کارگر

کارگر

Cumartesi, 08 Şubat 2025 05:41

Trump'ın Çelişkili İran Politikası

  ABD Başkanı Donald Trump, önceki gün ‘İran’a maksimum baskı’ politikasını yeniden hayata geçirecek başkanlık kararnamesini imzaladı.
 

Trump kararnameyi imzalarken nükleer program konusunda Tahran'la müzakereye hazır olduğunu gösterdi.
Donald Trump, bu kararından mutlu olmadığını ancak "İran'a karşı sert olmak" zorunda olduğunu ileri sürdü. 

Trump, “İran nükleer silaha sahip olamaz. İran, bu silaha ulaşmaya çok yakın. İran’ın diğer ülkelere petrol satmasını engelleme hakkına sahibiz.” iddialarında bulundu.

Trump ayrıca İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan ile sorunların çözümü için görüşmeye hazır olduğunu söylemişti.

Ancak Trump'ın yaptığı açıklamaların arkasında yatan hedeflerin doğru değerlendirilmesi lazım. 

 

Trump'a Göre Müzakere Ne Demek? 

Trump'ın bu açıklamaları, ABD'den gelen olumlu bir mesaj olarak değerlendirebilir ve İran ile nükleer meselede gerçek bir diyalog arayışında olduğu şeklinde yorumlanabilir. Ancak Trump'ın zihinsel yapısına bakıldığında, "diyalog" derken, karşılıklı çıkarlara dayalı iki yönlü bir etkileşim değil, daha ziyade birinin taleplerini dayatmak ve diğer tarafı teslim olmaya zorlamak olduğu anlaşılıyor. Ya da bir diğer değilse bu görüşmelerin müzakere olarak adlandırılmasının ilk koşulu ABD için çok da önemli değil.
Trump'ın hem Gazze hem de Grönland, Panama, Kanada ve Meksika konusunda aldığı sert tutumlarda tek bir amacı var: Karşı tarafı baskı altına alarak taleplerini kabul ettirmek. O esasen Amerika'nın lehine olan müzakereyi desteklediğini kanıtladı.
Geçenlerde Fransa Başbakanı François Bayrou, Avrupa Birliği (AB) ve Fransa'nın, ABD'nin Başkanı Donald Trump'ın politikaları karşısında hiçbir şey yapmaması durumunda ezileceklerini ifade etti.
Başbakan Bayrou, Trump'la beraber ABD'nin dolar ve sanayi politikasının yanı sıra tüm araştırmaları kontrol altına alarak ve herkesin yatırımlarını elde ederek "baskın politikalar" yürütmeye karar verdiğini belirtti.
Bayrou, "(Bu politikalara karşı) Bir şey yapmazsak, baskı altına alınacağız, ezileceğiz, göz ardı edileceğiz. Bu karar Fransızlar ve Avrupalılar olarak bize bağlı, çünkü Avrupa (Birliği) olmadan bunu yapmak imkansız." diye konuştu.
 

Trump'ın İlk Dönemi Deneyimi Bize Ne Anlatıyor? 

Trump'ın ilk döneminde İran'a ilişkin görüşlerine bakacak olursak, benzer bir sonuca varırız. O zamanlar, Tahran'ın teslim olmasına yol açacak bir anlaşmayı desteklemiş ve genel olarak İran'ın herhangi bir anlaşmanın getirisinden yaralanmasını tanımamıştır.
Trump ilk başkanlık döneminde İran nükleer anlaşması olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı (KOEP) hedef alarak Tahran ile imzalanan bir belgede, İran İslam Cumhuriyeti'nin füze programı, bölgesel gücü ve insan hakları gibi konuların yer alması gerektiğini savunmuştu.  Trump, Amerika'nın muhaliflerine ilham verecek fikri güce sahip olan İran'la bir anlaşmanın, bu gücü tanımlamak anlamına geldiğine inanıyor.
 

Trump'ın Çelişkili İran Politikası: Müzakere-Maksimum Baskı  

Trump'ın müzakere önerisinin bir diğer amacı da İran'da "baskı veya müzakere" gündemi yaratmaktır. Aslında bu teklifle İran'daki görüş ayrılıklarını derinleştirmeyi ve İran'ın ekonomisini ve geçim kaynaklarını müzakerelerin şartı haline getirerek yaptırımların acısını artırmayı amaçlıyor.
Aslında Trump ve ekibinin müzakere önerisi, ekonomik baskının yanı sıra hibrit savaş, askeri tehditler gibi bileşenleri de içeren "maksimum baskı savaşı"nın bir parçasıdır.
Elbette, tüm bunlar Trump'ın müzakereleri hiç istemediği ve önerilerinin başarısızlığa uğraması umuduyla yapıldığı anlamına gelmiyor. Ancak Trump'ın İran konusunda içinde bulunduğu durumu göz önünde bulundurursak, katılmaktan başka seçeneği yok ve bu konuda kendisi de bazı sonuçlara varmış gibi görünüyor.
 

Maksimum Baskı Zor Durumda 

Aslında Trump'ın Beyaz Saray'da göreve başladığı dönem, ilk görev döneminden çok farklı, bu da onun "maksimum baskı" politikasını hayata geçirmesini daha da zorlaştırıyor. Bu dört yıldaki önemli olaylar arasında Ukrayna savaşı da var.
Bu İran, Rusya ve Çin arasındaki ittifakı eskisinden daha da güçlendirdi ve Tahran'ın izole edilmesini daha da zorlaştırdı.
Birçok analist, Trump'ın İran'a karşı yaptırımları başarıyla uygulayabilmesi için İran, Rusya ve Çin arasındaki ilişkilerde bir kopuş yaratması gerektiğine ve bir an önce Ukrayna'daki savaşı sonlandırmayı gerektireceğine inanıyor. Öte yandan, Trump'ın bu karmaşık krizi çözebilmesi için Washington yönetiminin Rusya'ya uyguladığı yaptırımların büyük bir kısmını uygulamaması gerekecek ki bu da pek olası görünmüyor.
Ayrıca son dönemde yaptırım baskısını etkisiz hale getirmek için harekete geçen İran yaptırımları aşmak için etkili bir ağ oluşturmuştur ve bu nedenle Trump maksimum baskı politikasını hayata geçirmek için zorlanacaktır.
İran'ın yaptırımların etkilerini en aza indirmek ve etkisiz hale getirmek için petrol satışlarını artırmak, dış ticareti güçlendirmek, komşu ve müttefik ülkelerle ticaret seviyesini yükseltmek, BRICS grubu ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi kurumlara katılmak gibi adımlar atmıştır. Ayrıca İran'ın nükleer programında Trump'ın görevden ayrılmasından bu yana önemli ilerlemeler kaydedildi. İran, her türlü kitle imha silahının üretimini din öğretilerine aykırı gördüğünü defalarca dile getirse de Washington’da İran'ın nükleer silah üretecek teknik bilgiye yaklaştığına dair görüşler var.
Dört yıl önce İran'ın nükleer programına yönelik kısıtlamalar uygulama konusunda Trump'ın eli açıktı, ancak şimdi İran güçlü durumda.
Öte yandan Trump'ın ilk aşamada İran’ı köşeye sıkıştırmak için uyguladığı maksimum baskı yaptırımları amacına ulaşamadı. Trump, "uzun vadeli ve daha iyi bir anlaşma" için İran’ı müzakere masasına geri getirebileceğini söylemişti, ancak ABD'nin 2018'de İran konulu Kapsamlı Ortak Eylem Planı anlaşmasından çekilmesinden ve bu iddianın üzerinden 7 yıl geçmesinden bu yana böyle bir şey gerçekleşemedi.
 

Sonuç

 

Bu nedenle Donald Trump'ın müzakereler için yaptığı teklifin, İran'dan maksimum taviz elde etmek için zemin hazırlamayı amaçlayan bir jestten başka bir şey olduğu görünmüyor ve Trump’ın bu durumu daha fazla uzatmak istediği anlamına gelmiyor.
İran'a yönelik yaptırım ağının mimarlarından biri olarak anılan Richard Nephew da son günlerde Foreign Affairs dergisinde kaleme aldığı yazıda bu konuya değiniyor.
Nephew’e göre, ABD'nin diplomasiye bir şans daha vermesi için çeşitli nedenler var; Birincisi ve en önemlisi, Amerikalı yetkililerin askeri saldırının başarılı olup olmayacağını bilmemeleridir. ABD ve ortakları İran'ın ana nükleer tesislerini yok edecek araçlara sahip olabilir, ancak bu, ülkenin tüm nükleer ürünlerini yok edeceğine dair bir garanti sağlamaz.
Yazıda, ‘’İran'ın nükleer güç ilan eden bir ülke tarafından saldırıya uğraması durumunda, İran'ın yeni bir caydırıcılık elde etme isteği iki katına çıkacak, Tahran da bunun için uluslararası meşruiyetini daha fazla hissedecektir.’’ ifadesine yer verildi.
Uluslararası durumun karmaşıklığına değinen Richard Nephew, bunun İran'a karşı askeri eylemin önündeki bir diğer engel olduğunu belirtti.
Nephew, "Sonuç ne olursa olsun, İran'a yönelik askeri saldırı Amerika’yı zor duruma sokacak. Bazı raporlar ABD’nin hava savunma sistemlerinin mühimmat eksikliğine işaret ediyor."
Dolayısıyla İran ile ABD arasında nükleer konulu müzakerelerin mümkün olup olmadığı konusunda topun ABD hükümetinin sahasında olduğu ve Trump'ın zihniyetini değiştirip müzakerelere ilişkin karar vermesi gerektiği söylenebilir.

 İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, İslam İnkılabının Yıldönümü münasebetiyle Hava Kuvvetleri komutanlarıyla gerçekleştirdiği görüşmede İran ve bölgedeki meseleleri değerlendirdi.


İmam Hamanei’nin konuşmasının önemli başlıkları şöyle:

 ‘Amerika ile pazarlık yapmak ne akıllıca, ne mantıklı ne de onurlu bir davranıştır ve ülkenin sorunlarının çözümüne hiçbir etkisi yoktur. Bunun nedeni geçmişteki tecrübelerdir.

Biz 2011 yılında ABD ile yaklaşık iki yıl kadar oturup müzakere ettik ve bir anlaşma gerçekleşti. Elbette Amerika tek başına değildi, başka ülkeler de vardı ama eksen Amerika'ydı, esas olarak Amerika'ydı. Bizim hükümetimiz toplandı, görüştü ve o zamanki hükümet gidip geldi, oturup kalktı, görüştü, konuştu, güldü, el sıkıştı, dost edindi, herkes çalıştı ve bir anlaşma sağlandı. Bu anlaşmada İran tarafı oldukça cömert davrandı, karşı tarafa birçok taviz verdi. Ancak Amerikalılar aynı anlaşmayı uygulamadılar. Şimdi iktidarda olan aynı kişi anlaşmayı yırttı. ABD bu anlaşmayı yırtacağını söyledi ve öyle de yaptı. Harekete geçmediler. Ondan önce de bu anlaşmayı yapanlar anlaşmayı yerine getirmediler. Anlaşmanın amacı ABD yaptırımlarının kaldırılmasıydı ancak ABD’nin yaptırımları kaldırılmadı. ABD yaptırımları kaldırmadı! Birleşmiş Milletler'e gelince, onlar da İran'ın üzerinde sürekli bir tehdit unsuru olarak yaranın üzerinde bastılar. Bu anlaşma, aşağı yukarı iki yıl süren müzakerelerin ürünüydü.’

İslam İnkılabı Rehberi, İran’ın Dışişleri Bakanlığı'nın dünyadaki tüm ülkelerle müzakere, ziyaret ve anlaşmalar imzalamak için gerçekleştirdiği yoğun çabalara değinerek şunları vurguladı: ‘Bu konuda tek istisna ABD'dir. Elbette Siyonist rejimi istisna olarak belirtmiyoruz, çünkü bu rejim özünde bir hükümet değil, toprak gasp eden bir suç çetesidir.’

İmam Hamanei, Amerika'nın müzakerelerden istisna tutulmasının nedeni hakkında şunları söyledi: ‘Bazıları masaya oturunca belli bir sorunun çözüleceğini iddia ediyor ama doğru anlamamız gereken gerçek şu ki, Amerika ile müzakere etmenin ülkenin sorunlarını çözmeye hiçbir etkisi yok.

Bu bir tecrübe ve deneyimdir, bundan ders almalıyız. Tavizler verdik, pazarlıklar yaptık, alttan aldık, uzlaştık ama istediğimiz sonuca ulaşamadık. Karşı taraf aynı anlaşmayı bütün kusurlarıyla birlikte tahrip etti, ihlal etti ve yırtıp attı.’

İmam Hamanei, mevcut ABD Başkanı'nın Nükleer Anlaşma’yı yırtıp atma yönündeki açıklamalarına değinerek şunları söyledi: ‘Ondan önce de önceki ABD yönetimi anlaşmayı kabul etmesine rağmen gereğini yapmamış, kaldırılması gereken ABD yaptırımları da kaldırılmamış, BM meselesi kabuk bağlamayan bir yara gibi kalmış ve İran için her zaman bir tehdit olmaya devam etmiştir.

Böyle bir hükümetle pazarlık yapılmaz. Pazarlık yapmak akıllıca, mantıklı ve onurlu değildir.

Elbette içeride sorunlarımız var; Sorunların varlığını kimse inkâr etmiyor. Geçim noktasında toplumun hemen her kesiminin sorunları ve sıkıntıları var ama bu sorunları çözecek olan içsel faktörlerdir.

Sorunları çözecek olan bu iç faktörler kararlı ve sözünde duran yetkililerin halkın desteği ile çabaları ve himmetidir. Bunu ve halkın birliğini Allah’ın izniyle yürüyüşlerde göreceksiniz. Her yıl kutlanan 22. Behmen (11 Şubat) yürüyüşleri her yıl İran’da milli birliğin sembolüdür. Basiret sahibi bir millet ve yorulmak bilmeyen yetkililer; işte sorunlarımızı çözecek olan budur.

Yetkililer çok meşguller, Allah’a hamd olsun bir şeyler yapıyorlar, ben de bu hükümetin halkın geçim sıkıntısını en azından azaltabileceği konusunda çok ümitliyim.’

İmam Hamanei konuşmasının devamında şu ifadelerde bulundu: ‘Amerikalılar oturup kâğıt üzerinde dünya haritasını değiştiriyorlar. Elbette bu sadece kâğıt üzerinde ve hiçbir gerçekliği yok. Bizim hakkımızda da yorum yapıyorlar, bizim hakkımızda konuşuyor, görüş beliriyor, bizi tehdit ediyorlar. Onlar bizi tehdit ederse biz de onları tehdit ederiz. Onlar bu tehdidi gerçekleştirirse biz de tehdidi gerçekleştiririz. Eğer onlar bizim milletimizin güvenliğine saldırırlarsa biz de onların güvenliğine hiç tereddüt etmeden saldırırız.

Bu davranış Kur'an'dan ve İslam öğretilerinden aldığımız bir derstir ve bizim görevimizdir. Allah-u Teâla’nın bizleri görevlerimizi yerine getirmekte muvaffak kılmasını niyaz ediyoruz.’

İmam Hamanei, kararların yerinde ve doğru zamanda alınmasının çok önemli olduğunu belirterek şunları kaydetti: ‘Tevvabin Aşura günü İmam Hüseyin'in (a.s) yardımına gelmediler, fakat daha sonra isyan ettiler ve hepsi öldürüldüler, fakat iş zamanında olmadığı için sonuçsuz kaldı.’

İmam Hamanei, 19 Behmen’in (11 Şubat) bir diğer özelliğinin akılcılık ve doğru hesaplama olduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: ‘Bazıları inkılap hareketinin akılcılığın tersi olduğunu düşünürler, ama inkılap hareketinin diğer her hareketten daha fazla hesap ve akılcılığa ihtiyacı vardır.’

İmam Hamanei, inkılabın bir diğer belirgin özelliğinin de düşmanın ihmalkârlığından faydalanmak olduğunu belirterek şunları söyledi: ‘Özellikle hava kuvvetlerinde, karşı istihbarat örgütleri ve ordu komutanları bu hareketi tespit edemediler, tahmin edemediler ve aslında hiç beklemedikleri yerden vuruldular.’

İmam Hamanei, Pehlevi rejiminin orduyu Amerika’nın askeri teşkilatlarına bağlı olarak tanımlamasına değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘Ordunun teşkilatlandırılması, silahları ve eğitimi Amerika’ya aitti ve önemli atamalar ve hatta silahların kullanımı bile Amerika’nın iznine dayanıyordu. Bağımlılığın boyutu o kadar büyüktü ki İranlıların parçaları açmasına ve onarmasına bile izin verilmiyordu.’

İmam Hamanei, İmam Humeyni’nin (r.a) 1964 yılı Kasım ayındaki teslimiyete şiddetle karşı çıkan konuşmasını, Amerika'nın ordu ve ülke üzerindeki aşağılayıcı egemenliğine karşı bir protesto olarak nitelendirdi ve şunları söyledi: ‘Pehlevi yetkililerinin en üst düzeyde kabul ettiği anlaşmaya göre, hiçbir Amerikalı İran'da herhangi bir suçtan dolayı yargılanmayacaktı.

Kutsal Savunma, dönüşen ordunun yeteneklerinin tezahür sahnesidir. Binlerce şehit, İran tarihinde parlak yıldızlar gibi parlıyor.

En büyük öncelik İran’ı savunmaktır ve en önemli görev ise orduyu güçlendirmektir. Ordunun, insan gücü, silah, eğitim, muharebe ve savunma hazırlığı bakımından güçlendirilmesi, zayıflıkların ve potansiyel hasarların giderilmesi, her gün yeniliklerin yapılması ve yenilikçi ürünler üretilmesi, çok daha büyük işler başarabileceğinin ispatlanması gerekiyor.’

Cumartesi, 08 Şubat 2025 05:29

İnkılap … Rağmen Devam Ediyor

  İran İslam İnkılabının 46. yıl dönümüne yaklaşılırken, Batı hâlâ bu inkılaptan ve ondan doğan sistemden bahsederken “düşman” kelimesini kullanıyor. ABD Başkanı, ABD'de on iki dönem başkanlık yapmış olmasına rağmen hâlâ “İran acil ve tehlikeli bir sorundur” diyor. 46 yıl sonra, AB liderleri hâlâ İran'ı “yakın bir güvenlik tehdidi” olarak nitelendiriyor ve AB'nin dış politika şefi, üst düzey bir İranlı diplomatla yaptığı toplantıda, “Biz (Avrupa ve Amerika) sizin dış politikanıza tahammül edemeyiz ve  dış ilişkileriniz Ukrayna savaşının maliyetini bizim aleyhimize daha da ağırlaştırdı” diyorlar.
Bu kalem bu sözleri değerlendirecek bir konumda değildir ama İran İnkılabının 46 yıldır değişmediği ve devam ettiği açıktır. Şimdi Fransız ve Rus devrimlerinden 46 yıl sonrasını, bugünkü İslam İnkılabıyla kıyaslayın, halkın bu direnişinin ve onların içinden çıkan sistemin, onların konumları açısından ne kadar değerli olduğunu görün. Diğer ülkelere yayılarak siyasal sistemlerde yeni bir dönem başlattığı için “Büyük Devrim” olarak adlandırılan Fransız Devrimi, Afşar Hanedanlığı'nın İran'daki egemenliğinin son yıllarında, yani 1789 yılında, 236 yıl önce gerçekleşti ve şimdi bu devrimin 1835'te ne halde olduğuna bir bakın.

Pek çok araştırmacı, Napolyon Bonapart'ın 1804'te iktidara gelişini Fransız Devrimi'nin sonu olarak kabul ederken, bazıları da Fransız Devrimi'nin sonunun 1795 veya 1799 olduğunu söylemişlerdir. Her halükarda Fransız Devrimi'nin zaferinden 15 yıl sonra, 1804'te kesin olarak sona erdiği açıktır.

Fransız Devrimi'nin en önemli sonucunun demokrasi olduğu biliniyor, ancak çağdaşı devrim düşünürlerinden Tocqueville, devrimi gerçekleştirmek için gösterilen tüm çabalara rağmen sonucun demokrasi olmadığını düşünüyor. Bu nedenle, “Fransız Devrimi başladığı yıl olan 1789'da sona erdi” diyor. 1835'te Fransa, 12 Aralık 1799'dan 22 Haziran 1815'e kadar süren kanlı 16 yıllık Napolyon yönetimini geride bırakmıştı. Bu 16 yılın sonucu, içerideki siyasal sistemin diktatörlüğüne karşı çıkmak ve diğer ülkelere yönelik saldırganlığı reddetmek olan devrimin tüm hedeflerinin başarısızlığa uğraması oldu.

Napolyon'un iktidarının sona ermesiyle Fransa resmen monarşiye geri döndü. 18. Louis, ölümüne kadar on yıl boyunca Fransa'yı kral olarak yönetti. Ondan sonra 10. Charles, 1830'da tahttan çekilene kadar Fransa Kralı oldu ve ondan sonra da Louis Philippe 18 yıl boyunca Fransa'yı yönetti. Devrimin sloganı cumhuriyet ve demokrasi yaratmaktı, ancak Fransız Devrimi'nin kalıcılığı ve ideallerine bağlılığı bu şekildedir.

Rusya’nın Ekim Devrimi 1917'de zaferle sonuçlanmış ve 1923'te Josef Stalin'in iktidara gelmesi ve sol işçi devriminin ilkelerinden vazgeçmesiyle sona ermiştir. 1953'e kadar, yani tam 30 yıl boyunca Stalin, Sovyetler Birliği Ülkesi olarak adlandırılan ülkenin mutlak yöneticisiydi! Görev süresi boyunca milyonlarca işçi çalışma kamplarına gönderildi ve bunların çoğu çalışırken öldü. Hal böyle olunca, 1963'te Rus Devrimi'nin durumunun zaferinden 46 yıl sonra nasıl olduğunu sormaya gerek yok. Bu sırada Ekim Devrimi'nden çıkan ülkelerin başında, Sovyetler Birliği'ni yönetecek fiziksel ve zihinsel yeterliliğe sahip olmayan Nikita Kruşçev vardı. Sovyet anti-emperyalist devrimi, ilk liderinin 1923'te ölmesiyle birlikte, içeride sömürüyü, dışarıda ise ülkelerin kaynaklarını işgali hedefleyen tam teşekküllü bir emperyalizme dönüştü. Bu nedenle, çok kısa bir süre sonra Fransız Devrimi ve Rus Devrimi'nin tartışılması halkın ilgisini çekmemeye başladı ve genellikle resmi törenler şeklinde anıldı ve askeri geçit töreni bu devrimlerin yıldönümünde sergilenen en önemli şeydi. İslam İnkılabı, öncelikli ideallerine bağlılığı ve sevenlerinin sıcak desteği açısından bir istisnadır. Devrimin yıldönümünde İran'ın köylerinde, şehirlerinde ve başkentinde milyonlarca kişinin katıldığı ülke çapındaki yürüyüşler aslında her yıl İslam İnkılabını ve onun hedef ve ideallerini güncelliyor. Bu yürüyüşler, yürütme teşkilatlarından kaynaklanan bazı rahatsız edici eksikliklere rağmen devrimin güncelliğini koruduğunu söylüyor.

Bu yürüyüşler, devrimin kuruluş felsefesini ve hedeflerinin doğruluğunu vurguluyor, gerilemelere ve sapmalara engel oluyor. Bu yürüyüşler, yanlış iç ilişkilerin, zorbalığın ve dış ilişkilere bağımlılığın bir şekilde İran İslam Cumhuriyeti çerçevesine girmesine izin vermiyor. Fransız ve Rus devrimlerinde yaşanan bu hatalar, ulusal bir denetim kurumunun bulunmayışından kaynaklanmıştır. Elbette, sapmanın liderlerinden başladığı yukarıda belirtilen devrimlerden farklı olarak, İran İnkılabında rehberiyet her zaman devrimin devamını ve temel ilkelerden gerileme ve sapmanın olmamasını vurgulamaktadır. Ancak şu kabul edilmelidir ki, inkılap liderlerinin uyarılarının etkili rolünden daha önemlisi, halkın doğrudan ve güçlü bir şekilde sahada var olmasıdır ve bu, ilkelerin ve ideallerin savunulmasında etkili olmuştur.

İnkılabın zaferinin yıldönümünde tartışılan bir diğer konu ise düşmanın İran'dan “yakın düşman” ve “kronik sorun” olarak söz etmesiyle birlikte İran İslam Cumhuriyeti'nin zayıfladığını iddia etmesidir ancak İslam inkılabının doğuşunun dayandığı iki zorunluluk, hem İran milleti içinde, hem halk arasında, hem bölgede, hem de uluslararası alanda güncelliğini korumuştur. Ülke içinde cumhuriyetçilik veya İslamcılık çerçevesinde diktatörlüklerin ortaya çıkmaması için herkesin hâlâ dikkatli olması gerekmektedir.

Son 25 yılda, 1999 ve 2000'de, bazıları tarafından diktatörlüğü yeniden tesis etmek için en az iki yoğun çabaya şahit olduk ve eğer halkın sahadaki varlığı olmasaydı, İran İnkılabı da Napolyon Bonaparte ve Joseph Stalin gibi diktatörlerin pençesine takılmıştı. Öte yandan, içerideki unsurların İran'ı yeniden mutlak Batı hâkimiyetine döndürme çabaları da hâlâ devam etmektedir. Sa’idi Sircani, ve Ataullah Muhacirani gibi 1990’ların tek sesleri bugün ülkede bir hareket haline geldi.

Bugün Hazreti İmam'ın (r.a), merhum Seyyid Ali Ekber Muhteşimipur'un Hürriyet Hareketi mensuplarına mevki verilmesine ilişkin mektubuna cevaben dile getirdiği yasağın gerekliliği daha da ciddi bir önem kazanmıştır. Gökkuşağı cephesinin İran'ı Batılı askeri ittifaklara yeniden dâhil etme ve İran'ı müstekbir Batı rejiminin siyasetinde eritme çabaları ciddiyetle sürdürülmektedir, bu nedenle halk kitlelerinin devrimlerini ciddi ve kitlesel bir şekilde savunması bundan sonra da geçerliliğini korumakta ve iki kat daha önemli hale gelmektedir. İslam İnkılabı, İslam Cumhuriyeti atmosferine yoğun bir enerji getirdiği için ona sorunları hızla çözme konusunda özel bir yetenek kazandırmıştır. Birçok durumda bu yoğunlaşmış enerjinin etkileri görülür. Örneğin sağlık alanında inkılabın yoğun enerjisi İran'ı uluslararası bir tıp merkezine dönüştürdü. Telekomünikasyon ve elektronik alanında ise İran, bölgenin önemli bir telekomünikasyon merkezi olarak değerlendiriliyor. İran, bilim ve teknoloji alanında da ayrıcalıklı bir konumdadır. İran, savunma kabiliyeti alanında da tartışmasız bir bölgesel güç haline gelmiştir. Fakat bu inkılap, bir zamanlar “Hürriyet Hareketi” ile sınırlı olan bir hareket ve cepheden, kamusal geçim alanındaki sorunlar da dâhil olmak üzere bazı sorunların çözümü yönünde yoğun bir baskı altına girmiştir. Bu dönem boyunca ülkedeki hassas mevkilere güvenen bu kesimden bazı kişiler, inkılabın seyrini değiştirmek için halkın geçim kaynaklarını rehin aldılar ve sorunların çözümüne yönelik fırsatları sürekli olarak yok ettiler. Dış dünyayla koordinasyon sağlanmadan hiçbir şey yapılamayacağını iddia ederken, yıllardır İran İslam Cumhuriyeti'nin hassas noktalarına güvendiler, oysa Batı ile İran arasındaki sorunların Batı'nın aşırı ihtirasları ve taahhütlerinden dönmeleri nedeniyle çözülemeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Buna dayanarak açıkça şunu yazabiliriz ki, kitlelerin geçim sıkıntıları, bazıları tarafından asılsız bir şekilde halk devrimine ve onun ilke ve tutumlarına bağlamış ve İslam İnkılabı bu konuda iki kat baskı ve zulme maruz kalmıştır ve bu zulüm, hile ile iktidara gelenlerin, halkın geçim sorunlarını çözmeye dair en ufak bir inançları olmaksızın, yanlış düşünmelerinin ve sorumluluklarını yerine getirmedeki ihmalkârlıklarının ürünüdür.

Eğer halkı cumhuriyetin direği olarak kabul edersek ki bu şüphesiz böyledir, o zaman aslında bazıları inkılabın ilkelerini suçlayarak cumhuriyeti ortadan kaldırmaya Stalinist ve Bonapartist yöntemlerle kaybedilen suyu Batı'ya döndürmeye çalışmışlardır. Elbette bu mümkün değil, zira 1979 Şubat ayında ilk hükümet iktidara geldiğinden ve 1980 yılında ilk cumhurbaşkanı seçildiğinden beri böyle bir çaba sarf edilmiş ve bu 46 yıl boyunca da az çok devam etmiş ancak İmam (r.a) ve İmam Hamanei’nin liderliği ve halkın sahadaki sıcak varlığı nedeniyle kayaya çarpmıştır.

Sadullah Zarei

​​​​​​​Hamas, işgal altında bulunan Batı Şeria'daki Filistinlilerin, ne pahasına olursa olsun bir karış toprağından bile vazgeçmeyeceğini vurguladı.


Hamas Siyasi Büro Üyesi Harun Nasıreddin, Filistinlilerin topraklarını gasbeden İsraillilerin Batı Şeria'nın güneyindeki Guş Etzion yerleşim bloğunda yeni konutlar inşa etmesine ilişkin bir açıklama yaptı.

Nasıreddin, soykırımcı İsrail'in Guş Etzion bloğunda 20 yıl aradan sonra ilk kez yeni bir yerleşim yeri kurmasının, soykırımcı İsrail'in, "Batı Şeria'yı ilhak etme ve Batı Şeria ile Gazze Şeridi'ndeki Filistinlileri yerlerinden etme" planını hızlandırmak için zamanla yarıştığı anlamına geldiğini belirtti.

Bu planın Filistin halkının kararlılığı ve direnişiyle başarısızlığa uğrayacağını vurgulayan Nasıreddin, Batı Şeria halkının, bedeli ne olursa olsun, bir karış toprağından bile vazgeçmeyeceğini ve işgalcilerin kendilerini yerinden etme iradesine boyun eğmeyeceğini ifade ettii.

Batı Şeria ve Kudüs'teki Filistin halkının kararlı duruş sergilemesi ve katil İsrail'in tehditlerine ve halkı yerinden etme girişimlerine boyun eğmemesinin önemli olduğunu vurgulayan Nasıreddin, Filistin halkının kararlılığının, İsrail'in Batı Şeria'yı boşaltıp daha fazla yerleşim yeri inşa etme emellerini boşa çıkaracağını vurguladı.

Filistin topraklarını gasbeden 15 İsrailli aile, dün, Kudüs yakınlarındaki Haltz yerleşim yerinde 20 evin inşasını tamamlamıştı.

Haltz yerleşim yeri, soykırımcı İsrail hükümetinin Haziran 2024'te onayladığı Guş Etzion bloğundaki beş yerleşimden biri.(Ajanslar)

Cumartesi, 08 Şubat 2025 05:15

İnsanın Hicap ve Perdeleri

 “Allah’tan gayrı”sına ilgi duyup O’ndan gayrısına yönelmek insanı zûlmânî ve nuranî perdeler gerisinde bırakır. İnsanın Yüce Allah’ı unutup dünyaya yönelmesine sebep olursa, dünyevî işlerin tamamı zulmâni örtü oluyor demektir. Bu durumda maddî âlemlerin tamamı zûlmânî perdeler olurlar. Ama eğer, Hakk’a yönelme ve “sonunda herkesin gideceği yer” olan ahiret yurduna ulaşma vesilesi olursa zulmanî örtüler nuranî örtülere dönüşürler. “Allah’tan gayrısından kopma”nın kemâli (en mükemmel hali) ister zûlmânî ister nuranî olsun, bütün perdelerin kalkması, bir kenara itilmesidir. Ancak bu durumdadır ki “Azamet Madeni” olan ilâhî konukevine girebilmek mümkün olacaktır. İşte bu nedenledir ki bu duada Allah Teâlâ Hazretlerinden “görebilme yeteneği” ve “kalbî nuraniyet” talep etmektedirler ki nurani perdeleri yırtarak “Azamet Madeni”ne ulaşabilsinler:

“...gönül gözleri nur perdelerini aşıp Azamet ve Celal Madenine ulaşabilsin ve canlarımız senin yüce ve mukaddes dergâhına ait olabilsin”

Ama zulmanî hicapları henüz yırtamamış olan ve bütün dikkatini tabiat âlemine yöneltmiş bulunan ve Allah korusun, “Allah’tan sapmış” olan ve esasen dünya ötesinden ve ruhaniyet âleminden habersiz olup tepetakla tabiat âlemine gömülmüş bulunan ve hiçbir zaman nefsini temizleyip kendisini düzeltme gibi bir kaygı ve telaşa kapılmayıp kendisinde ruhanî ve manevî bir güç ve hareket oluşturmayan, kalbinin üzerine siyahlık germiş olan kara perdeleri kenara itmeyen kimse ise zulmaniyetin son ve en kalın perdesi olan “esfelussafilin”ndedir (aşağılıkların en aşağılığı).

“...sonra da aşağıların aşağısına çevirdik...”[1]

Hâlbuki Rabb’ul Âlemin Hazretleri (c.c) insanoğlunu en yüce makam ve konumda yaratmıştır:

“...doğrusu biz insanı en güzel bir biçimde yarattık...”[2]

Nefsinin istek ve tutkularına uyan ve kendisini bildi bileli zûlmânî tabiat âleminden başka bir şeye eğilim duymayıp bu karanlık ve kirli dünyanın dışında başka bir yer ve dünyanın da bulunabileceğini hiç düşünmeyen kimse zulmanî perdeye gömülmüş ve “...o, yeryüzüne meyletti (aşağılığı seçti) ve nefsinin istek ve tutkusuna uydu”[3] buyruğunun canlı örneği olmuştur. Zûlmânî perdeyle örtülü günaha bulaşmış kalbi, günah ve isyankarlığının çokluğu neticesinde sıkkın hale gelmiş ruhu ve bozulmuş moraliyle Hak Teâlâ’dan (c.c) uzak düşen ve hakikati görebilecek göz ve aklını körelten kimse, “Allah’tan gayrısından kopma” şöyle dursun, bu “nefsine uyma ve dünyaya eğilim duyma”larla, zulmanî hicap ve karanlık perdelerden bile kurtulamaz.

Böyle birinin Allah’ın velilerinin makamını inkâr etmemesi; berzah âlemlerini, sıratı, ölümden sonra dirilişi ve ahireti, kıyameti, hesabı, Kitab’ı, cennet ve cehennemi masal telakki etmemesi bile hüner sayılır! Yoksa insan günah işleme ve dünyaya gönül verme neticesinde bu hakikatleri inkâr edecek, evliyanın makam ve derecelerini inkâra kalkışacak noktaya da gelebilmektedir. Hem de, evliyanın makam ve dereceleri dua ve münacaatlarda geçen şu birkaç cümleden ibaret olduğu halde!
ehlader
- - - - - - - - - -

[1] Tin, 5.

[2] Tin, 4.

[3] A’raf, 176.

1979 İran İslam devrimi, 7 Ocak 1978 ile 11 Şubat 1979 tarihleri ​​arasında farklı sınıflardan halkların katılımıyla gerçekleşen büyük bir siyasi ve toplumsal dönüşümdür.


İslam devrimi veya diğer adıyla İran devrimi olarak da bilinen 1979 devrimi, 7 Ocak 1978 ile 11 Şubat 1979 tarihleri ​​arasında farklı sınıflardan halkların katılımıyla gerçekleşen büyük bir siyasi ve toplumsal dönüşümdür. Bu süre zarfında Pehlevi rejimi devirildi ve İmam Humeyni’nin (r.a) liderliğinde İran İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşunun temeli atıldı.

Bu devrim sürecinde İslami düşünce ve şahsiyetlerin beligin yere sahip olduğu için İmam Humeyni (r.a) onu “İslam Devrimi” olarak adlandırdı.

İslamcılığın yanı sıra sosyalizm ve milliyetçilik gibi çeşitli ideolojilerin de devrimin gerçekleşmesinde özel rolü vardı. Bu devrim aynı zamanda Ortadoğu'da İslamcılığı zafere taşıyan ilk devrimdir.

 1978-79 yıllarında büyük kentlerde başlayan ve ülkenin her yerine yayılan ayaklanma, Amerikan emperyalizmi ve Şah despotizmine karşı bir konum taşıyordu

Bu hareketin başlangıcı, İmam Humeyni (r.a) ve diğer din alimlerinin 1962 yılından bu yana şah rejiminin din karşıtı yaklaşımlarına karşı protestoları ile başlamıştır.

15 Hordad Kıyamı (5 Haziran 1963)

İmam Humeyni (r.a) 2 Haziran 1963 Aşura günü Kum'daki Feyziye medresesinde Şah rejimine karşı yaptığı konuşmadan dolayı tutuklandı.

İmam Humeyni'nin tutuklanmasını protesto etmek için başta Kum kenti olmak üzere Tahran ve İran’ın birçok kentinde yürüyüşler düzenlendi.

 Şah rejimi 5 Haziran 1963’teki halk ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastırmıştır. Bu olay sırasında birçok insan şehit olmuş, yaralanmış ve hapse atılmıştır. Bu durum toplum nazarında büyük infiale neden olmuş ve halk bu isyandan sonra Şaha karşı daha büyük bir kin ve nefret kusmuştur.

İran halkının 15 Hordad Kıyamı aslında dünya genelinde başlayan İslami uyanışın başlangıç noktasıdır.

İmam Humeyni 5 Haziran 1963 tarihinde Şah rejime karşı siyasi hareketi hassas bir aşamaya getirdi ve 10 yıl aşkın bir süre sürgün gibi ağır şartlara göğüs gerdi.

Kapitülasyon taslağı

Şah rejiminin onayladığı Kapitülasyon taslağı İran’da bulunan Amerikan askerleri ve müsteşarlarına ayrıcalık tanıyarak onları yargı dokunmazlığı verilmesi anlamına geliyordu. Kapitülasyon taslağı devrimi ve devrim konseyinin kurulmasıyla birlikte iptal edildi.

 

İmam Humeyni’nin (r.a) Türkiye’ye sürgün edilmesi

İmam Humeyni’nin (r.a) 4 Kasım 1964 tarihinde İran Şah rejiminin Kapitülasyon taslağına itiraz etmesi sonucunda tekrar tutuklandı. İmam Humeyni tutuklandıktan sonra önce Türkiye’ye ve sonra Necef’e sürgün edildi.

Şah rejiminin Kapitülasyonu onaylamasının ardından İmam Humeyni (r.a) 1964 yılının Kasım ayında bir bildiride söz konusu kararı kınayarak İslam, Kur’ân ve aynı zamanda ülkenin ana yasasına aykırı olduğunu duyurdu.

İmam Humeyni (r.a) söz konusu bildiride başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçlerin İran ve tüm diğer Müslüman milletleri sömüren güçler olduğunu belirterek halkın ve tüm dini âlimlerin bu adım karşısında sessiz kalmaması çağrısında bulundu. 

İmam Humeyni birkaç gün sonra evinde düzenlediği bir toplantıda medrese öğrencileri, akademisyenler ve halkın diğer kitlelerinden oluşan katılımcılara hitap ederek Kapitülasyon kararının nasıl bir anlama geldiğini açıkladı. Konuşmanın gerçekleştiği gece 4 Kasım 1964 tarihinde Kum kentinde yer alan İmam Humeyni’nin evi Pehlevi rejimi komandolarınca kuşatıldı. İmam Humeyni (r.a) Tahran Mihrabad hava alanına aktarıldı ve oradan ordunun hava kuvvetlerine ait bir uçakla Türkiye’ye sürgün edildi. İmam Humeyni (r.a) ilk olarak Ankara'ya, 12 Kasım 1964 tarihinde de sürgününün devamı için Bursa'ya sevk edildi.

İmam Humeyni toplam 11 ay boyunca Türkiye’de kaldı ve bu sürenin çoğunluğunu Bursa’da geçirmiş oldu.

İmam Humeyni’nin (r.a) sürgün edildiği 4 kasım gecesi radyodan halka duyuruldu.

İmam Humeyni’nin (r.a) 4 kasım 1964’te Kapitülasyon taslağına itirazı ve Türkiye’ye sürgün edilmesi İran'daki İslami hareket tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.

İmam Humeyni’nin Türkiye’ye sürgün edilmesinin ardından büyük oğlu Seyyid Mustafa Humeyni Pehlevi rejimi tarafından gözaltına alındı. Rejim İran halkının protestolarını yatıştırmayı hedefleyerek aynı yılın 28 aralık tarihinde Seyyid Mustafa Humeyni’yi serbest bıraktı. Rejimin İstihbarat ve Güvenlik Organizasyonu (SAVAK) kendisine babasını görmesi için Türkiye’ye gitmesi önerisinde bulundu.

Seyyid Mustafa Humeyni ilk başta Bursa’ya babasının yanına gitmeyi kabul etti ancak Kum’daki âlimlerle görüştükten sonra bu karardan vazgeçti. Seyyid Mustafa Humeyni rejimin sessizce onu sürgüne göndermek istediğini sezmişti.

Pehlevi rejimi Seyyid Mustafa’yı babası İmam Humeyni’nin yanına gitmesi için ikna etmekte başarısız oldğunun farkında varınca onu zorla sürgün etmeye karar verdi. Seyyid Mustafa Humeyni 3 Ocak 1965 tarihinde SAVAK tarafından tutuklandı ve aynı gün Türkiye’ye sürgün edildi. Seyyid Mustafa Bursa’ya, babasının yanına gitti.

İmam Humeyni’nin (r.a) Türkiye’den Irak’a Sürgün Edilmesi

5 Ekim 1964 tarihinde İmam Humeyni, oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’yle birlikte ikinci sürgün yeri olan Irak’a gönderildi.  İmam Humeyni, Irak’a gider gitmez Ehlibeyt’in pak ve masum imamlarının türbelerini ziyaret için  Kazımeyn, Samerra ve Kerbela şehirlerine gitti ve bir hafta sonra ise sürgün yeri olan Necef kentine götürüldü.

İmam Humeyni’nin Irak’taki 13 yıllık sürgün hayatında, İran ve Türkiye’de olduğu gibi zahiren direkt baskılar ve kısıtlamalar yoktu; ama, din kisvesine bürünmüş bazı kimselerin iftiraları ve asılsız iddiaları ona büyük bir azap veriyordu. Fakat o, bütün bunları sabır ve metanetle karşılıyor, mücadelesini sürdürüyordu. Ancak, onca sıkıntı ve zorluklar onu Şah rejimine karşı verdiği İslami mücadelede yıldırmadı. O doğru bildiği Hak yolunda ilerlemeyi sürdürdü. İmam Humeyni, Necef kentinde sürgünde bulunduğu dönemde bütün muhalefetlere rağmen 1965 yılında  Şeyh Ensari mescidinde  fıkıh dışındaki dallarda ders vermeye başladı. İmam Humeyni’nin aynı mescidde bu dersi vermesi Paris’e sürgün edilinceye kadar devam etti. İmam’ın dersleri Necef’te ve hatta Irak genelinde, işlediği konular açısından ve derse olan teveccühten dolayı  dikkat çekiciydi. 

İmam Humeyni, Irak’ta bulunduğu süre içinde İran’daki İslami mücadeleciler ile sürekli olarak değişik şekillerde irtibatını korudu. İmam her münasebetle 15 Hordad kıyamının canlı tutulması gerektiğini vurguladı.

İmam, sürgünden sonra da hiçbir zaman mücadeleden el çekmedi ve sürekli olarak yaptığı konuşmalar ve eylemleriyle mücadeleyi canlı tuttu. Milyonların ümit ve ilham kaynağı oldu.

İmam Humeyni 11 Ekim 1967 tarihinde Filistin Fetih Hareketi temsilcisini kabulünde yaptığı konuşmada, İslam dünyası ve Filistin meselesini ele alarak Filistin mücadelesinin bütün İslam alemince desteklenmesi gerektiğini vurguladı ve müslümanların Filistin meselesine  ilgi göstermeleri ve bu yolda görevlerini yapmalarının şer’i bir vazife olduğunu söyledi.

1969 yılının ilk günlerinde Şah rejimi ile Irak rejimi arasında sınır   ihtilafları baş gösterdi.  Irak rejimi, bu ülkede bulunan İran’lıları  çok kötü şartlarda  Irak’tan ihraç etti.  Baas rejimi, İmam Humeyni’nin Şah rejimine olan düşmanlığından yararlanmak için çok fazla çaba gösterdi ama İmam asla Baas rejiminin bu oyununa gelmedi.

İmam Humeyni’nin Necef’te ders vermeye başladığı ilk 4 yılda Necef dini ilimler medreselerinin çehresi tamamen değişti. İmam Humeyni’nin bu hareketi sadece İran’da Şah rejimine karşı mücadele edenleri etkilemedi. İmam’ın bu hareketi İran ve Irak sınırlarını da aşarak Lübnan ve İslam dünyasının diğer bölgelerine de yayıldı. Gerçekte artık İmam’ın hareketi İslami mücadeleciler için bir ilham kaynağına dönüşmüştü.

Seyyid Mustafa Humeyni 47 yaşında 23 Ekim 1977 tarihinde Necef şehrinde hayatını kaybetti. Doktorlar Mustafa Humeyni’nin ölüm sebebi olarak zehirlenme teşhisinde bulunmuştu.

Ancak Şah rejimi ve aynı zamanda dönemin Irak hükümeti ölüm sebebini “kalp krizi” şeklinde bildirdi. Pehlevi rejimi ve SAVAK’ın Mustafa Humeyni’nin ölümünde ciddi bir rol oynadığı konusunda birçok kanıt bulunmaktadır. Dolayısıyla yaygın bir görüşe göre Seyyid Mustafa Humeyni Pehlevi rejimi tarafından şehit edildi.

9 Ocak 1978 Kum protestoları

Bunların yanı sıra 7 Ocak 1978 tarihinde “İran, kırmızı ve siyah sömürü” isimli bir makalenin dönemin “İttila’ât” gazetesinde yayınlaması protesto hareketlerinin oldukça artması ve şiddetlenmesine yol açtı. Söz konusu makalede İmam Humeyni başta olmak üzere din âlimlerine yapılan hakaretler İran halkını oldukça öfkelendirmişti.

 Bu olaylar 9 Ocak 1978 tarihinde Kum kentinde yoğun protestoların düzenlenmesine yol açmıştı. Söz konusu tarihte Şah rejimi memurlarının silahlı ve şiddet dolu eylemlerle protestoları bastırmaya çalışmasıyla birlikte protestolar diğer şehirlere de sıçradı.

Bu tarihten sonra 9 Ocak Kum protestolarında Pehlevi rejimi tarafından öldürülen isimler için yas törenleri düzenlenmeye başlamıştı.  Bunun yanı sıra diğer şehirlerde de düzenlenen protestolarda hayatını kaybedenlerin sayısı gittikçe çoğalmaya başlamıştı. Bunlardan biri de Tebriz idi.

 

18 Şubat 1978; Tebriz Protostoları

18 Şubat 1978 tarihinde Tebriz’de düzenlene protestolarda da birçok kişi hayatını kaybetti. Rejim güçlerinin protestoları bastırmak için doğrudan protestoculara ateş açıp insanları öldürmesi ülkede hakim olan atmosferin bir daha hiç eskisi gibi olmayacağını açık bir şekilde gösteriyordu. İran neredeyse tüm şehirlerinde protestolarda hayatını kaybedenlerin anma törenleri düzenlenmeye başlamıştı.

İmam Humeyni’nin Paris’e sürgün edilmesi

İran ve Irak dışişleri bakanlarının New York’ta yaptıkları görüşmede İmam Humeyni’nin Irak’tan  sürgün edilmesi kararlaştırıldı. 24 Eylül 1979 tarihinde İmam Humeyni’nin evi Baas güçlerince muhasara altına alındı ve bu haberin yayılmasının ardından başta İran olmak üzere Irak ve İslam dünyasının diğer beldelerinde tepkiler yükseldi. 

4 Ekim 1979 tarihinde İmam Humeyni Irak’tan Kuveyt’e gitmek üzere ayrıldı. Ama Kuveyt devleti, Şah rejiminin mesajına binaen İmam’ın kendi topraklarına girmesine izin vermedi. Daha önce İmam’ın Lübnan veya Suriye’ye gideceği söyleniyordu.  Ama İmam oğlu Seyyid Ahmed Humeyni ile meşveret ettikten sonra  Paris’e hicrete karar verdi ve 16 Ekim 1979 tarihinde İmam Paris’e gitti. 

İmam Paris’e gittikten iki gün sonra Paris  etrafındaki küçük bir yerleşim birimi olan Novfel Le Şato’da bir İran’lının evinde ikamet etmeye başladı. Fransa cumhurbaşkanlığının özel güçleri tarafından İmam’a, ikameti boyunca her türlü siyasi faaliyet yasağının olduğu bildirildi. Ama İmam Humeyni de, bu gibi kısıtlamaların  demokrasiden dem vuran bir ülkenin sloganlarını ayaklar altına aldığını ve kendi kanunlarını çiğnemek manasına geldiğini bildirerek sert tepki gösterdi ve gerekirse  başka bir yere gidebileceğinin mesajını verdi.

Şahın İran’dan kaçması

Protestoların şiddetlenmesiyle birlikte Şah Muhammed Rıza Pehlevi 16 Ocak 1978 tarihinde İran’dan kaçtı. Bu haber önce Tahran olmak üzere İran’ın bütün şehirlerinde derhal yayıldı ve halk Şah’ın kaçışını sokaklara çıkarak kutladı.

 Bu süre içerisinde Irak’tan Paris’e giden İmam Humeyni, gönderdiği mesajlar sayesinde İran devrimini yönlendirmeye devam ediyordu.

İmam Humeyni’nin 14 yıllık sürgünden sonra İran’a dönmesi

 Sonuçta İmam Humeyni 1 Şubat 1979 tarihinde uzun bir sürgün döneminin ardından ülkesi İran’a geri dönebildi.

 İmam Humeyni'nin dönüşü ve halk kıyamının yayılması ve Şah'ın İran'dan ayrılmasıyla birlikte halk gösterileri her geçen gün daha yoğun ve kararlı hale geldi ve bağımsızlık, özgürlük, İslam Cumhuriyeti sloganı halkın ana talebi olarak gündeme getirildi.

11 Şubat İslam Devrimi’nin zafer kazanması

Aynı yıl 11 Şubat günü Monarşi dönemi resmen düştü. Böylece İran İslam devrimi zafere ulaşmış oldu.

 İran'da her sene İmam Humeyni'nin Paris'ten dönüş tarihi olan 1 Şubat ile devrimin ilan edildiği 11 Şubat arasındaki 10 gün boyunca çeşitli kutlama etkinlikleri düzenleniyor. Başkent Tahran ve ülkenin diğer kentlerinde 11 Şubat'ta kalabalık törenlerle devrim kutlaması gerçekleştiriliyor.(Mehr)

İran Devrim Muhafızları, ülkenin güney kıyılarında yeni bir yeraltı füze şehri açıkladı. Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, bu şehrin İran’ın askeri kapasitesinin yalnızca küçük bir kısmını temsil ettiğini belirtti.


İran Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri, bugün ülkenin güney kıyılarında yeni bir yeraltı füze şehrini tanıttı.

Füze şehrinin açılışında konuşan Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, bu şehrin İran’ın askeri kapasitesinin yalnızca küçük bir kısmını temsil ettiğini belirtti.

Selami, “Düşman eğer bir hata yaparsa, kendisini ve diğerlerini büyük belaya sokar,” diyerek uyarıda bulundu.

Selami, “Düşman, bu sistemlerle karşı karşıya kalacak ve gerektiğinde hepsi devreye girecek. Bu, Devrim Lideri Seyyid Ali Hamenei’nin talimatları doğrultusunda gerçekleşecek,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, “İran silahlı kuvvetleri, halkı savunmak ve ülkenin kapasitesini artırmak için gece gündüz çalışıyor,” diye ekledi.

Öte yandan, Devrim Muhafızları Liderlik Denetim Sekreteri Hamid Bezmşahi, düzenlediği basın toplantısında, önümüzdeki pazartesi günü İran’da düzenlenecek Malik el-Eşter fuarında yeni füze ve savunma sistemlerinin tanıtılacağını açıkladı.

Bezmşahi, fuarda Devrim Muhafızları’nın koruma mevzilerinin yanı sıra, “ilk kez alüminyum gövdeye sahip devriye ve savaş botları ile yapay zekâ ve kuantum alanındaki başarıların” sergileneceğini belirtti.

Bezmşahi, fuarın iki ana bölümden oluşacağını ifade ederek, “Birinci bölüm İran’ın savunmasına odaklanırken, ikinci bölüm ülkenin gücünü, düşmanla mücadelesini ve halka sunulan hizmetleri kapsayacak,” dedi.

Bunun yanı sıra Devrim Muhafızları’nın İran içinde ve dışında faaliyet gösteren, 200 binden fazla teröristi barındıran gruplarla mücadele ettiğini ve pek çok terör eylemini engellediğini vurguladı.

Bezmşahi, İran kuvvetlerinin operasyonel doktrininin yenilendiğini ve Rusya, Çin, Irak ve Umman ile ortak karma tatbikatların planlandığını belirtti. Ayrıca, savunma ve güvenlik tatbikatlarının da gerçekleştirildiğini sözlerine ekledi.

İran Devrim Muhafızları geçtiğimiz 11 Ocak’ta, Komutan Tümgeneral Hüseyin Selami ve Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Amir Ali Hacızade’nin katılımıyla bir yeraltı füze üssünü tanıtmıştı.(YDH)

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Trump'ın Gazze üyelerini göç ettirme hususundaki açıklamalarına tepki gösterdi.


İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Trump'ın Gazze üyelerini göç ettirme hususundaki açıklamalarına tepki olarak " Filistinliler hariç hiçbir grup Gazze geleceği hakkında görüş belirtemez" dedi.  

İran Dışişleri bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi haftalık basın toplantısında gündem maddelerini değerlendirdi.  

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, muhabirlerin sorularını yanıtlarken Trump'ın Filistinliler ve Gazze hakkındaki son konuşmaları da soruldu. Bakanlık sözcüsü " Kimse Filistinlileri göçe zorlayamaz" diye konuştu.  

İsmail Bekayi cevabının devamında Filistinliler hariç hiçbir grup Gazze geleceği hakkında görüş belirtemez" dedi.  

İsrail Liderleri Yargılanmalı 

Dışişleri bakanlığı sözcüsü Siyonist Rejim'e karşı koalisyon hakkında da konuşarak " Bu süreç Hollanda'nın Lahey kentinde başlayan bir kampanya, 10 ülke bu sürece katılmış durumda. Asıl amaç, Siyonist Rejim'in Gazze'de soykırım yapmaktan sorumlu tutulmamasının önlenmesinden emin olmaktır.  Rejimi cinayetlerini işlemekte destekleyen durum zaten Batı'dan ölümcül silahların gönderilmesiydi.  Biz de bu süreç çerçevesinde Rejim liderlerinin yargılanmasını istiyoruz. Bu süreci destekliyoruz" dedi.

 İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamanei, ABD'nin emperyalizmin ve sömürgeciliğin açık tanımı olduğunu ve küresel finans çevrelerinin kontrolü altında bir hükümet olduğunu belirtti.

 

 İran İslam Devrimi Lideri imam Seyyid Ali Hamanei, Meb’es Bayramı münasebetiyle hükümet yetkilileri ve İslam ülkelerinin Tahran büyükelçileri ile bir araya geldi.Devrimi Lideri imam Hamanei bu görüşmede, Meb'es Bayramını tüm İran halkına, büyük İslam ümmetine ve tüm özgürlük yanlılarına tebrik etti.

imam Hamanei, bu yıl Meb’es Bayramı'nın İran İslam Devrimi’nin yıl dönümüyle aynı zamana denk geldiğini belirterek, "Devrimimizin temelinde Peygamber Efendimiz’in mesajına bağlılık ve onun yolunu takip etme anlayışı vardır. İnşallah bu hareket aynı istikamette devam eder" dedi.

Devrim Lideri imam Hamanei, Meb'es olayının sadece tarihsel bir olay olmadığını, günümüz şartlarında da insanlığa rehberlik edebileceğini ifade ederek, "Meb'es, sürekli bir harekettir ve her dönemde onun bereketlerinden yararlanılabilir. Eğer akıl ve iman doğru kullanılırsa, bireysel ve toplumsal dönüşüm sağlanabilir" diye konuştu.

imam Hamanei, günümüzde küresel güçlerin ülkelerin doğal kaynaklarını, kültürel kimliklerini ve İslami değerlerini hedef aldığını belirterek, "Bugün dünyada güçlü ve şeytani sistemler, milletlerin doğal zenginliklerini ve kültürel kimliklerini yok etmeye çalışıyor. Hepsi aynı derecede değil ama en başta gelen ABD’dir" dedi.

ABD'nin emperyalizmin ve sömürgeciliğin açık tanımı olduğunu ve küresel finans çevrelerinin kontrolü altında bir hükümet olduğunu belirten Ayetullah Hamanei, “Büyük finans kartelleri her gün ulusların kimliğini ve çıkarlarını değiştirip sömürge nüfuzlarını genişletmeye çalışıyorlar. Kuran'a göre size sıkıntı veren her şeyden hoşlanıyorlar” ifadesini kullandı.

imam Hamanei, "ABD Kongresi temsilcilerinin, binlerce çocuğun katilini alkışlamaları ve onu teşvik etmeleri ya da İran'ın 300 yolcusuyla birlikte bir yolcu uçağını düşüren Amerikan gemi kaptanına ödül vermeleri, onların içindeki kötü niyetin ve düşmanlıklarının, diplomatik gülümsemelerin arkasında gizli olan örnekleridir. Bu gerçeklerle karşılaştığımızda gözlerimizi açmalıyız ve Kur'an'ın tabiriyle onlarla gizli bir dostluk peşinde olmamalıyız" ifadelerinde bulundu.

Küresel karşılaşmalarda dikkatli olmanın önemini vurgulayan imam Hamanei, "Kiminle karşı karşıya olduğumuza ve kiminle işbirliği yapıp konuştuğumuza dikkat etmeliyiz" dedi.

imam Hamanei, Gazze'nin zaferine atıfta bulunarak, "Bu küçük bölge, tamamen Amerika'nın desteğine dayanan ve silahlarla donanmış Siyonist rejimi diz çökmeye zorlayabildi." diye konuştu.

Devrim Lideri imam Hamanei, Hizbullah'ın şehit Nasrallah'ı kaybetmesine rağmen direnişini sürdürmesini, günümüz direnişinin parlak örneklerinden biri olarak nitelendirerek, "Dünyada, Seyyid Hasan Nasrallah gibi kaç büyük insan vardır? Böyle bir şahsiyetin kaybıyla dost ve düşmanlar Hizbullah'ın işinin bittiğini düşünürken Hizbullah işin bitmediğini gösterdi ve bazı durumlarda Siyonist rejime karşı daha büyük bir motivasyonla karşı çıktı” dedi.

Hamas Hareketi, örnek bir düzen içinde gerçekleştirilen Siyonist esirlerin teslim operasyonunun dünyayı hayran bıraktığını duyurdu.


Hamas Hareketi yaptığı açıklamada "Hamas Hareketi'nin askeri kanadı Şehit İzzeddin el-Kassam Tugayları ve Filistin direnişi, savaş alanını kontrol etme konusundaki yüksek yeteneklerini bir kez daha kanıtladı. Dünyayı hayrete düşüren örnek bir düzen içinde gerçekleştirilen esir teslim operasyonu, düşmanın cani ordusunun Gazze Şeridi'nde burnunun yere sürtülmesinden sonra gerçekleşti." ifadesine yer verdi.

IRNA’nın haberine göre açıklamada "Bugün yaşananlar, hem savaş alanında hem de Hamas Hareketi Siyasi Büro Başkanı merhum lider Ebu İbrahim'in (Yahya Sinvar) evinin önünde gerçekleştirilen esir değişimi operasyonunun yönetiminde, El-Kassam Tugayları, Filistin İslami Cihad Hareketi'nin askeri kanadı Saraya el Kudüs ve diğer direniş güçlerinin birliğini vurgulamaktadır." ifadesine dikkat çekildi.

Hamas Hareketi ayrıca "Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinde ve kuzeyindeki Cibaliya kampında esir değişimi operasyonuna halkın ve direniş güçlerinin geniş katılımı, Filistin halkının duruşunun ve gücünün ve Filistin direniş gruplarının birliğinin bir teyididir." ifadesinin de altını çizdi.

 

Zafer Sevinci Netanyahu'yu Rahatsız Etti! Filistinli Mahkumların Teslim Sürecini Durdurdu

Netanyahu, Gazze’de İsrailli rehineler serbest bırakılırken yaşanan coşkuya tepki gösterdi. Netanyahu’nun açıklamasından kısa bir süre sonra İsrailli rehinelere karşılık serbest bırakılacak Filistinli mahkumların iade sürecinin durdurulduğu iddia edildi.

Kanal 12’nin haberine göre serbest bırakılmak üzere otobüslere bindirilen Filistinli mahkumlar karar üzerine otobüsten indirildi.

İsrail Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre Netanyahu, Gazze Şeridi’ndeki Han Yunus kentinde İsrailli 2 esir serbest bırakılırken ortaya çıkan görüntüleri “büyük bir ciddiyetle” izlediğini söyledi. 

Netanyahu, “Arabuluculardan bu tür dayanılmaz sahnelerin tekrarlanmayacağından emin olmalarını ve rehinelerimizin güvenliğini garanti etmelerini talep ediyorum” ifadesini kullandı.

Hamas ile İsrail arasındaki esir takasının üçüncü turunda, Gazze’deki 3 İsrailli esir ile 5 Tayland vatandaşı esir, Uluslararası Kızılhaç ekiplerine teslim edilmişti. İsrailli kadın asker esir Agam Berger Gazze Şeridi’ndeki Cibaliya kentinde, Arbel Yehud ve Gadi Moses ile 5 Tayland vatandaşından oluşan 7 esir ise Han Yunus kentinde Kızılhaç ekiplerine teslim edilmişti.

Özellikle Hamas’ın Gazze’de öldürülen lideri Yahya Sinvar’ın Han Yunus’taki evinin bulunduğu bölgedeki yoğun kalabalık dikkati çekmişti. Esirlerin serbest bırakılması sırasında büyük bir coşku ve yaşanmış, esirler teslim edilmeleri sırasında kalabalıkta yürümekte zorlanmıştı.

Bu görüntüleri gerekçe gösteren İsrail’in 3 İsrailli rehineye karşılık serbest bırakması gereken 110 Filistinli mahkûmun teslim sürecini durdurduğu öne sürüldü.

İsrail’in, esir takası sürecinde Hamas’ın gövde gösterisi yapmasından rahatsız olduğu biliniyordu.

Hamas ile İsrail arasındaki esir takasının ilk iki turunda Gazze’deki 7 İsrailli esir ile İsrail hapishanelerindeki 290 Filistinli esir serbest bırakılmıştı.