
کارگر
İran Cumhurbaşkanı Erdoğan İle Görüştü
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Tahran-Ankara ilişkileri Gazze ve bölgesel konuların ele alındığı görüşmede liderler, Ramazan ayı münasebetiyle karşılıklı olarak tebriklerini iletti.
Görüşmede Reisi, tüm İslam ümmetine barış, huzur, refah ve esenlik dileğinde bulunarak, iki ülke arasındaki siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin güçlendirilmesi için pratik adımlar atılmasının önemini vurguladı.
İran ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmaların uygulanmasının önemine ve gerekliliğine değinen Cumhurbaşkanı Reisi, Tahran’ın Ankara ile enerji işbirliğini güçlendirmeye hazır olduğunu söyledi.
İbrahim Reisi, BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) “Ramazan ayında acil ateşkes sağlanmasını talep eden” karar tasarısını onaylamasına değinerek, “Siyonist Rejim sadece bu karara değil, aynı zamanda hiçbir kanuna, anlaşmaya ve uluslararası yasaya bağlı kalamaz. 400'den fazla uluslararası kararın İsrail tarafından ihlal edilmesi, yasaları çiğneyen rejimin vahşi ve insanlık karşıtı doğasını göstermektedir. Bu yüzden İslam ülkelerinin mazlum Gazze halkına destek olmak için ciddi adımlar atması lazım." dedi.
Reisi, "Bugün İslam ülkeleri liderlerinden, Gazze'de soykırımı ve Siyonistlerin cinayetlerini durdurmak için kararlı ve caydırıcı bir adım atmaları beklenmektedir." ifadesini kullandı.
Reisi, Gazze halkına insani yardım sağlamak için İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesindeki İslam ülkeleri ile diğer bölgesel ve uluslararası kuruluşlar arasında işbirliği yapılmasının önemli olduğunu vurguladı.
Reisi, “Siyonist İsrail'in Gazze Şeridi'nde sürdürdüğü cinayetleri durdurmak için en etkili yöntemlerden biri bu rejimle siyasi ve ekonomik ilişkilerin tamamen kesilmesidir." diye konuştu/mehr
Emir Abdullahiyan: Filistin Direniş Liderlerinin İran’a Ziyaretleri Önemli Mesajlar İçeriyor
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad Nahle ile Dışişleri Bakanlığı'nda bir araya gelerek görüşmelerde bulundu.
Emir Abdullahiyan bu görüşmede, Filistin İslami Cihad hareketinin, Filistin ulusunun haklarını savunmada ve Siyonist rejimin saldırılarına karşı mücadelede oynadığı önemli rolü takdir etti.
İran Dışişleri Bakanı, Filistin ve Gazze Şeridi'ndeki direniş hareketlerinin mevcut savaştaki birliğini, Filistin milletinin kıymetli tezahürlerinden biri olarak değerlendirdi ve şunları söyledi: ‘Filistin direniş hareketlerinin birlik ve beraberliğinin, kahramanca mücadelesinin ve Filistin milletinin tarihi ve örnek duruşunun ışığında düşmanın psikolojisi, moral ve motivasyonu bozuldu ve tüm zorluklara ve acılara rağmen Filistin milleti çeşitli siyasi, hukuki, uluslararası ve saha cephelerinde büyük zaferler kazandı.’
Emir Abdullahiyan, Filistin direniş liderlerinin Dünya Kudüs Günü arifesinde Tahran'a yaptıkları ziyaretin bölgeye ve dünyaya önemli bir mesaj içerdiğini belirterek, “Bu yılki Dünya Kudüs Günü'nün dünyanın özgür ulusları tarafından daha büyük bir coşkuyla kutlanacağından eminim” dedi.
İran Dışişleri Bakanı, Siyonist rejim içinde derin krizlerin arttığına değinerek şunları söyledi: ‘Bugün Filistin milleti her zamankinden daha güçlüdür ve dünya milletleri tarafından desteklenmektedir, Siyonist rejim ise her zamankinden daha fazla nefret ve izole edilen bir durumdadır.
Şüphesiz dünya, gelecekte Filistin milletinin daha çok zaferlerine ve direnişine şahit olacaktır.’
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad Nakhale de bu toplantıdan duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve son altı ay boyunca İran Dışişleri Bakanı ile gerçekleştirdiği sayısız toplantıya ve görüşmelere değinerek, İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistin ulusu, Kudüs ve İslam dünyası için gerçek bir destekçi olduğunu söyledi ve İran Cumhurbaşkanının, hükümetinin ve İran halkının Filistin halkına verdiği sürekli desteği takdir etti.
Ziyad Nahle şu ifadelerde bulundu: ‘Siyonist rejimin Gazze Şeridi'ne karşı altı ay süren eşitsiz savaşına ve ABD'nin bu rejime çok yönlü siyasi, uluslararası ve askeri desteğine rağmen, Filistin milleti ve direnişi, yaşanan birçok acı ve zorluğa, binlerce şehit vermesine ve Gazze Şeridi'nin tamamen kuşatılmasına rağmen Siyonist rejimin hiçbir stratejik hedefinin gerçekleşmesine izin vermedi ve işgalciler ve destekçileri de Filistin milletinin direniş iradesini, ruhunu ve duruşunu bozamadı.
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri, Siyonist rejimin Gazze'ye karşı savaşını tüm dünya için büyük bir sınav olarak nitelendirerek şunları söyledi: ‘Geçtiğimiz altı ayda Filistin milleti dost ve düşmanın gerçek yüzünü gördü.
Siyonist düşmanın tüm suç ve cinayetlerine rağmen Filistin milleti tarihi bir direniş gösterdi. ABD ve bazı hükümetlerin Siyonist rejime sınırsız desteği nedeniyle Lübnan, Yemen, Irak ve Suriye'deki direniş hareketleri de Filistin ulusunu desteklemekten çekinmedi ve artık bölgedeki direniş ekseni daha fazla birlik ve beraberliğe sahip.
Filistin milletinin iradesi, kararlılığı, inancı ve cesareti var ve iradesini Siyonist düşmana ve onun destekçilerine dayatacaktır ve biz, Siyonist düşmana karşı nihai zaferin yakın olduğundan eminiz.’
İran’daki görüşmeleri değerlendiren İslami Cihad yetkilisi: Biz direniş ekseniyiz ve İsrail’i yeneceğiz
Hamas ve İslami Cihad liderleri birkaç gün İran’da üst düzey görüşmelerde bulunudu. İslami Cihad Hareketi’nin Siyasi Büro Üyesi ve Dış İlişkiler Başkanı İhsan Ataya, direniş liderlerinin Tahran’daki temaslarını el-Meyadin’e değerlendirdi.
İhsan Ataya’nın konuşmasından satır başları şu şekilde:
- Tahran'daki görüşmeler, direniş yöntemleri geliştirmeye ve düşmanların zayıf noktalarını incelemeye odaklandı.
- Bugün direniş ekseni tek bir mücadele içindedir ve yapılan şey, bununla ilgili tüm konuların çalışılıp tartışılarak yararlı sonuçlar ortaya çıkarılmasıdır.
- Tahran'da çeşitli cephelerden Gazze'ye sağlanan desteğin geliştirilmesi ihtimalini dinledik.
- İranlı liderler Filistin direnişine devam eden yardım ve desteklerini teyid ettiler.
- Bizimle Hamas arasındaki görüşmeler, iki hareket arasında sahada ve siyasi düzeyde güçlü bir ittifakın olduğunu doğruluyor.
- Denklem şu: Düşman eksenine karşı Direniş ekseni!
- Aksa Tufanı savaşı, düşman ittifakı açısından herkesi şaşırtacak caydırıcı bir denklemle sonuçlanacak.
- İranlı liderler, bu savaşın herkesin savaşı olduğunu ve çabaların düşmanı yenmeye odaklanması gerektiğini vurguladı.
- İran'daki kardeşler, direniş liderliğinin bu savaşta önemli ve uygun gördüğü her şeye desteklerini teyid ettiler.
- Direniş ekseninin her bileşeni, İsrail düşmanını ve düşman eksenini yenilgiye uğratmayı sabırsızlıkla bekliyor.
Ziyad Nahle: İran'ın Desteği Olmasaydı Filistin Halkı Ayakta Kalamazdı
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri, İran'ın geçtiğimiz aylarda önemli bir rol oynadığını ve Filistin direnişinin yanında yer aldığını söyledi ve “İran'ın desteği olmasaydı Filistin milleti ayakta kalamazdı” dedi.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad Nahle, Cumartesi günü Tahran'da bir araya geldi.
Ziad Nahle, bu görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında şunları söyledi: ‘İran geçtiğimiz aylarda önemli bir rol oynadı ve Filistin direnişinin yanında yer aldı. Sayın Bakan, saldırının başlangıcından itibaren konuları takip ediyordu.
Bu beklediğimiz bir şeydi ve bizim için şaşırılacak bir durum değildi. İran, İslam İnkılabının zaferinden bu yana Filistin halkının yanında yer alıyor ve Filistin halkını ve direnişini savunmaya devam ediyor ve bunu herkes biliyor.
İran bunun bedelini de ödedi. İran'a karşı birçok yaptırım uygulandı.
Bu, İran'ın duruşunu ortaya koyan bir konudur ve İran'ın Filistin ulusunun destekçisi olduğunu göstermektedir. Filistin halkı İran'ın desteği olmasaydı devam edemezdi.
Her aşamada bizi desteklediler. Her zaman adaletin ve Filistin halkının yanında yer alan aziz İran halkına teşekkür ediyorum. İslam İnkılabı'nın yetkililerine ve Rehbere canı gönülden teşekkür ediyorum. Umarım bir dahaki sefere buluşmamızda kazanmış oluruz. Aksa Tufanı Savaşı'nın sonunda ve zafere ulaştığımızda sizlerle buluşacağız.’
Mihrab Şehidi İmam Ali (a.s)
Şer çetesi, hakkın dalgalanan bir bayrağının, kötülüğe uzanıp ıslah eden bir elinin ya da zalimlerin ve sapkınların bozgunculuklarını ve çarpıklıklarını ifşa eden bir sesinin olmamasını kararlaştırdı. Dün Ebu Süfyan, henüz beşikteki İslâm risaletini canlı canlı boğmak amacıyla Hz. Peygamber'in (s.a.a) öldürülmesi için plânlar kuruyor, tuzaklar hazırlıyor, hainlikler düşünüyordu. Ama Allah nurunu tamamlayacaktı.
Şimdi de Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye, Sakife sapmasının sonuçlarını devşiriyordu. Babasının İslâm risaletini ortadan kaldırmak için başlattığı mücadeleyi tamamlamak için çalışıyordu. Bu hususta cehalet, sapıklık ve körlük kuvvetleri de ona yardımcı oluyorlardı. Bunun için ümmetin diri vicdanını, hakkın ve adaletin sesini, ölümsüz İslâm bayrağının taşıyıcısını, hoşgörü ve özgürlük membaı Muhammedî şeriatı ihya edeni öldürmek için plân hazırladılar.
Onlar, sapıklıklarını ve fesatlarını yayabilmek için hidayet nurunu söndürmeleri gerektiği noktasında görüş birliğine vardılar. Gece karanlığın en zifiri noktasında şeytan İbn Mülcem'le tokalaşmak için elini uzattı. şeytanın el verdiği İbn Mülcem, kalleşçe kılıcını, dünyaya arkasını dönen, Allah'ın evine yönelerek secde eden İmam'ın (a.s) başına kılıcını indirdi. Hiç kimse mertçe İmam'ın (a.s) karşısına çıkamazdı çünkü.
Ramazan ayının on dokuzuncu gecesi geldiğinde, İmam (a.s) göğe bakıp uzun düşüncelere dalıyordu.
şu sözleri tekrarlardı:
"Ne yalanladım, ne de yalanlandım. Bu bana vaat edilen gecedir." (1)
Geceyi İmam (a.s) dua ve yakarışlarla geçirdi. Sonra sabah namazını kılmak üzere Allah'ın evine (mescide) doğru yöneldi. Her zaman yaptığı gibi insanları Allah'a ibadet etmeye çağırdı: "es-Salâh... es- Salâh... (Namaz… Namaz…)" diye seslendi.
Ardından namazına başladı. İmam (a.s) Rabbine yakarmakla meşgul iken melun cani Abdurrahman b. Mülcem birden fırladı ve "Hüküm Allah'ındır, senin değil!" diye bağırarak mübarek başına bir kılıç indirdi. Kılıç, İmam'ın (a.s) kafasını yarmıştı. İmam'ın (a.s) dudaklarından şu sözler dökülüverdi:
"Kâbe'nin Rabbine and olsun, kurtuldum." (2)
Mescitte bir uğultu koptu. İnsanlar bir anda koşmaya başladılar. İmam'ın (a.s) mihrabında kanlar içinde yattığını gördüler. Başı sarılmış vaziyette evine götürdüler. İnsanlar ağlıyor, figan ediyorlardı.
Cani İbn Mülcem yakalandı. İmam (a.s), oğlu Hasan'a, diğer oğullarına ve ailesine ellerindeki esire iyi davranmalarını tavsiye ettikten sonra şöyle dedi:
"Cana karşılık candır. Eğer ben ölürsem, beni öldürdüğü gibi siz de onu öldürün. Eğer yaşarsam, o zaman onun hakkındaki kararımı ben veririm." (3)
İmam'ın (a.s) Vasiyeti
İmam (a.s), oğulları Hasan ve Hüseyin'e, ailesinin bütün fertlerine genel tavsiyelerde bulundu ve şöyle buyurdu:
"Size Allah'tan korkmanızı, size meyletse de dünyayı arzulamamanızı, sizden yitip giden dünyalık bir şeyden dolayı üzülmemenizi tavsiye ediyorum. Daima hakkı söyleyin, Allah katındaki mükâfat için çalışın, amel edin. Zalimin hasmı, mazlumun da yardımcısı olun. Kitaptaki hükümlere göre amel edin. Allah için yaptığınız bir şeyden dolayı kınayanın kınamasından çekinmeyin." (4)
Yara derin ve şiddetliydi. Bu yüzden İmam'a (a.s) fazla zaman tanımadı. Kaçınılmaz ecel gelmişti. Son söylediği söz şu ayet oldu:
"Amel edecekler, bunun gibisi için amel etsinler." Sonra tertemiz ruhu esenlik yurdu cennete uçtu.
Naaşının Defni ve İmamın İyiliklerinin Sayıldığı Toplantı
İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) Emirü'l Müminin'in (a.s) cenazesiyle ilgili işleri yerine getirdiler. Gusül verme, kefenleme ve defin işlemlerini yaptılar. Sonra İmam Ha-san (a.s), babasının cenaze namazını kıldı. İmam'ın (a.s) ev halkı ve seçkin arkadaşları da arkasında saf tuttu. Ardından mübarek naaşını son barınağına götürdüler. Kûfe yakınlarındaki Necef'e defnedildi. Bütün işlemler gece yapıldı. (5)
Ardından Sa'saa b. Sûhan kalktı ve İmam'ın (a.s) güzelliklerini, üstün meziyetlerini anlatmaya başladı ve şunları söyledi:
Ne mutlu sana ey Ebu-Hasan! And olsun doğumun güzeldi. Güçlü bir sabrın vardı. Cihadın olağanüstüydü. Görüşünle muzaffer oldun. Ticaretinde kazançlı çıktın. Sonra Yaratıcının huzuruna vardın. Rab-bin müjdeleriyle seni karşıladı. Melekleri senin etrafını sardı. Mustafa'nın yakınlarına yerleştin. Allah sana, ona komşu olma lütfünü bahşetti. Kardeşin Mustafa'nın derecesine yetiştin.
Onun dopdolu kâsesinden içtin. Allah'tan, senin izinden giderek sana uymayı, senin gibi bir hayat sürdürmeyi nasip etmesini diliyoruz. Senin dostlarını dost edinmeyi, senin düşmanlarına düşman olmayı temenni ediyoruz. Bizi senin dostlarının grubunun arasında haşretmesini istiyoruz.
Hiç kimsenin elde edemediği nimetlere nail oldun. Kimsenin kavuşamadığı derecelere kavuştun. Kardeşin Mustafa'nın yanı başında Rabbinin yolunda hakkıyla cihat ettin. Allah'ın dininin hâkim olması için her türlü fedakârlığı yaptın. Ta ki sünnetleri yeniden hayata geçirdin, fitneleri ıslah ettin. Böylece İslâm doğru mecrasına girdi, iman prensipleri ahengini yakaladı. Benden sana en yüce salât ve selâm dilekleri!"
Ardından şunları söyledi:
"And olsun, Allah senin makamını onurlandırmıştır. Sen soy olarak Peygamber'e (s.a.a) en yakın kimse idin. İlk önce İslâm'a giren kimse sendin. Yakini inancı en iyi özümseyen kimselerin başındaydın.
Kalbi en sağlam kimseydin. İnsanlar içinde kendini en fazla cihada adayan kimseydin. Hayırda en büyük pay senindi. Allah, sana verdiği büyük mükâfatlardan bizi mahrum bırakmasın ve senden sonra bizi zelil etmesin! Allah'a yemin ederim ki, senin hayatın hayırların anahtarı ve kötülüklerin kilidiydi. Ama şu günkü günün, bütün kötülüklerin anahtarı ve bütün hayırların kilidi oldu. Eğer insanlar senin sözlerini kabul etselerdi, başlarının üzerinden yağan ve ayaklarının altından akan bereketlerden yerlerdi; ama onlar ahirete karşılık dünyayı tercih ettiler. (6)
Kaynaklar
1- es-Savaiku'l-Muhrika, s.80; Biharu'l-Envar, 42/230
2- el-İmame ve's-Siyase, s.180 veya (Beyrut basımı) 135 ya da (Mısır baskısı) 159; Tarih-i Dimaşk, 3/367 Tercümet-u İmam Ali (a.s)
3- Makatilu't-Talibiyyin, s.22; şerh-u Nehci'l-Belâğâ, İbn Ebi'l-Ha-did, 6/118; Biharu'l-Envar, 42/231
4- Tarih-i Taberî, 4/114; Nehcü'l-Belâğa, Mektup: 47
5- Biharu'l-Envar, 42/290
6- Biharu'l-Envar, 42/295
Direniş güçlerin israile Saldırıları
Hizbullah Siyonist Rejim'in Askeri Üssünü Hedef Aldı
Lübnan Hizbullah Hareketi, işgal altındaki topraklarda bulunan bazı askeri üsleri füzelerle hedef aldığını duyurdu.
Lübnan Hizbullah Hareketi'nden yapılan açıklamada, Siyonist Rejim'e ait "el-Malikiye" ve "Ramin" üslerinin füzelerle vurulduğunu bildirdi.
Açıklamada, "Askerlerimiz bu sabah erken saatlerde el-Malikiye üssü içinde ve çevresindeki Siyonist askerlerin ve İsrail zırhlı personel taşıyıcısının toplanma alanını füzelerle hedef aldı. Bu saldırı kesin ve doğrudan gerçekleştirilerek Siyonist rejimin askerleri arasında bazı kayıplar yaşanmasına neden olmuştur." denildi.
Açıklamada ayrıca, "İşgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki "Avivim" bölgesinde Siyonist askerlerin konuşlandığı binayı roket saldırısının doğrudan hedefi haline getirdik. Mücahitlerimiz Berkan füzesiyle "Ramim" üssünü tam isabetle vurdu" ifadesine yer verildi.
Siyonist Rejim savaş uçakları Lübnan'ın güneyindeki el-Tabia kasabasını da üç kez hedef aldı./mehr
Eilat'a Düzenlenen Saldırının Sorumluluğunu Irak Direnişi Üstlendi
Irak İslami Direniş Hareketi bir açıklama yayınlayarak işgal altındaki Eilat'a sabah erken saatlerde düzenlenen ve İbrani medyasının itiraf ettiğine göre Siyonistlere zarar veren bu saldırının sorumluluğunu üstlendi.
Bu sabah Siyonist rejim medyası, işgal altındaki Eilat'ta alarmın çaldığını duyurdu ve bu bölgenin bir füze veya İHA saldırısı ile hedef alındığını açıkladı.
Bu medya tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: ‘Bilinmeyen nesneler Eilat'a inerek birçok noktayı hedef aldı ve İsrail’in Eilat'taki bir askeri üssü, İHA saldırısıyla hedef alındı ve aynı zamanda şiddetli patlamalar da duyuldu.
Saldırının ardından olay yerine itfaiye ekipleri sevk edilirken, raporlara göre binada maddi hasar da meydana geldi.’
Siyonist rejim medyasından yer alan bu haberden kısa bir süre sonra Irak İslami Direniş Hareketi bugün sabah saatlerinde bir açıklama yayınladı ve şu ifadelerde bulundu: ‘Bu sabah savaşçılarımız işgal altındaki topraklardaki hayati bir hedefe uygun silahlarla saldırdı.
Bu operasyon, işgalcilere yönelik devam eden direniş operasyonları çerçevesinde ve Gazze'deki Filistin halkına destek doğrultusunda ve işgalci rejimin bu halka karşı işlediği suç ve cinayetlere yanıt niteliğindedir.
Irak direnişi düşmanın kalelerini yok etmeye devam edecektir.’
Öte yandan Irak İslami direnişi pazar sabahı da Siyonist rejimin hassas ve hayati bir mevziisinin insansız hava aracıyla hedef alındığını duyurdu.
Irak direnişi açıklamasında şu ifadelerde bulundu: ‘İşgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki El Celil bölgesinde yer alan Albion kasabasında hayati bir hedefi İHA ile hedef aldık. Bu operasyon, mazlum Gazze halkına destek ve Siyonist rejimin onlara karşı devam eden suçlarına yanıt çerçevesinde yürütülmüştür ve düşman mevzilerini yok etmeye devam edeceğiz.’
Sahadaki kaynakların ifadesine göre, Irak direniş cephesi yeni stratejisinde havaalanları dâhil çok önemli Siyonist merkezleri hedef alıyor ve Siyonist rejimin hava sahasını güvensiz hale getirmeye çalışıyor.
Direniş güçlerin israile Saldırıları
Hizbullah Siyonist Rejim'in Askeri Üssünü Hedef Aldı
Lübnan Hizbullah Hareketi, işgal altındaki topraklarda bulunan bazı askeri üsleri füzelerle hedef aldığını duyurdu.
Lübnan Hizbullah Hareketi'nden yapılan açıklamada, Siyonist Rejim'e ait "el-Malikiye" ve "Ramin" üslerinin füzelerle vurulduğunu bildirdi.
Açıklamada, "Askerlerimiz bu sabah erken saatlerde el-Malikiye üssü içinde ve çevresindeki Siyonist askerlerin ve İsrail zırhlı personel taşıyıcısının toplanma alanını füzelerle hedef aldı. Bu saldırı kesin ve doğrudan gerçekleştirilerek Siyonist rejimin askerleri arasında bazı kayıplar yaşanmasına neden olmuştur." denildi.
Açıklamada ayrıca, "İşgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki "Avivim" bölgesinde Siyonist askerlerin konuşlandığı binayı roket saldırısının doğrudan hedefi haline getirdik. Mücahitlerimiz Berkan füzesiyle "Ramim" üssünü tam isabetle vurdu" ifadesine yer verildi.
Siyonist Rejim savaş uçakları Lübnan'ın güneyindeki el-Tabia kasabasını da üç kez hedef aldı./mehr
Eilat'a Düzenlenen Saldırının Sorumluluğunu Irak Direnişi Üstlendi
Irak İslami Direniş Hareketi bir açıklama yayınlayarak işgal altındaki Eilat'a sabah erken saatlerde düzenlenen ve İbrani medyasının itiraf ettiğine göre Siyonistlere zarar veren bu saldırının sorumluluğunu üstlendi.
Bu sabah Siyonist rejim medyası, işgal altındaki Eilat'ta alarmın çaldığını duyurdu ve bu bölgenin bir füze veya İHA saldırısı ile hedef alındığını açıkladı.
Bu medya tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: ‘Bilinmeyen nesneler Eilat'a inerek birçok noktayı hedef aldı ve İsrail’in Eilat'taki bir askeri üssü, İHA saldırısıyla hedef alındı ve aynı zamanda şiddetli patlamalar da duyuldu.
Saldırının ardından olay yerine itfaiye ekipleri sevk edilirken, raporlara göre binada maddi hasar da meydana geldi.’
Siyonist rejim medyasından yer alan bu haberden kısa bir süre sonra Irak İslami Direniş Hareketi bugün sabah saatlerinde bir açıklama yayınladı ve şu ifadelerde bulundu: ‘Bu sabah savaşçılarımız işgal altındaki topraklardaki hayati bir hedefe uygun silahlarla saldırdı.
Bu operasyon, işgalcilere yönelik devam eden direniş operasyonları çerçevesinde ve Gazze'deki Filistin halkına destek doğrultusunda ve işgalci rejimin bu halka karşı işlediği suç ve cinayetlere yanıt niteliğindedir.
Irak direnişi düşmanın kalelerini yok etmeye devam edecektir.’
Öte yandan Irak İslami direnişi pazar sabahı da Siyonist rejimin hassas ve hayati bir mevziisinin insansız hava aracıyla hedef alındığını duyurdu.
Irak direnişi açıklamasında şu ifadelerde bulundu: ‘İşgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki El Celil bölgesinde yer alan Albion kasabasında hayati bir hedefi İHA ile hedef aldık. Bu operasyon, mazlum Gazze halkına destek ve Siyonist rejimin onlara karşı devam eden suçlarına yanıt çerçevesinde yürütülmüştür ve düşman mevzilerini yok etmeye devam edeceğiz.’
Sahadaki kaynakların ifadesine göre, Irak direniş cephesi yeni stratejisinde havaalanları dâhil çok önemli Siyonist merkezleri hedef alıyor ve Siyonist rejimin hava sahasını güvensiz hale getirmeye çalışıyor.
Washington Post: ABD İsrail'e Sessizce Bomba Ve Silah Yığıyor
ABD, milyarlarca dolar değerindeki bomba ve savaş uçağının İsrail'e transferine sessizce yeşil ışık yaktı.
The Washington Post'un Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı haberine göre, Gazze'deki sivil ölümleriyle ilgili endişelerini dile getirmesine rağmen ABD, milyarlarca dolar değerindeki bomba ve savaş uçağının İsrail'e transferine sessizce yeşil ışık yaktı.
Paketler 1.800 MK84 2.000 poundluk (925 kg) bomba, 500 MK82 500 poundluk (227kg) bomba ve 25 adet F-35A savaş uçağı ve motoru içeriyor.
Washington Post, 300 metreye (1000 feet) kadar mesafedeki insanlara zarar verebilecek 2000 poundluk bombaların “İsrail'in Gazze'deki askeri harekâtı sırasında daha önce meydana gelen toplu ölüm olaylarıyla bağlantılı olduğunu” belirtti./haber7
İmam Hamanei: Filistin’i Desteklemekte Tereddüt Etmeyeceğiz
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Hamas Siyasi Büro Başkanı Sayın İsmail Haniye ve beraberindeki heyetle yaptığı görüşmede, Filistin direniş güçlerinin ve Gazze halkının benzersiz duruşunu takdir ederek: “Bütün Batı'nın desteğini arkasına alan Siyonist rejimin suç ve vahşeti karşısında Gazze halkının gösterdiği tarihi sabır, gerçekten İslam'ı şereflendirmiş, düşmanın istememesine rağmen Filistin meselesini dünyanın ilk gündemine getirmiş devasa bir olgudur.” dedi.
İslam İnkılabı Rehberi, Gazze halkının katledilmesinin ve bu bölgedeki soykırımın her vicdanlı insanı etkilediğini vurgulayarak, şöyle devam etti: İran İslam Cumhuriyeti, Filistin davasına, mazlum ve direnişçi Gazze halkına destek vermekten asla çekinmeyecektir.
İmam Hamanei, uluslararası kamuoyunun yanı sıra başta Arap dünyası olmak üzere İslam dünyası kamuoyunun Gazze halkına destek vermesi hususunu önemli olarak değerlendirerek şunları söyledi: Filistin direnişinin propaganda ve medya tedbirleri şimdiye kadar çok etkili oldu, bu konuda Siyonist düşmandan öndesiniz ve bundan sonra daha çok çalışmalısınız.
İslam İnkılabı Rehberi, ayrıca Siyonist rejim tarafından şehit edilen Hamas Liderleri Şehit Aruri’yi anarak, bu büyük şehit önemli bir şahsiyetti ve çabalarının karşılığı olarak Allah onun sonunu şehadetle ödüllendirdi dedi.
Bu toplantıda Hamas Siyasi Ofisi Başkanı Sayın İsmail Haniye, İran İslam Cumhuriyeti halkının ve hükümetinin Filistin meselesine ve özellikle Gazze halkına verdiği destek için teşekkür ve takdir ederken, Gazze’de savaş alanındaki ve siyasi alandaki en son gelişmeler hakkında bir rapor sunarak: Gazze halkının ve direniş güçlerinin bu altı aydaki örnek sabrı ve azmi inançlarından kaynaklanmaktadır. Bu sayede Siyonist düşman Gazze savaşındaki stratejik hedeflerinden hiçbirini elde edemedi.
Hamas Siyasi Ofisi Başkanı, "Aksa Tufanı" operasyonunun Siyonist rejimin yenilmezliği efsanesini yerle bir ettiğini, altı ay sonunda Siyonist düşmanın ağır kayıplar verdiğini ve bu rejimin binlerce askerinin öldürüldüğünü ve yaralandığını vurguladı. Gazze savaşı bir dünya savaşıdır ve Amerika hükümeti, savaşı yönetmekle görevli olduğundan Siyonist suçun ana suç ortağıdır dedi.
Haniye, İslam İnkılabı Rehberine hitaben: Sizi temin ederim ki, Gazze'de yaşanan tüm vahşet, suç ve soykırıma rağmen Gazze halkı ve direniş güçleri güçlü bir şekilde ayakta durmaktadır ve direnerek Siyonist düşmanın hedeflerine ulaşmasına izin vermeyecektir dedi.
Türk İsrail ilişkilerinde Erdoğan devrimi..
Türkiye İsrail ilişkilerinin öyküsünün anlatıldığı ‘Stratejik İttifak’ kitabının yazarı Alptekin Dursunoğlu ile, Türkiye İsrail ilişkilerinin bugününü konuştuk.
İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım, tüm dünyada İsrail rejimine yönelik yerleşik anlayışları sarsıyor.
İsrail rejiminin en büyük destekçisi olan ülkelerde on binlerce kişinin katıldığı kitlesel gösteriler yapılıyor.
Başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere Müslüman veya Arap olmayan ülkeler İsrail’le ilişkilerini kesiyor.
Güney Afrika Cumhuriyeti, Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’in soykırım suçlamasıyla yargılanmasını sağlıyor. Dünyada bütün bunlar olurken Filistin’le tarihsel, dini ve kültürel bağları olan Türkiye ne yapıyor?
Türkiye İsrail ilişkilerinin öyküsünün anlatıldığı ‘Stratejik İttifak’ kitabının yazarı Alptekin Dursunoğlu ile, Türkiye İsrail ilişkilerinin bugününü konuştuk.
***
- ‘Stratejik İttifak’ adlı kitabınız ülkemizde Türkiye İsrail ilişkileri ile ilgili yazılmış ilk kitap. Bu kitap çıktıktan sonra hem İsrail’de hem de Türkiye’de önemli kuruluşlar tarafından referans gösterildi. Örneğin İsrail Bar Ilan Üniversitesi’ne bağlı Begin-Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA) bu kitabı bibliyografya listesine aldı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı da referans kaynaklar listesinde bu kitaba yer verdi.
Türk İsrail ilişkilerinin tarihi ve gelişimiyle ilgili böylesine bir kitap yazmış biri olarak Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin son durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinde gerçek anlamda bir devrim yaptı. Aslında bunun Adalet ve Kalkınma Partisi’nin değil, partinin lideri olan Erdoğan’ın devrimi olduğunu söylemek daha doğru. Bu devrim sayesinde de şu an Türkiye İsrail ilişkileri hiçbir dönemde olmadığı kadar güçlü ve istikrarlı durumda.
- Bu nasıl olabilir? Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’i oldukça sert sözlerle eleştiriyor ve Filistin, yanlısı açıklamalarda bulunuyor. Bazı Arap liderleri bile Hamas’ı terör örgütü olarak nitelerken o buna karşı çıkıyor. Siz sadece iki ülke arasındaki ticaret hacminden dolayı mı ilişkilerin en güçlü döneminde olduğunu iddia ediyorsunuz?
- Elbette hayır. Biraz önce Türkiye-İsrail ilişkileriyle ilgili olarak üç kavramdan söz ettim. Bunlar ‘devrim’, ‘güç’ ve ‘istikrar’. Ben bu üç kavramı rastgele kullanmadım. Türkiye İsrail ilişkilerinin hiçbir dönemde olmadığı kadar güçlü ve istikrarlı olduğunu söylerken bunu ‘Erdoğan’ın devrimi’yle açıkladım. Gösterdiğiniz tepkiden anlıyorum ki öncelikle Türkiye-İsrail ilişkilerinde ‘Erdoğan devrimi’nin ne olduğunu açıklamam gerekiyor.
Erdoğan, Türkiye halkının İsrail’le ilişkilere bakışını değiştirdi. İsrail’le ilişkiler, Türkiye’de her zaman bir mahcubiyet konusuydu. Türkiye’nin 1949’da İsrail’i tanıyan ilk devletlerden biri olması halk açısından bir utançtı. Zira Türkiye, İsrail’e bu rejimi hemen tanıyan Amerika veya Sovyetler Birliği gibi bakamazdı. Filistin toprakları daha 30 yıl öncesine kadar Osmanlıya aitti ve Siyonistlerin yurdunu gasp edip sürgüne yolladığı Filistinliler de Osmanlı vatandaşıydı.
Geniş kitlelerin utancına rağmen İsrail’i tanıyan devlet seçkinleri bu kararı ‘milli çıkarlar’ veya ‘zorunluluklar’ ile izah ettiler. O dönemin iktidar seçkinlerine göre Türkiye Sovyet tehdidi altındaydı ve bundan korunmak için de ‘hür dünya’nın güvenlik şemsiyesi altına girmek gerekiyordu. İsrail’i tanımak, Türkiye’nin NATO’ya giriş bileti olacaktı.
Ancak ‘ulusal çıkar’ veya ‘zorunluluk’ izahları ulusal utancı gidermeye yetmiyordu. Bu yüzden de Türkiye’nin devlet aygıtı, İsrail ilişkilerini çoğu zaman hatta hükümetleri dahi aşan gizlilikler içerisinde sürdürdü. Hükümetler de utançtan veya halk tepkisinden dolayı bu gizliliğe riayet etti.
Erdoğan devrimiyle bu utancı ortadan kaldırdı. Türkiye’de artık dindarlar bile İsrail’le ilişkilerin gerekliliğini savunuyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kadar İsrail’le ilişkiler konusunda Türkiye’de üç tür tavır söz konusuydu.
Birincisi İsrail’le ilişkilerin gerekliliğine inanan, bunu hiçbir mahcubiyet duymadan açıkça savunan çevrelerin tavrıydı. Bu, Türkiye’de ordunun, dışişleri bürokrasisinin ve büyük sermaye sahiplerinin tavrıydı. İsrail’le ilişkiler bu kesimler açısından Türkiye’nin Batı ile bütünleşmesinin en önemli köprülerinden biriydi. Bunlar çok ilginç bir şekilde İsrail’le ilişkileri Türkiye’de rejimin bekasıyla da ilişkilendirdiler. Onlara göre Atatürk ‘çağdaş uygarlığı’ hedef göstermişti. Çağdaş uygarlığa ulaşmanın yolu Batı ile bütünleşmekti. İsrail, Türkiye’nin Batı ile bütünleşmesine yardım eden bir köprüydü. Batı ile bütünleşmeyi tehdit edenler de komünistler ile İslamcılardı. Komünistler ile İslamcıların Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini en çok eleştiren taraflar olması da tesadüf olamazdı.
Türkiye’de İsrail hedeflerine yönelik en etkili eylemleri Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gibi solcu eylemciler yapmıştı. En kitlesel karşıtlığı ise Necmeddin Erbakan liderliğindeki ‘Milli Görüş’ hareketi üretmişti. O halde İsrail’le ilişkileri savunmak; aynı zamanda rejimin bekasını savunmak anlamına da geliyordu.
İkincisi…
- İkincisine geçmeden önce şunu soralım: İsrail’le ilişkiler bir dış politika tercihi, siz ise rejimin bekasıyla ilişkilendirerek bunu bir iç politika meselesi gibi sundunuz. İsrail’le ilişkiler, Türkiye’nin iç politikasını ne zaman etkiledi? Bu, biraz afaki olmadı mı?
- Türkiye’de iki askeri muhtıraya gerekçe teşkil eden bir konu nasıl sadece ‘dış politika’ konusu olabilir? Mahir Çayan ve arkadaşlarının İsrail’in Türkiye büyükelçisi Efraim Elrom’u cezalandırması 12 Mart muhtırasının, Başbakan Necmeddin Erbakan’ın İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesine direnmesi ise 28 Şubat muhtırasının gerekçesi oldu.
Türkiye’de 2016’da da Rusya büyükelçisi Andery Karlov öldürüldü. Bu cinayet, ülkede bir rejim sorunu olarak değil bir terör sorunu olarak konuşuldu ve kapandı. 12 Mart ve 28 Şubat’tan sonra ise Türkiye iç siyaseti yapısal değişimler geçirdi, başbakanlar düşürüldü. Türkiye’de bir başbakanın herhangi bir ülkenin dışişleri bakanına randevu vermemesi rejim krizine dönüşebilir miydi? Ama merhum Başbakan Erbakan’ın dönemin İsrail dışişleri Bakanı David Levy’ye randevu vermemesi inanılmaz bir krize dönüştürüldü ve Erbakan genelkurmayın baskısıyla David Levy’yi kabul etmek zorunda kaldı.
Genelkurmay, ‘Milli Askeri Stratejik Konsept’ini değiştirdi İsrailli bakana randevu vermeyen Erbakan’ın şahsında ‘irtica’yı birinci ‘bölücülüğü’ ikinci tehdit olarak belirledi. İran ve Suriye’yi de bu iç tehditlerin kaynağı olan dış tehditler olarak seçti. Bu, Türkiye’nin tehdit algısının İsrail’in tehdit algısıyla eşitlenmesi anlamına geliyordu.
- Peki ikincisinde kalmıştık.
- Evet ikincisi hükümetlerin tavrı. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kadar hükümetler İsrail’le ilişkileri mahcup şekilde yürütüyordu. Olabildiğince halka yansıtmamaya çalışıyorlardı. Gerçi Türkiye’de sağcı hükümetler İsrail’le ilişkileri geliştirme konusunda her zaman öncü rol oynadı. Erdoğan’dan sonra Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini en çok geliştiren lideri Adnan Menderes’ti. Ama her halükarda hükümetler İsrail’le ilişkilerini mahcubiyetle ve ordunun baskıları veya ‘ulusal çıkarlar’ klişesiyle izah ediyorlardı.
Üçüncü tavır ise halkın tavrıydı. Hangi ideolojik veya siyasi görüşten olursa olsun Türkiye’de halkın büyük çoğunluğu her zaman Filistin’den yana ve İsrail’e karşı oldu. İsrail’le ilişkilerden de her zaman utanç ve tedirginlik duydu. Çünkü 28 Şubat döneminde çok açık bir şekilde tanık olunduğu gibi İsrail’le ilişkilerin gelişmesi, Türkiye’nin bölgesine yabancılaşması sonucunu doğuruyordu.
- Adalet ve Kalkınma Partisi ne açıdan farklı peki?
- Şu an Gazze’de Uluslararası Adalet Divanı’nın dahi ‘soykırım’ diye nitelediği bir vahşet yaşanıyor. Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail’e karşı soykırım tedbir kararına dayanarak dahi ticareti durdurabilirdi. Ancak bunu yapmıyor. Gazze’de her şey normalmiş gibi İsrail’le normal ticari ilişkilerini sürdürüyor.
Türkiye’de şu an Adalet ve Kalkınma Partisi yerine başka bir parti iktidar olsaydı ya da Erdoğan’dan başka biri cumhurbaşkanı olsaydı Türkiye’nin Gazze’de her şey normalmiş gibi İsrail’le ticaretini normal şekilde sürdürmesi normal karşılanır mıydı? Gazze gündemden düşürülmez, İslamcı STK’lar ise her Cuma eylemler yapardı. İşte bahsini ettiğim Erdoğan devrimi budur.
Erdoğan devrimi sayesinde İsrail’le ilişkiler Türkiye’de özelikle de dindar, muhafazakar kesimde bir utanç olmaktan çıktı. Bursa’da Adalet ve Kalkınma Partisi bakanlarından son derece saygılı ifadelerle İsrail’le ticaretin durdurulmasını isteyen insanlar yaka paça gözaltına alınıyor. İslamcı yazarlar, İsrail’le ticaretin sürdürülmesini ve soykırıma destek verilmesini eleştirenleri ‘İrancı’lıkla suçluyor.
Amerikan halkının İsrail’in suç ortağı olan Amerikan rejiminin yetkililerine karşı gösterdiği tepkilerle bir kıyaslayın. Amerikalı yetkililerin araçlarına kan simgeleyen kırmızı boyalar dökerek yapılan protestoların benzerini Türkiye’de değil bir bakanın iktidar partisinin herhangi bir il başkanının aracına yapmaya kim cesaret edebilir?
Hükümetin Gazze soykırımına rağmen İsrail’e verdiği ekonomik ve ticari destek, dindar veya muhafazakar kesimler tarafından açıkça savunuluyor. Her şeyden önemlisi artık Türkiye’de İslamcılar bundan utanç duymuyor. Dolayısıyla hükümet de ‘zorunluluk’ gibi bir bahaneye bile sığınma gereği duymuyor.
- Bu ticari anlaşmaların önceden yapıldığı ve bu yüzden İsrail’e malların zorunlu olarak gönderildiği söyleniyor.
- Hayır zorunluluk derken bunu kastetmiyorum. Daha önceki hükümetler, İsrail’le ilişkileri genelkurmayın ve devletin seçkin karar vericilerinin baskısıyla açıklardı. Örneğin 28 Şubat sürecinde hükümet ciddi şekilde ordunun baskısı altındaydı. Muhtıranın gerekçelerinden biri Erbakan’ın İsrail’le ilişkiler konusunda genelkurmaya direnmesiydi. Şu an Erdoğan’a baskı yapan veya muhtıra verebilecek bir genelkurmay mı var? Demek ki ticaretin Gazze soykırımına rağmen devam ettirilmesi baskı veya zorunluluktan kaynaklanmıyor. Ticari anlaşmaların önceden yapılmış olmasından bir ‘zorunluluk’ olarak bahsetmek ise ortalama bir akılla dahi alay etmek demek.
Zira bir devlet, sorun yaşadığı bir devlete yaptırım uygularken anlaşmasını daha önce yaptığı ticareti muaf mı tutar? O zaman yaptırımın ne anlamı kalır? Erdoğan hükümeti, 2011’den sonra Suriye’ye yaptırımlar uyguladı. Bu yaptırımlar sebebiyle Suriye ile 2011 öncesindeki muazzam ticari ilişkilerimiz etkilenmedi mi? Suriye ile bir anda kesilen ticaret, İsrail’le neden kesilemiyor?
Türkiye, İsrail’e ekonomik ve ticari yaptırım uygularsa en fazla para kaybeder. İyi de bedelsiz bir yaptırım olur mu? İnsanlar için dahi parayla satılmayacak değerler varken devletlerin bedeli her ne olursa olsun koruması gereken değerleri yok mudur? Ulusal irade, bağımsızlık ve egemenlik gibi kavramlar ekonomik çıkarlar için feda edilebilir mi?
Tabi ki bir ülkeye yaptırım uyguladığınızda bundan maddi olarak siz de etkilenirsiniz. Yaptırım uygulayıp ticareti keserek siz pazar ve para kaybetmiş olursunuz. Yaptırım uyguladığınız taraf ise ordusunu beslediği sebze ve meyveden, Gazze’yi yerle bir eden tankların yapımında kullandığı çelikten, Filistinlileri kuşattığı dikenli tellerden vs. mahrum kalır. Ticareti kesmiyorsanız bu sizin paraya öncelik verdiğinizi gösterir.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar Türkiye’nin İsrail’le olan ticari ilişkilerinde ihracatı ithalatından hep fazla oldu. Yani dış ticaret dengesi hep Türkiye lehine oldu.
Erdoğan hükümetlerinin İsrail’le olan 20 yıllık ticaretine bakalım. Partinin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’nin İsrail’e ihracatı yaklaşık 900 milyon, ithalatı ise 500 milyon dolardı. Yani Türkiye lehine 400 milyonluk bir ticaret dengesi vardı.
2022’de ise ihracat 6.7 milyar dolar, ithalat ise 2.2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu rakamlar bize Erdoğan’ın 20 yıllık iktidarında İsrail’le ticaret hacminin astronomik şekilde Türkiye lehine geliştiğini gösteriyor. Bunun anlamı Türkiye’nin İsrail’le zorunluluk ve ihtiyaçlardan dolayı değil, karlı olduğu için ticaret yaptığıdır.
Daha önceki hükümetler döneminde Türkiye İsrail ticaret hacmi birkaç yüz milyondan ibaretti ve bu bile mahcubiyetle ifade edilirdi. Şu an Gazze’de soykırım devam ederken 6 milyar dolarlık ticaret hacmi söz konusu. Partinin dindar ve muhafazakar seçmeni değil mahcubiyet duymak dış ticaret dengesinin yaklaşık 3 kat Türkiye’nin lehine olduğuna dikkat çekerek bundan gurur duyuyor.
- Ancak ticaretin durdurulmaması konusunda şöyle bir savunma da söz konusu: Ticareti devlet yapmıyor, özel şirketler yapıyor. Dolayısıyla devletin bunu durdurması söz konusu olamaz deniyor.
- Erdoğan hükümetlerinin devlete ait hiçbir üretim kuruluşu bırakmadığı ve kar eden stratejik sanayi kuruluşlarını dahi özel şirketlere veya yabancılara sattığı doğrudur. Ancak ticari kuruluşunun olmaması, devletin dış ticareti yönetemeyeceği anlamına gelmez.
Kapitalizmin en vahşi şekilde uygulandığı devlet sektörü diye bir şeyin olmadığı Amerika’da bile özel şirketler devletin yaptırım uyguladığı bir ülkeye satış yapabilir mi? Örneğin İran, yaptırımları delebilmek için çok avantajlı şartlar sunmasına rağmen hiçbir Amerikan petrol şirketi İran’da yatırım yapamıyor. Fransız Total şirketi dahi Trump’un azami yaptırım kararından sonra avantajlı şartlara rağmen İran pazarından çekilmişti.
Amerika sadece kendi şirketlerini değil başka ülkelerin şirketlerini bile yaptırım kararlarına uymaya zorluyor. Türkiye kendi şirketlerini alacağı bir yaptırım kararına uymaya zorlayamaz mı? Türkiye, 2011’den sonra Suriye’ye ekonomik yaptırım uygulamaya başladı. Şu an İsrail’le ticaret yapan hangi firma Suriye ile ticaret yapabilir? Herhangi bir özel şirketin yaptırım kararlarına uymasını sağlayamayan bir devletin egemenliği mi kalır?
Türkiye egemen bir devlettir ve hiçbir özel şirket, devletin istemediği hiçbir yerle ticaret yapamaz. “Türkiye, İsrail’le ticaretini durduramaz; çünkü bu ticareti özel şirketler yapıyor” diyenlere şunu sorun: Peki İsrail’le ticaret yapan Müsiad’a ve Tüsiad’a bağlı bu özel şirketler örneğin Fırat’ın doğusundaki PYD yönetimi ile de böyle özgür bir şekilde ticaret yapabilir mi? Türkiye, terörist olarak tanımladığı PYD ile özel şirketlerin ticaret yapmasını yasaklayabiliyorken Erdoğan’ın ‘devlet terörü’ uygulamakla suçladığı İsrail’e neden ticaret yasağı koyamasın? İsrail’le en fazla ticaret yapan şirketlerin hükümete en yakın şirketler olması ayrıca dikkat çekici.
- Hükümet, İsrail’i destekleyen uluslararası firmaların boykot edilmesi yönünde halka çağrı yapıyor.
- Peki hükümetin halka boykot çağrısı yaptığı Starbucks, Cocacola, Mcdonalds vb. gibi firmalar Türkiye’de kimin izniyle ticari faaliyet yapıyor? Bu şirketlerin Türkiye’de çalışma ruhsatlarını iptal etmek halka boykot çağrısı yapmaktan daha etkili olmaz mı? Hükümetin boykot etme çağrısı yaptığı bazı şirketlerin Türkiye futbol federasyonu gibi resmi kurumlarda sponsorluğa devam etmesine hiç değinmiyorum bile.
Devletler boykot çağrısı yapmaz, sivil toplum kuruluşları boykot çağrısı yapar. Çünkü sivil toplum kuruluşlarının o firmaların ticaretini engelleyecek yasal bir gücü yoktur. Ama Devletin gücü de vardır yasal imkanı da vardır.
Erdoğan’ın yaptığı ‘devrimlerden’ biri de devletin sivil toplum kuruluşu gibi, sivil toplum kuruluşlarının da devlet gibi davranmasını normalleştirmesidir.
İsrail elçisini sınır dışı etmek, İsrail’le ticareti durdurmak, İsrail’e karşı Filistin direnişini desteklemek ve nihayet askeri müdahalede bulunmak devletlerin yapabileceği işlerdir. Filistin direnişini desteklemek ile İsrail’e askeri müdahale dışındaki diğer seçenekler gerçekçidir. Zira Tel Aviv’deki elçisini dahi geri çekemeyen bir devletten Filistin direnişine askeri yardım yapmasını beklemek yanlış olur. Türkiye, İsrail elçisini ancak İsrail tarafı Türkiye’deki elçisini çektikten sonra çekebildi.
Askeri müdahale beklentisi ise zaten söz konusu değil. Filistinliler de dahil olmak üzere hiç kimse Türkiye’den ya da bir başka ülkeden İsrail’e savaş açmasını beklemiyor.
Ancak Erdoğan hükümeti, örneğin bazı Latin Amerika ülkeleri gibi siyasi ilişkilerini kesmek, İsrail’e ekonomik yaptırım uygulamak gibi sadece bir devletin yapabileceği işleri yapmak yerine miting yapıyor, halkı boykota çağırıyor. Yani bir sivil toplum kuruluşunun yapabileceği işler yapıyor.
Peki hükümet devlet gibi değil de bir sivil toplum kuruluşu gibi davrandığında buna sivil toplum ne diyor? İslamcı sivil toplum kuruluşları, İsrail’e ticari desteği sürdüren hükümeti değil Amerika’yı protesto etmek için İncirlik’te miting yapıyor. Mitinge götürdüğü taraftarlarını polise ihbar ediyor. Erdoğan’ın düzenlediği 2 mitinge, İsrail’le ticaret yapan Müsiad’ın düzenlediği 1 mitinge ve katılımcılarını polise ihbar eden STK’ların mitinglerine katılan insan sayısından anlaşılıyor ki devletin sivil toplum kuruluşu rolü oynaması ayıplanmıyor, yadırganmıyor; hatta alkışlanıyor.
- Fakat, İsrail hükümeti Erdoğan’ın söylemlerinden çok rahatsız. İsrail basınında Erdoğan’a çok sert saldırılar yapılıyor. Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri sizin tasvir ettiğiniz kadar iyiyse o zaman İsrail neden Erdoğan’ı bu kadar hedef alıyor?
- İsrail’deki mevcut hükümet ve hükümet yanlısı basın, sadece Erdoğan’a değil Joe Biden’a da sert eleştiriler yapıyor. Joe Biden’ın veya Erdoğan’ın İsrail hükümetine yönelik sert söylemleri, İsrail tarafının da tepkisi Amerika veya Türkiye’nin İsrail’i desteklemediği anlamına gelmiyor.
Her şeyden önce tarafların eleştirilerini kime yönelttiğine dikkat edilmelidir. Gerek Biden, gerekse Erdoğan İsrail rejimini hedef almıyor. Benyamin Netanyahu’yu hedef alıyor. Benyamin Netanyahu’yu sadece Biden ve Erdoğan değil İsraillilerin çok büyük bir kesimi de hedef alıyor. Aksa Tufanı’ndan önce de şimdi de İsrail’de her gün binlerce, on binlerce kişi Netanyahu’yu ve kabinesini en sert ifadelerle eleştiriyor, protesto ediyor ve istifaya çağırıyor.
Eğer mesele Netanyahu’ya sert sözler söylemekse Erdoğan da dahil hiç kimse şimdiye kadar Biden’ın rekorunu kıramadı. Çünkü Biden’ın Netanyahu’ya ağza alınmayacak sözlerle küfrettiği Amerikan basınında yer aldı.
Erdoğan da Biden da İsrail rejimini değil, Netanyahu’nun şahsını hedef alıyor. Erdoğan’ın “Netanyahu’yu sildik attık; İsrail’le bağları koparamayız” sözü hükümet yanlısı Hürriyet gazetesinin manşeti olmuştu.
Erdoğan bu sözü 4 Kasım’da Gazze savaşının başlamasından yaklaşık bir ay sonra ve Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken’ın Türkiye’ye gelmesinden bir gün önce söyledi. Erdoğan’ın Netanyahu’yı sildik attık sözü ile Türkiye kamuoyunu memnun etmek hedeflenmekle birlikte İsrail ve Amerika’ya da: “Benim sorunum İsrail’le değil Netanyahu ile” mesajı veriliyordu. “Bağları koparamayız” sözü ile de Amerika ve İsrail rejimlerine garanti veriliyordu.
Erdoğan’ın bu sözü bir devlet politikası oldu ve İsrail’le ilişkiler konusunda yürürlükte olan politika da budur. Erdoğan, sorunu Netanyahu’ya indirgiyor, onu sert ifadelerle eleştirmek en risksiz tepki biçimi. Çünkü Netanyahu’yu sadece Erdoğan değil İsrailliler ile Amerikan rejimi bile eleştiriyor. Önemli olan Türkiye’nin İsrail’le bağları koparmaması. Erdoğan işte bunun garantisini verdi ve hala artarak sürmekte olan ticaret de bunun en somut kanıtı.
- Ticari ilişkiler sürüyor olsa da siyasi ilişkiler kötü. İki taraf da elçilerini çekmiş bulunuyor. Karşılıklı sert mesajlar da siyasi ilişkilerin kolay kolay tamir edilemeyeceğini gösteriyor. Öyle değil mi?
- Hayır değil. Erdoğan, sadece ticareti sürdürerek İsrail’i desteklemiyor. Siyasi açıdan da destekliyor. Ama Erdoğan, İsrail’e siyasi desteğini Joe Biden’ın tarzıyla yapıyor. Soykırım yaparak İsrail’in imajını yerle bir eden Netanyahu’yu eleştiriyor; ama çıkış yolu olarak gerçekleşmesi imkansız olan ‘iki devletli çözümü’ gösteriyor.
Erdoğan Biden’dan farklı bir şey mi yapıyor? Netanyahu’yu eleştiriyor, İsrail’le bağları koparamayız diyor ve iki devletli çözüme garantör ülke olarak taraf olalım diyor.
Erdoğan hükümetinin İsrail’le siyasi ilişkilerinde bundan çok daha kötü dönemler oldu. Daha doğrusu olması gerekiyordu. İsrail rejimi uluslararası sularda insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine saldırıp 10 Türk vatandaşını öldürdü. Bu, doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren bir sorundu. Peki Erdoğan bu sorunu nasıl çözdü? Parayla.
İsrail rejimi ölenlerin yakınlarına para ödedi Türkiye de İsrail rejimiyle ilişkilerini normalleştirdi.
Erdoğan’ın Suriye krizi döneminde de İsrail hükümetiyle kavgaları vardı; çünkü Hamas’ın Suriye’den koparılması için bu gerekliydi. Suriye’de savaşın başladığı 2012’den Türkiye ve İsrail’in elçilerini karşılıklı olarak atadığı 2022’ye kadar Türk İsrail ilişkileri siyasi açıdan çok krizliydi. İki taraf da birbirine sert sözlerle saldırıyordu. Ama bütün bunlar olurken ticaret rekordan rekora koştu.
Sadece ticari ilişkilerde değil, siyasi destek konusunda da Erdoğan hükümetleri İsrail’e karşı üstüne düşeni fazlasıyla yaptı. Türkiye, İsrail’le siyasi açıdan en gergin olduğu dönemlerde İsrail’in OECD’ye üyeliğine ve NATO’da büro açmasına onay verdi.
Adalet ve Kalkınma Partisi, 2014 yılındaki kongresine Hamas Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal’i davet etti. 2015’te ise İsrail ve Amerika’nın talebi ile Hamas’ın askeri kanat liderlerinden Salih Aruri’yi sınır dış etti.
Yani Erdoğan hükümeti, İsrail’e karşı Filistin direnişinin tezlerini desteklediği için Hamas’a olumlu yaklaşmadı. Tam aksine Hamas’ı silah bırakmaya teşvik ederek bunu Amerika ve İsrail nezdinde krediye dönüştürmeye çalıştı. Erdoğan’ın Filistin sorununun çözümüne ilişkin görüşü Hamas’ınkiyle değil el-Fetih’inkiyle aynı.
Çünkü Hamas silahlı direnişten, el-Fetih ise siyasi müzakereden ve iki devletli çözümden yana. Erdoğan hükümeti, Filistin’de silahlı direnişi savunduğu için Hamas’ı desteklemedi. Hamas’ı Suriye’den koparmak için Hamas’ı destekledi. Dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ifadesiyle Katar ve Suudi rejimleri Suriye’de mezhep savaşı çıkarmak istiyordu. Sünni Hamas’ın Şam’da bulunması ise bu hedefe zarar veriyordu. Katar, Suudiler ve Erdoğan hükümeti daha fazla silahlandırmak için Hamas’ı desteklemedi. Hamas’a sürekli silah bırakması yönünde baskı yaptıklarını bizatihi Erdoğan’ın dışişleri bakanları açıkladı.
Hamas, Suriye’nin yıkım projesi için kullanılan bir araçtı. Proje başarısız olunca Hamas’ı ortada bırakan ülkeler, İsrail’le normalleşmeye koştu.
YDH
Batı'nın "ikiyüzlü tavrı" Filistinli kadınların mücadelesini daha da zorlaştırıyor...
Filistinli kadınlar, küresel arenada Filistinlilere karşı yapılan adaletsiz muameleden ve haklarına duyulan kayıtsızlıktan hayal kırıklığına uğradı. Maskenin düştüğü ve gerçeğin ortaya çıktığı bir durumla karşı karşıyayız
Kudüs Kadınlar Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Fadwah Khawjah, Batı medyası ve uluslararası kuruluşların, Filistinli kadınların acılarını görmezden gelip İsrail'in işlediği suçlara sessiz kaldığını belirterek, "Artık bu değerleri pratiğe geçiremeyenlerin ikiyüzlüce yaptığı açıklamaları dinlemek istemiyoruz. Biz Filistinli kadınlar kendi rolümüzü, haklarımızı, bu samimiyetsiz ve etkisiz uluslararası kurumlarla nasıl başa çıkacağımızı çok iyi biliyoruz." dedi.
Khawjah, AA muhabirine, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, İsrail saldırıları altında hayatta kalmaya çalışan Gazzeli kadınların durumunu ve Batı'nın taraflı tutumunu değerlendirdi.
Filistinli kadınların, tarihsel süreçte toplumlarının liderliğini üstlenerek çeşitli siyasi örgütler kurduklarını ve önemli roller üstlendiklerini aktaran Khawjah, İngiliz mandasının uygulamalarına karşı direniş sürecini başlatan, 200'den fazla kadının katıldığı ilk kadın kongresinin 1929'da Kudüs'te yapıldığını söyledi.
Khawjah, Filistinli kadınların 1987'de başlayan Birinci İntifada'da da başarılı bir şekilde örgütlendiklerini hatırlatarak, "1993'teki Oslo Barış Anlaşmalarının ardından da kadınlar, hem ulusal hem de uluslararası kadın örgütleriyle iş birliği yaparak gerçek değişim için çaba gösterdi." diye konuştu.
Filistinli birçok kadının yargı, meclis, bakanlıklar ve çeşitli siyasi partilerde görev aldığını ancak bugün gelinen noktada kadın temsilinin istenilen seviyede olmadığını kaydeden Khawjah, şöyle devam etti:
"Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te de kadınlar İsrail işgalinden kaynaklanan büyük zorluklarla karşı karşıya. İsrail'in Gazze'deki saldırıları, özellikle kadınları ve çocukları hedef alıyor ve büyük acılara yol açıyor. Gazze'deki kadınlar, temel ihtiyaçlardan yoksun şekilde yaşam mücadelesi verirken, aynı zamanda İsrail askerlerinin şiddetine maruz kalıyor."
Khawjah, Gazze'de süregelen felaketlerin 7 Ekim 2023'ten sonra büyük oranda kadın ve çocukları da içeren bir soykırıma dönüştüğüne işaret ederek, şu ifadeleri kullandı.
"Çoğu kadın psikolojik ve fiziksel hastalıklarla mücadele ediyor. Özellikle ailelerini ve çocuklarını kaybedenler arasında histeri durumu yaygın olarak görülüyor. Gazze'deki kadınlar için zorluklar derin ve tarif edilemez nitelikte. Su, elektrik ve yiyecek gibi temel ihtiyaçlardan yoksunlar ve açıkta yaşıyorlar. Güvenli bölgelere kaçmaya çalışan hatta beyaz bez parçası taşıyan kadınlar öldürülüyor. Kadınlar ayrıca İsrail askerleri tarafından tecavüz de dahil olmak üzere şiddete maruz kalıyor. Kanıtlar ve ifadeler maalesef bu vahşeti vurguluyor."
Batı Şeria'daki kadınların durumunun da iyi olmadığına vurgu yapan Khawjah, şunları dile getirdi:
"Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre İsrail askerleri tarafından tecavüze uğradığı bildirilen en az iki kadın var, diğerleri de tecavüz ve cinsel şiddetle tehdit ediliyor. Tutuklu kadınların İsrailli erkek askerler tarafından soyularak arandığı ortaya çıktı. İsrail ordusunun ilerlediği bölgelerde bulunan bazı kadın ve çocuklardan ise bir daha haber alınamadı. Gazze'de gözaltına alınan Filistinli kadınların yağmur altında, yiyecek bir şey verilmeden bir kafeste tutuldukları iddiası da yine BM raporlarında yer aldı."
"Maskenin düştüğü ve gerçeğin ortaya çıktığı bir durumla karşı karşıyayız"
Khawjah, Filistinli kadınların Dünya Kadınlar Günü'nü zorlu yaşam koşullarını ifade etmek için bir fırsat olarak değerlendirdiklerinden bahsederek, "Her sene Filistinli kadınlar çeşitli posterlerle gösteriler düzenliyor, kınama açıklamaları yayınlıyor, BM'ye, BM Güvenlik Konseyine ve insan hakları kurumlarına hitap eden mesajlar ve bu Nazi benzeri işgal altında deneyimledikleri acı ve trajik yaşamı belgeleyen videolar gönderiyorlardı." şeklinde konuştu.
Batı medyası ve uluslararası kuruluşların Filistinli kadınların yaşadığı acıları görmezden geldiklerine ve İsrail'in işlediği suçlara sessiz kaldıklarına dikkati çeken Khawjah, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Aslında bu yeni bir durum değil. Batı medyası ve kurumları kendi ajandalarına ve çıkarlarına hizmet ederler. 7 Ekim'den sonra övündükleri bütün değerlerin sadece kağıt üzerinde, faydasız konuşmalardan ve gösterişli sloganlardan ibaret olduğunu gördük. Artık bu değerleri pratiğe geçiremeyenlerin ikiyüzlüce yaptığı açıklamaları dinlemek istemiyoruz. Biz Filistinli kadınlar kendi rolümüzü, haklarımızı, bu samimiyetsiz ve etkisiz uluslararası kurumlarla nasıl başa çıkacağımızı çok iyi biliyoruz."
Khawjah, bu taraflı tutumun Filistinli kadınların mücadelesini daha da zorlaştırdığına işaret ederek, şu ifadeleri kullandı:
"Filistinli kadınlar, küresel arenada Filistinlilere karşı yapılan adaletsiz muameleden ve haklarına duyulan kayıtsızlıktan hayal kırıklığına uğradı. Maskenin düştüğü ve gerçeğin ortaya çıktığı bir durumla karşı karşıyayız. Uluslararası kuruluşların baskıcı İsrail güçleriyle olan uyumunu, yani Neonazileri ve teröristleri kınıyoruz. Filistinliler değil, asıl evlerimizi ve şehirlerimizi bombalayan, zehirli maddeler, savaş uçakları kullanan ve sivil halkı hedef alan İsrail teröristtir."
"Gerçekler eninde sonunda ortaya çıkacaktır"
İran'da 22 yaşındaki Mahsa Emini'nin "başörtüsü kurallarına uymadığı" gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesinin Batı'da ciddi bir öfkeyle kitlesel protestolara yol açtığını anımsatan Khawjah, "İran'da yaşananlar trajik, tüm dini ve hukuki kurallara aykırı ancak Batı medyasının bu olayı İslam hakkında olumsuz kalıpları pekiştirmek amacıyla kullanırken, İsrail işgal güçleri tarafından Filistinli kadınlara karşı işlenen korkunç suçlara göz yumması tamamen oyunlarının bir parçası." görüşünü paylaştı.
Khawjah, Batı medyasının gerçekte neler olduğunu göstermeye cesaretinin bulunmadığını vurgulayarak, "Bu sadece ikiyüzlülük değil, gerçekleri saklayan, etik olmayan ve ön yargılı bir medya ancak gerçekler eninde sonunda ortaya çıkacaktır." ifadesini kullandı.
Batı'nın, Gazze'de insanlığa karşı işlenen suçları yok sayarken, Rusya-Ukrayna savaşına yaklaşımının bu taraflı tutumun altını çizdiğini kaydeden Khawjah, sözlerini şöyle tamamladı:
"Dünya çocuklara karşı bile adaletsiz. Sadece Batılı çocuklara önem veriliyor. Başkalarıyla kıyaslanmayı kabul etmiyoruz. Filistinli çocuklar harika, dayanıklı, cesur, bu toprağın gerçek sahipleri. Dünya bilmeli ki bu çocuklar Filistin'i baskıcı ve zalim işgalden kurtaracak."
Hürsedahaber