کارگر

کارگر

İsrail işgal güçleri Suriye topraklarına saldırı ve tecavüzlerini sürdürürken, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejimi tepkisizliğini sürdürerek İsrail’in ‘vekil gücü’ olduğu yönündeki soru işaretlerini kaldırıyor.


Yerel kaynaklardan el-Meyadin’e ulaşan bilgilere göre İsrail ordusu Kuneytra'nın en güneyinde yer alan Kuna kasabası çevresindeki karakollarını güçlendirdi.

Salı günü Suriye'deki el-Meyadin muhabiri, bir İsrail birliğinin Selam kentinin 2 kilometre doğusunda ilerlediğini ve Suriye Genel Güvenlik karargâhı yakınlarında devriye gezdiğini aktardı.

İsrail insansız hava araçlarının Dera ve Kuneytra vilayetlerini birbirine bağlayan Gadir el-Bustan yakınlarında Askeri Operasyonlar Dairesi'ne ait bir konvoyu hedef alması sonucu yerel kaynakların da teyit ettiği üzere üç kişi hayatını kaybetti.

Suriye topraklarına girmeye devam eden İsrail ordusu, güney Kuneytra'daki el-Aşa, ebu Gara ve Mezret el-Hiran köylerine bir tank birliği gönderdi.

İsrailli medya kuruluşu Yediot Ahronot'un haberine göre, üst düzey yetkililer Suriye topraklarının 15 kilometre içine uzanan bir kontrol bölgesi kurmayı ve 60 kilometre derinliğe ulaşan bir istihbarat varlığı oluşturmayı planlıyor.

Ayrıca 20 Aralık'ta İsrail ordusunun Suriye'de uzun süreli bir konuşlanmaya hazırlandığını gösteren haberler ortaya çıktı.

Colani: Trump Orta Doğu'ya barış getirebilir

Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejiminin lideri Colani, Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni Başkanı Donald Trump'ı göreve başlaması dolayısıyla tebrik ederek, "Orta Doğu’da barış ve istikrarı sağlama yeteneğine olan güvenini" dile getirdi.

Colani, dün gece İngilizce olarak yayımlanan mesajında, "iki ülke arasındaki ilişkileri diyalog ve anlayış temelinde geliştirmeyi dört gözle beklediklerini" belirtti.

Colani, "Yeni Amerikan yönetimi döneminde, Amerika Birleşik Devletleri ve Suriye, iki ülkenin ortak beklentilerini yansıtan bir ortaklık kurma fırsatından faydalanacaktır," dedi.

Amerikan Hazine Bakanlığı, ocak ayı başlarında yaptığı açıklamada, Suriye'deki bazı faaliyetlerin önümüzdeki altı ay boyunca yaptırımlardan muaf tutulacağını ve bu sayede temel hizmetlere erişimin kolaylaştırılacağını duyurmuştu.

 Gazze hükümetinin Siyonist rejimin Gazze Şeridi’ne yönelik 470 gün süren acımasız savaşına ilişkin verdiği istatistikler, Gazze'de %88'lik bir yıkım ve bu şeridin sivil altyapısının neredeyse tamamen yok olduğunu gösteriyor ve ilk belirlemelere göre bu savaşın Gazze'ye verdiği hasarın 38 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.


Gazze Şeridi'nde ateşkesin başlamasıyla birlikte Gazze Şeridi Devlet Enformasyon Ofisi, 734 sayılı açıklamasında, işgalci rejimin Gazze Şeridi'nde 470 gün boyunca sivillere karşı işlediği soykırım suçlarına ilişkin en önemli istatistikleri yayınladı. 7 Ekim 2023'ten 18 Ocak 2025'e kadar olan rakam şu şekildedir:

-İşgalci rejim ordusu tarafından Gazze Şeridi'nde sivillere yönelik 10 bin 100 katliam gerçekleştirildi.

- 61 bin 182 sivil şehit oldu veya kayboldu.

-18 Ocak 2025 tarihine kadar cenazeleri hastaneye ulaştırılmayan 14 bin 222 kişi kayıptır.

-Cenazeleri hastanelere ulaştırılan şehit sayısı 46 bin 960'tır.

-İşgalci rejim ordusu tarafından Filistinli ailelere yönelik 9 bin 268 katliam gerçekleştirildi.

-Gazze'de 2 bin 92 Filistinli aile Siyonistler tarafından tamamen yok edildi ve bu ailelerin tüm fertleri nüfus kayıtlarından silindi. Bu ailelerden şehit olanların sayısı ise 5 bin 967.

-Sadece bir bireyi kalan 4 bin 889 aile var ve bu ailelerden şehit olanların sayısı 8 bin 980'e ulaşmaktadır.

-Şehitlerin 17 bin 861'i çocuk.

-Siyonist rejimin soykırım savaşı sırasında Gazze'de 214 bebek doğdu ve hayatını kaybetti.

-1 yaş altı 808 çocuk şehit edildi.

-44 kişi yetersiz beslenme ve açlıktan öldü.

-Soğuktan etkilenen 8 kişi donarak hayatını kaybetti, bunlardan 7'si bebekti.

-Şehitlerin 12 bin 316'sı kadın.

-Şehitlerin 1.155'i sağlık personelidir.

-Sivil savunma ekiplerinden 94 kişi şehit oldu.

-205 gazeteci şehit edildi.

-Yardım ulaştırmada görevli 736 güvenlik görevlisi ve polis şehit düştü.

-İşgal rejimi, güvenlik görevlilerini ve polis güçlerini hedef alan 150 suç işledi.

-Hastanelerin içerisinde 7 toplu mezar tespit edildi, bu mezarlarda 520 şehit bulundu.

-Hastanelere ulaşan yaralı sayısı 110 bin 725 kişidir.

-Yaralıların 15 bini uzun süreli psikolojik desteğe ihtiyaç duyuyor.

-4 bin 500 sakat kalan kişi kaydedildi, bunların yüzde 18'ini çocuklar oluşturuyor.

-Gazze'de Siyonistlerin işlediği suçların kurbanlarının yüzde 70'ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.

-400 gazeteci ve medya çalışanı yaralandı.

- İsrail rejiminin saldırılarında 220 mülteci barınağı ve çadırı hedef alındı.

-38 bin 495 çocuk anne veya babası olmadan yaşıyor.

-Bu soykırım savaşında 13 bin 901 kadın kocasını kaybetti.

-3 bin 500 çocuk yetersiz beslenme ve gıda eksikliği nedeniyle ölüm riski altında.

- 12 bin 700 yaralının tedavi için yurt dışına gitmesi gerekiyor.

-12 bin 500 kanser hastası ölüm riski altında olup tedaviye ihtiyaç duymaktadır.

- Çeşitli hastalıklara sahip 3.000 hastanın Gazze dışında tedaviye ihtiyacı var.

-Devam eden yerinden edilmeler nedeniyle 2 milyon 136 bin 26 kişi bulaşıcı hastalıklara yakalandı.

-Yerinden edilme nedeniyle 71 bin 338 kişi viral hepatite yakalandı.

-60 bin hamile kadın sağlık hizmetlerine erişim yetersizliği nedeniyle risk altında.

-Kronik hastalığı olan 350 bin hasta, kuşatma ve ilaç yetersizliği nedeniyle risk altında.

- Siyonistler, soykırım savaşının başlangıcından bu yana Gazze Şeridi'nin içinden 6 bin 600 kişiyi kaçırdı.

-Gazze'den 360 sağlık personeli Siyonistler tarafından tutuklandı, bunlardan üçü işgalci rejimin zindanlarında şehit oldu.

-İsimleri belli olan 48 gazeteci Siyonistler tarafından tutuklandı.

-Sivil savunma ekiplerinden 26 kişi Siyonistler tarafından tutuklandı.

-Gazze Şeridi'nde iki milyon insan yerinden edildi.

-110 bin çadır tamamen harap durumda ve yerinden edilmiş kişilerin barınması için uygun değil.

-Gazze'de 216 hükümet binası işgalciler tarafından yıkıldı.

-Siyonistler 137 okul ve üniversiteyi tamamen, 357 okul ve üniversiteyi ise kısmen yıktılar.

- Siyonist rejimin Gazze'deki soykırım savaşında 12 bin 800 erkek ve kız öğrenci şehit edildi.

-785 bin erkek ve kız öğrenci eğitimden mahrum bırakıldı.

-Şehitlerin 760'ı öğretmen ve Gazze eğitim sektöründe çalışanlardan oluşuyor.

-Siyonistler 150 bilim adamı, akademisyen, üniversite profesörü ve araştırmacıyı şehit ettiler.

-823 cami tamamen, 158 cami ise kısmen yıkıldı.

-Siyonistler üç kiliseyi hedef alarak yıktı.

-Gazze'deki 60 mezarlıktan 19'u tamamen veya kısmen tahrip edildi.

-Siyonistler Gazze Şeridi'ndeki mezarlardan 2 bin 300 cesedi çaldı.

-161 bin 600 konut tamamen yıkıldı.

-82 bin konut büyük hasar gördü ve yaşanmaz hale geldi.

-194 bin konut kısmen yıkıldı.

-Siyonistler Gazze'yi bombalarken 100 bin ton patlayıcı kullandılar.

-34 hastane Siyonistler tarafından vahşice saldırıya uğradı, yakıldı veya hizmet dışı bırakıldı.

-80 sağlık ocağı hizmet dışı bırakıldı.

-162 sağlık kuruluşu işgalcilerin hedefi oldu.

-Siyonistler 136 ambulansı hedef aldı.

-206 antik eser ve mekân hedef alınarak tamamen yok edildi.

-3 bin 680 kilometre elektrik şebekesi yok oldu.

-Siyonistler tarafından 2 bin 105 elektrik dağıtım trafosu tahrip edildi.

-330 bin metre su şebeke hattı tamamen tahrip edilerek kullanılamaz hale getirildi.

-Siyonistler 655 bin metre kanalizasyon şebekesini tahrip ettiler.

-2 milyon 835 bin metre yol ve cadde şebeke hattı tamamen tahrip oldu.

-42 tesis, oyun alanı ve spor salonu yıkıldı.

-717 su kuyusu işgalciler tarafından tahrip edilerek kullanılamaz hale getirildi.

-Gazze'de yıkım oranı yüzde 88.

-Siyonistlerin Gazze'ye yönelik soykırım savaşından kaynaklanan ilk doğrudan zararın 38 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.

Filistin İslami Cihad Hareketi'nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri Sözcüsü Ebu Hamza, İran'ın Siyonistlere karşı yürüttüğü Gerçek Vaat operasyonunu takdir etti.


Filistin'deki İslami Cihad Hareketi'nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri Sözcüsü Ebu Hamza, Telegram kanalında yaptığı video konuşmasında, Gazze Şeridi'nde geçen Pazar günü yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasına bağlılıklarını bildiren Ebu Hamza, "Önümüzdeki günlerde El Kassam Tugayları ile koordineli olarak şartları taşıyan çok sayıda işgal esirini serbest bırakacağız." dedi.

Ebu Hamza sözlerine şöyle devam etti:

''Savaşımızı Allah'a güvenerek başlattık, evlerimizi, ailelerimizi ve sahip olduğumuz her şeyi terk ettik, çünkü halkımızla birlikte üstlendiğimiz bu görevin zorluklarını biliyorduk. İşgalciyle karşı karşıya geldiğimizde, bir buçuk milyar Müslümanın adına hareket ettik. Şer'i ve ulusal görevimiz, işgale karşı her yolla mücadele etmeyi zorunlu kılıyordu ve Allah'a olan güvenimiz, bizi doğru yolda yönlendirdi.

Savaşın başından beri şiarımız şuydu: Savaş ne kadar uzun sürerse sürsün, biz savaş ehliyiz ey Netanyahu! Çünkü biz bu savaşa eğitimli bir nesil hazırladık ve arkamızda bizimle birlikte direnen kahraman halkımız var. Onlara karşı büyük sorumluluklarımız var.''

"Gerçek Vaat 1 ve 2 operasyonlarıyla Siyonistleri büyük paniğe sokan İran'ı selamlıyorum.'' diyen Ebu Hamza, Lübnan, Irak ve Yemen direnişine teşekkür etti.

Sözcü Ebu Hamza, ''Filistin ve halkının huzura kavuşmadığı sürece, bölgede hiçbir istikrar, barış veya güvenlik yoktur. Ayrıca, Arap, İslam ve Batı dünyasını, işgalciye karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.'' diye konuştu.

Çarşamba, 22 Ocak 2025 10:35

İran’dan Türkiye’ye Taziye Mesajı

  İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Bolu'daki Grand Kartal Otel’de çıkan yangında hayatını kaybedenler için taziye mesajı yayımladı.Bekayi, Ankara hükümeti ve Türk halkına, özellikle de hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı dileğinde bulundu.

İranlı yetkili, hayatını kaybedenlere Yüce Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diledi.

İran'ın Ankara Büyükelçiliği'nden yapılan taziye mesajında ise şu ifadelere yer verildi:

''İran İslam Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği, Bolu İli Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel ile Sivas İli Yıldız Dağı’ndaki Yıldızhan Oteli'nde meydana gelen ve 120'den fazla Türk vatandaşının hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına yol açan feci olaydan dolayı duyduğu üzüntüyü bildirir; Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve halkına taziyelerini sunar ve olayda hayatını kaybedenlere Yüce Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diler.''

 

Kartalkaya’da Hayatını Kaybedenlerin Sayısı 76 ‘ya Yükseldi; Bir Günlük Milli Yas İlan Edildi
 
Bolu'daki Grand Kartal Otel'de meydana gelen yangında hayatını kaybedenlerin sayısı 76'ya yükseldi. İçişleri Bakanı Yerlikaya soruşturma kapsamında 9 kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
Bolu'da Kartalkaya Kayak Merkezi'nde bulunan, içinde tatilcinin bulunduğu Grand Kartal Otel'de yangın çıktı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ile Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Bolu Kartalkaya'da otelde çıkan yangın sonrasında incelemelerde bulundu.

İncelemelerin ardından açıklamada bulunan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kartalkaya Kayak Merkezi'ndeki otelde çıkan yangında hayatını kaybedenlerin sayısının 76'ya yükseldiğini bildirdi.

Yerlikaya, Sağlık İl Müdürlüğü koordinasyonunda kimlik tespit çalışmalarının yapıldığını aktararak, "52 naaşın kimlikleri aileleriyle tespit edildi ve şu ana kadar da 45 vefat eden vatandaşımızın naaşları ailelerine teslim edildi. Diğerleriyle ilgili kimlik tespit çalışmalarını yapamadık. Bununla ilgili Adli Tıp Kurumunda kimlik, DNA tespit çalışmaları yapılıyor. Bununla da ilgili çalışmalar süratle tamamlandıktan sonra ailelerine teslim edilecek" diye konuştu.

Öte yandan kabine toplantısı sonrasında açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bolu Kartalkaya'da 66 kişinin yaşamını yitirdiği yangın faciasıyla ilgili olarak bir günlük milli yas ilan edildiğini açıkladı. Erdoğan, 22 Ocak çarşamba günü (bugün) bayrakların yarıya indirileceğini belirtirken, "Gün siyaset yapma günü değil birlik olma günüdür" dedi.

  Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas, Gazze'de varılan ateşkes anlaşmasına ilişkin açıklama yaptı.Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas, yaptığı açıklamada, "Ateşkes anlaşması, Filistin halkının inanılmaz direnişinin ve Gazze Şeridi'nde son 15 aydır verdiğimiz kahramanca mücadelenin sonucudur." denildi.

Hamas liderlerinden Halil el-Hayye açıklamasında özellikle İran, Hizbullah ve Yemen'e teşekkür ederek şu ifadelerde bulundu: 'Lübnan'daki destek cephelerinde yanımızda yer alan herkesi ve Hizbullah'taki kardeşlerimizi tüm teşekkür ve şükranlarımızla anıyoruz. 

Lübnan halkı, Filistin halkımızın savunulması ve desteklenmesinde büyük fedakarlıklar ve büyük sabır gösterdi.

Hizbullah, Sayın Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrallah önderliğinde Kudüs yolunda yüzlerce lider ve mücahid şehid verdi. 

Yemen'deki Ensarullah, coğrafi boyutu aşarak savaş ve bölge denklemini değiştiren, işgalin kalbine füze ve insansız hava araçları fırlatan hak kardeşleridir. 

İran İslam Cumhuriyeti direnişimizi ve halkımızı destekledi, savaşa katıldı ve "Gerçek Vaat" adlı iki operasyonla varlığın kalbini yerle bir etti. 

Irak direnişi, Filistin'e ve direnişe destek olmak için tüm engelleri aştı, füzeleri ve insansız hava araçları işgal altındaki topraklarımıza ulaştı."

Ateşkes anlaşması, büyük Filistin halkımızın efsanevi kararlılığının ve Gazze Şeridi'nde 15 ayı aşkın süredir sürdürdüğümüz kahramanca direnişin meyvesidir. Gazze'ye yönelik saldırıyı durdurma anlaşması, halkımız, direnişimiz, ulusumuz ve dünyanın özgür insanları için bir başarıdır ve halkımızın kurtuluş ve ülkeye geri dönüş hedeflerine ulaşma yolunda düşmanla (İsrail ile) çatışmada bir dönüm noktasıdır."

Perşembe, 16 Ocak 2025 08:27

Hz. Zeyneb'in Vefatı

 Hz. Zeynep (Arapça: حضرت زینب; Zaynab bint Ali), Hz. Muhammed'in (s.a.a) ilk kız torunudur. İmam Ali ve Hz. Fatıma’nın kızıdır. Hicret'in beşinci veya altıncı yılında Medine’de dünyaya gelmiştir. İsmini, Hz. Muhammed koymuş ve kucağına alıp öptükten sonra şöyle buyurmuştur: “Bütün ümmetime tavsiye ediyorum ki bu kızı koruyup saygı göstersinler, hakikaten bu kız Hatice Kübra (s.a) gibidir.”

Hz. Zeynep (s.a) küçüklüğünden itibaren Hz. İmam Hüseyin’e şiddetli ilgi duymaktaydı. Bu şaşırtıcı aşırı sevgiyi gören Hz. Zehra (s.a) bir gün konuyu babası Hz. Resulullah’a (s.a.a) açar ve Peygamber efendimiz şöyle buyurur: “Ey gözlerimin nuru! Bu kız, Hüseyin ile birlikte Kerbela’ya gidecek ve abisinin dert ve musibetlerine ortak olacaktır.“

Hz. Zeynep (s.a) sabır ve istikamet abidesidir. Kendisi İmam Hüseyin (a.s) ile birlikte Kerbela’da yer almıştır. Kerbela savaşı sonrasında Muharrem’in onunda (Aşura günü) bir grup Ehlibeyt ile birlikte esir düşerek Kufe’ye oradan da Şam’a götürülmüştür. Esareti boyunca öteki esirleri koruyup kollamasının yanı sıra insanları irşat edici aydınlatıcı hutbeler de okumuştur.

Hz. Zeynep (s.a), babası Hz. Ali ve annesi Hz. Fatıma’dan hadisler nakletmiştir. Buna ek olarak, babası Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde Kufe kadınlarına çeşitli konularda özellikle Kur’an tefsiri dersleri vermiş olması, O’nun bilgisini ortaya koymaktadır..

Hz. Zeyneb-i Kübra (s.a) geceleri ibadetle geçirirdi. Yaşamı boyunca hiçbir zaman teheccüd (gece namazını) terk etmemiştir.
Örnek gösterilen bir kişiliğe sahip olan Hz. Zeyneb-i Kübra (s.a) şecaat, fesahat ve belagati ile Kerbela kıyamının kalıcı olmasına neden olmuştur. Tarihi kayıtlara göre hicretin altmış üçünde Şam’da hayatını kaybetmiş ve orada defnedilmiştir.

Hz. Zeyneb (s.a) Seyeddüşuheda hz. İmam Hüseyin’in –as- yanında islamı savunma adına büyük Kerbela faciasına sebep olan sapkın ve gerici akımlar ile her zaman mücadelede etti.
İmam Hüseyin’in –as- şehadeti ardından ehlibetin diğer fertleri ile birlikte esir alınan Hz. Zeyneb (s.a) mantıklı ve coşkulu hutbeleri ile Ümeyye Oğullarının kof ve alçak mahiyetini ifşa etti.

Perşembe, 16 Ocak 2025 08:21

İmam Ali (a.s)’ın Hayatından Dersler

 İmam Ali (a.s)’ın Hayatından Dersler:Hz. Ali (a.s)’ın Adâleti

 

Hz. Ali (a.s) Beyt-ül Malı halk arasında eşit olarak böler, kimseye bir ayrıcalık tanımazdı. Hz. Ali’nin bu âdilâne duruşu, çıkar çevrelerini rahatsız etmiş ve onların Muaviye’nin yanında yer almasına yol açmıştı.


Bu durumdan endişe duyan Ali dostlarından bazıları, Hazret’in huzuruna varıp: “Siyaseti güçlü kimseleri tercih edip iş başına getirmeniz, işlerin ilerlemesi için daha uygun olur” önerisinde bulundular. Onların bu anlamsız önerisine sinirlenen Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdular:


“Yönetimim altındaki insanlara zulmederek, kendime dostlar edinmemi mi bana öneriyorsunuz? Allah’a ant olsun ki, yer ve gök var olduğu müddetçe ben böyle bir şey yapmam. Eğer mal kendimin bile olsaydı, onu insanlar arasında eşit olarak bölerdim; oysa ki mal Allah’ın malıdır; ve benim bu konuda adâlet dışına çıkmam asla düşünülemez!”


Sonra da şunları eklediler:


“Evet, işi yerinde ve layıkıyla yapmayan bir kimse, kısa bir süre zarfında gönlü bozuk kimselerin sevgisini kazanıp, övgüsüne mazhar olabilir. Fakat kötü bir durumla karşılaşıp, onların yardımına muhtaç olunca, dünya malı ve makamı için kendisini seven kimseler, onu en fazla kınayan kötü dostlardan olurlar.”[1]


Yabis Vadisi Olayı


Ebu Besir diyor ki, Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’a; “Adiyat suresinde geçen Yabis (kumsal çöl) Vadisi olayı ve hicri 8. yılda İslâm ordusunun o vadide gerçekleştirdiği kahramanlık nedir?” diye sorduğumda, İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdular:


“Yabis halkı, on iki bin süvariden oluşan askeri bir güç idi; Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s)’a karşı, ölene dek savaşacaklarına dair ahdedip anlaştılar.


Cebrail onların bu antlaşmasını Resulullah’a haber verince, O Hazret ilk önce Ebu Bekr’i, daha sonra da Ömer’i bir orduyla onların üzerine gönderdi. Fakat onlar bir netice elde edemeden geri döndüler.


Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) bu kez Hz. Ali’yi, Muhacir ve Ensar’dan oluşan dört bin kişiyle,Yabis Vadisine gönderdi. Hz. Ali (a.s), ordusuyla birlikte Yabis Vadisi’ne doğru hareket etti. İslâm ordusunun Hz. Ali’nin komutasında hareket ettiği, düşmana bildirildi. İki ordu karşılaşınca düşman kuvvetlerinden iki yüz kişilik bir grup, ayrılıp savaş alanına geldi. Hz. Ali (a.s) da bir grup ashabıyla birlikte onlara doğru yürüdü. Karşı karşıya geldiklerinde onlar: “Siz kimsiniz, nereden geliyor ve ne yapmak istiyorsunuz ?” diye sordular.


Hz. Ali (a.s) onlara cevaben:


“Ben Resulullah’ın amcasının oğlu, kardeşi ve elçisi Ebu Talip oğlu Ali’yim. Sizi, Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman etmeye davet ediyorum, eğer iman ederseniz, yarar ve zararda Müslümanlarla ortak olursunuz.” buyurdu.


Onlar, Hz. Ali’nin bu sözüne karşılık:


“Sözlerini duyduk, savaşa hazır ol ve bil ki, seni ve ashabını öldüreceğiz! Bizim vaadimiz yarın sabahtır.” dediler.


Hz. Ali (a.s) da onlara cevaben şöyle buyurdu:


“Yazıklar olsun size, beni ordunuzun çok olmasıyla mı tehdit ediyorsunuz? Bilin ki, biz Allah’tan, meleklerden ve Müslümanlardan sizin aleyhinize yardım alacağız. Yüce Allah’ın gücünden başka bir güç ve kudret yoktur.”


Düşman geri dönüp mevzisini pekiştirdi. Hz. Ali (a.s) da dönüp savaşa hazırlanmaya koyuldu. Hz. Ali (a.s) Müslümanlara, gece vakti bineklerinin teçhizatlarını hazırlamalarını, kuşanmalarını ve sabah erken düşmana saldırmak için hazır bir vaziyette beklemelerini emretti.


Şafak söktüğünde Ali (a.s) ordusuyla birlikte namaz sonrası düşmana saldırıya geçti. Düşman öyle gafil avlandı ki, nereden saldırıya uğradıklarını bile anlayamadılar. İslâm ordusunun takviye birlikleri savaş alanına ulaşmadan, düşmanın bir çoğu öldürülüp esir alındı ve malları ise Müslümanların eline geçti.


Cebrail-i Emin, Hz. Ali ve İslâm ordusunun muzaffer olduğunu Hz. Peygambere haber verdi. Resulullah (s.a.a) minbere çıkıp Allah’a hamd ettikten sonra, Müslümanların düşmana galip geldiğini ve İslâm ordusundan sadece iki kişinin şahâdete eriştiğini halka duyurdu.


Daha sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı Medine’den çıkıp Hz. Ali’yi karşılamaya koştular. Medine’ye bir fersah uzaklıkta Hz. Ali’nin ordusuyla karşılaşıp onlara ‘hoş geldiniz’ dediler. Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’i görünce bineğinden aşağı indi; Peygamber (s.a.a) de bineğinden aşağı inip Hz. Ali’nin alnından öptü. İslâm ordusunu karşılamaya gelen Müslümanlar da Hz. Peygamber gibi, Hz. Ali’yi kutlayıp bu fethi tebrik ettiler; düşmandan elde edilen bolca ganimeti ve esirleri görerek daha çok sevindiler.


Bu esnada Cebrail-i Emin gök yüzünden inerek, bu zaferden dolayı “Âdiyât” suresini Resulullah’a indirdi:


“Soluk soluğa koşan atlara and olsun, (tırnaklarıyla) ateş çakıp saçanlara, sabah vakti baskın yapanlara, derken orada tozu dumana katanlara, (düşman) topluluğunun orta yerine kadar dalanlara…”


Peygamber (s.a.a)’in gözlerinden sevinç gözyaşları boşanırken, o meşhur sözü Hz. Ali’ye buyurdular:


“Eğer ümmetimden bir grubun, Hıristiyanların Hz. İsa hakkında dedikleri sözü senin hakkında söylemesinden korkmasaydım, senin hakkında öyle bir söz söylerdim ki, her nereden geçseydin ayağının altındaki toprağı götürür onunla teberrük ederlerdi!” [2]


Resulullah’tan Duymamış İsem Dilsiz Olayım!


Ebu Müslim şöyle diyor:


Bir gün ben, Hasan-ı Basri ve Enes bin Malik, birlikte Ümmü Seleme’nin (Peygamberin zevcesi) evine gittik. Enes evin kapısı önünde oturdu; ve içeri girmedi. Ama benle Hasan-ı Basri içeriye geçtik. Hasan-ı Basri Ümmü Seleme’ye selâm verdi; o da  selâmın cevabını verdi.


Daha sonra Ümmü Seleme: “Evladım sen kimsin?” diye sorunca;


“Ben Hasan-ı Basri’yim” dedi.


Ümmü Seleme: “Ne istiyorsun?”


Hasan-ı Basri: “Senden, Resulullah (s.a.a)’in Ali bin Ebu Talib hakkındaki hadisini öğrenmeye geldim” dedi.


Ümmü Seleme: “Allah’a and olsun ki, şu iki kulağımla Peygamber’den duyduğum bir hadisi sana söyleyeceğim; eğer yalan söylemiş olursam sağır olayım! Bu iki gözümle gördüm; görmemiş isem kör olayım! Kalbime yerleştirmişim, eğer buna tanıklık etmese, Allah kalbimi mühürlesin! Eğer Resulullah (s.a.a)’den duymamış isem dilsiz olayım. Resulullah (s.a.a) Ali bin Ebu Talib’e şöyle buyurdular:


“Ya Ali! Kim kıyamet günü Allah’ın huzurunda hazır olduğu gün senin velayetini inkar ederse, müşrik ve puta tapanların safında yer almış olacaktır.”


Hasan-ı Basri bu hadisi duyunca şöyle dedi:


“Allâh-u Ekber, tanıklık ediyorum ki, gerçekten Ali bin Ebu Talib benim ve bütün müminlerin mevlasıdır.”


Ümmü Seleme’nin evinden dışarı çıktığımızda, Enes bin Malik, Hasan-ı Basri’ye: “Neden tekbir getirdin?” diye sordu. O da sebebini ona açıkladı. Bunun üzerine Peygamber’in hizmetçisi Enes bin Malik şöyle dedi: “Bu Hadisi, Resulullah (s.a.a) üç dört defa buyurmuştur.”[3]


Hz. Ali (a.s) ve Betyt-ül Mal


Zazan şöyle naklediyor:


Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti döneminde Beyt-ül Mal’a ait bir çok mal Kufe’ye geliyordu. Hz. Ali (a.s)’ın hizmetçisi Kanber, Beyt-ül Mal’dan bir kaç altın ve gümüş kap İmam (a.s)’ın huzuruna getirip şöyle dedi:


“Bütün ganimetleri taksim ettin, ama kendin için hiçbir şey götürmedin! Bundan dolayı ben bu kapları senin için ayırdım.”


İmam Ali (a.s) bu sözü ondan duyunca kılıcını çekip şöyle buyurdu: “Vay hâline! Evime ateş getirmek mi istiyorsun!”


Daha sonra İmam (a.s) o kapları parça-parça edip, şehrin yöneticilerini çağırarak, halkın arasında eşit bir şekilde bölmeleri için kendilerine verdi.[4]


Hz. Ali ve Öksüzler


Bir gün Hz. Ali (a.s), omzunda su kırbasıyla giden bir kadını gördü. Ona acıdığından, su kırbasını alıp kadının evine kadar götürdü. Sonra durumunun nasıl olduğunu sordu. Kadın şöyle dedi: “Ali bin Ebi Talib, eşimi memuriyete gönderdi; o da o memuriyette öldürüldü; şimdi bir kaç yetim çocukla kala kaldım; onları geçindirmeye de gücüm yok. İhtiyaçtan dolayı halka hizmetçilik etmek mecburiyetindeyim.”


Hz. Ali (a.s) bu sözleri dinledikten sonra evine döndü ve o geceyi sabaha kadar huzursuz bir şekilde geçirdi. Sabahleyin, içi yiyecekle dolu bir sepetle, kadının evine doğru hareket etti. Bu esnada bazıları, Hz. Ali (a.s)’a: ‘Sepeti verin biz götürelim’ diyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s) onlara cevaben; “Kıyamet günü benim amellerimi kim omuzlanacak?” diye buyuruyordu.


Nihayet o kadının evine varıp, kapıyı çaldı.


Kadın:  Kim o ?


Hz. Ali:  “Dün sana yardım edip su kırbasını evinize getiren kimseyim, çocuklarına yiyecek getirdim, kapıyı aç!”


Kadın kapıyı açıp şöyle dedi:


Allah senden razı olsun, benimle Ali bin Ebu Talib arasında Allah hükmetsin.


Hz. Ali (a.s) içeri girip kadına şöyle dedi:


“Ekmek mi yapıyorsun yoksa çocuklara mı bakıyorsun?”


Kadın: Ben ekmeği daha güzel yaparım, sen çocuklara bak!


Kadın hamur yaptı; Hz. Ali (a.s) da yanında getirdiği eti kebap yapıp, hurmayla çocuklara yediriyordu. Adeta baba sevgisi ve şefkatiyle lokmaları çocukların ağzına bırakırken her defasında; “Evlatlarım! Eğer Ali sizin hakkınızda kusur etmişse onu helâl edin” buyuruyordu.


Hamur hazır olunca Hz. Ali (a.s) tandırı yakıp yüzünü ateşe yaklaştırarak şöyle diyordu: “Ey Ali! Ateşin tadını (yakıcılığını) tat! İşte bu, öksüz çocuk ve dul kadınların durumundan habersiz olan kimsenin cezasıdır.”


Komşunun hanımı tesadüfen Hz. Ali’yi görüp tanıdı; işte bundan dolayı aceleyle ev sahibi kadının yanına gidip şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Bu şahıs, Müslümanların önderi ve bu ülkenin yöneticisi Ali bin Ebu Talip’tir.”


Kadıncağız dediği sözlerden utanç duyarak, aceleyle Hz. Ali’nin yanına gelip; “Ey Emir-el Mu’minin! Sana karşı mahcubum, beni affet” dedi.


Hz. Ali (a.s) da cevaben; “Senin ve çocuklarının hakkında kusur ettiğimden dolayı, ben sana karşı mahcubum!”  buyurdular.[5]


Ömer Hz. Ali’den Bahsediyor


Ebu Vail şöyle diyor:


Bir gün Ömer bin Hattab bana; “Yakına gel de Ali’nin şecaat ve yiğitliğini sana anlatayım” dedi. Yanına yaklaşınca şöyle dedi:


“Uhud savaşında kaçmamak için Peygamberle ahitleşmiştik; kaçan doğru yoldan sapmış, ölen ise şehit ve Peygamber de şehit olanın ailesinin sorumlusu ve himayecisi olacaktı. Savaş zamanı aniden, her biri yüz savaşçıya bedel olan yüz şecaatli komutan, grup-grup bize saldırdılar; öyle ki artık biz savaş gücünü kaybettik, perişan bir vaziyette savaş alanından kaçtık. Bu sırada Ali’yi gördüm, güçlü bir aslan gibi yerden biraz kum götürüp yüzümüze serpti ve şöyle dedi:


“Yüzünüz çirkin ve kara olsun! Nereye kaçıyorsunuz?”


Bu sözlere rağmen savaş meydanına dönmedik; bu defa bize saldırdı; elindeki kılıçtan kan damlıyordu; şöyle feryat etti: “Siz biat edip biatinizi bozdunuz. Allah’a and olsun ki, sizler öldürülmeye kafirlerden daha layıksınız.”


Ali’nin gözlerine baktım; sanki iki zeytin meşalesi gibi ateş saçıyordu; veya kanla dolu iki kâse gibiydi. Bize saldırdığı takdirde hepimizi öldüreceğine yakin ettim. Bundan dolayı ben herkesten daha önce ona doğru koşup şöyle dedim: “Ey Eb-el Hasan! Allah aşkına! Allah aşkına! Araplar savaşta bazen kaçıyor, bazen de saldırıyorlar ve yeni saldırı kaçmanın hasarını telafi ediyor.”


Bu sözüm üzerine güya kendisini kontrol etti, yüzünü bizden çevirdi. O zamandan beri, Ali’nin kalbime işleyen o günkü heybetinin korkusunu asla unutamadım!”[6]


Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’yı İstemesi


Zehhak bin Mezahim, Hz. Ali’den şöyle naklediyor:


Ashaptan bazıları benim yanıma gelerek şöyle dediler:


Peygamber (s.a.a)’in huzuruna varıp Fatıma hakkında konuşur musun?…


Ben Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gittim; beni gördüklerinde gülümseyip şöyle buyurdular: “Buyur ya Ebe’l Hasan! Ne istiyorsun?”


Ben akrabalığımızdan, ilk Müslüman olmamdan ve yanında yer aldığım savaşlardan söz ettim.


Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Doğru söyledin; söylediğinden bile daha üstünsün.”


Bunun üzerine: “Ya Resulullah! Fatıma’nın bana eş olmasını kabul ediyor musunuz?” diye arz etim.


Resulullah (s.a.a) buyurdular ki:


“Ya Ali! Senden önce de Fatıma’yı istemeğe geldiler; mevzuu Fatıma’ya söylediğimde razı olmadığı yüzünden okunuyordu. Şimdi sen burada bekle, ben tekrar döneceğim.”


Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın yanına gitti. Fatıma (babasını görünce) hemen yerinden kalkıp Hazret’in abasını omzundan aldı; ayakkabısını çıkardı; ayaklarını yıkamak için su getirdi; ve ayaklarını yıkadıktan sonra geçip kendi yerinde oturdu.


Sonra Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu:


“Ali bin Ebu Talib öyle bir kimsedir ki, sen onun akrabalık, fazilet ve İslâmiyetinden iyice haberdarsın; ben de Allah’tan istemiştim ki, seni böyle biriyle evlendireyim; şimdi o seni istemek için gelmiştir.”


Bu esnada Fatıma susmuş ve yüzünü geri çevirmemişti. Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın yüzünde herhangi bir isteksizlik eseri olmadığını görünce yerinden kalkıp: “Allah-u Ekber! Fatıma’nın susması, onun razı olduğunun nişanesidir.” buyurdular.


Sonra Cebrail Resulullah’a nazil olup şöyle dedi: “Ey Muhammed! Fatıma’yı Ali’yle nikahla! Allah Teala, Fatıma’yı Ali için, Ali’yi de Fatıma için beğenmiştir.”


İşte böylece Peygamber (s.a.a) Fatıma’yı benimle evlendirdi. Sonra Resulullah (s.a.a) benim yanıma gelip elimi tutarak şöyle buyurdular: “Allah’ın adıyla kalk ve şöyle de: “Ala bereketin ve maşaallah’u, la havle illa billahi tevekkeltu aleyhi”


(Bereket üzere, Allah’ın isteği üzerine, güçler ancak Allah iledir, Allah’a tevekkül ettim.) Sonra beni Fatıma’nın yanına götürüp şöyle dediler: “Allah’ım! Bu ikisi, yarattıklarının benim yanımda en sevgili olanlarıdır; onları sev; evlatlarını çok bereketli kıl; kendi tarafından onlara bir muhafız kıl; ben onların her ikisini ve evlatlarını kovulmuş şeytanın şerrinden sana emanet ediyorum.” [7]


----------------------------------
 
[1]– Bihar’ul – Envar, c. 41, s. 111.
[2]– Bihar’ul-Envar, c.21, s.72.
[3]– Bihar’ul – Envar,c. 42,s. 143.
[4]– Bihar’ul-Envar, c.41,s.113.
[5]– Bihar’ul-Envar, c.41,s.52.
[6]– Bihar’ul-Envar, c. 20, s. 53.
[7]- Bihar’ul Envar, c. 43, s. 91.

Perşembe, 16 Ocak 2025 08:12

Hz. Ali'nin (a.s) Viladeti

 Kimlik bilgisi 

Adı : Ali

Künyesi: Ebul Hasan ve Ebu Turab

Lakabı: Emir ul Muminin

Baba adı : Ebu Talib

Anne adı:Fatıma Bint Esed

Doğum yeri:Mekke (Kabe)

Doğum tarihi: Amul filden 30 yıl sonra yani bisetten 10 yıl önce

Peygambere (saa) olan yakınlığı: Amcasının oğlu, Damadı, Kardeşi,Vasisi, Halifesi

Şehadet yılı : Hicretin 40.yılı Ramazan ayının 19.günüŞehadet yeri :Kufe (cami mihrabında)

Şehadet sebebi :İbn Mülcemin secde esnasında zehirli kılıçla darbesi

Çocukluk dönemi

Hz Ali altı yaşına kadar Hz Peygamberin büyüdüğü evde yani babası Hz.Ebutalib"in himayesi altında büyüdü. Ama Mekke"de kuraklık çıkması nedeni ile Hz Ebutalib çocuklarının çokluğu nedeni ile onları büyütmeleri için yakın akrabalarına vermek zorunda kaldı ve Hz. Peygamber çocuklar arasında Hz Ali"yi seçti bu da O Hazretin Ali(as)"a olan sevgisini ve Hz Ali"nin Peygambere olan yakınlığını gösterir.

Hz Ali çocukluk dönemini şöyle nakleder: Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına alırdı;. beni koklardı; lokmayı çiğner, ağzıma verir yedirirdi. Ben de her an, devenin yavrusu",nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim; O her gün bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her yıl Hıra dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi. Ortalama 4 yıl sonra Allah Resulü"ne ilk ayet nazil oldu ve Hz Ali Ona ilk tabi olan kimse idi.O zamanın en zor şartlarında Peygamber"in yanında ve Onun emrinde idi.

Yine İnzar ayeti ismiyle meşhur olan- En yakın aşiretini uyar(1) ayet-i kerimesi nazil olarak Peygamber-i Ekrem yakın akrabalarını uyarmakla görevlendirildiğinde, Hz. Resul akrablarını toplayarak onlara: Sizlerden kim, benim bu görevimde bana yardım etmeye hazırdır ki, benim kardeşim, vasim ve aranızda halifem olsun? buyurduğunda, onların arasından yalnızca Hz. Ali (a.s) ayağa kalkarak imanını ibraz etmiş, buna müteakip Peygamber-i Ekrem de mübarek elini Hz. Ali"nin omuzuna koyarak: Bu benim kardeşim, vasim ve sizin aranızdaki halifemdir; onu dinleyin, ona itaat edin buyurarak o Hazret"in iman etmesini kabul etmiş ve İslam dininin ilk başından itibaren kendinden sonra Hz. Ali"nin geldiğini vurgulamıştır.

Böylece Ali (a.s) Müslümanlar arasında ilk iman getiren ve hayatı boyunca Allah"tan başkasına tapmayan ilk şahsiyet olmakla birlikte, Hz. Resulullah (s.a.a)"dan sonra İslam dininin ikinci şahsiyeti oluvermiştir. (2)

İnzar ayeti ve Kureyşin islama daveti

Muhammed bin Cerir-i Taberi, Hz. Ali (a.s)"ın şöyle buyurduğunu naklediyor Resulullah (s.a.a) beni çağırdı ve şöyle buyurdu: Ya Ali! Allah-u Teala, kendi yakınlarımı inzar etmemi (uyarıp korkutmamı) emretmiştir. Sen bizim için bir yemek yap. Sonra Abdulmuttalib oğullarını, onlarla konuşmam için bir araya topla da iletmekle görevli olduğum şeyi onlara ileteyim.Ben de Resulullah"ın emri üzere onları bir araya topladım, Resulullah (s.a.a) onlara hitaben şöyle buyurdular: Allah-u Teala, sizi O"na davet etmekle beni görevlendirmiştir. Sizlerden hanginiz, aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olmak istiyor? Orada bulunanların hepsi sustular. Onların hepsinden yaşta küçük olmama rağmen; Ya Resulellah, ben senin yardımcın olmak istiyorum dedim. Resulullah (s.a.a) elini benim boynuma koyarak şöyle buyurdu: Bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; sözünü dinleyin ve emirlerine uyun.

Hicret

Ali (a.s), Peygamber-i Ekrem"in hicretine kadar devamlı onunla birlikte olmuş, düşmanlarına karşı onu savunmuş, kafirlerin Allah Resulü"nü katletme kararı aldıkları hicret gecesi de Ali (a.s), canını feda etmek pahasına, Peygamber efendimizin yatağında yatmış ve Resul-ü Ekrem bu sayede gizlice evden ayrılarak emniyet içerisinde Medine"ye doğru yola koyulabilmiştir.(3) Hz. Resulullah"ın emniyete kavuşmasından sonra da o Hazret"in vasiyeti üzerine, Peygamber-i Ekrem"in nezdinde emanet olan halkın emanetlerini sahiplerine iade ederek annesini, Resul-ü Ekrem"in sevgili kızı Fatime-i Zehra"yı başka iki kadınla birlikte alıp Medine"ye doğru hareket etmiştir.(4) Resulullah (s.a.a)"in Medine"ye hicretinin peşice, Hz. Ali (a.s) da o şehre gitti. Hicretin ikinci yılında Hz. Fatimet"üz- Zehra ile evlendi. Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s) dünyaya geldi. Ali (a.s) Peygamber"in vefatında otuz üç yaşındaydı. Tüm dini faziletlere sahip olup, sahabe içerisinde her açıdan en seçkin mevkide olmasına ve Hz. Resulullah (s.a.a)"ın ümmete açıkça: Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır ve Ali benden sonra her mü"min erkeğin ve mü"me kadının velisidir(5) buyurmasına rağmen o Hazret"in genç olması ve Peygamber"in savaşlarında kafirlerden bir çoğunu öldürüp, onlardan düşman kazanması bahane edilerek hilafetten kenara itildi. Böylece o Hazret"in eli tüm genel olaylardan kesildiğinde evinin bir köşesine çekilerek özel kişileri eğitmeye başladı. Peygamber"in vefatından sonra 25 yıl üç halifenin hilafet zamanı geçti. Üçüncü halife Osman öldürüldüğünde halk Hz. Ali"ye (a.s) biat ederek onu hilafete seçti.

Hilafet

Hz. Ali (a.s) dört yıl dokuz ay süren hilafeti müddetinde Peygamber"in siretine uyup, hilafet"e inkılap ve kıyam ruhu verdi. Toplumda çeşitli ıslahlara baş vurdu. Elbette bu ıslahlar, bir kısım çıkar peşinde koşanların zararına olduğu için sahabeden bazıları, Ümm-ül Mü"minin Ayşe Talha Zübeyr ve Muaviye liderliğinde üçüncü halifenin kanını bahane ederek halifeye karşı çıkıp, çeşitli çirkin olaylara sebebiyet verdiler. O hazret bu fitneleri yatıştırmak için Basra yakınlarında Ayşe, Talha ve Zübeyr ile savaştı ve bu savaş, Cemel savaşı adında maruf oldu. Irak ve Şam sınırlarında Muaviye ile savaştı; bu savaş Sıffın savaşı adını aldı ve bir buçuk yıl devam etti. Nehrevan adıyla maruf olan muharebesinde de Hariciler ile savaştı.

  ABD'nin Kaliforniya eyaletinde başlayan yangınlar 9 gündür devam ediyor. Yetkililer, Los Angeles kenti ve çevresinde günlerdir süren yangınlarda hayatını kaybedenlerin sayısının en az 25 olduğunu açıkladı. Yangının körüklenmesine neden olan rüzgarların şiddetini artırarak devam ettiği bölgede hava koşullarının 'alev hortumlarına' neden olabileceği konusunda halka dikkatli olmaları konusunda çağrıda bulunuldu.


Yangınlarda hayatını kaybeden kişi sayısının 25'e yükseldiğini bildiren yetkililer, 12 binden fazla yapının tahrip olduğunu aktardı. Yangının şiddetli olduğu Palisades ve Eaton bölgelerinde günlerdir devam eden yangının büyük ölçüde kontrol altına alındığı bildirildi.

Ancak Ulusal Hava Durumu Servisi, şiddetli rüzgarlar ve kuru hava koşulları nedeniyle yeni yangınların patlak verebileceğini uyarısında bulundu. Meteorologlar, 10 ila 15 metre yüksekliğe ulaşabilen ve nadir görülen alev hortumlarının oluşarak yangının şiddetini artırabileceğini söylüyor.

7 Ocak sabahında Los Angeles'ın değişik bölgelerinde başlayan yangınlarda şu ana kadar 37 bin dönümden fazla alanın kül olduğu bildiriliyor. Yangın nedeniyle yaklaşık 150 bin işi evlerinden tahliye edildi. Toplam hasarın ve ekonomik kaybın 250 ila 275 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.

Perşembe, 16 Ocak 2025 07:58

Ortak Düşman: Direniş Cephesi

  Allah’ın Adıyla,
Suriye’de Baasçı rejimin yıkılması üzerinden  kırk güne yakın bir zaman geçerken terör çeteleri birliği olarak tanımlayabileceğimiz  HTŞ yönetimine bu süreçte yardımlarını esirgemeyen taraflar hep bir ağızdan ortak bir düşman ilan ettiler: İran merkezli Direniş Cephesi

İsrail, ABD, AB, HTŞ Yönetimi, PKK/PYG/PJAK, Arap Birliği ülkeleri, Türkiye’de yandaş ve fondaş medyanın öncülüğünü yaptığı mezhepçi, Pan Türkist  çevreler için asıl düşman, İran, Hizbullah, Ensarullah ve Haşd-i Şa’bi, yani topyekün Direniş Cephesidir.

Bu tarafımızdan ortaya atılmış bir iddia değil, yukarıda listelediğimiz birlik, ülke, çevre ve örgütlerin doğrudan veya dolaylı olarak yapmış oldukları aleni açıklamalara yüzeysel bir bakış bile bunun bir iddiadan ibaret olmadığını gözler önüne serecektir.

Yukarıda listelediğimiz çevrelerin hepsinin bir araya gelerek böyle bir tavır takındıkları söylenemez, hatta bunların bazılarının bazılarıyla sürtüşme ve hatta çatışma içerisinde olduğu da inkar edilemez. Ama yeri geldiğinde  aralarındaki anlaşmazlıkları bir yana  iterek, öteleyerek İran ve Direniş Cephesine karşı işbirliğine öncelik verdikleri kendi açaıklamalarında açıkca görülmektedir.

Misal olarak bu çevrelerin hiç biri İsrail’in Suriye’deki oldukça stratejik bölgeleri işgal etemsine karşın ciddi bir açıklama yapmadığı ortada. Bağımsız bir ülkenin askeri ve teknolojik alt yapısının işgalci rejim tarafından imha ve tahrip edilerek savunmasız hale getirilmesi  karşısında hepsi suskun.

Halbuki Baasçı Beşar Esad döneminde ve özellikle de İran merkezli Direniş Cephesi güçlerinin Suriye’de bulunduğu 13 yıl içinde İsrail Suriye’de bir tek karış  toprağı işgal edememişti.

Batı sulta sistemi içerisindeki güçlerin İsrail işgalinden rahatsızlık duymaları bir yana memnun oldukları bile söylenebilir. Ama İslamcı geçinen münafık çevreler, Arap Birliği üyesi ülkelerin ve işbaşına getirilen HTŞ(terör çeteleri birliğinin) İsrail’in bu işgal ve imha operasyonları karşısında sus pus olmalar ne anlama geliyor?

Direniş Cephesine karşı kin ve düşmanlıkta sınır tanımayan bu çevrelerin İsrail karşısında  sözbirliği ve işbirliğine girmeleri nasıl yorumlanmalıdır?

 Bunların herbirinin hangi saiklerle Direniş Cephesine düşmanlık ettiklerini tek tek inceleyelim:

İsrail’in Düşmanlığı;
Direniş Cephesi aslında ilk olarak İsrail istila ve işgaline karşı ortaya çıkmıştır. Direniş, adı üzerinde saldırı değil savunmadır, zulme karşı direnmedir. Bölgemizdeki işgale, katliama, sürgüne, kuşatmaya ve ambargoya karşı direnmek ve kendini savunmaktır. İsrail saldırganlığına karşı ilk duruşu İslam İnkılabının İran’da 1979 yılında zaferinden hemen sonra İsrail’in Tahran elçiliğinin kapatılarak Filistin elçiliğine dönüştürülmesiyle başlamış, 1982 yılında Lübnan işgalinde Hizbullah’ın ortaya çıkmasıyla 2000 yılına kadar sıcak çatışmalara dönüşerek İsrail’in Lübnan’ı terketmesiyle devam etmiş, 2006 yılı Temmuz’unda 33 günlük savaşla yeniden  alevlenmiş ve İsrail’e ilk ciddi yenilgisini tattırmış, Aksa Tufanı operasyonuyla zirvesine ulaşarak  günümüze kadar devam edegelmiştir ve hala da devam etmektedir.

1987 yılında Şehid Ahmed Yasin liderliğinde İsrail tarafından işgal edilmiş  topraklarda kurulan HAMAS direniş hareketi de daima İran tarafından her  bakımdan desteklenmiş ve hala da desteklenmektedir.

Aksa Tufanı operasyonuyla birlikte Yemen Ensarullah hareketi de İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı Direniş Cephesine katılmış ve Yemen’e yönelik topyekün kuşatmaya ve had safhaya ulaşmış ekonomik sıkıntılara rağmen Kızıldeniz’i İsrail gemilerine ve İsrail’e mal taşıyan başka ülkeler gemilerine büyük ölçüde  kapatmayı başarmıştır. Ensarullah hükümeti İsrail’in yardımına koşan başta ABD olmak üzere çoğu NATO üyesi ülkelerin yük ve savaş gemilerine karşı da çetin bir savaş sürdürmekte ve bundan dolayı da hemen her gün Batı Sulta sisteminin amansız hava saldırılarına maruz kalmaktadır.

İsrail rejimi de başta ABD olmak üzere Batı sulta sistemininin desteğinde İran eksenli Direniş Cephesine karşı doğrudan askeri saldırı, cinayet, terör, medya  manipülasyonu, ekonomik kuşatma ve yaptırımların sürdürülmesi de dahil hiç bir çabadan geri durmamıştır.

Kısacası İran eksenli Direniş Cephesi ile İsrail arasındaki savaş 45 yıldan beri devam etmektedir ve İsrail’in savaş halindeki İran, Hizbullah, Ensarullah, Hamas ve Haşd-i Şa’bi düşmanlığı doğal karşılanabilir. İsrail terör rejiminin her fırsatta İran ve Direniş Cephesi bileşenlerini baş düşman olarak ilan ettiği, bu cepheye karşı bölgede dostlar edinmeye çalıştığı ve bu doğrultuda Türkiye de dahil birçok halkı müslüman ülkeyle birçok alanda işbirliği içinde olduğu, destek aldığı da gizli kapalı bir şey değil.

 ABD ve Müttefiklerinin Düşmanlığı
ABD ve arkasından sürüklediği AB ve NATO ülkelerinin İran ve Direniş Cephesi düşmanlığı da herkesçe bilinen bir gerçektir. Çünkü Batı sulta sisteminin bölgedeki uğursuz planları karşısında duran tek güç Direniş Cephesidir. ABD Irak ve Suriye’de olduğu gibi bazen çok yönlü askeri müdahale ile; bazen hava saldırılarıyla; bazen ekonomik ve teknolojik yaptırımlarla; bazen bölgede Direniş Cephesine karşı koalisyonlar, birlikler oluşturmak suretiyle; bazen El-Kaide, IŞİD, Nusra, HTŞ ve PKK/YPG/PJAK gibi terör çeteleri oluşturmak suretiyle Direniş Cephesine karşı sert ve yumuşak alanlarda amansız bir savaş sürdürmektedir.

ABD’nin küresel çaptaki rakibi Çin’e karşı uzun soluklu rekabetinde Batı Asya bölgesindeki enerji kaynakları üzerindeki kontrollerini sürdürmek, kendilerine ön karakol olarak gördükleri İsrail terör rejiminin güvenliği sağlamak, uyanmaya başlayan bölge halklarını Direniş Cephesinden uzaklaştırmak, halkı müslüman ülkelere  tahakküm eden rejimleri ve ayrılıkçı etnik grupları Direniş Cephesine karşı örgütlemek, BOP projesini hayata geçirerek bölge ülkelerini parçalamak, İran ile komşusu ülkeler arasında  savaş çıkarmak ve en önemlisi İslam İnkılabının zaferiyle temeli atılan ve Batı Uygarlığına alternatif olarak yeni bir İslam Medeniyetinin oluşmasını engellemektir.

Suriye’ye Çullanan HTŞ’nin Düşmanlığı:
Suriye’de  anti siyonist ve anti emperyalist Baas Partisi rejimini yıkmak için yarım asırdan beri komplo üstüne komplo kuran ABD-İsrail ve İngiltere üçlüsü ve bölgesel müttefikleri nihayet 2024 Aralık ayı başlarında bu amaçlarına ulaştılar. Suriye’ye karşı  uzun yıllar  çeşitli savaş yöntemleri uygulayan bu çevreler sonuçta Pan Arabist Baasçı rejimde etkili olan Esad ailesinin Aleviliğini ön plana çıkardılar. Şia/Alevi düşmanlığı için bölge ülkelerinde ve İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde yeterli sayıda mutassıp tekfirci bulmakta zorlanmadılar. Ve nitekim 13-14 yıl boyunca bu mankurlaştırılmış gençlerden oluşturdukları terör çeteleri aracılığıyla tarihin en vahşi cinayetlerine imza attılar ve bu terör çetelerini şimdi Suriye’de işbaşına geçirdiler.

Terör çeteleri birliğinden oluşan HTŞ(Heyet-i Tahrir-i Şam) adını verdikleri hükümet Şam’a çöktüğünden bu yana geçen bir aydan fazla süre içinde ABD, İsrail, AB ve hatta Rusya’ya karşı herhangi bir laf etmezken  oturup durup İran’ı, Hizbullah’ı ve Suriyeli Alevi ve Şiileri suçlayıp durmaktadır. Bu terör çetelerinin geçmişini, ABD ve İsrail ile geçmişte gizli ve açık olarak kurdukları işbirliğinden bilgisi olanlar için bunların Direniş Cephesine yönelik düşmanlıkları garipsenmiyor. Çünkü Emevi zihniyetinden vazgeçmeyen ve bunu iftiharla dile getiren tekfircilerin Şia’ya olan düşmanlığı tarihseldir/genetiktir. Ve zaten başını ABD’nin çektiği Batı Sulta Sistemi  de sırf bu yüzden bu güruhu Direniş Cephesine karşı çıkardı. Bunların İsrail saldırganlığı ve işgaline karşı herhangi bir tepki vermemeleri, ABD ve AB temsilcileri karşısında ezilip büzülmeleri ve PKK/YPG ile uzlaşma yolları aramaları da efendilerinin planlarını uygulama görevlerini unutmadıklarını ortaya koyuyor. HTŞ yönetimi efendilerine olan borcunu ödemek zorundadır ve direniş Cephesine karşı efendilerinin safında yer almak zorundadır.

Arap Birliği Örgütü
Arap Birliği ülkelerinin bir çoğunun Siyonist rejimin varlığını tanıdıkları ve kendilerini rahatlattıkları bir ortamda Direniş cephesinin kalkıp bu acziyet, teslimiyet ve ezilmişliği dile getirerek halkları uyandırmasına tahammül edemiyorlar. Çünkü bu uyanış ve direniş ruhu bu rejimlerin de varlığını tehdit etmektedir. Rahatlarını bozan direniş ekseninin Suriye’de geçici bir yenilgi almasını fırsat bilerek kin ve düşmanlıklarını kusmaktadırlar. İsrail işgali karşısında  dut yemiş bülbüle dönen bu arap ülkeleri İmam Hamanei’nin “ Suriyeli gençler ülkeleri üzerinde sulta kuran ve ülkelerini işgal edenler karşısında sessiz kalmayacaktır” sözünü Suriyenim iç işlerine karışmak olarak görerek sözde tavır  koymaktan çekinmediler.

Türkiye de dahil İslam dünyasındaki nifak ve taassup erbabının Direniş Cephesine yönelik kin ve düşmanlıklarının nedenleri herkesçe bilinmekte olup ayrıntılarına girmeye gerek yoktur.

Hiç kuşkusuz tarih herkesi seçtiği konum ve bulunduğu saftaki dostlarıyla  yaptıkları söz birliği ve işbirliğine göre yargılayacaktır. Ve Kur’an’ın buyurduğu üzere “Allah(cc), müminleri savunacaktır”.

Ziya Türkyılmaz