Hizbullah'ın İsrail'e saldırıları ve Türkiye ile İran'ın işbirliğinin önemi

Rate this item
(0 votes)
Hizbullah'ın İsrail'e saldırıları ve Türkiye ile İran'ın işbirliğinin önemi

Hizbullah’ın Siyonist İsrail rejimine saldırıları, daha geniş çaplı savaşın başlama olanağı, Aksa Tufanı operasyonunun dünya kamuoyu üzerindeki etkisi, İran ve Türkiye’nin işbirliğinin önemi başlıkları Ulusal Kanal İran Temsilcisi Gürkan Demir ile röportajımızda değerlendirildi.

Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları ve daha geniş çaplı bir savaşın çıkma olanağını değerlendiren Ulusal Kanal İran Temilcisi Gürkan Demir İRNA Türkçe servisine konuştu.


Aksa Tufanıyla birlikte yenilmez İsrail, yenilmez ABD algısı aniden çöktü

7 Ekim tarihinden beri yaşadıkları paniği hala üzerlerinden atlatabilmiş değiller. Hollywood sinemasının yarattığı "yenilmez İsrail" , "yenilmez ABD" algısı bir sabah aniden çöktü. Bu sarsıntı sadece Tel Aviv ve Washington'da değil, yıllardır bu ülkelerin hizmetkârı gibi davranan kimi Avrupa başkentlerini de derinden etkiledi. Aslında Filistin direniş güçleri, ABD ve İsrail'e atıfla muktedir bir güç olarak kabul edilen bir rüyayı sona erdirdi. Klişe bir örnek vardır. "Köşeye sıkışan kedi tırmalar." Bu tırmalama kedinin sıkışmışlıktan nasıl çıkacağını bilemeden gelişigüzel patilerini savurmasıdır. En nihayetinde bu tırmalama bazı yaralar oluşturur ama o kedinin o an yaşadığı panik, korku ve mağlubiyet sabittir. Bugün İsrail'in savunmasız sivillere yönelik, hastane, okul, dini mekanlar fark etmeksizin saldırılar düzenlemesi köşeye sıkışan kedi misali tırmalamaktan başka bir şey değildir. Keza ABD'nin ne olduğunu anlayamadan tek seçenek olarak bölgeye askeri güç yığınağı yapması da bunun bir parçasıdır. 7 Ekim akşamı olmasa bile birkaç gün içinde Tel Aviv'e Filistin bayrağı dikileceği korkusunu derinden yaşadılar. Ve bütün bunlar Filistinli direniş güçlerinin, azim, kararlılık ve inanmışlığının sonucu oluştu. Geldiğimiz nokta itibariyle operasyonun ilk günleri ortaya atılan “İsrail istihbaratının bundan kesin haberi vardı” gibi yaklaşımların çok da bir kıymetinin olmadığı anlaşıldı. Şüphesiz uzun süredir Filistin direniş grupları tarafından yapılan hazırlık İsrail’in dikkatini çekmiştir. Yani Hamas, 3 kilometre menzilli füzelere sahipken, 250 kilometreyi bulan füze üretimine başlamış olması herhalde herkesin dikkatini çeker. Ama öyle anlaşılıyor ki Tel Aviv güç sarhoşluğu veya bir başka deyişle güç zehirlenmesi yaşadığı için 7 Ekim senaryosuyla karşılaşmanın yakın tarihte olmasını beklemiyordu.

- Aksa Tufanı operasyonundan sonra Türkiye’nin tutumu nasıldı?

Bazı başkentler gibi Ankara da 7 Ekim sabahı ve birkaç günlük zaman içinde tam olarak ne olduğunu anlamakta zorlandı. Aksa Tufanı Operasyonu’nda kısa sürede elde edilen başarı ve operasyonun devam etmesi sonrası Ankara sahadaki gelişmeleri daha yakından anlamaya başladı. Her geçen gün İsrail saldırılarına verilen tepkinin ve Hamas’a verilen desteğin dozu söylemde artsa da eylemde daha somut adım beklentileri var. Ve Ankara (Ak Parti hükümeti) henüz halktan yükselen somut adım çağrılarına tam manasıyla karşılık verebilmiş değil. İsrail, Türkiye’den diplomatlarını çekti, vatandaşlarına Türkiye’ye gitmemeleri yönünde seyahat uyarısında bulundu. Yaptırımları Ankara’dan Tel Aviv’e beklerken tam tersi oldu. Ankara, İsrail ile yapılması gündemde olan gaz anlaşmalarının askıya alındığını duyurdu. Bu hayata geçirilmesi zor olan projeler için zaten enerji harcamak anlamsızdı. Kaldı ki projeler hayata geçirilseydi de işte son 25 gündür yaşadığımız gibi İsrail elde ettiği mali kaynakları bombaya, füzeye çevirip Filistinlilerin üzerine yağdırıyor. Türkiye süreç için kazan kazan yaklaşımı sergilese de Filistin’in Türkiye’nin güvenliği için de bir ön cephe olduğunu düşünürsek “kazan kazan” değil, “kaybet-kazandır” süreci başlardı.

Türkiye Hamas’a karşı kara propagandalara dur dedi
 Ankara, Atlantik cephesi tarafından yürütülen “Hamas eşittir Terörist” algısına kara propagandasına karşı önemli bir çıkış yaptı. Bu süreçte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Hamas siyasi liderliğiyle görüştü. Daha fazla gecikilmeden Türkiye, Hamas yetkililerini Ankara’da ağırlamalı, sürece verdiği desteği ve Hamas hangi katkıyı istiyorsa onu vermeye hazır olduğunu bu görüşmede açıkça bir kez daha ilan etmelidir. Mitingler, gösterileri yürüyüşler şüphesiz önemli ancak elinde yaptırım gücü olan devlettir, devleti de şu an yöneten hükümetin bir an evvel daha somut adımlar atması gerekmektedir.


Hizbullah İsrail’in korkulu rüyasıdır
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun korkulu rüyası Lübnan Hizbullah’ının sürece dâhil olmasıdır. Çünkü daha önce İsrail’in Hizbullah’a karşı yaşadığı bir mağlubiyet var.

 

 Bunun yanı sıra bölgedeki direniş güçleri arasında düzenli orduya en yakını Hizbullah, en nitelikli ve nicelikli insan gücüne sahiptir. İnsan gücüyle birlikte, havada, karada ve denizde en etkin, caydırıcı silahları da elinde bulundurmaktadır. Hizbullah’ın dâhil olması işgal topraklarının kurtarılmasında önemli bir etkiye sahip olacaktır. Yani haritaları değiştirecek bir adım kapasitesindedir. Aynı zamanda bir yandan güneyde Gazze cephesiyle meşgul olan İsrail’in kuzeyde de açılacak yeni bir cepheyi kaldıracak güç ve imkânı yoktur. Zaten ABD’nin bölgeye getirdiği askeri güç de bunu açıkça ortaya koymaktadır. İsrail’in yalnız başına bağımsız Kudüs’te Filistin bayrağı çekilmesini engelleyecek kudrete sahip olmadığını bilen Washington yönetimi bu adımları atmaktadır. Tabi sürecin başından beri Lübnan Hizbullah’ının alacağı tavır tartışılıyor. Bana göre burada birkaç ince çizgi var. İlki, Filistin direniş güçlerinin kendi öz güçleriyle İsrail’e yaşatacakları başarısızlıkları dünyaya göstermek, ikincisi burada elde edilecek kazanımlar sayesinde kısa vadede ateşin bölgeye yayılmamasını sağlamak, üçüncüsü İsrail’in tüm gücüyle Gazze’ye yönelik baskı uygulamasını engellemek (İsrail bazı güçlerini olası tehditlere karşı Lübnan sınırında tutuyor) dördüncü ise olası bir savaş durumu için öncü adımların atılması…

Hizbullah İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertiyor
Öncü adımlardan kastım Lübnan İsrail sınırında 7 Ekim’den bu yana karşılıklı yaşanan atışlar. Hizbullah burada, İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertmeye dönük bir taktik izliyor. Sınırı izleyen elektronik sistemlerin tahrip edilmesi, sınırda konuşlu birliklerin yıpratılması ve en nihayetinde de alınacak bir savaşa dâhil olma kararıyla hızla İsrail içlerine doğru ilerleyebilmek. Son ince çizgi de Lübnan Hizbullah’ına yönelik dışarıdan gelen “savaşa dâhil ol, artık neyi bekliyorsun” baskısıdır.

Hizbullah ne zaman İsrail’e tam saldırı düzenleyecek?
Hizbullah liderliğinin Filistin davasına verdiği tam destek herkesçe malum. Savaş kararı alınacaksa bunun en doğru zamanda ve koşulda geleceğini bilmeliyiz. Liderliğin, günü birlik, duygusallıktan uzak bir politika izlediği görülüyor. Ancak eğer ki o zaman gelir ve ıskalanırsa bu kez direniş cephesinin gücü, birliği, Siyonizm ve emperyalizme karşı olan mücadelesi tartışma konusu olacaktır ve eleştiri okları yoğunlaşacaktır.

 

Türkiye ve İran’ın güvenliği birbirine bağımlıdır
Atlantik cephesi içinde kalarak Türkiye’nin bölgeye ve kendisine yönelik Atlantik kaynaklı tehditleri engellemesi mümkün değildir. Türkiye’nin güvenliği İran’dan İran’ın güvenliği Türkiye’den geçmektedir. Her iki ülke yöneticileri de bu bilinçle hareket etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.

 

O halde buna uygun adımlar gerekmektedir. ABD’nin İran’a olası bir doğrudan müdahalesi (Sahadaki gelişmeler bunun kısa sürede olacağını göstermiyor.) karşısında Ankara’nın tavrı mutlak suretle Tahran’dan yana olmalıdır. Keza ABD benzer tehditleri Türkiye’ye de yöneltiyor. Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Yunanistan topraklarına yaptığı askeri yığınak da Türkiye’nin de hedefte olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

İsrail ve ABD’nin hedefinde Türkiye de var
 Türkiye’yi olağanüstü tehdit olarak gördüğünü ilan, Türk SİHA’sını vuran ABD, İsrail için öncelikli tehdidin Türkiye olduğunu savunan Tel Aviv* var karşımızda. Bu tablo karşısında da Tahran’ın amasız fakatsız Ankara’nın yanında yer alması gerekmektedir. Bunun için iki ülkenin birbirine daha fazla güven verecek iş birliklerini geliştirecek adımlara ihtiyaç var. Örneğin, bugünlerde bir kez daha gündeme gelen İncirlik askeri üssü ve Kürecik Radar Üssü’nün Türk ordusunun tam denetimi altına alınması için daha ne bekleniyor? Ya da Güney Kafkasya’da oluşan yeni dönemde iki ülke iş birliği içinde daha fazla elini taşın altına koymalıdır. Suriye’de Türkiye ile İran arasına nifak sokmak için ortaya atılan ve dedikodulara neden olan “İran Türkiye’ye karşı faaliyet yürütüyor, Şam’ın Ankara ile anlaşmasını engellemek istiyor” gibi iddialar konusunda kamuoyuna daha fazla bilgiler verilmelidir. Türkiye’nin de hala anlamsızca sürüncemede kalan Suriye ile üst düzeyde doğrudan temas ve iş birliklerini kurma sürecini hızlandırması gerekiyor. Irak sahasında da iki ülkenin birlikte atacağı çokça adım bulunuyor. En başında da ABD destekli PKK/PJAK’ın kökünün kurutulması, Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlamlaştırılması gibi… Hal böyle olunca direniş cephesindeki örgütler, Siyonizm ve emperyalizm üzerine daha güçlü ve daha kararlı yürüyebilir. Son olarak Ankara, böylesine kritik bir süreç içinde Beyrut’u görmezden gelen bir hava içinde. Türkiye ile Lübnan Hizbullah’ının sahadaki gelişmelere dair doğrudan görüşme trafiği başlatması da sürece olumlu katkı verecektir.

Atlantik cephesinin tehditleri yükselirken Türkiye’nin ittifak birikimi içinde yer alan İran, Rusya ve Çin gibi kuvvetlere dirsek atmak Türkiye’nin bütünlüğüne ve geleceğine döşenen bir dinamittir. Ne zaman Türkiye, Atlantik kuvvetiyle karşı karşıya gelse bazı kara propaganda süreci başladığına şahit oluyoruz. Rusya ile Suriye’de iş birliği yoğunlaşıyor hemen ardından “Rusya bizi çevreliyor, Rusların sıcak denize inme hayalleri gerçek oluyor” kampanyası başlıyor. Çin ile ticari ilişkiler ne zaman ivme kazansa BBC yalanlarına sarılarak  “Uygurlara soykırım” tartışması yoğunlaştırılıyor. Batı Asya’da Türkiye ve İran’a yarayacak gelişme olsa bu kez de “İran Güney Kafkasya’da taş koyuyor, Güney Azerbaycan’ı kuracağız, İran PJAK’ı destekliyor” gibi söylemler baş gösteriyor.

Hizbullah’a karşı yürütülen kara propagandaların arkasında ne var?
 Son olay ise Filistin meselesi üzerinden yaşanıyor. Türkiye’deki kimi basın yayın organları ve İyi Parti, CHP gibi siyasi partiler sürekli olarak Siyonizm ve emperyalizm karşısında yer alan kuvvetlere taş atmaya başlıyor. Aslında tam da kendilerine biçilen bozgunculuk görevini yerine getiriyorlar. Hamas’ın terör örgütü olduğu iddiası dile getirenler olduğu gibi Lübnan Hizbullah’ının eski genel sekreterlerinden Suphi Tufeyli’nin İran karşıtı çıkışları manşetlere konu yapılmaya başladı. Türkiye’deki maalesef mezhepçi bir şekilde süreci alan kimi çevrelerde, özellikle de Tufeyli’nin açıklamaları üzerinden İran’ı hedef alıp, Tahran’ı kenara itme çabası var. Kaldı ki Tufeyli, son derece şaibeli bir konuma sahip. Hizbullah üzerinde bir etkisi olmadığı gibi, onun adına konuşacak bir örgütsel bağlılığı da yok. Ne Filistin’de ne Güney Kafkasya’da ne Körfez’de, ne Irak’ta ne Suriye’de ne Doğu Akdeniz’de İran’ı kenara iterek Türkiye’nin kazanım sağlayacağı bir cephe yoktur. Bu sadece İran için değil Çin ve Rusya için de geçerlidir. ABD etrafına topladığı kuvvetlerle Türkiye’ye namlu gösterirken Türkiye’yi yalnızlaştıracak, ittifak birikiminden mahrum bırakacak propaganda Türkiye’ye en büyük zararlardan birini verir. Bir yanda bunlar yaşanırken diğer yanda şunu da görmekte yarar var ki Türkiye’de bu bozguncu fikirler karşılık bulmakta her geçen gün daha da zorlaşıyor ve bu fikirlerin kamuoyunu etkileme gücü zayıftır. Çünkü ABD kaynaklı tehdit her geçen gün artıyor, bu tehdide karşı bölgesel iş birliğinin önemi de her geçen gün yükseliyor. Türkiye’de bulunan bugünkü siyasi iktidar bu tehditler karşısında çelişkiler yaşasa da halk özellikle de 15 Temmuz’dan sonra süreci çok iyi tahlil edebiliyor.

Read 189 times