
کارگر
İran : İHA'lar yeni teknoloji ile üretiliyor!
İran İslam cumhuriyeti deniz kuvvetleri hava birlikleri komutanı, deniz kuvvetlerince kullanılan insansız hava araçları İHA'ların yeni teknoloji ile üretildiğini belirtti.
İran İslam cumhuriyeti deniz kuvvetleri hava birlikleri komutanı kaptan Ali Rıza Neyyiri dün Mehr haber ajanınsa verdiği demeçte İran deniz kuvvetleri tarafından kullanılan İHA'ların İranlı uzmanlarca ve günün en ileri teknolojisi ile üretildiğini belirtti.
Kaptan Neyyiri deniz kuvvetleri İHA birliğinin arama ve istihbarat çalışmalarındaki kapasitelerinin arttığına işaretle birkaç yıldan beri İHA'ların kullanılma konusunun gündemde olduğunu ve çeşitli tatbikatlarda bu kabiliyetten yararlanıldığını ifade etti.
İran İslam cumhuriyeti deniz kuvvetleri hava birlikleri komutanı kaptan Ali Rıza Neyyiri ayrıca, Hürmüz boğazı, Umman denizi ve Hint okyanusunun kuzey bölgesinde gerçekleşen Velayet 91 tatbikatında hava-deniz rolüne işaretle, RH, SH, ve IB helikopterlerin toplu ve bireysel olarak çeşitli mayın temizleme, çıkarma, teçhizat ve personel taşıma ve boşaltmada üstün performans gösterdiklerini vurguladı.
Maliki, Türkiye'yi bölücülükle suçladı
Irak başbakanı Nuri Maliki dün Sumeriye News haber kanalına verdiği özel demeçte Türkiye'yi, Irak Kürdistan bölgesi ile gizli anlaşmalar sayesinde Irak'ı bölmeye çalışmakla suçladı.
Maliki Türkiye'nin Irak içişlerine müdahalesinin diğer ülkelerin de benzer eylemlerde bulunma ortamını oluşturduğunu belirtti.
Irak başbakanı Ankara siyasetleri sayesinde Irak Kürdistan'ının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu söyledi.
Irak başbakanı Türkiye'nin politikaları ve Irak'ın parçalanmasına olan etkisi ile ilgili de, Türkiye'nin bu bağlamda çalıştığını, bunu ise Irak Kürdistan bölgesi ile anlaşmaları çerçevesinde gerçekleştiğini fakat hepsinin yenilgiye mahkum olduğunu söyledi.
Maliki Ankara ve Irak Kürdistan bölgesi arasındaki anlaşmalara işaretle, söz konusu anlaşmaların önemli ölçüde olduğunu, öyle ki Türkmenlere, Erbil'in Irak Kürdistan'ına ait olduğuna dair söylemlere itiraz etmemelerinin istendiğini ifade etti.
Irak başbakanı Türkiye'nin Kerkük konusundaki tutumunda hayret içinde olduğunu da sözlerine ekledi.
Türkiye Irak'ı bölmek istiyor!
Irak halkı arasında yapılan bir anket, Irak halkının büyük bir bölümünün Türkiye'nin bu ülkeyi bölmek ve bazı bölümlerini işgal etmek niyetinde olduğunu ortaya koydu.
Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre Türkiye'nin Irak hükümetine karşı tavır ve siyasetleriyle ilgili olarak Irak'ta yapılan bir anket sonuçları, Irak halkının önemli bir bölümünün Türkiye hükümeti'nin Irak karşısındaki davranışlarının düşmanlıktan ileri geldiğine ve bu ülkeyi parçalamak ve işgal etmek istediğine inandığı gerçeğini ortaya koydu.
El-Fayz araştırma merkezi tarafından gerçekleştirilen söz konusu ankete 746 kişi katılmış ve onlardan 66'sı Bağdat'tan katılmıştır.
Bu anket sonuçlarına göre Irak halkının %52'sinin Ankara hükümeti'nin Nuri Maliki hükümeti düşmanı olduğuna inanmakta. Ankete katılanlardan %55'i ise Türkiye'nin idama mahkum edilmiş eski cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık Haşimi'nin dostu olduğuna inandığını ortaya koymuştur.
Anketi cevaplandıranlardan %61'i Türk hükümetinin Irak'taki mezhep gruplarına eşit yaklaşmadığını, Türkmen ve sünni gruplara daha yakın olduğuna inandığını ortaya koymuştur ve %53'ü Türkiye'nin Irak'ta bir sünni bölge oluşturmak amacını güttüğünü ortaya koymuştur. Ankete katılanlardan %57si Türkiye'nin petrol bölgesi Musul-Kerkük bölgesini kendi toprağına katmayı planladığını belirtmiştir.
"Batı, İran medyasından korkuyor"...
"Bugün İran medyası Batı’ya ayna tutuyor. Batı ise gördüğü şeyden hoşlanmıyor. Fakat korkmuş Batı, kendi çirkinliğini kabul edip kendini değiştirmeye karar vermek yerine, aynayı yasaklamak ve elçiyi öldürmek istiyor."
1960'lı yıllarda polyester şortlu ve Hawai gömlekli şişman turistler San Fransisco'nun Haight-Ashbury hippi mahallesine otobüs turları düzenlerdi.
Turistler, Ucube Turu otobüslerinin camlarından başlarını çıkarır, yol kenarındaki “çılgın hippi ucubelere” aval aval bakar, onları gösterir ve gülerdi. Hippiler ise zamanla onlara ellerine aynalarla karşılık vermeye, “Akılsız, budala bir ucubeye mi bakmak istiyorsun? Aynaya bak” demeye başladı.
Bugün İran medyası Batı'ya ayna tutuyor. Batı ise gördüğü şeyden hoşlanmıyor. Fakat korkmuş Batı, kendi çirkinliğini kabul edip kendini değiştirmeye karar vermek yerine, aynayı yasaklamak ve elçiyi öldürmek istiyor.
Press TV ve El Alem'in başında geldiği İran uluslararası medyası, Batı medyası ile Batılıların sahip olduğu ve etki altına aldığı El Cezire ve El Arabiye gibi “Ortadoğulu” medya kuruluşlarının dokunmaya korktuğu meseleleri dürüst bir şekilde ele alıyor. İşte Batı'ya, çirkin düşüncelerini seyretmesi gereken bir ayna sunan, bu görece dürüst, tam ve dengeli yayıncılıktır.
Batılı uzmanlar “İran nükleer silah yapmak istiyor!” diye bağırdığı zaman Press TV bir ayna tutuyor – ve Batıya, gerçekte kimin tepeden tırnağa nükleer silahlarla silahlanmış olduğunu gösteriyor (İpucu: Bu İran değil).
Batıda kamuoyunu şekillendirenler “İran terörizme destek veren bir devlettir” diye uluduğu zaman Press TV bir ayna tutuyor – içeriden gelen 11 Eylül işi de dâhil olmak üzere terörizmin gerçek destekçisi devletler kendilerini görüyor ve çığlık atarak kaçıyor.
Batılı propaganda makinası “İran seçimlerine hile karıştı” diye feryat ettiği zaman Press TV, Amerikan seçimlerinin ve Amerika'nın emperyal aygıtının sistematik bir şekilde karıştırıp çaldığı başka ülkelerdeki seçimlere musallat olan yaygın hilelere ayna tutuyor.
Batı medyasının megafonundan “İran İsrail'i yeryüzünden silmek istiyor” sesi çıktığı zaman İran medyası bir ayna tutuyor ve Batı'nın İşgal Altındaki Filistin'deki yerleşimci kolonisinin Filistin'i yeryüzünden silmek istediğini ortaya koyuyor.
Batı'nın “kuvvetli Wurlitzer'i” İran'ın nasıl da fanatik savaş çığırtkanı aşırıcılar tarafından yönetildiğini anlattığında, Press TV bir ayna tutuyor – ve Benyamin Netanyahu'nun korkutucu yüzü herkesin çığlık atarak kaçmasına neden oluyor.
Batı, İran'ın bazı muhalif yardım kuruluşlarını sansürlemesinden şikayet ederken, İran bir ayna tutarak, hemen hemen tüm gerçek muhalif sesleri ortadan kaldırmak veya marjinalleştirmekle kalmayıp, günün temel meseleleri hakkında gerçekten yana siyasal söyleme benzer her şeyi uzaktan kumandayla susturanın kim olduğunu gösteriyor (İpucu: Bu İran değil.)
Batı, İran'ın dini veya siyasi muhaliflere acı çektirmesinden veya onları hapsetmesinden şikayet ederken Press TV bir ayna tutuyor – ve Batı, İslam'a karşı küresel bir savaş başlatmak için tasarlanan 11 Eylül içeriden işi sonrasında dünyanın 100 binden fazla önde gelen Müslüman aktivistinin yargılandığı “işkence kampını” görüyor.
Batı, İran'ın “İslami radikalizmi” hakkında mızmızlanırken, Press TV bir ayna tutuyor ve işlevi, delice, hoşgörüsüz ve aşırıcı tutumlarıyla İslam'ın yüce adını karalamak ve Müslüman dünyayı istikrarsızlaştırmak olan El Kaide'yi ve onunla bağlantılı suni “cihatçı-feda” gruplarını kimin yarattığını ve kullanmaya devam ettiğini ortaya koyuyor.
Batı, İran'ı anti-semitizmle suçladığı zaman Press TV bir ayna tutarak, Siyonizm'in gerçek yüzünün, en delirmiş Yahudi düşmanı Nazilerin düşlediği en habis anti-semitik kalıplardan bile daha çirkin olduğunu gösteriyor.
Beklenenden de eksiksiz olan İran medya aynasında gördüğü kendi imgesinden korkan Batı, ne yapacağını bilmez halde saçlarını yoluyor ve “Lütfen, birileri bunu yok etsin!” diye bağırıyor.
Geçen yıl, Orwell tarzı kısaltması “OfCom” olan İngiltere İletişim Ofisi, gülünç bir bahaneyle Press TV'yi yasakladı.
Arkasından bu yıl, sağcı Likud partisi aşırıcılarının önde gelen bir ortağı olan Eutelsat CEO'su Michel de Rosen, Press TV'yi platformdan çıkararak kanalın yüz milyonlarca Avrupalıya ulaşmasını engelledi.
Burada, ABD'de, büyük kablolu TV ve uydu sunucularından hiçbirisi izleyicilerin Press TV'ye erişmesine izin vermeye cüret edemiyor. Bu o kadar da şaşırtıcı değil. Eğer Amerikalılar, dünyanın çoğunluğunun 11 Eylül'ün içeriden geldiğini, İsrail'in bir suç rejimi olduğunu ve Amerika'nın uyuşturucu baronları ve başka suçlular tarafından yönetildiğini bildiğinden haberdar edilselerdi, herhalde devrim için ayağa kalkarlardı. Gerçekler çok tehlikelidir.
ABD ve Kanada liderleri Press TV'yi hukuksal olarak yasaklamayı bile tartıştılar (ki bu pek az gerekli gibi görünüyor, zira ABD'deki tüm medya ve iletişim kuruluşlarının sahibi olan İsrailliler ve İsrail sempatizanları Press TV'nin Amerikalılara gösterilmesine izin vermeyi asla düşünmezler).
Lütfen TV sunucunuzu arayın ve paketinin parçası olarak Press TV'yi de vermesini isteyin. Her şey bir yana, İsraillilerin sahip olmadığı en azından bir tane büyük uluslararası haber ağına yer yok mu?
Eğer İsrailliler kendi perspektiflerinin doğru olduğuna ve alternatif perspektiflerin yanlış olduğuna o kadar ikna olmuşlarsa, neden kendileriyle rekabet edebilecek BİR tane bile muhalif sesten korkuyorlar?
Dr. Kevin Barrett, doktorasını Arap Dünyası ve İslam üzerine yapmış olup, Amerika'da Terörizm'le Savaş fikrinin en iyi tanınan eleştirmenlerinden biridir. Dr. Barrett, pek çok kez Fox, CNN, PBS ve diğer yayın kuruluşlarına çıkmış ve New York Times, Christian Science Monitor, Chicago Tribune ve diğer önde gelen yayınlarda makaleleri ve serbest kürsü yazıları yayınlanmıştır. Dr. Barrett San Francisco, Paris ve Wisconsin'de kolej ve üniversitelerde dersler vermiş ve bu son şehirde 2008'de Kongre için adaylığını koymuştur. Müslüman-Hristiyan-Yahudi İttifakı'nın eş kurucusu ve Truth Jihad: My Epic Struggle Against the 9/11 Big Lie (“Gerçeğin Cihadı-11 Eylül Büyük Yalanı'na Karşı Destansı Mücadelem” - 2007) ve Questioning the War on Terror: A Primer for Obama Voters (“Terörizm'le Savaş'ı Sorgulamak: Obama Seçmenleri için bir El Kitabı” - 2009) isimli kitapların yazarıdır. Web sitesi: www.truthjihad.com.
Kevin Barrett Press TV Çev: Selim Sezer
medyasafak.com
İmam Ali'nin (a.s.) görüşünde kuranın yeri
Kuranı kerim ve peygamber efendimizin (s.a.a.) mektebinde eğitim görmüş en büyük bir insan olarak hz. Ali (a.s.) kendisine ait olan "nehcül-balaga" kitabinin her tarafında; kelimelerinde, hutbelerinde, yazdığı mektuplarında farklı münasebetlerden dolayı kuranı kerimin özelliklerini ve niteliklerini açıklamış.
Kuranı kerimin değerini topluma anlatmış ve kuranı kerime değer vermiştir. Defalarca toplumu kuranı kerimin hakkını riayet ve onda tefekkür etmeye davet ederek insanları kurana yönelmeye teşvik etmiştir. Bu durum Hz. Ali için o kadar önem arz ediyordu ki, hayatının son anlarında bile kendi maddi (soysal) ve manevi evlatlarına, hayatlarını kuranın öğretileri doğrultusunda düzenlemelerini; yani kuran kerim ile amel etmelerini tavsiye etmiş ve şöyle buyuruyor: "Allah hakkı için, Allah hakkı için! Kuran (kuranı göz önünde bulundurun). Başkaları kuranı kerim ile amel etme noktasında önünüze düşmüş olmasın ha! Böyle bir durum gerçekleşirse çok yazık etmiş olursunuz kendinize". [1] Bütün bu vurgu ve tekitler semavi olan bu kitabın Hz. Ali'nin (a.s.) yanındaki konumunun yüceliğini ve büyüklüğünü gösteriyor. Bu kelimeleri aşağıdaki maddeler ve mihverler şeklinde zikir edebiliyoruz:
1- İnsanın hayrını isteyen nasihatçi:
"biliniz ki, kuranı kerim kandırmayacak ve insanların hayrını isteyen bir nasihatçidir". [2]
2- En iyi yol gösteren kılavuz:"kuranı kerim insanları yoldan çıkarıp sapıtmayan bir kılavuzdur". [3]
3- Doğruyu konuşan bir konuşmacı: "konuşuyor ama yalan konuşmayan bir konuşmacıdır". [4]
4- En güvenilir ve en sağlam ve sarsılmayacak kulp: "ne mutlu size ki kuranla amel ediyorsunuz. Zira kuranı kerim Allahın kopulmayacak bir kulpudur, açık nurdur, faydalı ilaçtır, susuzluğu gideriyor, her kim ona sığınırsa onu koruyor, her kim ona sarılırsa onu kurtarıyor, eğriliği yoktur ki düzeltilsin, batıla yönelmiyor ki, ondan çevrilsin". [5]
5- Şifa veren: kurandan kendi hastalığınız için ondan şifa, sorunlarınızın çözümü için ondan yardım dileyiniz. Zira en büyük hastalıkların yani küfür, nifakın ve sapıklığın şifası kuranı kerimde vardır". [6]
6- İlim ve bilgilerin kaynağı: "…bütün ilim ve bilgilerin kaynağı kuranı kerimdedir". [7]
Başka bir yerde kuranın sayısız ilimlere sahip olduğu hakkında şöyle buyuruyor:
"Allah u Teâlâ kuranı kerimi indirdi, onunla bilir kimselerin, ilmi susuzluklarını giderdi, fakihlerin kalbi için ilkbaharın yağmuru oldu ve salihler için de geniş ve büyük bir yol olduğunu karar kıldı …". [8]
7- Sermayelerin en büyük sermayesi: "biliniz ki, sizden hiçbirisi kuranı kerime sahip olduktan sonra fakir kalmaz ve hiçbir yoksulluğu söz konusu olamaz. Hiç kimse de kurana sahip olmadan önce müstağni ve zengin olamaz". [9]
8- Hayat bağışlayıcı ve kalpleri esenleyendir: "kalplerin baharı kuranı kerimdedir…". [10]
9- En yüce şefaatçi: "Biliniz ki, şefaatçiler içinde şefaati kabul edilen şefaatçi kuranı kerimdir. Konuşması tasdik edilmiş konuşmacıdır. Kıyamet gününde kuranı kerim her kim için şefaat ederse onun hakkında yapılan şefaati kabul görülüyor". [11]
10- Ebedi ve kalıcı kitap: "
Kuranı kerim sönmeyen nurdur. Aydınlığı zeval bulmayan ışıktır. Dibine ulaşılmayacak okyanustur. Yolcusu kayıp olmayacak yoldur. Nuru karanlığa yüz tutmayacak şuledir. Hakkı ile batılı birbirinden ayırandır. Parlaklığı sönmeyecek burhandır…" [12]
11- Kapsamlı kitap: "Hz. Ali (a.s.) kuranın kapsamlılığı hakkında şöyle buyuruyor: "Rabb olan Allahın kitabı aranızdadır. Bu kitap, haramları ve helâları, farzları ve sünnetleri, nasih ve mensuhları, mubah ve yasakları, has ve amleri, öğüt ve kıssaları, mutlak ve mukayyetleri, muhkem ve müteşabihleri sizler için açıklıyor. Kapalı (mücmel) ibarelerini tefsir ediyor, müşkül olan nüktelerini aydınlatıyor". [13] Hakeza şöyle diyor imam Ali (a.s.): "kuranı kerimde geçmiştekilerin ve gelecektekilerin haberleri vardır, kuranda yaşamınızın ihtiyaç duyduğu hükümler var olmaktadır". [14]
Hz. Ali "nehcül-balaga"nın 198. hutbesinde kuranın değeri hakkında geniş bir şekilde sohbet etmiş. Kollandığı kelimeler haddinden fazla fesih, beliğ ve anlamlıdır. Çok güzel bir şekilde kuranı kerimin özelliklerini ve değerini kendi sözlerinde ve konuşmalarında ortaya koyuyor. O kadar açıktır ki, onların açıklanmasına artık hiçbir yer bırakmıyor.
Zikir edilenler, vahyin ikinci müfessiri olma unvanıyla Hz. Ali'nin (emirü'l müminin) konuşmalarındaki, kuranın yerini ve konumunu açıklayan küçücük numunelerdir. Bunlara sarılarak doğru yola (sırat-ı müstakim) hidayet olmamız umuluyor!
Daha fazla bilgi edinmek için "nehcü'l-balaga"nın; 110, 183, 169, 157, 158, 133, 176 ve 189. hutbelerine müracaat ediniz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] "Nehcül-balaga", tercüme: Muhammed DEŞTİ, name no: 47, s. 559.
[2] İlemu enne Haza'l-kurane huve en-nasihu ellezi la yahşa. (hutbe: 176).
[3] Vel hadiyu ellezi la yudillu, (hutbe: 176).
[4] …vel muhaddisu ellezi la yekzibu, (hutbe: 176).
[5] Hutbe: 156.
[6] Festeşfuhu min edvaikum, vesteinu bihi ala lavaikom, fe inne şifa emin ekberi devai ve huve el-küfrü, en-nifaku, el-gayyu ve ed-delalu. (hutbe: 176).
[7] Ve yenabiu'l-ilm. (hutbe: 176).
[8] Hutbe: 198, s. 419.
[9] Hutbe: 176.
[10] Rabiul kalp. (hutbe: 176).
[11] Hutbe: 176.
[12] Hutbe: 198.
[13] Hutbe: 1, s. 41.
[14] Hikmetler (kısa kelimer), hikmet: 313.
Kur’an Nasıl Bir Kitaptır
Kuranı kerim semavi bir kitaptır. İnsanların saadeti için ve Allaha giden yolu bulmak için Allah tarafından en son peygamberi olan Muhammed b. Abdullah’a nazil olmuş. Kur’an İslam Peygamberinin ebedi mucizesidir. Bu kitap 23 sene buyunca vahiy yoluyla tedrici olarak Allahın resulüne nazil olmuş. Resulü Ekrem kur’an’ın ayetlerini insanlar için okurdu. Bu ayetler cazibeli nitelikli oluşları insanları kendine cezp ediyordu. Kuran 114 sureden oluşur bu surelerin toplamı yaklaşık 6205 ayet kapsamaktadır. Bütün bu ayetler yaklaşık 77807 kelimeden oluşmaktadır. Bu kelimelerden 45653 kelimesi Mekki ve 32154 kelimesi de medenidir. [1]
Kur’an’ı kerim insanları hidayet etmek için gönderilen semavi kitapların en son kitabıdır. Bu nedenle insanları Allaha doğru hidayet eden en son ve en kâmil kitaptır. Kuranı tarif etmek için kuranın kendisine müracaat etmek gerekir. Kurana müracaat ettiğimizde şunu görmekteyiz ki bu kitabın kendisi, kendisi için bazı özellikleri ve nitelikleri sayıyor. Bu niteliklerin her birisi kur’an’ın hakikatinin bir bölümünü beyan ediyor. Söz konusu özelliklerden bir kısmı şöyledir:
“Bu kitap hiç şüphe götürmeyecek bir şekilde takva sahibi olan kimseleri hidayet eder”. Bu ayeti kerimede kur’an kendisini öyle bir şekilde tanıtıyor ki onda hiçbir kapalı nokta yoktur. Tarihsel şahitler ve dokümanlara müracaat edersek kuran dışında bu şekilde çok ilginç konuşan hiçbir kitabı bulamayız. Buna binaen kur’an’ın ilk sıfatı şudur: Kuran öyle bir kitaptır ki kendisinde bertaraf edilmeyecek karanlık ve müphem olan bir nokta bulunmamaktadır.
Ondan sonra “bu kitap muttaki olan kimseler için kılavuzdur” der. [2]
“Kur’an’ın bu ayetleri rabbiniz olan Allah tarafından basiret vericidir, hidayet eder ve yakinle iman eden kimseler için hidayet ve rahmet kaynağıdır”. [3]
Başka bir ayette şöyle buyuruyor:
“Bu Kur’an, insanlar için kalp gözleri (konumundaki bir nur), kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir” [4]
“…Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir. Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir” [5]
Bizim peygamberimiz semavi kitapların hakikatlerinin ekseriyetini ki gizliyordunuz aşikâr etti. Sizin için gelmiş ve hali hazırda açıklanması maslahat olmayan birçok şeyleri de göz ardı ederek açıklamamıştır. Evet, Allah tarafından bir nur ve açık bir kitap sizler için geldi. Allah onun bereketiyle Allahın hoşnutluğuna tabi olan kimseleri selamet yoluna doğru hidayet eder. Kendi düsturuyla insanları aydınlığa doğru götürecektir. Onları doğru yola doğru hidayet etmek için kılavuzluk yapar.
Bu ayetlerde kur’an’ı tanıtan birkaç nokta saklıdır:
Bu kitap hidayet, rahmet, basiret ve nur kitabıdır.
Kendisinde hiç kapalılık olmayan bu kitaba müracaat eden her kes hidayet bulacaktır.
Bu kitap nezdinde muttakin, iman ehli ve yakine sahip olan kimselerinin yüksek makamları vardır. Allahın Resulü açık bir şekilde kendisinin getirmiş olduğu kitabı kabul etmeyenleri “tahaddi” çağırmıştır. Yani kur’an’ın kendisi kendisinin değil Allahın kitabı ve benim ve beşer denen hiç kimse böyle bir şeyi getirebilecek yetiye sahip olmadığını söylüyor ve eğer buna inanmıyorsanız siz kendiniz böyle bir kitabı getirmek için kendinizi deneyebilirsiniz. Ama biliniz ki cinler ve insanlar birbirine sırtını dayatsalar ve birbirine yardımcı olsalar bile bunun gibi bir şey getiremeyeceklerdir diyor:
“De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler”. [6]
Bu ayeti kerime açık bir şekilde dünyadakilerin bütünü; küçüğünden tutun büyüğüne kadar, Arabından tutun farsına kadar, hatta insan olmayıp akıllı varlıklar (cinleri), ilim adamlarını, filozofları, edebiyatçıları, tarihçileri, üstün zekaya sahip olanları ve… istisnasız olarak hepsini buna davet etmiştir. Şöyle buyuruyor:
Eğer kuran Allahın kelamı değil de beşerin kelamı olduğunu düşünüyorsanız sizde insansınız, sizde ona benzer bir kitabı getirin. Bu tür davet akait ulemalarının ıstılahında “tahaddi” denilmektedir. Bu türden olan davet (yani karşı çıkıp iddiayı kabul etmeyenlerden istenilen bu tür davet) her mucizenin rükünlerinden bir rükündür. Nerede böyleli bir tabir ortaya çıktığında açık bir şekilde anlıyoruz ki bu konu mucizelerdendir. [7] Kuran çok geniş konular ve çok geniş anlamlar getirdi. Getirmiş olduğu bu konular ve anlamlar daha sonra felsefeciler, hukukçular, fıkıhçılar, ahlak uleması, tarihçiler ve…gibi farklı ilimlerin alimleri için ilham kaynağı oldular. Kuranı kerim insanın Allah ile ilişki ve irtibat kurma bağlamında en güzel açıklamalar getirmiştir. Kuran Tevrat’ı ve İncili tasdik ediyor. Ama bu kitaplarda tahrif gerçekleştiğini ve bu kitaplarda hain olan beşerin el oynadıklarını da bildirmiştir. Kura tahrif edilmiş olan bu iki kitabın teolojik anlayışında, peygamberler kıssalarında ve koyulmuş bazı kurallarda var olan yanlışlıkları düzeltmiştir. Kuran Allah’ı güreş tutuyor gibi yanlış anlayışlardan, peygamberleri, peygamberlere yakıştırılan yanlış ve yakışmaz şeylerden ki önceki kitaplarda beyan edilmişti tenzih ediyor. Bunun kendisi bile bu kitabın hak olduğuna dair bir başka delildir. [8]
İslamın başından günümüze kadar Müslümanlar kur’an’a yönelik benzersiz bir önemlilik addetmişlerdir ki onların kur’an’a yönelik vermiş oldukları bu önemlilik onların kur’an’a olan aşkın göstergesidir. Kuranı kerim resul-i Ekrem döneminde peygamberin tayin etmiş olduğu –vahyin kâtipleri olarak tanınmış- grup vasıtasıyla yazılıyordu. Bunun yanı sıra kadın ve erkek, küçük ve büyük demeden Müslümanların ekseriyeti ya kuranın bütününü ya kuranın bir kısmını veya bazı surelerini ezber yapıyorlardı ve namazlarda ve namaz dışında okumasını sevap bilirlerdi. Onu okumaktan zevk alıyorlardı. Kur’an okumaları ruhlarının aramış bulması için bir kaynak konumunda idi. Müslümanların kurana olan aşk ve ilgileri edebi ve akli gibi bir kısım ilimlerin vücuda gelmesine kaynak oldu. Kuran olmamış olsaydı bu ilimler vücuda gelmezdi. Kuranı kerim sahip olduğu yöntem benzersizdir. Kuran yöntemi ne şiirdir ne nesir. Şiir değildir zira kafiyesi ve vezne sahip değildir. Kuranın sahip olduğu yöntem ve üslup ne geçmişte benzeri vardı ne de gelecekte böyle bir üsluba sahip bir kitap olacaktır. Yani ne daha önce bu üslupta konuşmuş ve ne sonra kuranın mübarezeye davet etmesine rağmen kimse onunla rekabet edebilir veya ona taklit ederek benzerini getirebilecektir.
Özetle: Her asrın Müslümanları bulundukları asırda sahip oldukları fikirsel ve pratiksel imkânlarına uygun bir şekilde kur’an’a yönelik olarak taşıdıkları aşk ve şevkin tesiri altında kuran ile alakalı çalışmalar yapmışlardır. Kuranı öğrenmek, ezberlemek, üstatların yanına gidip diz çökerek onu okumak, kuran bağlamındaki tecvit ilmini öğrenmek, kur’anı tefsir etmek, kuranın lügatlerini açıklamak ve şerh etmek, bu hususlarda kitapların yazılması bu çalışmalarının birer örneğidir. Hakeza kuranın ayetlerini, kelimelerini, hata kuranın tümünde kullanılan harflerinin sayılması, kuranın anlamları üzerinde dakik düşünmek ve hukuki, ahlaki, sosyoloji, felsefi, irfani, ilmi ve… [9] gibi konularda kurandan ve bu bağlamdaki ilimlerden istifade etmeleri gibi çalışmalar da bu bağlamda değerlendiriliyor.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bkz. Sayt-i danışname-i mevzui kuran vabestei bı merkez ferheng ve maerifi kuranı kerim.
[2] Bakara 2.
[3] Araf, 203.
[4] Casiye, 20.
[5] Maide, 15-16.
[6] İsra, 88.
[7] MEKARİMİ ŞİRAZİ, Nasır, “Tefsiri Nümüne”, baskı, 1, Tahran: Darul-Kutubil İslamiye, 1374, c. 2, s. 274.
[8] MUTAHARİ, Murtaza, “Mecmuai Asar”, baskı, 4, Tahran: Sadra, c, 2, s. 212 – 213.
[9] A.g.e.
Ammar bin Yasir ve Hakla Batılın Ölçüsü
Ammar’ın bugün şehadet yıldönümü Ammar bin Yasir ve Hakla Batılın Ölçüsü
Peygamber efendimiz vefat eder etmez Müslümanlar arasında ihtilaflar baş göstermiş ve kısa bir süre içinde Müslümanlar gruplara bölünmüştür… Peygamber efendimiz her şeyi önceden bildiğinden bunun içinde çareler düşünmüştür. Bunlardan birisi de Müslümanların ihtilaf anlarında Ammar bin Yasir’in tutumuna bakmalarıdır. O hangi taraftaysa o tarafın hak, karşısında duran tarafın ise batıl ve temelsiz olduğudur.
Hz. Peygamber efendimiz Ammar hakkında şöyle buyurmuştur: “Her ne zaman insanlar ihtilafa düşerse Sümeyye’nin oğlu (Ammar) hakla birliktedir”“Eğer insanlar arasında ihtilaf çıkar ve anlaşmazlığa düşerlerse “Sümeyye’nin oğlunun hangi grupta olduğuna bakınız ve o gruba bağlanınız...
Ammar bin Yasir, Yemen ahalisinden olup Mekke’deki Beni Mahzum kabilesiyle ittifak kurmuş bir ailenin çocuğu olarak Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) hicretinden 57 yıl önce Beni Mahzum kabilesinde dünyaya geldi. Babası Yasir, annesi Sümeyye ilk Müslümanlardan olup İslam yolunda şehit olanların ilklerindendirler.
Ammar, 48 yaşlarında Peygamber efendimizin hicretinin ilk yılında Peygamberimizin Erkam’ın evinde ikamet ettiği sırada Müslüman olmuş ve bu yolda tüm işkence ve zulümlere göğüs germiştir.
Ammar bin Yasir, İslam’ın yayılması için oldukça zahmetlere katlanmıştır. Peygamber efendimizin (s.a.a) bütün savaşlarında yanında olmuştur. Hz. Peygamber Ekrem (s.a.a) onun hakkında devamlı olarak şöyle buyururdu:
یا عمار! تقتلک الفئة الباغیه
“Ey Ammar! Seni haddi aşan, zalim bir grup öldürecektir.”
Ammar bin Yasir, Hz. Ali’nin (a.s) en vefalı dört yaranından biriydi. Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) vefatından sonra ahdine sadık kalarak Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Hz. Ali (a.s) halife olduktan sonra Ammar, her an Hz. Ali’nin yanında hazır olmuştur…
Sıffın savaşında ilerlemiş yaşına rağmen, savaş meydanında Hz. Peygamberin (s.a.a) sairi ashabıyla birlikte Muaviye’ye karşı bir an olsun Hz. Ali’nin yanından ayrılmamıştır… Hicretin 37’sinde Safer ayının dokuzunda 93 yaşında şehadet şerbetini içerek hak yolda şehit olmanın gururuyla ilahi rahmete kavuşmuştur.
Ammar Yasir’in kabri şerifleri, Suriye’nin Rukke şehrinin eski kalesinin sağ semtinde Ali (a.s) kapısı diye meşhur olan yerde bulunmaktadır.
Tarih kitaplarında yer aldığına göre Sıffın savaşında Ammar bin Yasir, şehadeti öncesi susuzluğundan ötürü oldukça fazla su istemiş… bir adam burada su yoktur demiş. Bu sırada “Raşit” adında küçük bir erkek çocuğu sütlü bir şerbet getirerek ona verir. Ammar şöyle der: “Dostum Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştu: Dünyadaki son azığın bir kap süt olacaktır. Ammar sütü içtikten sonra birkaç kere düşmana saldırdı. En sonunda Muaviye ordusundan “Ebu’l Adiye el- Fezari” ve “İbn Cavn Sekuni” adlı iki kişi Ammar’a saldırdı. Birincisi ağır bir kılıç darbesiyle Ammar’ı yaraladı. İkincisi Ammar yere düştükten sonra Ammar’ın başını gövdesinden keserek onu şehit etti.
Ammar bin Yasir’in Peygamber efendimizin vefatından sonraki tutumu Mevla ve efendisi olan Hz. Ali’nin tutumuyla aynıydı. Hilafet konusunda halifelere muhalefet etmiş ve onları kabul etmemiştir! O da, Salman, Ebu Zer ve Miktat gibi imametin yılmaz savunucu olmuştur.
Ammar bin Yasir, aynı şekilde Peygamber efendimiz ölüm döşeğinde iken bazı sahabelerin hilafet derdine düşerek Peygamber efendimizin cenazesini yerde bırakarak Sakife’ye gitmesiyle başlayan Sakife’de belirlenen hilafete karşı çıkmasıyla tanınmaktadır. Ammar, Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadeti sonrası cenazesine katılıp cenaze namazı kılan ender kişilerdendir aynı zamanda.
Ammar Yasir, Cemel savaşına da katılmıştır. Bu savaşta bin kişilik bir birlikle ordunun sol kanadının Malik Eşter ise bin kişilik bir birlikle sağ kanadın komutanlığını üstlenmiştir.
Sıffın Savaşı ve Azgın bir Grubun Ammar’ı şehit etmesi
Zulkela Humeyri, yirmi bin kişilik kabilesiyle birlikte Hz. Ali’ye karşı Muaviye’nin yanında savaşmak için Sıffın’a geldi. Muaviye’nin savaşta dayandığı yegane kişi Zulkela’ydı. Hatta Muaviye, Zulkela’nın Hz. Ali’ye karşı savaşmaya karar vermesinden önce savaşmayı düşünmüyordu. Bu kandırılmış komutan, Ammar bin Yasir’in Hz. Ali’nin saflarında olduğunu öğrenince ağır bir şekilde sarsıldı. Muaviye’nin tebliğci memurları, onu aldatmak için Ammar nerde Sıffın nerde? (Ammar’ın 93 yaşında olmasından dolayı) Iraklılar (Hz. Ali’nin Sıffın’daki taraftarları) böyle yalanlar uydurmaktan çekinmemektedirler diye onu kandırmaya çalıştılar. Ancak Zulkela, kani olmayarak Amr bin As’a dönerek Hz. Peygamber, Ammar hakkında “Seni (sıratı müstakim) yolundan çıkmış zalim, sapkın ve haddi aşan bir grup öldürmeden ölmeyeceksin.” Demiş midir? Diye sordu: Amr bin As: Evet, böyle söylemiştir, ancak Ammar, Ali’nin ordusunun arasında değildir.” Zulkela, dedi ki: “Benim kendim bizzat araştırmalıyım.”
Sonra bir grubu bu konu hakkında araştırma yapması için görevlendirdi. Bu hassas durumda Muaviye ve Amr Bin As, olayın önemini bildiğinden eğer Ammar’ın Hz. Ali’nın ordusunda olduğunu veya orada şehit olduğunu öğrenecek olursa Şam ordusunda kopmaların ve hatta parçalanmasına sebep olacağını bildiklerinden onu gizemli ve esrarengiz bir şekilde öldürdüler.
Sıffın Savaşı ve Hakikatlerin Şeffaflığı
Sıffın savaşına Peygamber efendimizin sahabelerinden bir çoğu katılmıştır. Bunlardan en bariz örneklerinden birisi Ammar bin Yasir’dir. Çünkü efendimiz, basiretsizlerin hakla batılı teşhis etmesi için onu ölçü karar kılmıştır. Ayrıca bu savaşa Bedir savaşında peygamberimizin yanında savaşmış 25 sahabede Hz. Ali’nin yanında yer alarak şehadet şerbetini içmiştir.
Sıffın savaşında 45 bin Muaviye taraftarı 25 bin kişi de Hz. Ali’nin ordusundan olmak üzere toplam 70 bin kişi ölmüştür. Bunlardan 25’i bedir savaşına katılmış peygamberimizin ashabıydı. Bunların tamamı Hz. Ali’nin yanında savaşarak şehit olmuşlardır.
İşte bu durum Ehli sünnetin on dört asırdır cevabını veremediği sorulardandır. Nasıl olurda Bedir savaşına katılmış 25 sahabe içlerinde başka sahabelerin olduğu Muaviye ordusu tarafından şehit edilir? Bunların tamamı nasıl adil olabilir? Bunlara uymak nasıl gökteki yıldızlara uymak gibi olabilir? Birbirlerini doğrayan, başlarını kesenlerin her ikisi de nasıl hak olabilir?! Halbuki Peygamber efendimiz Ammar bin Yasir’i daha o zamanlar ölçü olarak tanıtmış ve ashabına her ne zaman ihtilafa düşseniz Ammar’a bakın. Ammar hangi taraftaysa o taraf haktır diye buyurmuştur. Ayrıca iki şahit olarak bizzat Peygamber efendimiz tarafından adlandırılan Huzeyme bin Sabit de Sıffın’da Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Peygamberimizin önde gelen sahabelerinden olan Huzeyme, Bedir savaşı başta olmak üzere Peygamberimizin savaşlarına katılarak onun yanında yer almıştır. Peygamberimiz Bedir savaşında ve öteki savaşlarda onun şahadetini iki şahadet olarak saymıştır. Bundan dolayı “Zulşahadeteyn” adıyla meşhurdur. O da Ammar gibi Sıffın savaşında Hz. Ali’nin yanında yer almış ve azgın ve sapkın grup olan Muaviye ve ordusuna karşı savaşarak şehit olmuştur.
Ehli sünnet ulemalarından Tabarani şöyle yazmaktadır:
حدثنا محمد بن عبد اللَّهِ الْحَضْرَمِى ثنا ضِرَارُ بن صُرَدٍ ثنا عَلِى بن هَاشِمٍ عن عَمَّارٍ الدُّهْنِى عن سَالِمِ بن أبى الْجَعْدِ عن عَلْقَمَةَ عن عبد اللَّهِ عَنِ النبى صلى اللَّهُ عليه وسلم قال :إذا اخْتَلَفَ الناسُ كان بنُ سُمَيَّةَ مع الْحَقِّ
Abdullah ibn Mesut Hz. Resulullah’tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
“Her ne zaman insanlar ihtilafa düşerse Sümeyye’nin oğlu (Ammar) hakla birliktedir.”[1]
Hakim Nişaburi, “El-Müstedrek ale’s Sahiheyn” adlı kitabında şöyle yazmaktadır:
أَخْبَرَنَا إِسْحَاقُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ خَالِدٍ الْهَاشِمِى بِالْكُوفَةِ، ثنا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِى بْنِ عَفَّانَ الْعَامِرِى، ثنا مَالِكُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ النَّهْدِى، أَنْبَأَ إِسْرَائِيلُ بْنُ يُونُسَ، عَنْ مُسْلِمٍ الأَعْوَرِ، عَنْ خَالِدٍ الْعُرَنِى، قَالَ:دَخَلْتُ أَنَا وَأَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِى عَلَى حُذَيْفَةَ، فَقُلْنَا: يَا أَبَا عَبْدِ اللَّهِ، حَدِّثْنَا مَا سَمِعْتَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ فِى الْفِتْنَةِ؟
قَالَ حُذَيْفَةُ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ: «دُورُوا مَعَ كِتَابِ اللَّهِ حَيْثُ مَا دَارَ» فَقُلْنَا: فَإِذَا اخْتَلَفَ النَّاسُ فَمَعَ مَنْ نَكُونُ؟ فَقَالَ: «انْظُرُوا الْفِئَةَ الَّتِى فِيهَا ابْنُ سُمَيَّةَ فَالْزَمُوهَا، فَإِنَّهُ يَدُورُ مَعَ كِتَابِ اللَّهِ»،
قَالَ: قُلْتُ: وَمَنِ ابْنُ سُمَيَّةَ؟ قَالَ: " أَوَ مَا تَعْرِفُهُ؟ "، قُلْتُ: بَيِّنْهُ لِى، قَالَ: «عَمَّارُ بْنُ يَاسِرٍ»، سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لِعَمَّارٍ: «يَا أَبَا الْيَقْظَانِ، لَنْ تَمُوتَ حَتَّى تَقْتُلَكَ الْفِئَةُ الْبَاغِيَةُ عَنِ الطَّرِيقِ».
هَذَا حَدِيثٌ لَهُ طُرُقٌ بِأَسَانِيدَ صَحِيحَةٍ، أَخْرَجَا بَعْضَهَا وَلَمْ يُخَرِّجَاهُ بِهَذَا اللَّفْظِ
Halid El-Arni diyor ki ben ve Ebu Said Hudri, Huzeyfe’nin yanına geldik ve şöyle dedik: “Ey Ebu Abdullah! Bize Resulullah’tan (s.a.a) fitne hakkında duyduğun şeyler hakkında konuş.” Huzeyfe dedi ki: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: ‘Her nerede olursa Kur’an’ın etrafında dönünüz.” Dedik ki: “Eğer insanlar arasında ihtilaf çıkar ve anlaşmazlığa düşerlerse, biz kiminle olalım?” dedi ki: “Sümeyye’nin oğlunun hangi grupta olduğuna bakınız ve o gruba bağlanınız. Çünkü o, her zaman Allah’ın kitabının mihveriyetinde dönmektedir.”
Dedim ki: “Sümeyye’nin oğlu kimdir?” dedi ki: “Onu tanımıyor musun?” dedim ki: “Benim için açıkla” dedi ki: “Ammar bin Yasir” Allah Resulünün (s.a.a) Ammar hakkında şöyle dediğini duydum: “Ey Ebu’l Yakzan! Seni (sıratı müstakim) yolundan çıkmış zalim ve haddi aşan bir grup öldürmeden ölmeyeceksin.”
Bu hadis, bir çok senet açısından sahih hadistir. Sahihi Müslim ve Sahihi Buhari bu hadisin bazı (neden acaba?) bölümlerini nakletmişlerdir!!![2]
Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi Ammar ve onun gibi Hz. Ali’nin yanında Sıffında savaşanlar cennet ehlidir. Ve onun karşısında duran ve onlarla savaşanlar cehennem ehlidir. Ehli sünnet mezhebi taraftarları buna da şu ana kadar cevap verememiştir.
Hz. Peygamberimiz (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Cennet Ali, Ammar, Selman ve Bilal’ı görmek için iştiyak duymaktadır.”
ABNA.İR
[1] - Tabarani, El- Mucemu’l Kebir, c. 10. s, 95, h: 10071…
[2] - El-Hakim Nişaburi, Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah, El-Müstedrek Ale’s Sahiheyn (Buhari ve Müslim) c. 2, s. 162, h: 2652.
Selmanı Farisi, Yani Selmanı Muhammedi’nin İslam’ı Kabul Ediş Öyküsü
Salmanı Muhammedi Hz. Peygamber Ekrem’in (s.a.a) vefatından sonra hak yoldan sapmayarak Hz. Ali’nin (a.s) imametine inanarak bu yolda yürüyen ender kişilerden biridir. Salmanı Farisi, Ömer ibn Hattab’ın hilafeti döneminde Medain’in sorumluluğuna getirildi. Bu sorumluluğu sırasında beytülmaldan kendisine maaş bağlamayarak hiçbir ücret almadı. Tüm maaşını sadaka olarak verirdi. Geçimini ise sepet örerek sağlamaktaydı...
Peygamberin gelişinin intizarında günlerini geçiren Selman bir gün sürüleri otlatmakla meşgulken arkadaşı gelerek ona “haberin var mı? bugün birisi Medine’ye gelmiş ve kendisinin peygamber ve Allah’ın elçisi olduğunu iddia etmekte!” dedi…
Hicri 35. Yılın 8’i Hz. Peygamberin (s.a.a) İranlı yaranlarından büyük Sahabe Salmanı Farisi’nin vefat yıldönümüdür. O, Hz. Peygamber efendimizin hakkında “Salman’u minna Ehlelbeyt”; “Salman biz Ehlibeyttendir.” Buyurduğu bir şahsiyettir.
Evet! Salmanı Muhammedi Hz. Peygamber Ekrem’in (s.a.a) vefatından sonra hak yoldan sapmayarak Hz. Ali’nin (a.s) imametine inanarak bu yolda yürüyen ender kişilerden biridir. Salmanı Farisi, Ömer ibn Hattab’ın hilafeti döneminde Medain’in sorumluluğuna getirildi. Bu sorumluluğu sırasında beytülmaldan kendisine maaş bağlamayarak hiçbir ücret almadı. Tüm maaşını sadaka olarak verirdi. Geçimini ise sepet örerek sağlamaktaydı.
Hz. Ali’nin (a.s) sadık Şia’sı ve sahabelerin iftiharı olan Salman Farisi, Medain’de ilahi rahmete kavuşarak orada defnedildi.
Selman’ı Farisi’nin Etkileyici Hayat Hikayesi
Ayetullah uzma Mekarim Şirazi, Bakara Suresi’nin 62. Ayetinin tefsirinde Salmanı Muhammedi’nin baştan ayağa hakikatlerle dolu yaşamı hakkında şöyle diyor:
“Salman” Cundi Şapur ehlindendi. Zamanın hakiminin oğluyla samimi dostluk ve arkadaşlığı bulunmaktaydı. Bir gün birlikte avlanmak için çöle gittiler. Birden gözleri kitap okumakla meşgul olan bir rahibe ilişti. Ona kitap hakkında sorular sordular. Rahip cevap olarak şöyle dedi: Bu kitap Allah tarafından nazil olmuştur. Onda Allah’ın emirlerine itaat etmek ve günah ve itaatsizlik yasaklanmıştır. Bu kitapta zina ve insanların hakkını haksız yere yemek yasaklanmıştır. Bu kitap “İsa Mesih”e inmiş “İncil”dir.
Selman’ı Farisi ve arkadaşı rahibin sözlerinden etkilenerek onun dinini daha fazla araştırmaya koyuldular ve nihayetinde onunun dinini seçtiler. Rahip onlara o topraklarda kesilen koyunların haram olduğunu ondan yememelerini istedi.
Salman ve zamanın hakiminin oğlu her gün o rahipten din hakkında daha fazla malumat almaya başladılar. Bir bayram günü hakim bir parti düzenledi ve şehrin ileri gelenlerini ve eşraf takımını oraya davet etti. oğlundan da partiye katılmasını istedi, ancak o kabul etmedi.
Hakim oğluna çok ısrar etti, ancak oğlu o yemeğin ona haram olduğunu açıkladı. Ona bu emri kimin verdiğini sordular o da rahibin adını verdi.
Hakim, rahibi huzuruna çağırtıp ona şöyle dedi: İdam etmek bizim yanımızda ağır ve çok kötü bir iştir. Seni öldürmeyeceğiz, ancak bizim bölgemizden git. Salman ve arkadaşı bu sırada rahiple görüşerek Musul’da buluşma kararı aldılar.
Rahip yola çıktıktan sonra, Salman da yola koyulmak için vefalı arkadaşını birkaç gün bekledi, o da yolculuk hazırlıklarıyla meşguldü… ancak en sonunda dayanamayarak tek başına yola çıktı.
Salman Musul’un Deyr bölgesinde oldukça fazla ibadet ediyordu. Oranın yöneticisi olan rahip elden ayaktan kesilir düşüncesiyle onu çok ibadet etmekten sakındırdı, ancak Salman “Acaba çok ibadet etmenin mi daha çok fazileti var, yoksa az ibadet etmenin mi? diye rahibe sordu.
Rahip: Elbette ki çok ibadet etmenin sevabı daha çoktur dedi.
Musul’un Deyr alimi bir süre sonra Beytul Mukaddes seferi için yola çıktı. Salmanı da yanında götürdü. Selman’a gündüzleri oradaki mescitte düzenlenen Nasrani ulemaların derslerine katılarak ilim elde etmesini istedi.
Bir gün Selman’ın üzgün olduğunu gördü. sebebini sorduğunda şöyle cevap verdi: Tüm hayır ve güzellikler Allah’ın peygamberlerinin yanında olan geçmiştekilerin nasibi olmuştur. Deyr alimi, o günlerde Arap milletinin arasından bir Peygamberin çıkacağını ve bütün peygamberlerden daha üstün olacağı müjdesini verdi.
Alim dedi ki: Ben artık yaşlandım, onu idrak edeceğimi sanmıyorum, ancak sen daha gençsin onu idrak edeceğini ümit ediyorum, ancak bunu da bil ki bu peygamberin alametleri vardır. onlardan birisi omzunun üstünde has bir alamet vardır. sadaka almaz, ama hediye kabul eder.
Beytul Mukaddes’ten (Filistin’den) geri döndüklerinde yolda tatsız hadisler baş gösterdi. Bu esnada Selman Deyr alimini kaybetti… Beni Kelab kabilesinden iki Arap oraya geldi. Selman’ı esir alarak deveye oturtarak Medine’ye götürdüler. Orada onu köle olarak!! Cehine kabilesinden bir kadına sattılar!!
Salman ve kadının başka bir kölesi gündüzleri sırasıyla sürüyü götürüp otlatıyorlardı. Selman bu süre zarfında bir miktar para topladı. Peygamberin gelişinin intizarında günlerini geçiriyordu. Bir gün sürüleri otlatmakla meşgulken arkadaşı gelerek ona “haberin var mı? bugün birisi Medine’ye gelmiş ve kendisinin peygamber ve Allah’ın elçisi olduğunu iddia etmekte!” dedi.
Salman’ın Peygamberden Aldığı Üç İmtihanın Öyküsü
Salman arkadaşına şöyle dedi: “Ben dönene kadar sen burada kal. Salman şehre gitti. Peygamberin toplantısına katıldı. Peygamberin omzundaki has işareti görmek için peygamberin baş ucunda dolaşmaya başladı.
Hz. Peygamber (s.a.a) efendimiz olayı anladı ve elbisesini açtı. salman zikredilen ilk işareti onda gördü. sonra pazara gitti. Bir koyun ve bir miktar ekmek alarak peygamberin yanında geldi. Peygamber bunlar nedir? Diye buyurdu. Salman: Sadakadır. Peygamber: Benim onlara ihtiyacım yoktur onları harcamaları için fakir Müslümanlara ver” dedi.
Salman bir kez daha pazara gitti. Bir miktar et ve ekmek alarak Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) yanına geldi. Peygamber efendimiz bu nedir? Diye sordu. Salman: hediyedir dedi. Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: Otur. Peygamber efendimiz hediyeden yedikten sonra olay Salman için aşikar oldu. Zira üç işaretin üçünü de onda bulmuştu.
Bu meyanda Salman, arkadaşı ve dostunu ve Musul’un Deyr bölgesindeki rahipleri ve onların imanları, namazları, oruçlarını anlattıktan sonra Peygamberin gelişini beklediklerini söyledi. Orada hazır bulunanlardan birisi şöyle dedi: Onlar cehennem ehlidir! Bu söz Salman’a çok ağır geldi. Zira Selman, eğer peygamberi idrak etseydiler ona iman edeceklerine yakinen biliyordu.
İşte bu esnada bu ayet nazil oldu:
اِنَّ الَّذينَ اٰمَنُوا وَالَّذينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِپينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmeyeceklerdir. (Bakara, 162)”
Hak dinlere hakiki iman etmiş, ancak İslam Peygamberini (s.a.a) görüp idrak etmemiş olanların müminlerin sevabı kadar sevaplarının olduğunu beyan eden bu ayet Hz. Peygamber efendimize (s.a.a) nazil oldu.[1]
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - Numune Tefsiri, c. 1, s. 288.
İran: Bu yıl uzaya üç uydu göndereceğiz
İran Uzay Kurumu Başkanı Fazıli, (Hicri Şemsi takvimine göre yani nevruz bayramına kadar ) bu yılın sonuna kadar üç uydu yörüngeye yerleştireceklerini açıkladı.
Gazetecilere demeç veren Fazıli, Nahid uydusu İran'da uzay teknolojisi günü olarak kutlanan 2 Şubat tarihinde uzaya fırlatılmasının planlandığını, ancak bazı çalışmaların tamamlanması için uzaya fırlatma tarihinde biraz gecikme yaşanabileceğini belirtti.
Fazıli, Aut Sat uydusu da üzerinde yapılan bazı değişikliklerin ardından İran yapımı Simog füzesi ile yörüngeye yerleştirileceğini kaydetti.
İran'ın Şerif Teknik üniversitesi ile ortak bir uydu üzerinde çalıştıklarını da belirten Fazıli, uydunun bazı sistemlerinin temin edilmesi için İran Uzay Kurumunun devreye girdiğini ve bu sorunu gidermeye çalıştıklarını vurguladı.
İran'dan İnsan Şeklinde Robot
İran'ın güney Batısında yer alan Çahar Mahal Bahtiyari eyaletinde insan şeklindeki robot görücüye çıktı.
İran Okullar arası birinci Robot yarışları dün ülkenin Güney Batısında Çahar Mahal Bahtiyari eyaletinde başladı.
İlk insan görünümlü robotun sergilendiği bu yarışmayla ilgili bir açıklama yapan yarışlar yürütme kurulu başkanı Seccad Rasti insan görünümlü söz konunu robot’un 110 cm. boyunda olduğunu, yapay bir zekâsının bulunduğunu hareket etme ve yol yürüme kabiliyetini sağlayacak eklemlere sahip olduğunu söyledi.
Robot'un kafa bölümüne yerleştirilen bir kamera sayesinde hareket edebildiğini ve kendi yolunu bulabildiğini hatırlatan Rasti, bu robot'un yapımında 5 kişilik bir grubun 4 ay emek verdiğini söyledi.
Yezid’den Kardavi’ye Suriye Fetvaları
Allah’ın adıyla
Nemrutlar, Firavunlar, Yezid’lerin isimleri tarihe insanlığın yüz karası olarak yazılmıştır.
Saltanatları için haklı haksız demeden herkesi katliam etmekten çekinmemişlerdir. Bütün insanlar bu insanlara nisbet verilmesinden nefret eder.
Ama bir de bunların yanında yer alan ve onların yaptıklarına meşru kılıf uyduran bilginler, sihirbazlar ve din adamları vardır. Her zalimin yanında bu gibi şahısların varlığı, iktidarı halkın nezdinde güçlü kılar ve halkın sesini keser. Zalimin zülmünü meşru gösteren, itaatini insanlara farz kılan fetvalar veren saray alimleri hep var olmuştur.
Nemrut, hz. İbrahim’i (a.s) yolunun üzerinden kaldırmak isterken, yanındaki yardımcılarının aracılığıyla “ İbrahim sizin putlarınızı kırdığı için ilahlarınıza hakaret etti”, sözüyle halkı “ilahi öndere karşı” tahrik ediyordu.
Firavun, hz. Musa’ya (a.s) karşı savaşı, “ Musa’nın sizin dininizi değiştirmesinden korkuyorum” sloganıyla başlatmış, sihirbazlarıyla devam ettirmiş ve Bel’am ile bitirmeyi yeğlemiştir. Bel’am’ın sahip olduğu konum gözönünde bulundurulduğunda hz. Musa’nın (a.s) yanında değil de batılın yanında yer alması akıllara durgunluk veriyor.
Yezid, İmam Hüseyin’i (a.s) ve yaranlarını şehid etmeden önce katliamın dini alt yapısını oluşturdu. Saray alimleri, o zamanın Suriyesi olan Şam’da ve Mekke, Medine ve diğer diyarlarda yaşayan müslümanlar arasında Kerbela katliamına meşru zemin oluşturmak için , “Hakimiyet Allah’ındır, Allah kime isterse ona verir, şimdi Yezid’e vermiştir, Hüseyin buna karşı gelerek hak halifeye karşı gelmiştir”, diyor ve bu batıl inançla zalim sultan lehine psikolojik savaş yürütüyor, bir nevi fetva veriyorlardı.
Zalimler hep dini argümanları kullanmış, halkı sadakatle inandığı inançlarıyla aldatmışlardır. Günümüz emperyal gücü, bölgesel müttefikleri ve kuklaları da de aynı yöntemleri kullanıyorlar.
Halk arasında tanınmış ve nüfuz sahibi ulema hep iki grup halinde ortaya çıkmışlardır; Rahman’a hizmette yarışan “rabbani alimler” ve saraylarda yer kapma peşinde olan “şeytani alimler”. Şeytani güçler de daima bu ikinci gruptaki alimleri kullanmışlardır ve bundan sonra da kullanacaklardır.
Batı emperyalizminin hedefine en iyi hizmet edecek olan “Selefi İslam” anlayışı günümüzde devreye sokulmuştır. Emperyal güç, müslümanların cehaletini kullanarak zamanın Belam’larından olan, Molla Ömer, Zevahiri gibilerinin fetvalarıyla Irak’ta ve “Kardavi” gibi siyonist düşüncenin ekmeğine yağ süren alimlerin fetvalarıyla da Suriye’deki katliamları meşrulaştırıyor. Emperyalist kenarda durmuş kıs kıs gülerken Selefi/mürteci İslam anlayışı çizgisindeki ulema, emperyalistler bölgeye yerleşsin diye yapılan katliamların dini alt yapısını oluşturuyor.
Bir tarafta bu katliamları gerçekleştiren Yezid ordusunun paralı katillerinin amansız terör ve katliamları, diğer tarafta ise bunları meşru göstermeye çalışan Bel’amlar. İşte günümüz Suriye’sinde yaşanan trajedi budur. Ne Suriye halkının hak ve hukuku düşünülmekte, ne de huzur ve emniyeti. Ne Suriye’de yapılan katliam ilkdir, ne de bu iç savaşa ortam hazırlayan fetvalar.
“Kardavi” gibi Bel’am’ların; "Öldürün, siviller eğer masumlarsa öldükten sonra nasıl olsa Allah onları affeder" düşüncesi, hangi İslam mezhebinin verebileceği bir fetvadır?! Siyonistlerin güdümünde kurulan ve yönetilen vahabi/selefi düşüncesinden başka hiç bir inanç ve ideoloji böyle bir fetva veremez.
Yakında çok daha vahim ve vahşı katliamlara şahid olacağız çünkü “ Cebhetun Nusra” ( Nusret cephesi) adında teröristler aylarca yaptıkları katliamlarla isimlerini duyurmuş, Suriye halkına korku salmış, ağababalarının ümidini artırmıştır; terör yolunu seçerek hiç bir cinayetten çekinmemektedirler.
Örgütün asıl lideri olan Ebu Enes’in, Muaviye soyundan gelecek olan “Sufyani’den” önce ortaya çıkacağı ve “Kirkisya” denilen bölgede büyük bir savaş ve katliam yapacağı rivayetlerde geçmektedir.
“Kirkisya” neresi midir? “Kirkisya”, Bizanslılar döneminde bir Bizans şehriydi, Latincede “Kirkesion” denilirdi, daha sonra Müslümanlar Şam bölgesini ( Suriye, Lübnan ve Ürdün) fethedince adına Kirkisya demişlerdir. Fırat nehri yakınlarında Şam’a yakın bir bölgenin ismidir.
Kirkisya denilen bölgede büyük savaşın olacağı ve Türklerin de bu savaşın bir tarafında yer alacağı rivayetlerde kaydedilmiş olup “ Cebhetun Nusra” bu savaşın mukaddimesini hazırlayan bir örgüttür.
Bel’amlar, Cebhetun Nusra’nın katliamlarını müslümanların nezdinde meşru göstermeye başlamışlardır. Suriye halkını Alevi/gayri müslim olarak gören bu zihniyet, dini önder olarak gördükleri saray alimlerine itaati farz bilerek verilen fetvaları uyguluyorlar. Afganistan, Irak, Arakan ve Filistin halkına zülmeden emperyalistlere karşı neden fetva vermedikleri ve bu terör örgütlerinin neden Filistin’de savaşmadıkları düşündürücü değil mi?
Hiç bir İslam mezhebinin kabul edemiyeceği bu gibi fetvalar kimin emri ile verilmektedir?
Yarın bu Bel’amlar Aleviler/Şiiler hakkında aynı fetvayı Türkiye’deki Ehlibeyt dostları hakkında da verir ve bu paralı cellatlar da katliamlar gerçekleştirirse ne olur acaba?
İmam Hüseyin’in (a.s) evrensel sözü bir kez daha kulaklarda çınlıyor; “Benim gibi birisi Yezid gibi birisine asla biat etmez”, “Yezid gibi birisi İslam ümmetinin önderi olursa İslam’ın fatihasını okumak gerekir.”
Zamanın Yezid’lerini tanıma zamanı gelmedi mi? Hüseyni söylemleri dillerinden düşürmeyen zamanın Yezid’lerini tanımak bu kadar zor mu?!
Abdullah Özgür