerine mühür vurmuştur.

“Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”[123]

Bu yüzden Allah, bu acı gerçeği onların kendi diliyle anlatmakta ve Hakkı inkâr etmenin zeminini kendi elleriyle hazırladıklarını ve onların bunu itiraf ettiklerini beyan etmektedirler.

“(Bu,) bilen bir kavim için, ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız! “ [124]

Bu ayetlerin içeriğinin mutlak inat ve inatçılığı anlattığı ve bütün bu ibareler bir

temsil ve istiareden öte bir şey olmadığı açıktır. Nitekim Allah bu insanları kınamış ve onların şu sözlerle Hakk’ı inkâr ettiklerini söylemiştir:

“Kalplerimiz perdelidir.” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti. Onun için pek az iman ederler.”[125]

Muhkem ve Müteşabih 1
-------------------------------------------
[78] Kıyamet,22-23.
[79] Ğaşiye,17.
[80] Yasin,49.
[81] Neml,35.
[82] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Eban, Haydarabad baskısı, s. 10 – 19.Ebu’l- Hasan Eşari, el-Luma, s. 61–68
[83] Bkz. Keşşaf, c. 4. s. 662, Mecma’ul Beyan, c. 10, s. 398, Ebu’l- Futuh Razi, c. 11, s. 332.
[84] Araf, 143.
[85] Nisa, 153.
[86] Bakara, 55.
[87] Maide, 64.
[88] İsra, 29.
[89] Âl-i İmran,181.
[90] Âl-i İmran,73.
[91] Hadid–29.
[92] Kasas, 88.
[93] İnsan, 9.
[94] Tur, 48.
[95] Taha, 39.
[96] Kalem, 42.
[97] Kıyamet, 29-30.
[98] Saffat, 96.
[99] Zümer, 62.
[100] Hadid, 22.
[101] Necm, 43.
[102] İnsan, 30.
[103] Enam, 111.
[104] Araf, 179.
[105] Bkz. Ebu’l- Hasan Eşari, el-Ebani, s. 6 ve 49–59, el-Lume, s. 113, Taftazani, Şerhi Akayidi Nesefiye, Kabil baskısı, s. 60–61.
[106] İsra, 19.
[107] Enbiya, 94.
[108] Tur, 21.
[109] Rum, 30.
[110] İsra, 94.
[111] Nisa, 110.
[112] Bakara, 286.
[113] Bakara, 256.
[114] Müzzemmil, 19.
[115] İbrahim, 27.
[116] Âl-i İmran, 24.
[117] Nisa, 175.
[118] Bakara, 7.
[119] Tövbe, 87.
[120] Casiye, 23.
[121] Münafikun, 3.
[122] Nisa, 155.
[123] Mü’min, 35.
[124] Fussilet, 3-5.
[125] Bakara, 88.

Yemen Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü, Tel Aviv’e karşı gerçekleştirdikleri benzersiz füze operasyonunun detaylarını açıkladı ve bu olayın Siyonist düşman tarihinde ilk kez meydana geldiğini belirtti.

Yahya Seri yaptığı açıklamada, bugün Tel Aviv’e karşı yeni bir hiper-sesli balistik füze kullanıldığını ve bu füzenin hedefine ulaştığını söyledi. Düşman savunma sistemlerinin bu füzeyi engellemekte ve ona karşı koymakta başarısız olduğunu vurguladı.

Seri, füzenin 11 dakika 30 saniye içinde 2040 kilometrelik bir mesafeyi kat ettiğini ve bunun Siyonistlerde korku ve paniğe neden olduğunu ifade etti. 2 milyondan fazla Siyonistin sığınaklara kaçtığını belirten Seri, bu olayın Siyonist düşman tarihinde bir ilk olduğunu ifade etti. 

Yemen Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü, bu operasyonun beşinci aşama çerçevesinde gerçekleştirildiğini ve Yemen Silahlı Kuvvetlerinin füze teknolojisini geliştirme çabalarının bir sonucu olduğunu belirtirken "Bu sayede, Siyonist düşmana karşı mücadelede tüm engellerin ve ABD ile İsrail’in kara ve denizdeki savunma sistemlerinin aşılması hedeflenmiştir." açıklamasında bulundu. 

Seri, coğrafi engellerin, ABD ve İngiltere’nin saldırılarının ve casusluk sistemlerinin, Yemen’in Filistin halkını savunma konusundaki dini, insani ve ahlaki görevini yerine getirmesini engelleyemeyeceğini vurguladı. Seri, “Aksa Tufanı operasyonunun birinci yıldönümüne yaklaşırken, Siyonist düşmanın gelecekte daha fazla darbe ve benzersiz operasyon beklemesi gerektiğini ifade etti.

Pazar sabahı haber kaynakları, Tel Aviv yakınlarına bir füzenin isabet ettiğini ve ardından bir yangın çıktığını bildirdi.

 

Siyonist rejim ordusu, Yemen füzesini engellemede başarısız olduğunu itiraf etti

İsrail rejimi ordusu, Yemen silahlı kuvvetleri tarafından fırlatılan füzenin Tel Aviv'e isabet etmesinden saatler sonra, bu füzeyi engellemede hava savunma sistemlerinin başarısız olduğunu itiraf etti.

İsrail rejimi ordusu tarafından yapılan açıklamada, ön araştırmaların Yemen'in Ensarullah hareketi tarafından fırlatılan füzenin havada patladığını ve enkazının Tel Aviv'deki "Ben Gurion" havaalanı yakınlarındaki Modi'in metro istasyonuna düştüğünü gösterdiği belirtildi.

Açıklamaya göre, bu olayın ardından Kfar Daniel yerleşim yeri yakınlarında yangın çıktı ve itfaiye ekipleri yangını kontrol altına aldı.

Açıklamada, Yemen ordusunun füzesini engellemede başarısız olunduğunun kabul edilmesinin ardından, fırlatılan füzeyi engellemek için Arrow ve Demir Kubbe hava savunma sistemleri tarafından girişimlerde bulunulduğu ve sonuçlarının hâlâ incelendiği ifade edildi.

Bu açıklama, Pazar sabahı haber kaynaklarının Tel Aviv yakınlarına bir füze isabet ettiğini ve ardından yangın çıktığını bildirmesinin ardından yapıldı.

Pazartesi, 16 Eylül 2024 07:57

İnsanın Saadetinin Anahtarı

Her gün elimizi yüzümüzü yıkadığımız gibi ruhumuzu da yıkamalıyız.

Namaz, tevhit ve bir olan Allah'a karşı gösterilen saygının, teşekkürün ve ihtiyaçları ona açmak için yapılan en güzel ibadetlerden biridir. Allah’a ibadetin, faziletin ve paklığın marşıdır. Günlük hayatta karşılaştığımız olaylar ve onların neticesinde ruhumuzda oluşan perdelerin kenara itilip, manevi havanın yeniden yaşanmasıdır namaz.

Bedenimiz gibi ruhumuzda kirlenmekte, vücudumuz her gün temizliğe ihtiyaç duyduğu gibi ruhumuzda temizlenmek istemektedir. Ruhumuzda; günlük yaşantıda, frenlenmeyen arzular, uyulmuş hevesler, darılmalar, başarı sonucu oluşan gururlar yahut isteklere ulaşamamanın verdiği üzüntüler, kıskançlık, kendini beğenmişlik, kalbin katılaşması, insanlara yardımcı olmama ve daha nice kötü sıfatlar yüzünden kirlenmekte, temizliğini kaybetmektedir. Bu kirler ruhu karartmada, bizi doğru yoldan, temizlikten, güzelliklerden ve nurdan ayırmakta, bizi kötülüğe itmekte, Allah'tan alı koymada, şeytanın oyun ve vesveselerine maruz bırakmaktadır.

Öyleyse ruhumuzu da temizlemeliyiz, her gün elimizi yüzümüzü yıkadığımız gibi ruhumuzu da yıkamalıyız. Bunun için de namaz kılmalıyız. Bu bağlamda namaz yani ruhu temiz tutan, kirlerden arındıran, eski saflığına kavuşturan ab-ı hayat. Allah Resulü (s.a.a) bir gün ashabına şöyle buyurdular:

“Farz edin ki sizden birinin evinin önünden bir ırmak akmakta ve her gün beş defa o ırmakta yıkanmaktadır. Acaba bu kişinin bedeninde hala bir kir kalır mı? Arz ettiler: hayır ya Resulullah, günde beş defa yıkananın bedeninde kir kalmaz, tertemiz olur. Buyurdu: işte beş vakit kılınan namaz da bunun gibidir, günde beş defa kılınan namazla Allah hata ve kusurları insandan giderir, onu tertemiz kılar.”

Yine Kuran’ın buyurduğu üzere; namaz insanı bütün kötülüklerden alıkoyar, namaz kılan birisi kötülükle kendi arasında kalın bir duvar örmüş gibi olur. Allah’ın huzuruna çıkan, onunla görüşen ve onunla konuşan bir daha günaha dönüp bakar mı? Hz. Ali (a.s) katkametus salat (namaza durun) cümlesini açıklarken; “yani Allah’la görüşme zamanı gelip çattı”, diye buyurmakta.

Eğer insan namaz kılıyor ve aynı zamanda gene bir takım günahları işlemeye devam ediyorsa demek ki namaz kılmıyor, zira ayette buyrulduğu gibi namaz insanı kötülüklerden alıkoyar, kötülükten alıkoymayan namaz, namaz değildir, yüce Allah o yapılan ameli kabul etmemiş demektir. Peygamberimiz (s.a.a) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:

“Namaz eğer namaz kılanı kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa Allah’tan uzaklaştırıyor demektir. Yaratana itaat etmeyenin namazı namaz değil, gerçek namaz yani insanı günah ve kötülüklerden uzak tutan namazdır.”

İmam Sadık (a.s) buyuruyor: “Namazınızın kabul olup olmadığını günahlarınızla ölçün, ne kadar günah işlerseniz namazınız kabul olmamış ve ne kadar az günah işlerseniz namazınız o derecede kabul olmuş demektir.

Lakin “Ben günahkârım, nede olsa günahtan kendimi kurtaramıyorum, öyleyse namaz kılmayayım” düşüncesinde olmakta çok yanlıştır, Allah ve Ehlibeytin istediği gibi namaz kılalım, günahlardan da kendimizi korumaya çalışalım. şüphesiz yüce Allah'ın yardımlarıyla artık günler geçer ve biz günah işlemez oluruz. Günahkâr namaz kılanların kurtuluş ümidi vardır fakat namaz kılmayanların ise bu ümitte ellerinden çıkmış olur. Ensardan birisinin namaz kıldığı ama aynı zamanda günah işlediğini Peygambere söylediler, Resulullah (s.a.a): “ Velhasıl namaz onu günahlardan kurtarıp çıkaracaktır” diye buyurdu ve çok geçmeden o adamın artık günah işlemediğini gördüler.

Namazda en önemli olan şey samimiyettir, kimin karşısında durduğun ve kiminle konuştuğun bilincinde olmandır. Gafilâne kılınan namaz aslında bir çeşit nifaktır, dıştan bakıldığında huşu içinde namaz kılıyor gibi gözüke bilir fakat kalbide huşu içerisinde değilse işte bu nifaktır, bu münafıklıktır. Yüce Allah Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurmakta:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar, namazlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapanlardır.” Maun süresi.

“Ey iman edenler! Siz sarhoş iken… Namaza yaklaşmayın.” Nisa-43.

Büyük âlimlerimizin dediğine göre ayetteki sarhoşluk hem içki sonucu oluşan sarhoşluğu ve hem de dünyaya bağlılık sonucu oluşan sarhoşluğu kapsamaktadır. Ne dediğini bilmeyen, kimin karşısında bulunduğuna teveccüh etmeyen aslında sarhoştur, ibadet ettiğini sanmakta, hatta kendisini iyiler safına sokmada lakin nasıl bir hastalığa yakalandığının farkında olmamaktadır.

Allah Resulü (s.a.a) buyuruyor: “ Kılmış olduğun namazı son namazınmış gibi kıl, Allah tüm kalbiyle ona yönelmeyenlere bakmaz.”

Ezan okunduğu zaman Hz. Ali’nin (a.s) rengi değişirdi, abdest almaya başlarken titremeye başlardı ve namaza durduğunda ise nasıl bir halde olduğunu kelimeler anlatamaz, niçin böyle olduğunu sordular, İmam buyurdu:

“Emaneti eda etme zamanı geldi, yerler ve gökler bu emaneti almaktan çekinmişlerdi, şimdi onu verme zamanı.” Aynı durum diğer imamlarımız içinde geçerliydi, hepsi namaz esnasında tamamen dünyadan kopuyorlardı, namaz kıldıkları zaman gözleri hiçbir şey görmüyordu. İmam Ali'ye (a.s) sorulan soru imam Seccad’a da (a.s) soruldu, imam buyurdu: “Nasıl titremeyeyim, kimin karşısında durduğunuzu biliyor musunuz?”

İran’ın yerli imkanlarla ürettiği "Çemran 1" araştırma uydusu, "Kaim-100" uydu taşıyıcısıyla başarılı bir şekilde uzaya fırlatıldı.

 İran Elektronik Endüstrileri tarafından Havacılık ve Uzay Araştırma Enstitüsü ve bilgi tabanlı özel şirketlerin işbirliğiyle tasarlanıp üretilen "Çemran 1" araştırma uydusu, "Kaim-100" uydu taşıyıcısıyla başarılı bir şekilde uzaya fırlatıldı.

Yaklaşık 60 kg ağırlığında olan bu uydunun ana görevi, donanım ve yazılım sistemlerini test etmektir.

Uzay sistemlerinde soğuk gaz tahrik sisteminin değerlendirilmesi ile navigasyon ve durum kontrol alt sistemlerinin performansının değerlendirilmesi "Çemran 1" uydusunun diğer görevleri arasında yer alıyor.