
کارگر
İmha planına karşı Şia'ya canlı kalkanım!
Çamurcu, Türkiye'deki Şia karşıtı kampanyanın ayrımcılık ve nefret suçu kapsamına girdiğini söyledi
Türkiye'nin uluslararası siyaset yazarlarından Kenan Çamurcu, Türkiye'de hızını arttırarak yükselen Şia karşıtı kampanyaya tepki gösterdi. En son Zaman gazetesinde yayınlanan "Şia mezhebinin faşizmi" isimli makalenin bardağı taşıran son damla olduğunu söyleyen Çamurcu, "Şia'yı imha etmeye azimli Şiafobia kampanyasına karşı bundan böyle ibadetlerimi Şia fıkhına göre yaparak canlı kalkan oluyorum" dedi. Twitterda yaptığı açıklamalar yankı uyandıran Çamurcu, Türkiye'deki Şia karşıtı kampanyanın ayrımcılık ve nefret suçu kapsamına girdiğini söyledi.
Kenan Çamurcu aynı zamanda Farsça mütercimi. Ayetullah Hamenei'nin çok sayıda konuşmasını Türkiye kamuoyu onun çevirilerinden okudu. İmam Humeyni, şehid Mutahhari, Allame Tabatabai, Allame Talegani, Ali Şeriati'den çevirileri bulunuyor.
Çamurcu'nun tepkisine neden olan makale, "Gaffuri" isimli bir yazar tarafından Zaman gazetesinde yayınlanmıştı. Bazı çevreler gerçekte bu isimde biri olmadığını, gazetenin bir yazarının müstear adla "Şia mezhebinin faşizmi" başlıklı hakaretamiz makaleyi yazdığını savunuyor.
İran İslam Cumhuriyeti'nin Ankara'daki büyükelçiliği bu makale üzerine bir açıklama yaparak Türkiye-İran ilişkilerinin iyiye gitmesinden hoşlanmayan bazı çevrelerin akıl almaz ithamlarla iki ülke ilişkilerini bozmaya çalıştığını belirtti. Ankara büyükelçiliği, Zaman gazetesinde yayınlanan makale üzerine bu gazetenin yetkilileriyle görüşmek istediklerini ama gazete yönetiminin kendilerine cevap vermediğini açıkladı.
Yazar Kenan Çamurcu, Zaman gazetesinin "Şia mezhebinin faşizmi" başlıklı makaleye twitterdan gösterdiği tepkide şunları söyledi:
Sahte hoşgörü maskesi düşen Gülenciliğin "Şii mezhep faşizmi" başlıklı yazıyla köpürttüğü Şiafobia faaliyetini, Şii nefretini lanetliyorum. Tekfirci Gülenciliğin iktidarın himayesinde azgınlaştırdığı Şiafobiaya meydan okuyorum: Bundan böyle ibadetimi Şia fıkhına göre yapacağım! Türkiye normalleşene ve Şii nefretinden arınana dek bu fıkha tabiyim.
Zaten Emevi sarayında imal edilmiş Sünniliği reddetmiş ve Ehl-i Beyt sancağı altında toplanmıştık. Şimdi, Ehl-i Beyt sancağı altındaki müminler olarak Şii kardeşlerimize yönelen kin, nefret ve düşmanlığa karşı canlı kalkan olacağız. Türkiye'deki tekfirciler ve muhafazakar rejimin Şii kardeşlerimize yönelik azgınlaşmış saldırganlığına karşı Şia fıkhına canlı kalkanım artık. Muhafazakar rejimin ve tekfircilerin Şiafobia faaliyetine bu İslam mezhebini hayatımda yaşatarak cevap vereceğim.
Tel aviv, İran ve 5+1'in anlaşmasından kaygılı
Korsan İsrail milli güvenlik konseyi başkanının üç Avrupa ülkesini acilen ziyaret etmesi, Tel aviv'in İran ve 5+1'in Bağdat müzakerelerinde anlaşmaya varmasından kaygısı şeklinde yorumlandı.
Korsan İsrail milli güvenlik konseyi başkanının üç Avrupa ülkesini acilen ziyaret etmesi, Tel aviv'in İran ve 5+1'in Bağdat müzakerelerinde anlaşmaya varmasından kaygısı şeklinde yorumlandı.
Korsan İsrail milli güvenlik konseyi başkanının üç Avrupa ülkesini ve bilmukabil AB Dış Politika Şefi Catherine Ashton'un işgal altındaki Filistin topraklarını ziyaret etmesi, korsan İsrail'in İran ile 5+1 arasında Bağdat'ta düzenlenecek müzakerelerden derin kaygı duyduğu şeklinde yorumlandı.
Uzmanlar, korsan İsrail'in bu bağlamda üç büyük kaygı taşıdığını belirtirken, kaygıları şöyle sıralıyor:
1 – Korsan İsrail İran ile müzakerelerde 5+1'in bazı yaptırımların kaldırılmasını kabul etmesinden korkuyor.
2 – Korsan İsrail 5+1'in İran'ın uranyum zenginleştirmeyi sürdürmesini kabul etmesinden endişe ediyor.
3 – Korsan İsrail 5+1'in Tel aviv'in kendince çizdiği kırmızı çizgileri göz ardı etmesinden kaygı duyuyor.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tahran, Kabil-Washington anlaşmasının imzalanmasından kaygılı!
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Kabil’le Washington arasında stratejik anlaşma imzalanmasından kaygılı olduklarını belirtti.
FHA- Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest, bir muhabirin ABD’yle Afganistan arasında stratejik bir anlaşmanın imzalanmasıyla ilgili sorduğu bir soru üzerine “İran İslam Cumhuriyeti, Afganistan’la ABD arasında stratejik bir işbirliği anlaşması imzalanmasından şiddetle kaygı duyduğunu ilan ediyor. İran ve bölge ülkelerinin kaygı eksenlerinden biri de, ABD’nin Afganistan’daki askeri karargahlarının durumlarının belirsiz oluşu ve bir de Amerika’nın güvenliğe ilişkin görevlerinin net ve şeffaf olmayışı” dedi.
Mihmanperest daha sonra, İslami İran’ın Afganistan’da barış ve güvenliğin ancak bu ülkedeki işgal güçlerinin çekilmeleri, oradaki askeri karargahların kapatılmaları ve Afganlı tarafların Yüksek Barış Konseyi çerçevesinde görüşmelerde bulunmalarıyla mümkün olabileceğine inandığının altını çizerek “ABD’yle stratejik anlaşma imzalanması, Afganistan’ın güvenlik sorunlarını çözmek şöyle dursun üstelik son 10 yılda görüldüğü gibi bu ülkede huzursuzluk ve istikrarsızlık sürecini daha da kamçılayacaktır” ifadesini kullandı.
Hz. PEYGAMBERİN BAZI KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ -1
1- Bilgin Ümmî
Hz. Peygamber'in ayrıcalıklarından biri insanlardan olan bir öğretmenin yanında okuma-yazma öğrenmemiş olmasıdır.[1] O bir bilgi ortamında değil, cahil bir toplumda yetişti. Kur'ân'ın açıkladığı bu gerçek hiç kimse tarafından yalanlanmış değildir.
İçinde doğup büyüdüğü kavim en koyu cahillikte olan, ilimden ve eğitimden en uzak bir kavimdi. Hz. Peygamber'in kendisi o dönemi cahiliye dönemi olarak adlandırdı. Bu adlandırmayı ancak bilgili, ilmin, cahilliğin, aklın ve aptallığın ne olduğunu iyi bilen bilgin biri yapabilir.
Bunun yanı sıra o ilme, kültüre, düşünceye ve akıl yürütmeye çağıran, bilginin ve ilmin bütün türlerini içeren bir kitap getirdi. Eşsiz ve çarpıcı bir yöntemle uyarınca kitabı ve hikmeti öğretmeye koyuldu.[2] Bu çabası sonunda, doğuyu ve batıyı ilimleri ve maarifi ile dirilten sarsan, ışığı ve aydınlığı her yana yayılan parıldamaya devam eden benzersiz bir uygarlık kurdu.
Evet, o ümmîdir; okuma-yazmasızdır. Fakat bilgisizlikle, cahiliye saplantıları ve putlara tapıcılıkla onlarla mücadele ediyor. Üstelik her ihtiyaca cevap veren bir mektep, dimdik ve sapasağlam bir dinle ve tarih boyunca insanlığa yön veren meydan okuyan bir şeriatla getirmiştir. Buna göre o ilminde, maarifinde, kapsayıcı sözlerinde, içerikliğinde ve tutarlığında, aklının başatlığında, kültüründe ve eğitim yöntemlerinde başlı başına bir mucizedir.
Yüce Allah onun hakkında şöyle buyuruyor: "Ey insanlar, Allah'a ve ümmî peygamberi olan Resulü'ne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulasınız."[3] Başka bir ayette ona şöyle buyuruyor:
"Allah sana kitabı (vahyi) ve hikmeti indirdi, sana bilemeyeceğin şeyleri öğretti. Allah'ın lütfu sana gerçekten büyüktür."[4]
Evet, yüce Allah Hz. Peygamber'e tüm bu ilimleri vahyettiğini vahyetti, ona kitabı ve hikmeti öğretti. Onu nur, ışık saçan bir çırağ kandil, apaçık delil, gözetici tanık, açıklayıcı elçi, güvenilir öğüt verici, hatırlatıcı, müjdeleyici ve uyarıcı bir peygamber kıldı/yaptı.[5]
Yüce Allah onun göğsünü açarak kendisini vahyi algılamaya, cahilliğe özgü dar görüşlülüğün ve bencilliğin egemen olduğu bir toplumda doğru yola iletme görevini yürütmeye hazırladı. Böylece o; çağrı, eğitim ve öğretim alanında insanlığın tanıdığı en üstün önder oldu.
Bir cahiliye toplumunun birkaç yıl zarfında hidayet kitabının ve ilim meşalesinin güvenilir bir koruyucusu, güçlü bir savunucusu olması, yozlaştırma ve tahrif etme girişimleri karşısında durması büyük bir gelişme ve müthiş bir devrimdir. Bu devrim bu ölümsüz kitap ile bu okuma-yazmasız rehberin mucizesidir. Öyle bir önder peygamber ki, o cahiliye toplumunda hurafelerden ve masallardan en uzak insandı; ilâhî basiretin nuru varlığının bütün yanları ile onu çepeçevre kuşatmıştı.
2- Allah'a Kulluk Eden İlk Müslüman
Peygamberlik görevini üstlenmeye hazırlıklı olmak amacıyla, kâinatın yaratıcısı ve varlık âleminin yoktan var edicisi olan Allah'a mutlak boyun eğmek, O'nun ulu gücüne ve hikmetinin geçerliliğine tam teslimiyet, tek, ortaksız ve varlığı hiçbir şeye bağımlı olmayan (samed) ilâh karşısında tam ve gönüllü bir kulluk, Allah tarafından seçilencek her insan tarafından aşılması gereken ilk zirvedir. Kur'ân-ı Kerim bu büyük Peygamber'in bu zirveyi aştığına ötesine geçtiğine tanıklık ederek şöyle diyor:
"De ki: Rabbim beni doğru yola iletti… Ben Müslümanların ilkiyim."[6]
Bu seçilmişlik bu Müslüman kulun elde ettiği kemal madalyası oldu. Artık kullukta kendisi dışında kalan herkese üstünlük sağlamıştı. Bu örnek kulluk sözlerinde ve davranışlarında somutlaştı. Öyle ki: "Benim göz aydınlığım namazdadır." dedi.[7] Çünkü o sürekli namaz vaktini bekler, Allah'ın huzurunda durmak için şiddetli bir özlem besler ve müezzini Bilâl'a: "Bizi rahatlat, ey Bilâl!" derdi.[8] Ev halkı ile konuşur, onlar da onunla konuşurlardı. Fakat namaz vakti girince o ev halkını tanımaz gibi olurdu., onlar da onu tanımaz gibi olurlardı.[9] Namaz kılarken göğsünden tarak dişlerinin çıtırtısına benzer çıtırtılar işitilirdi.[10] Yine namaz sırasında Allah korkusu ile o kadar çok ağlardı ki, gözyaşları secde ettiği namaz kıldığı yeri ıslatırdı.[11] Ayakları şişinceye kadar namaz için ayakta dururdu/kılardı. Bunu görenler kendisine: "Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmişken neden bu kadar ibadet için zahmete katlanıyorsun sen mi bunu yapıyorsun?" diyenlere de: "Ben şükreden bir kul olmayayım mı?" diye karşılık verirdi.[12]
Şaban ve ramazan aylarının tüm günleri ile her ayın üç gününde oruç tutardı. Ramazan ayı girince yüzünün rengi değişirdi, daha çok namaz kılar ve dualarında tazarru ile Allah'a yalvarıp yakarırdı.[13] Ramazanın son günü gelince de kuşağını bağlar, kadınlardan uzaklaşır, geceleri ihya eder, kendini ibadete verirdi.[14] Dua hakkında: "Dua, ibadetin iliğidir." ve "Dua müminin silâhı, dinin direği, göklerin ve yeryüzünün nurudur." derdi.[15] O sürekli biçimde Allah ile bağlantılı idiolurdu, küçük-büyük her işte, her davranışta yakarma ve dua ile hep Allah'a sığınırdı. Öyle ki, günde yetmiş kez Allah'tan mağfiret diler, günah işlemesi söz konusu olmaksızın günde yetmiş kez tövbe ederdi.[16] Her uykudan uyanışında mutlaka secdeye kapanırdı.[17] Her gün üç yüz altmış kere: "Elhamdu lillahi Rabbi'l-âlemîne kesiren alâ kulli hâl." ("Her durum için âlemlerin Rabbi olan Allah'a çok çok hamdolsun.") diyerek Allah'a hamt ederdi.[18] Kur'ân okumaya çok istekli ve çok düşkündü.
Kendini ibadetle çok yorduğu ve yıprattığı için ibadet temposunu hafifletsin diye Cebrail ona yüce Allah'ın şu mesajı ile inmişti: "Tâ Hâ. Biz bu Kur'ân'ı sana sıkıntı çekesin diye indirmedik."[19]
3- Allah'a Mutlak Güven
Yüce Allah Hz. Peygamber'e (s.a.a) hitaben buyuruyor ki: "Allah kuluna yetmez mi?"[20]
Yine ona hitaben şöyle buyuruyor:
"Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan. O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)."[21]
Yüce Allah'ın buyurduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'a karşı kayıtsız şartsız güven hâlinde idi.
Cabir b. Abdullah şöyle diyor: "Bir defasında Resulullah (s.a.a) ile birlikte Zâtu'r-Rıka' denen yerde bulunuyorduk. Gölgeli bir ağacın yanına varmıştık. Orayı Peygamber'e bıraktık. O sırada müşriklerden biri Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına geldi. Peygamber'in kılıcı ağaca asılı idi. Adam kılıcı alıp çekti ve Resulullah'a: 'Benden korkuyor musun?' dedi. Hz. Peygamber: 'Hayır.' dedi. Adam: 'Seni elimden kim kurtarır?' dedi. Peygamber: 'Allah.' dedi. Bunun üzerine kılıç adamın elinden düştü. Resulullah yere düşen kılıcı eline alarak: 'Seni benim elimden kim kurtarır?' dedi. Adam: 'Eline kılıç alanların en iyisi ol.' dedi. Hz. Peygamber: 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın resulü olduğuma şahadet eder misin?' dedi. Adam: 'Hayır, şahadet etmem. Fakat seninle hiç savaşmayacağıma ve seninle savaşan bir kavimle beraber olmayacağıma dair sana söz veriyorum.' dedi. Peygamber onu salıverdi. Adam arkadaşlarının yanına dönünce: 'İnsanların en hayırlısının yanından size geldim.' dedi."[22]
4- Üstün Cesaret
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"O peygamberler Allah'ın buyruklarını duyururlar ve Allah'tan korkarlar; O'ndan başka hiç kimseden korkmazlar."[23]
Arap süvarilerinin önünde eğildikleri Ebu Talip oğlu İmam Ali'nin (a.s) de şöyle dediği nakledilir: "Savaşın kızıştığı ve tarafların karşı karşıya geldikleri sıralarda, Resulullah'a sığınırdık ve o içimizde düşmana en yakın kişi olurdu."[24]
Sahabîlerden Mikdad, Hz. Peygamber'in Uhud Savaşı'nda Müslüman ordusunun bozguna uğramasından ve Hz. Peygamber'ikendisini yalnız bırakmalarından sonraki Peygamber’in direnişini şöyle anlatıyor: "Onu hak üzere gönderen Allah'a yemin ederim ki, Hz. Peygamber'in (s.a.a) bir karış geriye çekildiğini görmedim. O düşmanla yüz yüze idi. Ashabından bir grubu bazen ona dönüyor, çevresinde toplanıyordu, bazen de çevresinden ayrılıyordu. Onu çatışma duruncaya kadar hep ayakta ya ok, ya taş atarken gördüm.” Sonunda karşı taraftakiler siperlere sığındılar."[25]
5- Benzersiz Züht
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine göz dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir."[26]
Ebu Umame'nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Rabbim bana, Mekke vadisini benim için altın yapmayı teklif etti. Ben de dedim ki: Hayır, ya Rabbi. Bunun yerine bir gün karnım doysun, bir gün aç kalayım. Aç kaldığımda sana yalvarır, seni anarım. Karnım doyduğunda ise sana şükür ve hamt ederim."[27]
Hz. Peygamber bir defasında hasır üzerinde uyumuştu. Kalktığında vücudunda sırtında hasırın izi çıkmıştı. Kendisine: "Sana bir döşek hazırlayalım." dediklerinde şu karşılığı verdi: "Benim dünya ile ne işim var, biliyor musunuz? Ben dünyada bir ağacın altında gölgelenmiş ve sonra kalkıp o gölgeyi terk etmiş, hayvan sırtında bir yolcu gibiyim."[28]
İbn-i Abbas diyor ki: "Resulullah (s.a.a) arka arkaya gecelerce aç karınlına yatağa girerdi. Ev halkı da akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Çoğu kere ekmekleri arpa ekmeği olurdu."[29]
Ayşe validemiz diyor ki: "Âl-i Muhammed'in bir günde yedikleri iki öğün yemeğin biri mutlaka hurma olurdu."[30]
Yine ümmülmüminin Ayşe diyor ki: "Resulullah (s.a.a) vefat ettiğinde, savaşlarda giydiği zırh otuz sâ'[31] arpanın karşılığı olarak bir Yahudide rehin idi."[32]
Enes b. Malik'in verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber'in (s.a.a) kızı Hz. Fatıma (a.s) bir defasında elinde bir parça ekmekle Resulullah'a geldi. Hz. Peygamber: "Ey Fatıma, bu nedir parçasıdır?" diye sordu. Fatıma: "Bir ekmek parçasıdır. Bu ekmek parçasını sana getirmeden içim rahat etmedi." dedi. Peygamber de: "Bu ekmek parçası üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir." dedi.[33]
Kautade şöyle diyor: "Bir defasında Enes ile beraberdik. O sırada yanında bulunan ekmekçisi şöyle dedi: Peygamber Allah'a kavuşuncaya kadar ne ince öğütülmüş undan bir ekmek ve ne kızartılmış koyun eti yedi."[34]
6- Büyük Cömertlik ve Yumuşak Huyluluk
İbn-i Abbas diyor ki: "Resulullah (s.a.a) hayırda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu dönem ramazan ayı idi... Cebrail her yıl ramazan ayında ona gelirdi... Cebrail ona geldiğinde yağmur getiren rüzgârdan daha cömert olurdu."[35]
Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün bir elbise tüccarına gidip dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Tüccarın yanından gömleği giyerek çıktı. O sırada ensardan biri ile karşılaştı. Adam: "Ey Allah'ın Resulü, bana bir gömlek giydir, Allah sana bir cennet elbisesi giydirsin." dedi. Hz. Peygamber az önce giydiği gömleği üzerinden çıkararak adama giydirdi. Arkasından yine dükkân sahibinin yanına döndü ve ondan dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Yanında iki dirhem parası kalmıştı. Yolda bir cariye (kadın köle) ile karşılaştı. Kadın ağlıyordu. Peygamber: "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. Kadın: "Ey Allah'ın Resulü, dedi, efendimin ailesi, karşılığında un satın alayım diye bana iki dirhem verdi, verdikleri iki dirhem kayboldu." Hz. Peygamber (s.a.a) elinde kalan iki dirhemi kadına verdi. Kadın: "Efendimin ailesi beni döver diye korkuyorum." dedi. Bunun üzerine Resulullah kadın köle ile birlikte yürüyüp efendisinin oturduğu evin kapısına geldi. Selâm verdi. İçerdekiler sesini tanıdılar. Tekrar selâm verdi. Arkasından üçüncü kez selâm vermesi üzerine ancak selâmını aldılar. Hz. Peygamber: "İlk selâmı duymadınız mı?" diye sordu. Evdekiler: "Evet, duyduk. Fakat bize birkaç kez daha selâm vermeni istedik. Anamız, babamız sana feda kurban olsun, sen mutluluk verici bir ziyaretçisin." dediler. Hz. Peygamber: "Bu cariye kendisini döveceğinizden korktu." dedi. Cariyenin efendisi: "Sen onunla beraber geldiğin için o Allah rızası için artık özgürdür." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) onları hayırla ve cennet ile müjdeledikten sonra şöyle dedi: "Yüce Allah o on dirhemi bereketli kıldı. Peygamberine ve ensardan bir adama birer gömlek giydirdi ve geriye kalan para ile bir köle azat etti. Hamdolsun Allah'a. O ki, bunları bize kudreti ile nasip etti."[37]
Hz. Peygamber ramazan ayı girdiğinde bütün esirleri serbest bırakır ve her dilenciye sadaka verirdi.[38]
Ayşe validemiz diyor ki: "Allah Resulü (s.a.a) kendisine yapılan hiçbir kötü hareketin intikamını almadı. Yalnız Allah'ın hükümlerinin çiğnenmesine sebep olan hareketler haram kıldığı hareketler müstesna. Hiçbir şeyi asla eli ile dövmedi. Yalnız Allah yolundaki dövmeler hariç. Kendinden istenilen bir şeyi asla reddetmedi. Yalnız istenen şeyin günah olması durumu müstesna. O, günah olan istekleri karşılamaktan en uzak olan kişi idi."[39]
Ubeyd b. Umeyr diyor ki: "Resulullah (s.a.a) önüne getirilen bütün kötü hareketleri, had gerektirenleri dışında mutlaka affetmiştir."[40]
Enes diyor ki:
"Peygamber'e (s.a.a) on yıl hizmet ettim. Bana hiç 'of' bile demedi. Yaptığım hiçbir işe: 'Bunu niçin yaptın?' demedi. Yapmadığım hiçbir iş için de: 'Bunu niçin yapmadın?' demedi."[41]
Bir defasında bir bedevî Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına gelerek abasının hırkasının ucundan şiddetle çekti. Öyle ki, abanın hırkanın astarı boynunda iz bıraktı. Arkasından Hz. Peygamber'e: "Ey Muhammed, yanında bulunan Allah'ın malından bana verilmesini emret." dedi. Hz. Peygamber bedevîye doğru döndü ve güldü, sonra ona bir bağışta bulunulmasını emretti.
Hz. Peygamber (s.a.a) hayatı boyunca affediciliği ve hoş görüşlüğüyle ile tanındı... Amcasını öldüren Vahşi'yi bile affetti... Kendisine zehirli koyun getiren Yahudi kadını affetti. Ebu Süfyan'ı affederek evine girilmesini öldürülmemesi için yeterli sebep gerekçesi saydı. Rablerinin emrine karşı gelip ellerindeki bütün imkânlarla ona karşı savaşan Kureyşlileri güven ve iktidarın zirvesindeyken şöyle diyerek affetti: "Allah'ım, kavmimi doğru yola ilet. Çünkü onlar bilmiyorlar... Gidin, serbestsiniz."[42]
Hz. Peygamber'in (s.a.a) büyük yumuşak huyluluğu Kur'ân-ı Kerim'in şu ayetinde gayet veciz bir dille şöyle ifade ediliyor: "Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın şüphesiz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile…"[43] Onun ne kadar müşfik ve merhametli olduğu ise şöyle anlatılıyor:
"Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ağırına gider, size son derece düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir."[44]
7- Hz. Peygamber'in Hayatı ve Tevazuu
Ebu Said-i Hudrî diyor ki: "Resulullah (s.a.a), evden dışarı çıkmamış utangaç bir kızdan daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmadığı zaman bu durum yüz ifadesinden anlaşılırdı."[45]
İmam Ali (a.s) diyor ki: "Peygamber'den (s.a.a) yapmak istediği bir şey istenince: 'Evet.' derdi. Fakat kendisinden yapmak istemediği istendiğinde ise susardı. Hiçbir şeye: 'Hayır.' demezdi."[46]
Yahya b. Ebu Kesir'in bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ben her kulun yemek yediği gibi yemek yer, her kulun oturduğu gibi otururum. Ben sadece bir kulum."[47]
Hakkında bize gelen çok yaygın rivayetlere göre o, küçük çocuklara selâm verirdi.[48]
Hz. Peygamber (s.a.a) bir defasında biri ile konuşurken adam titremeye başladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) o şöyle dedi: "Sakin ol. Ben bir padişah değilim. Ben kıyılıp kurutulmuş et parçaları yiyen bir kadının oğluyum."[49]
Ebu Umame şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a) bir defasında değneğe dayanarak yanımıza geldi. Onun için ayağa kalkmamız üzerine şöyle dedi: Birbirini ululaştıran acemlerin ayağa kalkmaları gibi ayağa kalkmayın."[50]
Hz. Peygamber (s.a.a) sahabîleri ile şakalaşır ve kesinlikle doğru olanı söylerdi.[51] Medine'deki mescidin yapımında sahabîleri ile birlikte çalıştı,[52] bir savaş hazırlığı sırasında hendek kazdı.[53] İnsanların en üstün akıla sahip olmasına rağmen sahabîleri ile sık sık görüş alışverişinde, istişarede bulunurdu.[54]
O şöyle derdi: "Allah'ım, beni yoksul ve düşkün olarak yaşat, yoksul ve düşkün olarak canımı al ve beni yoksul ve düşkünler arasında haşret. En bedbaht kişi, hem dünyada fakir, hem de ahirette azap çekecek olan kişidir."[55]
Bu anlatılanlar Hz. Peygamber'in (s.a.a) kişiliğinin bazı özellikleri, onun ferdî ve sosyal davranışları ile ilgili oldukça özetlenmiş bir tablodur. Onun davranışları, idarî, siyasî, askerî, ekonomik ve ailevî hayatı ile ilgili çok sayıda çarpıcı tablolar vardır ki, bunlardan örnek ve ilham kaynağı olarak yararlanabilmek, bunları uygulayabilmek için derinliğine incelenmesi gerekir. Bu derinliğine incelemeyi önümüzdeki fasıllara bırakıyoruz.
Dipnotlar________________________________________________________________________________________________________
1] -Nahl, 103
[2] -Cum'a, 2
[3] -A'râf, 158
[4] - Nisâ, 113
[5] -Mâide, 15; Ahzâb, 46; Nisâ, 174; Fetih, 8; Zuhruf, 29; A'râf, 68; Gâşiye, 21; İsrâ, 105; Mâide, 19
[6] - En'âm, 161–163
[7] -el-Emali, Şeyh Tûsî, c.2, s.141
[8] - Biharu'l-Envar, c.83, s.16
[9] -Ahlâku'n-Nebiyy ve Âdâbuhu, s.251
[10] -Ahlâku'n-Nebiyy ve Âdâbuhu, s.201
[11] - Sünenü'n-Nebiyy, s.32
[12] - Ahlâku'n-Nebiyy ve Âdâbuhu, s.199; Sahih-i Buharî, c.1, s.381, hadis 1078.
[13] -Vesailu'ş-Şia, c.4, s.309; Sünenü'n-Nebiyy, s.300
[14] -el-Kâfi, c.4, s.155
[15] -el-Mehaccetu'l-Beyda, c.2, s.282–284
[16] -Biharu'l-Envar, c.16, s.217
[17] -Biharu'l-Envar, c.16, s.253
[18] -el-Kâfi, c.2, s.503
[19] -Tâhâ, 1-2
[20] -Zümer, 36
[21] - Şuarâ, 217–219
[22] -Riyazu's-Salihin, Nevevî, c.5, h: 78; Sahih-i Müslim, c.4, s.465
[23] - Ahzâb, 39
[24] -Fezailu'l-Hamse Mine's-Sihahi's-Sitte, c.1, s.138
[25] -el-Meğazi, Vakıdî, c.1, s.239–240
[26] -Tâhâ, 131
[27] -Sünen-i Tirmizî, c.4, s.518, hadis: 2377
[28] -age.
[29] - Sünen-i Tirmizî, c.4, s.501, hadis: 2360
[30] - Sahih-i Buharî, c.5, s.2371, hadis: 6090
[31] -[Sa'; bir ölçek adı olup, 2.917 kg. (yani yaklaşık üç kilogram)dır. Genellikle buğday vs. ölçümünde kullanılır.]
[32] -Sahih-i Buharî, c.3, s.1068, hadis: 2759
[33] - et-Tabakatu'l-Kübra, İbn-i Sa'd, c.1, s.400
[34] -Müsned-i Ahmed, c.3, s.582, hadis: 11887
[35] -Sahih-i Müslim, c.4, s.481, hadis: 3308; Müsned-i Ahmed, c.1, s.598, hadis: 3415
[37] -el-Mu'cemu'l-Kebir, Taberanî, c.12, s.337, hadis: 13607
[38] - Hayatu'n-Nebiyy ve Siretuhu, c.3, s.311
[39] -Hayatu'n-Nebiyy ve Siretuhu, c.3, s.307
[40] -Sahih-i Buharî, c.5, s.2260, hadis: 5738
[41] -Sahih-i Buharî, c.5, s.2260, hadis: 5738
[42] - Muhammed Fi'l-Kur'ân, s. 60–65
[43] - Âl-i İmrân, 159
[44] -Tevbe, 128
[45] -Sahih-i Buharî, c.3, s.1306, hadis: 3369
[46] - Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.13
[47] -et-Tabakatu'l-Kübra, İbn-i Sa'd, c.1, s.37; Mecmu'z-Zevaid, c.9, s.19
[48] -İbn-i Sa'd'dan naklen Hayatu'n-Nebiyy ve Siretuhu, c.3, s.313
[49] -Sünen-i İbn-i Mace, c.2, s.1101, hadis: 3312
[50] -Sünen-i Ebu Dâvud, c.4, s.358, hadis: 5230
[51] -Sünen-i Tirmizî, c.4, s.304, hadis: 1990
[52] -Müsned-i Ahmed, c.3, s.80
[53] -et-Tabakatu'l-Kübra, İbn-i Sa'd, c.1, s.240
[54] - ed-Dürrü'l-Mensûr, c.2, s.359; Mevahibu'l-Ledünniye, c.2, s.331
[55] -Sünen-i Tirmizî, c.4, s.499, hadis: 2352
Dr. İmad Vahhabilik inancını terk ederek Şii oldu
Önce Vahhabi inancına sahip olan Dr. İmad, Şii inancı seçdi.
Şu anda Vahhabilerin büyük bir kısmının itidal düzeyine ulaştıklarını, gerçekleri görerek bazı aşırı hareketlerinden vaz geçtiklerini söyledi.
İran’ın Kazvin şehrinde Hz. Fatıma’nın şehadet yıldönümü nedeniyle düzenlenen “en büyük dost” sempozyumuna katılan Dr. İmad, Şia ve Ehlibeyt mektebini internetten ve değişik televizyon kanallarından takip ederek yakından tanıma fırsatını bulduğunu belirterek, artık devamlı Vahhabilerin önemli şahsiyetlerinin Ehlibeyt mektebine dönerek Şia olduğunu görüyoruz dedi.
Yemen doğumlu olan ve Arabistan’da büyüyen Dr. İsam İmad Arabistan’daki Şia düşmanlığı konusunda şöyle dedi: “İlk günden okullarda Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın hataları ve yanlış düşünceleri işleniyor, sonra Vahhabiliğin merkezi olan Riyad’daki okullar ve üniversitelerde Hz. Fatıma’nın hataları anlatılıyor, günahkâr biri olduğu inandırılıyor, ardından da İmam Hasan ve Hüseyin’in kendi hataları yüzünden öldükleri konusu işleniyor.”
Şia mektebiyle tanışmasını ise şöyle anlatıyor: “Riyad’daki Muhammed Suud üniversitesinde yüksek lisans tezi olarak Hz. Ali’nin hataları, günahları ve eksiklikleri konusu bana verilmişti. Bu konuda araştırma yaparken Büyük Şii alimi Şeyh Mufid’in kitapları elime geçti. O kitaplardan Hz. Ali’ye yapılan zulümlerin boyutunu anladım. Araştırmalarımı derinleştirince Hz. Fatıma ve Ehlibeyt’e yapılan haksızlıkları gördüm”
Dr. İmad Vahhabi okullarında Peygamberimizin eşi Aişe dışında diğer kadınların örnek gösterilmesine izin verilmediğini, Sahihi Buhari ve Müslüm gibi temel kaynaklarda Hz. Hatice’nin yüce makamına birçok deliller olmasına rağmen bu konunun asla dillendirilmediğini anne kız Hz. Hatice ve Hz. Fatıma’nın İslam tarihinde mazlum kaldıklarını söyledi.
Vahhabi alimlerinin Şia kitaplarından firar ettiklerini anlatan Dr. İmad, bu kitapları alıp okuma fırsatı yakalayan birçok Vahhabi alimin Şia mektebini kabul ettiğini fakat korku ve baskıdan çekinerek açıklamadıklarını söyledi.
Ehli Sünneti’in Vahhabiler’den ayrılması gerektiğini vurgulayan Dr. İmad, “Ehlisünnet’in Ehlibeyt’e büyük sevgisi vardır, bu sevgiyi dışarıya vurunca da Vahhabiler benim mürted olduğuma hüküm vererek, Arabistan’da buluna ailemi de göz hapsine aldılar” dedi.
Mezhepçilik, Kin Ve Düşmanlıktan Beslenenler
Allah’ın Adıyla…
Din kardeşlerimize, hatta bölgemizde yaşayan her türlü dine mensup, ama her dine hoşgörü gösteren insanlarla birlikte, barış içinde yaşamamızın gerekirken, bu günlerde birliğe daha bir önem vermemiz zorunluyken, tüm zamanlardan daha fazla insanlığa merhamete ihtiyacımız varken, hiçbir mezhep başka bir mezhebin mukaddesatına saldırmaması gerekirken, bölgemizde sükunet pamuk ipliğine bağlıyken, seçilen her söze çok dikkat edip en ufak bir kıvılcımın bölgeyi ateş topuna döndüreceğini kim inkar edebilir?
Bu yalın gerçeğe rağmen, zamanlı zamansız öten horoz misali Müslümanların zamanını şaşırmasını sağlamaktan başka “misyon“ u yokmuşçasına bir çaba gösteren Zaman Gazetesi; adeta ümmetin parçalanması için elinden geleni yapıyor ve maalesef bugün de boş durmuyor… Kariyerini kaoslardan besleyen, onu takip edenleri tam bir ölüm makinesi haline getirmek isteyen, ama takipçilerinin aklıselim davranmasından dolayı bunu başaramayan grup yine iş başına geçiyor... Bir gün, sadece bir kişinin yaptığı marjinal bir hatayı bütün bir topluluğa mal ediyor, bir başka gün Sünni kardeşlerimizi Şia kardeşlerine saldırtmak için kışkırtıcı uç noktaları bulup çarşaf çarşaf yayınlamaktan çekinmiyor. Ve bu inanılmaz sarmal içinde cehalet ya da garazın izlerini bırakmaktan da çekinmeden, henüz bir hafta “Zaman” geçmesine fırsat bile vermeden Resulullah Efendimizin sünnet-i seniyyesini en mükemmel haliyle yaşayan ve yaşatan Müslüman Şia hakkında yalan dolu bir makale, bir haber, ya da bir video yayınlamayı ihmal etmiyor.
Zaman’ın Şia Caferi Müslümanlarına beslediği bu garaz ve marazı anlayabilmek mümkün değil doğrusu…
Bu kardeşlerimize şu soruyu sormadan edemeyeceğim:
Ümmetin bu kadar sorunu varken, dünyanın neresinde zulüm varsa orada Müslüman varken, başka derdiniz yok mu sizin?
Sizin dünyayı kana bulayanlarla neden derdiniz yok?
Neden hiçbir sayfanızda küresel hegemonik zalimlere tek bir kelime etmezsiniz de sadece Müslüman kardeşlerinize saldırıp durursunuz?
Hem Sünniler hakkında ileri geri konuşanı bulup çıkarıp düşmanlık ederek yayınlayıp bütün Şiaları karalıyor fitne yayıyorsunuz, ardından Şia hakkında yalan yanlış yazılar yazıp Sünni Müslümanlara yalan haberler vererek araya düşmanlık sokuyorsunuz.
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1277891&title=iran-sunnilerine-yapilan-baskilar-ya-da-sii-mezhep-fasizmi
Yukarıdaki Linkte yazılan yazının tamamı İstanbul’da bir okulun müdür yardımcısı tarafından tüm sınıflara asılmış ve öğrencilerin okuması istenmiştir. Yazı (Dr. Ali Rıza Gafuri ‘ye aittir) yazan adamı tanımadan yazdığı yayın organı itibariyle ne mal olduğunu anlayabiliyoruz, kendisini tanımasak bile yazdığı ve yayınladığı yayın organının ne olduğunu bildiğimizden kişiyi tanıyabiliyoruz, ve neye hizmet ettiğini hemen anlıyoruz, hemen çözüyoruz.
Peki bu yazıyı okula asan müdür yardımcısına ne demeli, onun görevini kimse söylememiş mi o müdüre? Bu nasıl bir düşmanlıktır, ne kadar da büyük bir kindir, akılları alınmış gibi ne yaptıklarını bilmiyor, kendi kininini zehrini körpe bedenlerin damarına işliyor. Dünya’da olan savaşların nedeninin geneli din ve mezhep eksenli olduğunu düşünmeden geleceğimiz olan çocukları savaşa hazırlıyor.
Sınıflara bu yazıyı asmada seçilen zaman çok önemli, bu zamanda bölgemiz ateş altındayken hem yapay Şia- Sünni kavgası çıkarmak isteyenlerin sesine kulak veriyor, her haberine ayrılıkçı, kafatasçı, fitne kokan sözlerle başlayan bir gazetenin yalan dolan dolu yazısını sınıflara astırıyorsun.
Bu olayın mantıklı tek bir izahatı yoktur. Ama her türlü ırktan renkten mezhepten insanların okuduğu bir okula bu yazıyı asmanın, bir çok inkâr edilemez olumsuz yönleri vardır. Kin, nefret, düşmanlık, ayrılık, fitne ne dersen de.
Böyle bir şeyi yapmanın başka ne gibi bir açıklaması olabilir? Sen bir müdür yardımcısısın, çocuklara şimdiden Müslüman kardeşini düşman gösteriyorsun. Gelecekte saldırılacak kesimin adresini veriyorsun, kiminle düşman olunması gerektiğini öğretiyorsun. Sana, ya da Müslüman olan herkese düşman olanın ekmeğine yağ sürüyorsun, uzaktan bakıp halimize gülmelerini sağlıyorsun. İyilik yaptığını zannediyorsun ama; yazıyı kaleme alan da, sen de, zavallısın!
Yazılan yazının içinde olanlar tamamen yalan olduğundan onlar hakkında yazmaya bile gerek duymuyorum. Bunlar, ben kendimi bildim bileli anlatılan masallar. Ezberledik, aynı şeyleri dinlemekten bıktık, yalan bulamayınca doğru konuşanların sözünden, iftirasından başka bir şey değil bunlar. Delilsiz, boş ve kuru sözden ibaret.
Okumuş biri, tahsil görmüş, gördüğü tahsilden küçücük çocukların beynini yıkıyor. Görevini yapmak yerine abisinden emir almış ve gereğini yapıyor, konum itibarıyla görevi sadece eğitmenlik olan bu şahıs görevini kötüye kullanarak mezhepçilik yapıyor. Ayrımcılığın olacağı en son yerde ayrımcılığın en büyüğünü yapıyor.
Hüseyin Tugay
Türkiye’nin prestiji ve İran
İranlı yetkililer çok önemli bir haberle kameraların karşısında idi.
ABD’nin istihbarat uçağını düşürdüklerini geçtiğimiz günlerde uçağın önünde verdikleri pozlarla basına duyuran İranlılar, şimdi de bu uçağın kodlarını çözdüklerini ve aynısını yapacaklarını açıkladılar.
İran’ın, uçağın yazılım kodlarını çözmesi, teknolojide rakipsiz olduğunu her fırsatta dile getiren ABD’den daha ileri olduğunu göstermektedir.
Müslüman bir ülkenin bunu başarması da bizim için ayrı bir gurur kaynağıdır.
Matematik, astronomi, cebir gibi ilimlerin kaynağı İslam âlemidir. Bugün kullanılan harita ilminin temeli Müslümanlara aittir.
Ancak Müslüman âlemi, son dönemde Batının oyunları ile teknikte hep geri kalmıştır. Para verilerek alınan hazır teknolojiler ise eski veya bozuktur.
Hatırlanacaktır, İsrail’den yüksek bir meblağ ile satın aldığımız casus uçakların bozuk çıktığı basına yansımıştı.
Ancak İran kaynaklı haber, demek ki Müslümanlar da teknolojide Batı ile yarışabilir hatta onları geçer dedirtmiştir.
Öte yandan İran televizyonuna demeç veren Lübnanlı Prof. Muhsin Salih, “Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran’la olan ilişkilerinde ABD, İsrail ve Batının rolünü düşünmek gerekir” demiştir.
İran, Suriye ve Irak Türkiye’nin komşuları olduğu için bu ülkeler seçilmiş ama Türkiye yüzünü Doğuya dönerse Müslüman âlemin başı olarak yer alacağı koskoca bir dünya onu beklemektedir.
Oysa yüzümüzü Batıya çevirmenin bize zerre faydası görülmemiştir.
Yıllardır, kapısında bekletildiğimiz AB’ye giriş sürecinde yaşadıklarımız ortadadır.
İç işlerimize karışılmasına neden olan talepler bir yana, bu kapıda bekletilme Türkiye’nin uluslararası prestijini de ciddi manada zedelemiştir.
Şimdi de ABD adına ve İsrail yararına, komşular ile tarihi geçmişe dayalı birliktelikler sona erdirilmiştir.
Yetkililerimiz, ABD karşıtı ülkelere “ABD ile aranızı iyi tutun” mesajları götürmektedir.
Bu “taşıyıcı misyonu” ile Türkiye’nin uluslararası prestiji sizce ne noktadadır?
Üstelik İranlı yetkililer de tıpkı Lübnanlı profesör gibi, Türkiye’nin başkaları adına hareket ettiğini her fırsatta dile getirmektedirler.
Öyleyse, Türkiye uluslararası arenada icraatları ile geldiği noktayı iyi değerlendirmelidir.
“Dosta güven düşmana korku salan”, “sömürülen halklar için büyük örnek” olan Türkiye Cumhuriyeti devleti son dönemde hakkında bahsi geçen imajı değiştirmek zorundadır.
Çünkü tarihten gelen misyonu bu değildir.
Prof.Haydar Baş 25/04/2012
Yazının devamı için...
http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12001355/turkiye-nin-prestiji-ve-iran/prof-dr-haydar-bas
İran nükleer çabaların meyvesini almaya başladı...
İran yarım asırlık nükleer çabaların meyvesini almaya başladı
İran'ın ilk nükleer santrali olan Buşehr'de, elektrik üretiminin 940 megavata kadar çıktığı bildirildi.
İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Firuddin Abbasi, devlet televizyonuna verdiği demeçte Buşehr nükleer santralinde tam kapasite elektrik üretimi için sona yaklaşıldığını söyledi.
Santralde ilk elektrik üretimine başlanmasından bu yana birçok kez testler yapıldığını ve elektrik üretme gücünün kademeli olarak artırıldığını belirten Abbasi, önceki gece 940 megavatlık bir güce ulaşıldığını açıkladı.
Abbasi, 1000 megavat elektrik üretme gücündeki santralin birkaç ay içinde tam kapasiteye ulaşmasının planlandığını bildirdi.
Rusya'nın Buşehr santralini bitirmekle yükümlü olduğunu kaydeden Abbasi, anlaşmalar doğrultusunda santralin işletilmesinin kademeli olarak İran'a devredileceğini belirtti.
Buşehr nükleer santrali, 4 Eylül 2011'de ilk etapta üretilen 60 megavat gücündeki elektrikle faaliyete başlamıştı.
İran'da nükleer enerjiden elektrik üretmek amacıyla 1950'li yıllarda başlatılan projelerden biri olan Buşehr santrali, üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen bir dizi sorundan dolayı planlandığı şekilde faaliyete geçirilemedi.
Nükleer teknoloji ve enerji elde etmesi için ABD, Almanya ve Fransa gibi Batılı ülkelerce teşvik edilen İran, 1979 İslam Devrimi sonrasındaki süreçte nükleer enerji faaliyetlerinden dolayı yine bizzat bu ülkelerin başını çektiği güçlerce yaptırım, baskı ve tehditlere maruz kaldı. Batı ülkeleri Şah'ın devrilmesinin ardından nükleer projelerle ilgili anlaşmaları tek taraflı olarak iptal etti.
Yarım kalan nükleer projelerden biri olan Buşehr nükleer santralinin tamamlanması için 1990'lı yıllarda Rusya devreye girdi.
Taraflar arasındaki uzun müzakerelerden sonra Rusya, Buşehr'in bitirilmesini resmen üstlenmiş oldu.
Ancak, Rusya'nın 1999'da teslim etme vaadinde bulunduğu Buşehr nükleer santralinin yapımı, ABD ve müttefiklerinin Moskova üzerindeki baskılarının ve diğer uluslararası dengelerin etkisiyle bir türlü tamamlanamadı. Rusya yönetimi ise, 13 yıl önce tamamlanması gereken santralle ilgili gecikmeyi ekonomik ve teknik sorunlara bağlıyor.
Elektrik üretimine başlaması defalarca ertelendikten sonra ilk kez 4 Eylül 2011'de 60 megavat elektrik üreten Buşehr'in tam kapasiteye ne zaman ulaşacağı ise şimdilik bilinmiyor.
Aleviler Namaz Kılmak Zorunda mı?
Sorunun cevabına geçmeden önce Alevi sözcüğünün ne anlama geldiğini açıklayalım; eskiden beri Hz. Ali’nin (a.s) soyundan gelen seyyitlere Alevî denilmiştir. Nitekim İmam Hasan’ın (a.s) soyundan gelenlere Hasenî, İmam Hüseyin’in (a.s) soyundan gelenlere Hüseynî, İmam Musa Kazım’ın (a.s) soyundan gelenlere Musavî, İmam Rıza’nın soyundan gelenlere de Razavî demişlerdir. Şimdi de onların soyundan gelen seyyidlere öyle diyorlar. Daha sonra zamanla Hz. Ali’nin (a.s) taraftarları ve takipçilerine de Alevî denilmiştir. Hz. Ali’nin döneminde onun taraftarlarına ve takipçilerine genellikle Şia deniliyordu. Selman, Ebuzer ve Mikdat gibi sahabeler geldiklerinde Ali’nin Şiası yani taraftarı, takipçisi geldi diyorlardı.
Şia terimi, Hz. Resulullah (s.a.a)’in kendi zamanında Hz. Ali’nin (a.s) takipçilerine verilen isimdir. Şia ismini Hz. Ali (a.s)’ın takipçilerine veren, bizzat Resulullah’ın (s.a.a) kendisidir. Hz. Peygamber’in kendisi Hz. Ali’nin taraftar ve takipçilerini, “Şia“, “Naci” ve “Kurtuluşa erenler” olarak adlandırmıştır.
Hilyet’ul-Evliya!da İbn-i Abbas’tan şöyle naklediyor: “Beyyine” suresinin sekizinci ayeti, yani “İnnellezine âmenu ve amil’us-salihati ulâike hum hayr’ul-beriyyeti…” (İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da yaratılmış olanların en hayırlılarıdır…) nazil olduğunda Resulullah (s.a.a) Ali b. Ebi Talib’e hitaben şöyle buyurdular:
“Ya Ali! “Hayr’ül-berriye’den (yaratılmışların en hayırlılarından) maksat sen ve senin şialarındır. Kıyamet günü sen ve şiaların, Allah’ın sizden sizin de Allah’tan razı ve hoşnut olduğunuz halde gelirsiniz.”
Bu konuda birçok hadis nakledilmiştir, isteyenler konuyla ilgili kitaplara başvurabilirler.
Şimdi sorumuza dönelim; Acaba Aleviler namaz kılmak zorunda mıdır?
Cevap: Evet, ben Aleviyim diyen namaz kılmak zorundadır. Zira Alevilerin İmamı olan Hz. Ali (a.s) ve onun tertemiz Ehlibeyti (a.s) olan İmamlar namaz kılmış ve namaz kılmayı da önemle vurgulamışlardır. Kur’an’da namazla ilgili birçok ayetler vardır. Başta Hz. Ali (a.s) olmak üzere Ehlibeyt İmamları (a.s) Kur’an’ı bizzat kendileri okuyor, onu okutuyor ve ona göre de amel ediyorlardı. Onlar hiçbir zaman Kur’an’ın emri dışına çıkmamışlardır, Kur’an’ın emirlerini uygulamak yolunda can ve mallarından geçmişlerdir. İmamların siresine baktığımızda onların Kur’an’a ne kadar önem verdiklerini çok iyi görebiliyoruz, hatta bizlere her gün Kuran’dan elli bir ayet okuyun diye tavsiyede bulunmuşlardır.
Bazı garazlı veya cahil insanlar namaz Arapçada salat olarak geçer, salatın manası da duadır, dolayısıyla namaz diye bir şey yoktur diyorlar. Bunlara cevap olarak şöyle deriz:
Bazı lafız ve sözcüklerin hem lugat, (sözlük) hem de ıstılah (terimsel) manaları vardır. Istılah anlamını taşıyan yerlerde lugat anlamı getirilirse, tamamiyle yanlış ve çarpıtma olur. Öreneğin, “hac” luğatta; kasıt manasınadır ama ıstılahta (şeriatta), Allah rızası için O’nun evini (Kabe’yi) ziyaret etmek ve gereken amelleri yapmaktır. “Savm” (oruç) da lugatta; bir işten kendini tutmak ve sakındırmaktır, ama ıstılahta; belli vakitlerde sabah ezanından akşam ezanına kadar yemek ve içmekten ve cinsi münasebetten uzak durmaktır. “Zekat” da lugatta; temizlik, fazlalık manasınadır ama ıstılahta; kişinin kendi malından Allah yolunda gereken yerlere infak ettiği muayyen miktarda bir maldır. Söz konusu olan “Salat” da lugatta; dua, rahmet vs. manalara gelebilir ama ıstılahta; belli vakitlerde Allah rızası için kılınan namazdır.
İşte bundan dolayı bazı lafız ve sözcükleri lugat manasına yorumlamak yanlış ve saptırma olur. Kalplerinde hastalık olanlar, işlerine gelmediğinden kelimenin ıstılah manasını değil lugat manasını alarak cahil olan insanları saptırmak isterler. Allah (c.c) bütün Müslümanları onların şerrinden korusun.
Namaz; en kamil bir ibadet, en güzel bir kulluk merasimi ve alemlerin Rabbine karşı huşu ve tevazu izharında bulunmaktır.
Kur’ân ayetleri ve rivayetler de namaz hususunda çok önemli gerçekleri söz konusu etmiştir ki bu gerçeklerden bazılarına başlıklar halinde kısaca değinmek istiyoruz:
Namaz; insanı fuhuş ve kötülüklerden korur.
Namaz kılmak mümin topluluğun nişanelerindendir.
Bütün peygamberler, namaz kılan kimselerdi. Peygamberler, ailelerini de namaz kılmaya davet etmişlerdir.
Bütün namazlara dikkat göstermek, farz olan görevlerdendir.
Namaz kılmayan kimse, Allah’ın rahmetinden mahrumdur ve şefaatçilerin şefaati onu kapsamaz.
Namaz dinin kanunlarındandır. Allah’ın hoşnutluğunun cilve mekanıdır ve Peygamberlerin aydınlık yoludur.
Namaz, dini ikrar ettikten sonra İslam’ın başında yer almaktadır. Her şeyin bir şerafet ve yüceliği vardır; dinin şerafet ve yüceliği ise namazdır.
Namaz, şeytanın saldırıları karşısında sağlam bir kaledir.
Namaz, rahmetin iniş sebebidir.
Allah nezdinde en sevimli amel namazdır.
Namaz peygamberlerin en son vasiyetidir.
Namaz Allah Resulü’nün göz nurudur.
Namaz her takvalı insanı Allah’a yaklaştırandır.
Namaz, marifetten sonra en yüce ameldir.
Namaz ilmin sütunudur.
Namazın şartlarına riayet ederek kılmak, bağışlanma sebebidir.
Kıyamette insanların sorguya çekildiği ilk şey namazdır.
Allah’ın kulların amellerinden aldığı ilk şey namazdır.
Kıyamette hesaba çekilen ilk amel namazdır.
Namaz, insanı kibirden temizleme sebebidir.
Namazın kabul olması, takvanın, istekli olmanın, sakınmanın ve haramlardan uzak durmanın ipoteğindedir.
Vaktinde kılınan namazın üstünlüğü, ahiretin dünyaya üstünlüğü gibidir.
Namaz kılmayan kimse kafirdir (amel açısından küfre saplanmıştır).
Namaz kılmayan kimse, ölümden sonra Yahudilerin veya Hıristiyanların veya Mecusilerin safına katılır.
Namazı önemsememek, Allah Resulü tarafından reddedilmeye sebep olur.
Namazı terk etmek, namazı zayi etmek, namazı hafife almak, namazı ertelemek, namazı ilk vaktinden tehir etmek şüphesiz duanın icabetine engel olan etkenlerdir.
İbadetler arasında kapsamlı bir ibadet diyebileceğimiz tek ibadet namazdır. Namaz kılan kimse namaz vesilesiyle Hak Teala’nın huzurunda tümüyle huzu, tevazu ve küçüklük izharında bulunmaktadır. Namaz vesilesiyle, Allah’ın birliğini ikrar etmektedir ve namaz vesilesiyle, Allah’ın dergahına şükrünü belirtmektedir. Araştırma ve marifete dayalı olarak Allah’ın varlığını itiraf etmektedir. Bu organlar insanların iradesiyle birleşerek zevk ve iştiyakla mescide, Kabe’ye, Peygamber ve İmamların haremine koşmaktadırlar.
Bu bölümde kapsamlı bir ibadet olan namaz hakkındaki nakledilen rivayetleri aktarmak istiyoruz. Allah-u Teala’dan acizane bir şekilde, bütün şartlarına, özellikle de ihlas ve hulus özelliğine riayet ederek insanın ferdi azaba duçar olmasına engel olan ve en büyük ibadet sayılan namaz hakkında başarılı kılmasını diliyoruz.
Allah Resulü (s.a.a) namaz hakkında bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Namaz dinin kanunlarındandır. Namazda aziz ve celil olan Rabbin rızayeti vardır ve namaz peygamberlerin yoludur.”[1]
Yine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Övgüsü yüce olan Allah benim göz nurumu namazda karar kılmıştır. Aç kimseye yemeyi ve susuz kimseye suyu sevdirdiği gibi bana da namazı sevdirmiştir. Aç kimse yediğinde doyar, susuz kimse de su içtiğinde suya kanar ama ben asla namaza doymuyorum”[2]
Yine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Namaz için ayağa kalkıp kıbleye yöneldiğinde, Fatiha suresini ve Kur’ân surelerinden mümkün olan bir sureyi okuyup rükuya gittiğinde, rüku, secde, teşehhüd ve selamını tamamladığında, önceki namazla son namaz arasındaki bütün günahların bağışlanmış olur.”[3]
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) namazla ilgili birkaç rivayette şöyle buyurmuştur:
“Namaz rahmet indirir.”[4]
“Namaz her takvalı kimse için Allah’a yakınlaştırıcıdır.”[5]
“Sizlere namazı ve namazı korumayı tavsiye ediyorum. Şüphesiz ki namaz en hayırlı ameldir ve namaz dininizin direğidir.”[6]
“Şüphesiz insan namazda olduğu müddetçe bedeni ve elbisesi ve etrafındaki her şey tesbih eder.”[7]
“Ey Kumeyl! Namaz kılman, oruç tutman ve sadaka vermen iş değildir. Şüphesiz iş, temiz bir kalple namaz kılmak, Allah katında hoşnutluk kazanan bir amel etmek ve düzgün bir huşu içerisinde olmaktır.”[8]
“İnanan kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızktan gizli ve açık infak etsinler.”[9]
Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: “Onlar ki gaybe inanıp namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan Allah yolunda harcarlar.”[10]
Resulullah (Allah’ın rahmeti onun ve Ehlibeyti’nin üzerine olsun) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamette kulun ilk hesap vereceği şey namazdır. Eğer namazı kabul olursa, diğer amelleri de kabul olur; eğer namazı kabul olmazsa, diğer amelleri de kabul olmaz.”
Resulullah (Allah’ın rahmeti onun ve Ehlibeyti’nin üzerine olsun) şöyle buyurmuştur: “Namazı hafife alan benden değildir.”[11]
Yine nakledildiğine göre, İmam Cafer Sadık (a.s) ölüm döşeğindeyken bütün yakınlarının toplanmasını istemiştir. Yakınları başına toplanınca şöyle buyurmuştur: “Biz Ehlibeyt’in şefaati namazı hafife alanlara ulaşmayacaktır.”
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Onlar cennetler içinde suçluların durumunu sorarlar. Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi? Derler ki , biz namaz kılanlardan olmadık…”[12]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Namaz dinin direğidir; kasıtlı olarak namazını terk eden, şüphesiz dinini yıkmıştır.”[13]
Meâric suresinde “namaz kılanlar” şöyle vasfedilmiştir:
“Gerçekten insan, bencil ve hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır, kendisine hayır dokundu mu yardım etmez. Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.
Onlar ki, namazlarını sürekli kılarlar. Onların mallarında belli bir hisse vardır yoksul ve yoksun olan(lar) için. Onlar, ceza ve mükâfat gününü tasdik ederler.
Rablerinin azabından korkarlar… Ve onlar, ırzlarını korurlar; ancak kendi eşleri ya da cariyeleri başka; çünkü onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar..
(Bir de) onlar, kendilerine verilen emaneti ve verdikleri ahdi gözetirler. Şahitliklerinde dosdoğru davranırlar. Namazlarını korurlar. İşte onlar, cennetlerde ağırlanırlar.”[14]
İmam Bâkır (a.s) bir hadisinde namaz kılanın üç özelliği olduğunu buyurur:
“Ayaklarını bastığı yerden göklere kadar melekler tarafından korumaya alınır. Namazı bitene kadar gökten, başına hayırlar yağar. (Allah tarafından) görevlendirilen melek, ‘Namaz kılan, kiminle münacat ettiğini bilse namaz kılmaktan ayrılmaz’ diye seslenir.”[15]
“Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl. Güzellikler kötülükleri silip süpürür. İşte bu, Allah’ı ananlara bir öğüttür.”[16]
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Namaza durup kıbleye yöneldiğinde, Fatiha ve ardından herhangi bir sureyi okuyup rüku yaptığında, namazın rüku ve secdelerini yapıp teşehhüt ve selamını okuduğunda, namaz kılıncaya kadar işlemiş olduğun günahlar bağışlanmış olur.”[17]
Selman-i Farisi’den şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.a) ile birlikte bir ağacın gölgesinde idik. Allah’ın elçisi ağaçtan bir dal tutup salladı ve dalın yaprakları döküldü. Peygamber buyurdu: “Yaptığımın sebebini sormayacak mısınız?” Dedik: Sebebini bize bildir ey Allah’ın elçisi. Buyurdu: “Şüphesiz Müslüman kul namaza durduğunda bu ağacın yapraklarının döküldüğü gibi, bütün günahları dökülür.”[18]
Hz. Ali, Peygamber efendimizin kendisine şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Ya Ali, beni hak üzere müjdeci ve uyarıcı olarak seçene (Allah’a) andolsun ki, sizden biri abdest almaya durduğunda, bütün azalarından günahlar dökülür. Allah’a (kıbleye) yüzü ve kalbiyle yöneldiğinde, namazını bitirdikten sonra bütün günahları bağışlanmış olur.”[19]
Dipnotlar___________________________________________________________________________________________________________
[1] - el-Hisal, c.2, s. 522, 11. hadis ve Mizan’ul-Hikmet, c.7, s. 3092, es-Salat, 10528. hadis
[2] - Mekarim’ul-Ahlak, s. 461, el-Fesl’ul-Hamis ve Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3092, es-Salat, 10535. hadis
[3] - Emali’yi Saduk, s. 549, 22. hadis; Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3096; Salat, 10556. hadis
[4] - Gurer’ul-Hikem, s. 175, 3341. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3092, es-Selat, 10532. hadis
[5] - el-Hisal, c. 2, s. 620 ve Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3094, es-Selat, 10537. hadis
[6] - Emali-yi-Tusi, s. 522, 1157. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3094, es-Selat, 10543. hadis
[7] - İlel’uş-Şerayi’, c. 2, s. 336, 33. Bab, 2. hadis ve Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3104, es-Selat, 10585. hadis
[8] - Tuhaf’ul-Ukul, s.174, Vasiyet’un li Kumeyl b. Ziyad ve Mizan’ul-Hikmet, c.7, s.3106, es-Selat, 10592. hadi
[9] - İbrahim suresi, 31. ayet.
[10] - Bakara suresi, 3. ayet
[11] - Bihar-ul Envar, c.79, s.136.
[12] - Müddessir, 40-44. ayetler.
[13] - Bihar-ul Envar,c.82,s.202.
[14] - Meâric suresi, 19-35. ayet.
[15] - Men La Yahzuruh-ul Fakih, c.1, 30. Bab, 15. hadis.
[16] - Hûd suresi, 114. ayet.
[17] - Bihar-ul Envar, c.82, s.205.
[18] - Bihar-ul Envar, c.82, s.205.
[19] - Bihar-ul Envar, c.82, s.220.
Sözde İslamcı Şii düşmanlarına duyurulur… Hz. Muhammed'e çirkin saldırı
Danimarka'daki Hz. Muhammed karikatürlerinin benzerleri şimdi de Almanya'da...
Danimarka’da Hz. Muhammed’in (sav) karikatürlerinin yayınlanmasıyla ilgili krizin benzeri Almanya’da filizlenmeye başladı.
Kuzey Ren Vestfalya’da aşırı sağcı bir grup “Muhammed karikatür yarışması” başlattı. Grup, 13 Mayıs’ta eyalette camilerin önünde karikatür sergileri açacak.
Spiegel online’nın haberine göre İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich, Selefiler ile aşırı sağcılar arasında patlak verebilecek gerginlerin kamu güvenliğini tehdit edebileceği uyarısında bulundu.
Eylemin ardında cami inşa edilmesine karşı çıkan Pro/NRW grubu bulunuyor. Friedrich, milletvekillerine prokovasyonun, gerginliğe yol açıp, Almanya’nın yurtdışındaki temsilcileri ve şirketlerine zarar verebileceğini belirtti. Hürriyet'in haberine gör eyalet İçişleri Bakanı Ralf Jaeger, polise gerekli önlemlerin alınması talimatını verdiğini söyledi.