کارگر

کارگر

İktidar medyası, Türkiye ve İran arasını bozmaya yönelik kışkırtıcı haberlere yoğunlaştı. Son olarak Yeni Şafak gazetesi, bir buçuk yıl önce haberleştirilen bir videoyu yeniden paylaştı.


Türkiye ve İran'ı birbirine düşman olarak göstermek isteyen kışkırtıcı videolar ve eski haberler, medyada son birkaç gündür köpürtülüyor.

Suriye’deki iktidar değişiminin ardından artan İran karşıtlığı, son haftalarda tırmanışa geçti. Geçen hafta birtakım düşünce kuruluşlarının yayımlandığı raporlar, Türkiye ile başta İran olmak üzere bölgedeki dostları arasındaki ayrışmaları öne çıkaran analizler içerdi. Türkiye’nin yerinin, bölgede dostlarıyla ortak bir cephe değil Atlantik’teki işbirlikleri olduğunu ileri süren tezler işlendi.

Yine Anadolu Ajansı'nda çıkan analiz haberlerde de düzenli olarak İran'ı hafife alan saptamalar yapılıyor. Ankara-Tahran arasındaki stratejik dostluğu önemsizleştiren fikirler teorileştiriliyor.

Son birkaç gün de uçak kazasında hayatını yitiren İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin eşi Cemile Alemülhüda’nın, 2023 yılındaki bir konuşması sosyal medya kanallarında yeniden dolaşıma sokuldu. Reisi’nin eşi o videoda, tarihsel değerlendirmeler yapıyor. “Türkler ve İran arasında geçmişten gelen anlaşmazlıklar olduğu" yönünde tespitlerde bulunuyor.

 

14 Haziran 2023 tarihli bu konuşmanın videosu o tarihlerde, Yeni Akit gibi bazı mecralarda “İran Cumhurbaşkanı’nın eşi: Türkler İran’ın daimi düşmanıdır” başlığıyla haberleştirildi.

 

Aradan yaklaşık bir buçuk geçti... Bugün de Yeni Şafak gazetesi, aynı haber için benzer bir başlığı kullandı. Alemülhüda’nın “Türkler tarih boyunca bizim düşmanımızdı. Dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi ve değerlerimizi değiştirmek istediler” ifadelerini öne çıkararak videoyu paylaştı.

Yeni Şafak’ın, Türkiye ve İran arasındaki sorunları, kışkırtıcı paylaşımlarla gündeme taşıdığı biliniyor.(Odatv)

İran'da Hicri Şemsî takvimine göre12 Behmen 1357'ye denk gelen 1 Şubat 1979, İslam Devrimi'nin önderi İmam Humeyni'nin (r.a) yıllar süren sürgünden sonra İran'a dönüş yaptığı gündür.


İmam Humeyni'nin dönüşü ve halk kıyamının yayılması ve Şah'ın İran'dan ayrılmasıyla birlikte halk gösterileri her geçen gün daha yoğun ve kararlı hale geldi ve bağımsızlık, özgürlük, İslam Cumhuriyeti sloganı halkın ana talebi olarak gündeme getirildi. 

İmam Humeyni (r.a) 4 Kasım 1964'ten 1 Şubat 1979'a kadar yani yaklaşık 14 yıl sürgündeydi. Ancak devrimci hareketin güç kazanması ve halkın geniş desteğiyle birlikte, 1979'da Fransa'dan İran'a geri döndü. 1964'te önce Türkiye'ye, bir süre sonra da Irak'a sürgüne gönderildi. Vatandan uzak yıllarının son aylarının Paris'e yakın Nofel Loşato adlı bir köyde geçirdi.

İmam Humeyni'nin dönüşü, milyonlarca kişi tarafından coşkuyla karşılandı. Tahran Havalimanı'nda, halkın büyük bir kalabalık oluşturduğu bu an, devrimin halk desteğiyle ne denli güçlü olduğunu gösteriyordu.

Şah'ın 16 Ocak 1978'de İran'dan ayrılmasından sonra İmam Humeyni (r.a) kısa bir mesajla dünya haber ajanslarına şunları duyurdu: "Şah'ın İran'dan çıkması, 50 yıllık Pehlevi rejiminin cinayet dolu egemendiğinin son bulmasının ilk aşaması olup, İran halkın kahramanca mücadelesi sonucu olmuştur. Bu zaferden dolayı milleti tebrik ediyorum. İlk fırsatta İran'a döneceğim".

 

Devrim uçağının 26 Ocak 1979 günü Fransa'dan İmam Humeyni'yi (r.a) İran'a getirmesi beklenirken, ülkenin havacılık örgütü kötü hava koşulları ve görüş mesafesinin olmaması nedeniyle tüm uçuşların iptal edildiğini duyurdu. Havalimanlarının kapatıldığı ve İmam Humeyni'nin ülkeye girişinin engellendiği haberlerinin ardından halk, gösteri ve yürüyüşlerle hükümetin bu tavrını protesto etti. Tahran'da Mehrabad Havalimanı'na bir grup protestocu yürüdü.

Çeşitli alanlarda halka ateş açmalar bir an için bile durmadı. Haber ajanslarının bildirdiğine göre, şehrin meydanlarından biri başkentte 3 in ölü ile bir savaş alanını andırıyordu. Ettelaat gazetesi, "Tahran'ın batısı ve güneybatısında alevler içinde kaldı" diye yazıyordu.

Havalimanlarının kapatılmasını protesto eden halkın oturma eylemleri ve kanlı gösterilerinin ardından Bahtiyar Hükümeti geri çekildi ve yenilgiyi kabul etti. Bakanla Kurulu, 30 Ocak günü İmam Humeyni'yi taşıyan uçağın Tahran'ın Mehrabad havaalanına sorunsuz bir şekilde ulaşabileceğini duyurdu. Bu haberin duyurulmasıyla birlikte İmam Humeyni'nin 1 Şubat Perşembe günü saat 09:00'da Tahran'da olacağı açıklandı.

1 Şubat 1979'da tarihin en görkemli karşılaması tezahür etti. Bu gün, İran'ın çağdaş tarihinin en kalıcı günlerinden biridir ve halkın coşkusu tarif edilemezdi. Birçok kişi İmam Humeyni'yi karşılama törenine katılmak için Tahran'a gelmişti ve 1 Şubat 1979 tarihinde, tarihin en görkemli karşılaması gerçekleşti ve İmam Tahran'a girdi.

 İmam Humeyni, ulusun mesajını duyduktan sonra Mehrabad Havalimanı'nda bir konuşma yaptı. Önce milletin genci yaşlısı, din adamı ve iş adamı, hakim ve avukatı, işçisi ve çiftçisine, zafer yolunda sebat eden tüm kesimlerine içtenlikle teşekkür etti.

İmam Humeyni (r.a), "Bu zaferin bugüne kadar söz birliğinden dolayı gerçekleştiği için ümmetin bütün sınıflarına teşekkür etmeliyiz. Sözün birliği Müslümanlar, hepsi, sözün birliğidir, dini azınlıkların Müslümanlarla, üniversite ve bilim okulu birliği, din adamlarının ve siyasi fraksiyonun birliği. Bu, zaferin sırrıdır" diye belirtti.

 

İmam Humeyni'nin kısa sürede İslam Devrimi'nin zaferine yol açan dönüşünün en önemli sonuçları arasında geçici bir hükümetin atanması ve Ordu'nun İmam Humeyni'ye biat etmesi dahil olmak üzere iki olay vardır:

4 Şubat'ta Bazergan'ın Başbakanlığı Devrim Konseyi tarafından onaylandı. 7 Şubat'ta ülke çapında en büyük yürüyüş gerçekleşti ve milyonlarca kişi İmam Humeyni'nin seçilmiş hükümetini destekledi.(Mehr)

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, "Tahran, Suriye'nin toprak bütünlüğünü desteklediği gibi, bu ülke halkının desteklediği hükümeti de destekleyecektir." dedi.


Resmi temaslar için Katar'ın başkenti Doha'da bulunan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi, Katar'ın El Cezire televizyonuna verdiği demeçte bölgedeki gelişmeleri değerlendirdi.

Arakçi, Filistin'deki son gelişmelere ilişkin; "İran olarak Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere yardım etmeye hazırız." dedi.

Gazze'deki Filistin direnişini elde ettiği zaferden ve takas anlaşması sonucu Filistinli esirlerin geri dönmesinden dolayı tebrik eden Arakçi, 7 Ekim olayının Filistin davasını yeniden canlandırdığını ve Filistin meselesini bölge ve dünyanın ana gündemine getirdiğini söyledi.

Abbas Arakçi, Suriye konusunda ise "Tahran, Suriye'nin toprak bütünlüğünü desteklediği gibi bu ülke halkının desteklediği hükümeti de destekleyecektir." ifadesini kullandı.

İran Dışişleri Bakanı Arakçi, dün Doha temasları kapsamında Hamas Şura Meclisi Başkanı Muhammed Derviş İsmail ve Hamas Siyasi Büro üyeleri ile Katar’ın başkenti Doha’da bir görüşme gerçekleştirdi. 

Bakan Arakçi resmi temaslarda bulunmak üzere gittiği Doha'da Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile bir araya geldi.

Arakçi'nin Katarlı yetkililerle yapacağı görüşmede bölgedeki güncel gelişmeler ve ikili ilişkiler ele alınacak.(Ajanslar)

Cumartesi, 01 Şubat 2025 06:52

'Hayalet Komutan' Muhammed Ed-Dayf

 
 HAMAS'ın İsrail'in saldırısıyla şehit olduğunu duyurduğu Muhammed ed-Dayf kimdir? Neden 'Hayalet Komutan' olarak bilinir?


HAMAS'ın silahlı kanadı İzzeddin El-Kassam Tugaylarının Sözcüsü Ebu Ubeyde yaptığı açıklamayla Gazze'de olan komutan Muhammed ed-Dayf'in şehit olduğunu açıkladı.

Peki "Hayalet Komutan" olarak bilinen Muhammed ed-Dayf kimdir?

Yıllardır bilinen bir fotoğrafı olmayan Dayf, Gazze'nin içinde yaşayan ve İzzeddin El-Kassam Tugayları Genelkurmay Başkanı olan kişidir.

Mossad'ın elinde dahi yıllar önceki bir fotoğrafının olmasından dolayı kamuoyunda "Hayalet Komutan" olarak bilinir.

Han Yunus'taki kampta Filistinli bir mülteci ailenin çocuğu olarak 1965'te doğan Dayf, 1987'de henüz yeni kurulma aşamasında olan Filistinli direniş hareketi HAMAS’a katıldı.

İsrail'in 1989'da Gazze'ye düzenlediği yoğun saldırı sırasında gözaltına aldığı Dayf, 16 ay yargılama olmadan İsrail hapishanelerinde tutuldu.

Dayf, serbest kaldıktan sonra HAMAS'ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları bünyesinde İsrail'e karşı çok sayıda silahlı eylem gerçekleştirdi.

Muhammed Dayf, Kassam Tugaylarının kurucuları ve önde gelen liderleri arasında yer alıyor.

MOSSAD'IN ELİNDE YENİ BİR DAYF FOTOĞRAFI YOKTU
Dayf’ın üç fotoğrafı var. Biri çok eski, ikincisi maskeli, üçüncüsü de gölgesinin fotoğrafı. Dünyanın en güçlü istihbaratına sahip olmakla övünen İsrail’in bile elinde Dayf’ın yeni bir fotoğrafı yok.

Ne İsrail istihbaratı (Mossad) ne de askeri istihbarat servisi (Şin Bet), “Yılan Adam” adını verdikleri kişinin kişiliğine dair net bir resme sahip değil.

27 yıl boyunca, onu öldürmeye yönelik pek çok girişim başarısızlıkla sonuçlandı ve doğrulanmamış bilgiler, onun 2003 yılında yaralandığını ve felçli kaldığını, ancak varlığının daha belirgin ve güçlü hale geldiğini gösteriyor.

Mossad, onun "hayatta kalma konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip, gizemlerle çevrili ve dikkat çekmemeye son derece istekli bir hedef" olarak tanımlıyor.

İsrail ordusu, Gazze içinde Dayf'ı hedef alma gerekçesiyle sivillerin hayatını kaybettiği 7 saldırı gerçekleştirdi ancak başarılı olamadı.

İsrail 90'lı yıllardan bu yana, Şeyh Ahmed Yasin (2004), Dr. Abdülaziz Al-Rantisi (2004), Yahya Ayyaş (1996) ve Salah Şahade (2002) dahil olmak üzere birçok HAMAS liderini şehit etti. Ancak Muhammad ed-Dayf kendisini hedef alan suikastlara rağmen hayatta kaldı.

Ocak 2011’de annesi vefat ettiğinde tüm HAMAS liderleri cenaze törenine katıldı. Kendisi geldi mi gelmedi mi bilinmiyor. O dönem kimileri geldiğini ama hiç kimsenin bilmediğini söyledi. Bazıları güvenlik nedeniyle hiç gelmediğini öne sürdü. Bir kısmı da yaşlı bir adam kılığına girerek annesine veda edip gittiğini iddia etti.

 

 

Hamas, şehit olan 16 yöneticinin ismini açıkladı!

Hamas, işgal rejimin Gazze Şeridi'ne yönelik 7 Ekim 2023'te başlattığı saldırılarda hayatını kaybeden 16 Siyasi Büro üyesi ve yöneticisinin isimlerini açıkladı.
Hamas'tan yapılan yazılı açıklamada, açıklanan listede öne çıkan isimlerden Hamas eski Siyasi Büro Başkanları İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar'ın yanı sarı Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri, Genel Güvenlik Servisi Başkanı Sami Avde ve İdari Büro üyesi Muhammed Ebu Asker de yer aldı.

Açıklamada, listede ayrıca "Ruhi Muşteha, Samih es-Serrac, Mervan İsa, Zekeriya Muammer, Cemile eş-Şanti ve Cevad Ebu Şemale" gibi Siyasi Büro üyelerinin de yer aldığı belirtildi.

Hamas'ın açıklamasında, şehitler arasında "hareketin Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Teysir İbrahim ve Şura Konseyi Başkanı Usame el-Muzeyni'nin" de bulunduğu bildirildi.

İşgal saldırılarında yaşamını yitirenlerin arasında işgal altındaki Batı Şeria yöneticilerinden Halid en-Neccar ve Yasin Rebi ile Hamas'ın Lübnan lideri Fethullah Şerif'in de olduğu belirtildi.(Ajanslar)

Cumartesi, 01 Şubat 2025 06:45

Fırat’tan Şam’a Bir Yol Var mı?

İmralı kazanını yeniden kaynatanlar bugünlerde çok asabî. Suriye’nin bunda payı yok mudur? Vardır ama bu sürece ‘zırt’ dedirten nokta bence belirsizliktir. SDG lehine oluşan koşullar, Trump’ın Erdoğan’la el sıkışması halinde hızlıca değişebilir. Trump bütün taraflar için hala en büyük bahis.

Kuzeydoğu Suriye’nin geleceğine dair kurulan birden fazla masa var ve hepsi birbirine bakıyor. Bu bakışmanın getirdiği kilitlenme devam ediyor. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki temaslar belli-belirsiz sürüyor. Şam’da Halk Sarayı’nda oturan Ebu Muhammed el Colani görüşmeleri Türkiye ile işbirliği halinde yürüttüklerini söylüyor. Ankara ise bir yandan İmralı’da Abdullah Öcalan’la bir şeyler pişirmeye çalışırken diğer yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın sepetinden ne çıkacak diye bekliyor. Aynı beklenti Kürtler dahil bütün taraflar için geçerli.

Ankara’nın SDG’yi tasfiyeye yönelik azami baskı üretme mekanizmalarında bazı contalar yanmış durumda. Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü’nden Fırat’ın doğusuna geçirme hamleleri sert bir direnişle karşılaştı. Doğrudan Türkiye’nin kara harekâtı seçeneği de Amerikan vetosunu aşamıyor. Yani saha kartı şu koşullarda çalışmıyor.

SDG’yi HTŞ’ye havale etme planı da yeni sınırlarla karşılaşıyor. Colani’nin ‘makul adam’ olma zorunluluğu ve Türkiye dışında pek çok ülkenin devreye girmesi yeni bir denklem doğuruyor. Bu da SDG’yi Şam eliyle halletme seçeneğini zayıflatıyor.

Trump’ın sağı solu belli olmamakla birlikte köşe başlarına oturttuğu adamlar, SDG’yi ortada bırakarak Suriye’den çekilme fikrine karşı.

Fransız ve Amerikalıların Colani’nin karşısına ortak Kürt heyeti çıkarma çabaları da potansiyel olarak bir karşı ağırlık oluşturuyor. Bazı Batılı ülkeler SDG ile HTŞ arasında gizliden gizliye arabuluculuk da yapıyor.

Bütün bunlar Mazlum Abdi’nin Şam’daki pazarlık masasında elini güçlendiren faktörler. İmralı kazanını yeniden kaynatanlar da bugünlerde çok asabî. Suriye’nin bunda payı yok mudur? Vardır ama bu sürece ‘zırt’ dedirten nokta bence belirsizliktir.

***

Bu tür bir ortamda SDG Komutanı Mazlum Abdi’nin HTŞ lideri Colani ile anlaştıklarını duyurması biraz heyecan yarattı. Abdi, ANHA’ya röportajında “Görüş birliğine vardık” dediği noktaları şöyle sıraladı: Müstakbel Suriye ordusu içinde SDG’nin durumu, toprak bütünlüğü, parçalanmanın reddi, diyaloğun canlandırılması ve siyasi çözüm. “Anlaştık” sözü belirsizliği gideren bir şey mi? Kanaatimce değil.

Abdi’nin sözlerinden hareketle SDG-HTŞ diyaloğunun tutunduğu noktalar şöyle:

- HTŞ ile SDG arasında şimdiye kadar çatışma çıkmadı.

- Rakka, Deyr el Zor ve Halep konusunda askeri koordinasyon var.

- İki taraf da SDG ve HTŞ’yi çatışmaya sürüklemek isteyenlerin farkında.

Abdi, Suriye içinden ve dışından çatışma çıkarmaya çalışanlar olduğunu belirterek “Planlar boşa çıkacak” diyor.

Bunlar tutunma noktaları. Peki kopma noktaları? Henüz hiçbir şeyin karara bağlanmadığını anlıyoruz.

Abdi, "Temel noktalarda farklılık bulunmamaktadır. Suriye’de tek bir ordunun olması ve SDG’nin de bu ordunun parçası olması konusunda anlaştık. Fakat mekanizmasının ne olacağı, nasıl yürütüleceği gibi konularda görüşmeler devam ediyor… Üzerinde biraz anlaşamadığımız konu, bunların ne zaman olacağı konusu…" diyor.

***

 

Zamanlama vurgusu basit bir mesele değil. Colani, Savunma Bakanı’nı atadıktan sonra bütün örgütlerin kendilerini feshedip yeni orduya katılmalarını istedi. Saraydaki toplantıya katılanlar “Tamam” dedi. Bunun istisnaları var. SDG zaten davetli değildi. Süveyde’deki Dürziler de anayasa yazılıp devlet teşkil edinceye kadar silah bırakmayacaklarını duyurdu. HTŞ ile birlikte hareket edip Şam’a ilk giren Dera merkezli bir iki grup da ‘pazarlık’ istiyor.
Anladığımız kadarıyla SDG de orduya entegrasyon için bir formül bulunsa bile tablo netleşmeden o kritik eşiği geçmek istemiyor.
 

Çünkü yanıt bekleyen bazı sorular var:

- Fırat’ın doğusundaki fiili özerk bölge siyasi sürece nasıl dahil edilecek?

- HTŞ’nin vadettiği ulusal konferansa katılım hangi çerçevede olacak? Mesela bireysel olarak mı örgütsel olarak mı? Kürt heyeti olarak mı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ya da SDG olarak mı?

- Özerk yönetim ve SDG 1 Mart’ta kurulması hedeflenen geçiş hükümetinde nasıl temsil edilecek?

- Yeni Suriye anayasası hangi temeller üzerinde yazılacak? Şeriata dayalı bir sistem mi yoksa demokratik-laik bir sistem mi?

- Ulusal meclisi belirleyecek seçimler hangi temelde nasıl ve ne zaman yapılacak?

İşte orduya katılım için zamanlama bu soruların yanıtına bağlı olarak önem kazanıyor.

Abdi’nin verdiği bilgilere göre birkaç gün önce HTŞ ile toplantı yapıldı. Karşılıklı talepler sunuldu. Şimdi yanıtlar bekleniyor.

***

SDG’nin blok olarak Suriye ordusuna katılmasına HTŞ’nin yanıtı olumsuzdu. Mekanizma konusundaki uzlaşmazlık sanırım bununla ilgili. HTŞ’nin Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra birkaç kez ordu içinde farklı statü ya da komuta düzeni olamayacağını belirtti.

Abdi, HTŞ’deki çelişkili açıklamaların baskılardan kaynaklandığını savunarak “Bizim için en önemlisi Sayın Ahmet el Şara’nın (Colani) açıklamalarıdır” diyor. Colani’nin merkeze alınması HTŞ içindeki bozucu faktörleri bertaraf etmeye ya da Ankara’nın etkisini sınırlamaya dönük taktiksel bir yaklaşım da olabilir. Colani’nin Amerikalıların da etki alanında olması SDG’ye kime odaklanacağını gösteriyor.

Nihai statü pazarlığında kritik dönemece girinceye kadar diyalog zeminini güçlendirmek için pratik bazı adımlar da gündemde. Mesela Rakka’nın güneyinde 8 Aralık sonrası SDG’nin eline geçen iki petrol bölgesi HTŞ yönetimine bırakıldı. Bu devir teslim sürecinde Amerikalılar da işin içindeydi. Sonra özerk yönetim, Hol Kampı’nda tutulanların evlerine dönmesi konusunda HTŞ’ye işbirliği önerdi. Irak sınırında Yarubiye (Til Koçer) ve Türkiye sınırında Kamışlı kapılarının açılması için de HTŞ’ye “Sorumluluk senindir” denildi. Daha önce ortamı yumuşatmak için yeni Suriye bayrağı özerk bölgelerde göndere çekilmiş, sınır kapılarının Şam’a devredilmesi önerilmiş ve Kandil bağlantılı yabancı savaşçıların Suriye’den gönderileceği söylenmişti.

HTŞ de bir çözüm taslağıyla yanıt verdi. El Cezire Arapça kanalına göre teklif, Kürtlerin kültürel haklarının tanınmasını, bu konuda anayasal güvence verilmesini, (bireysel olarak) Kürtlerin güvenlik kurumlarına alınmasını ve yerel meclislere geniş yetkiler verilmesini içeriyor.

Middle East Eye da Ankara’daki kaynaklara dayanarak bu teklifin Türkiye’nin istekleriyle uyumlu olduğunu yazdı. Konuya hakim bir Türk kaynağın “Ankara esasen Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) demokratik seçimlere katılan ve Şam'da temsil hakkı kazanan ulusal bir partiye dönüşmesini istiyor" dediği aktarıldı.

Fakat bunlar orta yola işaret etse de SDG’nin taleplerini karşılamıyor. SDG’nin Suriye ordusuna blok halinde entegre edilmesi, mevcut konuşlanma alanlarında kalması ve sınırları kontrol etmesi kritik koşullar arasında yer alıyor ki bunlar, güç yapılanmasında bir muhtariyet anlamına geliyor. Bir diğer kritik koşul petrol sahalarının devrine karşılık gelirden sabit pay verilmesi.

Şam’da Colani ve Kusra ile görüştükten sonra bir yazı kaleme alan El Mecelle Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’nin aktardığı bilgilere göre ise HTŞ yönetimi şunları talep ediyor:

- SDG’nin feshedilip 70 bin savaşçısının yeni orduya katılması.

- Suriyeli olmayan PKK yöneticilerinin sınır dışı edilmesi ve Türk vatandaşı olanların Ankara'ya teslim edilmesi.

- Ademi merkeziyetçiliğe hayır denilmese de özerk yönetimin feshi.

- Stratejik zenginliklerin Şam'ın kontrolüne bırakılması.

- Türkiye ve Irak sınırlarının yanı sıra cezaevi ve kampların kontrolünün devri.

Abdi’nin “anlaştık” demesine karşın henüz buluşma noktaları oluşmuş gözükmüyor.

***

 

Girişte sözünü ettiğim SDG lehine oluşan koşullar, Trump’ın Erdoğan’la el sıkışması halinde hızlıca değişebilir. Trump bütün taraflar için hala en büyük bahis. İsrail devlet televizyonu KAN 11’e göre Beyaz Saray yetkilileri, İsrailli mevkidaşlarına Trump’ın Suriye’den Amerikan askerini çekme planını iletti. Plan, Tel Aviv’de endişe yarattı. Malum İsrail 8 Aralık sonrası engelsiz bir şekilde Suriye topraklarındaki işgali genişletti. Suriye’de Amerikan varlığı onlara da güç veriyor. Ayrıca SDG’yi gelecekte Suriye’de potansiyel müttefik olarak görme eğilimindeler. Dışişleri Bakanı Yisrael Katz açıkça müttefikler nezdindeki temaslarda SDG’ye desteğin sürmesi konusunu gündeme getirdiklerini söylemişti. KAN 11’in haberi, Başbakan Benyamin Netanyahu’nun 4 Şubat’taki Washington ziyareti öncesi muhatapları dürtme amacı taşıyor olabilir. Trump henüz yol haritası anlamına gelen bir şey söylemedi. Asker çeksin ya da çekmesin önemli olan şu: Trump Kürtlerin özerklik talepleriyle ilgilenecek mi ilgilenmeyecek mi? Bunun için Şam ve Ankara üzerinde kredisini kullanacak mı kullanmayacak mı? Şimdiye kadarki mesajları “Aman bana ne” havasındaydı. Fakat ABD’nin tutumu Türkiye’nin adımlarını şekillendirdiği için bigane kalması mümkün değil.
Biden yönetiminin yürüttüğü temaslar Ankara, Kamışlı ve Şam üçgeninde bir orta yolun bulunması çabasına işaret ediyordu. Bu temasların sonucu Trump’ın önüne de gidecektir. Netanyahu ile Beyaz Saray’daki görüşmede Suriye’nin gündeme gelmemesi mümkün değil. Bu temas trafiğinde yer alanların Reuters’a verdiği bilgiye göre, taraflar kamuoyuna yaptıkları açıklamalardan daha fazla esneklik gösteriyor.
 

Ortada net bir şey olmamakla birlikte şunu söylemek yanlış olmayabilir: Özerklik ya da federasyon çağrışımı yapmayan ademi merkeziyetçilik, tarafları köşeli duruşlarından çıkaran sihirli iki kelime olabilir. Abdi’nin Colani ile anlaştık dediği hususların zemininde de adı konulmamış kısmi muhtariyet unsurları yer alabilir. Ama kesin yanıtlar şu aşamada hiç kimsede yok.

GAZETEDUVAR

Fehim Taştekin

Cumartesi, 01 Şubat 2025 06:34

Suriye’de Kutladığımız Zafer Bu Mu?

 ABD, İsrail, İngiltere…Bu ülkelerin istihbarat örgütleri…

Esad’ı devirmek için birlikte hareket ettiler.

Türkiye de buna destek verdi.

İktidar da bunu gizlemedi.

Gazeteler televizyonlar zafer ilan etti.

BAAS rejimi…

Bir başka anlatımla Arap Kemalizm’i.

Yıkılmasına pek sevindiler.

ŞU ANDA DURUM NE?

Peki şu anda durum ne?

Suriye’de sis iyice dağıldı.

Türkiye’ye tehdit belli.

PKK devletçiği.

Ama NATO müttefiklerimiz sahada.

ABD, İsrail, İngiltere, Almanya, ...

Suriye’ye çullanmış durumdalar.

PKK/PYD’ye kalkan oluyorlar.

İsterseniz tek tek ele alalım:

HTŞ-PKK/PYD MÜZAKERELERİ

HTŞ-PKK/PYD görüşmeleri…

İngiliz haber ajansı Reuters:

“Müzakereler umut verici.” diyor.

PKK/PYD’nin talebi…

“Ademimerkeziyetçi” bir yönetim.

Daha açık bir ifade ile…

“Bizim işimize fazla karışılmasın” tavrı.

PKK/PYD dayılarını arkasına almış.

Taleplerinde ısrar ediyor.

Şam’da da yetki istiyor.

DAĞITMA YOK

PKK/PYD askeri biriminin dağıtılması…

Böyle bir niyet yok.

ABD, İsrail ve NATO da istemiyor.

Örgütün başındaki Mazlum Abdi.

Özetle şunları söylüyor:

“Örgütü dağıtmayacağız.

Suriye Savunma Bakanlığına bağlanabiliriz.

Ama bir blok olarak.”

HTŞ’DE TELAŞ

Fransız Haber Ajansı (AFP)…

Şam’da gazetecilere konuşan Suriye Savunma Bakanı Murhef Ebu Kasra’nın, “Şu anda PKK/PYD ile diyalog kapısı açık, ancak gerekirse güç kullanmaya da hazırız.” dediğini aktardı.

Suriye Geçiş Hükûmeti Basın Müşavirliği panik halinde Rudaw’a açıklama yaptı:

“Bakan Ebu Kasra, doğrudan güç kullanılmasından bahsetmedi.”

İNGİLTERE: FEDERASYON

Londra’da PKK/PYD etkinlik düzenledi.

Etkinliğe İngiliz vekiller katıldı.

Muhafazakâr Parti, İşçi Partisi, …

Suriye’de federalizm ve otonomi talep ettiler.

Türkiye’ye baskı uygulanmasını istediler.

Bu arada;

Mesud Barzani de Mazlum Abdi ile görüştü.

Barzani de aynı görüşte:

“Suriye’de en uygun çözüm federalizm.”

Batı Barzani ile PKK/PYD’nin arasını bulma çabasında.

ALMANYA

Alman diplomatlar da bölgedeydi.

PKK/PYD’lileri ziyaret ettiler.

Almanya Dışişleri Bakanlığının Ortadoğu ve Kuzey Afrika İşlerinden Sorumlu Yetkilisi Tobias Tunkel, Mazlum Abdi ile görüştü.

Daha sonra şu açıklamayı yaptı:

“Yıllar sonra buraya gelebilmiş Almanya’nın ilk yetkilileriyiz. Suriye’nin bu bölgesi, Esad rejimi, DEAŞ’a karşı mücadele ve Türkiye ile süregelen gerginliğin izlerini taşıyor. Ancak şimdi Kuzeydoğu Suriye için değişim fırsatı doğuyor. Suriye’de müreffeh bir Kürt bölgesi inşa etmek mümkün. Bunun için ulusal diyaloğa güçlü bir Kürt sesiyle katılmak gerekiyor ve bu diyalog hemen başlamalı.”

ABD BASKISI

ABD de PKK/PYD için devrede.

Üst düzey bir ABD'li diplomat…

“ABD ve Türk yetkililer çok yoğun görüşmeler yürütüyor.” bilgisi verdi.

Hemen ilave etti:

“Görüşmeler çok karmaşık.

Zaman alacak.”

ABD bütün gücüyle bastırıyor.

Münbiç ve Tişrin Barajı da gündemde.

Mazlum Abdi Türkiye’ye yaptırım istiyor.

ZAFER BU MU

Suriye’de gelinen nokta…

Batı PKK/PYD’yi korumaya aldı.

Terör örgütüne karşı işbirliği yapılacak bir Şam yönetimi de yok.

Suriye’de kutladığımız zafer bu!

İsmet Özçelik

Soykırımcı İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının ekonomik faturası ağırlaşıyor. Yedioth Ahronoth gazetesine göre, savaşın toplam maliyeti 42 milyar dolara, günlük harcama ise 83,8 milyon dolara ulaştı. Savunma bütçesindeki en büyük harcama kalemi yedek ordu finansmanı olurken, İran’ın füze saldırılarına karşı yapılan hava savunma operasyonlarının tek bir gecede 279 milyon dolara mal olduğu açıklandı.


Katil İsrail’in Gazze’ye yönelik sürdürdüğü savaşın ekonomik yükü giderek artıyor. Siyonist İsrail'de yayın yapan Yedioth Ahronoth gazetesi, savaşın maliyetinin 42 milyar dolara ulaştığını ve bu sürede günlük ortalama 83,8 milyon dolar harcama yapıldığını yazdı.

Gazetenin Siyonist İsrail Genelkurmay Başkanı Ekonomi Danışmanı ve Savunma Bakanlığı Bütçe Dairesi Başkanı Gil Pinchas'tan aktardığına göre, Ocak ayının ortası itibarıyla savaşın toplam maliyeti 150 milyar şekel (yaklaşık 42 milyar dolar) olarak hesaplandı.

T24'ün haberine göre Pinchas, Gazze'deki operasyonların günlük maliyetinin 300 milyon şekel (83,8 milyon dolar) olduğunu belirtirken, İran’ın İsrail’e yönelik füze saldırılarına karşı yapılan hava savunma operasyonlarının tek bir gecede 1 milyar şekel (279 milyon dolar) maliyete yol açtığını ifade etti.

EN BÜYÜK HARCAMA KALEMİ: YEDEK ORDU
Yedioth Ahronoth’a göre, İsrail’in savunma bütçesindeki en büyük harcama kalemlerinden biri, 45 milyar şekele (12,5 milyar dolar) ulaşan yedek ordu finansmanı oldu.

ATEŞKES VE ULUSLARARASI SÜREÇ
Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşması, 19 Ocak'ta yürürlüğe girdi. ABD'nin desteğiyle Mısır ve Katar arabuluculuğunda sürdürülen müzakerelerde, ateşkesin ilk aşamasının 42 gün süreceği ve bu süreçte daha uzun vadeli bir anlaşma için görüşmelerin devam edeceği belirtiliyor.

Öte yandan, İsrail saldırıları 7 Ekim 2023’ten bu yana büyük bir insani krize yol açtı. Çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 47 bin 400'den fazla Filistinli yaşamını yitirirken, 111 binden fazla kişi yaralandı.

ULUSLARARASI HUKUK SÜREÇLERİ
İsrail, savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçlamasıyla yargılanıyor. Aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, Kasım 2024’te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze’de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle tutuklama emri çıkarmıştı.

 Soykırımcı İsrail ordusu, Beyrut ile Tel Aviv arasında 27 Kasım 2024'te varılan ateşkesi ihlal etmeye devam ediyor.
Ordudan yapılan yazılı açıklamada, gece Bekaa Vadisi'nde çok sayıda noktaya hava saldırısı düzenlendiği belirtildi.

Saldırılarda can kaybı olup olmadığına ilişkin Lübnan makamlarından henüz bir açıklama yapılmadı.

Lübnan ile Siyonist İsrail arasında 27 Kasım 2024'te ateşkese varılmıştı. Bu ateşkes kapsamında işgalci İsrail ordusunun 60 gün içinde Lübnan'ın güneyinde işgal ettiği noktalardan çekilmesi gerekiyordu. Ancak İsrail, Lübnan ordusunun ülkenin güneyine "tam olarak yerleşmediğini" ileri sürerek işgal süresini 18 Şubat'a kadar uzatmıştı.

Lübnan Sağlık Bakanlığının açıklamasına göre, katil İsrail ordusunun 26 Ocak'tan bu yana düzenlediği saldırılarda 26 kişi şehit oldu, 206 kişi yaralandı.

 

Siyonist İsrail, Batı Şeria'da Çok Sayıda Evi Havaya Uçurdu
 
Filistin resmi haber ajansı WAFA'da yer alan habere göre, katil İsrail ordusu, 5 gündür şiddetli saldırılar düzenlediği Tulkerim Mülteci Kampı'nda çok sayıda eve saldırı düzenledi.

En-Nadi Mahallesi başta olmak üzere mülteci kampından çok sayıda patlama sesleri duyuldu, bölgeden yoğun dumanlar yükseldi.

İşgalci İsrail ordusu, son olarak Tulkerim Mülteci Kampı'nda 150 Filistinliyi göçe zorlamıştı.

Siyonist İsrail ordusu, Batı Şeria'nın Cenin kenti ve Cenin Mülteci Kampı'nda 21 Ocak'tan bu yana sürdürdüğü şiddetli saldırılarını 27 Ocak'ta Tulkerim'e taşımıştı.

Görgü tanıkları, katil İsrail güçlerinin kuşatma altında tuttuğu bölgede evlere sık sık baskınlar yaptığını, altyapıyı tahrip ettiğini, Filistinli yüzlerce aileyi de zorla yerinden ettiğini aktarıyor.

Siyonist İsrail'in Tulkerim'e saldırılarında 3 Filistinli şehit olmuş, çok sayıda kişi yaralanmıştı.

İşgalci İsrail güçlerinin Tulkerim'de bazı Filistinlilerin evlerini kuşatmaya alarak 2 eve gerçek mermi ve ses bombalarıyla ateş açtığı ve 2 kişiyi gözaltına aldığı belirtilmişti.

İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail askerleri ile Filistin topraklarını gasp eden İsraillilerin saldırılarında 167'si çocuk 892 Filistinli şehit oldu.

 “Ve biz, her ümmete bir peygamber gönderdik, onlara sadece bir Tanrı'ya kulluk etmelerini söyledik.”

Risaletin Felsefesi ve Tarihi

Peygamber Efendimiz (s.a.a) risalet görevi, 27. Receb’de, Hira Mağarası’nda ilk vahiy indirildiği gün başlamıştır. Bu olay, İslam’ın doğuşunun ve insanlık için gönderilen son peygamberin göreve başlamasının işaretidir. Hira, sadece bir inziva yeri değil, aynı zamanda Allah ile olan derin sohbetin ve vahyin alındığı yerdir. Burada, Peygamber Efendimiz (s.a.a) evrenin yaratılışını, insanlığın amacını ve Allah’ın kudretini anlamaya çalışırken, aynı zamanda içsel bir aydınlanmaya da kavuşmuştur.

İslam dünyasında bu tarih büyük bir öneme sahiptir, çünkü 27. Receb, sadece Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) risaletinin başladığı gün değil, aynı zamanda insanlık için büyük bir değişimin, aydınlanmanın ve kurtuluş yolunun kapılarının aralandığı gündür. Kur’an-ı Kerim, bu dönemde nazil olmaya başlamakta ve insanlara doğru yolu göstermektedir. Bu tarih, her iki İslam mezhebi açısından çok büyük bir anlam taşır. Ancak tarihsel farklılıklar ve çeşitli rivayetler bu olayın zamanını değişken kılmaktadır.

Risaletin Anlamı

Risalet, Allah tarafından insanlara doğru yolu göstermek amacıyla bir peygamberin gönderilmesidir. Bu anlam, sadece bir dini görev değil, aynı zamanda insanlığın, adaletin, doğruluğun ve ahlakın egemen olduğu bir toplumu inşa etmek için yapılan bir davettir. Risalet, insanlık için bir kurtuluş çağrısıdır; bir peygamberin görevi, insanları karanlıktan aydınlığa, cehaletten bilgiye, zulümden adalete çıkarmaktır.

Şii kaynaklarında, İmam Ali (a.s) bu risaletin amacını şu şekilde dile getirmektedir:

"Peygamber (s.a.a), insanlara doğruluğu öğretmek, onları sadece kendi içlerinde değil, tüm toplumda adalet ve doğruluğa yönlendirmek için gönderilmiştir. O, insanları karanlıkta bırakmaz, onları doğru yola yönlendirir."

Kur’an-ı Kerim, bu risaletin birincil amacını açıkça belirlemiştir: “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.”[1] Aynı zamanda, risaletin insanlık için bir rehberlik olduğunu ifade eden başka bir ayet şöyledir: “Ve biz, her ümmete bir peygamber gönderdik, onlara sadece bir Tanrı'ya kulluk etmelerini söyledik.”[2]

Peygamber Efendimiz'in Risalet Görevindeki Amaçlar

Peygamber Efendimiz (s.a.a), risaletini yerine getirirken sadece bireysel ibadetleri değil, aynı zamanda toplumsal düzeyde de büyük değişimler yaratmayı amaçlamıştır. İslam, sadece bir din olarak değil, bir yaşam düzeni olarak kabul edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.a), insanları doğru yola davet etmiş, İslam'ı öğretmiş ve tüm insanları adaletli bir toplum kurmaya yönlendirmiştir.

Kur’an'da, adaletin sağlanması için peygamberlerin görevlendirildiği belirtilmiştir:

“Biz, peygamberlerimizi açık belgelerle gönderdik ve onlarla birlikte kitap ve mizan (adalet ölçüleri) indirdik, ta ki insanlar adaleti kılsınlar.”[3]

Aynı şekilde, İmam Ali (a.s) de bu hedefin çok önemli olduğunu vurgulamıştır:

“Peygamber, halkı yalnızca İslam’ı kabul etmeye değil, aynı zamanda adaletin, hakkın ve dürüstlüğün egemen olduğu bir hayat sürmeye çağırdı.”

Hira Mağarası ve İlk Vahiy

Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hira Mağarası’na çıkarak Allah ile sohbet etmekteydi. Hira, sadece bir inziva yeri değil, aynı zamanda Allah’ın kudretini gözler önüne serdiği bir yerdi. Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hira Mağarası’na her çıkışında evreni gözlemleyerek Allah’ın kudretini anlamaya çalışıyordu.

İmam Ali (a.s) bu durumu şu şekilde dile getirir: “Peygamber (s.a.a), Hira Mağarası’na her gittiğinde, gökyüzüne bakar, evreni gözlemler, her şeyin bir yaratılış amacına sahip olduğunu fark ederdi.” Bu derin düşünme süreci, onun risalet görevi için bir hazırlık süreciydi. O, evrenin her zerresinde Allah’ın kudretini gördü ve bu kudretin insanlık için bir yol gösterici olduğunu fark etti.

Peygamber Efendimiz’in Daveti ve Ahlaki Öğretileri

Peygamber Efendimiz (s.a.a), insanları Allah’a davet ederken, sadece dini bir öğretiden öte, ahlaki ve toplumsal değerleri de öğretiyordu. İnsanları doğruluğa, dürüstlüğe, adalete ve merhamete davet etti. İmam Ali (a.s), Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) ahlaki öğretisini şu şekilde açıklar:

“Peygamber Efendimiz (s.a.a), insanlara sadece doğruyu ve yanlışı öğretmekle kalmadı, onları iyi bir insan olmanın, doğru yolda olmanın ne demek olduğunu da gösterdi. O, ahlaki mükemmeliyetin en yüksek derecesine ulaşmıştı.”

Peygamber Efendimiz (s.a.a), toplumda adaletin, eşitliğin ve barışın egemen olmasını amaçladı. Bu, sadece dini değil, toplumsal bir devrimdi. O, insanları sadece ibadetle değil, toplumda ahlaki değerlere ve adalete de çağırıyordu. Kur’an, onun bu amacını şu şekilde açıklar:

“İyi işler yapanları müjdele, çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır.”[4]

Gandhi’nin Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hakkındaki Görüşü

Mahatma Gandhi, Peygamber Efendimiz (s.a.a) hakkında büyük bir saygı ile konuşmuştur. Gandhi, Peygamber Efendimiz’i “büyük bir lider” ve “cesur bir peygamber” olarak tanımlar. Gandhi’ye göre, Peygamber Efendimiz (s.a.a), insanlık için sadece bir dini öğreti değil, aynı zamanda ahlaki ve toplumsal devrimci bir figürdür. Gandhi şöyle der:

"Muhammed, hem ruhsal hem de toplumsal hayatı yeniden şekillendiren bir önderdir."

Peygamber Efendimiz (s.a.a), sadece kendi toplumunu değil, tüm insanlığı doğru yola çağırmış ve insanlık için büyük bir değişim başlatmıştır. Onun öğretileri, bugün hala dünyada milyonlarca insan için bir yol gösterici olmaya devam etmektedir.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) risalet görevi, insanlık için bir rehberlik, aydınlanma ve kurtuluş yoludur. O, sadece bir peygamber değil, aynı zamanda adaletin, doğruluğun, ahlakın ve bilimin yol göstericisi olmuştur. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) öğretileri, insanlık tarihindeki en büyük devrimlerden biridir ve bu devrim, onun ahlaki ve toplumsal öğretileriyle şekillenmiştir.

Ya Allah, Senin sevgili peygamberin Muhammed Mustafa (s.a.a) aracılığıyla insanlığa rahmetini ve hidayetini gönderdin. Onun risaletini kabul edebilmek için kalplerimizi temizle, akıllarımızı doğru yola ilet. O’nun gösterdiği ahlaki ve toplumsal değerlere yönelmeyi, adaletin ve doğruluğun savunucusu olmayı nasip et.

Ya Allah, bizlere doğruyu ve gerçeği arama cesareti ver, karanlıklar içinde yolumuzu kaybetmekten koru. Peygamberimizin (s.a.a) rehberliğinde, ruhumuzu ve gönlümüzü aydınlat, bizi doğru yolda sabırlı ve kararlı kıl.

Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in yaşamı ve öğretileri bizler için en değerli rehberdir. Bizlere, O’nun ahlaki üstünlüklerini ve Allah’a teslimiyetini örnek almayı nasip et. O'nun getirdiği mesajı doğru bir şekilde anlamamıza ve yaşamımıza tatbik etmemize yardımcı ol, ya Rabb.

Ey en yüce, en merhametli Rabbimiz, bizi Peygamberimizin (s.a.a) izinden yürüyen, onun sünnetine sarılan ve toplumda barış, huzur ve adaleti hâkim kılmaya çalışan bir ümmet yap. Bize doğruyu gösteren ve bu dünyada ve ahirette bizimle olan rahmetini eksik etme.

ehlader
- - - - - - - - - - - -
[1] (Furkan, 56)
[2] (Nahl, 36)
[3] (Hadid, 25)
[4] (Fussilet, 33)

Çarşamba, 22 Ocak 2025 11:12

Dua Baharı

 Hayatınızın bazı günlerinde (ilahi) rüzgarlar eser. O rahmet rüzgarlarına kendinizi vermekten gafil olmayın.

Tövbe ibadet ve dua baharı

Allah'a hamd u senâlar olsun ki bir kez daha üç mübarek ayı idrak etme şeref ve tevfikine nail olmuş bulunmaktayız. İbadet dua ve münâcâtın, Rahim Allah'ın rahmet-i rahimiyesinin mu'min kullarına en güzel ve en mükemmel şekliyle tecelli ettiği, kâbil ruhları ve müstait nefisleri maddenin esaretinden kurtarıp mana miracına çıkaran üç mübarek ve aziz ay!

"Hayatınızın bazı günlerinde (ilahi) rüzgarlar eser. O rahmet rüzgarlarına kendinizi vermekten gafil olmayın."(Hadisi Şerif)

İşte bu rahmet rüzgarlarının estiği ve günden güne şiddetlenip kamilleştiği aylardır, Recep, Şa'bân ve Ramazân ayları. Bu rahmet-i rahimiyenin tecellisi, bu mübarek üç ayda her gün daha bir artarak devam eder. Ve bilahere "Kadir gecesinde" en doruk noktasına ulaşır. Aslında bu ayların her bir günü o ilahi sofraya oturabilmek için bir hazırlıktır. Kabiliyet ve liyakat kazanma vesilesidir.

Habib-i İlahi Ramazân ayı hakkında okuduğu meşhur hutbesinde buyurmuyor mu:

"Ey insanlar Allah'ın ayı, bereket, rahmet ve mağfiret ile size doğru gelmekte. O öyle bir aydır ki... onda Allah'ın ziyafetine davet edilmişsiniz..."

Evet bu ilahi ziyafetin en mükemmel sofrası ise, "Kadir Gecesi"nde kurulmaktadır. İşte bu rahmet sofrasının başına oturabilmek için liyakat lazım, hazırlık lazım. İşte Recep ve Şa'bân ayı bize bu liyakatı kazandıracak, bizi "Ziyafetullah"a lebbeyk diyebilmeye layık kılacak bulunmaz fırsatlar!

Recep Ayı:

İmam Cafer-i Sâdık (a.s) ceddi Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmektedir: "Recep benim ümmetim için mağfiret dileme ayıdır. Bu ayda istiğfar edin (tevbe edip bağışlanma dileyin). Zira Hak Teâlâ, çok bağışlayan ve rahimdir. Recep ayına "Asabb" (dökülen) denir; zira bu ayda benim ümmetimin üzerine çok rahmet dökülür. O halde şu zikri çok okuyun:

"Esteğfirullahe ve es'elut-tevbe"

(Allah'tan mağfiret ve tevbe diliyorum.)

Merhum İbn-i Babeveyh muteber senetle Salim'den şöyle rivayet etmiştir:

"Ben Recep ayının sonuna bir kaç gün kala, İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s) yanına gitmiştim. Beni görür-görmez şöyle buyurdu:

"Ey Salim, bu ayda hiç oruç tuttun mu?" "Hayır vallahi dedim, ey Resulullah'ın oğlu!" İmâm (a.s) şöyle buyurdu: "O kadar sevap kaybetmişsin ki miktarını ancak Allah bilir. Bu, Allah'ın üstün kıldığı ve hürmetini yücelttiği bir aydır. Bu ayda oruç tutanları kendi ikram ve değerlendirmesine mazhar kılmayı kendisine farz kılmıştır." Sâlim diyor ki ben: "Ey Resulullah'ın oğlu, eğer bu ayın kalan günlerini oruç tutarsam, bu ayda oruç tutanların sevabının bir kısmını elde etmiş olabilir miyim?" diye sorduğumda, şöyle buyurdu: "Ey Sâlim, kim bu ayın sonundan bir gün oruç tutarsa, ölüm anında can çekişme ve rahatsızlıklardan, ölüm sonrasının dehşetinden ve kabir azabından kurtulur. Kim bu ayın sonundan iki gün oruç tutarsa, Sırât'tan kolaylıkla geçer ve kim bu ayın sonundan üç gün oruç tutarsa, kıyamet gününün büyük korkusu, dehşet ve zorluklarından kurtulur ve kendisine cehennem ateşinden kurtuluş beratı verilir."

Resul-i Ekrem (s.a.a):

"Recep ayındaki ilk Cuma gecesinden gaflet etmeyin. Hiç şüphesiz o geceye melekler "Ragâib Gecesi" derler. Zira gecenin üçte birisi geçtiğinde, göklerde ve yerde bulunan bütün melekler Kabe ve etrafına toplanırlar. Allah-u Teâlâ onlara hitap ederek şöyle buyurur: "Ey benim meleklerim, istediğiniz şeyi benden dileyin." Onlar da şöyle arz ederler: "Ey Rabbimiz,bizim isteğimiz Recep ayının oruçlularını bağışlamandır." Allah Tebâreke ve Teâlâ da "Kabul ettim" diye cevap verir.

tebyan