Şiiliğin Var Oluş Feselefi

Rate this item
(0 votes)
Şiiliğin Var Oluş Feselefi

Allah’ın Adıyla

Son zamanlarda Türkiye toplumunda Şiiliğin “siyasi bir çekişmeden doğduğu“ algısı oluşturulmaya çalışılıyor. Bazen kelami ve fıkhi konular gündeme getirilerek, ihtilaflı konular tartışmaya açılıyor, bazen de dünyadaki siyasi gelişmeler gölgesinde İran/Şiilik tartışma konusu yapılıp Şiilik hakında yanlış bilgiler sunularak karalama yarışına giriliyor.

Gündemde olan bu konu iki alanda ele alınması gerekir; birincisi deliller ışığında Şiiliğin ortaya çıkış tarihi ve inançlarının beyan edilmesi ( kelami tartışma), ikincisi Şiiliğin var oluş felsefesi ( tarihi/siyasi tartışma).

İkinci konu, birinci konunun temelini oluşturduğundan önce “Şiiliğin var oluş felsefesi“ ortaya koyulmalı ki Şiiliğin ilkeleri, inançları, fıkhı v.s. alanlardaki öğretilerinin hakikatı hangi temel üzerine oturtulduğu anlaşılsın.

Şiiliğin var oluş felsefesi Nübuvvetin hikmetine bağlıdır; peygamberlerin gönderiliş felsefesinin ne olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Yaratılış felsefesi özellikle de insanlık tarihinin felsefesi beyan edilmeden nübuvvet, risalet ve son Peygamber sonrası dönem ve İslam tarihi doğru tahlil edilemez. Yanlış analizler, İslami öğretiler ve İslam ümmetinin kaderinin yanlış temel üzerine inşa edilmesine sebep olacaktır.

Peygamberlerin mirası

Hz. Adem’den (as) hz. Resul-u Ekrem‘e (s.a.a) kadar bütün peygamberlerin hedefi şirk, küfür ve putpersetliği yok edip “Tevhidi“ hakim kılmak, tağutları terk edip hidayet önderleri olan peygamberlerin “Risaletine“ itaati sağlamak ve yaratılış hikmetinini ortaya çıkacağı “Meada“ yöneltmektir.
Peygamberler üç alanda miras bırakmışlardır:

1-Evrensel bir din medeniyeti; tevhid, nübuvvet, mead ve dini hayat menifestosunu beyan eden evrensel İslam hukuku/şeriatı.

2-Toplumu yönetme mühendisliği; din medeniyetini hakim kılacak siyaset, idare, devlet sistem modeli.

3-İlahi hedefe ulaşmadaki strateji ve ilkeler; zamanın ve mekanın şartlarına göre küfür, şirk ve taağutla mücadelede ilkeler ve stratejiler.

Hatem-ul Enbiya Resulullah (s.a.a) sonrası İslam ümmeti arasında birinci alanda bir sorun yaşanmadı, ama ikinci alanda hemen peygamber sonrasında, üçüncü alan ise asırlardır sorun yaşanmaktadır.

Yani İslam hukuku ve anayasası çerçevesinde toplumun yönetim mühendisliğini, idare sistemini veya müdüriyetini kim belirleyecektir? sorusu gündeme geldi. Bu sorunun cevabında ümmet arasında iki düşünce tarzı ortaya çıktı.

a)Tevhidi dünya görüşü: Toplumun müdüriyeti ilahi kaynaklı olmalı, yani toplumu idare edecek sistemi ve şahsı Allah belirler. İlahi hükümleri tahriften koruyacak ( muhafız), tefsir ve beyan edecek ( mübeyyin), icra edip uygulayacak ( yönetici ve hakim) kişiyi belirlemek Allah’ın yetkilerindendir.

b)Beşeri dünya görüşü: Nübuvvet sonrası vahiy kesildiği için toplumu yönetecek şahıs ve sistemi belirleme insanlara bırakılmıştır. Artık vahyin gelmesine ihtiyaç yoktur, vahiy bütün insanlar içindir, özel bir beyan edene, müfessire gerek yoktur, yönetici seçmek konusu da ümmete bırakılmıştır.

Beşer tarihi boyunca “tevhidi dünya görüşünü“ savunan peygamberler olmuş, karşısındakiler ise beşeri dünya görüşünü savunan Nemrutlar, Firavunlar ve din adını kullanan taağutlar olmuştur.
Hatem-ul Enbiya Resul-u Ekrem sonrası birinci görüşü savunan ve devam ettiren Şiilik peygamberlerin varisi olduğunu, miras aldığı din medeniyetini hedefe ulaştırma misyonunu üstlendiğini ilan etmiş ve savunmuştur. Gadir-i Hum’a da bu mesajın, bu görüşün resmen ilanı olarak bakmıştır.

Şiiliğin, tarihi seyrinde İslam’ın ortaya çıkışının daha ilk gününden günümüze kadar hiçbir değişim ve tahrife uğramamasının yanısıra itikad, fıkıh ve siyaset alanında ilerleyerek din medeniyetini kemale doğru günümüze kadar aktarması, bu mektebin zamansal ve bölgesel olmadığını gösterir.

Şiiliğin var oluş felsefesi de, insanın yaratılış felsefesi ve nübuvvetin hikmetinin gölgesinde varlığını sürdürür.

Şiilik herhangi bir vakıa sonucunda veya bir kavga ve savaşın neticesinde ortaya çıkmış değildir.
Şiilik, birilerinin bir araya toplanıp karar vererek ortaya çıkarabilecekleri bir inanç değildir. Yani Şiilik siyasi bir çekişmeden doğmamıştır.

Birilerinin karşısına alternatif olarak çıkarılacak kadar basit, sıradan bir ekol de değildir.

Şiiliğin karşıtlığı veya alternatifi Ehli Sünnet değildir. Şiiliğin karşıtlığı beşeri ideoloji ve sistemlerdir. İslam ümmeti arasında ise Şiiliğin karşıtlığı ikinci görüşü savunanlar olarak ortaya çıkmıştır.

Nübuvvet dönemi sonrası İslam toplumunun yönetimini belirleme merkezi pratikte beşerleştirildi, yani insanların yetkisine verildi. Böylece İslam toplumunda saltanat, padişahlık, şahlık, krallık, sultanlık gibi düzenlerin önü açılmış oldu.

İşte Peygamber sonrası nübuvvetin mirascısı Şiilik olduğu için karşısına alternatif olarak beşeri sistemler çıkarıldı.

Ehli Sünnet, Resulullah’tan (s.a.a) iki asır sonra itikadi ve fıkhi mezheb olarak ortaya çıktı. Ve bu alandaki mirası yaşatma çabasını gösterdiler. Geçen bu zaman zarfında Ehli Sünnetin İslam ümmetinin yönetimi hakkında herhangi bir teorisi olmamıştır. Ehli Sünnet alimlerinin önde gelenleri İslam ümmetine musallat olan Emevi ve Abbasi saltanatlarını İslami yönetim olarak görmediklerinden onların yönetiminde görev almaktan kaçınmışlardır.

Günümüzde müslümanların çoğunluğunu oluşturan Ehli Sünnet öz olarak Şiilikten ayrı bir düşünce tarzına sahip değildir. Ehli Sünnet itikadının özünde de beşeri sistemlerin meşruiyetlerinin olmadığı yatmaktadır.

Şiilik ve Ehli Sünnet arasında ortak inanç; Tevhid, Nübuvvet ve Mead ilk günden günümüze kadar korunmuş, fıkıh alanındaki teferruatta ayrılıklar ise Kur’an ve Sünnet dışındaki dini kaynakların farklılığı, içtihad ve taklidin ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu ayrılık noktaları Ehli Sünnet mezheplerinin kendi arasındaki içtihad farklılığından daha fazla değildir.

Ehli Sünnet mezhepleri itikad ve fıkıh alanlarında yoğunlaşmasına rağmen siyasi alanda teoriler üretememiştir ve neticede hakim otoritelerin gölgesinde İslam’ın itikadi ve fıkhi öğretilerini korumayı tercih etmişlerdir.

Şiiliğin, genelde insanlığın özelde müslüman toplumunun idaresiyle ilgili olarak önerdiği tevhidi görüş sistemi karşısında aciz kalan beşeri sistemler hakimiyetlerini meşrulaştırmak için yine dini kullandılar. Ve Şiiliğin karşısında Ehli Sünnetin arkasına saklandılar. Beşeri dünya görüşünü savunanlar, siyaseti dinden ayırdılar. Siyasetin dinden ayrılması iddia edildiğinin aksine yeni değildir ve kökleri Peygamber sonrası döneme kadar uzanmaktadır. Sonraları ise belli bir siyasal sistem teorisi bulunmayan Sünniliği kanatları altına alan gayri meşru iktidarlar aslında bu yolla kendi hayatlarını dini kisve görüntüsü altında garantiye aldılar.

Emeviler, Abbasiler ve daha sonra iktidara konan handan ve sülalelerin hiç birisi Sünni devleti olarak ortaya çıkmamışlardır. İktidarı ele geçirdikten sonra sultalarını sürdürmek doğrultusunda işlerine gelen mezhepleri resmileştirmeye, desteklemeye ve yaymaya koyuldular. Çünkü bu saltanatların hiçbirisinin din derdi yoktu. Ülkeler fethedip hükümranlık alanlarını genişletmeye öncelik veren bu b iktidarların peygamberlerin mirasına sahip çıkıp insanlığı kemale ulaştırma diye bir endişesi asla olmamıştır.

İslam ümmeti arasında ortaya çıkan ihtilaf Allah’ın varlığında değildi, Peygamberin nübuvvetinin kabulü veya reddi de sözkonusu değildi, Mead/Kıyamet inancı da inkar edilmiyordu. İhtilaf tamamen siyasi bir konuydu; Peygamberlerin mirasına sahip çıkma, onların siretini, yolunu devam ettirme konusuydu.

Şiilik, peygamberlerin mirasının varisi olarak var olmuştur, peygamberlerin mirasını taşıma misyonunu üstlenmek için varlığı gerekliydi. Dolayısıyla Şiilik beşerin yaratılış hikmeti ve nübuvvetin felsefesi ile uyum içinde var olmuştur.

Şiiliği „Hatemiyet“ doğurmuştur. Yani Şiilik, insanın yaratılış hikmetini ilahi öğretilerle beyan edip hakim kılmak isteyen hidayet önderlerinin siretinin nübuvvet sonrası yorumudur.

Resulullah’ın (s.a.a) hatem-ul enbiya/ son peygamber olması, peygamberliğin bittiği anlamına gelmez. Resulullah’ın (s.a.a) peygamberliği kıyamete kadar sürecektir. Peygamberlerin getirdiği ve Resulullah’ın (s.a.a) kemale ulaştırdığı ilahi dini, yani din medeniyeti mirasını koruyacak, zamana göre beyan edecek ve sonunda hakim kılacak bir varisi olmalıdır. Şiilik bu misyonu üstlenmek için var olmuştur. Din medeniyeti zamanın gereksinimine göre ilmi olarak beşeri toplumlara sunulmalıdır.

Şiiliğin, imamet ve velayetin ilahi kaynaklı olduğunu iddia etmesinin sebebi budur. İmametin manası şudur; ilahi kaynaklı olan imametin üç özelliği vardır; a) İmametin, Kur’an ve Sünnetten sonra dinin kaynağı olması, b) İmamların dini hatasız beyan ve tefsir etmesi, c) din medeniyetini tamamen dünyaya hakim kılacak olması; ilahi hükümlerin İslam‘ın devlet şemsiyesi altında pratize edilmesi.

Realitede bunlardan geçekleşmeyen sadece üçüncüsüdür yani ilahi hükümler İmamet devleti şemsiyesi altında pratize edilemedi. Diğer ikisi en mükemmel bir şekilde yerine getirilmiştir. Tarih boyunca Şiilik İslam‘ın ilmi önderliğini, irfan ve ahlaki önderliğini ve iktidarda olmasa da siyasal liderliği sürdürmüştür. Çünkü beşeri sistemler karşılarında sadece Şiiliği engel görüyorlardı ve günümüzde de kendi medeniyetleri karşısında tek engel görmektedirler.

Realitede ümmetin idaresinin İslam‘ın öngördüğü model ile gerçekleşmemesi, realitenin hak olduğunu göstermez. Peygamber sonrasından günümüze kadar var olan, realitede hakim olan beşeri sistemleri meşru göstermek için kılıf uydurmak veya tevcih etmek ona hakkaniyet kazandırmaz. Bu açıkca, din medeniyetini devre dışı bırakmak, sıratı mustakimden saptırmak ve peygamberlerin mirasını tahrif etmek demektir.

Şiiliği, Şiiliğin varoluş felsefesi bilinmeden ve kırmızı çizgileri, yani temel ilkeleri öğrenilmeden tanımak mümkün değildir.

Kısaca anlatmak istediğimiz şudur; Günümüzde Şiilik tanınmak isteniyorsa ortaya çıkış felsefesi ve temel ilkeleri tanınmalıdır. Şiiliğin her öğretisi ve iddiası bu temeller üzerine bina edilmiştir:
1-Şiilik, Peygamberlerin mirasçısıdır.

2-Din medeniyetini bütün dünyaya hakim kılmak Şiiliğin yegane nihayi hedefidir.

3-Dinin hukuk ekseninde siyasal İslam sistemi oluşturulmalıdır. Çünkü İslam’ın devleti kurulmadan din medeniyetinin hakimiyeti mümkün değildir.

4-Nihayi hedefe ulaşana kadar İslam ümmetinin ilmi önderliği devam ettirilmelidir.

5-Din medeniyetinin karşısındaki bütün ideolojiler taağuttur.

6-Tağutlara karşı mücadele nebevi siret ile olmalıdır.

Şiilik bu temeller üzerine var olmuştur. Tarih boyunca Şii ulema bu temelleri beyan etme ve din medeniyetinin öğretilerini bu temel üzerine inşa etmeye çalışmışlardır.

Sabahattin Türkyılmaz /RASTHABER

Read 2394 times