Prof Dr. Burhanettin Can ile Siyonizm Tarihi Üzerine Röportaj

Rate this item
(0 votes)
Prof Dr. Burhanettin Can ile Siyonizm Tarihi Üzerine Röportaj


Sadık Çelik: Bismillahirrahmanirrahim..  Öncelikle bize bu söyleşiden dolayı vakit ayırdığınızdan için şahsım ve Rasthaber adına teşekkür ederim.

Sadık Çelik: İlk olarak Siyonizm nedir? Kısaca tarif eder misiniz?

Prof Dr. Burhanettin Can: Siyonizm dünyada, İslam coğrafyasında ve Türkiye’de maalesef yeteri kadar anlaşılmış bir konu değil. Siyonizm dini, siyasi ve ekonomik bir doktrindir. Bir boyutu dini, bir boyutu milli, bir boyutu siyasi bir boyutu da sömürgeci bir doktrin olarak karşımıza çıkar. İsrail oğullarının iki bin yıllık bir başka rivayette üç bin yıllık tarihlerini göz önüne aldığımız zaman, Kuran-ı Kerim’de geçtiği şekliyle iki sürgünü yemiş bir toplum olarak dünyanın dört bir yanına dağılmış olduklarını görüyoruz. Önce Babil sürgünü arkasından Romalıların sürgünüyle beraber başlayan bir süreç var.

Fakat bizim dikkatimizi çeken bir nokta var. Kuran-ı Kerim’de İsrail oğulları ve Yahudi kavramının sıklıkla geçmiş olması ve bunlarla ilgili yer yer çok ayrıntıya girilmiş olması. Burada bir zihinsel kirlenme var. Kuran-ı Kerim, Yahudileri, İsrail oğullarını bir bütün kötü nitelemesiyle ele almaz. Onların içinden bir grup, tabiri benim çok dikkatimi çeker. Hristiyanlar ile ilgili de aynı tanımlama var.

Sadık Çelik: Yani burada Kuran-ı Kerim’in Yahudi,  Hristiyan veya diğer inanç grupları olsun toptancı bir genellemeye gitmediğini söylüyorsunuz, doğru mu?

Prof Dr. Burhanettin Can: Evet toptancı bir genellemeye gidemeyiz. Allah zaman zaman onları övmüş, Allah anıldıklarında gözleri yaşarır, ifadelerini kullanmıştır Yahudiler hakkında. Yani ne Yahudiler, ne Hristiyanlar ne de Müslüman’lar hakkında böyle genel ifadeler kullanmamamız gerektiğini düşünüyorum. Eğer bir durumu tespit edecek olursak, Müslümanlardan bir grup böyle, şeklinde meseleyi ele almamız lazım. Aksi durumda biz muhalefet cephesini genişletmiş oluyoruz.  Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman Yahudiler ile Siyonizm arasındaki ilişkiyi koyma anlamında, yaklaşık 10-15 ayette bu tür tasniflerin olduğunu görüyoruz. Mesela onlardan iyi kimseler vardır aşağılık olanları da vardır diyor.  İman edip iyi işler yapan Yahudilerin varlığından bahsediyor. Fakat küfreden, kitabı tahrif eden, mirasa yüz çeviren Yahudiler vardır diyor. Maide 80-81. Ayette bunların çoğu yoldan çıkmışlardır, diyor. Yani farklı gruplardan bahsederken onların çoğu yoldan çıkmışlardır, diyor. Kuran-ı Kerim’de bir ifade daha var. Yahudilik-Siyonizm ilişki zincirini ortaya koyma açısından önemlidir. Kuran-ı Kerim’de, onların çoğu haktan yüz çevirenler ile dostluk kurarlar, diyor. Yani imansız, inkârcı, küfre sapanlarla dostluk kurarlar, diyor. Şunu ortaya koymamız gerekmektedir, Yahudilik ile Siyonizm aynı şey değildir. Siyonizm az önce ifade ettiğim gibi, dini, ulusalcı, ırkçı, sömürgeci bir doktrindir.

Sadık Çelik: Siyonizm’in Yahudi toplumu içinden çıkmış sapkın, Allah’ın koymuş olduğu sınırları baz almayan bir anlayış olduğunu söylüyorsunuz, doğrumu?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Evet Siyonizm Yahudi toplumu içinden çıkmış bir örgütsel yapıdır. Her Siyonist bir Yahudi’dir, fakat her Yahudi bir Siyonist’tir diyemeyiz. Bu ayrımı yapmamız gerekiyor. Bu ayrımı yapmazsak yanlış bir sonuca çıkarız. Bu anlayışın Siyonizm olması için dini olması, ulusalcı olması, sömürgeci olması gerekmektedir. Ama benim yaptığım incelemede Siyonistler Museviliği dini amaçlarına hizmet etmek için kullanıyorlar. Buradan yola çıkarak şu soruyu sormamız gerekmektedir. İsrail Siyonist bir devlet olarak ortadadır. Eğer bu dini bir doktrin ise İsrail’de yaşam tarzını, her işlerini Tevrat’a göre belirlemesi gerekiyor. Ya da dünyanın değişik yerlerinde ki işlerini bu bağlamda Tevrat’a uygun yapmaları gerekirdi. Bu bağlamda Yahudiler ile Siyonistleri bir birinden ayırırsak, Siyonistlerin Tevrat’a ne oranda uydukları değil, ne oranda Yahudiliği emellerine ulaşmak için kullandıklarını görürüz. Ben bunu şöyle bir örnekle anlatmak istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Lozan’da kurulmuş Laik bir devlettir. Bu tarifi yaparken halifeliği kaldırmış, laikliğin tanımlamasını yaparken herkesin inancını özgürce yaşadığı, bir sistem şeklinde tarif etmiş. Fakat laikliğin felsefesi bu değil. Laiklik, Allah’tan gelene, ahiret hayatı ve kitabi bilgiye başvurmadan, insan aklı ve beş duyu organı baz alınarak hayatın tanzim edildiği bir sistemdir. Burada şöyle bir soru soruyorum: Eğer laiklik herkesin kendi inançlarını özgürce yaşanması ise, bizim 75-80 yıldır yaşadıklarımız nedir? Başörtülü insanların yaşadıklarını, inancımızda yeri olan hırsızlıkla, yolsuzlukla ilgili ahkâmın, zina ile ilgili ahkamın, faiz ve sadaka ile ilgili ahkamın uygulanıp uygulanmadığını sormamız gerekmez mi? Benzer oyun diğer tarafta var. Siyonizm’i anlamak için bizim durumumuzu örnek verdim. Cumhuriyet kurulurken Mustafa Kemal ve arkadaşları yeri geldi Kuranı Kerim’i kullandılar, yeri geldi kullanıp bir kenara attılar. 12 Eylül’de Kenan Evren Güneydoğu’da ki gerilimi düşürmek için uçaklarla Kuran-ı Kerim ayetleri attılar. Demek ki Siyonistler dini bir doktrin olarak Siyonizm’i inşa ederken daha ziyade, Tevrat hükümlerini kendi inançlarına ve davalarına hizmet etmesi bağlamında bir öngörüleri var. Bu nedenle Siyonizm’in ırkçı, siyasi ve sömürgeci yönleri daha baskındır.

Biraz daha açmak gerekir ise bir noktanın aydınlığa kavuşması lazım. Bir müminin, mümin olduğunu imanın altı şartı ile tanımlıyoruz, Allah’a, meleklere, ahirete iman gibi. Siyonizm’in de amentüsü var. Biz bu amentüyü bilmediğimiz zaman, o amentüyü göz önüne almadığımız zaman, hem bu coğrafyada hem dünya coğrafyasında, özellikle 11 Eylül sonrasında, Paris’te ki, olayları anlama şansımız olmayabilir. Kadife darbelerin arka planını göremeyebiliriz. Siyonizm’in amentüsü dediğimiz zaman birinci olarak “vadedilmiş topraklar” inancı çıkar karşımıza.

Sadık Çelik: Ben burada araya girmek istiyorum. Söyleşinin ileri bölümlerinde vaat edilmiş topraklar, “Arz-ı Mev’ud” konusuna gireceğiz. Siyonizm-Yahudilik ilişkisi bağlamında devam etmek istiyorum. Yahudiliğin tarihsel gelişiminde Hz. Musa’nın şeriatına bağlı kalmak isteyen Yahudiler ile Siyonistlerin bir çekişmesini, mücadelesini görüyoruz. Bugün Siyonistler, Yahudileri Hz. Musa’nın şeriatı ile Tevrat ile amel etmeye çağıran, Siyonizm’i reddeden Yahudilerinin üzerinde tam bir tahakküm ve baskı kurmuş durumdalar. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Tabi bir kere Allah razı olsun. İsrail oğulları, Hz. Musa zamanını kastediyorum, Mısır’da 200-300 yıl köle olarak yaşamışlardır. Hz. Musa silah kullanmadan ilahi yardım ve mucizeler göstererek İsrail oğullarını kızıl denizin yarılması suretiyle Firavun ve ordusundan kurtardı. Fakat onlar Firavun’un Kızıl Deniz’de helak olduğunu görmelerine rağmen ibret almadılar. Hz. Musa Tur Dağına gidince İsrail oğulları şöyle bir tabloyla karşılaştılar. Onlar bu arada Hz. Musa’ya diyorlar ki, bize de Mısır halkının ibadet ettiği gibi bir buzağı ya da bir sembol yap, diyorlar. Bildiğimiz üzere Hz. Musa Tur Dağına gidince Samiri yaptığı olağanüstü, her ne yapmışsa sesler çıkaran bir buzağıyı gösterip, sizin ilahınız budur, diye telkin ederek tapmalarını sağlıyor. Böylece İsrail oğulları içinde bir sapma hareketi meydana geliyor. Buna mücadele hukuku açısından baktığımız zaman, toplumlar bu kadar kolay ve hızlı değişmez. İman, bir değişim süreç işidir. Onun için İslam’da da cahiliye dönemi, İslam dönemi ve iman dönemi var. Bu üç dönemi göz önüne almamız lazım. İslam, cahiliyeden iman dairesine geçmek için bir ara dönemdir. Melez değerlerin etkin olduğu, yani farklı değerlerin, cahili değerlerle İslami değerlerin iç içe olduğu bir dönemdir bu. Samiri olayında onu görebiliriz. Burada dikkatimiz çeken bir nokta var. Yaklaşık kırk yıl Hz. Musa İsrail oğullarını çölde dolaştırır. Bunun manası hem yeni bir nesil ortaya çıksın hem de kölelik ruhunun kırılsın isteniyor, hem de bu süre tamamlanmış oluyordu. Ondan sonraki dönemde, Hz. Musa dönemi sonrasında ihtilaflar olmuş ve tarih içinde on iki kabileye ayrılması söz konusu olmuştu. Burada önemli olan nokta, aynı şeyin Türkiye için de geçerli olduğudur. Siyonizm örgütlü, teşkilatlı bir harekettir. Yahudilik ise dinle, inançla ve Musevilik ile özdeşleşmiş bir halkın ismidir. Şimdi burada her Yahudi’nin örgütlü olmadığını göz önüne aldığımız taktirde Siyonizmin tarihi geleneği olan, birikimi olan, taktiği olan, uzun vadeli stratejisi olan, ki biraz sonra o konulara da girmemiz gerekecek,  bir hareket olduğu için, örgütlü, teşkilatlı hareketlerin, teşkilatsız olanlara karşı başarılı olması, etkili olması en doğal hadisedir. Bir kere bu ayrımı yapmamız gerekir.  Yani biz bu durumu Türkiye’de de yaşıyoruz.

Sadık Çelik: Yahudi-Musevi toplumu Siyonizm’e karşı kendi dinlerinden referanslar, dayanaklar çıkarmak suretiyle bir savunma, otokontrol mekanizması neden geliştiremediler peki bu süreçte?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Dikkat ederseniz Yahudilerin bir kısmı Siyonizm’i tasdik etmiyorlar, tepki veriyor, hatta bazı hahamlar karşı çıkıyorlar. Hatta başka bir şey daha var. Biz Siyonizm derken çok homojen bir kurumu göz önüne alırsak yanlış olur. Yanlış hatırlamıyorsam, Amerikan başkanlarından birisi, Carter olabilir, Amerikan başkanının etrafında bir Siyonist lobinin olduğunu, bu lobinin kural tanımaz olduğunu, o yüzden Ortadoğu’da çok yanlış işler yaptığını, bu lobinin kırılması gerektiğini dile getiriyor. Amerikan başkan yardımcıları daha sonra bunu itiraf ediyorlar. Fakat Amerika’da para ve medya gücünü kullanan Siyonistlerce, bu tavrın Anti Semitizm olarak nitelenmesi korkusu ile seslerini çıkaramıyorlar. Biz böyle bir durumu orada görebiliyoruz. Onun için Siyonizm’in lobi faaliyetleri çok güçlüdür. Tabi yine buraya gireriz, aynı şeyi Türkiye için düşünün. Bunlar Türkiye’de de etkili olan teşkilatlı güçlerdir. Bunların sayıları çok az olabilir fakat teşkilatlı güçlerdir bunlar. Fakat ne yaptığını bilen, stratejisi olan, planlaması olan uzun vadeli düşünen hareketler, genel kitleler üzerinde daima etkili olmuşlardır.

Sadık Çelik: Yahudi toplumunun geçmişine baktığımız zaman, tuğyan ve azgınlık içinde olduklarına şahit oluyoruz. Kuran’da bilinen iki tane peygamberi katlettiği naklediliyor. Bu cürümleri işleyen Yahudilerin söylemlerine baktığımız zaman Siyonist öylemler, karakterler taşıdıklarını görüyoruz. Kendilerine gönderilmiş peygamberleri, kendi kabilelerinden olmadığı gerekçesi ile kabul etmiyor, reddediyor ve katlediyorlar. Kuran’da lanetlenen, kınanan Yahudilere baktığımız zaman bu günkü Siyonistlerin karakter yapısı ile bire bir örtüşmüyor mu?

Prof Dr. Burhanettin Can: Başta da söylemiştim ya, hiç bir topluluk homojen değil. Buna şöyle bir örnek verelim bahsettiğiniz konu için güzel bir örnektir. Kuran-ı Kerim’de ki Talut kıssasında geçer. Yahudileri o dönem Amelika diye bir ülke var ve o ülkeyi yöneten Calut adında zalim bir hükümdar İsrail oğullarının ülkelerini basmış, yağmalamış, çocukları almış götürmüş. Yahudiler Peygamberlerine diyorlar ki, Allah’a söyle bize savaşma izni versin. Peygamberleri de diyor ki, Allah size savaşma izni verir de siz savaşmazsanız ne olur? Bakara 244-50-53’e kadar devam eden ayetlerde geçmektedir. Olur, mu hiç? Onlar bizim arazilerimizi, mallarımızı ve evlatlarımız aldılar, onlara karşı savaşacağız dediler. Bunun üzerine savaşma izni çıkınca büyük bir kısmı savaşmaktan, mücadele etmekten vazgeçti. Sonrasında peygamberlerine bize bir melik, komutan göndersin Allah, dediler. Peygamberleri, Allah size Talut’u gönderdi deyince, tutup ona da itiraz ettiler. Dediler ki; ‘o mal ve zenginliği yokken nasıl bize komutan olabilir’ diye itiraz ettiler.

Sadık Çelik: Bir de, Talut’a itiraz ederken, bu işe daha layık olduklarını, soy ve nesep olarak içlerinden daha önde olanlarının varlığını öne sürmüşlerdi değil mi?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Evet bir grupta içlerinden böylece ayrılmış oldu. Sonra savaşmak için hareket eden bu grup, bir ırmaktan geçerken, bu ırmağın suyundan içmeleri, ancak birazı müstesna edilmek sureti ile yasaklanmıştı. Fakat bunların içinden çoğu emre itaat etmediler ve kana kana o sudan içtiler. Böylece bir grupta böyle ayrılmış oldu. Hatta bazı tefsirlerde geçtiği üzere, Calut’un ordusunun kalabalık olduğunu görüp savaşmaktan vazgeçen bir grubun da ayrıldığı nakledilir. Böylece bir grup daha ordudan ayrılmış oldu. Benim buradan gördüğüm şu. Hiç bir toplum homojen değil. Allah Kuran da insanı beşer ve Adem oğlu diye tanımladığı insanın bir sürü özelliklerinden bahsediyor. Allah, insan, beşer denilen insan unsurunu anlatırken, iman etmezler, inkâr ederler, münafıklar, diyor. Kalbinde hastalık olanlar, zalimler vardır diyor. İman edenlere gelince, mümin, müslim, salih, şahit, muttaki diyor. Onun için değerlendirmeleri yaparken toplumları bir bütün, homojen olarak görmek yanlış tabi. Fakat İsrail oğulları içerisinde ifrata varan fikirlerin sembolleştiği, zirveleştiği, ilkeleştiği hatta ana varsayımlar haline geldiği yapıya bakınca Siyonizm’i görüyoruz.

Sadık Çelik: Ben buradan Peygamberimizin (s.a.a) yaşadığı döneme gelmek istiyorum. Kuran’a baktığımız zaman yaklaşık üçte birinin İsrail oğullarından, Yahudi’lerden bahsettiğini görüyoruz. Dolayısı ile Peygamberimizin Yahudiler ile yaşamış olduğu bir süreç, mücadele evresi var. Peygamberimiz Arap yarımadasında yaşayan Yahudi’leri İslam’a davet etti. Kuran’ın tabiri ile onlar seni çocuklarını tanır gibi tanırlar, dendiği gibi Peygamberimizin Tevrat’ta da vasıfları belirtilen Peygamber olduğunu bile bile inkar ettiler. Fakat Peygamberimiz Medine’de yaşayan Yahudiler ile “Medine Sözleşmesi “ olarak adlandırılan bir sözleşme İmzaladı. Bu sözleşme ile İslam, Yahudi’lerin inanç ve ibadet hürriyetlerini tanımış ve garanti altına almış ve güvence vermiş oldu. Bu sözleşme İslam’ın diğer inanç ve dinlere yaşam hakkı ve hoş görüsünü göstermiyor mu?  Peygamberimiz sözleşmeye bağlı kalmasına rağmen Yahudiler sözleşmeye uymadılar ve anlaşmaya ihanet ettiler. Burada, Yahudi-Siyonizm’in tarihsel süreciyle olan ilgisi ve bu anlaşma etrafında neler söylersiniz?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Aslında bu konu başlı başına konuşulması gereken hayati bir konu. Ben bunu bir hoş görüden daha çok, İslam’ın diğer insanlara öngördüğü bir sistem olarak görüyorum. İslam burada onlara kendi hukuklarını uyguluyor. Medine Vesikasına baktığımız zaman ki anlaşmanın ilk maddelerinden biridir; Ümmet kavramının yeni bir boyut kazandığını görürüz orada. Hz peygamberin Mekke’den Medine’ye göçü ile başlar bu süreç. Medine de var olan farklı topluluklar ile özellikle Medine’de Yahudiler etkin bir insan unsurudur. Bu anlaşmayı imzalayanlar, bu anlaşmayı imzalamayanlara göre ayrı bir ümmettir, ifadesi kullanılıyor. Ancak bu anlaşmayı imzalayanlar Müminler, iman edenler ayrı bir ümmet, ayrı bir topluluk, diğerleri ise ayrı bir ümmettir, deniyor. Müminler kendi hukuklarını, Yahudiler ise isimleri tek tek sıralanarak, kabile kabile kendi hukuklarını uygularlar, diyor. Aralarında çıkacak her hangi bir ihtilafta ise Hz. Peygamberi hakem seçerler. Şimdi buraya baktığımız zaman otorite Hz. Peygamberdir. Fakat herkesin kendi hukukunu uygulaması, birinin diğerine zarar vermemesi anlamında baktığımız zaman, ben bunu İslam’ın dünya tasavvuru olarak değerlendiriyorum.

Sadık Çelik: Yani onların kendi İnanç ve hukuklarının uygulayabilecekleri bir yaşam alanının garanti altına alınması sağlanmış oluyor böylece, doğru mu?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Tabi, Selçuklular da en son Osmanlılar da gördüğümüz canlı bir olaydır bu. Kendi hukuklarını uygulamaları, kendi inançlarını yaşamaları, dinlerinin öngördüğü hukuklarını uygulamaları çok önemli bir şeydir. Bu gün Türkiye’de çıkardığımız anayasa raporunda, Medine Vesikasının uygulanmasını, eğer bir sosyal barış isteniyorsa, Türkiye’de de her insan unsurunun kendi inanç ve hukuklarını uygulamasını, bir diğerine zarar vermemesini öngörüyoruz. Bu konu üzerinde çok tartışılması, düşünülmesi gereken bir konudur. Bu gün bu durum Türkiye’nin bir çıkış yolu olarak görülebilir. Tarih boyu Selçuklunun, Osmanlının Endülüs’ün bu kadar uzun yaşayabilmesinin sırlarını bence bu yaklaşımlarda aramak gerekiyor. Batının, Haçlının zulümlerine karşı Yahudiler, İspanya’dan, Polonya’dan buraya gelmiş olmaları, yine bu yaklaşım tarzının bir ürünüdür. Ama bunun içerisinde, İsrail oğullarının, Yahudilerin içinden ifrata varmış olanların, bulundukları ülkelerde de bu ifratı ve fesadı yaymaya devam etmeleri de ayrı bir konudur. Ama Yahudileri yine bir bütün olarak ele alarak değil. Bu ayrımı yaparsak daha rahat sonuçlar alabilir, elde edebiliriz diye düşünüyorum.

Sadık Çelik: O dönemde Medine de üç tane büyük Yahudi kabilesi vardı. Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyze. Müslümanlar ile Yahudiler arasında Hayber Savaşı yaşandı ve Yahudiler yenildi ve Hayber Fethi gerçekleşti. Kur’an-ı Kerim’de, size düşmanlıkta en ileri derecede Müşrikleri ve Yahudileri görürsünüz, buyuruyor. Kuran burada, Müslümanlara düşmanlıkta kimlerin daha ileride olduğunu söyleyerek düşmanlarını tanıtıyor. Allah’ın bize işaret ettiği Yahudilerin, bu gün Siyonistlerin İslam’a böylesi büyük bir düşmanlık ve nefret taşımalarını ne ile izah ediyorsunuz? Bununla ilgili ne söylersiniz?

Prof. Dr. Burhanettin Can: İster Siyonist olsun ister Yahudi isterse Hristiyan olsun, bu konuda bakış açımızın şöyle olması lazım. Biz buna bütün beşeri hadiseleri belirleyen değerler arası mücadele diyebiliriz. İmanlar mücadelesi, farklı imanların çatışması, mücadelesi ve savaşıdır bu. Bu durum kategorik olarak devam eder. Bu da Hz. Adem ve İblis arasında ki kavga ile başlar. Eğer 21. asırda ki Müslüman zihin ayrı bir zamanda ayrı bir mekanda ayrı bir koordinat sisteminde meydana gelen, cennette vuku bulan, Hz. Adem’in yaratılması ve İblisin isyan etmiş olması ve İblisin Hz. Adem ve onun yolundan gidenlere savaş açtığını göz önüne almadığımız taktirde bu gün vuku bulan olayları da çözemeyiz. Türkiye de birçok siyasinin düştüğü yanılgı da bu zaten. Avrupa’yı Amerika’yı stratejik ortak kabul etmesi, model ortak kabul etmesi, müttefik demiyorum, stratejik ortak kavramını, model ortak kavramını, ya da diğer bir deyişle veli kelimesi çerçevesinde dost ve sırdaş kabul edilmesini yanlış görüyorum. Bir kere öncelikle bunun belirlenmesi lazım. Çünkü İblis savaş açmıştır iman edenlere ve bu hususta yemin ediyor. Senin dosdoğru yolunun üzerine oturtacağım, onlara sağlarından sollarında, önlerinden ve arkalarından yanaşacağım ve onları saptıracağım, diyor. Ve ona, İblise tabi olanlar da, Kuran’ın ifadesi ile hidayetçilerin yolundan gidenlere savaş açmışlardır. Burada ikili bir sistem meydana gelir. Müslüman zihnin burada berraklaşması gereken nokta burasıdır. İki değer sistemi vardır hak ile batıl, üçüncüsü yoktur. Hak ve batıl bir birine karıştığı zaman hak, helal ve haram birbirine karıştığı zaman helal, marufla münker birbirine karıştığı zaman maruf değildir. Buradan hareketle belirtelim ki Türkiye Lozan’dan bu yana yanlış yoldadır. Avrupa uyum yasaları çerçevesinde bu ülkeye transfer edilen ne kadar değer varsa, melez değerler sisteminin oluşmasına, bu da şizofreniye sebebiyet vermiştir.

Sadık Çelik: O zaman bu bağlamda, ikili değerler sistemi açısından baktığımızda Peygamberimiz ve ona tabi olanlar hakkın ve tarafını, Yahudiler, müşrikler ve diğerleri ise batıl tarafı temsil ediyordu, değil mi o zaman?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Elbette, bunun arkasında iki rehber ediniş var.  Allah-Peygamber, diğer taraftan iblis-tağut. İki kimlik, iman edenler, inkâr edenler. İki ahlak, iki kültür medeniyet, iki hukuk, varılacak iki yol var yani. 

Sadık Çelik: Burada, onların sinelerinde olanı bilen Allah peygambere hitaben, seni oğullarını tanıdığı gibi tanırlar, diyerek gerçeği bilmelerine rağmen bile bile inkâr ettiklerini, hakka kabule karşı inat ettiklerini bize haber veriyor değil mi?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Elbette, bunu şöyle ifade edelim.  Yahudiliğin yol boyu tarihsel süreç içerisinde ön gördüğü değerler ile orijinal Tevrat değerleri kast etmiyorum; İslam’ın ön gördüğü değerler ile farklılık varsa bu mücadele devam edecek, demektir. Bunu İslam âlimleri tarih boyu hep söylediler. Yakın zamanda Fransa’da ki hadiselerden sonra medeniyetler çatışması ifadesi kullanılıyor. 2001 yılında Amerika da ikiz kuleler, Amerikan derin devleti tarafından, altını çizerek söylüyorum, Amerikan derin devleti tarafından Siyonist’lerin bir hesaplaşması sonucu olarak vurulmasıyla birlikte Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi servis edildi. Aslında onun servis edilmesi, dünyanı etkilemesi v.s sonuçlara ben bakmıyorum. Burada konumuzdan belki biraz sapıyoruz ama ben bazı Müslüman zihinlerde meydana gelen kirlenmeden bahsetmek, dikkat çekmek istiyorum. İblis ile başlayan süreç kıyamete kadar bu değer sistemleri arasında iki farklı yaşam, inanç, kültür ve medeniyetler arasında mücadele, en kötü ihtimal savaş meydana gelecek demektir. Şimdi burada anti parantez olarak, sorunuzla bağlantılı, Bakara-193 ile Enfal-39. Ayetlerde:  “Din günü yalnız Allah’ın oluncaya, yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar malınızla, canınızla savaşın, buyuruyor. Bakın cihat edin demiyor. Ben ayeti şöyle okuyorum. Savaşla, ilgili cihatla, kıtalle ilgili bütün ayetleri alıp topladığımız zaman, Hz. Âdem ile İblis arasında başlayan o büyük mücadele nihai bir hesaplaşmayı getirebilir, öyleyse oraya hazır olun, deniyor.

Yine bu bağlamda yaşanan şoklar var. Müslümanlar Fransa olayları ile birlikte yeni şoklar yaşamaya başladılar. Peygamberimiz buyuruyor ki: Barış dönemleri geçici zamanlardır, öyleyse gelecek mücadeleler için hazırlanın, buyuruyor. Barış geçicidir, mücadele ise kalıcıdır. Hepimizin buna hazır olması gerekiyor.

Sadık Çelik: Bu gün İsrail devletinin, Siyonistlerin kendilerine referans olarak aldığı bir kitap var, Talmut Tevrat’ı. Aslında bu kitap Tevrat’tan ziyade bir tefsirdir. Talmut’un, Tasavan ve Ruzi tefsiri şeklinde versiyonları var. Bu kitapta: İnsanlar sizin kölenizdir, siz ise seçilmiş ırksınız, siz onların, diğer insanların üzerinde dilediğiniz gibi tasarruf hakkına ” sahipsinizŞeklinde birçok ibareler var bu kitapta. Yahudi toplumunun dini duyguları kullanılarak, bu kitap Tevrat olarak sunuluyor, insanlar yanıltılıyor kasıtlı olarak bununla ilgili neler söylersiniz?

Prof. Dr. Burhanettin Can:  Öncelikle şunu söyleyeyim. Burada 2000 yıl önce dünyaya dağılmış, iki sürgünü yaşamış bir halkı, bir arada tutma psikolojisi ne olabilir? Siyonizm’in amentüsü, aslen hahamlar tarafında tahrif edilmiş Tevrat’ın yorumuna dayanıyor, Talmut dediğiniz olay bu. Ya da biraz daha farklı bir şekilde Kabala, Kabalist yaklaşımlar bunu gösteriyor. Mesela vaat edilmiş topraklar, seçilmiş halk, üstün ırk gibi şeylere aslına baktığımız zaman, bu vaadin Allah’ın, peygamberlerin yolundan gidenlere vaat edilmiş olduğunu görüyoruz. Ayetlerin aşağısını, yukarısını aldığınız zaman, gerek Kuran’da gerekse de Tevrat’ta bunun peygamberlerin, vahyin yolundan gidenlere yapılmış bir vaat olduğunu görüyoruz. Fakat bu daha sonraki tarihi dönemlerde, bir ırka mahsus, ya da bir inanç sistemine, tahrif edilmiş, ya da yoldan sapmış bir inanç sisteminin mensuplarına Allah’ın yapmış olduğu bir vaat gibi sunulmuş. Bu durum İslam coğrafyasında da farklı zamanlarda, farklı yapılarda da meydana çıkabilen böyle bir zihinsel algı var. Yani beşerin olduğu her yerde böyle bir durum yaşanabilir.

Sadık Çelik: Allah Kuran’da; Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın, buyuruyor. Burada ki üstün kılış, Allaha iman eden, teslim olan bir milletin, imanı ve teslimiyeti ile üstün olduğunu vurguluyor değil mi? Burada kast edilen üstünlük o iman edişe, teslimiyetedir değil mi?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Elbette onun için söylüyorum, hem Kuran’a hem de Tevrat’ın ayetlerine baktığımız zaman, bunun peygamberlerin yolunda gidenlerle ilgili bir durum olduğunu görüyoruz. Yoksa öteki türlü Araf-163’ten 169’a kadar ki ayetlere bakalım, Burada İsrail oğullarına hitap ediyor. Mesela Cumartesi hadisesi var. Allah yaptıkları işlerden dolayı onlara cumartesi balık avlamayı yasaklıyor onlara. Peygambere hitaben, “kasabanın halkından haber ver” diyor onlara ki onlar Cumartesi balık avlamaya başladılar. Bir grupta çıkıp dedi ki, balık avlayamazsınız, Allah bize bunu yasakladı, diyorlar. Bu defa aralarında gerilim meydana geldi. Gerilim meydana gelince 3. bir grup çıktı ve bu grup bu durumdan rahatsız oldular. Kim bunlar nemelazımcılar. Ben hiç bir toplumu homojen kabul etmeyelim, mutlaka farklılıklar var derken kast ettiğim buydu. Şimdi bakın İsrail oğulları, kasaba halkı arasında şöyle bir durum var. 1) Balık yasağını çiğneyenler var. 2)Ona karşı iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak için mücadele edenler var. 3) Bir de sesiz kalabalık dediğimiz, nemelazımcı, duyarsız bir toplumsal kesim var. Bu sonuncu toplumsal kesim, kötülüğü bu kötü işi icat edenlerden korktuğu için onlara bir şey diyemiyor. Bu nemelazımcı kesim gelip, iyiliği emreden Allah’ın koyduğu kurala uymak isteyenlere diyorlar ki yavan bir tabirle; Allah bunların belasını verecek, ne diye bunlara uğraşıyorsunuz, bir ihtimal olur ya sakınabilirler, diye tavsiyede bulunuyorlar. Dolayısıyla her şeyi homojen görüp te Yahudiler şöyle, Yahudiler böyle dersek hata etmiş oluruz. Hatta ben Siyonistler içerisinde bile ciddi ihtilafların olduğunu tahmin ediyorum. Şimdi durum böyle olunca Allah, kötülükten sakındıranları kurtardı, diğerlerini cezalandırdık diyor. Bu 3 grup iki gruba indiriliyor. Kötülükten sakındıranlar ve isyan edenler şekline indirgeniyor. Bir de su meselesi var. Kuran’dan sorduğunuz soru ile ilgili, Eski Ahit Tekfin 15. babında, “Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar olan bu diyari senin zürriyetine verdim, bu kavimleri sen yöneteceksin”, şeklinde bir vaat edilmiş topraklar inancı var. Yine Tesniye’de 7. bölümün 6-7 de; “Siz Tanrınız Rab için kutsal bir halksınız.” İbaresi var. Seçilmiş halk inancıdır bu. “Tanrınız Rab öz halkı olmanız için yeryüzünde ki bütün hakların arasından sizi seçti. Rabbinizin sizi sevmesi ve seçmesinin sebebi öbür halklardan daha kalabalık olmanızdan dolayı değil, siz sayıca öbür haklardan azsınız” diyor. 2000 yıl önce dünyanın dört bir tarafına dağılmış bu halkı bir arada tutmaya çalışıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz, iyi niyetle başlamış olan, tırnak içinde söylüyorum, iyi niyetle başlamış olan yaklaşım, zamanla tamamen yoldan sapmış oldu. Birincisinde Allah, bu toprakları kendi uğrunda mücadele edenlere, kendi ahkamını ayakta tutmak isteyenlere bu vaadi yapıyor. Yoksa Allah her türlü kötülüğü yapacaksın, her türlü pisliği yapacaksın, sonra yine gelip bu vaadime ulaşacaksın, demiyor.

Sadık Çelik: Burada bu sapkın düşüncelerini, nefsani arzularını dini, kitabi temellendirmelere giderek, Allahın kendilerine bir vaadi ve almış oldukları bir hak olarak gören bu topluluk, Dünya’da, Ortadoğu’da, Filistin ve Lübnan’da her türlü cinayeti ve katliamı, dini bir vecibe, kutsal bir görev sapkınlığı içerisinde algılıyor ve diğer milletlere de bunu kabul ettirmeye çalışıyor.  Bunlar bu sapmanın tezahürleri değil midir?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Burada üçüncü varsayımlar var. Etnik olarak saf ırk sizsiniz, dolayısıyla, Tesniye’nin 3-4 ayetlerine göre onlara kız alıp vermeyeceksiniz, diyorlar. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz, oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız. Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak, başka ilahlara tapmanıza neden olacaktır, ibareli ayetlere inanıyorlar. Şimdi eğer vaat edilmiş topraklar onlarınsa, üstün ırk, ari ırk, Allah’ın seçilmiş halkı ise, bunun doğal sonucu ne olur, siz asılsınız, diğerleri de köle olur. Dolayısı ile diğerlerine yapacağınız her şey meşrudur. Onu da sayılar da 14 ve 18. Ayetlerde görüyoruz. “Onlara bütün kadınlara hayatta bıraktınız demek, dedi. Pekala, şimdi bütün erkek çocukları, bir erkekle karı koca hayatı yaşamış bütün kadınları öldürün ve bütün bakireleri kendinize saklayın.” Şu an yaptıkları bu değil mi bunların? Şimdi bunları besleyen bir başka varsayım daha var. Eğer onu anlayamazsak sorunu çözemeyiz. O da şu, Dünya’da ki Yahudiler için tek devlet vardır, o da İsrail’dir. Siyonistler bunu dini bir gerekçe yükleyerek, kutsallık atfederek dünyadaki tüm Yahudilere empoze etmeye çalışıyorlar. Nihai amaçları tek dünya devletidir bunların. Bence Müslüman camiada bunun üzerinde durmuyor, bu tür şeyleri bir komplo teorisi olarak kabul ediyor. Halbuki Siyonizm’in temel hedefi tüm dünyaya hakim olmaktır. Şöyle bir örnek vereyim. Karaköy’de tarihi bir bina vardır. Orada Siyonist semboller var orada. Siyon yılanı diye bir şey vardır, çok kullandıkları bir tasvirdir. Bu yılanbaşı kuyruğuna değdiği zaman Dünya hâkimiyeti tamamlanmış demektir. O binada baş ve kuyruk bir araya gelmemiş hali ile resmedilmiş o sembol var orada.

Sadık Çelik: Bu sembolde tasvir edilen yılan,  sütuna, bazen de bir yumurtaya sarılı olarak resmediliyor. Yani kısaca Siyonistlerin, İsrail devletinin çabaları bu yılanın başı ile kuyruğunu bir araya getirme, bir dünya hakimiyeti gerçekleştirme çabasıdır o zaman değil mi?

 Prof. Dr. Burhanettin Can: Elbette böyledir. Bakın İllimünati diye bir kitap var. Orada şöyle bir ifade var. İllimünati’nin, yani Siyonist örgütlenmenin kendi holdingleri hariç, özel mülkiyete hiç bir şekilde izin verilmeyecek, milli kurumları, ekonomileri kötüleştirilerek ele geçirilecek, milliyet kavramı yok edilecek, tek para, tek anayasa, tek devlet var edilecek. Yani küresel sermaye denilen, genelde Soros ismi öne çıkan, tamamen tefecilik üzerine kurulmak istenen bir sistem var. Sabah kahvaltısını New York’ta, öğle yemeğini Londra’da, akşam yemeğini Pekin’de yiyen çantayla dolaşan Siyonist, tefeci bir grup var. O grubun göz önüne alınması lazım. İşte o grup Siyonizm’dir, Siyonist harekettir.

Sadık Çelik: İngiltere’de Rotschild ailesi var. Bu aile etkin bir finans gücüne sahip ve İngiltere’yi hatta tüm Avrupa’yı ve dünyayı sömürme çabası içindedir. İllimünati’nin bahsettiği Holdinkler bunlardır değil mi?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Elbette, Amerika’da da Rockefeller var. Rahmetli Erbakan hoca bu konuyu çok gündeme getirirdi, hatırlayacağınız üzere.

Sadık Çelik: Evet kesinlikle. Erbakan hocanın bu konuda ki çabaları ve gayretleri takdire şayandır. Siyonistleri ve Siyonist örgütlenmeyi, onların sömürü düzeninin etkilerini Türkiye’nin, Müslüman’ların gündemine taşıdığı muhakkaktır.

Prof. Dr. Burhanettin Can: Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun. O ömrünü bu konuya vermişti. Onun için Siyonist felsefenin, Siyonist doktrinin bu 6 iman şartı göz önüne alınmadan dünyada olup bitenleri anlamak mümkün değil.

Sadık Çelik: Bu gün üzülerek ifade etmemiz lazım. Müslüman’ların gündeminde bu konular yok. Siyonizm tehlikesi hala gündem olmayan, bilinmeyen bir mesele olarak duruyor. Filistin, Kudüs konusu Müslümanların gündeminde hala hak ettiği kadar, yeteri kadar gündem olmuyor, olamıyor bunu neye bağlıyorsunuz?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Bir devekuşu politikası vardır. Deve kuşunun bir tehlike ile karşılaştığında, kurtulamayacağını anlayınca kafasını kuma gömer. Burada devekuşu, kendisi kimseyi görmüyorsa, kimsenin de onu görmediğini zanneder. Böyle bir politikadan bahsedilir. Uzun yıllar Siyonizm Türkiye’de Erbakan hocanın fantezisi olarak kabul edildi. Ta ki Mavi Marmara ve daha sonra ki taksim olayları süreci ve İsrail’in kavmiyetçi Kürt hareketlerine verdiği destek ile birlikte Türkiye’nin daha çok gündemine geldi.

Sadık Çelik: 1897 Basel konferansına gelmek istiyorum. Siyonistlerin, daha önceden alt yapısı sağlanmak üzere, 1897 yılında Thedor Herzl’in çağrısı ile  Basel’de yaptıkları bir kongre var, büyük Yahudi kongresi. Burada Yahudi devleti kurma fikri gündeme geliyor ve tartışılıyor. Bu konuda 1895 Yılında aynı Thedor Herzl “Yahudi Yevleti” adında bir kitap yazmış ve bu fikri o kitapta temellendiriyor. Orada, o kongrede, Yahudilerin devlet olma fikri daha çok dini mi, yoksa daha çok siyasi bir karar olarak mı öne çıkmış? Orada hangi dini, siyasi gerekçeler ile bu fikir kabul edilip Yahudi toplumuna deklare edilmiş? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyim?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Belki ikisi de bir arada alınmış bir karar. Yani ikisi birden bakmak gerekiyor. Dünyanın dört bir tarafında örgütlenmiş olan Yahudi’yi, Tevrat-Kabala-Talmut düşüncesine mensup bir örgütlenmenin meydana getirdiği bir sonuçtur. Mücadelelerde şöyle bir olay vardır. Kitlelere müşahhas bir hedef göstermeniz gerekiyor. Ve o hedefin etrafında, ortak payda etrafında toparlamanız gerekiyor. Şimdi bugün 3 din açısından Kudüs kutsaldır. Dolayısıyla herkes için orası makbuldür orası. 1897 Basel Konferansında, Filistin’de bir devlet kurma fikri ortaya atılmasıyla, tüm dünyaya dağılmış Yahudi’lerde bir ortak payda oluşturulmuş oldu. Böylece verecekleri mücadeleleri tek bir merkezden yönetme ve legalleşme olayı ortaya çıktı. Hadisenin birde bu boyutu var. Şimdi burada vaat edilmiş toprakları ele geçirme fikri bu işin dini boyutudur. Ama bunu ele geçirebilmek için bir devlete ihtiyacınız var. Genişleme felsefelerini göz önüne aldığınız zaman bu kaçınılmaz oluyor. Ben de bir video var. O videoda, İsrail oğullarının bu coğrafyadaki mücadelesini, 1948 den sonraki politikalarına bir bakın, başka bir olay daha var. Orada, Nil’den Fırat’a kadar vaat edilmiş topraklar var ya, az önce dini gerekçe dediniz, şimdi vaat edilmiş topraklarsa o coğrafyanın ele geçirilmesi de dini bir vecibe olarak kabul edilmiş demektir. Yani bu anlayış aynı zamanda Siyonizm’in amentüsüdür. Şimdi dünyanın dört bir tarafına dağılmış Yahudiler için bir kutsilik, imani bir gerekçe ise vaat edilmiş topraklar müşahhas bir yer olarak ortaya çıkması lazım. Amerikalılar İngiliz’ler, Alman’lar Afrika’da, hatta hatırladığım kadarıyla Latin Amerika’da bunlara bir devlet kurmak istediler. Ama o arada ne olduysa, İngiliz’ler Filistin’i gösterdiler. Tabi bu durum onların politikalarına da uygun. Yani ara kesit olarak baktığınız zaman, İslam coğrafyasını karıştıracak, çıbanbaşı olacak bir yapıya ihtiyaç var, bu bir. İkincisi aynı zamanda Avrupa’da ki devletler, bir türlü kendi toplumları ile entegre olamamış Yahudi topluluklarını da oraya göndermek sureti ile bu yükten de kurtulmuş oluyorlar. Bir de olayın böyle bir boyutu var. Fakat zenginleri göç etmiyor, Rothschild’ler, Rockefeller gibi bankerler, iş adamları göç etmiyor. Hatta Hitler’le anlaşarak, Es Es’lerle anlaşarak ne kadar gariban ve fakir Yahudi varsa Filistin’e göç etmelerini teşvik ediyorlar. Hatta bu konuda Mussolini’den dahi yardım istiyorlar ve Mussolini de yardımcı olacağını söylüyor. Olaya Faşist, diktatör, zalim cephesinden baktığımız zaman bunlar en büyük zalim olarak karşımıza çıkıyor. Hitler’le görüşüp anlaşıyorlar, hatta hitlere yardım edip, ona silah desteği veriyorlar, hatta ari ırk teorisini dahi Hitler Yahudilerden alıyor. Bir sürü kaynak ve belge var.

Sadık Çelik: O Kongrede dini referanslar üzerinden Siyonistler-Yahudiler için bir devlet meydana getirme fikri kabul ediliyor. Aslında Siyonistlerin amacı sadece o topraklarda bir devlet kurmak değil, oradan bir başlangıç, sıçrama yaparak, aslında bir dünya hakimiyeti gerçekleştirme fikrinin, idealinin startını veriyorlar değil mi?

Prof. Dr. Burhanettin Can: Başta ifade ettiğimiz gibi, Siyonizm’i nasıl tanımlarız sorusunda söylediğim gibi, Siyonizm ırkçı, dini, siyasi ve sömürgeci bir doktrindir diye tanımlamıştım. Dolayısıyla dini amaçları, siyasi imkânlara dönüştürme kavgası mücadelesi olarak bakılabilir. Siz, vaat edilmiş topraklar inancına Latin Amerika’da bir devlet kurarak ulaşamazsınız. Birinci varsayım o ise ve Süleyman tapınağının Kudüs’te olduğuna inanıyorlarsa, iman ediyorlarsa, o zaman bunun çabası içinde olacaklardır. Osmanlı’nın o günkü karmaşasını, karışıklığını, 2. Dünya savaşı sıralarında, maalesef Filistin coğrafyada bir devlet kurmaları bu anlamda Siyonistlerin bir başarısıdır. Tehodor Herzl 1897’de, ben İsrail devleti kurma fikrini ortaya attım, ama kırk yıl, ama yüz yıl sonra gerçekleşecektir, diyor.

Sadık Çelik: Evet verdikleri böyle bir zaman dilimi de var ve maalesef büyük oranda da tutturduklarına şahit oluyoruz.

Read 2002 times