کارگر

کارگر

Siyonist rejimin İç Güvenlik Araştırmaları Merkezi, İsraillilerin Tel Aviv'de her gece Yemen füze saldırılarına maruz kaldığını vurgulayarak ‘İsrail'in Yemenlilere karşı caydırıcı bir etki yaratması imkansız olmasa da çok zor’ ifadelerini kullandı.



Tesnim Haber Ajansı’nın haberine göre,  İbranice yayın yapan medya, Siyonist ordunun Yemen'in artan füze tehditleriyle baş edemediği yönündeki eleştiriler üzerine, bu rejimin İç Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü bir raporla şunları duyurdu: Yemen'den İsrail'e (işgal altındaki) hemen hemen her gece füzeler atılıyor ve bu, İsraillileri korkutup yormaya yönelik açık bir baskı çerçevesinde yapılan bir girişimidir.

Yemen'den İsrail'e yönelik saldırılar önceden Eilat'ı hedef alırken, şimdi Yemenlilerin teknolojik ilerlemesi sayesinde bu saldırılar Tel Aviv'e ulaştı.

Kaybedecek çok az şeyi olan Yemenlilerle caydırıcılık denklemi oluşturmak imkansız olmasa da son derece zor.

Amerika'nın, Yemen'in Kızıldeniz'den geçen Amerikan gemilerine yönelik operasyonlarını durdurmaya yönelik çabalarının hiçbiri işe yaramadı ve Yemenliler kararlarında bağımsız olup operasyonlara devam ediyor.’

İbranice yayın yapan Yedioth Aharanot gazetesi de bu bağlamda Yemen füzelerinin İsraillilerin günlük yaşamını yerle bir ettiğini ve mallarına büyük zarar verdiğini, İsraillilerin Yemen'den gelecek tehdit korkusundan geceleri uyuyamadıklarını belirtti.

İbranice Ynet internet sitesinden Siyonist askeri analist Ron Ben Yeshai de bu bağlamda İsrail'in Yemen'e verdiği ekonomik ve altyapısal zararın hiçbir zaman Ensarullah hareketinin mevzilerinden geri çekilmesine sebep olmayacağını ve Yemenlilerin 2015'ten bu yana Suudi Arabistan ile yürüttüğü uzun savaşın bunu kanıtladığını belirtti.

Öte yandan İsrail kabinesine ve Siyonist rejim ordusuna İbrani çevrelerden gelen eleştirilerin her geçen gün arttığı bir ortamda Maariv gazetesinin askeri muhabiri "Avi Ashkenazi" bu konuyla ilgili şunları belirtti: Yemen, bir yıldan fazla bir süredir İsrail ekonomisini ciddi şekilde etkiledi ve İsrail, Yemen sorunuyla mücadele edemediğini ve onlarla baş edemediğini gördü.

İsrail güçleri ve istihbarat servisleri, Yemen cephesinden gelen tehditlere karşı oldukça gevşek ve yavaş davrandı ve şimdi iş işten geçtikten sonra Ensarullah'tan bilgi toplamanın peşindeler.’

İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün Eski Komutanı Genral Kasım Süleymani, Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis ile birlikte 3 Ocak 2020'de ABD tarafında Irak'ın başkenti Bağdat Havalimanı yakınlarında araçlarına düzenlediği roket saldırısında şehit düştü.

Şehit Süleymani'nin, küresel emperyalizm ve Siyonizm'e karşı direniş cephesinin zaferlerinde oynadığı rol oldukça etkili olmuştur. Bu, önce IŞİD terör örgütünün bölgedeki zayıflamasına, ardından ise tamamen yok edilmesine yol açmıştır; Bu, direniş ekseni için büyük ve tarihi bir zafer iken, küresel emperyalizm için acı ve telafi edilemez bir yenilgi olmuştur.

Şehit Kasım Süleymani, sadece için bir askeri komutan değil, aynı zamanda İran İslam Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı "direniş ekseninin" simgesi olmuştur. Şehit General Süleymani, İran'ın İsrail'e karşı savaşan gruplara yardım etme stratejisini başarılı bir şekilde takip etmiş ve her gün bu yolda yeni adımlar atmıştır.

1998'de Kudüs Gücü'nün komutanı olan Şehit Süleymani, bölgedeki politikaların belirlenmesinde etkili ve önemli rol oynadı.

Şehit Kasım Süleymani, sadece için bir askeri komutan değil, aynı zamanda İran İslam Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı "direniş ekseninin" simgesi olmuştur.

Batı'nın komplosu ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin finansal desteği nedeniyle IŞİD ve El Nusra gibi tekfirci terör örgütleri oluşurken General Kasım Süleymani, Irak ve Suriye'deki bu tehditlerle mücadele etme misyonuna başladı. Şehit Süleymani ve Kudüs Gücü’nün diğer kuvvetleri Suriye ve Irak hükümetlerinin resmi talebiyle bu iki ülkeye giderek, Şam ve Bağdat'ın düşmesini engellediler.

Düşmanların Suriye'nin düşmesini istemelerinin ana sebeplerinden biri, belki İran ile Hizbullah arasındaki bağlantıyı kesmekti. Ancak, IŞİD'in yenilmesi ve Kudüs Gücü’nün Suriye ve Irak'taki önemli rolüyle birlikte “Direniş Ekseni” olarak bilinen sağlam bir halkalar zinciri oluştu ve İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin arasındaki bağları güçlendirdi.

Şehit General Kasım Süleymani, yalnızca Direniş Ekseni'nde değil, diplomatik alanda ve Direniş Ekseni dışında da önemli bir rol üstlenmiştir.

Bugün Direniş Ekseni'nin İran'dan Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Filistin'e kadar olan saha birliği ve koordinasyonu, Şehit Süleymani'nin bu yoldaki özverili çabalarının bir sonucudur.

Şehit Süleymani direniş ekseninde nasıl bir rol oynadı?

General Süleymani'nin şehit edilmesiyle Amerika ve Siyonist rejim zafer kazanmadı, aksine onların Batı Asya'daki yenilgi ve başarısızlıkları hız kazandı. Direniş gruplarının bölgedeki işgalcilere uyguladığı baskılar, bu iddiayı doğrular niteliktedir.

Şehit General Kasım Süleymani, yalnızca Direniş Ekseni'nde değil, diplomatik alanda ve Direniş Ekseni dışında da önemli bir rol üstlenmiştir/mehr

Cuma, 03 Ocak 2025 16:22

Seyyid Ali Hamanei ve Üç Aylar

"Mübarek Recep ayındayız. Recep, Şaban ve nihayetinde mübarek ayların üçüncü ve son basamağı olan Ramazan ayında her birimizin dikkat etmesi gereken şeyler var. Bu ayda kalpte nefsi ıslah etmek ve zulmü azaltmak yer edinmelidir.

Ademoğlunun hayatında, peygamberlerin bi'setinde yaşanan tüm bu sıkıntı ve keşmekeşler, onların Allah düşmanlarıyla yaptığı toplumsal, siyasi ve nizami mücadeleler, insanın geçmesi gereken yollardaki sınırlar için bir mukaddimeydi. Mutlu olun, ümitli olun, umudunuzu yitirmeyin.

Bütün sözler bunun içindir. Ahlaklı olun, ibadetlerinizde bilinçli olun, haksızlıkla savaşın. İbadet edin deniliyorsa; bunun sebebi bize verilen o ham maddeyi istenilen ve beğenilen kıvama getirip, yüce mertebelere ulaşmaktır.

Bize kendi amellerimizle doldurmamız için beyaz bir sayfa verildi. Bu temiz sayfayı iyi ve güzel amellerle doldurup yanımıza almalıyız. Bütün her şey ve hatta kaderimiz dahi ondadır. Bu ganimeti kaybetmemek için çalışmalıyız. Eğer bu sayfayı iyi amellerle doldurmazsak; elimizdeki en değerli sermaye yanar kül olur ve karşılığında zarardan gayrı hiç bir şey elde edemeyiz.

Kur’an-ı kerim de şöyle buyrulur:

"إن الإنسان لفي خسر"

"İnsan gerçekten de ziyandadır." Asr/2

'Husr' yani elden giden ve ziyan olmuş sermaye demektir. Hepimiz elindeki sermayeyi anbean yitiren bir tüccar gibiyiz. Peki, bu sermaye nedir? Ömürdür. Hepimiz gittikçe bu sermayeyi tüketiyoruz. Bugün düne oranla elimizdeki sermayenin bir miktarını daha kaybetmiş bulunuyoruz. Onlarca yılla sınırlı ömür sermayemiz her geçen gün erimekte. Sermayesini tüketen tüccar gibi bizler de ömrümüzü tüketmekteyiz. Ama önemli olan bu sermayeyi tükenirken karşılığında kazandığımız şeylerdir.

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ

“Ancak, iman edip de salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).” Asr/3

Eğer ömrümüzü iman ve salih amellerle geçirmeyi bilirsek; ömür tükenir ama yerini daha güzel şeylere bırakır. Bir miktar parayla pazara gideriz ve bir şeyler alırız eve döndüğünüzde cebinizde paramız yoktur fakat onunla bir şeyler satın almışızdır. Önemli olan pazardan boş dönmemiş olmamızdır."

(İslam Şurası Meclis Üyeleriyle Yaptığı Görüşme / 24.06.2009)

Recep Ayı Tövbe ve İstiğfar Ayıdır; Bu Fırsatı Ganimet Saymalıyız

Recep dua, tövbe, tevessül ve Allah'a yönelmek için bir fırsat ayıdır. Sürekli tövbe halinde olmalıyız. Hiç kimse tövbe etmekten beri olduğunu düşünmemelidir.
Şüphesiz Peygamber Efendimiz (s.a.a.) günde yetmiş defa bağışlanma dilerdi. Tövbe etmek hepimiz için gereklidir.

Bizler bu maddi dünyaya batmış ve kirlenmişiz. Tövbe bu kirlerin temizlenmesini ve yok olmasını sağlar. Bu istiğfar ve bağışlanma ayını ganimet sayalım. Recep Ayı'nın hepinize mübarek olmasını dilerim. İnşallah bu ayı Allah'ın yardım ve inayeti ile iyi amellerle geçirip Şaban Ayı'na hazırlanırız.

(İslam Şurası Meclis Üyeleriyle Yaptığı Görüşme / 24.06.2009)

Ruhunuzu Günahtan Arındırın ve Yeniden Yeşertin

Recep Ayı’ndaki münasebetleri ve özel günleri gözden kaçırmamak gerekir. İrfan ve ilim ehli olan kimseler, Recep Ayı'nı Ramazan Ayı için hazırlık olarak görürler. Recep ve Şaban İlahi ziyafetlerle dolu Ramazan Ayı için nefsi arındırma ve hazırlanma zamanıdır.

Peki hazırlık nasıl olmalıdır? Öncelikle, farkında olmak ve kalbi hazırlamak gerekir. Her halde, her durumda, her eylemde kendini Allah'ın huzurunda bilmek gerekir. Niyetlerini, işlerini, davranışlarını ve kalbinin derinliklerini Allah'a açmalı ve rızasını gözetmelidir.

Birinci derecede önemli olan bu hasletlerin insanda var olmasıdır. Eğer bu hâsıl olursa; işlerimize, konuşmalarımıza, davranışlarımıza, gidiş gelişimize, sessizliğimize, sözlerimize olan özen ve dikkatimiz daha çok artacaktır. Eğer insan kendini Allah'ın huzurunda bilirse; ne söylediğine, nereye gittiğine, ne iş yaptığına, kimin aleyhine veya kimin lehine konuştuğuna dikkat eder.

Bizim sorunlarımızın yegane kaynağı gaflettir ve maalesef gafletimiz davranışlarımıza ve işlerimize yansıtmaktadır. İnsan gafletten kurtulup uyanışa geçtiğinde onu gören birinin olduğunun farkına varır ve muhasebe yapar. Bütün işlerinin ve davranışlarının Allah'ın huzurunda olduğunu bildiğinde doğal olarak kurallara riayet eder. Bu halde insan temiz ve pak bir şekilde Ramazan Ayı'na girmiş olur. Yıkanmış ve günahlarından arınmış bir şekilde o kutlu aya girmiş olur. O zaman Ramazan'ın İlahi ziyafet sofrasından en güzel şekilde faydalanır. Recep Ayı'na bu gözle bakın ve en iyi şekilde istifade edin.

(Çeşitli Halk Grupları ile Yaptığı Görüşme / 15.05.2013)

Tevhit ve Allah’ın Azametine Teveccüh

Ehl-i Beyt İmamları’ndan Recep Ayı’nda okunması tavsiye edilen dualara baktığımızda; dualarda çoğunlukla Tevhid konularına vurgu yapıldığını görürüz. Allah’ın azameti, sıfatları, insanın kendisini bu azamet karşısında müşahede etmesi, O'na ulaşma yollarının tanınması, Allah Teâlâ’ya yöneliş ve rağbet yöntemlerinin şekli dualarda vurgu yapılan konulardandır. Recep Ayı dualarının özelliklerinden bir tanesi de; Tevhid inancına, Allah Teâlâ’yı, isimlerini ve sıfatlarını tanımaya dikkat çekmesidir.

Bu ayın başı mübarektir çünkü İmam Muhammed Bakır (a.s)kutlu doğumu vardır ve sonu da mübarektir İslam’ın en büyük hadisesi olan Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) peygamberliğe seçilişi gerçekleşmiştir.

Geçmişte Rahip Brunson olayını yaşadık.
Casusluk ve teröre destekle suçlanıyordu.
Hakkında 35 yıl hapis isteniyordu.
Rahip Brunson, “hain Brunson”dı.
ABD ile Türkiye arasında kriz çıktı.
Trump devreye girdi.
“Serbest bırakın!” dedi.
Ekonomimizi çökertmekle tehdit etti.
Bir formül bulundu.
Brunson’a 3 yıl ceza verildi.
Ev hapsi ve yurt dışı çıkış yasağı kaldırıldı.
Brunson karar sonrası ABD’ye kaçtı.
“Hain Brunson” diyenler çark etti.
“Mister Brunson” demeye başladı.

EKSELANS
2015 tarihli BM kararı:
HTŞ terör örgütüdür.”
Türkiye de aynı kararı aldı.
29 Ağustos 2018 tarihli Resmi Gazete.
Yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı:
“HTŞ terör örgütüdür.”
Bu karar hâlâ da değişmiş değil.
Ama teröriste terörist muamelesi yapılmıyor.
Örgütün başındaki kişi…
“Terörist Colani” diye anılıyordu.
ABD, İsrail ve İngiltere Esad’ı düşürdü.
HTŞ Şam’ı ele geçirdi.
Colani birdenbire kahraman oluverdi.
“Terörist Colani” diyenler....
“Ekselans Colani” demeye başladı.

ÖCALAN
Abdullah Öcalan.
PKK terör örgütünün başı.
ABD Türkiye’ye verirken bir hesabı vardı.
Pimi çekilmiş canlı bomba diye düşündü.
Türkiye karışacaktı.
İç savaş çıkmasını umut etti.
Dönemin Başbakanı Ecevit…
“ABD Apo’yu bize niye verdi anlamadım.” demişti.
Ecevit nedenini elbette biliyordu.
Ama ABD’nin hesabı tutmadı.
Şimdi İmralı’da müebbet hapis.
Apo’ya “terörist başı” deniliyordu.
ABD “açılımı” dayattı.
O günleri anımsayın.
Habur çadır mahkemelerini...
Terörist başı “önder Apo” oldu.
Hükûmet üyeleri HDP görüşmeleri…
Diyarbakır meydanlarında okunan mektupları…
Hep böyle takdim edildi.
Açılımı” destekleyenler…
Anında kıvırmışlardı.
Onların da dili değişmişti.
Ama halk kabul etmedi.
Açılımı” çöpe attı.

SAYIN BAŞKAN
1 Ekim sonrası yaşananlar.
Bahçeli’nin yeni “açılım” hamlesi.
Arkasından yeniden İmralı yolları…
“Terörist başı” diye nutuk atanlar.
Birdenbire değişti.
“Terörist başı Öcalan…”
Şimdi “Sayın Başkan”lığa doğru evriliyor.
Ucuz kahramanlık yapanlar…
Şimdiden ağızlarını alıştırmaya başladılar.
Hain Brunson, “Mister Brunson”
Terörist Colani, “Ekselans Colani”…
Terörist Başı Apo, “Sayın Başkan”…
Hep aynı çevreler…
Beyler nereye?
Bu kadar hızlı değişime can mı dayanır?

FETÖ
Gelinen nokta dehşet verici.
Türkiye’ye büyük kötülük yapıyorlar.
Geçmişte FETÖ olayında da yaşadık.
Uyarılarımız dinlenmedi.
Tam tersini yaptılar.
FETÖ’yü ve Fethullah Gülen’i övdüler.
Gerekçeleri de çoktu:
“Dünyaya ülkemizi tanıtıyorlar.
Türkçemizi yayıyorlar.
Ticaretimizi geliştiriyorlar…”
Bir sürü yalan dolan.
AK Parti iktidarı…
Ne istedilerse vermişti.
Yapılan hatalarla 15 Temmuz’a gelindi.
Bedelini tüm Türkiye ödedik.

İRAN ve RUSYA
Bu arada bir hatırlatma yapalım.
İran ve Rusya düşmanlığı yapanlar…
FETÖ’yü ilk keşfeden ülke Rusya idi.
Ülkesindeki okullarını kapattı
FETÖ’cüleri derdest etti.
Bir başka ülke de İran.
Ülkesine hiç sokmadı.
Yapılan tüm girişimleri reddetti.
15 Temmuz ABD/FETÖ darbe girişimi…
Bize önceden haber veren de Rusya’ydı.
Kim dost kim düşman hâlâ anlamadınız mı?

İsmet Özçelik

“Bir şahıs Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (aleyhi selâm) huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın semavî kitabı hakkında şek içindeyim.” İmam (aleyhi selâm) ona şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Söyle bakayım, Allah’ın kitabında şek ettiğin şey nedir?” Dedi ki: nasıl şek etmeyeyim? Kitabın bazı yerleri bazı yerlerini çürütmektedir!” Hz. Ali (a.s) Kur’an’ın nerelerinde şek içindesin açıkla diye buyurdu” Adam dedi ki: “Allah Kur’an’da şöyle diyor: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz. (A’raf, 51)” ve aynı şekilde şöyle söylemekte: “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! (Tövbe, 67)” ve yine şöyle diyor: “Senin Rabbin unutkan değildir. (Meryem, 64)” Bir yerde unuttuğunu haber veriyor, başka bir yerde unutmadığını haber veriyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri!”…

 *… Ebu Ma’mer Se’dani şöyle rivayet etmiştir:
“Bir şahıs Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’in (aleyhi selâm) huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın semavî kitabı hakkında şek içindeyim.” İmam (aleyhi selâm) ona şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Söyle bakayım, Allah’ın kitabında şek ettiğin şey nedir?” dedi ki: nasıl şek etmeyeyim? Kitabın bazı yerleri bazı yerlerini çürütmektedir!”

Ali b. Ebu Talib (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz kitabın bazı yerleri bazı yerlerini tasdik eder, bir birlerini tekzip etmez. Lâkin sen, onu anlayacak kadar akıl rızkına sahip değilsin. Söyle bakayım Allah Azze ve Celle’nin kitabının nerelerinde şek ettin?” dedi ki: Allah şöyle diyor: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz. (A’raf, 51)” ve aynı şekilde şöyle söylemekte: “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! (Tövbe, 67)” ve yine şöyle diyor: “Senin Rabbin unutkan değildir. (Meryem, 64)” Bir yerde unuttuğunu haber veriyor, başka bir yerde unutmadığını haber veriyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri!”

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka nerelerde şek ettiysen onları da söyle.” Dedi ki: Allah şöyle diyor: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler. (Nebe, 38)” konuşun diyor onlarda şöyle diyorlar: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik. (En’am, 23)” ve şöyle diyor: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. (Ankebut, 25)” ve yine şöyle diyor: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir. (Sad, 64)” ve şöyle diyor: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim. (Kaf, 28)” ve keza şöyle diyor: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder. (Yasin, 65)” Bir yerde onların konuşacağının haberini veriyor, başka bir yerde Rahman’ın izin verdiklerinin dışında kimsenin konuşmayacağının haberini veriyor. İzin verdiklerinin de doğru konuşacağını söylüyor. Bir yerde mahlûkların konuşmayacağının haberini veriyor, ama onların şu sözünü: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Naklediyor. Bir yerde de onların kendi aralarında tartıştıklarını söylüyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur. (Kıyamet, 22 ve 23)” ve şöyle diyor: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (En’am, 103)” ve şöyle diyor: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. (Necm, 13 ve 14)” ve şöyle diyor: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz. (Ta-ha, 109 ve 110)” Gözler O’nu görürse ilmin de O’nu kapsadığı anlamına gelir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. (Şura, 51)” ve şöyle diyor: “Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu. (Nisa, 164)” ve şöyle demiştir: “Rableri onlara seslendi… (A’raf, 22)” ve şöyle diyor: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına söyle… (Ahzab, 59)” ve şöyle diyor: “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. (Maide, 67)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Medhi yüce olan Allah şöyle diyor: “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem, 65)” Bir taraftan insanı işiten, gören, sahip, terbiye eden olarak adlandırmakta, öte taraftan O’nun müşterek olan bir çok adının olduğunu söylüyor. Diğer taraftan da “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teala şöyle diyor: “Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. (yunus, 61)” ve şöyle diyor: “Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. (Al-i İmran, 77)” ve şöyle diyor: “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır. (Mutaffifin, 15)” O’nu görmekten mahrum olanlar nasıl O’na bakabilirler? Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Azze ve Celle şöyle diyor: “Gökte olanın, sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. (Mülk, 16)” ve şöyle diyor: “Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir. (Ta-ha, 5)” ve şöyle diyor: “O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (En’am, 3)” ve şöyle diyor: “zâhirdir, bâtındır. (Hadid, 3)” ve şöyle diyor: “Her nerede olsanız, O sizinle beraberdir. (Hadid, 4)” ve şöyle diyor: “biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf, 16)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: “Övgüsü yüce olan Allah şöyle diyor: “Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler saf saf durduğu zaman… (Fecr, 22)” ve şöyle diyor: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz. (En’am, 94)” ve şöyle diyor: “Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler? (Bakara, 210)” ve şöyle diyor: “Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. (En’am, 158)” bir yerde Rabbinin gelmesini diyor, başka bir yerde Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Celle Celaluhu şöyle diyor: “Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. (Secde, 10)” Müminler hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler. (Bakara, 46)” ve şöyle buyurmuştur: “Onunla görüştükleri gün sözleri selâmdır. Ahzap, 44)” ve şöyle demiştir: “Her kim Rabbiyle görüşmeyi ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir. (Ankebut, 5)” ve şöyle buyurmuştur: “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır. (Kehf, 110)”

Allah bu ayetlerin birinde O’nunla görüşeceklerini söylüyor. Bir defasında gözlerin kendisini görmeyeceğini ve onun gözleri kuşattığını söylüyor ve bir defasında da “O’nu ilim olarak ihata edemezler” Diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar. (Kehf, 53)” ve şöyle diyor: “O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (Nur, 25)” ve şöyle buyuruyor: “Siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. (Ahzap, 10)” Bir yerde onların zanlarda bulunduğunun haberini veriyor, başka bir yerde onların bildiklerini söylüyor. Zan, şektir. Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle diyor: “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Enbiya, 47)” ve şöyle diyor: “Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir terazi kurmayacağız. (Kehf, 105)” ve şöyle buyuruyor: “işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir. (Mü’min, 40)” ve şöyle diyor: “O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, ayetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır. (A’raf, 8 ve 9)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Yazıklar olun sana. Başka hangi ayetlerde şek ediyorsun? Onları da söyle.” Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (Secde, 11)” ve şöyle diyor: “Allah, ölüm anında canları alır. (Zümer, 42)” ve şöyle diyor: “Onlar vazifede kusur etmezler. (En’am, 61)” ve şöyle buyuruyor: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında… (Nahl, 32)” ve şöyle diyor: “Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler… (Nahl, 28)” Bu nasıl mümkün olabilir? Ey Müminlerin emiri! Bu duyduğun şeyler hakkında nasıl şek etmeyeyim?!” Eğer bana merhamet etmesen ve senin elinle açılacağına ümit ettiğim bu gönlümü açmasan hakikaten ben helâk olurum. Eğer rab Tebareke ve Teâlâ hak, kitabı hak ve peygamberleri hak olsa kesinlikle ben helâk ve ziyankârlardan olurum, yok eğer peygamberler batıl olsa benim için bir sakınca yoktur ve kurtulmuş olurum.”

Bunun üzerine İmam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Çok kutsaldır benim Rabbim. Çok kutsaldır, Tebareke ve Tealadır. Yücedir, büyüktür. Şahadet ediyorum ki O, sonu gelmeyecek daimdir ve bunda şekkimiz yoktur. O’na hiçbir şey benzemez. O, işiten ve görendir. Kuşkusuz kitap haktır. Peygamberler haktır. Mükâfat ve azap haktır. Eğer imandan ziyadesiyle rızıklanırsan veya mahrum olmazsan ki bunlar Allah’ın elindedir. Dilerse rızıklandırır, dilemezse ondan seni mahrum bırakır. Ama ben şek ettiğin şeyleri sana öğreteceğim. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur. Eğer Allah sana hayır vermeyi dilerse sana ilminden öğretecek ve sabit kılacaktır. Ve eğer şer ve kötülüğünü dilerse şaşırıp helâk olursun.

Allah’ın : “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu!” sözünden maksat yani onlar dünya yurdunda Allah’ı unuttular ve ona itaat etmediler ve sonuçta Allah’ta onları ahirette unutur, yani onlara her hangi bir şeyden dolayı mükâfat vermez ve hayırdan unutulmuş olurlar. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları gibi biz de bugün onları unuturuz.” Yani Allah, unuttuklarından dolayı kendisine dünya yurdunda itaat edip, zikir eden dostlarına verdiği sevabı onlara vermez. Allah dostları ise Allah’a, Resulüne iman etmiş ve gaybtan (ölümden sonraki hayattan) korkmuşlardı. Allah’ın: “Senin Rabbin unutkan değildir.” bu sözünden maksat yani Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’dır, uludur, büyüktür. Unutmaz, gaflet etmez, bilâkis koruyan ve bilendir. Araplar unutkanlık hakkında şöyle derler: “Falan şahıs bizi unuttu ve artık bizi anmıyor” yani falan şahıs bizim için hayırlı bir iş yapıp, hayırla anmıyor. Allah Azze ve Celle’nin zikrettiği bu şeyi anladın mı?” dedi ki: Evet beni rahatlatın, Allah’ta seni rahatlatsın. Benim bu sorunumu çözdün. Allah mükâfatını arttırsın.

Sonra imam Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: Allah’ın bu sözü: “Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Ve bu sözü: “Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Ve bu sözü: “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız.” Ve bu sözü: “İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir.” Ve bu sözü: “Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim.” Ve bu sözünden: “Onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” Maksat şudur: bunlar o günün (kıyamet günü) miktarı elli bin yıl olan bir birinden farklı olan farklı yerlerine işarettir. Allah Azze ve Celle o gün (kıyamet günü) onları bir birinden farklı olan yerlerde bir araya getirir. Onlar kendi aralarında konuşurlar. Bazıları bazılarından bağış ve af talep etmektedirler. Bunlar dünya yurdunda (hak) olan reislerine (Peygamber, imamlar ve onların hak takipçilerine) itaat edip onlara tabi olan kişilerdir. Dünya yurdunda zulüm ve düşmanlıkta bir birlerine yardım eden günahkârlar kin kusarak bir birlerine olan nefretlerini dile getirmekte. Mustazaflar ve müstekbir zorbalar bir birlerine küfür isnat ederek bir birlerine lânet ederler. Bu ayetteki “küfür”den maksat tanımamazlıktan gelmek kabul etmemek anlamındadır. Yani gerçekte şöyle demek istemiştir: “Birbirlerini reddettiler ve dışladılar.” Bunun bir benzeri İbrahim Suresinde şeytanın şu sözünde gelmiştir: “Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı (reddetmiştim) kabul etmemiştim. (İbrahim, 22)” Halilurrahman İbrahim’in şu sözü: “Sizi tanımıyor, inkâr ediyoruz. (Mumtehine, 4)” yani sizden uzağız. Sonra başka bir yerde bir araya gelerek ağlarlar. Eğer onların bu ağlama sesleri dünya ehline ulaşırsa tüm yaratıklar dünya yaşantısından el çekerler ve Allah’ın dilediği dışındakilerin tamamının kalpleri titrer. Onlar sürekli kan ağlarlar. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve orada konuşmaları istenir ve şöyle derler: ““Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.” Sonra Allah Tebareke ve Teala onların ağızlarına mühür vurur ve elleri, ayakları ve derileri konuşmaya başlar. Sonra onların işledikleri günahlara şahitlik ederler. Sonra onların dillerindeki mührü kaldırır ve derilerine: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? Derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. derler (Fussilet, 21)” sonra başka bir yerde toplanırlar ve sorgulanmaya başlanırlar. O sırada onların bazıları bazılarından kaçarlar. Bu da Allah Azze ve Celle’nin şu sözünde yer almıştır: “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. (Abese, 34 – 36)” onlar konuşmaya davet edilecekler, “Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşamazlar; konuşan da doğruyu söyler.” Peygamberler (aleyhimu’s selâm) kalkarlar ve bu yerdeki duruma şahitlik ederler. Bu da Allah’ın bu sözüdür: “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâlleri nice olacak! (Nisa, 41)” sonra başka bir yerde toplanırlar. Orası “Makam-u Mahmud” denilen “Muhammed”in makamıdır. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) Allah Tebareke ve Teâlâ’ya ondan önce hiç kimsenin etmediği Hamdi sena edecek, sonra hiçbir meleğin kalmayacağı şekilde tüm meleklere sena edecek. Sonra O’ndan önce hiç kimsenin etmediği bir şekilde tüm peygamberleri övecek. Sonra “sıddıklar”, “şehitler” ve “Salihler”den başlayarak tüm mümin erkek ve kadınları övüp selâmlayacak. Sonra gök ve yer ehli O’na hamdedecektir. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “(Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur. (İsra, 79)” o makamdan payı olana ne mutlu ve o makamdan pay ve nasibi olmayana yazıklar olsun. Sonra başka bir yerde toplanırlar ve birbirlerinden yararlanırlar. Bunların tümü hesaptan önce olacaktır. Hesaba götürüldüklerinde tüm insanlar kendi dertlerine düşerler. Allah’tan o günün bereketini istiyoruz. Soruyu soran adam: Allah seni rahatlığa çıkarsın, ey Müminlerin emiri! Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın!”

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: “Allah Azze ve Celle’nin şu sözünün anlamı ise: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” ve şu sözünün: “Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” ve şu sözünün: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” ve şu sözünün: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz.” Şudur: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakıp durur.” Sözünden maksat: Allah Azze ve Celle’nin dostlarının hesaptan ayrıldıklarındaki yerdir. Onlar hesaptan ayrıldıklarında “heyevan” denilen bir nehirde gusül (yıkanırlar) alırlar ve o sudan içerler. Sonra yüzleri ışıl ışıl parıldar. Sonra onlardaki tüm çirkinlikler ve sıkıntılar gider. Sonra onlara cennete girmeleri emredilir. İşte bu makamdan rablerine onlara nasıl mükâfatlar verdiğinden bakarlar. Sonra o makamdan cennete girerler. İşte bu Allah Azze ve Celle’nin bu ayette söylediği meleklerin onlara selâm vermeleridir: “Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin. (Zümer, 73)” işte bu sırada cennete girmeyi ve rablerinin onlara vaat ettiği şeylere bakmaya yakin ederler. Bu da Allah’ın şu sözüdür: “Rablerine bakıp durur.” O’na bakmaktan maksat, fakat Allah Tebareke ve Teâlâ’nın sevaplarına bakmaktır. Allah’ın şu sözünün anlamı ise: “Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür.” Yani “Gözler O’nu göremez” maksat vehimler O’nu kuşatamaz, “hâlbuki O, gözleri görür.” Yani Allah onları kuşatır. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” Bu Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’nın kendisini methettiği sıradaki övgüsüdür. O, mukaddes ulu ve büyüktür. Musa (aleyhi selâm) Allah’tan şöyle bir istekte bulundu –Allah Azze ve Celle’nin hamdıyla bu söz O’nun ağzından cari oldu- “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim! (A’raf, 143)” bu istek çok ağır bir istekti ve çok büyük bir istekte bulunmuştu da cezaya çarptırıldı. Allah Tebareke ve Teâlâ ona: Beni ölmedikçe dünyada göremezsin. Ben ancak ahirette görebilirsin. Ama eğer dünyada görmek istiyorsan şu dağa bak eğer yerinde durursa sende beni görürsün. Subhan Allah bazı nişanelerini aşikâr edince Rabbimiz dağa tecelli etti ve dağ parçalandı ve yumuşak toprak haline dönüştü. “Musa bayılarak yere düştü” yani öldü. Onun cezası ölümdü. Sonra Allah O’nu tekrar diriltti ve peygamberliğe seçti ve tövbesini kabul etti. Sonra Musa (aleyhi selâm) şöyle dedi: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” Yani onların içinden senin görülemeyeceğine ilk iman eden benim. Allah’ın bu sözünün anlamı ise: “Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” Yani Allah’ın hiçbir mahlûkunun uğramadığı Sidretü’l-Münteha’daydı Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih). Allah’ın ayetin sonundaki şu sözü: “Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (Necm, 17 ve 18)” yani Cebrail’i (aleyhi selâm) kendi çehresinde iki defa gördü. Bir şimdi bir de önceden. Ve kuşkusuz Cebrail’in yaratılışı azimdir ve O ruhanîlerdendir. Âlemlerin Rabbi Allah dışında hiç kimse ruhanîlerin yaratılışını ve özelliklerini idrak edemez.”

Allah’ın bu: “O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz.” Sözünün anlamı yani: varlıklar Allaha Azze ve Celle’yi bilgiyle kavrayıp kuşatamazlar. Çünkü O, Tebareke ve Teâlâ’dır. Kalp gözlerinin üzerine bir örtü çekmiştir. Dolayısıyla hiçbir idrak onun nasıllığına ulaşamaz ve O’nu sınırlarla sabit edecek hiç bir kalp yoktur. Ancak kendisinin nitelediği gibi nitelenebilinir. O’nun bir benzeri yoktur. O, işiten ve görendir. Evveldir (ilktir), ahirdir (sondur) Halik, yaratıcı, musavvir (şekil veren)dir. Eşyayı yarattı ve eşyada Allah Tebareke ve Teâlâ’ya benzeyen bir şey yoktur.

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) sonra şöyle buyurdu: Allah’ın bu sözünün anlamı: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” Ve şu sözü: “Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.” Ve şu sözü: “Rableri onlara seslendi…” ve şu sözü: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. (A’raf, 19)” Allah’ın: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” Sözünden maksat şudur: Allah’ın vahiy dışında beşerle konuşması yakışık almaz. Bu da perde arkasından yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. Bu şekilde buyurmuştur, yüce ve münezzeh olan Allah. O, Ulu ve büyüktür. Resule, bazen göklerin elçileri tarafından vahyedilir ve gökteki elçiler, yerdeki elçilere ulaştırırlardı. Bazen yeryüzü elçilerinin Allah’la arasındaki sözü gökyüzünün elçileri tarafından gerçekleşmiyordu. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve âlih): “Ey Cebrail! Rabbini gördün mü?” Diye bir soru sordu. Cebrail (aleyhi selâm) “Rabbim görülmez.” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve âlih) “Öyleyse vahyi nereden alıyorsun?” Diye sordu. Cebrail: “İsrafil”den alıyorum” dedi. Resulullah: “İsrafil onu nereden alıyor.” Dedi. Cebrail: “Onu ruhanîlerden olan onun üstündeki bir melekten alır.” dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih): “Onu o melek nereden alır?” dedi. Cebrail: “Onun kalbine bir çeşit atışla atılır.” İşte bu vahiydir, Allah Azze ve Celle’nin sözüdür. Allah’ın sözü bir tarzda değildir. Bazen elçileriyle konuşur, bazen onların kalplerine atar, bazen peygamberler onu rüyalarında görür, bazen onlara gönderilen ve okunan vahiy ve tenzildir. İşte bu Allah’ın kelâmından sana vasfettiğim kelâmıdır ki bunlara iktifa et. Bu sebeplerden dolayı Allah’ın sözü bir tarz ve biçimde değildir. Onlardan bazılarını gökyüzünün elçileri yeryüzünün elçilerine ulaştırır.

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi.

İmam Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: “Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?” bu ayetin tevili şu şekildedir: Acaba Allah Tebareke ve Teâlâ’dan başka ismi “Allah” olan birini tanıyor musun? Kur’an’ı ulemadan açıklamasını öğrenmeden kendi rey ve görüşüne göre açıklamaktan sakın. Şüphesiz vahiy beşerin sözüne benzer, ama Allah’ın kelâmıdır. Yaratıklarından hiç birinin Allah’a benzemediği, Allah’ın fiil ve eylemlerinin beşerin fiil ve eylemlerine benzemediği, O’nun sözünün beşerin sözlerine benzemediği gibi, Onun tevili de beşerin sözüne benzemez. Allah Tebareke ve Teâlâ’nın sözü O’nun sıfatıdır, ama beşerin sözü onların fiilleridir. Dolayısıyla Allah’ın sözünü beşerin sözlerine benzetme ki helâk olursun ve delâlete düşersin.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Allah’ın bu sözü: “Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz.” Böyledir, rabbimizden hiçbir şey gizli kalmaz. Eşyayı yarattığı ve ne yarattığını bilmediği halde nasıl yaratıcı ve her şeyden haberdar olabilir? Allah’ın: “Kıyamet günü Allah onlara bakmayacak” bu sözüyle onlara hayır ulaşmayacağının haberini vermektedir. İşte buradaki bakış Allah Teâlâ’nın kullarına olan bakışıdır. Dolayısıyla Allah’ın onlara olan bakışı Allah’tan onlara olan rahmetidir. Allah’ın: “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır.” Bu sözünün anlamı yani onlar kıyamet günü rablerinin mükâfatlarından mahrum kalacaklardır.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin. Allah mükâfatını arttırsın, ey Müminlerin emiri!” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Allah’ın bu sözü: “Gökte olanın, sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.” Ve bu sözü: “O, göklerde ve yerde tek Allah'tır.” Ve bu sözü: “Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir. Ve bu sözü: “Her nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” Ve bu sözünün: “Biz ona şah damarından daha yakınız.” Anlamı şüphesiz Allah Tebareke ve Teâlâ, münezzeh ve mukaddestir. Mahlûklarda cari olan şeylerin O’nda cari olmasından münezzehtir. O lâtif ve haberdardır. Kullarına inen sıkıntıların O’na inmesinden daha yüce ve daha büyüktür. O’nun ilmi arşa istiva etmiştir. Tüm fısıltılara şahit, tüm şeylere vekildir. Tüm şeylere kolayca erişen, tüm eşyanın tamamına tedbiri olandır. Allah arşta olmaktan münezzehtir, uludur, büyüktür.

Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Allah’ın: “Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler saf saf durduğu zaman” ve Allah’ın: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz.” ve Allah’ın bu sözünün: “Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler.” Anlamı yani hakikaten bunların tamamı Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi haktır. O’nun gelmesi yaratıkların gelmesi gibi değildir. Ben sana öğrettim ki Allah’ın kitabının tenzili ile tevili farklı şeylerdir. Beşerin sözüne benzemez ve bunun dışında sana yetecek kadar olan şeyleri öğreteceğim inşallah. İbrahim’in şu sözü de aynı anlamdadır: “Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir. (Saffat, 99)” sonra rabbine gitti. Onun Rabbine gidişi ibadet, çaba ve Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmasıydı. Görmüyor musun? Kur’an’ın tevili ile tenzili ayrı şeylerdir. Allah’ın şu sözü: “Kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik. (Hadid, 25)” yani silâh ve onun dışındaki şeyler için. Allah’ın: “Onlar, ancak meleklerin gelmesini mi beklerler.” Yani Hz. Muhammed’e müşrik ve münafıkların Allah’ı ve Resulünü kabul etmediklerinin haberini vermekte ve şöyle demektedir: “Onlar, ancak meleklerin gelmesini mi beklerler.” Çünkü onlar Allah’ı ve resulünü kabul etmemişlerdi. “veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar.” Yani ilk asırlarda azaba uğradıkları gibi dünya yurdunda onlara gelecek azaptır. İşte bunlar Allah’ın peygamberine onlar hakkında verdiği haberlerdir. Sonra şöyle buyuruyor: “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz.” Yani bunlar gelmeden önceki alâmetlerdir. Bu alâmetler ise güneşin batıdan doğmasıdır. Akıl sahibi, zekâlı ve bilgi sahibi kişilerin perdelerin kaldırılacağı gün de vaat edilen şeyleri görüp bilmeleri onlara yeterlidir. Başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Böylece Allah(ın azabı) da, onlara hesaba katmadıkları bir yönden geldi. (Haşr, 2)” yani onlara azabını gönderdi. Aynı şekilde Allah Azze ve Celle’nin buradaki temelleri söküp alması gibi: “Allah(ın azab emri) onların kurdukları yapıların temellerine gelerek söküp aldı. (Nahl, 26)” evlerinin temellerine gelmesi, yani onlara azabını göndermesi demektir. İsmi kutlu olan Allah ahiret işlerini de aynı şekilde vasfetmektedir. O yücedir, büyüktür. Allah, miktarı elli bin yıl olan o gün de işlerini bu dünyada uyguladığı gibi uygular ne kaybolur ne de batanlarla birlikte batar. Allah Azze ve Celle’nin kitabında vasfettiği şeylerden kalbine koyduğu miktar kadar sana vasfettim, bunlarla yetin ve O’nun sözünü beşerin sözü gibi algılama. O kendisini burada tanımladığı gibidir: “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. (Şura, 11)” bu şeklin dışında tanımlayanlardan daha büyük, daha yüce, daha cömert, daha üstündür.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, ey Müminlerin emiri! Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin.” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah’ın: “Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.” ayeti ile müminleri zikrettiği “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler.” Ayeti, başkaları hakkındaki “Allah’a verdikleri sözünde durmadıkları için onunla görüştükleri güne kadar…(Tövbe, 77)” ayeti ve “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır” “Onlar rableriyle görüşmeyi inkâr ederler” ayetine gelince… Maksat aziz ve celil olan Allah’ın kendisiyle görüşmek olarak adlandırdığı kıyamettir. Müminler hakkındaki “Onlar Rableriyle görüşeceklerine inanır ve şüphesiz ona geri dönerler” ayetinden maksat ise onların dirilmeye, haşrolmaya ve hesaba çekileceklerine sevap ve mükâfat göreceklerine yakin ettikleri anlamındadır. O halde ayette geçen zandan maksat yakin anlamındadır. Dolayısıyla “Her kim Rabbiyle görüşmeye ümit ederse salih amelde bulunmalıdır” ayeti ile “Her kim Rabbiyle görüşmeyi ümit ederse Allah’ın vadi gelecektir” ayetinden maksat ise dirilişe iman eden kimsedir. Zira Allah’ın mükâfat ve ceza hakkındaki vadi gerçekleşecektir. Buradaki görüşmek ise görmek anlamında değildir; diriliş anlamındadır. O halde Allah’la görüşme hakkında yer alan ayetleri anla ki bunların tümünde diriliş anlamındadır. Hakeza “Onunla görüştükleri gün sözleri selâmdır” ayetinden maksat, dirildikleri gün kalplerinden imanın asla çıkmayacağıdır.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, ey Müminlerin emiri! Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin.” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah’ın: “Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar.” Yani onlar, onun içine gireceklerine yakin edeceklerdir. Allah’ın: “Çünkü ben, hesabıma kavuşacağımı sezmiştim. (Hakka, 20)” ayeti de aynı anlamdadır, yani ben dirilip hesaba çekileceğime yakin ediyordum. Hakeza şu sözün: “O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir.” Anlamı da aynıdır. Münafıklar için söylediği bu söz: “Siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz.” Buradaki zan ise şek anlamındadır; yakin anlamında değil. (Az öncekilerin hepsi yakin anlamında kullanılmıştı.) iki türlü zan vardır; şek anlamına gelen zan ve yakin anlamına gelen zan. Zan eğer “mead” ve “ahiret işleri” için kullanılırsa yakin anlamına gelir, yok eğer “dünya işleri” için kullanılırsa şek anlamına gelir. Senin için açıkladığım şeyleri anla.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, ey Müminlerin emiri! Allah da seni rahatlığa çıkarsın, Benim sorunumu hallettin.” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah Tebareke ve Teâlâ’nın: “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez.” Bu sözündeki teraziler, kıyamet günü kurulacak ve mahlûklar onunla muhakeme olunacaklardır. Allah Tebareke ve Teâlâ bu terazi vesilesiyle insanların bazılarını bazılarından ayıracaktır.

Bu hadisin dışındaki hadislerde teraziler enbiya ve vasiler anlamında gelmiştir. (Yazarın kendi açıklaması)

Allah Azze ve Celle’nin: “Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir terazi kurmayacağız.” Bu özel bir durumdur. Allah’ın: “işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.” Ayetinin anlamı hakkında Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) şöyle buyurmuştur: “Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Beni –veya sevgimi demiştir- dikkate alan, celâl ve büyüklüğüme ilgi duyan kimseye cömertliğim haktır. Şüphesiz onların yüzleri, kıyamet günü nurdan olan minberlerin üzerinde nurdan ve elbiseleri de yeşil renktendir.” Denildi ki: “bunlar kimlerdir? Ey Allah’ın Resulü!” buyurdu ki: “Gerçi bunlar enbiya ve şehitlerden olan bir topluluk değildir, ama Allah’ın celali hatırına bir birlerini severler ve hesapsız olarak cennete girerler. Allah Azze ve Celle’den kendi rahmetiyle bizleri de onlardan karar kılmasını istiyoruz.”

Allah’ın: “Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse” ve “Kimin de tartıları hafif gelirse” ayetlerinin anlamı ise hesap demektir. İyilikler ve kötülükler tartılır; iyilikler terazinin ağır tarafını, kötülükler hafif tarafını sembolize eder.”

Hz. Ali (aleyhi selâm) sözlerine şöyle devam etti: Allah’ın bu sözü: “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” Hakeza bu sözü: “Allah, ölüm anında canları alır.” Ve bu sözü: “Elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.” Ve bu sözü: “Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler.” Ve bu sözü: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selâm size" derler.” Şu anlama gelmektedir: Allah Tebareke ve Teala işleri nasıl isterse öyle idare eder. Yarattıklarından kimi isterse onu yapmak istediği şeye görevlendirir. “meleku’l-Mevt”a (ölüm meleğine) gelince Allah, yaratıklarından her kimi isterse ona has olarak onu görevlendirir. Meleklerinden olan elçilerini yaratıklarından her kimi isterse ona has olarak onları görevlendirir. Zikri üstün olan Allah’ın adlarını andığı melekleri ise yaratıklarından her kimi isterse ona has olarak onları görevlendirir. O, yüce ve münezzehtir işleri nasıl isterse öyle idare eder. İlim sahibi kişiler tüm ilimleri insanlara açıklamaya güç yetiremezler. Çünkü onların arasında zayıf ve güçlü olanlar vardır ve bazı ilimler tahammül edilerek yüklenilebilinir ve bazı ilimler tahammül edilerek yüklenilmez. Ancak Allah’ın yüklenilmesini kolaylaştırdığı ilimleri, kendisine yardım da bulunduğu has evliyaları yüklenebilir. Senin için Allah’ın dirilten ve öldüren olduğunu, melekleri ve onların dışındaki yaratıklarından istediklerinin elleriyle canları aldığını bilmen sana yeterlidir.”

Soruyu soran adam: “Beni rahatlığa çıkardın, Allah da seni rahatlığa çıkarsın, ey Müminlerin emiri! Allah seninle Müslümanları yararlandırsın.” dedi.

Hz. Ali (aleyhi selâm) soruyu soran adama şöyle buyurdu: “Eğer sana açıkladığım şeyler konusunda Allah göğsünü açsa, tohumu yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki hakikî müminlerden oldun.” Adam dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Nasıl bilebilirim hakikî müminlerden olduğumu?” buyurdu ki: “Allah’ın, nebisinin diliyle bildirdiği, Resulullah’ın onun için cennete şahadet ettiği veya Allah Azze ve Celle’nin resul ve nebilerine gönderdiği kitapları bilmesi için göğsünü açan kimselerin dışında kimse bilmez.” Dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Buna gücü yeten var mı?” buyurdu ki: “Allah’ın göğsünü açtığı ve bunun için başarı ve muvaffakiyet verdiği kişi. Bundan dolayı Allah’a gizli ve açık işlerinin tümünde amel etmek zorundasın. Hiçbir şey amelin ölçüsü ve karşılığı olamaz.”

*Bu hadis, Şeyh Saduk’un (r.a) yazdığı “Tevhid” adlı kitapta yer almıştır.
abna

Çocuk katili İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ne 7 Ekim'den bu yana düzenlediği saldırılar 448. gününde artarak sürüyor.


İsrail rejiminin Gazze Şeridi'nde düzenlediği saldırılar 448 gündür devam ediyor.

Filistin Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, İsrail güçlerinin son 24 saatte düzenlediği 3 saldırıda 37 Filistinlinin şehit olduğu, 98 Filistinlinin ise yaralandığı belirtildi.

Gazze Şeridi'ne saldırıların başladığı 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana toplam şehit sayısının 45 bin 436'ya, yaralı sayısının ise 108 bin 38'e yükseldiği aktarıldı.

 

Soykırımcı İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yaklaşık 3 aydır düzenlediği saldırılarda, en az 4 bin 800 Filistinlinin şehit olduğu ya da kaybolduğu açıklandı.


Soykırımcı İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yaklaşık 3 aydır düzenlediği saldırılarda, en az 4 bin 800 Filistinlinin şehit olduğu ya da kaybolduğu, 12 bin 500 kişinin yaralandığı ve 1900 kişinin de alıkonulduğu bildirildi.

Gazze'deki hükümetin Medya Ofisi Müdürü İsmail es-Sevabite, İsrail ordusunun bölgede yaklaşık 3 aydır "etnik temizlik" yaptığını vurgulayarak, bu süre zarfında en az 4 bin 800 Filistinlinin şehit edildiği veya kaybolduğu, 12 bin 500 kişinin de yaralandığını belirtti.

Sevabite, Gazze Şeridi'ne yönelik süren acımasız saldırılarda 1900 kişinin de İsrail askerleri tarafından alıkonulduğunu ifade ederek, uluslararası topluma, Gazze'nin kuzeyinde Filistinlilere karşı uygulanan "soykırımı durdurmak için acil müdahale" çağrısını yineledi.

"İşgal ordusu, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yürüttüğü etnik temizlik suçları çerçevesinde mahalleler, konutlar ve sivil yaşam alanları açıkça ve özellikle hedef alınıyor." diyen Sevabite, işlenen bu suçların, tüm uluslararası yasa ve normlara aykırı olduğunu; savunmasız sivillere karşı devam eden bu katliamları durdurmak için gerçek ve somut adımlar atamayan uluslararası toplum için de bir utanç teşkil ettiğini vurguladı.

"Uluslararası sessizliğin ve bu suçların sorumluluğunu üstlenmemenin işgalciye örtülü bir destek ve saldırganlığını sürdürmesi için bir teşvik haline geldi." ifadelerini kullanan Sevabite, İsrail işgalinin Gazze Şeridi'ndeki saldırı hedeflerinin, özellikle de Filistin halkına yönelik zorla yerinden edilme planının başarılı olmayacağının altını çizdi.

Cibaliya Mülteci Kampı başta olmak üzere Gazze'nin kuzeyine 5 Ekim'de yoğun hava saldırıları düzenleyen İsrail ordusu, 6 Ekim'de söz konusu bölgelere kara saldırısı başlattı.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve "generallerin planı" olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze'nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee, 7 Ekim'de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Hanun, Cibaliya ve Beyt Lahiya'daki Filistinlileri tehdit ederek, boşaltılması istenilen bölgelerin haritasını paylaşmıştı.

Filistinlilere Gazze'nin güneyindeki Mevasi bölgesine gitme çağrısı yapan Adraee'nin paylaştığı haritanın, İsrail ordusunda eski Operasyonlar Bölümü Başkanı General Giora Eiland'ın girişimiyle hazırlanıp hükümete sunulan Filistinlilerin zorla göç ettirilmesine ilişkin "generallerin planına" benzerliği dikkati çekmişti.

"Generallerin planı" Filistinlileri, Gazze Şeridi'nin kuzeyinden tehcir etmeyi, ardından bölgenin kuşatılması, gıda, yakıt ve temiz su girmesine izin verilmemesini öngörüyor.

 Suriye’de Beşar Esad yönetimini devirerek iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir’uş Şam’ın (HTŞ) başkent Şam’a atadığı vali Mahir Mervan, ABD’nin kamu radyosu NPR’ye konuştu, İsrail’le ilgili sıcak mesajlar verdi.


HTŞ lideri Ahmed Şara (Culani) tarafından Şam’a vali olarak atanan Mervan, yeni Suriye hükümetinin İsrail ile “samimi ilişkiler” geliştirmek istediğini söyledi.

NPR’nin aktardığına göre Mervan ABD radyosu ekibini makamında kabul etti, ekipten sadece erkeklerle tokalaştı.

Mervan verdiği uzun mülakatta İsrail’e ilişkin pozisyonu anlattı. NPR muhabiri Hadeel Al-Shalchi’nin aktardığına göre Mervan yeni Suriye hükümeti iktidarı aldığında İsrail’in endişelenmesinin “anlaşılabilir” olduğunu söyledi, bunun nedenini de “fraksiyonlar”a bağladı.

İsrail Suriye'yi 'biraz' bombalamış

Cihatçıların iktidarı ele geçirdiği saatlerde İsrail Golan Tepeleri’ndeki işgalini genişletip Suriye topraklarında ilerlemeye başlamış ve Suriye’nin askeri ve bilimsel altyapısını yok etmek üzere ülke genelinde hava saldırıları düzenlemişti.

Yeni Şam Valisi Mervan ise bunu NPR’ye “İsrail korku duymuş olabilir. Bu yüzden biraz ilerledi, biraz bombaladı, vb.” diye yorumladı.

İsrail'e güvence: 'Tehdit olabilecek hiçbir şeye karışmayız'

Bu korkuyu “doğal” diye niteleyen Mervan, “Bizim İsrail’e yönelik bir korkumuz yok ve sorunumuz İsrail ile değil” dedi.

Mervan “İsrail’in güvenliğini ya da herhangi bir ülkenin güvenliğini tehdit edecek hiçbir şeye karışmak istemiyoruz” diye ekledi.

NPR muhabiri Şam Valisi Mervan’ın mülakatta ne Filistinlilerden ne de “Gazze’deki savaş”tan söz ettiğini vurguladı.

ABD'den destek istedi, 'İsrail'e karşı olamayız' dedi

HTŞ lideri Ahmed Şara’nın da daha önce İsrail ile çatışma istemediklerine ilişkin sözlerini hatırlatan NPR muhabiri, Şam Valisi Mervan’ın bir adım ileri giderek “ABD’ye İsrail ile daha iyi ilişkileri kolaylaştırma çağrısında bulunduğunu” da aktardı.

Mervan “Bir arada yaşamak isteyen bir halk var. Barış istiyorlar. Anlaşmazlıklar istemiyorlar” dedi.

İsrail medyasında ABD’nin İsrail’i HTŞ ile etkileşime girmeye çağırdığı ancak İsrail’in isteksiz olduğu iddia edilmişti.

NPR’ye konuşan ismi açıklanmayan bir ABD yetkilisi HTŞ’nin mesajını İsrail’e taşıdıklarıını söyledi. Yetkili ABD’nin İsrail’i ya da Suriye’yi herhangi bir doğrultuda hareket etmeye zorlamadığını da söyledi.

Haberde Şam Valisi Mervan’ın bu durumun değişmesini istediği belirtilirken, Mervan’ın şu sözleri aktarıldı: “Biz barış istiyoruz, İsrail’e ya da herhangi birine karşı olamayız.”

Ensarullah güçleri, ABD ve İsrail’e kök söktürüyor. Kızıldeniz’de aylardır geçit vermeyen Yemen, son 9 günde attığı füzelerle İsrail’deki birçok noktayı hedef aldı. Hareketin liderlerinden Hizam el-Esad, ‘İsrail şunu anlamalı: Yemen Colani Suriye'sine benzemez.’ dedi

İsrail'in Yemen'e düzenlediği hava saldırısına cuma sabaha karşı yanıt geldi. Ensarullah güçleri, Tel Aviv bölgesine bir balistik füze daha fırlattı. İsrail ordusu füzeyi engellediğini iddia etti. Ülke basını patlamaların Kudüs'ten Tel Aviv'e kadar duyulduğunu ve “siren sesleriyle birlikte milyonlarca vatandaşın sabaha karşı sığınaklara koştuğunu” yazdı. Çıkan izdihamda 18 kişi yaralandı, şok geçiren iki kişi de tedavi altına alındı.

 
Başkentteki Ben Gurion Havalimanı faaliyetlerini durdurdu.

Bu, Yemen'in son dokuz gün içerisinde İsrail'e düzenlediği yedinci operasyon oldu. Bu süreçte bazıları ağır olmak üzere 90'a yakın İsrailli yaralandı. Ensarullah'ın üst düzey yetkilisi Hizam el-Esad, X platformunda şöyle yazdı: "İsrail düşmanı şunu anlamalı: Yemen Colani Suriye'sine benzemez."

Sana Havalimanı bombalanırken, Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus'ta tesisteydi: “Uçağımızın mürettebatından bir kişi yaralandı. Havaalanında en az iki kişinin öldüğü bildirildi.”, 26 Aralık.


'TIRMANIŞA TIRMANIŞ'
İsrail ordusu perşembe öğleden sonra Ensarullah hareketinin lideri Abdülmelik el-Husi'nin konuşması sırasında Yemen'e 25 savaş uçağının katıldığı hava saldırıları düzenledi. Tel Aviv günlerdir el-Husi ile diğer liderlerin “kellesini almakla” tehdit ediyordu. ABD ve İngiltere'nin izni ve desteğiyle yapılan hava baskınında, altı kişi hayatını kaybetti, 42 kişi de yaralandı.
Hedefler, başkent Sana'daki Uluslararası Havalimanı, Hudeyde Limanı, iki elektrik santrali ve akaryakıt istasyonlarıydı. Hudeyde Limanı'na yapılan saldırıya ABD savaş gemilerinin destek verdiği belirtildi.

Ensarullah, “tırmanışa tırmanışla ve hesap yapmadan” yanıt verileceğini açıkladı.

İsrail'in sivil hedeflere saldırmada “ne kadar ısrarcı olursa olsun, Yemen halkını Gazze'yi desteklemekten alıkoymayacağını" belirtti.

Yemenli kaynaklar, sivil hedeflerin vurulmasının İsrail'in Ensarullah'ın stratejik bölgelerine saldırabilmek için yeterli istihbaratının olmadığını gösterdiğini belirtti.

 

'KAHRAMAN VE ASİL ÜLKE'
Tahran, Hizbullah ve HAMAS Yemen'e düzenlenen saldırıyı kınadı. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, "Bu saldırılar uluslararası barış ve güvenliğin açık bir ihlali ayrıca işgal ve soykırıma karşı Filistin halkına destek olmak için elinden gelen her şeyi yapan kahraman ve asil Yemen'e karşı işlenmiş yadsınamaz bir suçtur." açıklamasında bulundu. Amerika, “İsrail'in kendini savunma hakkını destekliyoruz." dedi.

Birleşmiş Milletler ise sivil hedeflerin vurulmasını “endişe verici” bulurken, her iki tarafı da kınamayı tercih etti.

'ÇUKUR'DAN TAKİP ETTİLER
Binyamin Netanyahu ve diğer üst düzey yetkililer operasyonu, Hava Kuvvetlerinin Tel Aviv'de bulunan “Çukur” adındaki yer altı komuta merkezinden takip etti.

Netanyahu, "İran kötülük ekseninin bu terör kolunu kesmeye kararlıyız. İşi tamamlayana kadar vurmaya devam edeceğiz." dedi.

Savunma Bakanı İsrael Katz, son günlerdeki tehditlerini yineledi: “Tüm Husi liderlerini avlayacağız, hiç kimse İsrail'in uzun kolundan kaçamayacak."

EK HEDEF: ABLUKA
Yediot Aharonot gazetesi, son İsrail hava saldırısını “iddialı” ifadesiyle nitelese de yeterli gelmeyeceğini savundu. Gazete, “hedeflere ilişkin yüksek kaliteli istihbarata, gelişmiş operasyonel kabiliyetlere ve yükü paylaşacak etkili bir uluslararası koalisyonun kurulmasına ihtiyaç var.” gözleminde bulundu.

Yediot Aharonot'a göre İsrail'in stratejisi Yemen'i vurmaya devam etmek, Ensarullah'a ait stratejik hedeflere yönelmek ve hareketin liderlerine suikast düzenlemenin dışında “İran'ın kaçakçılık rotasını kesmek için Yemen'e deniz ve hava ablukası uygulamayı” da içeriyor.

Cumartesi, 28 Aralık 2024 03:28

Yemen'den Siyonist İsrail'e Misilleme

  Yemen güçleri tarafından fırlatılan füze nedeniyle işgal altındaki Filistin topraklarının orta ve güney kesimlerinde sirenler çaldı. Füze saldırısında en az 18 Siyonist yaralandı.


Mehr Haber Aajansı’nın haberine göre, Yemen güçleri tarafından fırlatılan füze nedeniyle işgal altındaki Filistin topraklarının orta ve güney kesimlerinde sirenler çaldı.

Haberde füze saldırısında en az 18 Siyonistin yaralandığı belirtildi.

İşgal güçleri, füzenin başarılı bir şekilde etkisiz hale getirildiğini iddia etti.

Siyonist İsrail medyasına göre, Ben Gurion Havaalanı'na inişlerde gecikmeler yaşandı.

Katil İsrail ordusu tarafından dün Yemen'in Sana ve Hudeyde kentlerindeki hedeflere hava saldırıları düzenlenmişti.

Yemen Sağlık Bakanlığı, Siyonist İsrail’in ülkenin batısındaki Sana ve Hudeyde’ye düzenlediği saldırılarda şehit sayısının 6’ya çıktığını duyurmuştu.

 

Yemen'de ABD ve İsrail Protesto Edildi
 
 Yemen'de ABD, İngiltere ve Siyonist İsrail'i protesto amacıyla geniş katılımlı gösteriler düzenlendi.
Yemen'e ait el-Mesire televizyonuna göre ülkenin başkenti Sana ve diğer kentlerde ABD, İngiltere ve Siyonist İsrail'i protesto amacıyla geniş katılımlı gösteriler düzenlendi.

Yemen halkı, cuma namazının ardından ABD ve İsrail'in Yemen'e düzenlediği son hava saldırılarını protesto etti.

Gösterilerde, Siyonist rejimin Gazze Şeridi'ndeki Filistin halkına karşı işlediği soykırım protesto edildi.

İşgalci İsrail dün akşam saatlerinde başkent Sana ve Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde kentine hava saldırıları düzenlemişti.

Yemen Sağlık Bakanlığına göre düşman İsrail'in Uluslararası Sana Havalimanı ile Hudeyde'ye düzenlediği saldırılar sonucu 6 kişi şehit oldu, 40 kişi yaralandı.

İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri ile; İran'ın Suriye'deki varlığının felsefesinden, IŞİD fitnesine karşı mücadeleden, Filistin’in durumu ve halkın güvenliğinin korunmasına kadar çok önemli konularda bir röportaj yapıldı.


Suriye hükümetinin silahlı gruplar tarafından düşürülmesiyle birlikte, pek çok soru ve belirsizlik ortaya çıktı. Direniş Ekseninin düşmanları, yıllardır İran'ın Suriye'deki varlığı hakkında sürekli ve yoğun psikolojik ve medya operasyonları yürütüyorlardı ve bu yeni durumu, bu operasyonların bir aşamaya daha girmesi için bir fırsat olarak gördüler.

Direniş Ekseni, İran'ın Suriye'deki varlığı, bu çöküşün nedenleri ve nasıl olduğu gibi konularda her türlü şüphe ve yalanı geniş çapta yaymaya başladılar. 

İran  İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamenei, geçtiğimiz hafta Çarşamba günü, Suriye'deki olaylar hakkında önemli bir konuşma yaparak "gerçekleşen ve belki de gözlerden saklanmaya çalışılanları" açıkladı.

 Bu doğrultuda, KHAMENEI.IR medya organı, Dr. Ali Ekber Ahmediyan ile yaptığı görüşmede, İran'ın Suriye'deki danışmanlık varlığının daha ayrıntılı bir incelemesini yaptı. Bu varlığın mantığı ve önkoşulları, İran'ın IŞİD sonrası Suriye'deki varlığının azaltılma nedenleri, IŞİD ve Suriye'deki silahlı gruplar arasındaki farklar, İran'ın bu silahlı gruplarla geçmiş yıllarda nasıl bir ilişki kurduğu ve onlara bakış açısı, İran'ın son Suriye olaylarına askeri yönden müdahale etmemesinin nedenleri ve son olarak bu olayların direniş eksenine ve ona verilen desteğe etkisi gibi konular bu detaylı görüşmede ele alınmıştır.

Kudüs Gününde yer alan röportajın tamamı:

Soru: İslam Cumhuriyeti'nin bakış açısının ve dolayısıyla ülkenin güvenlik kurumlarının tüm bu kurumların birleşim noktası olan Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreterliği'nin"ulusal güvenlik" konusundaki teorik temeli nedir?

     Dr. Ahmediyan: ‘Bizim görüşümüze göre, halk ulusal güvenliğin temel direğidir. İslam Devrimi halkla kazandı, halkla kuruldu ve halkla kaldı. "Ulusal güvenlik" meselesi etrafında ortaya çıkan tüm teoriler halkın gölgesi altında şekillenir. "Halk" dediğimde, tüm halkı kastediyorum; çünkü tüm halk devrim yaptı. Ülkedeki belirli bir grubun devrim yaptığını düşünmek doğru bir düşünce değildir. Evet, farklı alanlarda paylar farklı olmuştur; bir yerde biri daha fazla katkıda bulunmuş, başka bir yerde başka biri daha fazla katkı sağlamıştır, ancak tüm İran halkı devrim yaptı. 

Bu bakış açısı, devrim liderinin teorik temelleri ve pratik duruşlarıyla da örtüşmektedir. İki üç yıl önce, İslam Cumhuriyeti'nin halk olmadan anlamı olmadığını ve halk olmadan hiçbir şey olmadığını ifade etmişti. (1) Bu devrim başından itibaren halkla hareket etme temeline dayanıyordu, gücünü halkın varlığında görüyordu ve halkın gücünü kendi gücü olarak kabul ediyordu. Ayetullah Hamenei’nin ifadesiyle, "dinî demokrasi" demek, İslam'a göre, "halkın" toplumun ve işlerinin lideri olması demektir (2) ve devrim bu sesi dünyaya duyurdu.

Dolayısıyla, İslam Devrimi nereye gitmişse, özelliği halkın öne çıkmasıdır, tek bir bireyin değil. Suriye ile ilgili olarak yapılan tartışmalara gelince, mesele şu ki, biz Suriye hükümetini iktidara getirmedik; Esed ailesinin hükümeti bizden önce vardı ve güçlüydü. Siyonist rejimle uzlaşmazlık ve Amerika ve İsrail'e karşı direniş konusundaki büyük ortak paydalarından dolayı karşılıklı etkileşim ve destek sağladık

İkinci önemli nokta ise, devrim liderinin "gerçekçi idealizm" teorisidir. Bu teori, yaygın olan "idealizm" ile "realizm" ikilemine karşı geliştirilmiş ve idealizmin gerçekçilik olmadan bir yanılsama, gerçekçiliğin ise idealizmsiz sıradanlık olduğunu vurgulamıştır. (3)    

Son on yılda, bölgede terörist grupların artan gücüyle birlikte, İran İslam Cumhuriyeti, terörizmle mücadele etmek için resmi sınırlarının dışında doğrudan askeri veya danışmanlık operasyonları yapmaya başlamıştır. İran'ın askeri ve danışmanlık varlığı elbette özel bazı ilke ve kurallara tabidir. Bu kurallar nedir?   

  İran'ın her yerdeki varlığı, hatta bu varlık ideolojik bir kökene dayanmış olsa bile, belirli ilkelere dayanmaktadır. İstisnaen, bir yerde hata yapılmış olabilir, ancak temelde her zaman belirttiğim bu ilkelere dayanmaktadır:  Birinci ilke, ülkenin, halkın ve ulusal çıkarların yabancılara karşı kesin savunmasıdır. Bu ilkeye hiçbir zaman şüphe duyulmamıştır. Bu düşman, ister Amerika, ister İsrail, ister küçük bir ülke, isterse bir komşu olsun, bu ilke her zaman temel bir davranış kılavuzu olmuştur.  Bir diğer önemli ilke, hiçbir zaman bir saldırıyı başlatmamış olmaktır. Devrim Lideri, gerçekten bu ilkeye sadık kalmıştır. Çoğu zaman, başkaları bir durumu karar aşamasına getirmiştir, ancak liderlik seviyesine ulaştığında o karar, engellemiş ve zamanla diğer sorumlulara da bunu öğretmiştir. 

Üçüncü ilke, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmemektir. İslam Devrimi, ideolojik ve bazen evrenselci söylemleriyle birlikte, hiçbir ülkeye bu idealler nedeniyle ya da ulusal çıkarlar için müdahale etmemiştir  bu da gerçekçilik ilkesinin bir örneğidir . Bunun üç istisnası vardır:  İlk olarak, orada resmi bir hükümetin resmi bir talebi olmalıdır. Hem Suriye’de hem de Irak’ta, biz bu iki ülkenin hükümetlerinin resmi davetini aldık. Örneğin, Şehit Süleymani'nin suikastı ve şehit edilmesi olayında, Irak Başbakanı, kendisinin Süleymani’yi davet ettiğini söylemişti.

IŞİD fitnesine karşı mücadele ederken de, dönemin Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, bizden IŞİD’e karşı mücadele için talepte bulunmuştu.

Bu nedenle, resmi bir davet mutlaka gerekli olmuştur.  İkinci olarak, halkla çatışmamaktır. Bize herhangi bir ülke, oraya gidip oradaki halkla çatışmamızı isterse, kesinlikle böyle bir şey yapmayız ve bu, dikkatle uyduğumuz bir ilkedir.  Üçüncü olarak, belirli bir fayda ya da ideal olmalıdır. Orada, ya kesin bir ulusal çıkarımız olmalı ya da kesin bir idealimiz, örneğin "mazlumları savunmak" gibi, bizim ideallerimizden biri olmalıdır. Eğer bir halk zulme uğruyorsa ve daha önce belirttiğim diğer iki şart da sağlanıyorsa, bizim müdahil olmamamız için bir neden yoktur, çünkü dini ve insani bir görevimiz ortaya çıkar. Elbette bazen mazlumları savunmak mümkün olmayabilir, bu durumda hiçbir şey yapamayız ve sadece dille tepki gösteririz; ancak bazen şartlar uygun olduğunda ve halk zulme uğradığında ve hükümeti de yardım istiyorsa, burada yardım etmemenin bir nedeni yoktur, tabii ki yardım prensibini gözeterek, yani o halkın kendi mücadelesine devam etmesi gerekir ve biz de onlara yardımcı oluruz.’ 

Soru: İran ile Suriye arasındaki askeri ve güvenlik ilişkileri son on yılla sınırlı değildir. Bu ilişkilerin felsefesi nedir ve İran’ın Suriye’deki varlığının nedeni ve ardından askeri varlığının azalmasının nedeni nedir? 

Dr. Ahmediyan: ‘Suriye hükümeti, Hafız Esed zamanında, İslam Devrimi’ni samimiyetle destekledi ve savaş sırasında, Baas Partisi aynı zamanda Irak’ta da iktidar olmasına rağmen, yine de bize güçlü bir destek verdi. O zamandan itibaren resmi olarak ve sahada etkileşimlerimizi genişlettik. Suriye'nin İran’a yakın olmasının nedenlerinden biri de, Mısır ve Ürdün’ün siyonist rejimle uzlaşmasıydı. Suriye bu uzlaşmayı kabul etmedi ve bu nedenle bir yalnızlık ve tehlike hissi içindeydi.  Ancak diğer taraftan, Suriye’deki yönetim sistemi, bölgedeki diğer Arap yönetimleri gibi bir sistemdi. Esed ailesinin olumlu ve ayırt edici yönü, gerçekten de uluslararası, bölgesel, dostlar, tanıdıklar ve düşmanlardan gelen tüm baskılara karşı, siyonist rejime karşı direniş ve Filistin halkının haklarını savunma konusunda geri adım atmamış olmasıydı. Eğer birazcık geri adım atsaydılar, bu olaylarla karşılaşmazlardı ve bu nedenle yaşanan her şey, o direnişin bedeliydi. Ancak siyonizm karşıtı olan bir yönetimle birlikte, Suriye’deki mevcut sistemde halkla ilgili hoş olmayan bazı davranışlar da gözlemlenmişti ve bunlar, hükümet ile halkın bazı kesimleri arasında bir çatlak oluşturmuştu. Bazı halk kesimleri gerçekten hükümeti istiyordu, ancak bazı kesimler istemiyordu; kendi görüşleri ve karşıtlıkları vardı, ve bu durum İran İslam Cumhuriyeti’nin Suriye’deki varlığından kaynaklanmıyordu. Ayrıca Hafız Esed’in yönetimi ile İslam dünyasında bazı düşünsel akımlar arasında, özellikle Müslüman Kardeşler (İhvanul Müslimin) arasında çok eski bir çatışma vardı ve aralarındaki tartışmalar devam ediyordu. İran İslam Cumhuriyeti, ilk günden itibaren, Hafız Esed zamanında Suriye’de sürekli olarak sosyal barışın sağlanması yönünde çaba gösterdi. Bunun nedeni, halkın bir ülkenin kaderinde belirleyici olduğuna olan inancımızdır ve bu görüş, İslam Cumhuriyeti’nde her zaman var olmuştur.  Sonra orada üçüncü bir fenomen ortaya çıktı, o da IŞİD'in yükselmesiydi; IŞİD fitnesi. Biz, İran İslam Cumhuriyeti'nin IŞİD dönemiyle, önceki dönemi tamamen ayırmamız gerektiğini düşünüyoruz. Evet, biz IŞİD ile kararlı bir şekilde savaştık, tıpkı Suriye ve Irak'ta IŞİD ile savaştığımız gibi. Bugün de IŞİD, önceki özellikleriyle çevremizde varlık gösterip gelecekte bize saldırma potansiyeli taşıyorsa, elbette yine aynı yerde onları bastırırız; ancak bunu yukarıda belirttiğim şartlara dikkat ederek yaparız. Peki, IŞİD’in bizleri bu sonuca iten özellikleri nelerdi?  İlk olarak, IŞİD bir istihbarat servisinin ürünüydü. Biz bunun farkındaydık ve bunların nerelerde tutuklandığını, kimlerin onlarla çalıştığını, nereye götürüldüklerini, nasıl eğitildiklerini ve onlara çok makul bir imaj verildiğini biliyorduk. Başlangıçta, IŞİD kendisini meşru bir şekilde ve İslam Devrimcisi olarak tanıtmaya çalıştı. Bu nedenle, IŞİD'in kendine ait bir kimliği yoktu.  İkinci olarak, IŞİD’in hiçbir toprağı yoktu; yani çok önemli bir nokta, IŞİD’in hiçbir ülkeye ait olmamış olmasıydı; başka bir deyişle, bu gruptan birinin toprağı veya halkı yoktu. Onlarla savaştığımız her yer, onların toprağı değildi.  Üçüncü olarak, onlar her yeri kendi toprakları olarak kabul ediyorlardı; yani başkalarının topraklarını kendi malı olarak görüyorlardı ve diğer tüm İslam ülkeleri ve bölge ülkeleri de onların malıydı. Bu yüzden, tüm bölge ülkelerinin, İran da dahil, düşmanıydılar.  Dördüncü olarak, IŞİD, tüm İslam fırkalarına karşı tekfirci bir düşünceye sahipti. IŞİD’in temeli, sadece Şii'leri değil, kendileri dışında kalan tüm Müslümanları tekfir etmeye dayalıydı.  Beşinci olarak, kitlesel terörizm uyguluyorlardı. IŞİD, her ölçüte göre teröristti; yani temelde ana silahları terördü, tıpkı bugün olduğu gibi. O terörizm, siyasi veya askeri yetkililere yönelik değildi, halkı hedef alıyordu, halkın geneline karşıydı. Kirman’daki patlama olayını herkes hatırlıyor. IŞİD, bu operasyonların başarılı olduğunu açıklamıştı! Hala her gün aynı tür saldırıları yapmaya devam ediyorlar. Güvenlik birimlerimiz, ülkeye gönderdikleri farklı grupları sürekli yakalayıp tutukluyorlar ve gizli bir savaşı sürekli yürütüyoruz; bazen bu gruplardan yirmisini birden yakalıyoruz.  IŞİD ortaya çıktığında, artık duraksama yoktu. Elbette, bazı Suriye hükümeti karşıtı gruplar, böyle bir hareketin doğmasına bir şekilde yardımcı oldular ya da sonradan onlara katıldılar, bu yüzden onlarla da zorunlu olarak karşı karşıya geldik. Ancak bu süreçte biz , başından itibaren, IŞİD ile diğer muhalifler arasındaki farkı gözettik. (O muhalif grupları, IŞİD ile aynı kefeye koymadık.) Şükürler olsun, IŞİD, ardı ardına yapılan operasyonlarla hem Irak'ta hem de Suriye’de temizlendi; ancak diğer muhalifler ki Halep, Şam, Doğu ve Batı Guta, Deraa ve güneydeki Suveyda gibi yerlerde bulunuyorlardı, İran İslam Cumhuriyeti, hükümet ile bunlar arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı. Tabii ki bir yerde bizlere saldıracak olsalar, kendimizi savunuyorduk. IŞİD'e karşı olduğumuz yerlerde, örneğin o dönemde Halep Havaalanı veya Halep-Şam otobanı gibi yerlerde savunma hattımız vardı, biri bize saldıracak olursa, mecburen savunma yapmak zorundaydık, hatta bazen onları biraz geri itiyorduk. Ancak amacımız, bunları IŞİD gibi kökünden yok etmek asla olmadı. Hatta kuşatma altındaydılar ve bulundukları bölgeden tahliye edilmeleri gerektiğinde, onların güvenliğini sağladık ve farklı noktalardan İdlib’e transfer edilmelerini sağladık. Halep’te bazı arkadaşlarımız, bu muhaliflerin ailelerini, Halep’in bazı bölgelerinde yaşayanları, İdlib’e taşımak için canlarını ortaya koydular. Sonrasında, tüm siyasi anlaşmalarda, biz bunların kendilerine ait bir yerleri olmasını ve orada yerleşebilmelerini destekledik, bu bölge bir gerilim azaltma bölgesi olsun ve kimse onlara müdahale etmesin.  IŞİD meselesinin sona ermesinin ardından, bölge Suriye ordusuna teslim edildi ve artık tam anlamıyla bizim bulunmamızın bir anlamı kalmadı. Tabii ki, Beşar Esad hükümeti, İran'ın varlığı nedeniyle ciddi baskılara maruz kaldı; hem Araplardan, hem İsrail'den, hem de Amerika'dan. İran'ın Suriye'yi işgal ettiği gibi iftiralar atılıyordu. Sonuç olarak, kuvvetlerimizin büyük kısmı oradan geri çekildi ve sadece direniş için ya da Suriye ordusuna veya hükümetine yardımcı olmak için gereken kısım kaldı.’ 

Soru: Bazı analizler, Suriye'nin kuzeybatısındaki çeşitli grupların, son saldırıdan önce hareketlendiğini belirtiyor. İran, bu hareketliliklerle ilgili Suriye'ye herhangi bir bilgi vermemiş miydi? 

Dr. Ahmediyan: ‘Bu grupların her birinin farklı talepleri var. Türkiye, Suriye, İran, Şia ve İsrail'e karşı farklı görüşleri bulunuyor; bu yüzden farklı pozisyonları var. Bu açıdan, oldukça karışık bir yapıdalar, ancak birlikte hareket ederek böyle bir adım atmaya karar verdiler. Bu hareketlilik, Suriye hükümetine defalarca bildirildi; onlar da aslında kötü bir istihbarat kapasitesine sahip değillerdi, bunu biliyorlardı. Ancak burada iki nokta vardı. Birincisi, Suriye hükümeti ve ordusu, bunların büyük bir harekete geçebileceklerine inanmadı. İkincisi, kendi ordu ve güvenlik aygıtlarına güveniyorlardı; bu gruplar hareket etse bile, durumun biraz karmaşıklaşacağını düşünüyorlardı, ancak sonunda bunu engelleyeceklerini düşünüyorlardı; bu nedenle, bu tehdit Suriye hükümeti tarafından ciddi şekilde fark edilmedi. Tabii ki, Suriye ordusunun çöküş kapasitesinin bu kadar hızlı olacağını da düşünmemişlerdi!  Sonunda bu grupların operasyonu başladı ve yine Suriye ordusuna, buralarda durabileceklerini ve yollarını engelleyebileceklerini söyledik  çünkü biz, eğer bu gruplarla görüşme yapmak isteseler bile, en azından bir pozisyon belirlemeleri gerektiğini düşündük  ama Suriye ordusunun savaşma iradesi ve direnişe isteği yoktu; dolayısıyla, Suriye'nin bölgeleri birer birer düşmeye başladı ve nihayetinde Şam'a kadar geldi. Bu süre zarfında Beşar Esad ve askerleriyle görüşmeler yaptık, onlara tavsiyelerde bulunduk ve siyasi sürecin etkinleşmesi için çaba göstermeye de devam ettik.

Irakçi'nin Türkiye'ye yaptığı ziyaret de bu amaçla yapılmıştı, Doha ziyareti de aynı şekildeydi ve bazı başarılar elde edildi. "Sekiz ülkenin bildirisi" bana göre iyi bir bildiri oldu ve nihayetinde bölgedeki beş Arap ülkesi de buna katıldı ve endişelerini dile getirdi, siyasi çözüm talep ettiler, ancak çöküşün hızı bu çabalara fırsat vermedi.’ 

Soru:Ülke içinde halk arasında büyük bir belirsizlik var, özellikle de İran'ın doğrudan müdahalesinin olmamasıyla ilgili. Bizim ülkemiz bu konuda, doğrudan müdahale etmeme konusunda bir sonuca mı vardı yoksa başka bir şey mi oldu? 

Dr. Ahmediyan: ‘İran, asla Suriye ordusunun yerine savaşmaya karar vermemişti, hele ki bu hareket, İslam Cumhuriyeti için doğrudan bir tehdit oluşturmadığı sürece. Eğer hazır bir kuvvet olsaydı veya asker ve ekipman göndermeye yönelik bir fırsat olsaydı ve çöküş bu kadar hızlı gerçekleşmeseydi, tabii ki halk ve Suriye ordusu direndiği sürece biz de direnirdik; ayrıca, Suriye hükümeti son günlere kadar bizden böyle bir talepte bulunmamıştı.  Bir diğer önemli nokta ise şu: Biz, IŞİD devletinin sona ermesinin ardından, Suriye hükümetinin isteğiyle kuvvetlerimizi geri çekmiştik ve bölgede operasyonel bir varlığımız yoktu, bu yüzden katılıp katılmama kararını verme durumumuz yoktu. Hızlı bir takviye olma imkânı da yoktu, ancak Suriye ordusu direnirse böyle bir şey yapılabilirdi. Dolayısıyla, İran'ın bu konuda "bölgeyi terk etti" denilmesinin yanlış olduğunu düşünüyoruz, çünkü biz zaten orada değildik ki terk edelim. 

Soru: Bazı karşıt medya organları, İran'ın Suriye'deki varlığının ve maliyetinin geçmişte faydasız olduğunu iddia etmeye çalışıyor. Siz bu iddia hakkında ne düşünüyorsunuz?

  Dr. Ahmediyan: ‘Yaptığımız harcamalardan kesinlikle pişman değiliz. Bunu sadece propaganda amacıyla söylemiyorum; gerçekten pişman değiliz çünkü varlığımız ve harcamalarımız güvenliğimiz içindi ve beklenen kazanımlar elde edildi. Eğer IŞİD Suriye ve Irak'ta yenilmemiş olsaydı, bugün içerde IŞİD'le savaşıyor olacaktık ve buna çok daha fazla maliyetle katlanmamız gerekecekti. Sanırım, IŞİD devleti Irak ve Suriye'de kurulsaydı, bugün İran'ın sınırlarında ve Irak sınırının kenarında savaşmak zorunda olacağımızı kimse inkar edemez. Onlar kendileri de resmen, "Hedefimiz İran" diyordu! Bu hedef, yani IŞİD'in yok edilmesi, gerçekleşti ve bu büyük bir başarıydı. Bu, Amerikan planını tamamen boşa çıkardı ve yıllarca süren yatırımlarını heba etti. Arkadaşlar belki detayları bilmeyebilir. Onlar gerçekten bir ordu kurmuşlardı! Kendi ifadelerine göre, devrim karşısında devlet kurmayı, toplum oluşturmayı başarmışlardı ve işi bitirdiklerini düşünüyorlardı. Ancak İslam Cumhuriyeti'nin müdahalesiyle bu plan sona erdi ve bu tek başına, orada harcadığımız maliyetin karşılığıydı.  Bunun yanı sıra, nihayetinde Filistin ve Hizbullah’ı güçlendirmeyi başardık ve onları, artık bize bağımlı olmamaları için yeterince güçlendirdik. Bugün Hizbullah tamamen bağımsız ve kendi kendine yeten bir grup olmuştur. Gazze'de, örneğin, direnişin kendi tünellerinde roket ve füze üretimi yaptığını görüyoruz. Hizbullah, daha geniş bir alana sahip olduğu için bu konuda daha fazla güce ve donanıma sahip olmuştur. Hizbullah, siyasi ve kültürel güç kazanmış durumda. Bugün, tüm bu yıkımlara rağmen, Lübnan'da Hizbullah'a gösterilen ilgiye bakın! Savaş yüzünden büyük darbeler almış Lübnan halkı, hepsi Hizbullah bayrağı altında yuvalarına geri dönüyorlar. Bunlar, İslam İnkılabı’nın stratejik ve kültürel derinliğinin meyveleridir. Hizbullah, Lübnan’da böyle bir duruma gelmiştir. Kimse Hamas’ı, İslami Cihad’ı, Hizbullah'ı ya da Ensarullah'ı ortadan kaldıramaz. Bu gruplar halk ile özdeşleşmiştir. Bu halklar; kendilerini savunmak için gereken ekipmanları yapmak için bilgi ve teknolojiye sahip, olgunlaşmış ve donanımlı halklardır.’ 

Soru: Mevcut koşullar göz önüne alındığında, direnişi desteklemek daha zor hale geliyor gibi görünüyor; doğru mu? 

Dr. Ahmediyan: ‘Evet, daha zor hale geliyor. Tabii ki birçok dönemde işimiz daha zor oldu, bazı dönemlerde ise daha kolay oldu; bu doğal bir şey, ilk günden bugüne hep böyle oldu. Ama ilk olarak şunu söylemek gerekir ki, bugün Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad, doğrudan ve fiziksel desteğimize pek de bağımlı değiller. Bakın! Biz hiç Gazze’de Hamas ile doğrudan bir bağlantı kurabildik mi? Hiçbir zaman kuramadık, her zaman İsrail’in engelleri ve onun müttefikleri durumu kontrol ediyordu. Şu anda bizim Yemen ile doğrudan kara bağlantımız var mı? Deniz yolu da ablukada. Ama Yemen halkı her gün bir şeyler yapıyor ve bin kilometre menzilli füzeler üretiyor! Bu gerçekten bir mucize. Biz bile uzun bir süre boyunca roket üreticisi olabilmek için çok zaman harcadık, ama Yemenliler kısa bir sürede bunu başardılar ki, bu da İslam İnkılabı’nın bereketlerinden ve başarılarından biridir. İslam İnkılabı, inanç temelli olarak gittiği her yerde, o ülkenin halkını geliştiriyor, onları olgunlaştırıyor ve onurlandırıyor; tıpkı Firavun gibi onları bağımlı ve zayıf yapmıyor. Firavun şöyle derdi: *فَاستَخَفَّ قَومَهُ فَاَطاعوه; (4) kavminin aklını çeldi ve ona itaat ettiler; bugün Amerika'nın uydu devletleriyle yaptığı da tam olarak budur. Fakat İslam İnkılabı, Hz. Musa ve diğer peygamberler gibi, başkalarını geliştiriyor (ülkelerin ve toplumların rüşdüne vesile oluyor). Suriye, bizden önce Sovyetler Birliği'yle kaç yıl birlikteydi? Uzun bir süre Sovyetlerle birlikteydi ve fakat hatta bir tank parçası üretme teknolojisini bile Suriye’ye vermemişlerdi! Fakat İslam İnkılabı ile kurulan ilişki sayesinde, Suriye füze üreticisi oldu. Sonuç olarak, direniş, hayatta kalabilmek için bize bağımlı değildir. Bununla birlikte, İran ile Direniş ve Hizbullah arasındaki ilişki asla kesilmeyecektir.  Bunlar düşmanın psikolojik operasyonlarıdır. Şeytanın işi korkutmak: "Şeytan size fakirlik vaad eder ve sizi kötülüklere sevk eder." (5) İsrail’in stratejisi, Müslümanları zayıflatma ve aşağılamak üzerine kuruludur. Maalesef içerde bazıları da bu düşmanın psikolojik operasyonlarına teslim oluyorlar. Yani, dikkat etmeden, sürekli olarak İsrail’in istediği şeyi yapıyorlar; yani zayıflık yaymak; bu da düşmanın stratejisinin gerçekleşmesine yardımcı oluyor.  Bazıları ise kötü niyetle, bazıları da özel hedeflerle sorular soruyorlar, mesela "Sadık Vaat 3 ne oldu, şimdi mi vuracaksınız, yoksa yarın mı vuracaksınız?" Sorun net; bu konuda askeri bir mantık var; ne zaman gerekirse vururuz, ne zaman düşman daha fazla acı çeker ve milli çıkarlarımıza hizmet ederse vururuz. Duygusal bir şekilde hareket edilemez ve edilmemelidir. Sadık Vaat 1 ile 2 arasında ilk darbenin zayıflıkları analiz edildi; düşmanın kapasitesi de değerlendirildi, bu yüzden ikinci sefer daha etkili oldu. Bunlar akıl, tedbir ve mantıkla, yani bahsedilen gerçekçilikle alakalıdır.  Düşmanın psikolojik savaş oyunlarından biri de şudur: "Eğer vurmazsanız, kesinlikle korkuyorsunuzdur!" Ardından, içimizden bazıları, dün şehadet meydanlarında olan, bugün de her gün şehit düşen, peş peşe şehit olan büyüklerimizi suçlamaya başlarlar; "Korkaklar" diye. Bu, talepkârlık değildir; bu, istemeden düşmanın psikolojik operasyonunun tuzağına düşmektir, çünkü sonucunda istenen şey gerçekleşir, yani zayıflık ve korku yaymak. Eğer biz korksaydık, diğerleri gibi İsrail ve Amerika'ya karşı durmaz, halkımızın ideallerini ve çıkarlarını onlara satardık. Her dönemde, koşullar farklıdır, durumlar değişir; bunları görmek ve ona göre karar vermek gerekir.  Bence, bugün psikolojik ve medya operasyonları sahasında, savunmada değil, taarruzda olmamız gerekiyor. Gerçekler gösteriyor ki, bugün bize bir saldırı olursa, hatta "nizama karşı" olduklarını iddia eden veya açıktan karşı duranlar bile, ülkelerini savunmak için sahaya çıkarlar.  İkincisi, stratejik açıdan kim başarısız oldu? Son dört yüz beş yüz gün içerisinde "Aksa Tufanın"dan sonra, siyonist rejimin durumu ne oldu? Dünya çapında resmen tanınan geçici siyonist rejim; bugün işgalci, soykırımcı ve apartheid rejimi olarak tanımlanıyor ve başbakanının tutuklanması talep edildi. Filistin halkı ise, bu toprakların asli sahipleri olarak ve işgale karşı bir özgürlük hareketi olarak tanındı. Küresel kamuoyu ve hatta birçok resmi kurum, Filistin’in Filistinlilere ait olduğunu ve İsrail’in yetmiş yıldır işgal yaptığı savını savunmak zorunda kaldı.  Gerçek şu ki, bugün İsrail çaresiz durumda, yaptığı tüm bu eylemlere rağmen güvenliği yok, meşruiyeti yok, içindeki ayrılıklar oldukça arttı ve ekonomik durumu çok kötü. Bazı Batılılar diyor ki, bu Gazze ve Lübnan’daki çocuklar, Yahya Sinvar veya Seyyid Hasan Nasrallah gibi olacaklar. Yani, genel hareket, Direniş Cephesi’nin ve İslam İnkılabı’nın zaferi yönündedir. İslam İnkılabı güç kazanmıştır. İsrail zayıflamıştır.’ 

Soru: Bu açıklamalarınıza göre, yani İran İslam Cumhuriyeti’nin İsrail rejimiyle mücadelesindeki ana dayanağı, yalnızca askeri mücadele değil, halkları ve İslam dünyasını güçlendirerek bu rejimle mücadele etmektir diyebilir miyiz? 

Dr. Ahmediyan: ‘Evet, aynen öyle. Filistin halkı, kendini savunma gücüne sahip olmalı, kendisine yönelik saldırılara cevap verebilmelidir. İsrail, doğası ve yapısı gereği çöküş potansiyeline sahip bir devlettir. İsrail’in kalıcı olma potansiyeli yok, çünkü sahte bir devlettir. Son bir yılın olayları bu yolu çok iyi bir şekilde gösterdi. İsrail, tüm dünya halklarının gözünde çöküş yaşadı ve küresel düşünceler değişti. Bugün, İsrail’i reddetmeyen kimse yoktur, İsrail’in meşruiyetsizliğini ve Filistin’in haklılığını onaylamayan kimse yoktur. İsrail, sahte meşruiyetini ve kabulünü kaybetti, işgalcilik, soykırım ve apartheid gerçeği açığa çıktı. Genel hareket budur.