کارگر

کارگر

Pazar, 02 Mart 2025 06:17

Zelenskiy Beyaz Saray'dan Kovuldu

Beyaz Saray'da bir araya gelen ABD Başkanı Trump ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy arasında tartışma yaşandı. Basın toplantısı iptal edilirken, iki ülke arasında anlaşma imzalanmadı.


Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, ülkesinin değerli maden ve nadir mineral kaynaklarıyla ilgili anlaşma için ABD'ye gitti. 

ABD Başkanı Donald Trump ve Zelenskiy, Beyaz Saray'daki Oval Ofis'te bir araya geldi. Rusya ve Ukrayna arasında ateşkes anlaşmasının çok büyük bir şey olacağını söyleyen Trump, "Ukrayna'nın Rusya ile ateşkes konusunda tavizler vermesi gerekecek. Çatışmanın çözülmesini istiyorum. Bunun için NATO ve Avrupa'nın da adım atması gerekiyor" ifadelerini kullandı.

Birkaç gün önce Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile konuştuğunu söyleyen ABD Başkanı Trump, "Putin, anlaşma yapmak istiyor" şeklinde konuştu.

Ülkesinin hava savunma sistemlerini ihtiyacı olduğunu söyleyen Zelenskiy, Trump'a savaşıla ilgili bazı fotoğraflar göstererek, "Savaşta bile kurallar vardır. Bu adamların kuralları yok. Savaşı Putin başlattı, bedelini ödemeli" dedi.

Maden anlaşmanın yetersiz olduğunu ve güvenlik garantilerine ihtiyaç olduğunu söyleyen Zelenskiy, Trump'ın Rusya'yla savaşta Ukrayna şehirlerinin enkaz yığınına dönüştüğü açıklamasına karşı çıktı.

Fakat ABD Başkan Yardımcısı James David Vance, Zelenskiy'ye tepki gösterdi ve "Amerika Birleşik Devletleri'nin Oval Ofisi'ne gelip ülkenizin yok olmasını önlemeye çalışan yönetime saldırmanın saygılı bir davranış olduğunu düşünüyor musunuz?" diye konuştu.

"Ya bu anlaşmayı imzalarsınız ya da biz yokuz. Üçüncü dünya savaşıyla kumar oynuyorsun" diyen Trump, Zelenskiy'den daha minnettar olmasını istedi. 

ABD desteği olmadan Rusya karşısında Ukrayna'nın gücünün zayıflayacağını söyleyen Trump, "Ülkemize saygısızlık ediyorsunuz. Kazanamayacağınızı biliyorum. Biz yokken hiç kartınız yok. Kartlara sahip değilsiniz" ifadelerini kullandı. Zelenskiy de "Kartlarla oynamıyoruz" yanıtı verdi.

'NE HİSSEDECEĞİMİZİ DİKTE EDEMEZSİN'
Zelenskiy'nin, ABD'nin uzakta olduğu ve problemleri hissetmediğini söylemesi üzerine sinirlenen Trump, önceki başkan Joe Biden'ı da hedef alarak, "Yalnız değildiniz. Aptal başkanımız size 350 milyar dolar verdi, silah verdi. ABD olmasa Putin iki haftada kazanırdı. Ne hissetmemiz gerektiğini dikte etme hakkınız yok. Kendimizi çok iyi ve çok güçlü hissedeceğiz. Bugün nadir toprak elementleri anlaşmasını imzalayacağız. Ukrayna ile yapacağımız bu anlaşma çok adil bir anlaşma ve ABD'nin büyük bir taahhüdü olacak" ifadelerini kullandı.

Trump, Zelenskiy'i göstererek "Putin'den nasıl nefret ettiğini görüyorsunuz. Böyle biriyle anlaşma yapmak çok zor" dedi.

Tartışmanın ardından Zelenskiy Beyaz Saray'dan planlanandan erken ayrıldı. 

Trump ise "Devlet Başkanı Zelenskiy'nin barışa hazır olmadığını tespit ettim. ABD'nin değerli Oval Ofisi'ne saygısızlık etti. Barış için hazır olduğunda geri gelebilir" şeklinde konuştu.

Reuters'ın haberine göre, iki lideri basın toplantısı da iptal edildi. ABD ve Ukrayna arasındaki anlaşmanın da ortak basın toplantısında imzalanacağı açıklanmıştı.

Beyaz Saray yetkilileri de imzalanması beklenen nadir toprak elementleri anlaşmasının imzalanmayacağını söyledi.

Pazar, 02 Mart 2025 06:13

Ramazan Motivasyonu

 Farsça bir kelime olan "oruç" sözcüğü, terminolojik olarak "tutmak", "susmak" ve "hareketsiz kalmak" anlamlarına gelmektedir. Orucun Arapça karşılığı ise "savm" veya "sıyam" olarak telaffuz edilir.

Dinî ıstılahta ise, "imsaktan iftara kadar, mükellef bireyin yemekten, içmekten ve bazı davranışlardan kendisini alıkoyması" demektir.

"Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki sakınırsınız." (Bakara:183)

Görüldüğü gibi oruç diğer birçok ibadet türü gibi kadim ümmetlere de farz kılınmış. Fakat geçmiş dinler tahrif edilmiş olduğu için oruç ibadetinin içeriğini değiştirmişler. Hıristiyanlar kutsal addettikleri günlerde et ve et mamüllerini yemeyerek oruç tuttuklarını söylemektedirler...

Biz Müslümanlarda oruç ibadeti orijinalliğini koruyor olmakla birlikte, her Ramazan ayı geldiğinde bir takım ifrat derecesinde bidat uygulamalara tanık olabilmekteyiz. Ramazan ayı bazı varsıl (tuzu kuru) kesimlerce gösteriş, şatafat ve her türlü israfın yapıldığı merasimlere dönüştürülmektedir. Bu yıl ilk defa kovid-19 salgın hastalığından dolayı yaşanan izolasyonla insanlar evlerinden çıkamadıkları için lüks otellerin pahalı salonlarında düzenlenen görgüsüz iftar sofraları yapıl(a)mamaktadır. Öte yandan kahvehaneler, lokantalar, kebapçılar, dönerciler ve fast food yerleri de kapalı. Eskiden istisnai olarak tek tük lokantalar açık olsa da camlarına perde çekilirdi. Edep - haya diye bir şey vardı. Son yıllarda ise bu mekânlar aleni olarak açıktı. (İsviçre'de iken Afrikalı Hıristiyan bir arkadaşım anlatmıştı: "Ramazan ayı boyunca Müslüman komşularımız rahatsız olmasın diye gündüzleri evlerimizde yemek pişirilmez, kızartma yapılmazdı.)

"Koronavirüs sayesinde Ramazan ayı, uzun yıllar sonra ilk defa ruhuna uygun bir sadelikte geçiyor" desek yeridir. Ramazan şatavat, şov ve gösteriş yapma ayı değildir.
Oruç her şeyden önce bir ibadettir. Oruç kurbiyyettir, oruç Allah Teâlâ'ya yaklaşma vesilesidir. Ramazan ayı 11 ayın muhasebesidir. Oruç hataların telafi edilmeye çalışıldığı, günah kirlerinden arınmaya çalışıldığı, bir aydır. Ramazan ayı, fizikî ve manevî hastalıklardan kurtulma ayıdır. Ramazan ayı, sağlığa kavuşma ayıdır, bu yüzden Ramazan bir rehabilitasyon ayıdır.

Ramazan, eylence ayı değildir, takva libasınının kuşanıldığı bir aydır. Ramazan, nefs tezkiyesinin en iyi şekilde yapılabileceği bir aydır. Oruç ibadeti ile aç kalmakla nefsin doymak bilmeyen ihtiras ve iştahına ket vurmaktır. Oruç, nefsi dizginlemek, nefse gem vurmaktır.

Oruçlu insanda şefkat ve merhamet duyguları daha belirgin hâle gelir. Ve oruç tutan kişi bu durumda yoksul insanlara karşı empati yapar, onların hâlini düşünür ve onlara yardım elini uzatır.

Oruç başlı başına bir otokontrol mekanizmasıdır. İnsan oruçla sorumluluklarını hatırlar. Oruç tutan kişi tutum ve davranışlarını dinî ölçülere göre düzenlemeye azami derecede çaba harcar. Oruç, özellikle insanın irfanî ve vicdanî duygularının gelişmesini sağlar.

Oruç, Müslüman kimliğinin gelişiminde büyük bir motivasyon aracıdır. Öyle ki nefsin açlıkla terbiye edilmesi kişide şefkat, merhamet ve dayanışma gibi yüce erdem ve fazilet duygularını geliştirir. Oruç Müslüman bireyin, diğer insanlara karşı tutum ve davranışlarında alçak gönüllü cömert ve hoşgörülü davranmasını sağlar ve onu sosyal dayanışmacı kılar.

Zira, oruç tutan kişi pratik olarak açlığın nasıl bir "mide kazıntısı" olduğunu anlar idrak eder ve yoksulluktan, imkansızlıktan, zekat hakkının verilmeyişinden dolayı açlık ve sefalet ile pençeleşen insanların çektiği ızdırabı daha iyi anlar. Atalarımız boşuna söylememiş, "Tok açın halinden anlamaz."

Meslek eğitimindeki stajyerlik gibi oruç pratik olarak aç kalıp, aynı durumda olanların halini anlamanın en öğretici yoludur. Ayrıca yoksulların içerisinde bulunduğu hâli düşünen bir insanın açlığın ve sefaletin sebeplerini de düşünmesi kaçınılmazdır. Oruç vasıtasıyla böylesi bir haslet ve duyarlılığa sahip olan mü'min Rahman olan Yüce Allah'ın yeryüzünü her türlü nimetlerle donatıp yaşanır kıldığını, ancak haksız kazanç sahiplerinin, aç gözlülerin, çağdaş Kanun'ların, komprador burjuva sermayedarlarının, emek ve alın teri sürücülerinin doymak bilmeyen ihtirasları yüzünden bu nimetleri nasılda gasp ve talan ettiklerini düşünür. Ve dünya genelindeki açlığın ve sefaletin alın yazısı olmadığını anlar.

Kısacası oruç insana açlığı tattırmakla fakirleri, yoksulları düşündürür ve sosyal adalet duygusu aşılar. Ayrıca yeryüzünde eksik olan bu adaletin yönetim erki tarafından tesis edilmesi gerektiğini düşünür. Evet, ihtiyaç sahibi insanlar karşısında Müslüman kişinin kendi bireysel sorumlulukları olmakla birlikte devlet mekanizmasının uhdesinde olan resmî - kamusal görevler vardır. Oruç, bir yönüyle İslâm ümmetine bunu da hatırlatır. Zira Ramazan topyekûn muhasebe ve bilinçlenme ayıdır...

(Ali Erdem Koral)

Oruçlu bir kimse, günahtan, yalandan, didişmeden, hasetten, gıybetten, hakka muhalefet etmekten, küfretmekten, atışmaktan, sinirden, alay ve zulüm etmekten...


Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.

Bakara, 185

Vesail’u Şia’da nakledilen tafsilatlı bir rivayette, oruç tutan kimsenin ahlaki durumu hakkında şöyle denir:

“Oruçlu bir kimse, günahtan, yalandan, didişmeden, hasetten, gıybetten, hakka muhalefet etmekten, küfretmekten, atışmaktan, sinirden, alay ve zulüm etmekten, insanları azarlamaktan, gaflet etmekten, fasık kimselerle birlikte olmaktan, söz götürüp getirmekten, haram yemekten uzak durmalıdır. Namaza karşı sabırlı ve sadakatli olmalı, kıyamet gününe özel bir teveccühü olmalıdır.” [1]

Böyle bir misafirlikte bulunma şartı sadece açlığa tahammül etmek değildir. Hadiste şöyle der: Semavi rehberlere itaat etmekten kaçınan, şahsi ve ailevi meselelerinde eşine kaba ve acımasız davranan, bakmakla yükümlü olduklarının meşru isteklerini temin etmekten kaçınan yahut da anne ve babası kendisinden razı olmayan kimsenin orucu da kabul değildir. Bu durumdaki kimse ziyafet şartlarını yerine getirmemiştir.

Orucun her ne kadar bedende bulunan gereksiz materyalleri yok etme gibi tıbbi yararları olsa da; Ramazan ayının seher vaktinde kalkılması, ruhun nefaseti ve duaların icabet bulması başka bir şeydir. Gerçek mahrum ise, bu tür hayır ve bereketlerden yoksun kimsedir.

(Ehlader)


[1]  - Hürr Amuli, Muhammed b. Hasan, Vesailu'ş-Şia   (Çev)

İsrail Başbakanı, Suriye'nin güneyini işgal ettiklerini ve Şam güçlerinin buradan süresiz olarak çıkmasını istedi. İşgalin bahanesi olarak Dürzileri gösterdi.


İsrail Başbakanı Netanyahu bugün, Suriye'yi böleceklerini resmi olarak ilan etti, şu ifadeleri kullandı:

"Yeni rejimin askeri güçlerinden Suriye'nin güneyinin tamamen boşaltılmasını talep ediyoruz. HTŞ güçlerinin ve yeni Suriye ordusunun Şam'ın güneyine girmesine izin vermeyeceğiz. Güney Suriye'deki Dürzileri korumaya kararlıyız ve onlara yönelik hiçbir tehdide tolerans göstermeyeceğiz." 

Bu açıklamanın hemen ardından Suriye'nin güneyindeki Suveyde şehrinde yaşayan Dürziler'den paralel bir açıklama geldi. Şu ifadeler kullanıldı: "Suveyda'da Askeri Konsey kuruldu"

Hamas, Gazze'de ateşkesin ilk aşamasının son turunda 5 İsrailli rehineyi daha serbest bıraktı. Bir rehine, serbest bırakılma töreninde Hamas üyelerini alnından öptü. Önümüzdeki saatlerde bir İsrailli rehine daha serbest bırakılacak.


Hamas, Siyonist İsrail'le ateşkesin ilk aşaması kapsamında yapılan son takasta soykırımcı İsrail hapishanelerinde tutulan yüzlerce Filistinli karşılığında Gazze'den beş İsrailli esiri serbest bıraktı.

İlk olarak, Tal Şoham ve Avera Mengistu adlı iki rehine, Hamas savaşçıları tarafından bir sahneye çıkarıldıktan sonra bugün Gazze'nin güneyindeki Refah kentinde Kızılhaç'a teslim edildi.

Daha sonra, Eliya Cohen, Ömer Wenkert ve Ömer Şem Tov adlı üç esir daha, ayrı bir törenle Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat'ta Kızılhaç yetkililerine teslim edildi.

Nuseyrat'taki rehineler, Kızılhaç yetkililerine teslim edilmeden önce el salladılar ve serbest bırakma belgelerini tuttular.

Günün en çok konuşulacak olayıysa, rehinelerden Ömer Şem Tov'un, sahnede el sallarken iki Hamas üyesinin alnını öpmesi oldu.

Daha sonra bir Kızılhaç konvoyu rehineleri törenden aldı.

Serbest bırakılan rehineler fiziksel ve ruhsal muayene için Siyonist İsrail ordusu tesisine ulaştılar.

Soykırımcı İsrail ordusu, ayrı açıklamalarda esirlerin orduya teslim edildiğini doğruladı.

Filistin kaynakları, El Cezire'ye yaptığı açıklamada, altıncı esir olan Hişam el Sayed'in tören yapılmadan İsrail yetkililerine teslim edileceğini belirtti.

Nisan 2015'te Gazze'ye girdiğinde esir alınan 37 yaşındaki Bedouin Israeli'nin de, bölgenin kuzey kesiminde bir yerde teslim edilmesi bekleniyor.(Ajanslar)

İslam Devrimi Lideri Imam Hamanei, Hizbullah’ın şehit Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah ve Şehit Haşim Safiuddin’in cenaze töreni münasebetiyle bir mesaj yayımladı.

 

Devrim Lideri'nin mesajı, Irak’taki temsilcisi Hüccetülislam Seyyid Mücteba Hüseyni tarafından cenaze töreninde okundu.

Imam Hamenei'nin mesajı şu şekilde:

“İzzet Allah’ındır, Resulü’nündür ve müminlerindir; ancak münafıklar bunu bilmezler.”

Bölgedeki direnişin öncüsü ve büyük savaşçı Seyyid Hasan Nasrallah (Allah makamını âli eylesin) bugün izzetin zirvesindedir. Onun pak bedeni Allah yolunda cihadın toprağına emanet ediliyor, fakat ruhu ve yolu inşallah her geçen gün daha da yücelecek ve yolunu takip edenlere rehber olacaktır.

Düşman bilsin ki gasp, zulüm ve istikbara karşı direniş sona ermeyecek ve Allah’ın izniyle hedefe ulaşana kadar devam edecektir.

Seyyid Haşim Safiyyuddin’in (Allah ona rahmet etsin) adı ve nurlu çehresi de bu bölgenin tarihindeki parlak yıldızlardan biridir. O, Lübnan’daki direniş liderliğinin ayrılmaz bir parçası ve en yakın destekçisiydi.

Allah’ın selamı ve salih kullarının duaları bu iki şerefli savaşçıya, son dönemde şehadete ulaşan cesur ve fedakâr savaşçılara ve tüm İslam şehitlerine olsun. Ve benim özel selamım siz sevgili evlatlarıma, Lübnan’ın yiğit gençlerine…"(Mehr)

 

 

Pazartesi, 24 Şubat 2025 02:44

Direniş liderine veda

 Beyrut’taki Kamil Şemun Stadyumu’nda düzenlenecek olan Şehit Hasan Nasrallah ve Şehit Haşim Safiuddin’in cenaze töreni öncesinde tüm koltuklar doldu. Törenin başlamasına saatler kala, halkın stadyuma akını devam ediyor. Şehirde tarihi bir kalabalık toplanırken, direnişin şehitlerine veda etmek isteyen Lübnanlılar yürüyüşlerini sürdürüyor.


Beyrut’taki Kamil Şemun Stadyumu, Şehit Seyyid Hasan Nasrallah ve Haşim Safiuddin için düzenlenecek cenaze töreninden saatler önce tamamen doldu.

Sabahın erken saatlerinden itibaren Lübnan’ın dört bir yanından gelen vatandaşlar, Hizbullah bayrakları taşıyarak ve direniş sloganları atarak stadyuma doğru yürüyüşe geçti. Stadyum içindeki tüm koltuklar dolarken, dışarıda da büyük bir kalabalık toplandı.

Yetkililer, tarihi bir katılımın gerçekleştiğini ve Beyrut’un sokaklarının büyük ölçüde kalabalıkla dolduğunu belirtiyor. Törenin başlamasına saatler kala, şehirde adeta insan seli yaşanıyor.

Öte yandan İran ve dünyanın birçok ülkesinden cenaze törenine katılımlar devam ediyor.

İran İslami Şura Meclisi Başkanı Muhammed Bakır Galibaf’ın başkanlığındaki İran heyeti direnişin Şehidi Hasan Nasrallah ve Şehit Haşim Safiuddin’i son yolculuğuna uğurlamak için Beyrut'taki Camille Chamoun Şehir Stadyumu'na geldi.

İran heyeti stadyuma gelmeden önce Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Aoun ile bir araya geldi.

İki ülkenin üst düzey yetkililerinin katılımıyla gerçekleştirilen görüşmede, İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi, Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Recci ve İran’ın Beyrut Büyükelçisi Mücteba Amani de hazır bulundu.

İki taraf, İran ile Lübnan arasındaki ikili ilişkilerin geliştirilmesi, bölgesel gelişmeler ve ortak işbirliği alanlarını ele aldı.

Bu görüşmede ayrıca ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda işbirliğinin güçlendirilmesi gerektiği vurgulandı.

Cenaze törenine 65 ülkeden yetkililer, bölgesel ve uluslararası isimler katıldı.

 

Reuters: Nasrallah’ın Cenaze Töreninin Amacı Hizbullah’ın Gücünü Göstermek

 Reuters haber ajansı, Beyrut'ta şehit olan Hizbullah liderlerinin cenaze törenine geniş çaplı halk katılımını konu alan bir haber yayımladı.

Reuters, Beyrut’ta şehit Seyyid Hasan Nasrallah’ın cenaze törenine farklı kesimlerden yoğun bir katılım olduğunu belirterek, pazar günü on binlerce insanın, beş ay önce İsrail tarafından şehit edilen Hizbullah liderine saygılarını sunmak için bir araya geldiğini yazdı.

Haberde, 55 binden fazla kapasiteye sahip Kamil Şamun Stadyumu’ndaki koltukların tören başlamadan önce tamamen dolduğu vurgulandı.

Törene katılan Lübnanlılardan Hasan Nasıruddin, Reuters’a yaptığı açıklamada "Büyük bir adamı kaybetmiş olabiliriz ama direnişin değerlerini kaybetmedik (koruduk)." dedi.

Haberin devamında, Seyyid Hasan Nasrallah ve halefi Şeyh Haşim Safiyuddin’in cenaze töreninin, Siyonist rejim güçlerinin Lübnan topraklarından tamamen çekilmesine kadar ertelendiği bilgisine yer verildi.

Reuters ayrıca, İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Şii siyasetçiler ve askeri komutanlardan oluşan bir Irak heyeti ile Yemenli Husilerden bir heyetin de törende hazır bulunduğunu bildirdi.

Haberde, bu cenaze töreninin düzenlenme amaçlarından birinin, son bir yıl içinde İsrail’le yaşanan savaşta birçok askeri komutanını ve liderini kaybeden Hizbullah’ın gücünü sergilemek olduğu ifade edildi.

El-Cezire: Binlerce Kişi Dondurucu Soğukta Cenaze Törenine Katıldı

El-Cezire televizyonu da törenle ilgili gelişmeleri anlık olarak aktararak, binlerce kişinin siyah kıyafetler giyerek ve Seyyid Hasan Nasrallah’ın fotoğraflarını taşıyan pankartlar ve Hizbullah bayrakları ile Kamil Şamun Stadyumu’na geldiğini yazdı.

Haberde, kadın, erkek ve çocuklardan oluşan birçok kişinin, Lübnan’dan ve yurtdışından tören alanına dondurucu soğukta yürüyerek ulaştığı belirtildi.

Hizbullah’ın üst düzey yetkililerinden Ali Damuş, gazetecilere yaptığı açıklamada; 65 ülkeden yaklaşık 800 önemli şahsiyetin yanı sıra binlerce kişi ve aktivistin cenaze törenine katılacağını söyledi.

El-Cezire’ye göre, tören devam ederken Siyonist rejime ait savaş uçakları, tören başlamadan önce Güney Lübnan’daki bazı bölgeleri bombaladı.

Ayrıca, tören sırasında İsrail savaş uçaklarının Beyrut semalarında alçak irtifada uçuş yaparak katılımcılar arasında korku ve panik yaratmaya çalıştığı da rapor edildi.

“Seyyid Hasan Nasrullah bize her hitap ettiğinde, sadece konuşmakla kalmadı; her cümlesiyle kalplerimize işledi. İşte onun söz sanatına bir bakış.”


Seyyid Hasan Nasrullah’ın, insanları kendine çeken karizmatik bir lider olduğunu söyleyen el-Meyadin yazarı Lea Akil,  konuşmalarında sakin ve sarsılmaz bir güven sergileyerek dinleyicilerine huzur ve güven aşıladığını belirtiyor. Hasan Nasrullah’ın kelimeleri stratejik şekilde kullanarak mesajlarını güçlü ve etkileyici hale getirdiğini; düşmanlarına korku verirken, takipçilerinin inancını pekiştirdiğini ifade ediyor. Yazar, onun kederli anlarda bile halkını birleştirmeyi başardığına dikkat çekiyor.

İnsanları Seyyid Hasan Nasrullah'a çeken inkar edilemez bir güç vardı; sözlerinin ya da gülümsemesinin ötesinde bir şey. Dinleyenlere derin bir huzur ve güven duygusu aşılayan, sakin ve sarsılmaz bir güvenle konuşma şekliydi. Düşmanları onu kitleleri manipüle eden biri olarak görse de öne çıkan şey propaganda değil, karakteri hem benzersiz hem de son derece özgün olan bir liderin varlığıydı.

Konuşmaları sadece iyi yapılandırılmış değildi; titizlikle hazırlanmış, güçlü ve büyüleyiciydi. Dinleyicilerinin duygularını hissetme konusunda esrarengiz bir yeteneği vardı; onların umutlarına, korkularına ve mücadelelerine, sözlerinin yankı uyandırmasını sağlayan bir samimiyetle hitap ediyordu.

Sadece bilgilendirmek için değil, bağ kurmak için de konuşuyor, belirsizlik anlarında güvence ve zorluk zamanlarında kararlılık sunuyordu.

Nasıl ilham verileceği ve birleştirileceği konusunda keskin bir anlayışla, mesajını toplumun her kesiminden insanlara ulaşacak, onları kendine çekecek ve güvenlerini kazanacak şekilde uyarladı.

Varlığın gücü

Seyyid Hasan Nasrullah, modern Arap dünyasının en etkili ve karizmatik liderlerinden biridir ve özellikle Hizbullah'ın tarihindeki kritik anlarda yaptığı konuşmalar liderliğinin gücünü ortaya koymaktadır.

Dinleyicilerini etkileme ve onlara ilham verme yeteneği sadece verdiği mesajdan değil, kendine özgü retorik tarzından, duygusal zekasından ve sarsılmaz özgüveninden kaynaklanmaktadır.

Seyyid Nasrullah dini referansları, tarihsel bağlamı ve stratejik iletişimi kullanarak karizmatik bir liderin niteliklerini ortaya koymuştur.

Örneğin, Seyyid Nasrullah, İsrail'in Lübnan'dan çekilmesinin ardından 26 Mayıs 2000 tarihinde yaptığı konuşmaya, mazlumun zalime galip gelmesinden bahseden Kur’an’daki Kasas sûresinden (28:4-6) birkaç ayeti alıntılayarak başladı.

Mazlumlar ve zalimler arasındaki ezeli mücadelenin bu güçlü hatırlatması, Lübnan'ın kurtuluşunu doğrudan tarih boyunca ezilenlerin mücadelesine bağladı.

Seyyid Nasrullah bu ayete atıfta bulunarak Hizbullah'ın zaferini daha geniş, ilahi bir anlatıya bağladı; bu anlatı dinleyicilerinde derin yankı uyandırdı ve onların amaç duygusunu yükseltti.

Ardından Kerbela Savaşı'na ve İmam Humeyni'nin ünlü “Kan kılıca galip geldi” sözüne atıfta bulunarak Direniş'in mücadelesi ile İmam Hüseyin'in şehadeti arasındaki ideolojik sürekliliğin altını çizdi.

Bu sadece Hizbullah'ın mücadelesinin ahlaki meşruiyetini güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda davalarını adalet için haklı bir savaş olarak sundu. Bu tür referanslar ortak kültürel ve dini değerlerden yararlanarak mesajını, dinleyicileri için ilgi çekici ve duygusal olarak ilişkilendirilebilir hale getirmiştir.

Seyyid Nasrullah 2006 savaşı sırasında yaptığı bir konuşmada, yoğun çatışmalar sırasında ulusa seslenirken sakin ve istikrarlı bir ton tutturdu; bu da kendine olan güveninin dikkate değer bir göstergesiydi.

Bu, takipçilerine güven verirken düşmanlarına da korku saldı. Nasrullah 14 Temmuz 2006'daki konuşmasına Kur’an'ın Âl-i İmran sûresi’nden (160:71) bir ayetle başladı ve insanlara “Allah size yardım ederse, kimse sizi yenemez” sözünü hatırlattı.

'Zorluklar karşısında birlik'

Bu ayet, dinleyicilerine ilahi destek ve dayanıklılık duygusu aşılamaya yardımcı olmuş, ezici güçlüklere rağmen zafere olan inançlarını pekiştirmiştir.

Seyyid Nasrullah doğrudan şehit ailelerine hitap ederek onların fedakarlıklarını takdir etti ve trajedi karşısında derin bir gurur ve haysiyet duygusu besledi. Böylesine zor zamanlarda halkla duygusal bağ kurma becerisi karizmasının bir örneğidir.

Dahası, Seyyid Nasrullah konuşmalarını Lübnan halkını direniş davası etrafında birleştirmek için kullandı. Ülke için iki keskin seçenek sundu: İsrail'in taleplerine boyun eğmek ve işgali göze almak ya da inanç, direnç ve direnişin gücüyle sağlam durmak.

Sarsılmaz bir güvenle dinleyicilerine şu ikonik cümleyle güvence verdi: “Size daha önce zafer vaat ettiğim gibi, yine zafer vaat ediyorum.”

Bu sözler sadece bir zafer vaadi değil, aynı zamanda Lübnan halkının kolektif gücüne ve Hizbullah'ın bunu başarabileceğine dair sarsılmaz bir inancın ifadesiydi.

Bu cesur açıklama Seyyid Nasrullah'ı güven telkin eden, sadakati pekiştiren ve gelecek belirsiz göründüğünde insanlara umut veren bir lider olarak konumlandırdı.

Hizbullah'ın eski üst düzey askeri komutanı İmad Muğniye'nin şehadetinin ardından yaptığı konuşmada Seyyid Nasrullah, İsrail'in Muğniye'nin şehadetinin Direniş’i zayıflatacağı varsayımına, eski Genel Sekreter Seyyid Abbas Musavi'nin şehadetine ve onun öldürülmesinden sonra Hizbullah'ın nasıl güçlendiğine atıfta bulunarak karşı çıktı.

Seyyid Nasrullah'ın “Bugün Muğniye'yi öldürerek Direniş'in dağılacağını düşünüyorlar ama bu ana kadar ateşkes olmadı” şeklindeki meydan okuyan açıklaması, Hizbullah'ın gücünün herhangi bir lidere değil, davalarına olan kolektif bağlılığa bağlı olduğu fikrini pekiştirdi.

Kayıplar karşısında bile sarsılmaz kararlılığı, hem düşmanlarına korku hem de takipçilerine bağlılık aşılayan bir lider olarak konumunu daha da sağlamlaştırdı.

Direnişin kalbi

Seyyid Hasan Nasrullah'ın bir lider olarak kişiler arası farkındalığı, zafer ve mağlubiyet anlarında takipçileriyle kurduğu bağda açıkça görülmektedir. Konuşmaları, dinleyicilerinin duygularını okuma, duygularını kanalize etme ve bunları kolektif bir kararlılığa dönüştürme yeteneğinin bir kanıtıdır.

Seyyid Nasrullah sözleri aracılığıyla derin bir empati, keskin bir sorumluluk duygusu ve savaş ve mücadele zamanlarında insan davranışını şekillendiren duygusal dinamiklere dair güçlü bir anlayış sergilemektedir.

Zaferden bahsederken halkının kalbine dokunan farklı bir yaklaşımı vardı. İsrail'in 2000 yılında Lübnan'dan çekilmesiyle Hizbullah'ın kazandığı zaferin ardından yaptığı konuşmada, zaferi önce Tanrı'ya atfederek dikkate değer bir tevazu sergiledi.

Direnişi ayakta tutanın ilahi rehberlik olduğunu vurgulamış ve onları mücadele boyunca taşıyan inancı kabul etmiştir.

Seyyid Nasrullah'ın hem savaşçılar hem de siviller olmak üzere şehitleri anması duygusal farkındalığının bir başka önemli yönüydü. Zafere kişisel ya da siyasi bir başarı olarak odaklanmak yerine, hayatlarını feda edenleri onurlandırarak zaferin kolektif niteliğini pekiştirdi.

Odağı dış güçlerden halkın direncine ve gücüne kaydırarak, izleyicileri arasında bir sahiplenme duygusu yarattı.

'Halkın gücü'

“Direndiniz, direndiniz ve zafere ulaştınız” diyen Seyyid Nasrullah sadece Direniş'in başarılarını kutlamakla kalmadı, aynı zamanda halkını da güçlendirerek zaferdeki hayati rollerini pekiştirdi.

Seyyid Nasrullah konuşmaları boyunca, özellikle farklı gruplara hitap ederken çeşitli duygusal durumlara hitap etme becerisi gösterdi.

Direniş savaşçılarına seslenirken “kardeşlerim, sevgil dostlarım” gibi kişisel terimler kullanarak onların mücadeledeki rollerini vurguladı.

Sadece gurur değil aynı zamanda sorumluluk duygusu da aşılayarak onları davayı daha yüce bir amaç olarak görmeye teşvik etti. Bunu yaparken, onlara zafere ve kurtuluşa ulaşma kapasitelerini hatırlatarak güvenlerini güçlendirdi.

Gurur ve onura yapılan bu çağrı, kırılganlıklarının üstü kapalı bir şekilde kabul edilmesiyle birleştiğinde, duygusal zekanın ince ama güçlü bir göstergesiydi.

Seyyid Nasrullah “sözünün eri” olarak ün kazandı ve düşmanlarını bile söylediği her söze güvenmeye zorladı.

2006 savaşı sırasında, büyük bir ölüm ve yıkımın ortasında, halkına güçlü bir konuşma yaptı. Derin bir etki yaratan bir anda, bir İsrail savaş gemisinin başarıyla hedef alındığını sakince duyurdu ve düzinelerce İsrail askeriyle birlikte battığını iddia etti.

Bu açıklama, dolaylı olarak işgali ve uluslararası toplumu hedef alsa da halkının moralini önemli ölçüde yükseltti.

Seyyid Nasrullah'ın onların duygularını derinlemesine anlaması ve kelimeleri stratejik bir şekilde kullanması, mesajın güçlü bir şekilde yankılanmasını, umut vermesini ve zorluklar karşısında kararlılıklarını güçlendirmesini sağladı.

Sık sık sadece destekçilerinde yankı uyandırmakla kalmayıp düşmanlarının da moralini bozacak bir dil kullandı. İsrail güçlerine “Kiminle savaştığınızı bilmiyorsunuz; Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyin'in çocuklarıyla savaşıyorsunuz” diyerek güçlü bir duygusal değişimi tetikledi.

İnsanların davalarının üstünlüğüne olan inançlarından yararlandı ve onlara asla baskıya boyun eğmeyecek manevi ve tarihi bir soyun parçası olduklarını hatırlattı. Sakin ama iddialı bir tonla verilen bu mesaj, İsrail liderliğine korku aşılarken aynı zamanda takipçilerinin inancını da pekiştirdi.

Seyyid Nasrullah'ın en derin anlarından biri İmad Muğniye'nin şehit edilmesinin ardından geldi. Kederin toplumu ele geçirmesine izin vermek yerine, yası güçlü bir eylem çağrısına dönüştürdü.

“İsrail'in çöküşüne giden yolu açmaya başlamalıyız” diyerek odağı, kayıptan güçlenmeye kaydırdı. “İmad Muğniye'nin kanı onların varlığını silecek” diyerek, son derece kişisel ve duygusal bir olayı alıp bir toplanma çığlığına dönüştürdü.

Fedakarlığı, gücü ve yenilenmeyi temsil eden kan sembolizmi, halkı birleştirmek için güçlü bir araç olarak kullanıldı.

Seyyid Nasrullah'ın “binlerce Muğniye” metaforunu kullanması, bir şehidin ölümünün davayı sadece güçlendirdiği, daha büyük ve daha etkili hale getirdiği fikrini daha da pekiştirdi.

Tüm bunlar olurken, dinleyicilerinin duygusal ihtiyaçlarını anladı, acılarına hitap etti ve bunu umuda ve eyleme dönüştürdü.

Keder veya korkuyu kabul etmekten çekinmedi, bunun yerine bu duyguları kolektif direnç ve kararlılığı beslemek için kullandı. Bu şekilde Seyyid Nasrullah stratejik olduğu kadar duygusal açıdan da zeki bir liderlik tarzı geliştirmiştir.

Empati yoluyla liderlik etme, kederli zamanlarda ilham verme ve ortak fedakarlık yoluyla güçlendirme yeteneği, onu olduğu ve her zaman olacağı lider yapan şeydir.

Seyyid Nasrullah'ın mirası sadece siyasi bir zafer değil, aynı zamanda halkıyla kurduğu derin duygusal bağdır; bu bağ, gelecek nesillere direniş meşalesini gururla ve sarsılmaz bir inançla taşımaları için ilham vererek kalıcı olacaktır.

İşte bu nedenle, bugün ve gelecek nesiller boyunca insanlar Seyyid Nasrullah'a bağlılıklarını sunmaya ve onun için fedakarlık yapmaya devam edecekler, çünkü karşılığında aynı sadakati, bağlılığı ve sevgiyi görüyorlar; her şeye rağmen yanlarında tereddütsüz duran bir lider.

İşte bu yüzden 28 Eylül 2024'te, güven ve sıcaklıklarının kaynağının şehadet haberinin duyurulmasının ardından binlerce kişi yetim kaldı.

“Sensiz bu dünyada hiçbir şeyin önemi yok.”(Çeviri: YDH

Siyonist rejim medyası, dün direniş tarafından teslim edilen Gazze’de öldürülen esirlerin tabutlarını İsrail’in yenilgisinin bir sembolü olarak değerlendirdi.


Filistin Enformasyon Merkezi’nin belirttiğine göre, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta dört İsrailli esirin cesetlerinin teslim edilmesinin ardından Siyonist çevreler, Netanyahu hükümetini sert bir şekilde eleştirdi. Netanyahu, esirler konusunda anlaşmayı sabote etmekle ve Gazze’deki İsrailli esirlerin kasıtlı olarak öldürülmesine neden olmakla suçlandı.

Siyonist Haaretz gazetesi, "Tabutlar... Iİhmal Edilmiş Cesetler" başlıklı haberinde, ihmalin yalnızca 7 Ekim’de yaşanmadığını, Netanyahu’nun savaşın sona erdirilmesine yönelik çabalar yerine kendi siyasi kurtuluşunu öncelediğini yazdı.

Gazete, bu tabutların İsrail’in güvenlik ve siyasi açıdan başarısızlığını yansıttığını belirterek, Netanyahu hükümetinin esirler konusunda ciddi bir şekilde hareket etmediğini vurguladı.

Siyonist rejim askeri analistlerinden Amir Bohbot da esirlerin cesetlerinin teslim edilmesine dair görüntülere tepki göstererek, “Acının boyutu, İsrail’in siyasi ve güvenlik açısından yaşadığı yenilginin boyutuyla eşdeğerdir.” dedi.

Siyonist Maariv gazetesi de “Bir anne ve iki çocuğunun tabutlarla geri dönmesi, İsrail ordusunun ve hükümetinin yenilgisini gözler önüne seriyor.” ifadelerini kullandı.

Gazete ayrıca, Iİsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu’nun verdiği sözleri yerine getirmediğini ve bunun kabul edilmesi gereken bir gerçek olduğunu belirterek, "Gerçek şu ki, Gazze’de zafer kazanmadık. İsrail ordusu başarıya ulaşamadı." yorumunu yaptı.

Siyonist rejime ait Kanal 14 televizyonu da Hamas’ın esir takası sürecinde İsrail’i aşağılamaya devam ettiğini aktardı.

Siyonist yazar Alon Idan ise İsrail hükümetini yaşananların sorumlusu olarak gördü ve dört esirin, savaşı sona erdirmek yerine devam ettirmeyi tercih eden hükümetin ihmalkârlığının kurbanı olduğunu ifade etti.

Gözlemcilere göre, esirlerin öldürülmesi ve bunun yarattığı sonuçlar, İsrail’in caydırıcılık imajını daha da aşındırıyor ve savaşın devam etmesini isteyenlerle müzakere yoluyla sona ermesini isteyenler arasındaki iç bölünmeyi derinleştiriyor.

İsrailli esir aileleri, dün öğleden sonra Tel Aviv’de büyük bir protesto düzenleyerek Gazze Şeridi’ndeki tüm İsrailli esirlerin sağ olarak geri getirilmesini talep edeceklerini duyurdu.

İslami Cihad'ın İran'daki temsilcisi Nasır Ebu Şerif, çeşitli İranlı yetkililerle yapılan son görüşmelerin, İran'ın Filistin davasına siyasi, diplomatik ve askeri kurumlarındaki uzun süredir devam eden ortak bağlılığını bir kez daha teyit ettiğini söyledi.

Ebu Şerif, Tehran Times'a yaptığı açıklamada “İran'a yaptığımız son gezi sırasında Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı'ndan Devrim Muhafızları ve Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreterliği'nin üst düzey komutanlarına kadar önde gelen siyasi ve askeri şahsiyetlerle görüşme fırsatı bulduk” dedi.

İslami Cihad yetkilisi şöyle dedi: “Tüm bu toplantıların ortak noktası, Filistin halkının kendini savunma ve Siyonist işgale karşı koyma meşru hakkının açık ve net bir şekilde vurgulanmasıydı ki bu hak uluslararası kanun ve sözleşmelerle de güvence altına alınmıştır.”

Ebu Şerif, İslami Cihad'ın, İran'ın Filistin mücadelesine manevi ya da siyasi araçların ötesinde Gazze, Batı Şeria ve işgale maruz kalan tüm bölgelerdeki Filistinlilerin direncini güçlendirmeyi amaçlayan maddi yardımı da kapsayacak şekilde kapsamlı destek sağlama konusundaki kararlılığını gözlemlediğini de sözlerine ekledi.

Ebu Şerif şöyle devam etti: “Gerçekten de İran'ın siyasi ve askeri sistemindeki bu birleşik ve güçlü pozisyonlar, İslam Cumhuriyeti'nin davamıza verdiği desteğin stratejik olduğuna ve uzun vadeli bir vizyona dayandığına dair güvenimizi pekiştirdi. Anladığımız şey, bu desteğin değişen çıkarlara ya da koşullara tabi olmadığıdır.”

İslami Cihad, birçok üst düzey yetkiliyle görüşmeden önce İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei ile Tahran'daki özel ofisinde bir toplantı gerçekleştirdi. Ebu Şerif, grubun Lider ile yaptığı görüşmeleri çok “olumlu” ve “samimi” olarak nitelendirdi.

Ebu Şerif, görüşmeyle ilgili şöyle dedi: “Ayetullah el-Uzma Seyyid Ali Hamenei Hazretleri ile görüşmemiz çok samimiydi ve özellikle Filistin konusuna odaklandı. Kendisinin Filistin davasına derin bir ilgi duyduğunu ve Siyonist işgal ve apartheid politikalarına karşı Gazze ve Batı Şeria'daki direnişin rolünü takdir ettiğini hissettik.”

Ayetullah Hamenei'nin sözlerinin önemli bir bölümünün, farklı Filistinli gruplar arasındaki “birliğin” önemine odaklandığını söyleyen Ebu Şerif şunları ifade etti: “Direniş grupları arasındaki iç birliğin önemini vurguladı ve Filistinlileri zorla yerlerinden etme veya Filistin meselesini tamamen silme çabaları da dahil olmak üzere çeşitli komplolara karşı uyanık olma konusunda ısrar etti. Onun bakış açısına göre iç birlik, mazlum Filistin ulusu ve onun işgale ve Siyonist suçlara karşı kahramanca direnişi için sağlam bir kalkandır.”

Ebu Şerif, genel olarak Tahran'daki toplantıların İslami Cihad'a İsrail işgaline karşı mücadelesini sürdürme konusunda daha fazla güven verdiğini söyledi. “Sarsılmaz bir kararlılıkla, topraklarımızın tamamen kurtuluşuna kadar direniş yolunu sürdüreceğiz.”(YDH)