Kudüs.. Tarihin Son Durağı!

Rate this item
(0 votes)
Kudüs.. Tarihin Son Durağı!


“Ne Kudüs dünyadaki diğer şehirlerden bir şehirdir ve ne de Filistin meselesi dünyadaki diğer mücadelelerden bir mücadeledir..” 
 
Lübnan Hizbullah’ına karşı durarak, rezerv koyarak, rakip ya da düşman ilan ederek te Kudüs’ü savunmak imkansızdır. Bu zamana kadar İslam ümmeti içerisinde İsrail’e yenilgi tattıran Mayıs-2000 ve Temmuz-2006) tek hareket olan Hizbullah, bu zamana kadar silahını asla İsrail ve onun tetikçileri dışında kimseye doğrultmamıştır. İsrail’e karşı mücadelede her türlü fedakarlığı yapan bu topluluk, canları, malları ve kanları ile İslam ümmetinin ayaklar altına serilmiş olan izzetini ayağa kaldırmıştır. “Mezhepçi, kavmiyetçi veya Neo-Osmanlıcı” fikirlere kapılarak Lübnan Hizbullah’ına karşı durmak, İsrail’e destek olmaktan başka bir şey değildir.

İnsanlığın atası Adem (s)’den bu yana tarih şeridi dediğimiz zaman süreci “hak-batıl” mücadelesinin sahnesinden başka bir şey değildir. Olup biten her şey bundan ibarettir. Gerek şahsiyet ve gerekse tür olarak Adem (s) ile İblis arasında yaratılış anında başlayan “hak-batıl” mücadelesi “Kabil”in ilahi öğretiden saparak “Şeytan”a tabi olması ile “Ademoğulları” arasında bir mücadeleye dönüştü. Önce “Habil ve Kabil”in şahsında mana kazanan “hak-batıl” mücadelesi binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca müşahhas şahsiyetler eliyle yeryüzünde somut ve pratik bir mücadele olarak yürümüştür. İbrahim Nemrut’a, Musa Firavun’a, Muhammed Ebu Süfyan’a karşı.. 

Kur’an-ı Kerim’de “batıl”a karşı mücadeleleri kıssa edilen tüm Peygamberlerin (s) mücadele sahneleri Ortadoğu’dur. Cenab-ı Allah’ın son ilahi kitapta “insan”a yol göstermek için öğütlediği kıssaların tümünün “Ortadoğu”dan seçilmiş olması da besbelli ki başlı başına bir dikkat çekme ve öğüttür. “Hak-batıl” mücadelesi karakterini bu coğrafyada kazanmıştır ve nihayetinde bu coğrafyada hesaplaşacaklardır. Eğer tarihi doğru okursanız zamanınızı doğru anlamlandırırsınız. Ve zamanınızı doğru çözümlerseniz geleceği doğru kurgularsınız! 

Güncel olarak yaşadığımız sosyal ve siyasal olayların tümü de yukarıda tanımladığımız mücadelenin devamından başka bir şey değildir. Zira hiçbir sosyal ve siyasal olay ilanihaye künhü itibariyle “hak ya da batıl” olmanın dışına çıkamaz. Ve madem ki, tüm olup biten “hak-batıl” savaşının birer perdesinden ibarettir o zaman insanlığı tanımlama da Kur’an-ı Kerim’in kullandığı en üst tabirler bize ışık tutmalıdır. İnsanlık iki gruptan ibarettir: “Mustazaflar ve müstekbirler!” 

Irkı, milliyeti, dini, mezhebi, meşrebi, konum, mevki, imkan ve coğrafyası ne olursa olsun “hakları gasp edilmiş; sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel olarak şu ya da bu çapta tasallut, tahakküm ve sömürü altında olan herkes “mustazaf”tır. Velev ki kendi mustazaflığının farkında olmasa bile. Ve ırkı, milliyeti, dini, mezhebi, meşrebi, konum, mevki, imkan ve coğrafyası ne olursa olsun “başkalarının haklarını gasp etmekte; sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel olarak şu ya da bu çapta başkalarına tasallut, tahakküm ve sömürü uygulayan herkes “müstekbir”dir. Velev ki kendi müstekbirliğinin farkında olmasa bile. 

Tüm bunlar ışığında “Filistin Meselesi ve Kudüs Sorunu” bir ırka, millete, dine veya mezhebe ya da belli bir coğrafyaya has bir mücadele değildir. “Filistin Meselesi ve Kudüs Mücadelesi” mustazaflar- müstekbirler mücadelesinin “ana cephesi”dir. “Filistin Meselesi ve Kudüs Mücadelesi” aidiyetler ve coğrafya üstü bir mücadeledir. Dolayısıyla tüm yerel, bölgesel ve hatta küresel diğer sorunlar ve mücadeleler de onun alt katmanlarıdır. Bu sebeple dünyadaki hiçbir mustazafın Kudüs meselesine duyarsız kalma imkan, izin ve lüksü yoktur. Hatta hangi coğrafyada hangi aidiyette yaşıyor olursa olsun bir mustazafın birincil görev ve sorumluluğu “Kudüs Meselesi”dir. Çünkü Kudüs özgürleşirse yerküre hürriyet bahçesine döner. Eğer Kudüs’te “adalet” şemsiyesi açılırsa dünyada zulmün beli kırılır… 

Kudüs için biz mi feda olacağız yoksa “bizim” için Kudüs’ü mü feda edeceğiz 

Amerikan Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararnameyi imzalayıp ABD Büyükelçiliği’nin Tel-Aviv’den Kudüs’e taşınması talimatını vermesi üzerine küresel olarak gözleri ve dikkatleri (uzun bir süredir kaderine terk edilmiş) olan Kudüs’e çevirdi. Yaygın olarak İslam coğrafyasında olmak üzere dünyanın neredeyse her noktasında bu kararı protesto edip, Kudüs ve Filistin’e destek bildiren eylem ve etkinlikler yapıldı/yapılmakta. 

Türkiye’de de neredeyse her şehirde eylem ve etkinlikler icra edildi/edilmekte. Vatanın cadde, sokak ve meydanlarının “Kahrolsun Amerika! Kahrolsun İsrail!” sloganları ile inlemesini Allah’ın bir lütfu ve inayeti olarak görüyor, hamd ediyorum. Ancak aynı zamanda bu mücadelenin sağlıklı bir zeminde yürüyebilmesi için daha önceki pek çok tecrübeden hareketle bazı konuları analiz etme ve dikkat çekmeyi de bir görev ve sorumluluk addediyorum. 

Türkiye İslamcılığı, on beş yıla ulaşmış olan iktidar tecrübesi sırasında maalesef birçok alanda başarılı bir sınav verememiş ve ortaya erdemli bir ürün çıkaramamıştır. Bu zaman diliminde işlenen fecaatlerin en başında: Biz, “değerler ve ilkeler”i ikame etmek, onlara hayat vermek ve gerekirse bu uğurda her türlü fedakarlığı yapmak için yola çıkıyoruz denildikten sonra yolda “makam, mevki, imkan ve konum” için her türlü “değer ve ilke”nin feda edilerek içinin boşaltılması ve bir “rant”ta dönüştürülmüş olması gelmektedir. 

Maalesef aidiyetler ve coğrafya üstü olması gereken “Kudüs” meselesinin Türkiye’de ele alınış biçimi çoğu zaman “mezhepçi ve kavmiyetçi” bir yaklaşım içermekte. Türkiye İslamcılığının duçar olduğu pragmatizm ve makyavalizm hastalıklarını da dikkate aldığımızda işte bu gerçeklik, “Kudüs” meselesinin de bazı “sosyal ve siyasal rantlar”a dönüştürülmesi tehdidini bağrında taşıdığını göstermektedir. 

İşte bu noktada özellikle “imkan, güç, konum ve mevki” sahipleri ile “toplumsal ve dinsel kanaat önderleri”ne şu uyarıyı yapmayı vicdani bir sorumluluk görüyor ve diyorum ki: “Kudüs Meselesi, “insanlık”ın meselesidir. Kişisel, grupsal, ulusal hiçbir menfaat veya kazanım Kudüs meselesinden daha değerli değildir. O yüzden Kudüs meselesini kirletecek, sulandıracak, ulusallaştıracak ya da mezhepleştirecek her türlü girişim, yol ve yöntem Kudüs’e ihanettir; insanlık ve İslam’a karşı zulmettir.” 
Kudüs’ü savunmak, Kudüs’ü savunanı savunmakla mümkündür 

“Kudüs Meselesi” konusunda Türkiye’de yaşanmakta olan paradoksların en garabeti ise meseleye bütüncül ve evrensel olarak değil de “parçacı, kavmiyetçi ve mezhepçi” bakmaktan kaynaklanan “dost ve düşman” tanımlarının yapılamıyor veya tam ters olarak yapılıyor olmasıdır. 

Eğer gerçekten samimiyet ve ihlasla Kudüs’ü savunmak ve özgürleştirmek istiyorsak o zaman “Kudüs”ün dost ve düşmanlarını belirlememiz; dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmamız gerekir. Bir yandan “Kudüs”ü savunup onu özgürleştirmek istediğini iddia etmek ama bir yandan da onun düşmanları ile iş tutmak veya dostlarına düşmanlık bellemek özünde Kudüs’e ihanet olduğu gibi en hafif ifadesi ile de “cehalet ve ahmaklığın” dibine vurmaktır. 

Şimdi bu minvalden olmak üzere bazı özel gerçeklikleri maddeler halinde analiz edelim: 

1- “Kudüs”ü kime karşı savunacağımızın adını koymalı ve onları düşman bellemeliyiz. Mademki Kudüs, İsrail işgali altındadır ve İsrail’de Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’da ki ileri karakoludur; o zaman düşmanımız bellidir. Büyük Şeytan Amerika ve onun Gasıp Siyonist Uşağı İsrail! Fikirsel olarak ta “emperyalizm ve siyonizm”! Eğer kim Amerika ve İsrail’i dost ve müttefik belliyor onlarla iş tutuyorsa o, Kudüs’e karşı ihanet içerisindedir ve onun mücadelesi sahtedir. İster bireysel olsun ister cemaatsel ve isterse devlet bazında hem İsrail ile dost olmak ve hem de Kudüs mücadelesi vermek aklen ve pratik olarak muhaldir. Zira Kudüs için özgürlük mücadelesi vermenin ilk şartı İsrail’in meşruiyetini yani işgali yani gasbı yani zulmü reddetmektir. 

2- İslam İnkılabı’na karşı olarak veya İslam İnkılabı’nı itibarsızlaştırmaya çalışarak “Kudüs”e dost olmak ve Kudüs için mücadele vermekte mümkün değildir. Zira İslam İnkılabı’nın ontolojik olarak ilk hedefi “Kudüs”ü özgürleştirmektir. Ve İslam İnkılabı geride bıraktığı otuz sekiz yılda bunu çok fazlası ile ispat etmiş ve Filistin davasının gerçek hamisi olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca gerek Kudüs için mücadele eden Filistin (HAMAS, İslami Cihad, FHKC hatta FETİH) hareketleri ve gerekse Lübnan Hizbullah’ı bu gerçeği defalarca deklare etmişlerdir. 

3- Lübnan Hizbullah’ına karşı durarak, rezerv koyarak, rakip ya da düşman ilan ederek te Kudüs’ü savunmak imkansızdır. Bu zamana kadar İslam ümmeti içerisinde İsrail’e yenilgi tattıran Mayıs-2000 ve Temmuz-2006) tek hareket olan Hizbullah, bu zamana kadar silahını asla İsrail ve onun tetikçileri dışında kimseye doğrultmamıştır. İsrail’e karşı mücadelede her türlü fedakarlığı yapan bu topluluk, canları, malları ve kanları ile İslam ümmetinin ayaklar altına serilmiş olan izzetini ayağa kaldırmıştır. “Mezhepçi, kavmiyetçi veya Neo-Osmanlıcı” fikirlere kapılarak Lübnan Hizbullah’ına karşı durmak, İsrail’e destek olmaktan başka bir şey değildir. 

4- Suriye Vekalet Savaşı’nı çözümlemeden ve Esad’ın Kudüs savunmasındaki yer ve konumunu kavramadan da Kudüs’ü savunmak mümkün değildir. Suriye Vekalet Savaşı, Amerikan emperyalizmi ve siyonizm işbirliğiyle yüzden fazla ülkenin maddi manevi katkısı ile Kudüs’ün işgaline gidecek yolu açmak için çıkartılmıştı. Ancak meseleye “Mezhepçi, kavmiyetçi veya Neo-Osmanlıcı” olarak bakanlar, Amarika ve israil’e hizmet ettiklerinin farkına varamayıp hakikatte Amerika’nın tetikçileri olan “tekfirci cihadistler” eliyle “İslam Devrimi” hülyalarına saplandılar… “Karakteri gereği “hakikat”in üzeri örtülebilir fakat yok edilemez!” gerçekliği bir kez daha tekerrür etti ve kör gözler hariç tüm dünya için Esad’ın direnişinin sadece kendisi ile alakalı olmayıp tüm bölgenin kaderini savunduğunu hakikati ayan beyan oldu. Şimdi “taassup” batağından kurtulma zamanı. Artık şunu idrak edelim ki: “Esad’a karşı savaşmak “Kudüs”e karşı savaşmaktır. Esad’ı düşürme çabası İsrail’e Kudüs’ün yolunu açma çabasıdır.” Kudüs’ü savunacaksak eğer bir an önce Esad’ı “dost ve müttefik” kabul etmeliyiz. 

5- Tekfirci akımlar ve tekfirci cihadist örgütlere destek vererek te Kudüs savunması yapmak imkan dahilinde değildir. Al-i Suud ve Onun coğrafyayı zehirlediği dinsel anlayışı “vahhabizm” İslam ümmeti içerisine yerleştirilmiş siyonist bir yapılanma ve akımdan başka bir şey değildir. Bu zehirli akımın açığa çıkarttığı “tekfirci cihadist örgütler” (Taliban, Kaide, Nusra, IŞİD, Boko Haram, Şebab, Heyetüş Şam vs.) ise Ortadoğu’da Amerika ve İsrail lehine tetikçilik yapmaktadırlar. Bunlar bilinçle ya da gaflet ve cehaletin kurbanı olarak İslam ümmetinin enerjisini heba ettirmekte; Amerika ve İsrail’e mevzi açıp zaman kazandırmaktadırlar. Bir zehir kuyusu olan “Vahhabizm”, onun finansörü ve devlet yapılanması olan Suud ile “tekfirci cihadist örgütler”e destek sunarak İsrail ile mücadele olmaz. Zira bunlar bizatihi İsrail’in kollarıdırlar. 

6- Mezhepçilik ve kavmiyetçilik penceresinden bakarak Kudüs’ü doğru ve sarih olarak ne görmek mümkündür ne anlamak ve ne de savunmak. Yukarıda da belirttik Kudüs, aidiyetler ve coğrafya üstü bir konudur. Onu savunabilmek için önce onu anlamalıyız. Oysa ”mezhepçilik ve kavmiyetçilik” insanı “aidiyet ve coğrafya zindanı”na hapseder. Aidiyet ve coğrafya zindanına hapsolmuş şahsiyet ya da topluluklar, farkında olarak ya da olmayarak aidiyet ve coğrafya faşizminin tepe noktası olan “siyonizm”e bulaşmışlardır. “Siyonizm”den parçalara taşıyarak, az çok ondan beslenerek İsrail ile mücadele etmek Kudüs’ü savunmak mümkün değildir… 

Hepimizin; tüm mazlum, mahrum, mustazaf şahsiyet ve kitlelerin kaderi “Kudüs”tedir. Sömürülmüş; tasallut, tahakküm ve sömürü altında olan tüm coğrafyaların özgürlük anahtarı “Kudüs”tedir. “Kudüs”ün kurtuluşu ise önce onu doğru anlama ve anlamlandırmadadır. Ancak önce şu soruyu doğru cevaplayarak yola koyulabiliriz: “Hangi “Kudüs”ü kimin “Kudüs”ünü niçin ve nasıl savunacağız? 

Zira “Ne Kudüs dünyadaki diğer şehirlerden bir şehirdir ve ne de Filistin meselesi dünyadaki diğer mücadelelerden bir mücadeledir..” 

Muntazar Musavi

Read 1970 times