کارگر

کارگر

İkisi de suda şehid olmuştular ve su bedenlerini aynı noktaya getirmişti. Çok şaşırtıcı bir durumdu. Hüseyin'e “Bunu nasıl bildin?” diye sordum. Bana, “Önceki gece rüyamda Ekber Musayipur’u gördüm, bana esir alınmadıklarını ve şehid edildiklerini söyledi” dedi.

General Süleymani: İkinci nokta askeri teçhizatın kullanılmasıyla ilgiliydi. Düşman, kapsamlı askeri eylemleriyle Hizbullah'ın gücünü sıfırladığını veya en azından asgari hale getirdiğini varsayıyordu. Ancak düşman, Hizbullah'ın füze atma kabiliyetini kaybettiğini her duyurduğunda, Hizbullah o gün veya sonrasında önceki günden daha fazla füze ateşliyordu. Füzeleri fırlatmak basit bir iş değildi; yani, bir bölge hareketli, ağır hava topçuları tarafından sürekli tehdit altında tutulduğunda füzenin bir sığınaktan çıkması, hedefe nişan alması ve fırlatıcının zarar görmeden başka bir güvenli yere varması çok zor bir görevdi.

Muhabir: Bu düzeydeki bir hazırlık ne kadar sürede ve hangi aşamalarla elde edildi?

General Süleymani: Hizbullah savaşçılarının hazırlığı ve çevikliği, 2000 ve 2006 yılları arasında, yani Siyonist rejimin Güney Lübnan'dan kaçtığı dönemden itibaren yapılmaya başlanan hassas ve yoğun tatbikatlardan kaynaklanıyordu. Bu tatbikatlar ve bu hazırlık, daha önce Hizbullah tarafından “Seyyidü'ş-Şüheda” olarak adlandırılan bir plan çerçevesinde 2006 yılına kadar kesintisiz devam etti. Bunun planlayıcısı ve komutanı İmad'dı. Düşmanla yüzleşirken nasıl konumlanıp nasıl davranılacağının taslağını tam olarak çıkarmıştı.

Üçüncü nokta, Hizbullah'ın taktikleri hakkındadır. Ön cephe müstahkem mevkilerinin olduğu diğer savaşların aksine, bu savaşın ön cephede belli bir set noktası yoktu. Aksine, buradaki her yer bir kale konumundaydı. İşgal Altındaki Filistin ile Lübnan arasındaki sınırların kesişme noktası olan temas noktasından, en azından Litani'ye ve Litani Nehri'ne dek her tepe, köy ve hatta her ev ön cephe noktasıydı. Ama klasik savaşlarda yaygın olan ve Saddam'ın işgaline karşı bizim de kullandığımız geleneksel müstahkem mevkiler değildiler. Aksine, özel taktiklere için kullanılan mevziler şeklindeydiler.

Hizbullah'ın taktiklerini sınırları içinde boş veya güvenli bir yeri olmayan geniş, akıllı bir mayın tarlası olarak düşünebilirsiniz.

Dolayısıyla düşmanın hareketlerini gözlemlediğinizde, sınırdaki köylerden bile giremediğini görebiliyorduk. Kasabalara da giremediler. Sonunda, Vadi el Huceyr'den girip Litani'ye doğru ilerlemek istediler ve düşmanın asıl kırılma ve yenilgi noktası da burası oldu.

33 Gün Savaşı'yla ilgili önemli bir nokta vardı. Hizbullah'ın vurduğu her bir darbe, Emirü'l-Müminin'in (a.s.) Hendek Savaşı'nda Amr b. Abduved'a vurduğu darbesi gibi inanılmaz bir etkiye sahip oluyordu. Hz. Peygamber, Emirü'l-Müminin (a.s.) tarafından vurulan bu darbe tüm cinlerin ve insanların ibadetlerine eşittir, buyurmuştur. Neden? Çünkü İslam'ı kurtarmıştı.

Hizbullah, darbelerini bazen tek bir vuruşla Siyonist rejimin bütün varlığını bir anda ortadan kaldıracak şekilde tasarlıyordu. Bunun bir örneği rejimin Deniz Kuvvetleri idi. Lübnan'ın güneyine ulaşmak için bir bağlantı yolu olduğunu biliyorsunuz. Bu yol, Akdeniz kıyıları boyunca uzanarak Sayda ve Tire'den geçer ve sonunda Güney'in ön hatlarına varır.

Tüm savaşlarda Siyonist rejimin firkateynleri denizde mevzi alır ve bu yolu hassas toplarla kapatırdı. Bu savaş sırasında da ilk hafta aynı şeyi yaptılar. Düşmanın hayal etmediği ve Hizbullah'ın onları gafil avladığı şey, deniz füzeleriydi. Bu füzeler o gün ilk defa test edilecekti. Daha önce tüm bu füzeler gizlenmişti ve test edilmemişlerdi.

Bu zor bir operasyondu. Füze gizli bir sığınaktan çıkarılıp yüklendiği bir araçla açık bir fırlatma sahasına götürülmek zorundaydı, üstelik önlerinde 3-4 İsrail firkateyni beklerken. Bunun Seyyid konuşma yapacağı zaman yapılması planlanmıştı. Çünkü Lübnan halkı arasında Seyyid Hasan'ın yaralandığına dair söylentiler yayılmıştı ve bu durum halkta büyük bir endişe doğurmuştu. Seyyid ile İmad arasında Seyyid'in konuşma yapması gerektiğinde fikir birliğine varıldı.

O haftaya dek biz füzeyle cevap verme dışında önemli bir şey yapmadığımızdan, düşmanın üstünlüğü vardı. Bunun yapılması gerekiyordu. Füze, fırlatıcısına yüklendi ve birkaç kez ateşlenmeye hazır hale getirildi fakat her defasında fırlatmada sorunla karşılaşıldı. Seyyid bunu konuşması esnasında sürpriz bir operasyon olarak duyurmak istiyordu. Bu konuşmanın daha sonra yayımlanması için kaydedilmesi gerekiyordu. Seyyid odada konuşurken biz de İmad ve başka bir kardeşle bitişik bir odada oturuyorduk. Seyyid'in konuşması sona eriyordu ama füze henüz fırlatılmamıştı. Savaş da çok zorlu seyrediyordu. Seyyid son veda selamını vermek üzereyken, tam bu noktaya geldiğinde, bu sözleri söylemeden hemen önce füze fırlatıldı. Füze süpersonikti ve firkateyni hemen vurdu. Seyyid konuşmasının sonuna geldiğinde, sanki öbür dünyadan ilham almış ve sahneyi izliyormuş gibi, “Şimdi İsrail firkateyninin gözlerinizin önündeki yanışını görmektesiniz” dedi.

Seyyid'in bu sözleri, füzenin hedefi vurmasıyla aynı zamana denk geldi. Bunun arkasında halkın genelince kabul edilemeyecek bir felsefe vardır, ancak Allah bu ifadeyi isabetli darbeyle aynı zamana denk getirmiştir ve bu düşündürücüdür. Bu savaş gemilerinin parazit yapma (jammer) sistemine sahip olmasına ve gelen füzeleri saptırabilmesine veya anti-füze sistemleri ile onları vurabilmesine rağmen, atılan füze firkateyni ortadan ikiye bölmüştü! Bu, Siyonist rejimin deniz kuvvetlerinden kurtulma anlamına geliyordu; savaşın sonuna kadar da bir daha ortada görülmedi. Tek bir füze ile Siyonist Rejimin tüm deniz kuvvetleri sahne dışına atıldı.

Bu durum, yani tek bir füze darbesiyle bir rejimin deniz kuvvetlerinin sahne dışına atılması elbette derinlemesine analiz edilebilir. Burada konu Siyonist Rejimin gücüdür. Yani deniz kuvvetleri tek füzeyle etkisiz hale getirilen bir rejimin, kaç firkateyni olursa olsun, bir dahaki sefere iki veya üç füzeyle tamamen etkisiz hale getirileceği anlaşılabilir. O sefer 100 km menzildeyken sahneden atıldı, bir dahaki sefere 300 km menzilli bir füzeyle atılır.

Neyse, sonuçta bu bir mucizeye ve çok büyük bir zafere dönüştü. Evlerinden çıkmak zorunda kalan veya o sırada bombardımana tutulan insanlar, sevinçlerini “Allahu Ekber” haykırışlarıyla ifade etmeye başladılar. Bu, Hizbullah'ın denklemi değiştiren bir başka sürpriz hareketiydi ve Siyonist Rejim, Hiyam Vadisi'ne ve Litani'ye doğru hareket etti ve burada bir kez daha mağlup edildi.

20'sinden 27. ve 28. günlere dek zor zamanlar geçirdik. İmad ve ben birbirimizden ayrıldık. Seyyid farklı bir yerdeydi ve biz her gece birlikte oturum düzenliyorduk. Kendi özel yöntemlerimizle Seyyid'e ulaşıyorduk ve İmad çatışmalarla ilgili ayrıntılı raporlar veriyor ve Seyyid'den de talimat alıyordu. 20. günden 28. güne kadarki dönem çok zor zamanlardı. Muhtemelen bu 33 günün en zor günleriydiler bunlar. Bazı konuları ele almanın şimdi vakti değil.

Bu arada İmad önemli bir yenilik keşfetti ve bu çok etkili oldu. Bunun etkisini ölçmek istersem, Rehber'in bu savaştaki zaferle ilgili Seyyid'e verdiği mesaj ve vaatlerle karşılaştırmam gerekir. Çok önemliydi: Savaş cephelerinde düşmanla vuruşmakta olan ve ateş altındaki mücahitlerin Seyyid Hasan'a yazdıkları mektuptan bahsediyorum. Harika bir mektuptu. Okunduğu gün, fikir kendisine ait olan İmad yüksek sesle ağlamıştı. Bu mektubu dinleyip de ağlamayan birini görmedim. Daha da önemlisi, Seyyid'in o mektuba verdiği yanıttı.

Yani belki bir benzetme yapmak istersek, İmam Hüseyin'in dostlarının Kerbela'da O'nu düşmana karşı savunurken okudukları şiirler gibiydi diyebiliriz. Ve Seyyid'in mücahitlerinin düşman karşısındaki dayanıklılıklarını takdir ederek cevap vermesi, İmam Hüseyin'in Aşura gecesinde yoldaşlarını öven konuşması gibiydi. Mücahitlerin Seyyid'e mektubu ve Seyyid'in buna cevabı hem çok etkili hem de ilahiydi ve çok fazla enerji üretti. 28. günden itibaren savaş farklı bir hal aldı.

Bunu dinleyen herkese burada bir noktayı hatırlatmalıyım. İran'daki Kutsal Savunmamız sırasında buna benzer birçok sahne vardı. O savaş sırasında Hakk'ın tarafında olmamızın nedenlerinden birinin de savaşçılarımızın maneviyatı olduğunu söylemiştim, bu da perdelerin kaldırıldığı, Allah'a doğru yapılan seyr u sülûka benziyordu. Bazen perdelerin ve hicapların arkasından konuşurlardı.

Kerbela 5 Harekâtı'ndan yaklaşık bir buçuk yıl önce Şelemçe'deydik, bir operasyon için hazırlanıyorduk. Doğal olarak, istihbarat güçlerimiz önceden operasyon bölgesini tespit etmiş ve düşmanın bizi görmesini engellemek için oraya yerleşmişti. Önümüzde bir su kütlesi vardı. O gün “Hüseyin Sadıki” ve “Ekber Musayipur” adlı iki savaşçımız istihbarat toplamak için ayrıldılar ama bir daha geri dönmediler. Çok arif bir kardeşimiz vardı. Genç bir öğrenciydi ama çok arifti. Amelî irfanda muhtemelen onun gibisi çok az bulunurdu. Bazı evliyanın ve irfan büyüklerinin 70-80 yıl içinde ulaştığı bir dereceye varmıştı. Ben Ahvaz'da idim, askerî telsizle benimle temasa geçti ve buluşmak istedi. Onunla buluşmaya gittim. Ekber Musayipur ve Sadıki'nin dönmediğini söyledi. Çok üzüldüm, henüz operasyona başlamadan düşmanın bizden esir aldığını ve tüm operasyonun ifşa edildiğini söyledim. Bunları öfkeyle dedim.

Orada bir gün kaldım ve ertesi gün döndüm çünkü birkaç cephede aktiftik. İki gün sonra benimle tekrar iletişime geçti ve görüşmek istedi. Ben de gittim. Adı Hüseyin'di, Ekber Musayipur'un ertesi gün döneceğini söyledi. Ona “Hüseyin, sen neden bahsediyorsun?” dedim. Gülümsedi “Gulam Hüseyin'in oğlu Hüseyin öyle dedi” diye cevap verdi. Babasının adı, değerli bir öğretmen olan Gulam Hüseyin'di. Annesi de öğretmendi. Kendisi de delikanlılığında bir öğretmen gibiydi. İnsanlar “Hüseyin Bey” dediklerinde sadece onu kastederlerdi. Orada belki yüzlerce Hüseyin vardı ama “Hüseyin Bey” tekti. Neyse, neden bahsettiğini sordum. “Yarın Ekber Musayipur geri dönecek ve ardından da Sadıki dönecek” dedi. Ona bunu nereden biliyorsun deyince “sadece burada kal” diye yanıtladı.

Ben de kaldım. Kum torbalarıyla yapılmış bir tür tahkimatın içine yerleştirilmiş askeri bir dürbünümüz vardı, ona tavşan dürbünü derdik. Dürbünü kullanan istihbarat mensupları su üzerinde bir şey gördüklerinde saat 13.00 civarıydı. Kendim bakmaya gittim ve suda bir ceset gördüm. Kardeşler onu aldılar, evet, Ekber Musayipur'du gelen!

Ertesi gün de Hüseyin Sadıki geldi. Şaşırtıcı olan şey, suyun türbülansa rağmen onları hareket noktalarına geri döndürmüş olmasıydı. İkisi de suda şehid olmuştular ve su bedenlerini aynı noktaya getirmişti. Çok şaşırtıcı bir durumdu. Hüseyin'e “Bunu nasıl bildin?” diye sordum. Bana, “Önceki gece rüyamda Ekber Musayipur'u gördüm, bana esir alınmadıklarını ve şehid edildiklerini söyledi” dedi. “Yarın bu saatte döneceğim ve Sadıki de ertesi gün dönecek ” dedi diye de devam etti.

Ardından Hüseyin bana önemli bir şey söyledi. Bana “Ekber Musayipur'un benimle niçin konuşabildiğini biliyor musunuz? Çünkü iki temel erdemi vardı. İlki evli olmasıydı. İkincisi de sudayken bile her zaman gece namazı kılardı. Rüyamda beni ziyaret etmesini sağlayan onun bu erdemleriydi” dedi.

Hüseyin'in kendisi de daha sonra şehid oldu.

Şunu da belirtmek isterim ki, o zor günlerde Güney'de de sorumlulukları olan Hizbullah'taki çok dindar kardeşlerden biri, kendi ifadesiyle uyku olmayan bir halde gördüklerini şöyle anlatmıştı: “Bir iki hanımefendinin yanında başka bir hanımefendi gördüm. Mükaşefemde O'nun Fâtıma Zehrâ (selamullahi aleyha) olduğunu hissettim. O'na doğru gittim ve kendimi ayaklarının dibine attım ve vaziyetimize bakmasını söyledim. Nasıl olduğumuza bir bakıver dedim. O her şeyin yoluna gireceğini söyledi. Hayır dedim. Rüyamda ayaklarına uzanıp O'ndan bir şeyler almaya niyetlendim. Israr ettiğimde, her şeyin yoluna gireceğini söyledi ve çıkardığı mendili salladı ve tamam, bitti, buyurdu. "

Kısa bir süre sonra bir İsrail helikopteri füzeyle düşürüldü ve ardından tanklar vurulmaya başlandı. Tanklarının vurulması rejim için savaştaki yenilgisinin başlangıcı oldu. Böylece yeni bir denklem ortaya çıktı, savaşta ilk kez Kornet füzeleri görüldü ve İsrail'in Merkava tankları ilk kez bu şekilde vurulmuş oldu. Bir günde yaklaşık 7 tank imha edilmişti.

Muhabir: Savaş nasıl sona erdi?

General Süleymani: Şimdiki Katar Başbakanı Hamad el-Halife, o dönemde Katar'ın dışişleri bakanıydı. BM'deydi ve Lübnan'a gelip giderek arabuluculuk yapıyordu. Daha sonra şöyle anlatmıştır:

“O günlerde Amerikalılar ateşkes yapılmasının sözünü etmeye bile izin vermiyorlardı. Ümitsizliğe kapıldım ve dinlenmek için eve gittim. Birdenbire, İsrail'in Birleşmiş Milletler Büyükelçisi peşime düştü. Endişeliydi ve acelesi vardı, nerede olduğumu sordu. Yeni bir şey mi oldu? dedim. BM'ye gitmemiz gerektiğini söyledi. Oraya vardığımızda, şu habis John Bolton'un hayli gergin ve endişeli bir şekilde volta attığını gördüm. İkisi de bana savaşın hemen durması gerektiğini söylediler. Neden? diye sordum. Savaş sona erdirilmezse İsrail ordusunun patlayıp dağılacağını söylediler.”

Sonuç olarak, İsrailliler tüm ön koşullarından vazgeçip Hizbullah'ın şartlarını ve ateşkesi kabul etmek zorunda kaldılar. Bu, Hizbullah için büyük bir zaferdi. Aslında, bu sadece o savaşın zaferi değildi, aynı zamanda bir dönüm noktasıydı ve İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırganlık korkusunun sona ermesiydi. Ve bu durum bugüne kadar sürmüştür. Hizbullah sadece İsrail'in Lübnan'a saldırması korkusunu etkilemekle kalmadı, aynı zamanda Siyonist rejimin başka her saldırı ihtimalini de etkiledi. 33 Gün Savaşı'ndan sonra Siyonist rejimin stratejisinin, Ben-Gurion'un önleyici ve saldırı amaçlı stratejisinin değiştiğini ve yerini yavaş yavaş savunma stratejisine bıraktığını doğrulayabilirim.

Birkaç hafta önce, Hizbullah'ın 2 şehidinin intikamını alacağı tehdidinden sonra İsrail'in sınırın sıfır noktasından 3 ila 5 km içeriye kaçtığını gördünüz. Hatta öyle ki al-Meyadeen muhabiri dikenli telin karşı tarafına geçti ve İşgal Altındaki Filistin'den haber yaptığını söyledi. Bu, 33 Gün Savaşı'nın sonucudur.

Muhabir: Bugünlerde Kutsal Savunma Haftasını kutluyoruz. Kutsal Savunma kültürü ve edebiyatı bölgedeki Direniş Cephesi'ni nasıl etkiledi ve nasıl devam etti?

General Süleymani: İslam tarihindeki hadiselerin seyrine baktığınızda, Emirü'l-Müminin'in (a.s.) Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) takip ettiğini görürsünüz. Emirü'l-Müminin'in vaaz verirken, bir mektup yazarken veya hutbe okurken ana referansı ve örneği her zaman Hz. Peygamber, O'nun eylemleri ve tavırlarıydı.

Kutsal Savunmamız da aynı niteliktedir. Yani, diğer tüm kutsal savunmalara nispetle anne konumundadır, merkezî ve kutsal bir durumu vardır. Kutsal Savunma sırasında, manevi konular en yüksek seviyelerde zuhur etti. Dinî tebliğ en üst düzeyde ortaya çıktı ve inanç ve ibadet konuları hiçbir sapma olmaksızın kusursuz bir şekilde sergilendi. Özveri, cihad ve şehitlik en zarif şekilde sunuldu. Kutsal Savunmamızdaki üst ve ast arasındaki ilişki ancak İslam'ın ilk günlerinin eşsiz sahneleriyle karşılaştırılabilir. Yani Kutsal Savunma her yönüyle bir zirveydi.

(Medya Şafak / Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu)

Öncelikle, Seyyid'in önemli bir özelliği var ki henüz hiçbirimiz bu seviyeye ulaşmış değiliz. Bence yanına gidip kendisinden Velayet bilinci dersi almamız gerekiyor. O, Rehber'in sözlerine şiddetle inanır ve bunları ilahi ve gaybi açıklamalar olarak görür...
Görüşmenin Üçüncü Bölümü

Muhabir: Tahran'a döndüğünüzü ve aynı gece Lübnan'a gittiğinizi söylediniz.

General Süleymani: Hemen Suriye'ye döndüm. Ama çok iyi hislerim vardı, Seyyid için belki de diğer tüm imkânlardan daha değerli bir mesaj taşıyordum. İmad yine beni almaya geldi ve Lübnan'a da aynı yoldan gittik. Seyyid'i ziyaret ettim ve ona Hz. Rehber'in sözlerini naklettim. Hiçbir şey Seyyid'in moralini bu sözler kadar yükseltemezdi.

Öncelikle, Seyyid'in önemli bir özelliği var ki henüz hiçbirimiz bu seviyeye ulaşmış değiliz. Bence yanına gidip kendisinden Velayet bilinci dersi almamız gerekiyor. O, Rehber Hazretlerinin sözlerine şiddetle inanır ve bunları ilahi ve gaybi açıklamalar olarak görür. Bu nedenle Rehber'in sözlerini çok dikkatli bir şekilde dinler ve ziyadesiyle önem verir.

Bu sözleri Seyyid'e ilettiğimde çok sevindi. Daha sonra da Rehber'in, "Bu savaşın sonucu, Hendek Savaşı zaferi gibi olacak ve ciddi zorluklar içerse de büyük bir galibiyet elde edilecek" sözünü ön cephede vuruşanlar ve tüm diğer saflardaki savaşçıların tamamı arasında yaydı.

Seyyid ikinci olarak da, kamuoyunu ikna etme ve düşmanın niyeti konusunda farkındalık yaratma çalışmalarının temeli olarak “düşmanın zaten bir işgal planı olduğu” analizi kullanıldı.

Üçüncü noktaya gelince; Cevşen-i Kebir çok popüler oldu, çünkü bu yakarış derin manevi, ibadî ve irfani anlamlara sahiptir ve Mefâtih'in (dua kitabı) en güzel dualarından biri olduğu bile söylenebilir. Bu dua yaygınlık kazandı ve Al-Manar TV kanalında güzel ve hüzünlü bir sesle sürekli okundu. O kadar ki, dua ilahi ve irfani manaları barındırdığı ve tek bir taifeye has kılınamayacak derinliği nedeniyle Hıristiyanlar tarafından da okunmaya başlandı. Mesaj çok etkiliydi ve yeni bir hareketlenmenin başlangıcı oldu. Hizbullah'ın damarlarına taze kan pompaladı, böylece düşmanla savaş meydanına artan bir umut ve güvenle girebildiler.

Muhabir: Seyyid Hasan Nasrallah ile yaklaşık beş saat süren bir görüşme yapmıştık ve bize bazı anekdotlar anlatmıştı. Şimdi anlattığınız anekdotla ilgili olarak, "Hacı Kasım bu haberle geldi ve Rehber'in ‘Sadece savaşı kazanmayacaksın, aynı zamanda bölgede bir güç olacaksın' dediğini aktardı. Hacı Kasım'a bakıp ‘Güçlü olmayı geçtik sağ kalsak yeter!' dedim” diye konuşmuştu.

Şimdi size sormak istiyorum, İmam Hamanei adına Seyyid Hasan Nasrallah'a ve Hizbullah'ın diğer komutanlarına başka bir mesaj ilettiniz mi?

General Süleymani: Savaşın sonuna kadar dönmedim ve 33 gün boyunca Lübnan'da kaldım. Savaş bittikten sonra İran'a döndüm ve Meşhed'deki gibi Tahran'da bir toplantı yaptık. Toplantı, Hz. Rehber, devletin üç kolunun başkanları ve diğer büyük yetkililerin katılımıyla gerçekleştirildi. Lübnan'dayken, güvenli hattımız üzerinden günlük olarak Tahran'a raporlar gönderdiğimden, bir kısmı zaten yayınlanmış olan olayların bir raporunu sundum, savaşla ilgili genel bilgileri zaten almışlardı.

Şu soruyu kaçırdık: İslam Cumhuriyeti'nin cevabı ve tepkisine ilişkin İran içindeki görüşler nasıldı? Yetkililer arasında anlaşmazlıklar var mıydı yoksa herkes uyumlu muydu?

General Süleymani: O dönemde herhangi bir muhalefet veya görüş ayrılığı yoktu. Diğer bir deyişle, tüm yetkililer aynı görüşü paylaştılar ve İran'ın Hizbullah'ı manevi ve maddi (yani silah, teçhizat, medya yardımı sağlayarak) her yolla, İslam Cumhuriyeti'nin gücü ölçüsünce desteklemesinde tek sestiler. İslam Cumhuriyeti nizamı içinde kimse tereddüt etmedi, en azından o zaman. Lübnan'dayken bile içerideki düşünceleri duyuyordum ve İslam Cumhuriyeti'nde, Hizbullah'ı desteklemek ve Hizbullah'ın savaşı kazanmasına yardım etmek noktasında tam bir birlik vardı.

Çünkü bu desteğin merkezi Rehberdi ve İslam Cumhuriyeti'nin, İslam'ın ve İslam âleminin maslahatını teşhiste ve bu davaya yön verme konusundaki yetkisinde İran'da hiçbir tereddüt yoktu. Elbette şimdi bile bazı konularda fikir ayrılıkları olabilir, ancak Hizbullah konusunda her düzeyde fikir birliğinde olmuşuzdur.

33 Gün Savaşı'nın operasyonel yönleri daha az konuşuldu. Bu savaşta çoğunlukla Siyonist rejimin durumuna ilişkin tartışmalar oldu. Bu çatışmada aktif bir şekilde yer alan sizin ağzınızdan Hizbullah'ın operasyonel stratejisinin ayrıntılarını dinlesek iyi olurdu.

General Süleymani: Bakınız, 33 Gün Savaşı ile ilgili hâlâ detaylandırılmasına imkân olmayan konular var. Bu savaşın üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen, bu savaş ve Hizbullah'ın faaliyetleri hakkında daha yıllarca sır olarak kalması gerekli noktalar mevcut. Ancak kamuya açık şekilde konuşulması mümkün ve faydalı olan kısımlar arasında burada bahsedeceğim bazı önemli noktalar ve hatıralar var.

Hizbullah'ın Dahiye'nin (Güney Beyrut) kalbinde bir operasyon odası vardı ve etrafındaki binalar genellikle bombalandı ve yıkıldı. Her gece, 12 veya 13 katlı (bazen daha fazla) 2 veya 3 yüksek bina tamamen yerle bir ediliyordu. Bu oda bir yeraltı operasyon odası değildi, daha ziyade belirli ekipmanların, bağlantıların ve ağların sağlandığı tipik bir operasyon odasıydı.

Bir gece bu operasyon odasında idik ve savaşı idare edenlerin neredeyse tamamı bir araya toplanmıştı. Saat 23.00 civarında, çevremizdeki binaların vurulup yıkılmasından sonra, Seyyid'i tehdit eden ciddi bir tehlike olduğunu hissettim. Ben de Seyyid'i nakletmeye karar verdim. İmad ve ben bu konuda istişare ettik. Seyyid operasyon odasından çıkmayı kolay kolay kabul etmiyordu. Onu Dahiye'den çıkarmak istiyor da değildik. Düşman, giren çıkanı çok olduğundan içinde bulunduğumuz bina konusunda hassaslaşabilirdi, bu yüzden farklı bir binaya taşınacaktı. İsrail'in MK insansız hava araçları, Dahiye üzerinde 3'lü gruplar halinde sürekli uçuyor, bir motosiklet bile olsa her hareketi sıkı bir şekilde takip ediyordu. Gece on ikide, Dahiye'de, Hizbullah'ın faaliyetlerinin merkezi olan yerde, kimse yaşamıyormuş gibi sokaklar bomboştu.

Binayı bir başkası için terk etme kararı aldık ve öyle yaptık. Binalar arasında fazla bir mesafe de yoktu. Diğer binaya girer girmez bir bombardıman daha oldu ve eski binanın hemen yanındaki nokta vuruldu. Aynı binada bekledik çünkü orada güvenli bir hat vardı ve iletişimimizi kaybetmek istemedik. Seyyid'in ve özellikle İmad'ın iletişimi kesilmemeliydi. Sonra bir bombardıman daha gerçekleşti ve bu binanın yakınındaki bir köprü vuruldu. Binanın kendisini vurmak için üçüncü bir hamle olacağını tahmin ediyorduk. Binada yalnızca 3 kişiydik; ben, Seyyid ve İmad. Binayı terk edip bir başkasına geçmeye karar verdik. Yayaydık, arabamız yoktu. Dahiye tamamen karanlığa ve sessizliğe gömülüydü. Sessizliği sadece üzerinde uçan düşman uçaklarının gürültüsü bozuyordu. Askeri kıyafet giyiyordum. Altına düz bir gömlek giydiğim için askeri gömleğimi çıkardım ama üzerimde hâlâ asker pantolonu vardı.

İmad, Seyyid'e ve bana, düşmanın gözünden korunmak için bir ağacın altında beklememizi söyledi. MK İHA'larında insan vücudunu ayırt edebilen ısı kameraları bulunuyor, dolayısıyla onlardan saklanmak imkânsızdı. Orada bekledik ve ben Hz. Müslim b. Akil'in macerasını hatırladım. Kendim için değil, Seyyid için. Zira o bu yerin önderiydi.

İmad bir araba almaya gitti. Arabayla çabucak geri döndü. Muhtemelen bunu yapması birkaç dakikadan fazla sürmemişti. İmad hakkında konuşmayı çok seviyorum ama seansın dünkü gibi kesintiye uğrayacağından korkuyorum. Özellikle planlamada eşsizdi. Araba bize ulaşmadan önce bir MK, tam üstümüzde bize odaklanmıştı. Araba gelince de arabaya odaklandı. Bu İHA'ların görüntülerini doğrudan Tel Aviv'e gönderdiklerini ve orada bir operasyon odasında bunları izlediklerini biliyorsunuz. Bir yeraltı odasından başka bir yeraltı odasına ve o arabadan şimdi tarif edemeyeceğim başka bir araca geçerek düşmanın kafasını karıştırmamız biraz zaman aldı. Gece 2 civarında tekrar operasyon odasına döndük.

Burada önemli olan nokta şuydu, savaşta genellikle işlerin çok acele olması gerekir. Ordu ve güvenlik alanındaki 40 yıllık faaliyetimde bunu anladım. Elde imkân varken ilk fırsatta harekete geçmek için savaşlarda çok acele edilmelidir.

Hizbullah bu savaş sırasında düşmanı her aşamada yeni bir araçla veya yeni bir girişimle çok şaşırttı. Yani tüm kartlarını aynı anda göstermiyordu. Seyyid, düşmanı korku içinde bırakan bir dizi ifade de kullandı. Seyyid adım adım ilerliyordu. “Hayfa merhalesi, ardından Hayfa'dan sonrası, sonra da Hayfa'nın sonrasının sonrası” diyordu. Onlar durumu düşmana kavratma amacıyla bu merhaleleri bu şekilde sürdürdüler ve düşmanı daha derinlerde vurma güçlerini kanıtlamak için her aşamada ortaya yeni bir silah çıkardılar.

Böylelikle, 2006 yılında, düşman için, Hizbullah'ın savaşı bir sonraki aşamaya, yani kırmızı alarm aşamasına ve kendisinden daha tehlikelisi bulunmayan merhaleye taşıyacak güce sahip olduğu kesinleşti. Yani Hizbullah'ın savaşı Tel Aviv'e taşıma kabiliyeti vardı. Kısacası Hizbullah'ın bu eylemleri sadece askeri yönleri değil, aynı zamanda güçlü bir psikolojik boyutu da içeriyordu. Yani Hizbullah hem askeri operasyonlar düzenler ve işgal altındaki Filistin'de düşmana her seferinde farklı bir coğrafi noktada meydan okurken, aynı zamanda büyük psikolojik darbeler ile düşmanın kafasını da karıştırıyordu.

Devam edecek… (Çeviri: Ozan K. Sarıalioğlu, Medya Şafak)

 
İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, ABD'nin CNBC kanalına verdiği röportajda; Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 

Geçen yıllarda gündeme gelen ve İsrail gazının Türkiye'ye ihraç edilmesini öngören projeye değinen Steinitz, "Yaklaşık 5,5 yıl önce Enerji Bakanı olduktan sonra Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip) Erdoğan ile Beyaz Saray’da bir araya gelmiştik. Orada Cumhurbaşkanı Erdoğan'la İsrail gazını bir boru hattıyla (Leviathan-Ceyhan) Türkiye'ye ihraç etme olasılığını konuştuk. Enerji Bakanlığı uzmanlarıyla da görüşmelerimiz oldu. Ancak maalesef sonuçsuz kaldı” ifadelerini kullandı.

İsrail gazının Türkiye'ye ihraç edilmesi projesini yeniden görüşmeye hazır olduğunu belirten Steinitz, "Şahsen umuyorum ki Türkiye bölgesel meydan okumacı rolünden yönünü bazı komşularıyla bölgesel iş birliğine doğru değiştirir. Bu açıdan Türkiye bölgesel iş birliğinin bir parçası olarak Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na katılmak isterse bundan memnuniyet duyarım" değerlendirmesinde bulundu.

Bunun ticari ilişkiler için de iyi olacağını kaydeden İsrailli Bakan, "Doğu Akdeniz Gaz Forumu için Türkiye’ye kapıyı hiçbir zaman kapatmadık" dedi.

Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İtalya ve Ürdün Enerji Bakanlarının katılımıyla 16 Ocak 2019'da Mısır'da düzenlenen toplantıda "Doğu Akdeniz Gaz Forumu" kurulmuştu.

 İsmail Bendiderya, kaleme aldığı "Domuzlu, Kanlı Tehditler ve Şantajlar Ülkesi ABD" başlıklı yazısında Amerika’daki kaosa ve Biden ve Trump arasındaki ilişkiye dikkat çekti.
Taraftarlarını kışkırtarak kongre binasını bastırtıp yağmalatan Trump ailesi; beyaz saray korunma odasında oturup insanların öldürülüşünü, polis ve sivillerin vuruluşunu kamera kontrollerinden gülerek ve dans ederek izliyordu.. ABD böyle bir medeniyet (!) ülkesi işte!

Trump’a karşı çıktığı için Nancy Pelosi'nin evinin önüne kesik domuz başı bırakılmıştı.
Mitch McConnell’in Kentuck eyaletindeki evinin duvarına ise 'Param nerede?!' yazısı yazılmıştı.
Trump veya adamları soruyordu bunu!
 E, bakalım ABD’de buna cevap verecek bir mahkeme olacak mı?
Henüz ses seda yok…
Biden, muhtemelen bunun zeminini hazırlamak için “bu bir isyan ve devlete karşı kalkışmadır!” diyor.
 Ama Biden, "Kongredeki kaos, gerçek Amerika'yı yansıtmıyor. Biz bu değiliz. Gördüklerimiz, kendilerini kanunsuzluğa adamış radikal küçük bir grup” derken yalan söylüyor.
Bir gün öncesine kadar Başkan olan Trump “oylarım çalındı” diyor
Dün yardımcısı, bugün ise rakibi ve yeni Başkan olan Biden ise “ Başkan aga yalan söylüyor” diyor!
Taraftarlarını kışkırtarak kongre binasını bastırtıp yağmalatan Trump ailesi; beyaz saray korunma odasında oturup insanların öldürülüşünü, polis ve sivillerin vuruluşunu kamera kontrollerinden gülerek ve dans ederek izliyor!
ABD böyle bir ülke işte.
   ***
MEĞER KONGREYİ UZAYLILAR BASMIŞ!
Kevin McCarthy de , Amerika'yı böyle göstermek isteyenler var," diyerek ABD devlet ve polisinin hunharlık ve zulmünü örtbas etmeye çalıştı. Halk isyanı olan şiddetli protestoları "Amerikalı olmayanlar" şeklinde nitelendirdi.
Yalan!
Hepsi de Amerikalıydı, hem de en beyaz ve en ırkçı türlerinden.. Onlar ABD halkıydı.
Hiçbiri uzaydan gelmedi.
Şu-bu ülkenin üzerine atamayacakları kadar da  “Made In America” dırlar yani!
   ***
ÖLDÜRME AMAÇLI ATEŞ EDEN POLİSLER
ABD kongre baskını olaylarında polis bir kadını öldürdü, onlarcasını da ağır yaraladı…
Zavallı kadıncağız boynundan vurulmuş..
Yani polis belden aşağıya değil, direkt başlarına ateş etmiş göstericilerin…
Şu işe bakar mısınız?..
Bizim polisler ortalığı ateşe verenlere iki jop vurunca, askere ateş edip kan döken teröriste karşılık verince bize “Aman, şiddet kullanmayın, orantısız güce başvurmayın ha! Demokrasiyi çiğnemeyin! İnsan haklarını unutmayın!” diyen Amerika, masum bir kadını 2 metreden, boynundan vurup öldürünce bu şiddet olmuyor, orantısız güç sayılmıyor!
Gidinin medeni kılıklı zalim ve zorba sahtekarları sizi!!!..
   ***
ULUSAL MUHAFIZLAR DEVREDE
Baskına uğrayan, yağmalanan, yakılıp yıkılan ABD Kongre binasını şimdi ABD gizli servisi koruyor!
Pentagon, bu işe karışmayacağını söyleyerek ilginç bir tavır sergiledi.
Başkent “Ulusal Muhafızlar” ın elinde artık! Bunlar ne polis, ne de muvazzaf asker.. Bazı eyaletlerde hem eyalet hem de federal hükümete bağlı olan rezerve kuvvetleridir ve sadece “kriz anında” içeride görev yaparlar.
Washington Belediye Başkanı Muriel Bowser, Savunma Bakanlığı'ndan Ulusal Muhafızların 200 üyesini görevlendirmesini talep etti.
Ve yüzlerce ulusal muhafız geldi
Gelenler ABD nin en katil ruhlu askerleri..
Söylentilere göre, Guantamo’ da görev yapan birliklerden..

Ulusal Muhafızların tamamı aktif hale getirildi
ABD Savunma Bakan Vekili Christopher Miller, Washington'daki olaylar üzerine Ulusal Muhafızları aktifleştirdiklerini belirterek, "Personelimiz, Anayasayı ve demokratik yönetim şeklimizi korumak üzere yeminlidirler." açıklaması yaptı.
Gazeteciler ve senatörler, çeşitli kongre binalarını birbirine bağlayan tüneller ağı aracılığıyla Capitol binasından başka bir Senato binasına taşındılar...
   ***
SENATO’DA DA ÇOĞUNLUK DEMOKRATLARA GEÇTİ
Yeni yasama döneminde Kongre’nin iki kanadı da Demokratların kontrolünde olacak.
Bazı Kongre  üyelerinin Donald Trump’ı görevden alınması için harekete geçeceklerine dair haberler akmaya başladı. Buna karşılık 20 Ocak’ta Trump’ın görevini devretmesi beklendiğinden bu girişimin, bugünün sıcaklığıyla dile getirildiği ve Trump’ı gerçekten görevden almak yerine onun usulüne uygun olarak görevi bırakması için bir tehdit olarak  gündeme geldiği yönünde de yorumlar yapılıyor.

KONGRE BİNASININ 2. BASILIŞI
ABD Kongresi ilk kez işgal edilmiyor; bu 2. kez oluyor. ABD Kongresinde Seçiciler Kurulu oylarının sayıldığı ve 3 Kasım 2020’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlarının resmileştiği Kongre oturumu sonrasında Başkan Donald Trump taraftarları, polis barikatını aşıp Kongre binasına girdi. Böylece ABD Kongresi’ne, İngilizlerin 1814’teki işgalinden bu yana ilk kez böyle bir zor kullanma ile girildi.
   ***
Bu arada ülkemizin üst düzey siyasi dili gayet yerinde ve anlamlıydı: “ABD’deki tüm tarafları itidal ve sağduyuya davet ediyoruz. ABD’nin bu iç siyasi krizi olgunluk içinde aşacağına inanıyoruz.”
Yani bizden ders ve uyarı alacak hallere düştünüz, kendinize bir çeki düzen verin, yoksa rezilliğiniz ayyukta!
    ***
İKİ İLGİNÇ HABER VE ZAMANLAMA TESADÜFÜ
 Bu olaylardan günler önce, medyaya düşen haberlere göre ABD'de CBS televizyonu tarafından paylaşılan ses kaydında, 3 Ocak 2020'de ABD tarafından düzenlenen suikast sonucu şehit edilen İranlı General Kasım Süleymani'nin intikamının alınacağı belirtildi.
Kaynağı belirsiz ses kaydında İranlı General Kasım Süleymani'nin intikamının alınacağı ve ABD Kongre binasının hedef alınacağı belirtildi.
FBI ve Federal Havacılık İdaresi söz konusu ses kaydını araştırmaya başladı. Öte yandan, yetkililer tehdit içeren mesajda 'intikam' eyleminin gerçekleştirileceği tarihin 6 Ocak olduğunu değerlendirdiklerini söyledi.
CBS, FBI'nın soruşturma hakkında bir yorum yapmadığı, ancak 'kamu güvenliğine yönelik tüm şiddet tehditleri ciddiye aldığını' belirtti.
   ***
 Şimdi, Trump'ın “Seçimi biz kazandık, Beyaz Saray’ı Bidon’a kaptırmam!..” söyleminin boşuna olduğu söylenebilir mi?  Bu arada, Trump'ın hamlelerine karşı Demokratların, İnglizlerle bir olup, ABD’yi, BM'ye şikayet edip, Trump'ın diktatör ilan edilmesi ve BM'nin ABD'ye müdahale etmesi için başvuru hazırlığı yaptıkları da konuşuluyor medyada…
   ***
ŞOKA GİREN NATO’NUN YORUMU
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ABD Kongresindeki olayları "şoke edici" şeklinde nitelendirerek, "ABD başkanlık seçiminin sonucuna saygı duyulması" çağrısında bulundu.
Yani ABD de demokrat ve adil bir seçim de yok, seçime saygı da yok, seçmene saygı da yok
Hani, vardı??
Gidinin yalancıları sizi!
   ***
 TWİTTER TRUMP A ENGEL KOYDU
Demek ki dünyayı yöneten ABD başkanları değil, Face ve Twitter in sahipleriymiş…
Demek ki;
Artık hiç kimse ABD başkanlarına zerrece güvenmeyecek, ABD’ye ye asla saygı duymayacak,
Artık hiç kimse ABD den korkmayacak,
Artık hiç kmse ABD nin demokrasi ve insan hakları yalanlarına kanmayacak,
ABD değil, İAD iki Amerika devleti olacak.
   ***
BİR GÜNDE 500 YALAN SÖYLEYEN BAŞKANLARIN ÜLKESİ       
Sahi;
Biden’in başkanlığı apar topar, alelacele; yangından mal kaçırırcasına tescillendi.
Neden acaba?
ABD neden artık güvenli bir ülke değil?
Washington post’’un da yazdığı gibi “Trump bir günde tam 500 yalan söyleyerek dünya rekorunu kırmaya hak kazanmış bir diğer ABD başkanı” ise; böyle bir devlete de başkana da kim, neden güvensin ki?
İnce bir nokta: Unutmayalım ki, Trump o yalanları söylerken, Mr Biden de onun şakşakçısı ve resmen başkan yardımcısıydı!
   ***
“SANMA BU TEKERLEK KALIR TÜMSEKTE…”
Bölgemizi kan gölüne çeviren, Cumhurbaşkanımızı tehdit eden, milletimizi ve devletimizi aşağılamaya kalkışan, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde terör örgütlerine onbinlerce TIR silah veren ve 15 Temmuz’un müsebbibi ve şehitlerimizin asıl katili olan ABD’de adı konulmamış bir sıkıyönetim başladı.
Başkentte 15 gün sokağa çıkma yasağı ve ülke çapında tutuklamaların adı başka ne olabilir?
Hollywood filmlerinin objesi düne kadar hep diğerleriydi.
Şimdi bizzat ABD’nin kendisi o filmlerin objesi oluverdi!
2021 çok ilginç ve zor bir yıl olacak besbelli.
Fitneler, fesatlar, kumpaslar, hinlikler yılı….
Ama bütün bunların sonu, insanlık için pek hayırlı görünüyor inşallah.
Unutmayalım ki karanlığın en koyu anı, şafağın ilk adımının müjdecisidir.
Sağlıcakla kalın.

 Petrol Bakanı Bijen Namdar Zengene, düşmanların İran’ın petrol ihracatını sıfır seviyesine düşürme arzusu kursağında kaldığını vurguladı.

 25. Uluslararası petrol, doğalgaz, rafineri ve petro kimya fuarı, Petrol Bakanı Zengene ve bazı milletvekilleri ve yetkililerin katıldığı törenle açılış yaptı.

Törende bir konuşma yapan Bakan Zengene, korona virüs salgını İran’ın petrol sektörünün gelişmesine engel olamadığını belirtti.

Bakan Zengene, Petrol Bakanlığı bilim temelli firmaların petrol sektörünün ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarına destek vermeye ve bu sektöre sermaye cezbetmeye devam ettiğini kaydetti.

Düşmanlar İran’ın petrol ihracatını sıfır seviyesine düşürmeyi amaçladığını belirten Bakan Zengene, ancak bu arzuları kursağında kaldığını, üstelik petrol ürünleri ihracatı da İran tarihinde en yüksek seviyelere ulaştığını vurguladı.

 Filistin İslami Cihat Hareketi Tahran Temsilcisi Naser Ebu Şerif; Kudüs Gücü eski Komutanı Şehit Korgeneral Kasım Süleymani'nin Filistin için ifa ettiği rolü takdir ederek, Şehit Süleymani'nin Siyonist rejim karşısında Filistinli grupları birleştirdiğini ve güçlendirdiğini kaydetti.
 

Ebu Şerif, İran Press muhabirine yaptığı açıklamada; Şehit Süleymani'nin direnişin destekçisi olduğunu, Filistin’in İran İslam Cumhuriyeti, Kasım Süleymani ve silah arkadaşlarının destekleri sayesinde Siyonist rejim ve Amerika'nın tehlikeli saldırıları karşısında direnebildiğini ifade etti.

Ebu Şerif, Şehit Süleymani'nin direniş cephesini birleştirme ve maneviyatını güçlendirmekteki rolünün büyük olduğunu söyledi.

İslami Cihat'ın Tahran Temsilcisi sözlerinin devamında; Filistin direniş gruplarının Gazze'de yaptıkları tatbikat hakkında ise, Kasım Süleymani'nin şehadet yıldönümünde düzenlenen tatbikatın direniş gruplarının Siyonist rejim karşısındaki birliğini yansıttığını belirtti.

 2021, İngilizlerin Film Oyunuyla Başlıyor! İngilizler, Ehlibeyt -s- sevgisini kullanarak Müslümanları birbirine düşürme ve kendi paçalarını kurtarma planını uygulamaya koydular.


 İsmail Bendiderya, kaleme aldığı "Müslümanlar Dikkat! 2021, İngilizlerin Film Oyunuyla Başlıyor!" başlıklı yazısında Müslümanları birbirine düşürme ve kendi paçasını kurtarma planı yapmış olmasına dikkat çekti. Bendiderya yazısında şu ifadeleri kullandı:

Şİİ-SÜNNİ İHTİLAFI İÇİN TAHRİF ve TANZİM EDİLMİŞ HZ FATIMA FİLMİ

Müslümanlar Dikkat! 2021, İngilizlerin Film Oyunuyla Başlıyor. 

Dünyanın en büyük fitne merkezi olan ve bu konularda ABD’yi de İsrail’i de parmağında oynatan İngiltere, 2021’in Batı ülkeleri ve bloku için çok sıkıntılı olacağını bildiğinden, bundan en az zararı görmek için Müslümanları birbirine düşürme ve kendi paçasını kurtarma planı yapmış.

 

BU PLAN YARIN  UYGULAMAYA KONULACAK!

Evet, asırlardır şahit olduğumuz İngiliz planlarının en tehlikeli versiyonu olan bir filmi yarın ekran yapıyorlar!

BOP’un planlayıcıları bu işin içinde!

   ***

Şİİ-SÜNNİ SAVAŞI ÇIKARMAK İÇİN TARİH TAHRİF EDİLİYOR

İngilizler birdenbire Ehlibeyt dostu oldular, Hz Fatıma validemizin ne kadar büyük bir insan olduğunu keşfediverdiler!

Son kelimelere katılmamakta haklısınız, evet;

Mezhep çatışması çıkarmak için Hz Fatıma’nın -s- hayatını filme aldılar.

Sırf Hz Fatıma’nın kapısının ateşe verildiği sahnesini işlemek için yapılan ve ahmak Müslümanları en zayıf yerleri olan “cahilce sevgi, kör taassuplu tarafgirlik” damarından vuran bu film yarın gösterime girecek.

Filmin adı “Cennet kadınlarının efendisi”

Hadis-i Şerife uygun yani… Amacı ise ayeti de, hadisi de yerle bir edip Müslümanın hânesini başına yıkmak!

İngiliz firması buna  "THE LADY OF HEAVEN" adını vermiş ve Türkçesini de “Cennetin Leydisi” olarak çevirmiş!

“Enlightened Kingdom” ismini duyanınız var mı?

Sanmam.

Bu zehirli filmi yapan İngiliz şirketin adı!

   ***

 

Durun, bitmedi:

Bu şirket İngiliz kraliyet ailesine ait!

Bu film için 15 milyon dolar harcandı ve bunun önemli bir kısmını yine İngliz kraliyeti ve Vahabi Suudi krallığı karşıladı!

Ne kadar ilginç, değil mi?!

Şia ve Sünniyi kafir ilan eden Vahabiler, birdenbire Hz Fatıma’ya sevgi ve saygı besleyip onun hayatını filme alan İngilizlere para yardımında bulunuyorlar!

Bu vahabiler onu bu kadar seviyorsa, evlatlarının Cennet’ül Bâki’deki mezarlarını neden yerle bir etmişler sahi?!

Bunu bilen var mı?

Irak ve Suriye’yi, Afganistan ve Flistin’i neden cehenneme çevirdilerse; daha dün Lübnan’ın başkentini havaya uçuran Terör ve işgal devleti Siyonist İsrail’le neden işbirliği yaptılarsa, onun için!

Siz halâ “Vay efendim! Sünnilik! Vay efendim, Şiilik!” diye birbirinizle cedelleşip durun.

Türk-Kürt, Arap-acem diyerek birbirinizi dışlayıp yalnızlaşın, birleşerek büyümek yerine, ayrılarak küçülün, düşmanla savaşmayın, kendinizi yiyip bitirin…

Düşman uyumuyor ve “Tekfirci mikrobu” nun kültürel versiyonu yarın piyasaya sürülüyor!

   ***

Müslümanlar uyanık olursa 2021 büyük başarı ve birlikteliklerin yılı olacak; kalemler, silahlar, teknolojiler, eller ve yürekler birleşecek…

Ama dostunu düşmanını ayıramayacak kadar ahmak olur ve cehalette inat ederse, bunun bedelini de ağır ödeyecek.

İngilizler şimdiden planlarını yapmış ve uygulamaya da koymuş bulunuyor…

Peki, ey Müslümanlar, ya siz? Sizin planınız ne?

Şşşşt! Uyanın!

Mezhep tartışmalarını bırakın artık.

Haberiniz olsun, demedi demeyin.

Yeni yıldaki ilk yazımda “Müslümanlara oynanan bu filmin detaylarını da yazacağım.

Esen kalın ve fiemanillah

( Türk medyasında çok izlenen bu sesli makaleyi aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz)

smail Bendiderya

 

http://www.yazilimedya.com/video/2209/yeni-yil-ingilizlerin-oyunuyla-basliyor-bir-filmle-savas-hesaplari

Çarşamba, 13 Ocak 2021 03:37

Pompeo’dan İftira Zarif’ten Cevap

 Emperyalizmin ve Sulta sisteminin başı ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İran hakkında iftiralarına devam ediyor.
 

Washington'da basın toplantısı düzenleyen Pompeo; El Kaide'nin İran'da yeni bir ana üs kurduğunu iddia etti.

İran'ın El Kaide liderlerine güvenli geçiş sağladığını ve örgütü desteklediğini öne süren Pompeo, New York Times'ın geçtiğimiz Kasım ayında El Kaide liderlerinden Ebu Muhammed El Masri'nin 7 Ağustos 2020'de İran'da İsrail tarafından yapılan operasyonda öldürüldüğüne ilişkin haberin doğru olduğunu söyledi.

Pompeo, "Masri'nin İran içinde bulunması bugünkü duruma işaret ediyor. El Kaide'nin yeni bir ana üssü var: İran İslam Cumhuriyeti" dedi.

Pompeo'nun iddialarına sosyal medya hesabından yanıt veren İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Pompeo'nun suçlamalarını "savaş çığırtkanı yalanlar" olarak niteledi.

Zarif, "Kimse aptal yerine konamaz. Tüm 11 Eylül teröristleri Pompeo'nun Ortadoğu'daki favori ülkesi Suudi Arabistan'dan gelmişti, İran'dan değil" dedi.

ABD’de seçimi kaybeden Trump yönetimi, olağanüstü bir hal yaratıp görevde kalmak için son zamanlarda bölgede tahrik edici hareketlerde bulunarak İran aleyhinde asılsız suçlamalarda bulunuyor.

 
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Kum halkının 9 Ocak 1978’de Şah rejimine karşı gerçekleştirdiği tarihi ayaklanmanın 43. yıldönümü münasebetiyle ilgili konuşma yaptı.
 

İslam İnkılabı Lideri, Şehit General Kasım Süleymani’nin şehadetinin birinci yıldönümüne ilişkin, "Kasım Süleymani'nin şehadet yıldönümünde ülkede büyük bir destansı hareket yaratan değerli vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum. Büyük coşkuyla yapılan bu hareketler vatan ile milletin ruhunu tazelemiştir. Bunlar insanlarımızın basiretinden kaynaklanmaktadır." dedi.

İmam Hamanei, "Şehit Ebu Mehdi ve Kasım Süleymani'yi anmak için Bağdat'ta ve diğer şehirlerde de geniş kapsamlı ve muhteşem bir tören yapıldı; İran ve Irak'taki törenlere katılan tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum." ifadesini kullandı.

İslam İnkılabı Lideri sözlerine şöyle devam etti:

"Kirman’daki (Şehit General Süleymani’nin) cenaze töreninde ve gerçekten trajik bir olay olan Tahran'daki uçak kazasında şehit düşenleri anıyor, şehitlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır diliyoruz. Elbette kaza ile ilgili yetkililerin sorumlulukları vardır ve gerekli talimatlar verilmiştir.

Muhsin Fahrizade’nin şehadetinin kırkıncı günündeyiz, dolayısıyla onu saygıyla anmalıyız. Şehit Fahrizade büyük ve değerli bir şahsiyetti."

Kum halkının 9 Ocak 1978’de Şah rejimine karşı gerçekleştirdiği tarihi ayaklanmanın 43. Yıldönümüne dair İmam Hamanei, “Bu olay İranlıların dönüm noktalarından biriydi. Bu, canlı tutulmalı çünkü gelecek nesillere moral veriyor. Bu tarihi ayaklanma ulusal bir onurdur ve geleceği aydınlatır." ifadelerinde bulundu.

İslam İnkılabı Lideri, ABD'deki olaylara dair şu açıklamada bulundu:

"Bugün büyük putun durumunu görüyorsunuz. Bunların demokrasisi; birkaç günde bir siyahi vatandaşın sebepsiz yere katledilmesini ve katilinin yargılanmamasını yansıtan bir demokrasidir. Seçim rezaleti ve insan haklarının durumu ortadadır. Bu olaylar dünyanın alay konusu haline gelen Amerikan değerleridir. Bu, ekonomisi felç olan, on milyonlarca işsiz ve aç insanın yaşadığı ülkenin durumudur. Elbette bunlar önemli şeyler ama tuhaf olan konu hala bazı insanların umutları ve özlemlerinin Amerika olmasıdır."

ABD’ye özenenlere seslenen İmam Hamanei, “Bazıları Amerika Birleşik Devletleri ile uzlaşıp dost olursak ülkenin bir cennet haline geleceğini düşünüyorlar. Bugün ABD ile birlikte olan bölge ülkelerinin ne durumda olduğuna bakınız. Amerika yönetimi İran’daki 9 Ocak 1978 olayından sonra ülkemizde cehennemvari bir egemenlik kurmayı istemiştir." ifadelerini kullandı.

Amerika Birleşik Devletleri, bölgeye tamamen hakim olmadığı sürece, mevcut bağlamda bölgenin istikrarsızlığından kendi çıkarını görüyor. Bunu kendileri söylüyor ve itiraf ediyorlar. Amerikan düşünce kuruluşundan tanınmış bir uzman, İran, Irak, Suriye ve Lübnan'da istikrar istemediğimizi açıkça ortaya koydu. Esas mesele, bu ülkelerdeki istikrarsızlığın gerekliliği yada gereksizliği değildir. Nasıl istikrarsızlık yaratılacağı ile ilgilidir. Bir yerde IŞİD ile bir yerde 2009 fitnesi ile ve bölgede yaptıklarını görüyorsunuz.

Amerika Birleşik Devletleri'nin istikrarsızlaştırmasına karşı çıktık. 2009'da Amerika Birleşik Devletleri İran'ı istikrarsızlaştırmak istedi. Kaos yaratmak ve bir iç savaş başlatmak için 2021'de ABD Kongre binasında başlarına gelen felaketin aynısını İran'da da yapmak istediler.

ABD'li bir yetkilinin boş ifadelerde bulunup İran'ın bölgedeki istikrarsızlığın nedeni olduğunu öne sürdüğünü belirten İmam Hamanei, "Biz bölge için istikrar getiriyoruz ve Amerikan istikrarsızlığına karşı duruyoruz." dedi.

İslam Devrimi Lideri, İran ile istikbar cephesi arasındaki sorunlarla ilgili olarak şunları kaydetti:

"Gündemde en önemli konular; yaptırım meselesi, İran'ın bölgesel varlığı ve ülkenin savunma kapasitesi ve füze gücüdür. Onlar her zaman bir şeyler söyleyip duruyor ve bizim taraf da cevap veriyor. Tabii ki, yetkililerimiz onların küstah açıklamalarına uygun bir yanıt vermiştir.

Batı Cephesi İran’a karşı uygulanan acımasız yaptırımları son vermek ve derhal durdurmakla yükümlüdür. Tüm yaptırımları kaldırmak onların görevidir. Bu büyük düşmanlık İran milletine karşı haksız yere yapılmıştır. Elbette yaptırımları kaldırmaları gerektiğini ve yaptırımlara rağmen ülkeyi yönetebilmemiz için ekonomimizi düzeltmemiz gerektiğini defalarca ifade ettim.

Biz yaptırımların kalkmayacağını varsayıyoruz. Tabii ki kısıtlamalar yavaş yavaş etkisiz hale gelecektir, ancak yaptırımlar devam ederse, ekonomiyi, düşmanın kötü eylemleriyle ilgili sorun yaşamayacak şekilde planlamalıyız. Bunu direniş ekonomisi politikası kapsamında ilan ettik.

İran'ın neden bölgede bulunduğunu söyleyenlere gelince, bölgedeki dostlarını güçlendirmek İslami düzenin görevidir. İran'ın bölgedeki dostlarını ve taraftarlarını zayıflatacak hiçbir şey yapmamalıyız. Varlığımız bölgeye istikrar getirir. İslam Cumhuriyeti'nin varlığı, istikrarsızlığın sebeplerini ortadan kaldırır.

Bugün İran'ın savunma gücü o kadar gelişti ki düşmanlarımızın İran'ın yeteneklerini hesaba katması gerekiyor. Ülke askeri güç konusunda savunmasız ve çaresiz halde olmamalıdır."

İmam Hamanei, İran'la yapılan nükleer anlaşmaya ilişkin; “Nükleer anlaşmadaki bazı taahhütlerimizi bir kenara bıraktık ve yakın zamanda yüzde 20 uranyum zenginleştirme sürecine başladık. Amerika'nın anlaşmaya dönmesi için acelemiz yok. Bu bizim sorunumuz değil, mantıksal talebimiz yaptırımların kaldırılmasıdır. Bu, İran ulusunun gasp edilmiş hakkıdır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa, İran halkının haklarını yerine getirmekle görevlidir. Yaptırımlar tamamen ortadan kaldırılırsa ABD’nin nükleer anlaşmaya dönüşü mantıklı olacaktır. Elbette zararların telafi edilmesi konusu da taleplerimizin arasında yer alıyor. Ancak yaptırımlar kaldırılmazsa onların nükleer anlaşmaya geri dönüşü bizim zararımıza olacaktır." diye konuştu.

Hem yürütme hem de yasama organındaki yetkililere, bu alanlarda dikkatli ve kurallara tam olarak uyarak ilerlemelerini ve hareket etmelerini söyledim.

İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei, korona aşısı ithalatına dair ilgili yetkililere hitap ederek, "ABD ve İngiltere menşeli koronavirüs aşısının ithalatı yasaktır. Amerikalılar korona aşısını üretebilseydiler, ülkelerinde korona skandalı yaşanmazdı. Günlük neredeyse 4 bin kişi ölüyor. Fransız aşısını da olumlu karşılamıyorum, çünkü Fransa, İran'daki bozuk kan olayı ile kötü bir sicile sahiptir." ama diğer ülkelerden aşı alınabilir açıklamasında bulundu.

 
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Kum halkının 9 Ocak 1978’de Şah rejimine karşı gerçekleştirdiği tarihi ayaklanmanın 43. yıldönümü münasebetiyle ilgili konuşma yaptı.
 

İslam İnkılabı Lideri, Şehit General Kasım Süleymani’nin şehadetinin birinci yıldönümüne ilişkin, "Kasım Süleymani'nin şehadet yıldönümünde ülkede büyük bir destansı hareket yaratan değerli vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum. Büyük coşkuyla yapılan bu hareketler vatan ile milletin ruhunu tazelemiştir. Bunlar insanlarımızın basiretinden kaynaklanmaktadır." dedi.

İmam Hamanei, "Şehit Ebu Mehdi ve Kasım Süleymani'yi anmak için Bağdat'ta ve diğer şehirlerde de geniş kapsamlı ve muhteşem bir tören yapıldı; İran ve Irak'taki törenlere katılan tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum." ifadesini kullandı.

İslam İnkılabı Lideri sözlerine şöyle devam etti:

"Kirman’daki (Şehit General Süleymani’nin) cenaze töreninde ve gerçekten trajik bir olay olan Tahran'daki uçak kazasında şehit düşenleri anıyor, şehitlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır diliyoruz. Elbette kaza ile ilgili yetkililerin sorumlulukları vardır ve gerekli talimatlar verilmiştir.

Muhsin Fahrizade’nin şehadetinin kırkıncı günündeyiz, dolayısıyla onu saygıyla anmalıyız. Şehit Fahrizade büyük ve değerli bir şahsiyetti."

Kum halkının 9 Ocak 1978’de Şah rejimine karşı gerçekleştirdiği tarihi ayaklanmanın 43. Yıldönümüne dair İmam Hamanei, “Bu olay İranlıların dönüm noktalarından biriydi. Bu, canlı tutulmalı çünkü gelecek nesillere moral veriyor. Bu tarihi ayaklanma ulusal bir onurdur ve geleceği aydınlatır." ifadelerinde bulundu.

İslam İnkılabı Lideri, ABD'deki olaylara dair şu açıklamada bulundu:

"Bugün büyük putun durumunu görüyorsunuz. Bunların demokrasisi; birkaç günde bir siyahi vatandaşın sebepsiz yere katledilmesini ve katilinin yargılanmamasını yansıtan bir demokrasidir. Seçim rezaleti ve insan haklarının durumu ortadadır. Bu olaylar dünyanın alay konusu haline gelen Amerikan değerleridir. Bu, ekonomisi felç olan, on milyonlarca işsiz ve aç insanın yaşadığı ülkenin durumudur. Elbette bunlar önemli şeyler ama tuhaf olan konu hala bazı insanların umutları ve özlemlerinin Amerika olmasıdır."

ABD’ye özenenlere seslenen İmam Hamanei, “Bazıları Amerika Birleşik Devletleri ile uzlaşıp dost olursak ülkenin bir cennet haline geleceğini düşünüyorlar. Bugün ABD ile birlikte olan bölge ülkelerinin ne durumda olduğuna bakınız. Amerika yönetimi İran’daki 9 Ocak 1978 olayından sonra ülkemizde cehennemvari bir egemenlik kurmayı istemiştir." ifadelerini kullandı.

Amerika Birleşik Devletleri, bölgeye tamamen hakim olmadığı sürece, mevcut bağlamda bölgenin istikrarsızlığından kendi çıkarını görüyor. Bunu kendileri söylüyor ve itiraf ediyorlar. Amerikan düşünce kuruluşundan tanınmış bir uzman, İran, Irak, Suriye ve Lübnan'da istikrar istemediğimizi açıkça ortaya koydu. Esas mesele, bu ülkelerdeki istikrarsızlığın gerekliliği yada gereksizliği değildir. Nasıl istikrarsızlık yaratılacağı ile ilgilidir. Bir yerde IŞİD ile bir yerde 2009 fitnesi ile ve bölgede yaptıklarını görüyorsunuz.

Amerika Birleşik Devletleri'nin istikrarsızlaştırmasına karşı çıktık. 2009'da Amerika Birleşik Devletleri İran'ı istikrarsızlaştırmak istedi. Kaos yaratmak ve bir iç savaş başlatmak için 2021'de ABD Kongre binasında başlarına gelen felaketin aynısını İran'da da yapmak istediler.

ABD'li bir yetkilinin boş ifadelerde bulunup İran'ın bölgedeki istikrarsızlığın nedeni olduğunu öne sürdüğünü belirten İmam Hamanei, "Biz bölge için istikrar getiriyoruz ve Amerikan istikrarsızlığına karşı duruyoruz." dedi.

İslam Devrimi Lideri, İran ile istikbar cephesi arasındaki sorunlarla ilgili olarak şunları kaydetti:

"Gündemde en önemli konular; yaptırım meselesi, İran'ın bölgesel varlığı ve ülkenin savunma kapasitesi ve füze gücüdür. Onlar her zaman bir şeyler söyleyip duruyor ve bizim taraf da cevap veriyor. Tabii ki, yetkililerimiz onların küstah açıklamalarına uygun bir yanıt vermiştir.

Batı Cephesi İran’a karşı uygulanan acımasız yaptırımları son vermek ve derhal durdurmakla yükümlüdür. Tüm yaptırımları kaldırmak onların görevidir. Bu büyük düşmanlık İran milletine karşı haksız yere yapılmıştır. Elbette yaptırımları kaldırmaları gerektiğini ve yaptırımlara rağmen ülkeyi yönetebilmemiz için ekonomimizi düzeltmemiz gerektiğini defalarca ifade ettim.

Biz yaptırımların kalkmayacağını varsayıyoruz. Tabii ki kısıtlamalar yavaş yavaş etkisiz hale gelecektir, ancak yaptırımlar devam ederse, ekonomiyi, düşmanın kötü eylemleriyle ilgili sorun yaşamayacak şekilde planlamalıyız. Bunu direniş ekonomisi politikası kapsamında ilan ettik.

İran'ın neden bölgede bulunduğunu söyleyenlere gelince, bölgedeki dostlarını güçlendirmek İslami düzenin görevidir. İran'ın bölgedeki dostlarını ve taraftarlarını zayıflatacak hiçbir şey yapmamalıyız. Varlığımız bölgeye istikrar getirir. İslam Cumhuriyeti'nin varlığı, istikrarsızlığın sebeplerini ortadan kaldırır.

Bugün İran'ın savunma gücü o kadar gelişti ki düşmanlarımızın İran'ın yeteneklerini hesaba katması gerekiyor. Ülke askeri güç konusunda savunmasız ve çaresiz halde olmamalıdır."

İmam Hamanei, İran'la yapılan nükleer anlaşmaya ilişkin; “Nükleer anlaşmadaki bazı taahhütlerimizi bir kenara bıraktık ve yakın zamanda yüzde 20 uranyum zenginleştirme sürecine başladık. Amerika'nın anlaşmaya dönmesi için acelemiz yok. Bu bizim sorunumuz değil, mantıksal talebimiz yaptırımların kaldırılmasıdır. Bu, İran ulusunun gasp edilmiş hakkıdır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa, İran halkının haklarını yerine getirmekle görevlidir. Yaptırımlar tamamen ortadan kaldırılırsa ABD’nin nükleer anlaşmaya dönüşü mantıklı olacaktır. Elbette zararların telafi edilmesi konusu da taleplerimizin arasında yer alıyor. Ancak yaptırımlar kaldırılmazsa onların nükleer anlaşmaya geri dönüşü bizim zararımıza olacaktır." diye konuştu.

Hem yürütme hem de yasama organındaki yetkililere, bu alanlarda dikkatli ve kurallara tam olarak uyarak ilerlemelerini ve hareket etmelerini söyledim.

İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei, korona aşısı ithalatına dair ilgili yetkililere hitap ederek, "ABD ve İngiltere menşeli koronavirüs aşısının ithalatı yasaktır. Amerikalılar korona aşısını üretebilseydiler, ülkelerinde korona skandalı yaşanmazdı. Günlük neredeyse 4 bin kişi ölüyor. Fransız aşısını da olumlu karşılamıyorum, çünkü Fransa, İran'daki bozuk kan olayı ile kötü bir sicile sahiptir." ama diğer ülkelerden aşı alınabilir açıklamasında bulundu.