İran- ABD Görüşmeleri Sonuç Verir mi?

Rate this item
(0 votes)

 Bismillah

İran- ABD ilişkilerinin 34 yıllık geçmişini ayrıntılarıyla olmasa da genel olarak izleyen herkes, BM Yıllık Genel Kurulu bahanesiyle son günlerde iki ülke üst düzey yetkilileri arasında masaya oturma isteğinin geçmişe göre arttığını görebilir.

Görüşmeye dair temayülün ABD tarafından son dönemde artımasının önemli sebepleri vardır.

1-Herşeyden önce Batı dünyasının lideri konumundaki ABD geçen bu dönemde başvurduğu bunca yöntemlere rağmen İran islam cumhuriyetini yıkıp yerine kendi çizgisine yakın bir rejim kurdurmayı başaramadı. ABD’nin bu yöndeki çabalarının ayrıntıları konusunda birkaç yıl önce ele aldığımız değerlendirmeye bakılabilir: http://rasthaber.com/yazar_94_37_abd--iran-savasi.html

2-İran’ın geçen bu dönemde İslam dünyası başta olmak üzere dünya halkları yanındaki saygınlığı artmış ve bu süreç ABD’nin istemediği hızda ilerlemektedir. İran hakkında sürdürülen bunca dezenformasyona rağmen İran’ın ABD’nin dalanı konumundaki Güney Amerika ülkelerine kadar uzanması Amerikalıları derinden kaygılandırmaktadır. Ortadoğu’nun güçlü ülkesi İran’ın Rusya ve Çin gibi devlerle işbirliğini artırması ise dünyanın geleceğini etkileyici ve görmezden gelinemez bir durumdur.

3- Komşuları Afganistan ve Irak’ın askeri olarak NATO ve Batılı ülkelerce işgal edilmesine ve doğudan ve batıdan kıskaç altına alınmasına rağmen İran’ın teslim olmaması bir yana bu ülkelerdeki nüfuzunun arttığına tanık olunmuştur. Irak, Suriye ve Lübnan’da son yıllarda doğal bir şekilde oluşan anti emperyalist direniş cephesinin baş oyuncusu hiç şüphesiz İran’dır ve bölge meselelerinin İran olmaksızın görüşülüp çözüme kavuşturulması mümkün değildir.

4- İlk sıralar insan hakları ihlalleri ve daha sonra nükleer proğramı bahane edilerek bu ülkeye karşı otuz yıla yakındır sürdürülen askeri, ekonomik ve teknolojik yaptırımlar sonuç vermediği gibi İran’ın bu sahalarda gelişmesine ve hatta bazı alanlarda kendine yeterli konuma gelmesine yol açmıştır.

5- Nükleer proğramı konusunda İran’a on yıldır artırılarak uygulanan uluslararası baskı ve felç edici yaptırımlara rağmen İran nükleer proğramından geri adım atmamıştır. İran’ın nükleer teknolojiye asla sahip olmaması gerektiğini açıkça ilan eden Batı’lılar, İran’ın 2004 yılında araştırma amaçlı 3 adet santrifuj bulundurmasını bile kabul etmezken bugün onbinlerce santrifujla uranyum zenginleştirdiğini sadece seyretmektedir. 2010 yılında Tahran’daki araştırma ve ilaç üretimi amaçlı reaktöre %20 zenginleştirilmiş uranyum verme karşılığında İran’ın elindeki %3 zenginleştirilmiş uranyumu yurt dışına çıkarma şartı koşan Batı, şimdilerde İran’ın %20 zenginleştirilmiş uranyumu reaktörde yararlanılacak kapsül ve aksesuarlarıyla ürettiğine tanık olmaktadır ve...

Ve işte bu sebeplerden dolayı Batı ve öncüsü ABD’nin İran’la görüşme yapmaktan başka çaresi bulunmamaktadır. İranla görüşmek için fırsat kollayan Batı, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde işbaşına gelen Hasan Ruhani ve ekibini ise görüşmelere başlamak için bir bahane olarak görüyor. Halbuki İran’ın dış dünyayla, özellikle de Batı ile ilişkiler siyasetinde herhangi bir değişiklik meydana gelmemiştir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da İran’ın yeni hükümeti yetkilileriyle yaptıkları doğrudan görüşmeler ve daha önce verdikleri demeçlerde ABD makamlarının açıklamalarına benzer ifadeler kullanmaları aynı yönteme başvurduklarını gösteriyor. İran’ın Türkiye ile ilişkilerinde herhangi bir değişiklik gözlenmediği bir yana iki ülke arasındaki ilişkiler Ahmedinejad hükümetleri döneminde her açıdan zirvesine ulaşmıştı. Suriye meselesinde Batılıların oyununa gelerek İran’la işbirliğinden kaçınan AK Parti hükümeti yetkili makamları anlaşılan Batı’ya fazla güvenip yaptığı hatayı itiraf etmek yerine kamuoyunu bu ülkenin bölgesel anlaşmazlıklarda yer almasına hazırlamak için İran’da yeni hükümetin tavrını bahane olarak göstermek yöntemini seçmektedir.

İran açısından son gelişmelere bakacak olursak;

1- İran eşit şartlarda görüşmelere açık olduğunu yıllardan beri tekrarlayıp durmaktadır. Uluslararası sözleşmeler çerçevesinde haklarından vazgeçmeyeceğini ve hakkından fazlasını istemediğini her defasında dile getirmektedir. Nükleer teknoloji programında da NPT’ye(Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Sözleşmesi) bağlı kalacağını, bu sözleşme çerçevesinde UAEK ile her türlü işbirliği ve şeffaflığa hazır olduğunu bildirmiştir. Hasan Ruhani ekibi de aynı siyaseti takip etmektedir..

2- İran yukarıda saydığımız sebeplerle gelinen noktada zaman ve oluşan uluslararası şartları da dikkate alarak –ilkelerinden vazgeçerek değil- daha güçlü bir konumda olduğuna inanıyor ve bu yüzden görüşmelerde daha esnek davranabileceğini ortaya koyuyor. İran’ın kaydettiği ilerlemeler karşısında on yıl öncesine göre daha zayıf konumda bulunan ABD’nin önceki şartlarından geri adım attığını da dikkate alarak daha büyük kazanımlar için önceki kazanımlarından bazılarından vazgeçebileceği mesajını vermektedir. Örnek olarak Ahmedinejad hükümeti döneminde uranayumu %20 oranında zenginleştirmeye dair elde edilen kazanıma göz yumarak nükleer dosyasının BM Güvenlik Konseyinden UAEK’ye aktarılmasını ve ekonomik-teknolojik yaptırımların hafifletilmesini sağlıyabilir. Yani önceki hükümetin siyasetleri doğrultusunda, hatta önceki hükümetin mirasından harcayarak, ama yeni bir yöntemle İran’ın kazanımlarına yenilerini ekleyebilir.

3- İran’ın yeni hükümetinin izlediği yöntem hakkında koparılan yaygaralar ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ekibinin bu fırsatı kullanarak İran içinde bunu kendi lehine kullanma çabaları, İran’ın İslam İnkılabı ile edindiği ilkelerinden taviz verdiği olarak algılanmamalıdır. İran’daki anayasal yapı ve kurumların yetkileri ve görevleri konusunda bilgisi olanlar izlenen yöntemin önceki hükümetin hazırladığı şartlara uygun ve bütün bir sistemin isteği doğrultusunda geliştiğini onaylarlar. Ahmedinejad’ın radikal çizgisine karşı Ruhani’nin ılımlı siyaseti vb sözler tarafların üzerlerinde hissettikleri iç baskıları hafifletmeye yöneliktir. Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı M. Cevad Zarif’in önceki İran’lı yetkililerden farklı konuştuklarına dair Amerikan makamlarınca yapılan açıklamalar gerçeklerden öte kendi arzularını yansıtıyor. Çünkü Ruhani ile Ahmedinejad’ın BM Genel Kurulunda yaptıkları konuşmaların metinleri incelendiğinde İran’ın nükleer programı, Suriye de dahil bölgesel meseleler, Filistn davası ve İsrail’in cinayetleri konusunda aynı çizginin takip edildiği görülmektedir ve bunlar İslam cumhuriyeti’nin değişmez siyasi çizgisini göstermektedir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında ABD’nin daha çok ve İran’ın daha az ihtiyaç duyduğu ABD- İran ilişkilerinde iyileştirme yakın ve hatta orta zamanda mümkün gözükmüyor. Çünkü;

1- İran tarafında eşit şartlarda ilişkilerin iyileştirilmesi için bir kararlılık ve irade olmasına rağmen Amerikan tarafının aynı kararlılık ve irade göstermesi mümkün değildir. Çünkü ABD’nin İran’ı uluslararası ilişkilerde eşit şartlarda bir partner olarak görmesi Batı blokunun ağır bir yenilgiyi kabul etmesi demektir.

2- Buna ilaveten İsrail’in varlığını kabul etmeyen bir İran’ın Amerikan Kongresi de dahil ABD içindeki siyonist odakların kontrolündeki karar mekanizmalarının hazmedeceği bir durum değildir. Çünkü ABD’ye hakim açık ve gizli güç odaklarının hemen hepsi İsrail’in çıkarlarını Amerikan çıkarlarına tercih ederler ve İsrail’in varlığını kabul etmeyen bir İran’la ilişkilerin normalleşmesine izin vermezler.

3- Durum İran açısından da farklı değil. İsrail’in varlığını kabul eden bir İran, Filistin davasına sırt çevirmiş, mustazafların sesine kulak tıkamış, adil dünya düzeni ülküsü ve genel olarak İslam inkılabının ilkelerinden vazgeçmiş bir İran’a dönüşür. Bu ise İran içindeki ve dünyanın her yanındaki inkılapçı müslümanların hazmedemiyeceği bir durumdur.

Ne ABD’nin ne de İran’ın buna hazırlıklı ve niyetli olduğunu sanmıyoruz. Ama her iki taraf da ihtiyaç duydukları oranda ve sınırlı da olsa kendi problemlerini gidermeye ve en azından karşı tarafın elinden kozlarını almaya çalışacaktır.

Y. ZİYA T.YILMAZ

 

Read 1617 times