İslâm Kanunları Her Zaman Günceldir

Rate this item
(0 votes)
İslâm Kanunları Her Zaman Günceldir

 Bazen şöyle deniyor: İslâm, Kur'an'ın indiği çağda var olan insanla ilgili bütün meseleleri ele aldığı için, onun o çağın toplumunu gerçek mutluluğa ve o günkü insanları bütün özlemlerine kavuşturmaya yeterli olduğunu kabul edelim. Fakat zamanın geçmesi ile insan hayatının yolları değişti. Bugünkü uygarlığın kültürel ve sanayi hayatı, on dört yüzyıl öncesinin doğal ve ilkel araçları ile sınırlı basit hayatına benzemez.

İnsan uzun ve yorucu çalışmaları sonucunda öyle bir uygar tekâmül ve gelişme düzeyine ulaştı ki, eğer bu gelişmişlik düzeyi bir kaç yüzyıl öncesinin seviyesi ile karşılaştırılırsa bu, iki benzemez türün birbiri ile karşılaştırılması gibi olur. O çağdaki hayatı düzenlemek için konan kanunlar, bugün karmaşık ve ileri düzeydeki hayatın ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilir? Bu hayat düzeylerinden biri nasıl öbürünün yüklerini taşıyabilir?

Cevap: Söz konusu iki çağ arasında meydana gelen hayat biçimi farklılığı, hayatın genel hususları ile ilgili değildir. Bu farklılık örnekler ve uygular açısından geçerlidir. Başka bir ifade ile insan, besleneceği gıdaya, giyilecek elbiseye, barınacağı ve içinde oturacağı bir eve, kendisini ve yüklerini taşıyacak, bir yerden başka bir yere ulaştıracak araçlara, fertleri arasında yaşayacağı bir topluma, soy artışını sağlayacak ilişkilere; ticari, iş-işçi ve benzeri münasebetlere muhtaçtır. Bunlar değişmez genel ihtiyaçlardır. İnsan bu fıtratın, bu bünyenin sahibi oldukça ve bu insanî hayatı var oldukça, ihtiyaçlar aynı kalacaktır. İlk insan ile bu günkü insan bu ihtiyaçlar açısından eşit düzeydedir.

Söz konusu iki çağ arasındaki farklılık, insanın maddî ihtiyaçlarını gidermek için yararlandığı araç örnekleri, farkına vardığı ihtiyaç örnekleri ve bu ihtiyaçları giderme araçları bakımındandır.

Meselâ ilk insan bulabildiği meyvelerle, bitkilerle ve av etleri ile basit ve sade biçimde besleniyordu. Bugün ise keşifleri ve orijinal buluşları sayesinde bu ilkel maddelerden binlerce çeşit yiyecek ve içecek hazırlıyor. Bu yiyecek ve içecek çeşitleri tabiatına faydalı olan birçok özelliklere, göz zevkini okşayan değişik renklere, tat alma duygusunun hoşlandığı çeşitli tatlara, dokunmada yararlık sağlayan çeşitli biçimlere, sayılması zor başka birçok niteliklere ve hâllere sahiptirler. Birinci guruptaki yiyecekler ile ikinci guruptaki yiyecekler arasında müthiş fark vardır. Ama bu müthiş farklılık, onların hepsinin insanın açlığını gidermek ve istek ateşini söndürmek için yararlandığı gıdalar olmalarına yönelik bir farklılık değildir.

İnsanın söz konusu dönemlerin ilkinde taşıdıkları genel inançlar nasıl bu dönemin bir yüzyıldan öbür yüzyıla değişmesi ile değişmeyip ilk dönemdeki öbürüne uyarlandı ise, İslâm'da fıtratın çağrısı ve mutluluğun isteği uyarınca ortaya konan genel kanunlar da ortadan kalkmaz. Bir aracın yerine başka bir aracın geçmesi, bu genel kanunların değişmesi için gerekçe olamaz.

Fıtratın özü ile uyum korundukça, bu konuda bir değişme ve sapma olmadıkça, genel İslâmî kanunlar için değişme söz konusu olamaz. Fakat eğer kanunlar ile fıtratın özü arasında bağdaşmazlık olursa, İslâm sistemi bu kanunlara uymaz. Bunların eski çağda veya yeni çağda olmaları bu bakımdan fark etmez.

Bir de zaman zaman meydana gelen ve doğal olarak hızla değişen güncel olaylara ilişkin cüzî hükümler vardır. Maliye, savunmaya ilişkin güvenlik, ulaşım ve haberleşmeyi kolaylaştırma yolları, belediye hizmetlerine ilişkin düzenlemeler ve bunlara benzer hükümler gibi. Bunlar devlet yetkilisinin ve hükümeti elinde bulunduran kimsenin inisiyatifine bırakılmıştır.

Devlet yetkilisi yetki alanı içinde bir aile reisi konumundadır. Devlet yetkilisi, bir aile reisinin evinde tasarrufta bulunabildiği gibi, bu konularda karar verip kararını yürütmekle yetkilidir. Buna göre devlet yetkilisi (veliyy-i emr) toplumun içindeki ve dışındaki savaşa, barışa, maliyeye ve maliye dışı alanlara ilişkin toplumsal meselelerde toplumun yararını gözeterek ve Müslümanlarla istişare ettikten sonra karar verebilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Yapacağın iş hakkında onların görüşlerini al. Ama karar verince artık Allah'a dayan." (Âl-i İmrân, 159) Bütün bunlar kamu işleri hakkındadır.

Bunlar sürekli biçimde biri ortaya çıkarken öbürü kaybolan, çıkarların ve sebeplerin değişmesi ile değişen cüz'î (ayrıntılara ilişkin) hükümler ve kararlardır. Bunlar Kur'an'ın ve sünnetin kapsadığı ve yürürlükten kalkmalarına imkân olmayan ilâhî hükümlerden başkadır.

İslâm Toplumunun Önderi

İslâm toplumunun önderliği (velayet-i emri) Peygamberimizin uhdesine bırakılmıştır. Kur'an-ı Kerim açık bir dille ona itaat etmenin, direktiflerine uymanın farz olduğunu bildirmiştir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin." (Teğâbun, 12)

"Biz sana bu hak içerikli kitabı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın gösterdiği gibi hüküm veresin." (Nisâ, 105)

"Peygamber, müminler için kendilerinden daha önde gelir." (Ahzâb, 6)

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki; Allah sizi sevsin." (Âl-i İmrân, 31)

Kur'an'da bunlar gibi çok sayıda ayet var. Bu ayetler Peygamberimizin İslâm toplumuna yönelik velayetinin ya bazı ya da bütün yönlerini içerir.

Bu konuda araştırmacının gayesini tatmin edecek yöntem, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) hayatını inceleyip doyurucu miktarda nazarî bilgi almak, arkasından ahlâk, ibadet, muamelât, siyaset, diğer, ilişkiler ve uygulamalar alanlarında inen ayetlerin tümüne başvurmaktır. İlâhî vahyin zevkinden süzerek elde edilen bu delil, bir iki cümlelik sözlerde bulunmayacak derecede yeterli dile ve tatmin edici açıklamaya sahiptir.

Burada araştırmacının özen göstereceği bir başka ince nokta vardır: İbadetleri yapmayı, cihat emrini yerine getirmeyi, hadleri ve kısasları uygulamayı ve diğer İslâm hükümlerini içeren ayetlerin çoğunda hitap bütün müminlere yöneltilmektedir, sadece Peygamberimize hitap edilmemektedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Namazı ayakta tutun." (Nisâ, 77)

"Allah yolunda infak edin." (Bakara, 195)

"Oruç tutmak üzerinize farz kılındı." (Bakara, 183)

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk olsun." (Âl-i İmrân, 104)

"Allah yolunda cihad edin." (Mâide, 35) "Allah için gerektiği gibi cihad edin." (Hac,78)

"Zina eden erkek ve kadının her birine yüz kırbaç vurun." (Nûr, 2)

"Hırsızlık eden erkeğin ve kadının ellerini kesin." (Mâide, 38)

"Kısasta sizin için hayat vardır." (Bakara, 179) "Şahitliği, Allah için yapın." (Talâk, 2)

"Ve topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın." (Âl-i İmrân, 103)

"Dinin gereklerini yerine getirin ve onun hakkında ayrılığa düşmeyin." (Şûrâ, 13)

"Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce daha nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür ya da öldürülürse, topuklarınız üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerinde geri dönerse, Allah'a hiçbir zarar vermeyecektir. Şükredenleri ise Allah ödüllendirecektir." (Âl-i İmrân, 144)

Bu konuda bunların dışında daha birçok ayet vardır.

Bu ayetlerin hepsinden çıkan sonuç şudur: Bu din Allah'ın insanlara yüklediği toplumsal bir boyadır. O, kulların kâfir olmalarına razı değildir. Dinin gereklerinin yerine getirilmesi, insanların tümünün gerçekleştireceği bir görevdir. O hâlde toplumun işleri, toplumu oluşturan insanların omuzlarındadır.

Bu konuda bazı fertlerin diğerlerine göre ayrıcalığı ve özelliği yoktur. Peygamber ile başkaları bu konuda eşittir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ben, erkek olsun, kadın olsun, içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmam." (Âl-i İmrân, 195) Bu ayetin kayıtsız-şartsız ifadesi gösteriyor ki, İslâm toplumunun unsurlarının toplumlarının kendisi üzerindeki etkisi hem teşriî, hem de tekvinî açıdan O'nun tarafından göz önünde tutuluyor ve O bu etkiyi boşa çıkarmıyor. Yüce Allah başka bir ayette de şöyle buyuruyor: "Allah, yeryüzünü dilediği kullarına miras bırakır. İyi son, (günahlardan) sakınanlar içindir." (A'râf, 128)

Evet; Peygamberin (s.a.a) omuzlarında dine çağrı, yol gösterme ve eğitme görevleri vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Peygamber onlara Allah'ın ayetlerini okur, onları kötülüklerden arındırır, onlara Kitabı ve hikmeti öğretir." (Cuma 2) Resulullah (s.a.a), ümmetin işlerini yürütmek, dünyada ve ahirette önderliklerini üstlenmek ve hayatta oldukça onlara liderlik yapmak için Allah tarafından belirlenmiştir.

Fakat burada araştırmacılar tarafından göz ardı edilmemesi gereken nokta şudur: Bu yol, Allah'ın malını taht sahibi sultanın haracı sayan, Allah'ın kullarını onun köleleri kabul eden, köleleri saydığı Allah'ın kullarına dilediği gibi davranan, onlar üzerinde istediği gibi hükmeden saltanat egemenliği yolundan başka bir yoldur. Yine bu yol, maddî yararlanma esasına dayanan demokratik veya antidemokratik bir toplumsal yöntem de değildir. Bunlar ile İslâm arasında benzeşmeye, aralarında özdeşlik kurulmasına engel, açık ayrılıklar vardır.

Bu farklılıkların en önemlilerinden biri şudur: Söz konusu toplumlar maddî çıkar esası üzerine kuruldukları için istihdam ve sömürme ruhu iliklerine işlemiştir. Bu da insan tahakkümü sistemini doğurur. Bu sistemde her şey insanın iradesine ve keyfî davranışlarına bağlanmıştır. Hatta insanın kendisi bile başka bir insanın iradesi altındadır. Egemen insanın diğer insana el atması, istediği gibi onu eli altına alması ve ondan beklediği her şeyi elde etmesi mubah sayılır.

Bu, geçmiş yüz yıllardaki keyfî monarşi yönetimidir ki bugün uygar toplum kılığında ortaya çıktı. Bu durumu güçlü milletlerin zayıf milletlere yaptıkları zulümlerde ve haksızlıklarda görüp durduğumuz gibi, onların tarih tarafından kaydedilen kötülükleri ile ilgili hatıralarımızla da sabittir.

Geçmiş yüzyılların bir firavunu, bir Kayseri veya bir Kisrâsı (bir imparatoru) baskılarla, entrikalarla zayıflar üzerinde meramını, istediği ve arzu ettiği gibi yürütürdü. Sonra da eğer canı mazeret beyan etmek isterse bütün bu yaptıklarının saltanatın gereği olduğu, ülke yarına olduğu, devletin temelini güçlendirmek için yapıldığı mazeretine sığınırdı. Yaptıklarının onun dehasının ve üstün kişi oluşunun hakkı olduğuna inanırdı. Kılıcını bu sözde hakkının delili olarak gösterirdi.

Bugünde eğer güçlü milletler ile zayıf milletler arasındaki siyasî ilişkileri derinliğine incelersen, tarihin ve tarihî olayların geri geldiğini ve gözlerimiz önünde tekrarlandığını görürsün. Yalnız geçmişteki tek adama dayalı biçim, şimdilik toplumsal biçim ile yer değiştirdi. Ama ruh aynı ruh, keyfî arzu aynı keyfî arzudur. Oysa İslâm'a gelince, onun yolu bu keyfî arzulardan uzaktır. Onun delili, Peygamberimizin fetihlerindeki ve anlaşmalarındaki uygulamalarıdır.

İslâm dışı toplumların yöntemleri ile İslâm yöntemi arasındaki başlıca farklardan bir başkası da şudur: İnsanlık tarihi boyunca görüldüğü ve belgelendiği üzere toplumların kesimleri arasında, sonu fertler arası kargaşaya varan ayrıcalıklar mutlaka vardır. Toplum kesimleri arasındaki servet, mevki, makam ayrıcalıkları sonuçta toplumlarda kargaşa belirmesini kaçınılmaz kılar. Fakat İslâm toplumunun kesimleri arasında benzeşme vardır. Birbirleri arasında öncelik, üstünlük, övünme ve seçkinlik yoktur. İnsanın mayasının isteği ve vazgeçilmez arzusu olan farklılık, sadece takvadadır ve bunun belirleyicisi insanlar değil, Allah'tır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ile bir kadından yarattık. Sizi milletlere ve halklara ayırdık ki, tanışasınız. Allah katında en üstün olanınız, kötülüklerden en çok sakınanınızdır." (Hucurât, 13) "İyiliklerde birbiriniz ile yarışın." (Bakara, 148)

Buna göre İslâm'da yöneten ile yönetilen, amir ile memur, reis ile reisin emri altındakiler, özgür insan ile köle, erkek ile kadın, zengin ile fakir, büyük ile küçük eşit konumdadır. Dinî kanunların haklarında yürütülmesi ve sosyal olaylarda aralarında sınıf farklılıklarının olmaması açısından bu saydıklarımızın hepsi birdir. Peygamberimizin uygulamaları bunun delilidir. Selâm ve övgü bu uygulamayı yapanın üzerine olsun.

Bu önemli farklardan biri de şudur: İslâm'da yürütme gücü, toplumda ayrıcalıklı ve seçkin bir zümrenin tekelinde değildir. Tersine bu güç toplumun bütün fertlerine yaygındır. Buna göre herkes hayra çağırmakla, iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla yükümlüdür. İslâm toplumunun yöntemi ile diğer toplumların yöntemleri arasında daha birçok farklılıklar vardır ki, bunlar dikkatli araştırıcıların gözünden kaçmaz.

Bunların hepsi Peygamberimizin hayatında böyle idi. Peygamberimizden sonra toplum yönetiminde iki görüş belirdi. Müslümanların çoğunluğu toplumda bir halifenin Müslümanlar tarafından seçilmesi yöntemini benimserken, Şiî Müslümanlar halifenin Allah ve Peygamber tarafından nasla belirlendiğini, bu halifelerin kelâm kitaplarında ayrıntılı biçimde anlatıldığı üzere on iki İmam olduğu görüşünü savunmuşlardır.

Fakat bu görüş ayrılıkları bir yana, Peygamberimizden (s.a.a) ve zamanımızda olduğu gibi Hz. Mehdi'nin gaybetinden sonra İslâm hükümetinin işi Müslümanlara bırakıldığı tartışmasızdır. Kur'an'dan bu konuda çıkan sonuca göre toplumun önderini Peygamberimizin uygulamaları uyarınca belirleme yetkisi Müslümanların elindedir. Bu da krallık veya imparatorluk değil, imamlık sistemidir. Belirlenen önderin Müslümanlara yönelik uygulamaları şöyle olmalıdır:

Hükümleri değiştirmeksizin korumak. Temel hükümler dışında, daha önce belirtildiği gibi, güncel ve yerel olaylarda istişare ilkesini benimsemek. Bu konudaki delil, "Sizin için Peygamberde uyulacak güzel bir örnek vardır." ayetinin yanı sıra, daha önce değindiğimiz Peygamberimizin önderliğini vurgulayan ayetlerin bütünüdür. ehlader

Allame Tabatabi

Read 602 times