İran İslam Devriminin Bilinmeyen Tarihinden Kesitler 1

Rate this item
(0 votes)

İran İslam Cumhuriyeti ve Öz Muhammedi İslam olan Ehlibeyt mektebine düşmanlık güden dünyanın tüm zorba güçleri, her fırsatta çeşitli bahanelerle bu mazlum halka saldırmaktadır. Bu saldırılar İslam Devrimin ilk gününden itibaren başladı ve halende şiddetli bir şekilde devam etmektedir. İslam Devrimine saldırıların öncülüğünü Amerika ve İsrail başta olmak üzere öz Muhammedi İslam’dan korkan sözde Müslüman ve gayri Müslimler üstlendi. Kimileri savaş meydanında bu mücadeleyi verirken, kimileri de kalemleriyle İran İslam Cumhuriyetine ve onun temelini oluşturan Ehlibeyt mektebine saldırmaktadır. Gerçeklerden haberi olmayan halkımız da bu satılmış kalemlere kimi zaman kanmış ve kimi zamanda olayların iç yüzünü bilmedikleri için teslim olmak zorunda kalmışlardır. Bizde ABNA olarak İran İslam Devrimiyle başlayan olayların kısaca tarihini vermeyi uygun gördük.

 

DEVRİM SONRASI ÖNEMLİ OLAYLAR

İran İslam devrimi 11 Şubat 1970 tarihinde gerçekleşince Şah rejiminin baş elemanları bir bir halk tarafından yakalandı. Halkın gazabından kurtulabilenler ise kıyıya köşeye gizlenebildiler veya yurtdışına kaçtılar. Geçici hükümet ülkenin siyasi kudretini ele geçirdi. Ama hükümetle yer alaşım üst düzey şahısların liberal yapısı ve baskıcı, ortamdan kurtuluşun psikolojik etkisiyle ülke çapında geniş bir özgürlük rüzgârları estirildi. Üniversiteler siyasi grupların cirit attığı alanlara dönüştü. Artık okullarda dersler bile tatil edilmişti.

Tahran Üniversitesi önündeki bütün kitap evleri uzun yıllar boyunca- yasaklanmış birçok kitabın sergisi haline geldi. Buralarda en Marksist ülkelerde hile yasak olan her türlü kitaplar satılıyor, herkes kendi dünya görüşüne pazar bulmaya, çalışıyordu. Üniversiteler siyasi grupların miting alanına dönüştü. Ama inkılâbın asli evlatları alan Hizbullahiler, Şahın "bayındır bir mezarlık" olarak bıraktığı ülkeyi onarmakla meşgul oldukları için böylesi siyasi gövde gösterilerine fırsat bulamıyorlardı. Lakin özgür ortamdan istifade etmek isteyen 28 Marksist örgüt 10'dan fazla teşkilat ve siyasi gruplar hızlı bir çalışma içine girdiler. "Peykar" ve, '"Halkın fedaileri gibi örgütler zahirde Tahran gibi merkezlerde siyasi propagandalarını yürütürken bir yandan da gizlice Kürdistan Günbet Belucistan gibi zengin, yerlerde de silahlı mücadelenin hazırlıklarını yapıyorlardı. Devrim sonrası arzuladıkları bir rejime kavuşamadığını gören guruplar ilk günden itibaren devletin aleyhine çalışmalar yapmaya başladılar. İlk defa “Furkan” adlı Marksist gurup devrimin 3. ayından itibaren silahlı bir mücadele başlattığını ilan etti. Bu örgüt ilk önce İran genelkurmay başkanı Karaniyi daha sonra da Ayetullah Mütahhari'yi şehit etti. Ama çok geçmeden örgüt çökertildi ve elemanları idam edildi. Özelliklede Ayetullah Müteharri, Müfettih ve Kadı Tabatabai gibi ilmi ve siyasi şahsiyetlerin şehit edilmesi Devrimci, halkın uyanmasına ve bilinçlenmesine sebep oldu.

Devrim muhafızları ve devrimci halk Günbed şehrinde Devrim düşmanlarını etkisiz hale getirerek şehirde İslam devletinin hakimiyetini sağladı. Ama geçici hükümet tarafından Kürdistan’a vali olarak tayin edilen Yunus adındaki Demokrat Parti'ye bağlı komünist şahsın izni üzerine Günbed şehrinde yenilen gruplar Kürdistan'a akmaya başladı.

Devrim düşmanları Ağustos 1979'da (İran’ın Kürdistan bölgesindeki) Pave şehrine saldırarak şehirde bulunan tüm devrimci Müslümanları acımasızca katlettiler.Yirmiden fazla insanın başını gövdesinden ayırıp görülmemiş bir cinayet örneği sergilediler.

Bu arada Müslüman öğrenciler casusluk yuvası olan Amerikan Büyükelçiliğini İşgal ettiler. Bu hareket Amerika ve uşaklarına indirilen ağır bir darbe sayılıyordu. Casusluk yuvasında ele geçirilen belgeler birçok gizli ilişkileri açığa çıkarmış ve iç kargaşalıklarda, özellikle de Kürdistan olaylarında Amerika'nın parmağının olduğu anlaşılmıştı. Dolayısıyla Peykar vb. örgütler kendilerini bekleyen tehlikeyi sezinleyerek bu halkçı devrimi lekelemeye başladılar.

Halkın Mücahitleri (Münafıkları) örgütün ilk eylemini "Hizb-i Cumhuri-i İslami"ye (İslam Cumhuriyeti Partisi) karşı gerçekleştirdi. Bu terörist saldırıda İran Meclis Başkanı Dr. Ayetullah Muhammed Hüseyin Beheşti, birçok Meclis Temsilcileri, dört bakan, birkaç bakan yardımcısı ve alimler olmak üzere 72 kişi paramparça bir halde acımasızca şehit edildi. Dünya kamuoyu bu olup bitenler karşısında adeta deve kuşu misali başını toprağa gömmüş ve olayı görmezlikten gelmişti! Buna karşılık İslam devleti bu teröristlerden bir kaçını yakalayıp cezalandırınca "İran'da hürriyet ve insan haklan yoktur." diye feryat etmeye başlamışlardı. Halbuki İran Anayasasında insanların inançlarının baskı altına alınamayacağı ve hiç kimsenin inançlarından dolayı kınanamayacağı açıkça yer almıştır. Ama başkalarının hakkına tecavüz eden ve toplumda anarşi doğuran kimselere sırf özgürlük adına müdahale etmemek aslında toplumun haklarına tecavüz sayılmaktadır. Başkalarının hak ve inançlarına saygı duymayan bir kimse aynı saygıyı başkalarından bekleyemez. Bir insanı öldüren anarşistin de yaşama hakkı olduğu söylenemez. İran'da da devrimin ilk günlerindeki özgürlük ortamından su-i istifade eden terör grupları işte böylece binlerce insanı suçsuz yere acımasızca katletmişti. Bu cinayetlere hiç bir şey demeyen Batı dünyası söz konusu teröristleri yakalayıp adalet üzere cezalandıran İslam devletine karşı "hürriyet ve insan haklan" iddiasıyla bir karşı kampanya başlattılar. İran'ı dünya karşısında inzivaya iterek, yalnız bırakmak için çalıştılar.

İmam yanlısı öğrencilerin Tahran'daki Amerikan casusluk yuvasını haline gelen elçilik binasını işgal etmeleri, İran milletinin emperyalizme indirdiği en büyük darbeydi. Bu olay Amerika'nın zayıflığını ortaya koydu. Amerika, yıkılan prestijini yeniden kazanmak için İran aleyhine yoğun bir propagandaya başladı. Bu hususta da başarılı olamayan Amerika 12 Aralık 1979’da İran'a karşı ekonomik bir mücadeleye girdi ve İran'ın dünya bankalarındaki paralarını 30 Nisan 1980 tarihinde dondurdu. Buda işe yaramayınca bu defa İran’a karşı bir askeri müdahalede kararı aldı.

Bu arada İran’da Beni Sadr hükümeti çökmüş yerine Muhammed Ali Recai hükümeti kurulmuştu. Recai ile Beni Sadr arasında ideolojik farklılık bulunduğundan bir türlü uyuşamıyorlardı. Recai hükümeti kurulunca Amerika'nın umutları yeniden boşa çıktı. Bu yüzden emperyalistler Recai hükümetine karşı yoğun bir kampanya başlattılar. Ayrıca Recai hükümetinin kurulmasından birkaç gün sonra 22 Eylül 1980'de Amerika yenilgilerinin intikamını almak için Baas rejiminin uşaklarına İran'ın istila edilmesi emrini verdi. Saddam güçleri deniz, hava ve karadan İran'a karşı yoğun bir saldırı başlattı. Bu durumu fırsat bilen Amerika 25 Nisan 1980 tarihinde 18 askeri yük uçağı, 20 helikopter ve bunların içinde bulunan üç bin komando, motosikletler, askeri cipler, yüzlerce el bombası, toplar ve makineli tüfeklerle İran hava sahasına girip Tebes çölüne indi. Böyle büyük bir askeri güç, sadece gaybi yardımlarla etkisiz hale getirildi. Beklenmeyen bir kum fırtınası bütün bu uçakları ve helikopterleri görevlerini yapamayacak hale getirdi. Bu harekatın hedefi elçilikte öğrenciler tarafından rehin alınan Amerikalıları kurtarmaktı. Altı helikopter, bir uçak birkaç cip, 6 motosiklet, 30 patlamış el bombası ve bir sürü yanmış Amerikan komandosunun cesedini Tebes Çölü'nde bırakarak, İran'ı terk etmek zorunda kaldılar.

Bu başarısız harekâttan sonra bu kez de darbe girişiminde bulundu. Amerika bu görevi de Bahtiyara verdi.Devrim Muhafızları 7 Temmuz 1980'de darbe başlamadan birkaç dakika önce casusları yakaladı.

Beni Sadr’ın İmam Humeyni tarafından azledilmesiyle stratejik bir noktayı kaybeden İslam düşmanları bu kez büyük bir suikast düzenlediler. Ancak Allah'ın yardımı ile başbakan ve Meclis sözcüsü suikast düzenlenen toplantıya katılmadıklarından bu terörist saldırıdan sağ olarak kurtuldular. şehit olan milletvekillerinin sayısı da meclisin çalışmalarını bozacak kadar değildi.

 

KÜRDİSTAN

Kürtler Ortadoğu'da yaşayan Ari ırkına mensup bir topluluktur. Kürtler de küfe, Bağdat ve diğer İslam merkezlerine yakın yerlerde ikamet ettikleri için İranlılar gibi hemen İslam dinini kabul etmiş siyasi, askeri, kültürel ve ilmi alanlarda birçok başarılı çalışmalarda bulunmuşlardır .Örneğin, H. 6. asırda Kürtlerde diğer Müslüman topluluklarla birlikte Selahaddin Eyyubi komutasında; Kudüs'ün Haçlıların elinden alınmasında büyük bir rol oynamışlardır

9. asırda Kürdistan bölgesi Osmanlı ve Safevi sultanları arasında paylaşılmış ve ikiye bölünmüştü. Her iki bölgede yaşayan Kürtler tarih boyunca zulüm ve baskı rejimlerine karşı çıkmış, asla zulme razı olmamışlardır. Safeviler zamanından Kaçkar hükümeti zamanına kadar Erdelan hanedanı Kürdistan'ı yönetmekteydi. Erdelan hanedanı halk kıyamlarını şiddetle bastırıyor ve Osmanlıların İran'a saldırmasına engel oluyordu. Meşrutiyet zamanında da Kürdistan devlet aleyhtarı kimselerin üssü konumundaydı. Kürtler bu dönemde bu devlet aleyhtarı kimselerle birlikti Muhammed Ali Şah'ın kardeşi Salar-uda-Devle komutasında merkezi meşrutiyet hükümetine karşı savaşıyorlardı. Daha sonra da Kürtler İsmail Ağa Simko rehberliğinde Rus ve Osmanlı İmparatorluğunun himayesinde Rıza Han'ın hükümeti zamanına kadar merkezi hükümetle savaş halindeydi.

Emperyalizmin Ortadoğu'ya girişinden önce Kürtler, münzevi bir kabile hayatı yaşıyorlardı. 1. Dünya savaşında Ruslar bölgeyi işgal ettiler. Ama Kürt halkı bu işgale karşı kahramanca direndi. 1. Dünya savaşından sonra müttefikler Ortadoğu'daki işgal edilmiş toprakları paylaştırmak için bir araya toplandılar ve önceden Osmanlı'ya bağlı olan 22 Arap ülkesini kendi aralarında paylaştılar. Müttefikler bu arada bağımsız ve müstakil bir Kürd devletinin kurulmasını planladılarsa da bu plan hiç bir zaman gerçekleşmedi. O tarihten itibaren İngilizler İslam ümmetini parçalamak için Kürdistan’da hızla milliyetçilik fikirlerini yaymaya başladılar; Milliyetçilik bizlere Haçlılar'ın bir armağanıdır. Milliyetçilik İngilizlerin' "parçala yönet"; siyasetinin bir parçasıydı. Nitekim Osmanlı'yı yıkan bir neden de bu milliyetçilik akımıydı.

19. asra kadar Ortadoğu'da milliyet ve ırk diye bir mesele söz konusu değildi. Tüm kavimler bir arada kardeşçe yaşıyordu. Emperyalistler eskiden beri bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulmasını istiyordu. Nitekim İngilizler 1926 yılında Irak Kürdistanı'nı işgal etmeden önce bu bölgenin bağımsız bir şekilde idare edilmesini istemekteydi. Ama burayı işgal ettikten sonra zavallı Kürd halkını şiddetle katletti ve İngiliz hava kuvvetleri Kürt halkını acımasızca bombardımana tuttu.

İki Dünya savaşı boyunca da Kürtler arasında birkaç milliyetçi hareket başlatıldıysa da Rıza Han tarafından bastırıldı; Rıza Han 1941 yılında çökünce Irak'ta faaliyet gösteren Hiva (Ümid) Partisinin kolları bir araya toplandı ve Komala adlı milliyetçi bir parti kurdular. 2. Dünya savaşında Kızıl ordu Kürdistan'ı işgal etti. Rusya Azerbaycan Cumhurbaşkanı Bakırof, Kürdistan'ın feodalleri ile aşiret başkanlarını bir araya topladı. Bunlar arasında milliyetçi düşünceleri olan ve bölgede büyük bir nüfuza sahib olan Kadı Muhammed de vardı. Kürtler eğer Kızıl orduya yardım edecek olursa Ruslar da buna karşılık bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması için onlara yardım edecekti. Ruslar “Kürdistan'a özgürlük” sloganıyla Demokrat Parti'nin kurulmasını istediler. Bu şahıslarda söz konusu toplantıdan döndükten sonra Komala Partisinin de yardımıyla denilenleri yerine getirmeye başladılar.

1943 yılında partinin rehberi Kadı Muhammed, Mehabad’da (İran Kuzey Kürdistan’ın merkezi) Cumhurbaşkanı seçildi. Bu olay Kızıl ordunun himayesinde ve Stalin hükümeti zamanında gerçekleşti. Bundan önce de meşhur komünist Pişeveri'nin rehberliğinde Tudeh Partisi kurulmuş ve bağımsız bir Azerbaycan ortaya çıkarılmıştı. Dolayısıyla bu iki bağımsız cumhuriyet arasında dostça ve yakın bir ilişki vardı.

Ama bu cumhuriyet bir yıldan fazla ayakta duramadı. Zira Ruslar Kıvam'ud-Devle" hükümetinden Kuzey Petrol imtiyazını alınca buna karşılık ordularını geri çekmeyi kabul ettiler. Ruslar geri çekilince de Kürdistan Cumhuriyeti yıkıldı. Kadı Muhammed ise yakalanarak idam edildi.

Musaddık zamanında Demokrat Partisi, Tudeh Partisinin batı kolu olarak yeniden bir mücadele başlattı. Ama ihtilal sonrası yeniden bastırıldı ve 1959 yılına kadar tümüyle bu parti dağıtıldı. Bu yüzden 1959 yılından sonra Kürtlerin mücadelesi Irak topraklarına kaydı. Molla Mustafa Barzani'nin Şah ve Amerika ile uzlaşmasına kadar da Kürtler mücadelesini bu topraklarda sürdürdüler.

Molla Mustafa 1965 yılında Şah ve Amerika ile uzlaşınca İsmail Şerifzade ve Molla Avare gibi bazı solcu aydınlar İran'a gelerek, silahlı mücadele için bir komite oluşturdular. Ama bir yılı aşkın bir süre sonra bu hareket de bastırıldı ve hareketin öncüleri çatışma esnasında öldürüldü.

İslam devrimiyle birlikte Müslüman Kürt halkı da diğer Müslümanlarla birlikte hareket etmiş ve böylece adeta kendi asil İslami kimliğini elde etmiş oldu. Senendec âlimlerinden olan Safderi'nin Şah güçlerince yakalanmasının ardından halk genel bir direnişe geçerek İslami bir tavır sergilemişlerdi.

Ama ne yazık ki kendini Kürtlerin rehberi sanan Müftizade İslam devriminden az önce Şahlık anayasasından söz ediyordu. Bu yüzden Kürtler Müftizade ve taraftarlarının önderliğinde liberal bir tutum içine girmişlerdi. Mehabad'da ise daha çok solcu akımlar faaliyet gösteriyordu. Komala Partisi İzzeddin Hüseyni gibi SAVAK ajanı ve piyon ilerici gösterirken Ayetullah Mutahhari, Talagani, Beheşti ve Hameneî gibi şahsiyetleri ise gerici olarak tanıtıyordu. Elbette ki Senendec'de de Müslüman ve inkılapçı kimseler yok değildi. Ama daha çok Müflizade gibi milliyetçi veya solcu akımlar hakim durumdaydı.

Velhasıl Kürtler tarih boyunca hep İslam'dan uzak hain aydınlar tarafından emperyalistlere peşkeş çekilmiştir. Bizdeki PKK ye diğer sol hareketleri de bunun bir örneğidir. Dolayısıyla da İran'daki Müslüman Kürtler nasıl İslam devrimi sayesinde gerçek kimliğine kavuşmuş ve emperyalist oyunlara son vermişse bizim Müslüman Kürtler için de aynı şey söz konusudur. Kürt sorunu sadece İslam sayesinde çözümlenebilir. Zira emperyalist oyunları bozan ve her türlü ayırım ve zulme karşı olan yegane din İslam'dır. Ne PKK ve ne de diğer hain örgütler Müslüman Kürt halkının temsilcisi olamaz. Kürtler Müslümandır ve dolayısıyla da sadece İslam'ı kabul ederler. "İçgüveysiden hallice" sarıldıkları bir takım çözümler ise içinde bulundukları zor şartların ve çaresizliğin neticesidir. Kürt halkı için İslam'dan başka çözüm peşinde olanlar Midyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olanlardır. Dolayısıyla Kürt sorunu da sadece İslam ve devrimci Müslümanlarca çözümlenebilir. Zavallı halkı katleden PKK ve buna neden olan laik güçlerin Kürt halkına verebilecekleri hiçbir şey yoktur.

İran devriminden hemen sonra Mehabad'daki Komala örgüt elemanları halkın kucağına dönen askeri birlikleri basarak tüm silahlarına el koydular. Birkaç gün sonra Senendec de (İran’ın Kürdistan bölgesinin merkezi) aynı olaya şahit oldu. Bu olaylar üzerine merhum Ayetullah Talagani başkanlığında bir heyet Kürdistan'a giderek oradaki olayları geçici bir süre için durdurdular. Ama geçici hükümet tarafından Kürdistan'a vali olarak atanan Yunusi adında bir komünist orada solcuların gelişmesini ve İslamcı güçlerin sindirilmesini sağladı. Bu esnada Nakade faciası meydana geldi. Yıllarca bu şehirde kardeş olarak yaşamış olan Kürtler ve Türkler milliyetçilik havasıyla birbirine saldırdılar. Çok geçmeden bu olay Merivan'da da ortaya çıktı. İnkılabçı Müslümanlar acımasızca katledildi. Ne acıdır ki liberal zihniyete sahib olan geçici hükümet (Beni Sadr hümüti) de bütün bu cinayetlere seyirci kalıyordu.

İslam ümmetinin yetimleri olan zavallı Kürtler saray mollası İzzettin, saltanat yanlısı Palizban ve Üveysi, feodal zihniyetti sufi şeyh Osman-i Nakşibendi, bölgenin haini Salarcaf, Maocu Komala, Rus yanlısı Fedailer vb. onlarca dirayetsiz kişi ve grupların oyununa gelmişlerdi. Özellikle de rejimin SAVAK veya Evkaf teşkilatına bağlı olan Kürdistan mollaları halkın İslam'dan tümüyle soğumasına neden olmuştu. Ama İslam devrimi sayesinde gerçek İslam'la tanışan Kürtler, hemen aziz İslam dinine dört elle sarılarak hain ve emperyalizmin uşağı kimselere karşı koydular. İmam'ın emriyle savaştılar, şehit verdiler ve Kürdistan'ı şeytanların sultasından kurtararak Allah'ın dinini hakim kıldılar. O günden sonra Kürdistan insana kulluktan Allah'a kulluğun izzet ve şerefine erdi. Yıllardır, kendilerini kandıran ikiyüzlülerden tilki sıfatlı rehberlerden kurtulmuş oldular.

Münafıklar Pave şehrini kuşatma altına alınca Dr. şehit Çamran (İranlı bu büyük şahsiyet, aslen Kürt’tür) İmam'ın emri üzerine Pave, şehrini münafıkların eline düşmekten kurtardı ve fatih İslam askerleri Senendec şehrine girdi. Daha sonra da Sakız ve Mehabad münafıkların elinden, kurtarıldı, Yavaş yavaş bölge münafıkların elinden kurtarılmaya başladığı bir zamanda aniden geçici hükümet Devrim düşmanları ile görüşme masasına oturdu. İmam bu görüşmelere karşıydı. Zira bu münafıkların hiç birisi Kürd halkının temsilcisi olamazdı. Ama ne yazık ki geçici hükümetin bu, yumuşak siyasetinden istifade eden soyu tükenmeye yüz tutmuş münafıklar yeniden hortladı ve bölgede çalışmaya başladılar. 1980 yılında görüşmeler fiyaskoyla sonuçlanınca burada palazlanan münafıklar yüzlerce Müslümancı acımasızca katlettiler. Sadece Senendec bölgesinde 13 suçsuz Müslümanı acımasızca katlettiler. Ama casusluk yuvası ele geçirilip geçici hükümet de aradan çekilince yeni inkılapçı Recai hükümeti münafıklara karşı kesin bir tavır koydu. Önce Kamyaran; sonra da Senendec münafıkların sultasından kurtarıldı. Böylece münafıkların elinde olan son şehir "Bukan", da kurtarıldı ve bölgede İslam bayrağı Dalgalandırıldı. Bu acı yenilgiden sonra tüm münafık gruplar dağıtıldı. Demokrat Parti üyeleri bölündü. Kasımlu kanadı Saddam güçleriyle flört etmeye başladı. Komala ise büyük bir acziyet içine düştü. Dağıtılan terör örgütleri bu tarihten itibaren İslami şahsiyetleri terör etmeye, devlete ait malları çalmaya, bölgedeki öğretmen ve alimleri katletmeye başladı. Halk böylece bu münafıkların gerçek yüzünü gördü ve onlardan nefret etmeye başladı.

Münafıkların silinmeye yüz tuttuğu bir ortamda Müftizade yeniden ortaya çıktı. Şah zamanında rejimle flört eden Müftizade bu defa Kürdistan'ın rehberi olduğumu iddia ediyordu. Taif’te düzenlenen konferans esasınca mezhep kavgasını başlatan Müftizade ‘’merkezi Sünnet-Şuraşı"nı kurarak kendi aklınca Ehl-i sünnet’i Şia'nın hakimiyetinden kurtarmaya çalıştı. İmam bu haince: komployu ifşa edince Müftüzadeye’ de ağır bir darbe indirilmiş oldu. İran-Irak savaşında ise bütün İslam Devrim düşmanları Saddam Hüseyin’in yanında yer alarak Kürdistan halkına karşı kalplerinde taşıdıkları düşmanlık ve hıyanetleri açığa vurdular.

İran İslam savaşçıları Şafak-10 harekatıyla Kürdistan'ın tümünü ve Halepçe şehrini İslam düşmanlarının elinden kurtardı. İslam savaşçılarını tekbirlerle karşılayan Halepçe halkı yıllardır özlemini duyduğu sevgilisine kavuşmuş gibiydi. Buralardan binlerce kayıp vererek kaçmak zorunda kalan Saddam güçleri Halepçe halkının bu sevincini ve İslami duygularını görünce hemen dişlerini gösterdi ve onlardan intikam almaya kalktı. Sonunda 1987 sonlarında kadın-çocuk demeden 5.OOO'den fazla Kürd; halkını feci bir şekilde kimyasal silahlarla katletti. Saddam bu cinayetiyle Hitler'in yüzünü aklamıştır. İhsan haklandın savunucuları olduğunu iddia edenler-bu cinayet karşısında da sessiz kaldılar.

Zavallı Kürd halkı tarih boyunca hep "Zulme, aldatıcılığa, fakirliğe, ikiyüzlülüğe ve soykırıma maruz kalmıştır. 12 Eylül'de zavallı Kürd halkına yapılan zulümler insanlık tarihinde Hitler'in esir kamplarını akla getiren en acı olaylar olmasına rağmen toplumda koparılan fırtınalar arasında unutulup gitti. PKK bu zulümlere karşı bayrak açtıysa da aslında Kürt halkına en büyük zulmü yapmış, binlerce suçsuz Kürd halkını acımasızca katletmiştir. Bölgedeki Müslümanlara tahammül edememiş yüzlerce Müslüman’ı en feci işkencelerle katletmişti. Dolayısıyla ne ırkçı zihniyete sahip laikler ve ne de PKK; Kürd halkının acılarını, yaralarını saramaz. Kürt halkı bütün olumsuzluklara rağmen Müslümandır ve İslâm da ki başka bir ideolojiyle ikna olacak değildir. Kürd halkının dostu olduklarını iddia edenler ne yazık ki bu gerçeği görememiş ve halkın kaderiyle oynamıştır; Biryandan PKK bir yandan da devlet zulmune maruz kalan Müslüman kürt halkı, bu iki zinciri koparıp atamadıkça da asla gerçek özgürlük ve hürriyetin tadını alamayacaktır. Milliyetçilik Haçlıların İslam ümmetinin içine: saldığı 'bulaşıcı ve öldürücü bir hastalıktır. Bu hastalığın yegane ilacı İslam’dır.

Asr-ı sâadette de bu İslâmi anlayış ve kardeşlik sayesinde Su-heyb-i Rumî, Selman-i Farisi ve Bilal-i Habeşi bir arada yaşamış, hiç bir kavmi diğer kavimlerden üstünlüğü söz konusu edilmemiştir. "Sen hangi kavimdensin?" diye sorulan ırkçılık kokan bir soruya Selman-i Farisi'nin "Ben İslam'ın oğluyum." diye cevap vermesi ve Peygamber (s.a.a)'in de bunu onaylaması bütün insanlık için kardeşlik ve eşitlik reçetesi konumundadır. Bunun dışında yollar arayanlar laik diktatörlük yerine PKK diktatörlüğüne davetiye çıkarırlar ki Kürt halkı için yine aynı zulüm devam eder.

 

ŞERİATMEDARİ OLAYI

Şeriatmedari taklit merci makamına yükselen büyük bir ilmi makama sahip olmasına rağmen Şah rejimiyle uzlaşma siyasetini benimsiyordu. Devrim düşmanlarının tüm eserleri Şeriatmedari'nin Dar'ut-Tebliğ'inde basılıp yayınlanıyordu. Şeriatmedari Tebriz'deyken Talibiye Medresesinde (1947 yılında) Şah'ı karşılamış ve ona büyük bir sevgi ve saygı göstermişti. Şah rejimi binlerce Müslüman’ı katledip İmam Humeyni'yi tutuklayınca Tebriz alimleri Şeriatmedari'nin yanına gidip kendisine ne yapmaları gerektiğini sorunca şöyle demişti:

"Halkı sükûnete davet edin. Gösteri yapmaktan sakının! Kurşuna etiyle karşı çıkmak akü işi değildir. Şah'a hakaret etmeyin. Ben Humeyni'ye de "böyle yapma" dedim; ama o beni dinlemedi ve bu hale geldi."

Şeriatmedari laik düşünceli birisiydi. Ama ne yazık ki Şah'a reva görmediği hareketleri İmam'a karşı yapmaktan hiç çekinmiyordu.

İmam halkı kıyama davet edince milyonlarca halk sokaklara dökülüp Şah güçlerinin karargahlarını bir bir ele geçirmeye başlayınca Şeriatmedari İmam'ın Paris'te olmasından istifade ederek inkılab hareketini saptırmaya çalıştı. Şah'tan anayasanın tümüyle uygulanmasını istedi.

Şah zamanında tüm ömrünü sükunet ve sessizlikle geçiren Şeriatmedari inkılaptan sonra bu sessizliğini bozarak inkılaba dil uzatmaya başladı. Şeriatmedari İslam anayasasına da oy vermedi. Buna karşılık inkılab düşmanları ile elele vererek "Müslüman halkın Cumhuriyet Partisi" adında bir teşkilat kurdu.

Bu teşkilatı tüm ülkede faal hale getirmek için hızlı bir çalışma içine girerek kendine engel olmak isteyen Halhal ahalisini yok etmekle tehdid etti.

Daha sonra 1980 yılında önceden planlanmış bir komplo esasınca bir Öğle vakti 40 otobüs dolusu inkılab düşmanı Kum'a girdi. Bu inkılab düşmanları Şeriatmedari'yi destekleme adına inkılapçı halka saldırmaya başladı. Olayların iç yüzünü bilen İmam, halkı sükunet ve sabra davet etti. Kum halkı Şeriatmedari aleyhine gösteri düzenleyerek İslam anayasasına oy vermeyen ve münafıklarla el ele veren bu şahsın cezalandırılmasını istedi. Ama İmam yine halkı sükunet ve sabra davet etti. Şeriamedari artık son imkanını kullanacaktı. Ülkede bir ihtilal yaptıracak ve imam'ı öldürtecekti. Casusluk teşkilatının işgali ve liberallerin siyaset sahnesinden uzaklaştırılmasından sonra inzivaya çekilen eski Dışişleri Bakanı Sadık Kutbizade, inkılab düşmanları ile bazı asker kökenli şahısların yardımıyla bir ihtilal gerçekleştirmeye çalıştı. Bu ihtilalin ilk hedefi İmam'ı ortadan kaldırmaktı. Bunun için fetvayı da Şeriatmedari'nin vermesi gerekiyordu. Ama bu oyun da bozuldu. 1981 Ağustos'unda ihtilal kahramanları yakalandı ve Kutbizade yaptığı her şeyi itiraf etti. Böylece Şeriatmedari'nin hıyanet çehresi bir daha ortaya çıktı. Şeriatmedari de bu itiraflardan sonra televizyona çıkarak yaptığı hıyanetleri itiraf etti ve istiğfarda bulundu. İmam'dan kendini kızgın inkılapçı halktan kurtarmasını istedi. Bu olay üzerine Şeriatmedari adalet çizgisinden saptığı için taklid mercii olması da sona erdi. Şeriatmedari olayı insana tehzib ve tezkiye olmadan ilim öğrenmenin ne kadar vahim sonuçlar doğuracağını göstermesi açısından ilgi çekicidir. Hiç okumamış insanlar Allah yolunda kafirlerle cihad ederken, taklid mercii olan böylesine büyük bir alim kafirlerle ortak hareket ediyor ve suçsuz insanların katline fetva bile veriyordu.

Şeriatmedari olayı İran'ın karşılaştığı en ciddi sorunlardan biriydi. Hatta batılı yayın organlarınca "sonun başlangıcı" diye yorumlanmıştı. Amerika böylece bir darbe daha yemiş oldu. Aslında 4 Kasım 1979 yılında Tahran'daki Amerikan Büyükelçiliği "Şah'ın İran'a iadesini sağlamak" için bir grup öğrenci tarafından işgal edilince Amerika "truva atı" olarak Şeriatmedari yi kullanmak istemişti. Ama İmam'ın ve Hizbullah’ın sabır ve dirayeti bu korkunç fitneyi de ortadan kaldırdı ve devrim sarsılmaz bir imanla yoluna devam etti.

1979 yılında hazırlanan anayasa halkoyuna sunulunca Şeriatmedari "alimlerin siyasete karışması" ilkesini reddederek oy vermemişse de her nedense ihtilal gibi kanlı bir olaya buluşmaktan çekinmemiştir. Nitekim Amerika bu truva atının da bir şey yapamadığını görünce 25 Nisan 1980 yılında Tebes'e çıkartma yapmış, ama yine hezimete uğramıştı.

Tebes çıkartması da Allah'ın yardımıyla fiyaskoyla karşılaşınca Amerika bu defa 22 Eylül 1980'de Irak'ı İran'a karşı savaşa soktu. Irak hava kuvvetleri başta Tahran havaalanı ile önde gelen hava üslerine olmak üzere birçok hava saldırılan düzenlendi. Kara kuvvetleri sınır kenti Kasr-ı Şirin'den Abadan'a kadar uzanan yaklaşık 800 kilometrelik alanı işgal ettiler. 22 Ocak 1981 tarihinde tam 444 gün süren "büyükelçilik işgali sona erdi ve Amerikalı diplomatlar serbest bırakıldı.

Bütün bu olayların bir intikamını almak isteyen Amerikan uşakları 1981 Haziran ayında cumhuri-i İslami partisinin genel merkezinde bir bomba patlatarak Ayetullah Beheşti ve 72 müslüman şahsiyetleri şehit ettiler. Bu olaydan sonra 1980 Ocak ayında devrimin ilk cumhurbaşkanı seçilen Beni Sadr azledildi. Ama Amerikan uşakları bununla da yetinmedi Beni Sadr'ın yerine cumhurbaşkanı seçilen Ali Recai ile başbakan Cevad Bahüner de bir suikast sonucu şehit edildiler. Ama devrim bu badireyi de atlattı.

Bir anda hem cumhurbaşkanını hem de başbakanını kaybeden devrim yılmadı, azimle yoluna devam etti. Cumhurbaşkanlığına Hamenei, Başbakanlığa ise Mir Hüseyin Müsavi getirildi. 1982 yılında da Hürremşehir İran tarafından geri alınınca dahili münafıklar harekete geçti. Bu defa Amerika yerine Rusya devreye girmeye çalıştı. Tudeh Partisi ve diplomatları vasıtasıyla devrimi etkisiz hale getirmeye çalıştı. Ama 1982 Ekim ayında komünist Tudeh partisi de kapatıldı ve pek çok hâin üyesi yakalandı. Ayrıca 18 Rus diplomatı da yurtdışı edildi. Bütün bu birbiri ardınca gerçekleşen komplolar Amerikan ve Rus emperyalizminin çirkin yüzünü gösterdiği gibi müslüman halkın da yaşadığı çileleri, gördüğü oyunları ve İslam yolunda yaptığı fedakârlıkları ortaya koymaktadır.

 

İRANGATE*

Amerikan emperyalizmi bütün bu saydığımız komplolara rağmen İslam devrimini ortadan kaldıramadığını görünce bu defa İran'la iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Aslında İran Amerika'yla sömürgeci tutumu ve küfür kokan hareketleri sebebiyle ilişki kurmaktan çekiniyordu. Amerika ise sömürgeci arzuları ve İran'ın bölgedeki özel konumu sebebiyle İran'la ilişkiye gedmek istiyordu.

Amerika bu yeni siyaseti gereği Çeşitli yollarla İran'a yaklaşmaya çalıştı. Ama bunda da başarılı olamadı. Sonunda tarihe "İrangate" diye geçecek olan büyük bir olay ortaya çıktı. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu olayı daha sonra şöyle anlattı: “Avrupa ülkelerinden birinden bizlere silah getiren bir uçak geçiş izni alıp Mehrabad (Tahran) hava alanına indi. Bu silahlar aslında bizim bazı üstün karmaşık teknolojimizin yedek parçalarıydı. Uçak mürettebatı olarak bu uçakta bulunanlar ise beş kişiydi. Bir İrlandalının olduğunu da söylemişlerdi. Uçak Mehabad havaalanına inince uçaktan inenlerin Amerikalı olduklarını söylediklerini, İran için Reagan'dan mesaj getirdiklerinin haber aldık. Biz olayı haber alınca söz konusu şahısların durumu inceleninceye kadar havaalanında tutulmasını istedik. Onlar 3.5 saat havaalanında tutuldu, bizler ise onlar hakkında bir karar almak için İmam'ın yanına çıktık.

İmam bu gelenlerle konuşulmamasını, mesajlarının alınmamasını, sadece ne dediklerini ve hangi amaçla İran'a geldiklerinin öğrenilmesini isledi. Onları Havaalanından otele götürdük. Orada bunlardan biri ABD başkanının özel temsilcisi Robert McFarlane ile Reagan'ın bir iki danışmanı olduklarını söylediler. Onları hemen bir otele götürdüler. Robot McFarlane hepimiz için birer silah, Reagan'dan önemli bir mesaj ve bir de sorunları çözme anlamında anahtar şeklinde bir yaş pasta getirmişti.

Onlara biç kimseyi kabul etmeyeceğimizi ve konuşmayacağımızı söyledik. Bunlar İran ile Amerika arasındaki buzları eritmek için gelmişlerdi. Robert McFarlane kızarak şöyle demişti: "Sizler delisiniz'. Şans evinize gelmiş ama sizler bu şansı elinizin tersiyle reddediyorsunuz. Ben Rusya'da olsaydım Gorbaçov günde üç defa beni ziyaret ederdi. Sizler ise Amerika başkanının özel temsilcisiyle konuşmaya bile tenezzül etmiyorsunuz."

Amerika bu olayın ardından sessizliğe büründü. Zira bu skandal Amerika'nın prestijini yıkmış, itibarını sıfıra indirmişti. Amerikalılar İran makamlarının ifşaatı neticesinde sessizliklerini bozarak bu olayı örtbas etmeye kalkıştılar. İran'ın İsrail'den silah aldığını, Nikaragua'daki devlet aleyhtarı gruplara yardım ettiği ve hepsinden de önemlisi o günlerde gündemde olan Mehdi Haşimi olayını ayyuka çıkararak dünya kâmuoyunu başka yöne yöneltmeye çalıştı. Reagan bu skandal karşısında çok zor duruma düştü. İrlanda hükümeti ve Amerika'daki muhalifleri tarafından şiddetli bir eleştiri yağmuruna tutuldu. Hepsinden de önemlisi Amerika o güne kadar tüm dünyaya İran'la olan ilişkilerini kesmeleri için çağrıda bulunuyordu, Ama şimdi kendisi kalkmış İran'ın ayağına gidip ilişki kurmak istediğini izhar ediyor. Reagan bütün bu olanlar karşısında mantıklı bir fikir ortaya koyabilmek için İran'ın hiç bir terör olaylarında parmağı olmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Bu olay Amerika'yı o kadar derinden sarstı ki İsveç radyosu olayla ilgili bir yorumunda şöyle diyordu: "Bu olay Amerikan rejimini darmadağın etti."

 

İmam (R) ise bu olay hakkında şöyle buyurdu:

"Reagan'ın temsilcisiyle görüşmemek dünyayı ayağa kaldıracak kadar büyük bir olaydı. Amerika bu fiyasko ve rezalet sebebiyle yas tutmalıdır." "İrangate" olayı büyük şeytan Amerika'nın burnunu yeniden yere sürttü ve İslam devriminin azametini tüm dünyada bir kez daha tescil ettirmiş oldu.

 

Devam edecek…

* İrangate olayı ayrı bir makalede daha ayrıntılı olarak ele alıncaktır.

 

ABNA.İR

 

Read 3978 times