
کارگر
İsrail raporu: İsrail'in Hizbullah'a karşı savaşı karşılıklı kesin yıkıma tek yönlü bilet anlamına gelir..
Askeri ve güvenlik işleri uzmanı ve yazar Yossi Melman, Hizbullah ile savaşın işgalci İsrail için yarattığı varoluşsal tehlikeden bahsediyor.
İsrailli güvenlik ve askeri ilişkiler uzmanı Yossi Melman, Haaretz'deki yazısında, işgalci İsrail ile Hizbullah arasındaki herhangi bir savaşın, İsrail'in varoluşsal bir tehditle karşı karşıya kalmasına neden olacak ölçekte bir yıkımla sonuçlanacağından emin olduğunu belirtti.
Karşılıklı Kesin Yıkım Doktrini (MAD), ABD ile SSCB arasındaki Soğuk Savaş dönemine kadar uzanan ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında tam teşekküllü bir nükleer savaşın patlak vermesini önleyecek bir caydırıcılık ve güç dengesi yaratmaya dayanan stratejik bir düşüncedir. Pratikte MAD, bir ülkenin diğerine nükleer saldırı gerçekleştirmesi halinde, ilk saldırıya uğrayan tarafın saldırgana misilleme yapmak için cephaneliğinde yeterli nükleer silaha sahip olduğunu ve böylece karşılıklı olarak güvence altına alınmış bir yıkıma yol açacağını söylemektedir.
Melman, 7 Ekim'deki El Aksa Seli Operasyonu'nun ardından Lübnan sınırında yaşanan durumun MAD doktrininin bölgesel ve konvansiyonel bir versiyonu olduğunu, ancak bunun çok ölümcül olacağını, çünkü hem İsrail işgalinin hem de İslami Direniş'in İsrail şehirlerini ve hem askeri hem de sivil altyapıyı büyük ölçüde tahrip edebilecek ve yüz binlerce can kaybına yol açabilecek silah sistemlerine sahip olduğunu belirtti.
Bugün, topyekûn bir savaş halinde olmasa bile, Hizbullah Ras al-Naqoura'dan "Metula "ya kadar sınır boyunca yer alan tüm yerleşimlere ve kibbutzlara binlerce füze, anti zırh füzesi, top mermisi ve insansız hava aracı fırlatırken aynı zamanda "Kiryat Shmona", Safad ve "Shlomi" gibi sınırdan daha uzaktaki yerleşim yerlerini de bombalayarak on binlerce yerleşimcinin Hizbullah tarafından büyük zarar verilen yerleşim yerlerini terk etmesine neden oldu.
Hizbullah füzeleri büyük hasar verecek
Hizbullah'ın füzelerinin, "Meron" hava trafik kontrol üssü de dahil olmak üzere Kuzey Komutanlığı bünyesindeki çok sayıda İsrail askeri üssünü vurduğunu söyledi.
İsrail tarafından bakıldığında ise Melman, işgal güçlerinin Lübnan'da hava saldırıları, insansız hava araçları, topçu ve füze saldırıları ve suikastlar yoluyla çok sert operasyonlar yürüttüğünü kaydetti. Tüm bunların Hizbullah'ın çok sayıda üssünün ve füze deposunun imha edilmesine ve yaklaşık 200 savaşçısının öldürülmesine yol açtığını iddia etti.
Ancak Melman "acı gerçeğin" Hizbullah'a verilen zararın çok büyük olmadığını vurgulayarak, savaşçılarının sınırdan yaklaşık 2 km geri çekilmesinin İsrail'in baskısı sonucu değil, Hizbullah liderliğinin insan kayıplarını azaltmak için aldığı bilinçli bir kararın sonucu olduğunu çünkü "Hizbullah'ın da insan kayıpları konusunda hassas olduğunu" sözlerine ekledi.
Meilman, Hizbullah'ın Gazze savaşından dersler çıkardığını ve sınır çatışmalarının tam teşekküllü bir savaşa dönüşmesi halinde elit Radvan Gücü'nü riske atmamak ve korumak için her adımını hesapladığı bir savaş verdiğini de sözlerine ekledi.
Savaş 'İsrail' için korkunç olur
Melman, "İsrail'de" ister halk, ister IOF, ister yetkililer arasında olsun, Gazze'deki savaş sona erdiğinde işgalci İsrail'in Lübnan'a saldırmaktan başka çaresi olmadığına inanan pek çok ses olduğu uyarısında bulundu. Diğerlerinin yanı sıra Başbakan Benjamin Netanyahu ve Güvenlik Bakanı Yoav Galant'ın bu militan yaklaşımı desteklediğini, bazı eski güvenlik ve askeri kurum yetkililerinin ise buna karşı çıktığını belirtti.
Muhalifler arasında, Gazze savaşının ilk günlerinde Hava Kuvvetleri'nin Lübnan'a geniş çaplı bir saldırı düzenlemesini isteyen Savaş Kabinesi kararını engelleyen Bakanlar Benny Gantz ve Gadi Eisenkot'un da bulunduğunu söyledi.
Al Mayadeen'den Tercüme
Hazırlayan: İlhan Bozkır-Hertaraf Haber
İran, Amerika ve Siyonist rejimin nüfuzuna karşı bölgesel bir süper güçtür
Ray Elyoum gazetesi bir makalesinde İran İslam Cumhuriyeti'ni bölgesel bir süper güç ve Amerika'nın ve Siyonist rejimin bölgedeki nüfuzuna karşı koymanın ana faktörü olarak değerlendirdi.
Ray Elyoum'un editörü Abdulbari Atwan, bu gazetenin başyazısında, İran ile Rusya arasındaki ilişkinin bölgede giderek güçlendiğine ve ABD ile Siyonist rejim arasındaki ittifakın daha da zayıfladığına değinerek, İran'ın bölgesel bir süper güç olduğunu ve buna karşın Amerika'nın bölge ülkelerinin çoğunda hızla zayıfladığını yazdı.
Atwan, daha önemli olan Amerika'nın özellikle Yemen ve Irak'taki savaşlara katılması, ki bu da çok uzak olmayan bir gelecekte muhtemelen bölge sularında sahip olduğu askeri üslerin, tüm güç ve filoların yok olmasına yol açacak, dedi.
Bu makalenin devamında ABD'nin en büyük başarısızlığının, İran başta olmak üzere bölgedeki bazı ülkelere ve daha az oranda da Yemen ve Suriye'ye uyguladığı yaptırımlar nedeniyle vardığı olumsuz sonuçlar olduğu belirtiliyor. Bu başarısızlığın en açık göstergesi, İran İslam İnkılabı'nın askeri ve sivil sanayiyi genişleterek bu ülkeye uygulanan ambargoyu kırmadaki başarısıdır.(Ajanslar)
İmam Mehdi (a.f) ’nin Kutlu Doğumu
Şaban ayının 14'ünü 15'ine bağlayan gece çok kutsal bir gecedir. Kadir gecesinden sonra en mübarek olan gecedir. Muntazar (beklenen) İmam Muhammed Mehdi bu gecede doğmuştur.
Hz. Mehdi (a.f) zamanın karanlık bulutlarının ardından adeta parlayan bir güneş gibi doğacaktır. Beşeriyetin son kurtarıcısını rivayetlerde Hz. Musa’ya benzetmişlerdir. Firavun yandaşları Hz. Musa’nın doğumunu engellemek için gebe kadınlara saldırdı ve erkek bebekleri katlettiler. Abbasi halifeleri de İslam Peygamberi’nin (sav) hanedanından birinin zuhur edeceğini ve onların hükümetini devireceğini duymuştu. Bu yüzden Abbasiler zalim iktidarlarını korumak için Hz. Mehdi’nin (a.f) veladetini engellemeye çalıştılar. Lakin yüce Allah’ın iradesi ile Samerra kentinin güvensiz ortamına karşın o hazret Abbasi hükümetinin adamlarının gözlerinden uzak bir şekilde dünyaya geldi. O gün hicri Kameri 255 yılının şaban ayının 15'iydi. Bu bebeğin doğması ile birlikte imam Hasan Asgeri’nin (a.s) evi sevinç ve nurla doldu.
Hz. Mehdi (a.f), ahir zamanda gönderileceği Peygamber Efendimiz (s.a.a) tarafından müjdelenmiş, Müslümanları zulüm ve sıkıntı ortamından kurtaracak, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek kutlu bir şahıstır. Peygamberimizden (s.a.a) aktarılan sahih rivayetlere göre Hz. Mehdi (a.f), çeşitli hurafelerle, batıl inanç ve uygulamalarla aslından uzaklaştırılmış olan dini özüne döndürecek, Hz. İsa (a.s) ile buluşacak, Allah'ın izniyle yegâne hak din olan İslam ahlakının yeryüzüne hâkim olmasına vesile olacaktır.
İmam Hamanei: Gazze Konusunda Batı'nın İkiyüzlülüğü Ortaya Çıktı
İmam Hamanei, Tahran'daki İmam Humeyni (r.a) Hüseyniyesi'nde yapılan görüşmede yaptığı konuşmada, Huzistan halkının Kutsal Savunma döneminde (8 yıllık İran-Irak savaşı) büyük bir destana imza attığını belirterek, bu başarının halkın dine olan büyük inancı ile çabaları sonucu gerçekleştiğini söyledi.
İmam Hamanei, ''İslami düzenin güçlenerek ilerlemesini ve birçok engelleri aşmasını sağlayan en önemli konu, halkın cumhuriyete ve İslam'a olan inancıdır ve gelecekte de sorunları çözmek aynı düşünceyi sürdürmekle mümkün olur.’’ dedi.
Düşmanların İran halkını ve İslam’ı iyi tanımadığını anlatan İmam Hamanei, şunları kaydetti:
''İran düşmanları, kendi tahminlerine göre İran İslam Cumhuriyeti'nin 40. zafer yıl dönünü göremeyeceğinden emindiler, ancak İran'ın ilerleyişi durmadı. Allah'ın izniyle, halkın büyük iradesi ve dini inancıyla ülkenin ilerleyişi devam edecektir.’’
İslam Devrimi Lideri, insanlara güvenme ve dini inancın Gazze’de de mucize yarattığını belirterek, ''Filistinli güçlerin gösterdiği direnişle düşmanın hayal kırıklığına uğratılması, aynı zamanda Gazze halkının saldırılar karşısında gösterdiği sabır, bu halkın dini inancının güçlü olduğunu gösteriyor.’’ değerlendirmesinde bulundu.
Gazze konusunda insan hakları savunucusu olduğunu iddia eden Batı'nın ikiyüzlülüğünün açıkça ortaya çıktığını belirten İmam Hamanei, ''Bir suçlunun infaz edilmesi konusunda yaygara çıkaran Batılılar, Gazze'de 30 bin masum insanın öldürülmesine göz yumuyor.’’ ifadesini kullandı.
İmam Hamanei, Gazze'de acilen insani ateşkes edilmesi için çağrıda bulunulan BM Güvenlik Konseyi tasarısını veto eden ABD'nin kararına tepki göstererek, ''ABD, Gazze'ye saldırıların durdurulmasını talep eden karar tasarısını yüzsüz bir şekilde defaatle veto etti. Bu, Batı'nın liberal demokrasisinin ve kültürünün gerçek yüzüdür. Dış görünüşüne göre Batılı politikacılar ütülenmiş kıyafetlerle gülümsüyor ama onların içinde kuduz bir köpek ve kana susamış bir kurt var.'' dedi.
İslam Devrimi Lideri, ''Batı medeniyetinin amacına ulaşamayacağına, doğru kültüre dayanan İslam mantığının tüm sorunların üstesinden geleceğine inanıyoruz.'' diye konuştu./mehr
Ensarullah ABD’nin Petrol Tankerini Ve Savaş Gemilerini Hedef Aldı
Yemen Ensarullah Hareketi, Aden Körfezi'nde bir Amerikan petrol tankerini ve Kızıldeniz'de bir dizi Amerikan savaş gemisini hedef aldıklarını duyurdu.
Ensarullah Hareketi Askeri Sözcüsü Yahya Seri, Telegram hesabından yazılı açıklama yaptı.
Yahya Seri, "Ensarullah’a ait deniz güçlerinin Aden Körfezi'nde bir Amerikan petrol tankerini, hava güçlerinin de Kızıldeniz'de bir dizi Amerikan savaş gemisini hedef aldığını" belirterek, saldırıların sonuçlarına ilişkin bilgi vermedi.
Seri, saldırıların, "Filistin halkına yönelik zulme karşı ve ülkelerine yönelik Amerikan-İngiliz saldırganlığına yanıt olarak" gerçekleştirildiğine dikkati çekti.
ABD ve İngiltere’den Yemen’e Saldırı
Yemen medyası Amerika ve İngiltere'nin Yemen başkenti San’a'ya saldırdığını açıkladı.
Bu saldırılarda Yemen’in kuzeyindeki bazı fabrikaların hedef alındığı, şehrin doğusundaki bölgelerin de peş peşe vurulduğu belirtildi.
Bu saldırıların amacının altyapının ve lojistik bölgelerin yok edilmesi olduğu ifade edildi.
Ensarullah ABD’nin Petrol Tankerini Ve Savaş Gemilerini Hedef Aldı
Yemen Ensarullah Hareketi, Aden Körfezi'nde bir Amerikan petrol tankerini ve Kızıldeniz'de bir dizi Amerikan savaş gemisini hedef aldıklarını duyurdu.
Ensarullah Hareketi Askeri Sözcüsü Yahya Seri, Telegram hesabından yazılı açıklama yaptı.
Yahya Seri, "Ensarullah’a ait deniz güçlerinin Aden Körfezi'nde bir Amerikan petrol tankerini, hava güçlerinin de Kızıldeniz'de bir dizi Amerikan savaş gemisini hedef aldığını" belirterek, saldırıların sonuçlarına ilişkin bilgi vermedi.
Seri, saldırıların, "Filistin halkına yönelik zulme karşı ve ülkelerine yönelik Amerikan-İngiliz saldırganlığına yanıt olarak" gerçekleştirildiğine dikkati çekti.
ABD ve İngiltere’den Yemen’e Saldırı
Yemen medyası Amerika ve İngiltere'nin Yemen başkenti San’a'ya saldırdığını açıkladı.
Bu saldırılarda Yemen’in kuzeyindeki bazı fabrikaların hedef alındığı, şehrin doğusundaki bölgelerin de peş peşe vurulduğu belirtildi.
Bu saldırıların amacının altyapının ve lojistik bölgelerin yok edilmesi olduğu ifade edildi.
Imam Mehdi’yi Bekleme Felsefesi ve Bekleyişin En Faziletli Amel Oluşu
Beklemek (intizar), yolunu gözlemek demektir. Bu kelime eklendiği diğer kelimeyle belirli bir anlam kazanır. Ona eklenen kelime ne kadar öneme, değere ve derinliğe sahip olursa bekleyiş de o ölçüde önemli ve değerli olur. (İbn Faris, c.4, 498)
Servet beklemek, mevki makam beklemek, çocuk beklemek, sevgiliyle görüşmeyi beklemek ve hak devletini beklemek (intizar-ı ferec), bunların hepsi bekleyiştir. Ama bu bekleyişlerin her biri kendinden önceki kelime ile önem kazanır, o kelime bekleyişin derinliğini tayin eder. Hiç kuşkusuz, bekleyişin zirvesi, kalıcı ve faydalı olan bekleyiştir, yani tek bir cümle ile beklemeye değer olmasıdır.
Para, makam, evlat ve dünya beklentileri, dünyada ulaşılabileceğimiz beklentilerdir ve ömür boyunca beklentisini duyduğumuz her şey, sona erer. Ama eğer beklenti kalıcı ve değerli olursa yani dünyadan sonra da faydası olursa, berzahta ve kıyamette de fayda vermeye devam ederse onun değeri ve önemi diğer bekleyişlerle kıyaslanabilir nitelikte olmayacaktır.
Fereci beklemek, Hak devletin zuhurunu beklemek işte böylesine görkemli bir bekleyiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim ayetlerinde onu bekleyenlerin bu işte Allah’la beraber olma iftiharına ulaşacağı belirtilmiş rivayetlerde ise bu bekleyiş en faziletli amel olarak nitelenmiştir.
Ferec bekleme ile ilgili yazılmış makalelere baktığımızda şu noktadan gafil kalındığını görüyoruz: Niçin ferec bekleme konusunda bunca sevap ve fazilet zikredilmiş, hatta bu iş en üstün amel olarak adlandırılmıştır. Genellikle ferec bekleyişiyle ilgili yazı yazanlar, faziletlerini zikretmekle yetinmiş ve çoğunlukla okuyucuların kafasına takılan ferec beklemenin neden bunca sevap kazandırdığı ve faziletli olduğu sorusuna cevap verilmemiştir. Bu makalede rivayetlerden hareketle bu soruya cevaplar vermeye çalışacağız.
Bekleyiş için zikredilen özellikler dikkate alındığında bekleyiş böylesi bir ortamda şekilleniyor ve kendi anlamını kazanıyor. Bekleyişin (intizar) sözlük anlamı, gözün yolda olmasıdır. –Özellikle İmam-ı Zaman’ın (as) zuhuru için gözü yolda olan kimselerle ilgilidir- Bekleyiş, bir şahısta bekleyişin gerçek özellikleri oluşunca gerçekleşir. Bir başka deyişle, gözü yolda olmak ve İmam-ı Zaman’ın (as) ferecini beklemek, yalnızca ona kesin olarak inanan ve örnek bir şekilde sebat gösteren kimselerde oluşabilir. Ayrıca bunlar sâlih amelleri, Allah’ın Resulü’ne (s) kardeş olma iftiharına nail olacak ölçüde yerine getiren kimselerdir. (Bkz. Meclisi, 1403, c.52, 124.)
Dolayısıyla, bekleyiş sadece sözde olan bir şey değildir. Yakine dayalı derin bir inancın ve sâlih amellerin ürünüdür ve bekleyen kimse gaybet döneminde bunlara bağlıdır. Diğer bir deyişle bekleyiş, tüm inançların ve sâlih amellerin zirvesidir. Tevhidin, nübüvvetin, imametin maadın ve tüm ahkam ve ahlakın özüdür. Bekleyişin amellerin en faziletlisi diye adlandırılmasının ve bekleyenin İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde yer almasının sırrı işte budur. (Saduk, c.2, s.380)
1- Bekleyenlerin Vasıfları ve Özellikleri
Gerçek anlamda bekleyenler, dini öğretiler çerçevesinde çeşitli vasıflara ve özelliklere sahiptir. Aşağıda bunlardan önemli olan bazılarına değinilecek.
1-1- Sebat Göstermek ve Doğru İnanç
Gerçek bekleyenlerin özelliklerinden biri, onların velayete bağlılık konusunda sebat göstermesidir. Gerçek bekleyenler, gaybet döneminde itikadi ve ameli açıdan rivayetlerde mümtaz sıfatlarla nitelendirilmiştir. Öyle ki onlar inancın zirve noktasına yerleştirilmiştir ve onların velayete ve Ehlibeyte bağlılık konusunda gösterdikleri sebat ise örnek verilecek türdendir. Bir rivayette Hz. Peygamber, (s) Hz. Ali’ye (as) gerçek bekleyenlerin inançlarıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
‘’Ey Ali’ Bil ki yakîn açısından insanların en yüceleri, Ahir zamanda gelirler. Onlar, Peygamberi görmemişlerdir ve hüccet onlardan gaiptir. Onlar, beyazın üstündeki siyahlıklara (Kur’an’ın ve hadislerin yazdıklarına) iman ederler.’’
Bu hadis-i Şerif’te gaybet dönemindeki bekleyenler, yakinin zirvesindeki kişiler olarak diğer tüm insanlarla mukayese ediliyor. Onlar Peygamber’i görmemişlerdir ve İmamları da gaybet perdesinin arkasındadır. Onların elinde olan sayede ilahi hüccetlerden kalan hadislerdir. Onlar, itikadi açıdan peygamberi gören ve onun mucizelerine yakından tanıklık eden kişilerden daha ileridedirler. Bu durum onların kavrayış ve marifetin zirvesinde olduklarını ifade eder. Onlar, itikadi açıdan işte böylesine yüksek düzeyde bir yakine sahiptir.
1-2- İmanda Üstünlük
Gerçek bekleyenlerin ikinci özelliği onların iman açısından üstünlüğüdür. Hz. Peygamber, (s) nakledilen diğer bir hadiste gaybet dönemindeki bekleyenleri kendi kardeşi olarak nitelemekte ve onları görmeyi arzuladığını ifade etmektedir. Bu çok önemli olan unvan, Peygamber’in sahabesinin gıpta etmesine ve ‘’Ey Allah’ın Resulü, bizler senin kardeşin değil miyiz?’’ demelerine neden oldu. Hz. Peygamber (s) ise ‘’Sizler benim ashabımsınız; ama kardeşlerim ahir zamanda beni görmedikleri halde bana inanan kimselerdir’’ diye buyurdu. (Meclisi, 1403, c.52, 124; Saffar, 1404, c.1, s.84)
Hz. Peygamber’in (s) bu buyruğunda bekleyenlerin iman bakımından sahabesine olan üstünlüğü açık bir şekilde gözükmektedir.
1-3- Bekleyenlerin Hidayet Etme Rolü
Diğer bir konu da bekleyenlerin inançlarına, özellikle de gaybet zamanında Ehlibeyt’in velayetine bağlılıkta sebat göstermesidir. Bu, öylesine zordur ki karanlıkta dikenlerle dolu bir ağacın üstüne çıkmaya ya da ateşi eliyle tutmaya benzetilmiştir.
“Her biri, zifiri bir gecede dikenler üzerinde yürümek ve avucunda ateş koru tutmaktan daha zor olmasına rağmen dinlerini korurlar. Onlar, kapkaranlık gecelerin kandilleridirler ve Allah onları her türlü bulanık ve karanlık fitneden kurtarır.” (Meclisi, 1403, c 52:124)
Bu hadis-i şerifte bekleyenlerin bir diğer özelliğine işaret edilmiştir. Onlar, karanlıkta yön gösteren lambalardır. Diğer bir ifadeyle onlar, gaybet zamanında başkalarının hidayetine vesile olan bilgelik meşaleleridir. Bazı rivayetlerde gaybet döneminde imamı bekleyenler, muttakilerin misdakı olarak tanıtılmıştır.
‘’Muttakiler için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar’’ (Bakara:2-3) ayetinin tefsiriyle ilgili olarak İmam Sadık’tan rivayet edilen bir hadiste şöyle deniyor: “Onlar, Kaim’in kıyamının hak olduğuna ikrar edenlerdir.’’ (İbn Babuye, 1395, c.2, 340)
Bu rivayette İmam Sadık (as) muttakileri -ki onlar Kur’an’ın özel hidayetinden yararlanırlar ve onların birinci özelliği gayba iman etmeleridir- İmam-ı Zaman’ın (as) kıyamını ve hakkaniyetini ikrar edenler olarak görmüştür.
1-4-Akıl, Anlayış ve Marifet Sahibi Olmak
İmam-ı Zaman’ı (as) bekleyenlerin en önemli özelliklerinden biri de Allah’ın onlara verdiği özel akıl, anlayış ve marifettir. Bu özellik sebebiyle İmam Seccad (as) onları tüm zamanların en üstün insanları olarak adlandırır.
“Allah Resulü'nün vasileri ve kendisinden sonraki imamlardan olan on ikinci Allah velisinin gaybeti uzun sürecektir ey Eba Halid! Onun gaybet döneminde yaşayıp, imametine inanan ve zuhurunu bekleyenler bütün zamanların en faziletlileridir. Zira Allah Teala onlara öyle bir akıl, şuur ve marifet bahşetmiştir ki gaybet, onlar için doğrudan görmek mesabesindedir. Allah, onları Allah Resulünün (saa) hizmetinde kılıçlarıyla savaşan mücahitler düzeyine yükseltmiştir. İşte onlar, gerçek anlamıyla ihlas sahipleri, en doğru anlamıyla Şialarımız ve Allah’ın dininin gizli-açık davetçileridirler’’. (Meclisi, 1403, c.52, 122)
Bu hadiste İmam-ı Zaman’ı (as) bekleyenler, kendine özgü özelliklerle nitelendirilmiştir ve onlar sırasıyla şu şekilde adlandırılır: Onlar tüm zamanların en faziletli insanlarıdır. Allah’ın kendilerine özel olarak verdiği akıl, anlayış ve marifete sahiptirler. Öyle ki gaybet onlar için tıpkı müşahede gibidir. Onlar, Peygamber’in (s) yanı başında kılıçla cihat eden mücahitler gibidir. Onlar gerçek birer ihlas ehli, sadık Şii ve Allah’ın dinine açık ve gizli davet edicidir. Bu özellikler sayesindedir ki bekleyiş gerçek anlamını bulmaktadır. Nitekim İmam-ı Zaman’ın (as) ferecini bekleyenlerin safında yer almak da büyük bir lütuf ve büyük bir kurtuluştur. Bu yüzden hadisin sonunda İmam Seccad (as) şöyle buyurdu:
“Fereci beklemek, en büyük fereclerdendir.’’
Yani fereci beklemenin kendisi, insanın elde etmek için çalışması gereken en büyük kurtuluştur.
2- Bekleyişin Bekleyene Yönelik Etkileri ve Sonuçları (Sevap)
Bekleyiş felsefesinde önemli hususlardan biri de bekleyen için söz konusu olan etkiler ve sonuçlardır. Fereci bekleyiş, bekleyene dünyevi ve uhrevi birçok bereket getirecektir. Bazı rivayetlerde fereci beklemenin bekleyene yönelik sevaplarından söz edilmiştir. Bunlar dikkate alındığında bekleyiş gerçekliği ve bekleyenin yüceliği daha iyi anlaşılmaktadır.
2-1- Fereci Beklemek En İyi Amel Mesabesindedir
Bir rivayette Hz. Ali (as) fereci beklemenin Allah katındaki en sevimli amel olduğunu belirtmiştir:
“Fereci bekleyiniz, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Allah azze ve celle katında en sevimli amel fereci beklemektir.’’ (İbn Babuveyh, 1362. c.2, 616. Meclisi, 1403, c.52. 123)
2-2- Bin Şehidin Sevabına Eşit
İmam Seccad’dan (as) gelen bir rivayette gerçek bekleyenlerin sevabı, Bedir ve Uhud şehitleri de dahil olmak üzere binlerce şehitle mukayese edilmiştir.
‘’Herkim, Kaimimiz’in gaybet döneminde velayetimiz üzere sebat ederse, Allah ona Bedir ve Uhut şehitleri gibi bin şehidin sevabını bahşeder’’. (Erbili, 1381, c.2, 522; Şübber, 1424, 290.)
‘’İmam-ı Zaman’ın gaybeti döneminde bizim velayetimize bağlı kalmakta sebat gösteren kimseye Allah, Bedir ve Uhud şehitleri gibi bin şehidin sevabını verecektir.’’
2-3- Bekleyenlerin Peygamber’e (S) Ve İmam-ı Zaman’a Arkadaş Olması
Bekleyenlerin sevabı, İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde onunla birlikte oturan kimseler gibi vasıflandırılmıştır.
“Ebu Abdillah’a (as): “Bu dava üzere ve onun yolunu gözlüyorken ölen kişi hakkında ne dersin?” diye sordum. İmam: “O, Kaim’in çadırında, onunla birlikte olan biri mesabesindedir” dedi ve sonra şöyle buyurdu: “O, Allah Resulü ile birlikte olan biri gibidir”. (Hür Amili, 1422, c.5, s139)
İmam Sadık’a (as) şöyle sordum: Sizin emrinizi beklerken bu dünyadan giden bir kimse hakkında ne buyurursunuz? İmam buyurdu ki: ‘’O, tıpkı İmam-ı Zaman’ın gölgeliğinde oturan kimse gibidir.’’ Daha sonra İmam durdu ve şöyle buyurdu: “O, tıpkı Peygamber’le (s) birlikte olan kimse gibidir.’’
Görüldüğü gibi bu hadis, bekleyenlerin yüceliğini yansıtıyor. Zira onlara İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde yer veriyor veya ondan daha da üstün olmak üzere onları Peygamber’e (s) biat eden kimse gibi niteliyor. Bunlar bütünüyle İmam-ı Zaman’ı (as) gerçek anlamda bekleyenlerin ruhsal açıdan ileriliğin zirvesinde olduğunu ifade ediyor. İnsanın İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde oturmasından daha büyük bir sevap veya lütuf ne olabilir?
2-4- Bekleyişin En Üstün Amel Olması
Masumların (as) diliyle çeşitli şekillerde tekrar edilen bir diğer hadiste, ferec beklemek en üstün amel olarak nitelenmiştir.
Peygamber-i Ekrem (s) şöyle buyuruyor: “Ümmetimin en faziletli ameli Allah Azze ve Celle’den ferec beklemesidir.’’ (İbn Babuveyh, 1395, c.2, 744)
Şimdiye kadar anlatılanlar çerçevesinde bu konunun sırrı bir ölçüde aydınlandı.
Konunun sırrı şudur: Gaybet döneminde Mehdi’ye inananlar, karanlık gecelerde ve zorluklarda imanlarını değerli kılıyorlar ve sebat gösteriyorlar, zorluklarıyla birlikte en üstün amelden yararlanıyorlar. Zira “Amellerin an faziletlisi en zor olanıdır”. (Meclisi, 1403, c.67, 191.) Öte yandan ferec bekleme sayesinde insan kendisini ferece hazır hale getirir. Karamsarlık ve umutsuzluktan uzak durur, Allah’tan umudunu kesmez; çünkü Allah katında en sevimli amel olan fereci beklemek ile Hz. Mehdi’nin (as) hükümetine ve ferece hazırlık kazanır. Böylece gaybet döneminin uzunluğu ve o dönemlerin zorlukları bekleyenlerin gücünü azaltmaz, bekleyenlerin safı sağlam şekilde korunur. (Musevi İsfehani, 1390. C.2, 235-236)
Ayrıca, fereci beklemek salt bir ruhsal durum değildir. Cereyan haline gelmiş, gerçekleşmiş bir haldir, eyleme geçmiş bir durumdur. Bu yüzdendir ki onun hakkında ‘’amellerin en faziletlisi ve en sevileni’’ diye buyurulmuştur. Bu sayede sabır ve istikamet sahibi olmak gerekir. (Bkz. Age. Meclisi, 1403, c.2, 146)
Gaybet döneminde düşmanlar tüm şeytani planlarını ortaya koydular ve İmam Mehdi’nin takipçilerinin imanını hedef aldılar. Onların tuzağına düşmeyenler sadece umutsuzluğa düşmeyip sabredenlerdir. Çünkü umutsuzluğa düşüldüğünde onların her şeyi saldırıya ve yok oluşa hazır hale gelir. Fereci bekleyerek ise onlardaki direniş canlı kalır sorunlara galip gelme için yol açılmış olur.
2-5- Bekleyenlere Şehitlik Mükâfatı
Bekleyenler, sevap bakımından Allah yolunda canlarını verenlere benzetilmiştir. Nitekim Hz Ali (as) şöyle buyuruyor:
“Bizim emrimizi/davamızın zaferini bekleyen, Allah yolunda kanına boyanmış (şehitler) gibidir”. (Age. 645)
2-6- Allah’la Yoldaş Olmak
Bir diğer hadiste İmam Rıza (as) sabrı ve fereci beklemeyi övmüş ve Kur’an ayetleri çerçevesinde Allah’ın bekleyenlere yoldaş olduğuna şahitlik etmiştir.
“Ne kadar güzeldir, sabır ve fereci beklemek. Allah’ın şöyle buyurduğunu işitmediniz mi? ‘Bekleyin ben de sizinle birlikte bekliyorum.’ Ayrıca yine Allah şöyle buyuruyor: ‘Öyleyse bekleyin ben sizinle birlikte bekliyorum.” (Meclisi, 1403, c52, 129)
Bekleyişin güzelliği Allah’ın da kendisini bekleyenlerden olarak anması ve tüm bekleyenlere eşlik etmesidir. İnsanın kendisini Allah’la birlikte hissetmesi ne güzel bir bekleyiştir.
Bu iki bahisten de anlaşıldığı üzere gaybet zamanında İmam-ı Zaman’ın zuhurunu bekleyen –hem marifet açısından hem de amel açısından- tüm zamanların en üstünüdür. Onlar için söz konusu olan sevaplar en yüksek düzeydedir. Diğer bir ifadeyle bekleyen, halis Şiilerin özelliklerine ve halis müminlerin sevabına sahiptir. Dolayısıyla üstlendiği ağır görevleri vardır. Şimdi rivayetlerden hareketle onlardan bazılarına işaret edilecek.
3- Bekleyenlerin Görevleri
Belki de denilebilir ki bekleyenleri kendi zirvesinde tutan en önemli görevleri huzurda olduğunu hissetmesidir. Yani bekleyen şahıs, bir taraftan yaptığı tüm amel ve davranışların İmam-ı Zaman’ın gözlerinin önünde yani onun huzurunda olduğunu bilir. Öte taraftan da Allah, ona o kadar akıl, marifet ve kalem vermiştir ki gaybet, onun için bir müşahede mesabesindedir.
Bu yüzden, böylesi şartlar içinde gaybet döneminde huzurda olduğu hissini kazanmaktadır. Bununla ilgili olarak Hz. Emir’den (as) şöyle nakledilir:
Rumeyle Nami şöyle diyor: Hz. Ali (as) zamanında ağır bir hastalığa yakalandım. Cuma günü biraz hafiflemiş hissedince kendi kendime gidip Müminlerin Emiri’nin arkasında namaz kılayım dedim. Mescide gittim, Hz. Ali minbere çıktığında benim hastalığım yeniden ağırlaştı. Hz. Emir (as) minberden sonra bana: ‘’Ey Rumeyle hastalıktan kıvrandığını görüyorum’’ dedi. Evet dedim ve durumumu anlattım. Hz. Ali buyurdu ki: ‘’Ey Rumeyle, hasta olan hiçbir mümin yoktur ki biz de onun hastalığı vesilesiyle hasta olmayalım, üzüntüsü yoktur ki biz de onun üzüntüsüyle üzülmeyelim. Hiçbir duası yoktur ki biz ona amin demiş olmayalım ve suskunluğu yoktur ki biz onun için dua etmiş olmayalım.’’ Dedim ki: ‘’Ey Müminlerin Emiri, canım sana feda olsun! Bu mesele sizin çevrenizdeki insanlar için geçerlidir; peki siz çevrenizde olmayan birini görüyor musunuz?’’ Bunun üzerine Hz. Ali (as) ‘’Ey Rumeyle, ne yeryüzünün doğusundaki ne de yeryüzünün batısındaki mümin bizden gizli değildir’’ diye buyurdu.’’ (Age. C.26, 140. H,11)
Bu hadis, onların müminleri ihata ettiğini açıklıyor. Onların tüm halleri, hastalıkları, üzüntüleri, sükûtları, duaları, her zaman İmamın gözünün önündedir. Ayrıca müminin İmam-ı Zaman’ın (as) onu gördüğüne inandığını açıklıyor.
İmam Seccad şöyle buyuruyor:
“Ey Eba Halid! Onun gaybet döneminde yaşayıp, imametine inanan ve zuhurunu bekleyenler bütün zamanların en faziletlileridir. Zira Allah Teâla onlara öyle bir akıl, şuur ve marifet bahşetmiştir ki gaybet, onlar için doğrudan görmek mesabesindedir." (Tabersi, 1403, c.2, 318)
İmam bu hadiste buyuruyor ki zuhuru bekleyen ve onun imametine inanan kimseler, tüm zamanların en üstünüdürler. Bunun sebebini de Allah’ın onlara özel bir akıl, anlayış ve marifet vermesiyle açıklıyor. O kadar ki onlara verilen akıl, kavrayış ve marifetle gaybet meselesi onlar için müşahede hali gibidir.
Nitekim bekleyenlerin kendilerini Hz. Mehdi’nin (as) huzurunda hissetmesi, onların adeta İmam-ı Zaman’ı görüyormuş gibi yaşamasını sağlamaktadır. Böylesi bir his sayesinde ona karşı yapması gereken görevlerinin hiçbirini ihmal etmiyor. Dolayısıyla İmam Seccad’ın rivayetinin devamında onlardan, Peygamberle yan yana cihat eden kimseler, gerçek ihlas sahipleri ve sadık Şiiler diye söz edilmiştir.
Bazı görevler, bekleyenlerin geneli için bazı görevler ise sadece âlimler için söz konusudur. Önce genel için söz konusu olan görevleri sonra da bu alandaki âlimlerin görevini açıklayalım.
3-1- Sürekli Olarak İmam-ı Zaman’ı Yâd Etmek
Bir hadiste İmam Kazım (as) şöyle buyuruyor:
“Şahıs olarak insanların gözünden gaip olsa da onun yâdı müminlerin kalplerinden gaip olmaz”. (Meclisi, 1403, c.51, 150)
Bu rivayete göre İmam-ı Zaman (as) şahsen gözlerden kayıp olsa da o, mümin kalplerde zikredilerek asla unutulmaz. Bir başka deyişle müminler ve Hz. Mehdi’yi bekleyenler, sürekli onu yâd ederler ve onu zikrederek yaşarlar.
3-2- İmamların Velayetinde Sabır ve Sebat Göstermek
Gaybet döneminde bekleyenler için zikredilen önemli görevlerden biri de Ehlibeyt’in (as) velayetinde sebat göstermektir. Bu görev o kadar önemlidir ki sebat gösteren bekleyen, bin şehit sevabı kazanmaktadır. İmam Seccad, bu konuda şöyle buyuruyor:
“Herkim, Kaimimiz’in gaybet döneminde velayetimiz üzere sebat ederse, Allah ona Bedir ve Uhut şehitleri gibi bin şehidin sevabını bahşeder’’. (Age. C.25, 125)
‘’Kim İmam Mehdi’nin gaybeti döneminde bizim velayetimizde sebat gösterirse Allah ona Bedir ve Uhud şehitleri gibi bin şehidin sevabını verir.’’
3-3- Görevle Amel Etmek (Vera Ve İçtihat)
İmam Sadık, (as) İmam-ı Zaman’ın (as) dostlarını tarif ederken onların bekleyiin yanı sıra vera, iyilik ve ahlakla davrandıklarını söyler. Bu hadiste İmam Sadık açık bir şekilde vera, iyi ahlak ve bekleyişi birlikte emretmiş ve İmam Mehdi’nin ashabı olmanın şartını bu üç görevi yerine getirmek olarak açıklamıştır. Eğer bu sahabe ölürse onun sevabı İmam-ı Zaman’ı idrak edinceye kadar vera ve iyi ahlakla bekleyen kişininki gibi olacaktır.
“Hz. Mehdi’nin ashabı olmayı gönülden isteyen biri, bekleyiş içinde olmalı, vera ve iyi ahlakla amel etmelidir. O, bekleyiş halinde ölür de İmam ondan sonra kıyam ederse, o kişi İmamı idrak etmiş kişiler gibidir. Onun için de sevap vardır. O halde gayret gösterin ve bekleyiş içinde olun! Bu durumda nr mutlu size ey ilahi rahmete nail olanlar topluluğu!’’ (Numani, 1397, 200)
Görüldüğü gibi İmam, bekleyişin yanı sıra bekleyen kişilerden vera, takva ve iyi ahlakla amel etmeye çalışmalarını da istemektedir. Çünkü dinin esası vera, takva ve ahlaktır, bekleyen kişi bu iki dini görevi yerine getirerek gerçek bir bekleyen olur.
3-4- Fereci Beklemek ve Umutsuzluğun Olmaması
Bekleyenler için gaybet döneminde belirtilen görevlerden biri de beklentide umutsuzluğa düşülmemesi, şeytanın onlara verdiği vesveselerin onları umutsuzluğa düşürmemesidir. Onlar bilmelidir ki bekleyiş ne kadar uzun da sürse sonunda hak devletin zuhuru gerçekleşecektir
Hz. Ali (as) ferec bekleme emrini umutsuz olmamakla birlikte zikretmiştir:
“Fereci bekleyiniz, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Allah Azze ve Celle katında en sevimli amel fereci beklemektir”. (Age.)
Fereci beklemek, umutsuzluğa kapılmama ile birlikte olursa insanı bekleyen olmaya layık kılar. İnsanın fereci bekleme zamanı boyunca umutsuzluğa kapılmaması zordur. Belki de bekleyenin Allah katında sevgili olmasının sırrı, bekleyiş süresi boyunca umutsuzluğa kapılmamasıdır.
3-5- Bize Ulaşana Tutunmak
Bazı rivayetlerde bekleyenler için İmamlardan (as) onlara ulaşanlara tutunmak ve onlara bağlı kalmak bir görev olarak zikredilmiş ve gaybet döneminde diğer bir emir size ulaşıncaya kadar önceki emre tutunun diye buyrulmuştur.
İmam Sadık (as) bu konuda şöyle buyuruyor:
‘’Size diğer emir açıklanıncaya kadar önceki emre tutunun!’’ (Age. 158)
‘’Yeni emir sizin için açıklığa kavuşuncaya kadar elinizde olanlara tutunun.’’ (Age. 159)
“İşin hakikati size açıklanıncaya kadar hâlihazırda sahip olduğunuz önceki emre tutunun.’’ (Age. 159)
Allame Meclisi, bu rivayetleri zikrettikten sonra, şu açıklamayı yapıyor: Bu rivayetlerdeki kasıt, dinde sarsıntıya ve amelde şaşkınlığa düşülmemesidir. Yani bu rivayetler demek istiyor ki usul-i dinde ve füru-u dinde İmamlardan size ulaşanlara tutunun, amelleri terk etmeyin, imamınız zuhur edinceye kadar sapmayın. (Meclisi, 1403, c.52, 133)
3-6- Ferec İçin Dua Etmek
Bekleyenlere gaybet döneminde emredilen şeylerden biri de İmam-ı Zaman’ın (as) fereci için dua etmektir. Bundan daha da önemlisi mukaddes mercilerden gelen buyruklarda (tevkilerde) ferec için çok dua edilmesi istenmiştir. İmam-ı Zaman (as) İkinci Naibi Muhammed bin Osman’ın eline ulaşan mektubunda gaybetin sebeplerini açıkladıktan sonra ferecin çabuk gerçekleşmesi için çok dua edilmesini emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Ferecin çabuk olması için çok dua ediniz. Bu, kesinlikle sizin kurtuluşunuzdur.’’ (Tabersi, 1403, c.2, 471)
Bu iş hem de İmam-ı Zaman (as) tarafından gaybet dönemi için tayin edilen önemli görevlerden biridir. Bekleyen şahıs Allah’a ferecin çabuk gerçekleşmesi için dua etmelidir.
Daha önce de söylediğimiz gibi İmam daima bekleyenlerin gönlündedir. Belki bu hadis şu şekilde toparlanabilir: Bekleyenler daima İmam-ı Zaman’ın fereci ve zuhuru için dua etmektedir. Çokça yapılan bu dualar, İmam-ı Zaman’ın (as) buyurduğu gibi onlar için başlı başına bir kurtuluş ve ferahlıktır.
3-7- Bekleyen Âlimlerin Görevleri
Gaybet döneminde din âlimleri için genele zikredilen görevlerden daha ağır görevler zikredilmiştir. Rivayetlere göre onlar, halkı imama çağırmalı, İmam’ın varlığıyla yol göstericiliği yapmalıdır. İmam’ın görüşlerini savunmalı, Allah’ın zayıf kullarını şeytanın ağına, şüphe ve sapkınlığa düşmekten kurtarmalıdır. Böylesi âlimler Allah katında en üstün olanlar diye adlandırılmıştır. İmam Ali bin Muhammed (as) şöyle buyurmuştur:
‘’Eğer Kaimimizin gaybetinden sonra halkı ona çağıran, Allah’ın hüccetleriyle onun dinini savunan, Allah’ın zayıf kullarını şeytanın ve Nasıbilerin ağına düşmekten kurtaran âlimler olmasaydı, Allah’ın dininden irtidat etmeyen hiç kimse kalmazdı. Zayıf Şiilerin kalplerinin dizginini tutan onlardır, tıpkı geminin dümenini tutan gemi kaptanları gibi. Onlar, Allah katında en üstün olanlardır”. (Meclisi, 1403, c.2, 6)
Sonuç
Toparlayacak olursa şunu söyleyebiliriz: Bekleyen şahıs, bekleyenler için zikredilen vasıflara sahip olan ve gaybet zamanındaki görevlerini yapandır. Zikredildiği üzere, o, kendine özgü özellikleri –hem itikadi açıdan hem de ameli açıdan- bakımından zirvede yer almaktadır. Nitekim bekleyen unvanı, böylesi bir durumda anlamını kazanmaktadır. Bekleyen kelimesi bu vasıflarla ve gaybet dönemindeki görevlerini yerine getirerek liyakatli bir şahıs olmaktadır. Dolayısıyla bekleyenler için zikredilen bu vasıflar ve görevler sebebiyle gaybet döneminde bekleyişin en faziletli amel diye adlandırılması şaşırtıcı değildir.
Bekleyenler yakînin ve sâlih amelin zirvesindedir. Onlar, Allah’ın Resulü’nün (s) kardeşi unvanını almıştır. Muttakilerin misdakıdırlar. Tüm zamanlardaki insanların en üstünü olarak adlandırılmışlardır. Allah onlara özel bir akıl, marifet ve anlayış bahşetmiştir. Daha da önemlisi onlar, gaybet döneminde İmam-ı Zaman’ın hazır olduğunu hissetmektedirler. Sürekli olarak İmam-ı Zaman’ı zikretmekte ve gaybet döneminde hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamakta, sürekli olarak vera ve güzel ahlakla hareket etmektedirler. Peygamberi görmedikleri, İmam ise kendilerinden gizli olduğu halde bu vasıflara sahip olarak bekleyiş, dindarlığın doruk noktasıdır. Bu ise, bekleyenler olarak onların en faziletli olmalarının sırrını herkes için açık hale getiriyor fereci beklemenin de en üstün amel oluşunu açıklıyor.
Doç. Dr. S. Ali Musavi
Mehdi’yi Bekleme Felsefesi ve Bekleyişin En Faziletli Amel Oluşu
Beklemek (intizar), yolunu gözlemek demektir. Bu kelime eklendiği diğer kelimeyle belirli bir anlam kazanır. Ona eklenen kelime ne kadar öneme, değere ve derinliğe sahip olursa bekleyiş de o ölçüde önemli ve değerli olur. (İbn Faris, c.4, 498)
Servet beklemek, mevki makam beklemek, çocuk beklemek, sevgiliyle görüşmeyi beklemek ve hak devletini beklemek (intizar-ı ferec), bunların hepsi bekleyiştir. Ama bu bekleyişlerin her biri kendinden önceki kelime ile önem kazanır, o kelime bekleyişin derinliğini tayin eder. Hiç kuşkusuz, bekleyişin zirvesi, kalıcı ve faydalı olan bekleyiştir, yani tek bir cümle ile beklemeye değer olmasıdır.
Para, makam, evlat ve dünya beklentileri, dünyada ulaşılabileceğimiz beklentilerdir ve ömür boyunca beklentisini duyduğumuz her şey, sona erer. Ama eğer beklenti kalıcı ve değerli olursa yani dünyadan sonra da faydası olursa, berzahta ve kıyamette de fayda vermeye devam ederse onun değeri ve önemi diğer bekleyişlerle kıyaslanabilir nitelikte olmayacaktır.
Fereci beklemek, Hak devletin zuhurunu beklemek işte böylesine görkemli bir bekleyiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim ayetlerinde onu bekleyenlerin bu işte Allah’la beraber olma iftiharına ulaşacağı belirtilmiş rivayetlerde ise bu bekleyiş en faziletli amel olarak nitelenmiştir.
Ferec bekleme ile ilgili yazılmış makalelere baktığımızda şu noktadan gafil kalındığını görüyoruz: Niçin ferec bekleme konusunda bunca sevap ve fazilet zikredilmiş, hatta bu iş en üstün amel olarak adlandırılmıştır. Genellikle ferec bekleyişiyle ilgili yazı yazanlar, faziletlerini zikretmekle yetinmiş ve çoğunlukla okuyucuların kafasına takılan ferec beklemenin neden bunca sevap kazandırdığı ve faziletli olduğu sorusuna cevap verilmemiştir. Bu makalede rivayetlerden hareketle bu soruya cevaplar vermeye çalışacağız.
Bekleyiş için zikredilen özellikler dikkate alındığında bekleyiş böylesi bir ortamda şekilleniyor ve kendi anlamını kazanıyor. Bekleyişin (intizar) sözlük anlamı, gözün yolda olmasıdır. –Özellikle İmam-ı Zaman’ın (as) zuhuru için gözü yolda olan kimselerle ilgilidir- Bekleyiş, bir şahısta bekleyişin gerçek özellikleri oluşunca gerçekleşir. Bir başka deyişle, gözü yolda olmak ve İmam-ı Zaman’ın (as) ferecini beklemek, yalnızca ona kesin olarak inanan ve örnek bir şekilde sebat gösteren kimselerde oluşabilir. Ayrıca bunlar sâlih amelleri, Allah’ın Resulü’ne (s) kardeş olma iftiharına nail olacak ölçüde yerine getiren kimselerdir. (Bkz. Meclisi, 1403, c.52, 124.)
Dolayısıyla, bekleyiş sadece sözde olan bir şey değildir. Yakine dayalı derin bir inancın ve sâlih amellerin ürünüdür ve bekleyen kimse gaybet döneminde bunlara bağlıdır. Diğer bir deyişle bekleyiş, tüm inançların ve sâlih amellerin zirvesidir. Tevhidin, nübüvvetin, imametin maadın ve tüm ahkam ve ahlakın özüdür. Bekleyişin amellerin en faziletlisi diye adlandırılmasının ve bekleyenin İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde yer almasının sırrı işte budur. (Saduk, c.2, s.380)
1- Bekleyenlerin Vasıfları ve Özellikleri
Gerçek anlamda bekleyenler, dini öğretiler çerçevesinde çeşitli vasıflara ve özelliklere sahiptir. Aşağıda bunlardan önemli olan bazılarına değinilecek.
1-1- Sebat Göstermek ve Doğru İnanç
Gerçek bekleyenlerin özelliklerinden biri, onların velayete bağlılık konusunda sebat göstermesidir. Gerçek bekleyenler, gaybet döneminde itikadi ve ameli açıdan rivayetlerde mümtaz sıfatlarla nitelendirilmiştir. Öyle ki onlar inancın zirve noktasına yerleştirilmiştir ve onların velayete ve Ehlibeyte bağlılık konusunda gösterdikleri sebat ise örnek verilecek türdendir. Bir rivayette Hz. Peygamber, (s) Hz. Ali’ye (as) gerçek bekleyenlerin inançlarıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
‘’Ey Ali’ Bil ki yakîn açısından insanların en yüceleri, Ahir zamanda gelirler. Onlar, Peygamberi görmemişlerdir ve hüccet onlardan gaiptir. Onlar, beyazın üstündeki siyahlıklara (Kur’an’ın ve hadislerin yazdıklarına) iman ederler.’’
Bu hadis-i Şerif’te gaybet dönemindeki bekleyenler, yakinin zirvesindeki kişiler olarak diğer tüm insanlarla mukayese ediliyor. Onlar Peygamber’i görmemişlerdir ve İmamları da gaybet perdesinin arkasındadır. Onların elinde olan sayede ilahi hüccetlerden kalan hadislerdir. Onlar, itikadi açıdan peygamberi gören ve onun mucizelerine yakından tanıklık eden kişilerden daha ileridedirler. Bu durum onların kavrayış ve marifetin zirvesinde olduklarını ifade eder. Onlar, itikadi açıdan işte böylesine yüksek düzeyde bir yakine sahiptir.
1-2- İmanda Üstünlük
Gerçek bekleyenlerin ikinci özelliği onların iman açısından üstünlüğüdür. Hz. Peygamber, (s) nakledilen diğer bir hadiste gaybet dönemindeki bekleyenleri kendi kardeşi olarak nitelemekte ve onları görmeyi arzuladığını ifade etmektedir. Bu çok önemli olan unvan, Peygamber’in sahabesinin gıpta etmesine ve ‘’Ey Allah’ın Resulü, bizler senin kardeşin değil miyiz?’’ demelerine neden oldu. Hz. Peygamber (s) ise ‘’Sizler benim ashabımsınız; ama kardeşlerim ahir zamanda beni görmedikleri halde bana inanan kimselerdir’’ diye buyurdu. (Meclisi, 1403, c.52, 124; Saffar, 1404, c.1, s.84)
Hz. Peygamber’in (s) bu buyruğunda bekleyenlerin iman bakımından sahabesine olan üstünlüğü açık bir şekilde gözükmektedir.
1-3- Bekleyenlerin Hidayet Etme Rolü
Diğer bir konu da bekleyenlerin inançlarına, özellikle de gaybet zamanında Ehlibeyt’in velayetine bağlılıkta sebat göstermesidir. Bu, öylesine zordur ki karanlıkta dikenlerle dolu bir ağacın üstüne çıkmaya ya da ateşi eliyle tutmaya benzetilmiştir.
“Her biri, zifiri bir gecede dikenler üzerinde yürümek ve avucunda ateş koru tutmaktan daha zor olmasına rağmen dinlerini korurlar. Onlar, kapkaranlık gecelerin kandilleridirler ve Allah onları her türlü bulanık ve karanlık fitneden kurtarır.” (Meclisi, 1403, c 52:124)
Bu hadis-i şerifte bekleyenlerin bir diğer özelliğine işaret edilmiştir. Onlar, karanlıkta yön gösteren lambalardır. Diğer bir ifadeyle onlar, gaybet zamanında başkalarının hidayetine vesile olan bilgelik meşaleleridir. Bazı rivayetlerde gaybet döneminde imamı bekleyenler, muttakilerin misdakı olarak tanıtılmıştır.
‘’Muttakiler için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar’’ (Bakara:2-3) ayetinin tefsiriyle ilgili olarak İmam Sadık’tan rivayet edilen bir hadiste şöyle deniyor: “Onlar, Kaim’in kıyamının hak olduğuna ikrar edenlerdir.’’ (İbn Babuye, 1395, c.2, 340)
Bu rivayette İmam Sadık (as) muttakileri -ki onlar Kur’an’ın özel hidayetinden yararlanırlar ve onların birinci özelliği gayba iman etmeleridir- İmam-ı Zaman’ın (as) kıyamını ve hakkaniyetini ikrar edenler olarak görmüştür.
1-4-Akıl, Anlayış ve Marifet Sahibi Olmak
İmam-ı Zaman’ı (as) bekleyenlerin en önemli özelliklerinden biri de Allah’ın onlara verdiği özel akıl, anlayış ve marifettir. Bu özellik sebebiyle İmam Seccad (as) onları tüm zamanların en üstün insanları olarak adlandırır.
“Allah Resulü'nün vasileri ve kendisinden sonraki imamlardan olan on ikinci Allah velisinin gaybeti uzun sürecektir ey Eba Halid! Onun gaybet döneminde yaşayıp, imametine inanan ve zuhurunu bekleyenler bütün zamanların en faziletlileridir. Zira Allah Teala onlara öyle bir akıl, şuur ve marifet bahşetmiştir ki gaybet, onlar için doğrudan görmek mesabesindedir. Allah, onları Allah Resulünün (saa) hizmetinde kılıçlarıyla savaşan mücahitler düzeyine yükseltmiştir. İşte onlar, gerçek anlamıyla ihlas sahipleri, en doğru anlamıyla Şialarımız ve Allah’ın dininin gizli-açık davetçileridirler’’. (Meclisi, 1403, c.52, 122)
Bu hadiste İmam-ı Zaman’ı (as) bekleyenler, kendine özgü özelliklerle nitelendirilmiştir ve onlar sırasıyla şu şekilde adlandırılır: Onlar tüm zamanların en faziletli insanlarıdır. Allah’ın kendilerine özel olarak verdiği akıl, anlayış ve marifete sahiptirler. Öyle ki gaybet onlar için tıpkı müşahede gibidir. Onlar, Peygamber’in (s) yanı başında kılıçla cihat eden mücahitler gibidir. Onlar gerçek birer ihlas ehli, sadık Şii ve Allah’ın dinine açık ve gizli davet edicidir. Bu özellikler sayesindedir ki bekleyiş gerçek anlamını bulmaktadır. Nitekim İmam-ı Zaman’ın (as) ferecini bekleyenlerin safında yer almak da büyük bir lütuf ve büyük bir kurtuluştur. Bu yüzden hadisin sonunda İmam Seccad (as) şöyle buyurdu:
“Fereci beklemek, en büyük fereclerdendir.’’
Yani fereci beklemenin kendisi, insanın elde etmek için çalışması gereken en büyük kurtuluştur.
2- Bekleyişin Bekleyene Yönelik Etkileri ve Sonuçları (Sevap)
Bekleyiş felsefesinde önemli hususlardan biri de bekleyen için söz konusu olan etkiler ve sonuçlardır. Fereci bekleyiş, bekleyene dünyevi ve uhrevi birçok bereket getirecektir. Bazı rivayetlerde fereci beklemenin bekleyene yönelik sevaplarından söz edilmiştir. Bunlar dikkate alındığında bekleyiş gerçekliği ve bekleyenin yüceliği daha iyi anlaşılmaktadır.
2-1- Fereci Beklemek En İyi Amel Mesabesindedir
Bir rivayette Hz. Ali (as) fereci beklemenin Allah katındaki en sevimli amel olduğunu belirtmiştir:
“Fereci bekleyiniz, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Allah azze ve celle katında en sevimli amel fereci beklemektir.’’ (İbn Babuveyh, 1362. c.2, 616. Meclisi, 1403, c.52. 123)
2-2- Bin Şehidin Sevabına Eşit
İmam Seccad’dan (as) gelen bir rivayette gerçek bekleyenlerin sevabı, Bedir ve Uhud şehitleri de dahil olmak üzere binlerce şehitle mukayese edilmiştir.
‘’Herkim, Kaimimiz’in gaybet döneminde velayetimiz üzere sebat ederse, Allah ona Bedir ve Uhut şehitleri gibi bin şehidin sevabını bahşeder’’. (Erbili, 1381, c.2, 522; Şübber, 1424, 290.)
‘’İmam-ı Zaman’ın gaybeti döneminde bizim velayetimize bağlı kalmakta sebat gösteren kimseye Allah, Bedir ve Uhud şehitleri gibi bin şehidin sevabını verecektir.’’
2-3- Bekleyenlerin Peygamber’e (S) Ve İmam-ı Zaman’a Arkadaş Olması
Bekleyenlerin sevabı, İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde onunla birlikte oturan kimseler gibi vasıflandırılmıştır.
“Ebu Abdillah’a (as): “Bu dava üzere ve onun yolunu gözlüyorken ölen kişi hakkında ne dersin?” diye sordum. İmam: “O, Kaim’in çadırında, onunla birlikte olan biri mesabesindedir” dedi ve sonra şöyle buyurdu: “O, Allah Resulü ile birlikte olan biri gibidir”. (Hür Amili, 1422, c.5, s139)
İmam Sadık’a (as) şöyle sordum: Sizin emrinizi beklerken bu dünyadan giden bir kimse hakkında ne buyurursunuz? İmam buyurdu ki: ‘’O, tıpkı İmam-ı Zaman’ın gölgeliğinde oturan kimse gibidir.’’ Daha sonra İmam durdu ve şöyle buyurdu: “O, tıpkı Peygamber’le (s) birlikte olan kimse gibidir.’’
Görüldüğü gibi bu hadis, bekleyenlerin yüceliğini yansıtıyor. Zira onlara İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde yer veriyor veya ondan daha da üstün olmak üzere onları Peygamber’e (s) biat eden kimse gibi niteliyor. Bunlar bütünüyle İmam-ı Zaman’ı (as) gerçek anlamda bekleyenlerin ruhsal açıdan ileriliğin zirvesinde olduğunu ifade ediyor. İnsanın İmam-ı Zaman’ın (as) gölgeliğinde oturmasından daha büyük bir sevap veya lütuf ne olabilir?
2-4- Bekleyişin En Üstün Amel Olması
Masumların (as) diliyle çeşitli şekillerde tekrar edilen bir diğer hadiste, ferec beklemek en üstün amel olarak nitelenmiştir.
Peygamber-i Ekrem (s) şöyle buyuruyor: “Ümmetimin en faziletli ameli Allah Azze ve Celle’den ferec beklemesidir.’’ (İbn Babuveyh, 1395, c.2, 744)
Şimdiye kadar anlatılanlar çerçevesinde bu konunun sırrı bir ölçüde aydınlandı.
Konunun sırrı şudur: Gaybet döneminde Mehdi’ye inananlar, karanlık gecelerde ve zorluklarda imanlarını değerli kılıyorlar ve sebat gösteriyorlar, zorluklarıyla birlikte en üstün amelden yararlanıyorlar. Zira “Amellerin an faziletlisi en zor olanıdır”. (Meclisi, 1403, c.67, 191.) Öte yandan ferec bekleme sayesinde insan kendisini ferece hazır hale getirir. Karamsarlık ve umutsuzluktan uzak durur, Allah’tan umudunu kesmez; çünkü Allah katında en sevimli amel olan fereci beklemek ile Hz. Mehdi’nin (as) hükümetine ve ferece hazırlık kazanır. Böylece gaybet döneminin uzunluğu ve o dönemlerin zorlukları bekleyenlerin gücünü azaltmaz, bekleyenlerin safı sağlam şekilde korunur. (Musevi İsfehani, 1390. C.2, 235-236)
Ayrıca, fereci beklemek salt bir ruhsal durum değildir. Cereyan haline gelmiş, gerçekleşmiş bir haldir, eyleme geçmiş bir durumdur. Bu yüzdendir ki onun hakkında ‘’amellerin en faziletlisi ve en sevileni’’ diye buyurulmuştur. Bu sayede sabır ve istikamet sahibi olmak gerekir. (Bkz. Age. Meclisi, 1403, c.2, 146)
Gaybet döneminde düşmanlar tüm şeytani planlarını ortaya koydular ve İmam Mehdi’nin takipçilerinin imanını hedef aldılar. Onların tuzağına düşmeyenler sadece umutsuzluğa düşmeyip sabredenlerdir. Çünkü umutsuzluğa düşüldüğünde onların her şeyi saldırıya ve yok oluşa hazır hale gelir. Fereci bekleyerek ise onlardaki direniş canlı kalır sorunlara galip gelme için yol açılmış olur.
2-5- Bekleyenlere Şehitlik Mükâfatı
Bekleyenler, sevap bakımından Allah yolunda canlarını verenlere benzetilmiştir. Nitekim Hz Ali (as) şöyle buyuruyor:
“Bizim emrimizi/davamızın zaferini bekleyen, Allah yolunda kanına boyanmış (şehitler) gibidir”. (Age. 645)
2-6- Allah’la Yoldaş Olmak
Bir diğer hadiste İmam Rıza (as) sabrı ve fereci beklemeyi övmüş ve Kur’an ayetleri çerçevesinde Allah’ın bekleyenlere yoldaş olduğuna şahitlik etmiştir.
“Ne kadar güzeldir, sabır ve fereci beklemek. Allah’ın şöyle buyurduğunu işitmediniz mi? ‘Bekleyin ben de sizinle birlikte bekliyorum.’ Ayrıca yine Allah şöyle buyuruyor: ‘Öyleyse bekleyin ben sizinle birlikte bekliyorum.” (Meclisi, 1403, c52, 129)
Bekleyişin güzelliği Allah’ın da kendisini bekleyenlerden olarak anması ve tüm bekleyenlere eşlik etmesidir. İnsanın kendisini Allah’la birlikte hissetmesi ne güzel bir bekleyiştir.
Bu iki bahisten de anlaşıldığı üzere gaybet zamanında İmam-ı Zaman’ın zuhurunu bekleyen –hem marifet açısından hem de amel açısından- tüm zamanların en üstünüdür. Onlar için söz konusu olan sevaplar en yüksek düzeydedir. Diğer bir ifadeyle bekleyen, halis Şiilerin özelliklerine ve halis müminlerin sevabına sahiptir. Dolayısıyla üstlendiği ağır görevleri vardır. Şimdi rivayetlerden hareketle onlardan bazılarına işaret edilecek.
3- Bekleyenlerin Görevleri
Belki de denilebilir ki bekleyenleri kendi zirvesinde tutan en önemli görevleri huzurda olduğunu hissetmesidir. Yani bekleyen şahıs, bir taraftan yaptığı tüm amel ve davranışların İmam-ı Zaman’ın gözlerinin önünde yani onun huzurunda olduğunu bilir. Öte taraftan da Allah, ona o kadar akıl, marifet ve kalem vermiştir ki gaybet, onun için bir müşahede mesabesindedir.
Bu yüzden, böylesi şartlar içinde gaybet döneminde huzurda olduğu hissini kazanmaktadır. Bununla ilgili olarak Hz. Emir’den (as) şöyle nakledilir:
Rumeyle Nami şöyle diyor: Hz. Ali (as) zamanında ağır bir hastalığa yakalandım. Cuma günü biraz hafiflemiş hissedince kendi kendime gidip Müminlerin Emiri’nin arkasında namaz kılayım dedim. Mescide gittim, Hz. Ali minbere çıktığında benim hastalığım yeniden ağırlaştı. Hz. Emir (as) minberden sonra bana: ‘’Ey Rumeyle hastalıktan kıvrandığını görüyorum’’ dedi. Evet dedim ve durumumu anlattım. Hz. Ali buyurdu ki: ‘’Ey Rumeyle, hasta olan hiçbir mümin yoktur ki biz de onun hastalığı vesilesiyle hasta olmayalım, üzüntüsü yoktur ki biz de onun üzüntüsüyle üzülmeyelim. Hiçbir duası yoktur ki biz ona amin demiş olmayalım ve suskunluğu yoktur ki biz onun için dua etmiş olmayalım.’’ Dedim ki: ‘’Ey Müminlerin Emiri, canım sana feda olsun! Bu mesele sizin çevrenizdeki insanlar için geçerlidir; peki siz çevrenizde olmayan birini görüyor musunuz?’’ Bunun üzerine Hz. Ali (as) ‘’Ey Rumeyle, ne yeryüzünün doğusundaki ne de yeryüzünün batısındaki mümin bizden gizli değildir’’ diye buyurdu.’’ (Age. C.26, 140. H,11)
Bu hadis, onların müminleri ihata ettiğini açıklıyor. Onların tüm halleri, hastalıkları, üzüntüleri, sükûtları, duaları, her zaman İmamın gözünün önündedir. Ayrıca müminin İmam-ı Zaman’ın (as) onu gördüğüne inandığını açıklıyor.
İmam Seccad şöyle buyuruyor:
“Ey Eba Halid! Onun gaybet döneminde yaşayıp, imametine inanan ve zuhurunu bekleyenler bütün zamanların en faziletlileridir. Zira Allah Teâla onlara öyle bir akıl, şuur ve marifet bahşetmiştir ki gaybet, onlar için doğrudan görmek mesabesindedir." (Tabersi, 1403, c.2, 318)
İmam bu hadiste buyuruyor ki zuhuru bekleyen ve onun imametine inanan kimseler, tüm zamanların en üstünüdürler. Bunun sebebini de Allah’ın onlara özel bir akıl, anlayış ve marifet vermesiyle açıklıyor. O kadar ki onlara verilen akıl, kavrayış ve marifetle gaybet meselesi onlar için müşahede hali gibidir.
Nitekim bekleyenlerin kendilerini Hz. Mehdi’nin (as) huzurunda hissetmesi, onların adeta İmam-ı Zaman’ı görüyormuş gibi yaşamasını sağlamaktadır. Böylesi bir his sayesinde ona karşı yapması gereken görevlerinin hiçbirini ihmal etmiyor. Dolayısıyla İmam Seccad’ın rivayetinin devamında onlardan, Peygamberle yan yana cihat eden kimseler, gerçek ihlas sahipleri ve sadık Şiiler diye söz edilmiştir.
Bazı görevler, bekleyenlerin geneli için bazı görevler ise sadece âlimler için söz konusudur. Önce genel için söz konusu olan görevleri sonra da bu alandaki âlimlerin görevini açıklayalım.
3-1- Sürekli Olarak İmam-ı Zaman’ı Yâd Etmek
Bir hadiste İmam Kazım (as) şöyle buyuruyor:
“Şahıs olarak insanların gözünden gaip olsa da onun yâdı müminlerin kalplerinden gaip olmaz”. (Meclisi, 1403, c.51, 150)
Bu rivayete göre İmam-ı Zaman (as) şahsen gözlerden kayıp olsa da o, mümin kalplerde zikredilerek asla unutulmaz. Bir başka deyişle müminler ve Hz. Mehdi’yi bekleyenler, sürekli onu yâd ederler ve onu zikrederek yaşarlar.
3-2- İmamların Velayetinde Sabır ve Sebat Göstermek
Gaybet döneminde bekleyenler için zikredilen önemli görevlerden biri de Ehlibeyt’in (as) velayetinde sebat göstermektir. Bu görev o kadar önemlidir ki sebat gösteren bekleyen, bin şehit sevabı kazanmaktadır. İmam Seccad, bu konuda şöyle buyuruyor:
“Herkim, Kaimimiz’in gaybet döneminde velayetimiz üzere sebat ederse, Allah ona Bedir ve Uhut şehitleri gibi bin şehidin sevabını bahşeder’’. (Age. C.25, 125)
‘’Kim İmam Mehdi’nin gaybeti döneminde bizim velayetimizde sebat gösterirse Allah ona Bedir ve Uhud şehitleri gibi bin şehidin sevabını verir.’’
3-3- Görevle Amel Etmek (Vera Ve İçtihat)
İmam Sadık, (as) İmam-ı Zaman’ın (as) dostlarını tarif ederken onların bekleyiin yanı sıra vera, iyilik ve ahlakla davrandıklarını söyler. Bu hadiste İmam Sadık açık bir şekilde vera, iyi ahlak ve bekleyişi birlikte emretmiş ve İmam Mehdi’nin ashabı olmanın şartını bu üç görevi yerine getirmek olarak açıklamıştır. Eğer bu sahabe ölürse onun sevabı İmam-ı Zaman’ı idrak edinceye kadar vera ve iyi ahlakla bekleyen kişininki gibi olacaktır.
“Hz. Mehdi’nin ashabı olmayı gönülden isteyen biri, bekleyiş içinde olmalı, vera ve iyi ahlakla amel etmelidir. O, bekleyiş halinde ölür de İmam ondan sonra kıyam ederse, o kişi İmamı idrak etmiş kişiler gibidir. Onun için de sevap vardır. O halde gayret gösterin ve bekleyiş içinde olun! Bu durumda nr mutlu size ey ilahi rahmete nail olanlar topluluğu!’’ (Numani, 1397, 200)
Görüldüğü gibi İmam, bekleyişin yanı sıra bekleyen kişilerden vera, takva ve iyi ahlakla amel etmeye çalışmalarını da istemektedir. Çünkü dinin esası vera, takva ve ahlaktır, bekleyen kişi bu iki dini görevi yerine getirerek gerçek bir bekleyen olur.
3-4- Fereci Beklemek ve Umutsuzluğun Olmaması
Bekleyenler için gaybet döneminde belirtilen görevlerden biri de beklentide umutsuzluğa düşülmemesi, şeytanın onlara verdiği vesveselerin onları umutsuzluğa düşürmemesidir. Onlar bilmelidir ki bekleyiş ne kadar uzun da sürse sonunda hak devletin zuhuru gerçekleşecektir
Hz. Ali (as) ferec bekleme emrini umutsuz olmamakla birlikte zikretmiştir:
“Fereci bekleyiniz, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Allah Azze ve Celle katında en sevimli amel fereci beklemektir”. (Age.)
Fereci beklemek, umutsuzluğa kapılmama ile birlikte olursa insanı bekleyen olmaya layık kılar. İnsanın fereci bekleme zamanı boyunca umutsuzluğa kapılmaması zordur. Belki de bekleyenin Allah katında sevgili olmasının sırrı, bekleyiş süresi boyunca umutsuzluğa kapılmamasıdır.
3-5- Bize Ulaşana Tutunmak
Bazı rivayetlerde bekleyenler için İmamlardan (as) onlara ulaşanlara tutunmak ve onlara bağlı kalmak bir görev olarak zikredilmiş ve gaybet döneminde diğer bir emir size ulaşıncaya kadar önceki emre tutunun diye buyrulmuştur.
İmam Sadık (as) bu konuda şöyle buyuruyor:
‘’Size diğer emir açıklanıncaya kadar önceki emre tutunun!’’ (Age. 158)
‘’Yeni emir sizin için açıklığa kavuşuncaya kadar elinizde olanlara tutunun.’’ (Age. 159)
“İşin hakikati size açıklanıncaya kadar hâlihazırda sahip olduğunuz önceki emre tutunun.’’ (Age. 159)
Allame Meclisi, bu rivayetleri zikrettikten sonra, şu açıklamayı yapıyor: Bu rivayetlerdeki kasıt, dinde sarsıntıya ve amelde şaşkınlığa düşülmemesidir. Yani bu rivayetler demek istiyor ki usul-i dinde ve füru-u dinde İmamlardan size ulaşanlara tutunun, amelleri terk etmeyin, imamınız zuhur edinceye kadar sapmayın. (Meclisi, 1403, c.52, 133)
3-6- Ferec İçin Dua Etmek
Bekleyenlere gaybet döneminde emredilen şeylerden biri de İmam-ı Zaman’ın (as) fereci için dua etmektir. Bundan daha da önemlisi mukaddes mercilerden gelen buyruklarda (tevkilerde) ferec için çok dua edilmesi istenmiştir. İmam-ı Zaman (as) İkinci Naibi Muhammed bin Osman’ın eline ulaşan mektubunda gaybetin sebeplerini açıkladıktan sonra ferecin çabuk gerçekleşmesi için çok dua edilmesini emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Ferecin çabuk olması için çok dua ediniz. Bu, kesinlikle sizin kurtuluşunuzdur.’’ (Tabersi, 1403, c.2, 471)
Bu iş hem de İmam-ı Zaman (as) tarafından gaybet dönemi için tayin edilen önemli görevlerden biridir. Bekleyen şahıs Allah’a ferecin çabuk gerçekleşmesi için dua etmelidir.
Daha önce de söylediğimiz gibi İmam daima bekleyenlerin gönlündedir. Belki bu hadis şu şekilde toparlanabilir: Bekleyenler daima İmam-ı Zaman’ın fereci ve zuhuru için dua etmektedir. Çokça yapılan bu dualar, İmam-ı Zaman’ın (as) buyurduğu gibi onlar için başlı başına bir kurtuluş ve ferahlıktır.
3-7- Bekleyen Âlimlerin Görevleri
Gaybet döneminde din âlimleri için genele zikredilen görevlerden daha ağır görevler zikredilmiştir. Rivayetlere göre onlar, halkı imama çağırmalı, İmam’ın varlığıyla yol göstericiliği yapmalıdır. İmam’ın görüşlerini savunmalı, Allah’ın zayıf kullarını şeytanın ağına, şüphe ve sapkınlığa düşmekten kurtarmalıdır. Böylesi âlimler Allah katında en üstün olanlar diye adlandırılmıştır. İmam Ali bin Muhammed (as) şöyle buyurmuştur:
‘’Eğer Kaimimizin gaybetinden sonra halkı ona çağıran, Allah’ın hüccetleriyle onun dinini savunan, Allah’ın zayıf kullarını şeytanın ve Nasıbilerin ağına düşmekten kurtaran âlimler olmasaydı, Allah’ın dininden irtidat etmeyen hiç kimse kalmazdı. Zayıf Şiilerin kalplerinin dizginini tutan onlardır, tıpkı geminin dümenini tutan gemi kaptanları gibi. Onlar, Allah katında en üstün olanlardır”. (Meclisi, 1403, c.2, 6)
Sonuç
Toparlayacak olursa şunu söyleyebiliriz: Bekleyen şahıs, bekleyenler için zikredilen vasıflara sahip olan ve gaybet zamanındaki görevlerini yapandır. Zikredildiği üzere, o, kendine özgü özellikleri –hem itikadi açıdan hem de ameli açıdan- bakımından zirvede yer almaktadır. Nitekim bekleyen unvanı, böylesi bir durumda anlamını kazanmaktadır. Bekleyen kelimesi bu vasıflarla ve gaybet dönemindeki görevlerini yerine getirerek liyakatli bir şahıs olmaktadır. Dolayısıyla bekleyenler için zikredilen bu vasıflar ve görevler sebebiyle gaybet döneminde bekleyişin en faziletli amel diye adlandırılması şaşırtıcı değildir.
Bekleyenler yakînin ve sâlih amelin zirvesindedir. Onlar, Allah’ın Resulü’nün (s) kardeşi unvanını almıştır. Muttakilerin misdakıdırlar. Tüm zamanlardaki insanların en üstünü olarak adlandırılmışlardır. Allah onlara özel bir akıl, marifet ve anlayış bahşetmiştir. Daha da önemlisi onlar, gaybet döneminde İmam-ı Zaman’ın hazır olduğunu hissetmektedirler. Sürekli olarak İmam-ı Zaman’ı zikretmekte ve gaybet döneminde hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamakta, sürekli olarak vera ve güzel ahlakla hareket etmektedirler. Peygamberi görmedikleri, İmam ise kendilerinden gizli olduğu halde bu vasıflara sahip olarak bekleyiş, dindarlığın doruk noktasıdır. Bu ise, bekleyenler olarak onların en faziletli olmalarının sırrını herkes için açık hale getiriyor fereci beklemenin de en üstün amel oluşunu açıklıyor.
Doç. Dr. S. Ali Musavi
İsrail’in yok oluşu iki aşamada gerçekleşecek / Ahir Zaman Savaşı hız kazandı…
"Yemen’in Ahir Zaman’daki özelliği elinin eyleme açık olmasıdır. Elinin açık olmasını sağlayan şeylerden biri arkasındaki halk desteğidir. Yüce Allah’ın işleri çok ilgiçtir ve dakik bir hesap kitaba dayalıdır."
Medeniyet Tarihi ve Mehdevî Devlet kitabının yazarı, İsra Sûresi’ndeki ayetlere göre “İsrail” Yahudilerinin iki merhalede yıkıma uğrayacağına ve Siyonistleri içeriden yıkılmaya sevk edenin Direniş Ekseni olduğuna inanıyor.
Tesnim Haber Ajansı’nın kültür muhabirinin bildirdiğine göre, pek çok fikir insanı İsrail’in yok edilmesinin Ahir Zaman meselesi ile çok yakından ilişkili olduğunu düşünüyor. Bu kişilere göre “İsrail” Yahudileri; Nuh, Firavun ve Lut kavminin de başlarına geldiği üzere, tüm dünyanın ekonomik, tıbbi, kültürel vs. toplumsal alanlarındaki bozguncukları yüzünden Sünnetullah’ın zalimlere biçtiği ölümcül ve azap verici kararın hedefi olacaklar.
Bu teori bir başka açıdan da şu gerçeğe dayanıyor. Direniş Cephesi ile karşısındaki Batı-İbrani ve Arap Cephesi arasında şahit olduğumuz saflaşma, Bâtıl Hareket ile Hak Hareket ya da Hizbullah ile Hizbuşşeytan arasında gerçekleşiyor ve Yüce Allah, bâtıl çizginin Hak Cephesinin hidayet ehli müminlerinin eliyle cezalandırılmasının ön şartlarını hazırlıyor.
İmam Sâdık (a.s.) Üniversitesi’nin bilimsel heyet üyesi Muhammed Hâdî Hümayun güncel olayları bu açıdan analiz eden teorisyenler arasında yer alıyor. Medeniyet Tarihi ve Mehdevi Devlet [Tarih-i Temeddün ve Mülk-i Mehdevî] kitabının müellifi olan Hümayun, Tesnim Ajansı ile gerçekleştirdiği bu ikinci röportajında, dünyadaki olayları Mehdeviyet ve Ahir Zaman bağlamında tahlil etmek gerektiğini belirtiyor. Yazar, Kur’ân ve Sünnet kaynaklı öğretiler gereğince tüm beşerî uygarlık tarihinin ilahi enbiya eksenli, ortak bir görevi üstlendiğini ve bunun da Vadedilen Kurtarıcı eliyle Ahir Zaman’daki ilahi hükümetin kurulmasından ibaret olduğunu söylüyor. Zira Tevrat ve İncil’in önemli bir bölümünün Ahir Zaman ve Vadedilen Kurtarıcı konusuna hasredildiğini ve Kur’ân-ı Kerîm’in de, son semavi kitap olarak Mehdeviyet ve Ahir Zaman hakkında gelişkin bir söylemin doğmasına yol açtığını ifade ediyor.
Mehdeviyet dünyanın en önemli meselesidir
- Dünyadaki tüm bu hadiselerin Mehdeviyet meselesi ile ne ilgisi var? Acaba İsrail’in ortadan kaldırılması ve buna ilişkin diğer olayların Zuhur hadiseleri ile bir ilgisi mevcut mu?
Tam olarak böyledir. Mehdeviyet sahasındaki sorunlarımızdan biri -elbette şu sıralar durum düzelmekte- Mehdeviyet’i, beraberindeki binlerce mesele ile Şia’nın itikadi nizamının unsurlarından biri saymamızdır. Fakat işin gerçeği bu konunun bizim en önemli meselemiz oluşudur. Yani tevhid ve namaz, ya da humus ve cihadın hikmetleri gibi usûl ve füruya ait konuları bilmemiz gerektiği gibi, tüm bunların da Mehdeviyet konusu bağlamında anlamlandırılması gerektiğini bilmeliyiz.
İsrail’in yok edilmesi Zuhur’un gerçekleşmesine yol açacak
Diğer bir açıdan Mehdeviyet tüm tarihe egemen olan büyük bir akımdır, başlangıçta vardı ve nihayete kadar sürecektir. Bu akım bizi Recat, Zuhur ve Kıyamet’e götürüyor. İçinde yer aldığımız sahnenin Mehdevî analiz olmaksızın anlaşılması mümkün de değildir. Zahirî açıdan da durum böyledir. İsrâ Sûresi’nin ilk ayetleri, İsrail’in yok edilmesi ve çöküşünün Zuhur Emrinin gerçekleşmesiyle neticeleneceğini bize açıkça gösteriyor. Bu iki hadise birbirine bağlıdır. Biz Gazze macerasının sonlanmasının ardından, İsrail’in yok edilmesiyle yüz yüze geleceğiz. İsrail’in ortadan kaldırılmasıyla da İmam Mehdî’nin zuhuruyla yüz yüze olacağız. Bu dediğim şey Zuhur için zaman tayin etmek manasına gelmez, bunlar arasındaki nedensel ilişkiden söz ediyorum. Peygamberlerin uğruna binlerce yıl savaştığı ve uğrunda şehid düştükleri bu arzu ve hedef gerçekleşme yolundadır. Müminler ve mücahitler bunun gerçekleşmesi için ayağa kalkmış durumdalar. Zuhur’u bu asırda kendi gözlerimizle görmeyi ümit ediyorum. Dönemimiz; Kur’ânî, rivâyî ve Ahir Zaman’la ilgili analizlerin sunumu için güzel bir dönemdir. Çünkü sahne, bu hakikatlerin zuhur sahnesidir.
- Konunun hassasiyeti açısından, bu eskatolojik yaklaşım için başka hangi delilleri gösterebiliriz?
Biz insanlar, özellikle de Ahir Zaman sahnesindekiler bir kavisle karşı karşıyayız. Bu kavis aşağıdan başlıyor, en yüksek haddine ulaşıyor ve aynı şekilde aşağıya iniyor. Bu eğrinin alttaki iki tarafını iki grup oluşturuyor:
Ahir Zaman’ı ve tarihi tanıyan müminler; Hizbullah ve Hizbuşşeytan arasındaki çatışma sahnesinden haberdar olup bu yönde gayret gösteren ve nihai zaferin Hizbullah’a ait olduğunu bilenler. Öbür tayfın başında Hizbuşşeytan adında küçük bir grup var ve bunlar da Hizbullah gibi sahnenin, olan bitenin farkındalar. Bunlar bilerek bâtılın ve doğrudan Şeytan’ın hizmetinde kıyam ediyorlar. Tarihteki asıl kavga bu olagelmiştir ve bunun zirvesi de Ahir Zaman’da, bu iki grup arasındadır. Bunların arasında ise gerçekten de hakkı talep edip bâtıldan nefret etmekle birlikte, bâtılın kendisini “demokrasi”, “özgürlük” gibi kavramlarla süslemesi yüzünden aldanan ve bâtılı hak zanneden geniş bir insan topluluğu yer alıyor.
Dünya sahnesi hak ve bâtılın birbirinden iyice ayrılacağı bir yöne doğru ilerliyor
Ahir Zaman sahnesi tayfın iki tarafının iyice aydınlandığı ve tanınmasının kolaylaştığı bir sahnedir. Siyonist rejime ve uyguladığı vahşete bir bakın! Sahne tamamen aydınlanmak üzeredir. Zâhir olup zuhura ulaşan bu sahne, ortadaki bu topluluğu taraf seçmek zorunda bırakacak. Tarihte Zuhur gibi birkaç dönüm noktası mevcuttur. Bunlardan biri Aşura’dır. O hadisede sahne tamamen aydınlanmış ve hak ve bâtıl karşı karşıya gelmişti. Hiçkimsenin ben arada kaldım diyebilecek durumu yoktu. İmam Hüseyin (a.s.) Abdullah b. Hürr Cu’fî’ye “Eğer bize yardım etmeyeceksen git, bu sahrada durma! Biri benim sesimi duyar da bana yardım etmezse yeri cehennemdir!” demişti. Sahne “Ey mücrimler, bugün birbirinizden ayrılın!” (Yâsîn, 59) sahnesidir. Hak, bâtıldan ayrılmaktadır. Yüce Allah bâtılı işte böyle bir yerde topluyor. “Ta ki, Allah pisi temizden ayırsın, pisleri üst üste koyup hepsini bir araya toplasın, sonra da cehenneme atsın.” (Enfâl, 37) Tanık olduğumuz sahne buna çok yakınmış gibi görünüyor. Ortada duran şaşırmış kişiler hak ve bâtılın açığa çıkmasıyla doğal olarak hakkı seçiyorlar, çünkü en baştan beri, teşhisinde hata etmekle birlikte zaten hakkı talep ediyorlardı. “İnsanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğün zaman…” (Nasr, 2) Yani bir gün gelecek tüm insanlar büyük kitleler halinde Allah’ın dinine girecekler. Bu ayet hakkındaki rivayetlere baktığımızda bunun tam tahakkukunun Ahir Zaman’da olduğunu görüyoruz. Ahir Zaman böyle bir sahnedir ve biz böylesi bir ayrımla karşı karşıyayız. Bâtıl, tarih boyunca, kalıcı olmak için kendisini hak ile örtmüş ve kendisini bir şekilde hak olarak sunmuştur. İşte yavaş yavaş hakkın bâtıldan tamamen ayrılacağı noktaya doğru ilerliyoruz.
Hatırlıyorum, çok uzun yıllar önce lisedeyken bir öğretmenimiz vardı ve bize sürekli Yahudi kavminin mazlumiyetinden dem vurur, yurtlarından sürüldüklerinden vs. söz ederdi. 40 küsür yıl önceki bu tasvirden bugüne nasıl bir yol katettik ki şimdilerde sadece bizde değil tüm dünyada, Siyonist rejim aleyhinde gösteri yapılıyor. Siyonistler aleyhinde uluslararası mahkemeye şikayette bulunuyorlar. Çünkü onlar için sahne tamamen aydınlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika, propaganda gücü ile tüm dünyanın kurtarıcısı olarak algılanır olmuştu. Bugün ona “Büyük Şeytan” diyoruz. Ne kadar değiştik? Hangi sahnelere tanık olduk? Bu bir zuhur sahnesidir. Hak ve bâtıl zâhir olmaktadır yani. Bu durum insanlığın hareketinin genel kuralına tâbidir. Biz bazı duraklar ve konumlarda vazifemizi belirlemek zorunda kalıyoruz. Hak ve bâtıl artık apaçıktır. Siz hangi taraftasınız? Bu yapılabilecek kapsamlı bir tahlildir. Buna göre artık, “İki din birbiriyle savaşıyor, biz ne yapalım?” dememelisiniz. Macera, Hizbullah ve Hizbuşşeytan arasındadır ve evet, Hizbuşşeytan tüm tarihi boyunca dinleri sömürmüştür fakat bu suistimal artık son bulmakta ve insanlar bölük bölük Allah’ın dinine girmektedir. Bu durumun tüm dünya ölçeğinde gerçekleştiğine artık bizzat tanık oluyoruz.
Filistin tüm dünya irtibat ve propagandasının dört yol ağzı ve merkezidir
- Soru burada işte. Acaba Filistin’in özel bir konumu var mı yoksa burası öylesine, tesadüfi ve uzlaşımsal bir mıntıka mı? Yani galip gelen her grup bu coğrafi konumu elde etmek zorunda mıdır? Rivayette de İblis’in başının Beytü’l-Mukaddes’teki Kubbetü’s-Sahra’da kesileceği geçiyor.
İşaret ettiğimiz üzere olay Allah’ın, üç dinin Ahir Zaman’da birbiriyle savaşacağı bir yeri önceden belirlemesi şeklinde değildir. Filistin’in coğrafi bir özelliği vardır. Bu önemli coğrafya kendisi için önemli bir tarih icad etmiştir ve bu tarih, mezkur coğrafyanın hem dinlerin hem de Hizbuşşeytan’ın odak noktası olmasına yol açmıştır. Bu özellik Filistin’in coğrafi açıdan dünyanın dört yol ağzında yer almasıdır. Benim tabirimle pazarın dört tarafının başındadır. Üç kıtanın birleşme noktasıdır. En doğudan başladığınızda Asya kıtası batıdaki son ucuna, Akdeniz kıyılarına, Kudüs ve Filistin’e bağlanmaktadır. Oradan aşağıya indiğinizde Gazze’ye, sonra Sina sahrasına, ardından da Mısır ve Afrika’ya varırsınız. Akdeniz’den gittiğinizde Avrupa’ya ulaşırsınız. Yani dünyanın üç temel kıtası bu noktada birbirine kavuşmaktadır. Bu coğrafya ne zaman asıl önemini kazanmıştır peki? Hz. İbrahim’in hicretiyle. Bizim hayatımızın başlangıcı Irak’tadır. Her şey oradan başladı. Her ne kadar hubûtumuz [yeryüzüne iniş] Mekke’ye idiyse ve sonrasında Irak’a dönmüşsek de… İki nehrin arası, Kufe ve Irak meselesi önemlidir.
Hz. İbrahim’in hayatındaki bir dönemde dinî davetin zayıf olduğu anlaşılıyor. Hz. İbrahim tüm bu davetinin sonrasında ve ateşin gülistan haline gelmesinin ardından… “Ve ona Lut iman etti.” (Ankebut, 26) Bu nedenle Yüce Allah bu çok önemli mekana hicret etme emri veriyor. Kufe’yi dünya uygarlığının merkezi sayarsanız, burası da dünyanın irtibat ve tebliğ merkezidir. Bir mal satmak isteyen herkes buradan başlıyor. Tacir olan Fenikeliler de buralıydı. Bugün de en büyük tüccarlarımız Lübnanlıdır. Lübnan’daki en büyük meslek grubunu hâlâ ticaret ehli oluşturuyor. Çünkü dünya pazarının dört yol ağzı burasıdır. Burada en kaliteli mallar satılır.
Peki en değerli davet tevhid çağrısı olduğunda ne olur? Hz. İbrahim feryadını yükseltmek istediğinde nereye gitmeliydi? Tabii ki Filistin’e. Bu mekân bugün de bu özelliğe sahiptir. Bizim tasavvurumuz şu şekilde; Ahir Zaman’a yaklaştık ve Batı uygarlığında gerçekleşen tüm bu dönüşümlerin sonucunda artık coğrafyanın bizim için bir önemi kalmadı, sanal ortamda bu işleri hallediyoruz. Hayır, böyle değil! Son birkaç sene içerisinde büyük hadiseler gerçekleşti. Pek çok ölüm, öldürme vuku buldu. Niye bunlardan hiçbiri Filistin gibi küreselleşemedi? İşte bu nedenden dolayı. İmam Mehdî’nin zuhurunun (ferec) esrarlı kilidi olan Filistin meselesi bu meseleyi küresel kılacak kapasiteyi haizdir. Bugün gördüğünüz üzere bu konu Müslümanlara özgü de değildir, gayrimüslimler ve tüm dünya halkları bu konuyu anlıyorlar. “İnsanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde…” Bu ayeti doğrulayan delil, bu sahnenin çok önemli oluşudur. Bosna Savaşı’nda, Irak saldırısında bunu anlamadılar. Bu coğrafyanın öneminden dolayıdır ki Hizbuşşeytan bile tüm tarih boyunca buraya gözünü dikmiştir. Basel Kongresi’nde bunların gidip burayı seçmeleri çok akıllıca, bilerek yapılan bir işti. Bu coğrafi ve tarihî önemin üst üste çakışması, Ahir Zaman konusunda tayin edicidir.
İsrail’in yok oluşu kesindir
- İçinde bulunduğumuz bugünlerde İsrail’in ortadan kaldırılması konusu yeniden canlandı. Özellikle de İnkılâb Rehberi’nin İsrail’in yok oluşu yakındır buyurmasından sonra… Son birkaç yıldır bu maceranın gerçekleşmesine adım adım tanık oluyoruz. Hem biz hem de düşmanlarımız için bu öngörünün nasıl bir önem arz ettiği hakkında ne diyebiliriz?
Bu konu ilk günden beri ciddi idi. “Bâtıl yok olup gidicidir.” (İsra, 81) Bâtılın fazla bir gücü yoktur. Yüce Allah âlemde öyle bir mekanizma var etmiş ki bâtıl, sadece kendini hak ile karıştırdığı ve kendisini açıkça göstermediği zaman bazı geçici zaferler elde edebiliyor. Bu zâhirî zaferleri kendisini hak ile süslemesi sayesindedir. Fakat güç elde edip kendisini açıkça izhar etmek istediğinde küçük bir grup olan bâtıl ehlinden başka taraftar bulamıyor. Yoksa halk bâtılın peşine düşmez. Bu nedenle de bâtıl yere serilmeye mahkumdur.
Kendine İsrail adını veren ve İsrailoğlunun mirasından yararlanmak isteyen Siyonist rejimin yok olmaktan başka bir kaderi yoktur. İnkılâb Rehberi’nin bu gâsıp ve uyduruk rejimin gelecekte yok olacağı analizinde bulunması da ilahi sünnetlere [yasalara] dayalıdır. Tüm veri ve istatistikleri yan yana koyup tahilde bulunmanıza gerek yok. Elbette bu iş de bizi aynı yok oluş noktasına getiriyor. Sünnetullaha göre bu rejim gidicidir. Peki ne zaman? Kendi zuhurunun zirvesine ulaştığında. Şimdi zuhurunun zirvesindedir. Fesadı en üst seviyeye varmıştır. Günde yüzlerce insanı öldürmek çok olağanüstü bir durumdur. Deyr Yasin katliamı tarihte bir kez gerçekleşti. Şimdi yüz küsür gündür her gün bir Deyr Yasin katliamına tanık oluyoruz. Bu İsrail’in habisliğinin zirvesi değil mi? Öyleyse İsrail’in sonu kesindir.
İnkılâb Rehberi’nin “25 sene sonrasını görmeyeceksiniz” demesi nedeniyle “bunlara 25 yılın garantisi verildi” şeklinde düşünmek doğru değildir. Bu sözün bir bağlamı var. Onlar “Nükleer anlaşma sayesinde 25 yıl daha İran’dan yana kafamız rahat” dediklerinde İmam Hamenei de “25 yıl sonrasını göremeyeceksiniz!” buyurdular. Karşılarında Hak Hareketi olduğu için çırpınıyorlar ve çırpındıkça da daha derine batıyorlar. Bölgede var edilen bu direniş onların yok ediliş sebebi oluyor.
- İsrail’in yıkılışı bağlamında İsrâ Sûresi’ndeki ayetlere atıfta bulundunuz. Bu konuyu biraz daha açıklayabilir misiniz?
İsrâ Sûresi’nin ilk ayetlerinden anlıyoruz ki yeryüzünde iki kez bozgunculuk yapıyor ve her ikisinde de yenilgiye uğruyorlar. Bunlardan biri bizi Zuhur Hareketine bağlıyor, diğeri ise Zuhur sonrasındadır. Onlar Zuhur zamanına kadar (4.den 8.ye kadarki ayetler gereğince)[1] bir devlet kuruyorlar, fakat onların devleti birinci mağlubiyet esnasında yok oluyor. İkinci yok oluş için onlardan geriye kalacak olan sadece hizipleridir, bizim Dünya Yahudi Partisi dediğimiz gizli teşkilatları yani. Elbette başta bunların Hz. Musa’nın dinini suistimal ettiklerinden söz ettik, yoksa ortada bir din yok. İlk tecrübelerinde ayette “Güçlü kuvvetli kullarımız” olarak geçen savaşçı insanlar çatışma sahnesine dahil oluyorlar. Onlar ayette geçtiği üzere “hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar”. Ve bu kullar evden eve sizin peşinize düşecek, bulup yok edecekler. Peki bu savaş gerçekleşti mi? Onlarla savaşırlar diye buyurmuyor, onları ararlar diyor. Devamında da bu vaadin gerçekleşmesi kesindir buyuruyor.
Direniş Hareketi siyonistleri içeriden çökertiyor
Aksa Tufanı Operasyonu’nun başında Siyonist komutanı gidip evinin içinden nasıl dışarı sürüklediklerini gördünüz. Direniş Hareketi onları kendi içlerinden çöküşe sürüklüyor. Siyonist rejimi yok ediş formülünün içeriden yıkılmaları olduğu neredeyse hepimiz için belirginlik kazandı. Çok ciddi bir savaş düşünmemize bile fazla gerek yok. Direniş’i geliştirmek, tahkim etmek gerekiyor. Zira Siyonist rejim içindeki bu dalgalanmaya yol açan şey Direniş’in caydırıcılığıdır ve rejim de zayıflığı yüzünden yere serilecek. Onlardan geriye teşkilatları kalacak sadece. Benzer bir durumu IŞİD’de gördük. Irak’tan Şam’a kadar uzanan toprakları kaybettiler ama IŞİD bir örgüt olarak yerinde duruyor. En son gördünüz, ülkemizde de habis bir terör saldırısı düzenlediler. Kısacası bunların partileri kalacak ve ikinci yok oluşları bu örgütlenmelerinin de ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşecek.
Rivayette kati vaadin İmam Mehdi’nin zuhuru olduğu buyruluyor. Yani İmam-ı Zaman Hz. Mehdî’nin zuhuru bu yok oluşla bitişiktir ve zuhurun kilit macerası budur.
- Dikkat çekici bir noktaya işaret ettiniz. Yok edilişlerinin iki aşaması olacak dediniz ve buna işaret ettiğini söylediğiniz ayetleri de okudunuz. Birinci aşamada Kudüs’teki fiilî yapıları çökecek fakat örgütsel varlıkları sürecek, tıpkı IŞİD gibi. Fakat ikinci merhalede bu teşkilatları da yok olacak.
İsrâ Sûresi’nin ilk ayetlerinden, rivayetlerin yardımıyla şu çıkarımda bulundum: “liyesuu vucuhekum.” Bu savaşçı kullardan ibaret olan ilk grup yüzünüzü karartmak için geri gelecekler… Birincisinde “Fecâsû hılâleddiyâr” (Bunlar, evlerin arasında dolaşıp köşe bucak her tarafı aradılar.) gerçekleşiyor; İsrailoğullarını hükümetlerini tamamen yıkıp bölgeyi varlıklarından temizleyinceye kadar takip ediyorlar. İkinci merhalede, belli oluyor ki bunlar insanların zihinleri üzerinde çalışmışlar ve bu nedenle de yüzlerinin kararması gerekiyor. “Siz dönerseniz Biz de döneriz.” Yani ikinci aşamada döndüğünüzde, biz de döneriz.
- Bugünlerde Yemenlilerin Siyonistler karşısındaki cansiperane yiğitliklerine tanık oluyoruz. Sadece Husiler de değil, tüm Yemenliler Husilerle bu konuda işbirliği içerisinde. Gerçekte üç tehlikeli rejimin, yani İsrail, ABD ve İngiltere’nin karşısında duruyorlar. Yemen macerasının arkaplanında ne var ve onların bu kahramanlıkları nereden kaynaklanıyor?
Hadislerde onların bu özelliklerinin bahsi geçmektedir. Yemânî kıyam ettiğinde, O’nun bayrağının tüm bayraklardan daha aydınlık olacağı belirtilmektedir. Bugün dünyada, İran’ın bu harekette nasıl bir rol oynadığının tahlili bazıları için zor olabilir. Çünkü tüm Direniş Hareketi Siyonistlerin habisliği karşısında duruyor ve Direniş’in her bir unsuru kendi özel vazifesini ifa ediyor. Durumu çok açık olan ve tüm dünyayı kahramanlığıyla en çok heyecana gark eden taraf Yemen’dir.
Yemen’in Ahir Zaman’daki özelliği elinin eyleme açık olmasıdır. Elinin açık olmasını sağlayan şeylerden biri arkasındaki halk desteğidir. Yüce Allah’ın işleri çok ilgiçtir ve dakik bir hesap kitaba dayalıdır. Yemenliler eşit olmayan şartlarda gerçekleşen, yıllar süren zorlu bir savaş verdiler, tecrübe kazanıp piştiler. Bakın bugünkü Yemen 10 sene öncesinden ne kadar da farklı! Yüce Allah deneyim kazanıp bugünkü kritik rollerini oynayabilmeleri için onları böyle bir maceraya attı. Bu füzeler nereden geldiler? Eğer Suudilerle yapılan bu birkaç yıllık savaş olmasaydı acaba Yemen bu şekli alabilir miydi? Ensarullah bu konumunu elde edebilir miydi? Husiler merkezi hükümetle çatışan bir kabile idi. Bugün ise bu üç rejimin oluşturduğu Hizbuşşeytan ile, bu büyük habis akım karşısında, komple bir ülke halinde topyekün mücadele yürütüyorlar. İlginç olan nokta şu ki bu yolda onlara eşlik eden çok kişi de yok! Yavaş yavaş sahne aydınlanıyor. Hak bir tarafa, bâtıl da diğer tarafa gidiyor. Yemen karşısında yeni bir ittifak kurmayı beceremediler çünkü sahne Ahir Zaman’ın aydınlık sahnesidir.
İran’ın ne yaptığı açıktır ve düşmanlarımız İslam İnkılâbımızın ilk gününden itibaren bu sahnenin açıldığını ve sürecin her geçen gün daha da hızlandığının farkındalar. Önemli bir Ahir Zaman sahnesi şekilleniyor ve Direniş’in her bir cenahı bu yoldaki kendi rolünü doğru bir şekilde oynuyor.
- Kerbela ve Aşura hadisesinde de 5-6 Yemenli şehidin olması ilginç. Allah Resulü zamanında da övülmüşlerdi ve O’nun ifadesiyle Yemen kelimesi “yumn”dan (mübarek) geliyor. Araplar içinde temayüz ettikleri başka bir önemli özellikleri de var, o da Ehlibeyt’e (a.s.) olan eğilim ve bağlılıklarıdır. Zeydî mezhepli olmalarına ragmen İmâmiyye’ye yakınlar ve nasıl bir olumlu rol oynadıklarını da görüyoruz.
- Bir şeyi açıklığa kavuşturayım. “Buldân” (beldeler, bölgeler) başlığı altında bazı rivayetlerimiz mevcuttur. Bu rivayetlerde bazı coğrafi bölgelerin özelliklerinden söz edilmektedir. Bir görüşe göre de bazı mıntıkalar hakkında diğer yerleri gözden düşürmek için pek çok fazilet uydurulmuştur. Fakat Yemen ve özellikle de İran hakkındaki rivayetler, Ahir Zaman’daki Direniş Hareketi konulu bahsi geçen yorum ile uyuşmaktadır. Yani Ahir Zaman’daki hareketi icad edenler tam da bu sıraya göre İran’dan başlayarak sonrasında hareketlerinin halkasını genişletecekler. Bu özelliği inkar etmek mümkün değildir. Bu önemli bir noktadır.
İkinci nokta da şudur. Biz Ahir Zaman’ın apaydın sahnesine doğru yol alıyoruz. O dönemde “Kimliğinizi getirin, bakalım mezhebiniz neymiş?” demeyecekler. Zira sahne, tam zuhur sahnesidir artık. Kim İmam Mehdî’nin (a.s.) yanında yer alırsa İmam’ın Şiisi olacak. Şii kimliği taşıyıp bu hareketin karşısında yer alanların adı Şii olsa ne olur? Onlar Şii olmadıkları gibi dinsizdirler de. Şiiyim deyip de bu macerada İsrail haklıdır demen mümkündür, bu durumda Şeytan’ın ve İsrail’in yanındasın demektir. Bu durumda Şiiyim demeniz mümkün mü? Bizim bildiğimiz resmi Şiilik veya gayri Şiilik Zuhur öncesi içindir. Sahne açıldığında artık sadece iddia ile değerlendirilmeyeceğiz. Artık kimlik geçmeyecek. Bu harekete katılanlar, İmam’ın Şiisi olacaklar.
(Tesnim-Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu/Medya Şafak)
Madara Olan Kibir: Hegemonyaya Yeni Bir Hikâye Lazım
Husileri İran’ın yardımıyla denizde kargaşa çıkaran yalın ayaklılar olarak aşağıladılar fakat Yemenliler dünyanın geri kalanının gözüne boğun eğmeyen halk olarak girdi... Husiler yaşananları "hegemonyayı kırma ve kibirli güçleri yola getirme savaşı" olarak tanımlıyor. Bu bakış açısı motivasyonun da kaynağı.
Büyük Orta Doğu’da devlerin hegemonya savaşı yerelde halkların kendini yönetme potansiyelini yok eden çatışmalardan besleniyor. Fakat kaosun idaresinde İngiliz kuyruklu Amerikan üstünlüğü artık tutukluk yapıyor. Afganistan’da hezimetle biten, Irak’ta birkaç nesle yetecek belalar üreten, Suriye’yi cihatçı kuluçkasına dönüştüren müdahaleler, Amerikan patronajına olan inancı sarstı. Şimdi İsrail’in soykırım savaşını güvenceye alan siyaset ABD’nin bölgede dostlar nezdinde bağlılık ve bağımlılık, düşmanlar nezdinde caydırıcılık ve yaptırım gücünü aşındırıyor. Bölge ne 2003’teki Irak işgali ne 2006’daki Lübnan savaşı ne de 2011 sonrası Suriye’ye müdahalenin koşullarına sahip. Bir tarafta asimetrik savaş kabiliyetleri kazanan yerel güçler diğer tarafta oyuna giren Çin ve Orta Doğu’ya yeniden dönen Rusya. Yeni dengeler klasik hegemonyayı kendini güncellemeye zorluyor.
***
Fakat şu aşamada bir illüzyona da yer yok; bunalımlı tablo birtakım taahhütlere bağlanmış ilişkileri boşanma noktasına getirmiyor.
Söz gelimi Irak hükümeti görünüşte Amerikan güçlerinin çekilmesi için pazarlığa oturuyor ama siyasi bileşenlerinin önemli bir kısmı buna ya cesaret edemiyor ya da istemiyor. Boşluğu İran doldurur, Sünni-Şii denklemi bozulur, Kürtler korumasız kalır gibi her bir tarafa düşen kaygılar var.
Beri tarafta ABD’nin Abraham Anlaşmaları ile kurduğu yeni denklem 7 Ekim’de duvara çarpsa da Washington’a verdiği taahhütlerden dönen çıkmadı.
Pazarlığı öyle bir hinlikle yürütüyorlar ki hiçbir tepki İsrail-Amerikan ikilisini zorlayacak bir eşiğe varmıyor. ABD “silahsız Filistin devleti” vaadiyle 7 Ekim öncesindeki zemini korumaya çalışırken Arap muhatapları oyuna girmekte tereddüt etmiyor. Çünkü Filistin’i yük olarak gören iç değerlendirmeler geçerliliğini koruyor. Hepsi çıkarlarının yarınını düşünüyor. Amerikan-İsrail eksenine ters düşmenin İran’ın liderliğindeki direniş eksenine alan açacağı öngörüsü de baskın çıkıyor. Suudiler ellerindeki petrol kartını kullanmayı akıllarının ucundan bile geçirmedikleri gibi Gazze’de ateşkes ve Filistin devletine dair taahhüt olursa İsrail’i tanıyacakları mesajı veriyor. Abraham Anlaşmaları'ndan dönen olmadığı gibi İsrail’le barış anlaşması yapmış Ürdün ve Mısır da göreceli dirence rağmen Amerikan oyununda kalmayı seçiyor. Bölge ülkelerinin hiçbiri kendi topraklarındaki Amerikan üslerinin İsrail’e yardım ya da ‘direniş’ güçlerine müdahale operasyonlarında kullanılamayacağını söyleyebilecek konumda değil.
***
Fakat bu tablonun devamında konvansiyonel güçle kurulan denklemin sınırlarını açığa çıkaran ve asimetrik yanıt kapasitesini avantaja çeviren merkez dışı güçler ezber bozuyor. ABD’nin uçak gemilerini devreye sokmak suretiyle İsrail’e ikinci ve üçüncü cephelerin açılmasını önleme stratejisi istedikleri ölçüde caydırıcılık üretemedi. Hizbullah İsrail’i kuzeyde felç eden 1050 civarında operasyona imza attı.
Irak’ta Şii milis güçleri Amerikan üslerine saldırılara devam ediyor.
Ezber bozumunda asıl sürprizi Yemen yaptı. Amerikan-Suud ilişkilerinin yönünü de tayin ettiği için bu bahsin üzerinde biraz duralım.
Sanaa’yı kontrol eden Husiler, Gazze’de ateşkesin sağlanması ve insani yardıma izin verilmesi talebiyle Kızıldeniz’de İsrail bağlantılı gemileri hedef alıyor. Amerikan-İngiliz donanmalarından gelen yanıtlara da meydan okuyor. Amerikan-İngiliz ikilisine stratejik başarısızlık vaat eden bir direnç var. Bu durum, CENTCOM’un iki numaralı ismi Koramiral Brad Cooper’a şu itirafı yaptırdı: “Amerikan donanması için İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük muharebe.”
Amerikalılar Husilerin savunma kapasitesine ne kadar zarar verdiklerini doğru düzgün öğrenemiyor. Kullandıkları silah, taktik ve araçlar fayda etmiyor.
Cooper’a göre şimdiye kadar Amerikan donanması roket ve SİHA’ları durdurmak için standart 100 füze kullandı. Bu başarıyı yalın ayak Husilere yakıştıramadıkları için her şeyi İran’a bağlıyorlar. Cooper diyor ki "İran 10 yıldır Husileri donatıyor, teknoloji paylaşıyor, akıl veriyor ve hedefteki gemilerin bilgilerini sağlıyor." Yemen’i Yemen yapan yerel dinamikler atlanıyor. Ödedikleri ağır bedele rağmen Yemenlilerin azmi ve kararlılığı kırılamadı. Ortaya çıkıp vuruyor ve hayalete dönüşüyorlar. Coğrafyanın da yardımıyla en iyi bildikleri şeyi yapıyorlar. Tarih boyunca hariçten pek çok gücün tecrübe ettiği bu savaş yeteneği, 2015’ten itibaren Suud liderliğindeki koalisyonu zaferden mahrum bıraktı.
Yine de bu direncin denizlerde Amerikan Donanması'nı iğreti silahlarla afallatacağını kimse beklemiyordu. Görünüşe bakılırsa CENTCOM, Husilerin insansız denizaltı araçlarını pek hesaba katmamış. Eski Pentagon ve CIA yetkilisi Mick Mulroy, New York Times’a demecinde, "İnsansız su üstü ve su altı deniz araçlarının tespit edilmesi ve imha edilmesi, SİHA ve gemi savar füzelere göre daha zor. Bu silah sistemlerinin tümü tek bir hedefe karşı kullanılırsa geminin savunmasını alt edebilir" diyor.
Amerikalılar en fazla 10 bin dolara mal olan bu araçlara 4 milyon dolarlık füzelerle yanıt veriyor. Asimetri böyle bir şey sanırım. Donanma güçleri Kızıldeniz ve Aden’de konuşlandığından beri 6 Amerikan ve İngiliz ticaret gemisi vuruldu. Devasa savaş gücü ile sonuçlar arasındaki ilişki orantısız.
Bir MQ-9 Reaper ele geçirmeyi başaran Husiler yaşananları "hegemonyayı kırma ve kibirli güçleri yola getirme savaşı" olarak tanımlıyor. Bu bakış açısı motivasyonun da kaynağı.
***
Husileri İran’ın yardımıyla denizde kargaşa çıkaran yalın ayaklılar olarak aşağıladılar fakat Yemenliler dünyanın geri kalanının gözüne boğun eğmeyen halk olarak girdi. Şimdi Bab el Mendeb’ten geçemeyen gemilerin yüklerini Dubai ve Bahreyn limanlarına indirip kara yoluyla BAE, Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’e gönderiyorlar. Bu rotaya izin veren Arap rejimleri Husilerin halklar nezdinde yakaladığı teveccühün altında eziliyor. Bu rejimler 2015’ten itibaren Yemen’i yakıp yıkan ve aç bırakan savaşla da bu insanlara boyun eğdiremediler. Biraz kuyruk acısı var. Suudiler Yemen’i hükmedilebilir bir ülkeye dönüştürmek için yıllarca Sünni aşiretleri satın aldılar, Selefiliği ihraç edip El Kaide dahil radikal İslamcı örgütlere alanlar açtılar. Bunlarla yetinmeyip çatıştılar, çatıştırdılar. Suudilerin Yemen siyaseti bazı çekinceler içerse de Amerikan destekliydi. Yemen’in ABD’nin Körfez Savaşı’na karşı çıktığını, faturayı 800 bin Yemenli işçiyi kapı dışı eden Suudilerin kestiğini hatırlatalım. Arap Baharı sürecinde Sanaa’da Suud güdümlü yönetim tesis etmeye dönük müdahaleler de Yemen’i bugüne getirdi. Husiler başkenti ele geçirirken “tanınmış hükümet” önce Aden’e, oradan da Riyad’da bir otel odasına çekilmek zorunda kaldı. Husiler 2015’te Yemen’e yıkıcı bir savaş dayatan Suud-Emirlikler ikilisinin arkasında ABD’yi görüyor.
İngilizlere gelince; onlar şimdi beş çayı içerken uluslararası seyrüsefer güvenliği için Husi hedeflerini vurdukları hikâyesini anlatıyor. Fakat Yemenlilerin hafızası daha fazlasını barındırıyor: İngilizler 1964’te Güney Arabistan Federasyonu’na (Güney Yemen) sömürgeci kafasıyla “bağımsız ama Londra’ya bağımlı” bir statü dayattığında isyan çıkmıştı. İsyan bugün İsrail’in Gazze’de yaptığına benzer bir cezalandırmayla bastırıldı. Radvan yasak bölge ilan edilecek, insanlar sürülecek, direnenlere yaşam hakkı tanınmayacaktı. Aynen deklare ettikleri gibi oldu. Karadan ve havadan sivilleri bombaladılar; tahıl ambarları, çiftlik hayvanları ve yem depolarını yok ettiler. İlla ki öleceksin, ya silahla ya da açlıkla.
***
Yemen savaşı Suudilerin güvendiği dağlara kar yağdırdı. ABD’ye bel bağlamanın yanıltıcı taraflarını gördüler. Kuşkusuz 79 yıl önce USS Quincy gemisinde kurulan ortaklık inişli çıkışlı bir seyir izlese de temel karakterini hala koruyor.
14 Şubat 1945'te Kral Abdülaziz ile Başkan Franklin Roosevelt Süveyş Kanalı'ndaki Acı Göl’de buluşmuştu. Roosevelt İkinci Dünya Savaşı’nı takiben paylaşım masasının kurulduğu Yalta’dan dönüyordu. Bölgeye gelmişken Abdülaziz'le tanışmak istiyordu. Abdulaziz Cidde'de bindiği USS Murphy gemisiyle ilk kez ülkesinden ayrılıp Süveyş’e gelmişti. Helal kesim et için koyunları gemiye yükletmiş, geleneksel çadır kurdurtmuş, maiyetindekilere beş vakit namazda imamlık etmişti. Gemi 1200 km yol aldıktan sonra Roosevelt'i taşıyan USS Quincy’yle buluşmuştu. 5 saatlik görüşme Quincy’de gerçekleşti. Yürüyemeyen Roosevelt kullandığı tekerlekli sandalyenin aynısından bir tane hediye getirmişti. Kral da eli boş değildi; ipekten kemerler, mücevherlerle süslü hançer, Kızıldeniz kehribarı ve first lady için parfüm getirmişti. İttifakın temeli burada atılmıştı. Suudiler petrol kuyularını Sovyetler ve Almanlara açmayacak, karşılığında Amerikalılardan askeri destek alacaktı. Yani petrole karşılık silah.
Roosevelt Yahudilerin Filistin'e göç ettirilmesi konusunda destek istemişti. Kral "Onlara zulmeden Almanya, Araplar Yahudilere zarar vermedi. Yahudiler mihver güçlerinde ikamet etmeli. Bırakın bedelini Almanlar ödesin” demişti. Roosevelt de Araplarla istişare etmeden karar almayacağı sözünü vermişti. Bu söz halefi Harry Truman ile çöpe gitti. Suudiler Filistin konusunda Kral Faysal’ın 1973’teki petrol ambargosuyla ileri bir adım attıktan sonra bir daha kurucu liderin çizgisini tutturamadı. 2001’de 11 Eylül saldırılarında korsanlar Suudi’ydi ama Amerikan hışmına uğrayan Afganistan oldu. Ortaklık korunmuştu.
Suud-Amerikan ilişkileri Prens Bender bin Sultan’ın 2002’de Teksas’ta Başkan George W. Bush’un karşısında koltuğun koluna oturup poz kesmesine izin verecek kadar kirli sularda yüzüyordu. Neo-Conların “Bombala, İran’ı bombala” nakaratını tutturduğu dönemde onlar da “Yılanın başını ez” diye sufle veriyordu. Barack Obama döneminde İran’la nükleer anlaşmayla ambiyans bozuldu fakat sonraki dönemde Veliaht Prens Muhammed bin Selman silah için bol bol çek yazarak Donald Trump’ın gözdesi oluverdi. Kaşıkçı cinayeti araya girdi. Bunların ötesinde Yemen’deki savaş, ABD’nin Suudileri koruma taahhüdünün işe yaramadığını kanıtladı. Ne Cumhuriyetçiler ne de Demokratlar Suudi kentleri ve Aramco’nun tesislerine yönelik saldırılar karşısında bir şey yapabildi. Suudiler ABD ve İsrail’e güvenerek İran’a parmak sallamanın bedelinin ağır olacağını anladı ve ilişkileri çeşitlendirmeye yöneldi. Tahran’la kucaklaşma süreci de güven ilişkisine değil belayı bertaraf etme önceliğine dayanıyordu. Öte yandan 7 Ekim’den önce Amerikalılar, Çin ve Rusya’nın hamlelerine karşı çevre düzenlemesine girişmişti. Suudilere biraz daha ‘bonkör’ ve fedakâr olacaklarını hissettirdiler. Bu minvalde Hindistan’dan başlayıp BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail’den geçip Avrupa’ya ulaşan alternatif ulaşım rotası önemli bir hamleydi. Suudilerden Abraham Anlaşmaları'na girme sözü alacak kadar ilerleme kaydetmişlerdi.
***
Gazze savaşı ABD’nin güncellemeye çalıştığı ilişkileri yeniden belirsizliğe sürükledi. Çok heyecana mahal yok; buradan bir kopuş hikayesi çıkmıyor. Ama Amerikan dostluğunun korumadan çok bela getirdiğine dair çıkarımlar güç kazanıyor. ABD’yi dayatan değil daha fazla pazarlığa girmeye zorlayan koşullar gelişiyor.
gazeteduvar- Fehim Taştekin