İmam Hamenei Ne Yapmak İstiyor, Siz Ne Yapmaya Çalışıyorsunuz...?

Rate this item
(0 votes)

 “İmam Hamenei’nin Büyük Planı” başlığı altında yayınladığımız özel haberde görüleceği üzere, Eski İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar’ın, Tel Aviv’deki bir Siyonist merkezde gazetecilere ve diplomatlara hitaben yaptığı konuşmada, İslam İnkılabı İmam Hamenei’nin, siyonist rejime bakışını yansıtması, kuşkusuz ki oradaki siyonistlerin yüreklerine büyük bir korku düşürmüştür.

Aznar konuşmasını kısaca şu cümlelerle bitiriyor:

“İran’ın vizyonu, İsrail’in tamamıyla yok edilmesi, bitirilmesi, ortadan kaldırılıp İsrail tarihinin kapanmasıdır.”

Kuşkusuz ki bu hakikat, İslam İnkılabı’nın temelde varlık gerekçesiydi; zira İslam İnkılabı Önderi Merhum İmam Humeyni, İslam İnkılabı’nın zaferi ulaşmasından yıllarca önce, sürekli "kanser mikrobu" olarak tanımladığı siyonist rejimin ortadan kaldırılması gerektiğini belirtiyor, bütün dünya Müslümanlarını, bu kanser uruna karşı mücadele sahnesinde sorumluluklarını üslenmeye çağırıyordu.

İslam İnkılabı’nın zafere ulaşmasının ardından, başlarına nelerin geleceğinin çok iyi farkında olan dönemin siyonist rejim başbakanı Menahem Begin “İsrail için kabus başladı” derken, Merhum İmam Humeyni de dünya Müslümanlarına, Kudüs’ün özgürleştirilmesi hedefini gösteriyordu; artık, “İsrail’siz bir Ortadoğu” kurulmasının dönemi başlamıştı.

İslam İnkılabı ile birlikte, siyonizme karşı mücadele, ulusal ve laik çizgiden İslami bir kimliğe dönüşüyor, bunun ilk örnekliği olarak da, 1982 yılından itibaren Lübnan topraklarında işgalci siyonist rejim güçlerine karşı, "Hizbullah" adı altında tarihi bir direniş başlıyordu. Kuşkusuz ki bu süreçte en büyük emeği olanlardan biri de Kaddafi rejimi tarafından ortadan kaldırılan Şehid İmam Musa Sadr idi. Zira İmam Musa Sadr, Lübnan toprakları üzerinden Siyonist rejime karşı İslam tokadını kaldıran ilk liderdi.

İslam İnkılabı’nın zaferinin siyonist rejimin varlığını tehlikeye attığını ve kendi bölgesel sulta ve çıkarlarını yok edecek bir iradenin ortaya çıktığını gören dünya emperyalizmi, başta Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi bölgesel müttefiklerini de yanına alarak, henüz devrimin üzerinden 19 ay geçmişken Saddam rejimini İslam Cumhuriyeti’nin üzerine saldırdı.

22 Eylül 1980 tarihinde başlatılan bu savaşın ilk haftalarında İran’ın 11 şehri işgal edilmiş, emperyalist dünyanın Saddam’a verilen bombaları genç İslam Cumhuriyeti’nin üzerine yağdırılmaya başlanmıştı.

Saddam’ın başbakanı Taha Yasin Ramazan’ın savaşın ilk günlerinde Irak’ın El Cumhuriye gazetesine verdiği demeçte de görüleceği üzere, hedef İslam Cumhuriyeti’nin yıkılması ve İran’ın beş parçaya ayrılmasıydı. Saddam ise, bir hafta içinde “zafer” (!) ilan etmek üzere kutlama hazırlıklarını yapmaya başlamıştı bile.

Saddam İran’a saldırısının adını İran’ın Müslümanlar tarafından Kadisiyye savaşıyla fethine atıfla “El Kadisiyye” koymuş, kendisini de “Kadisiyye Komutanı” ilan etmişti. Başını Suudi Arabistan rejiminin çektiği Amerikancı İslam cephesi de, İslam Devrimi’nin “Mecusilerin geri dönüşü” olduğunu ileri sürerek, Saddam’ın İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaşını, bölgede “Fars imparatorluğu” kurmak isteyen “Mecusi İran yönetimi”ne karşı “ümmetin cihadı” olarak sunmuştu.

İslam Cumhuriyeti’ni yıkma operasyonları sadece Irak Baas rejiminin dış saldırıları ile değil, içerdeki münafık ve işbirlikçilerin terör saldırıları ile de sürüyordu. İslam İnkılabı’nın önder kadrosundan Muhammed Hüseyin Behişti’nin, başbakan Muhammed Cevad Bahoner’in, Cumhurbaşkanı Ali Recai’nin bombalı saldırılarda şehid edilmesi ve bunun yanı sıra devrimin bir çok öncüsünün bu saldırılarda kurban olması, İslam Cumhuriyeti’ne yönelik küresel yıkım operasyonunun boyutlarını gözler önüne seriyordu.

İslam Cumhuriyeti yalnızdı, ama, on binlerce şehidin kanıyla zafere ulaşan bu devrimi, çok daha büyük zaferlere ulaştırmaya azmetmiş inkılabın muhlis ve sadık oğulları, düşmanların tüm bu saldırılarını göğüsleriyle durdurarak asıl hedefe doğru yönelmeye başladılar.

1982 yılının Mart ayı, siyonist rejim güçlerinin Lübnan’ı işgal ettiği tarihti; öyle ki Ariel Sharon liderliği altındaki siyonist işgal güçleri tüm azgınlığı ile Beyrut’un kapısına kadar gelmiş, burada sahipsiz ve korumasız kalan Filistin mülteci kamplarına saldırarak binlerce masum Filistinliyi katletmişti.

Irak Baas rejimi Batılı efendilerinden edindiği kimyasal silahları kullanarak ve İran’ın sivil yerleşim bölgelerini uzun menzilli füzelerle vurarak cephelerde aldığı yenilgiyi telafi etmeye çalışırken, diğer yanda da siyonist işgal güçleri Lübnan’da büyük katliamlar gerçekleştiriyordu.

İşte bu sırada İmam Humeyni, siyonist düşmanın işgal ve saldırganlığının önlenmesi için İslam devriminin çocuklarının Suriye üzerinden Lübnan’a gönderilmesi talimatını verdi. Zira asıl düşman, bir kanser uru olan ve Müslümanların kanlarına susamış İsrail idi. Bu dönem Lübnan İslami direnişinin başladığı dönemdi.

Lübnan’daki Hizbullah savaşçıları 18 yıl sürecek olan bir direnişle siyonist düşmana hiç ummadığı darbeleri indirmeye başladığında, artık bu siyonist varlığın tarihin çöplüğüne atılmasının da başlangıcı olacaktı…

Bu dönemde bir isim çok özel bir misyon üslenmişti. Seyyid Hasan Nasrullah’ın açıkladığı üzere, dönemin cumhurbaşkanı Seyyid Ali Hamenei, bir taraftan Irak bası saldırganlığı karşısında cephelerin azim ve moral kaynağı iken diğer taraftan da, siyonist düşmanla savaşta İmam Humeyni’nin vekili idi. İmam Hamenei o dönemde bütün gücünü, siyonist işgal rejimine karşı İslami direnişin zaferine adamıştı. Şehid Rağıb Harb’lerden, Seyyid Nasrallah’lara kadar süre gelen direniş önderliği İmam Hamenei’nin yol göstericiliği altında siyonist düşmanla bir ölüm kalım savaşı sürdürüyordu.

Seyyid Nasrullah’ın belirttiği üzere, rahmetli İmam zamanında İmam Hamenei’nin yol göstericiliğinde hareket eden Hizbullah direnişi, İmam Humeyni’nin rıhletinden sonra bu kez doğrudan kendisinin rehberliği altında direnişi sürdürdü.

Bu süreçte en önemli dönüm noktası kuşkusuz ki, Temmuz 2006’daki “33 Gün Savaşı”dır. Siyonist rejimi hüsrana uğratan bu bu savaşın asıl komutanının İmam Hamenei olduğunu Seyyid Nasrullah’ın kendisi bizzat beyan etmiştir.

İmam Hamanei’nin müdahil olduğu ikinci büyük savaş ise, Siyonist rejimin Gazze’ye yönelik başlattığı büyük saldırıda, 22 gün süren "Furkan savaşı"nda, bu savaşa müdahil olan İslam Cumhuriyetinin bütün sevk ve idaresi İmam Hamanei’nin liderliği ile olmuştur. Nitekim Gazze savaşının hemen ardından Tahran’a giden Hamas lideri Halid Meşal’in, İmam Hamanei’ye hitaben “zaferimizde en büyük pay size aittir” şeklindeki beyanı da bu gerçeği ortaya koymaktır.

Şimdi ise sıra final savaşına gelmiştir; hiç kimsenin zerre kuşkusu olmasın, siyonist rejimle bundan sonraki savaş, tamamıyla bir “final savaşı"dır; bu savaş siyonist rejimin sonunu getirecektir, Allah’ın izniyle bu fethe az bir zaman kalmıştır…!

Veliyy-i Emr-i Müslimin İmam Hamenei'nin yegane hesabı da, İslam Ümmeti'ne Özgür Kudüs'ü kazandırmaktır. Zira şehadet sevdalısı özgür Kudüs savaşçıları sabırsızlıkla onun emrini yerine getirmek üzere eller tetikte amade beklemektedir...!

Bunu yakında hep birlikte göreceğiz.

Rabbimizden niyazımız mübarek Ramazan ayını Feth-i mübinlerin müjdesi kılmasıdır.

Gelelim beri tarafa…

Acaba şimdi birilerinin bugünlerde doğrudan doğruya İmam Hamenei gibi bir şahsiyetin ihtiramına hücum etmeye kalkmaları nedendir?

Birileri orada burada, uzakta yakında, İslam Cumhuriyeti’nin ulusallaştığını ve İslam inkılabının da mecrasından saptığını ileri sürerek, kendilerince bu inkılaba olan eğilim ve teveccühü kırmaya çalışıyor, İslam inkılabı rehberliğinin ümmet arasındaki rolünün etkisizleştirilmesi için bütün güçlerini ortaya koyuyorlar.

Öylesine ilgisiz ve öylesine mesnetsiz iddia ve görüşler ile sürülmekte ki, eğer “cehalet”i “bilgi yetersizliği” noktasında alacak olursak, bu kişilerin “cahil” olduğunu söylemek doğru olmaz. Zira okumuş, kalın kalın kitap yazmış kişiler bunlar. Ama “cehalet” sadece “bilgi yetersizliği” anlamına gelmiyor. Hakk karşısında ısrarla ve inatla direnç gösterenler de “cahil” olarak kabul edilmişlerdir; velev ki çokça okuyan, kitap yazan, konferans veren üstatlar bile olsalar…

Halbuki bu kişiler, İran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında batı destekli fitne döneminde, İran’ı ulusallaştırmak için çırpınıp duranların yanında sıraya girmişlerdi. Bir taraftan kalkın “Ne Lübnan, Ne Gazze, Canım Feda İran’a” sloganları atanlara alkış tutun, diğer taraftan da İran’ı ulusal çıkarlarını tehlikeye atmakla itham edilen İmam Hamenei’ye “ulusalcılık” suçlamasında bulunun!

Eğer sizde zerre misali bir hakkaniyet olsaydı, içinizde biriktirip durduğunuz kin ve husumeti böylesine arsızca ortaya dökmez, asılsız itham ve iftiraların arkasına gizlenerek pervasızca ümmetin aziz şahsiyetlerini tahkir ve tezyiflere yönelmezdiniz...

Kullandığınız dilin, siyonistlerin dilinden ve üslubundan bir farkı var mı? Shimon Peres’lerin, Netenyahu’ların, Clinton’ların, Lieberman’ların dediklerinden farklı ne diyorsunuz? Suud ve Katar rejimlerinin kapıkulu saray uleması ne zamandan beri size rehberlik eder oldu?

Sıffın savaşı öncesinde, Şam minberlerinde bir taraftan kaldırılan kanlı gömlekler, diğer taraftan Hz. Ali’nin şahsiyeti hakkında ortaya atılan iddialar, Şam’ın dindar halkını kaldırıp Sıffin meydanına götürmüştü. Esir alınan bir Şamlı’nın ise, Hz. Ali’nin içki içip namazı terk ettiğini söylemesi, onların hangi söylem ve saikle harekete geçirildiğinin ibret verici örneğini teşkil ediyordu.

Yapılan propagandaya göre, bir tarafta Emevi diktatörlerinin dindarlık ve takvası, (!) diğer tarafta ise İmâmu’l muttakîn olan Hz. Ali’nin fısk-u fücuru..(!) Böylesi yoğun bir propaganda altında kalan Şam’ın Müslümanları başka ne yapsın...? Demek ki, bu ümmete Ali’ler yerine Şam’daki haramzadeler hükmedecekti? Demek ki bu ümmeti Resulüllah’ın lanetledikleri yönetecekti..?

Ve ardından Nehrevan…

Nehravan savaşında haricilerin ağır bir yenilgi almasının ardından, biri gelip Hz. Ali’ye der: “Elhamdülillah, kurtulduk bu haricilerden!” Hz. Ali ise ona şöyle cevap verir: “Hayır, bu bir zihniyettir ki, ümmete her zaman musallat olacak. Bunlar babalarının sülbündedirler…!”

Bir tarafta, Kur’an’a karşı Kur’an sayfalarını kaldıran Sıffin siyaseti, diğer tarafta ise, “hüküm ancak Allah’ındır” ayetini şiar edinerek “canlı Kur’an”ı tekfir eden Nehrevan zihniyeti. Bunlar sonuçta birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Bunlar sadece tarihte yaşayıp gitmediler, bugün de karşımızdadırlar…

Şimdi de karşımıza çıkıp yeni Sıffin ve Nehrevan taktiklerine başvuruyorlar…

Ta Kerbela’ya gelindiğinde ise, İmam Hüseyin’in kesik başı üzerinde “atalarımızın intikamını aldık” diyen Yezid zihniyeti….

İçlerinde biriktikleri kin, haset ve husumet ile gözledikleri intikamı, İmam Hamanei üzerinden almaya kalkan bu tayfa istediği kadar çırpınıp dursun, su üzerindeki köpükten başka bir anlam ifade edemezler. Onlar ancak konjonktür yağmacılığı ile, fırsat avcılığı yaparlar. Puslu havaları bekler, dumanlı havalarda saldırırlar. Ancak bu pus ve dumanların kaktığı günler uzak değil elbet. O zaman göreceğiz o utanç dolu yüzlerini…

Biz yolumuza devam edeceğiz; hedefimiz de değişmedi, menzilimiz de. Mihverimiz de değişmedi, mukavetemiz de...

Özgür Kudüs yolucularına selam olsun...

Nureddin ŞİRİN

 

 

Read 1468 times