کارگر

کارگر

İslam İnkılabı Lideri Imam Hamanei, İmam Humeyni’nin -ks- vefat yıl dönümü dolayısıyla TV kanallarında canlı yayınlanan konuşmasında İmam Humeyni’nin -ks- bugün için en önemli derslerinden biri değişimi sürdürmek olduğunu, inkılabı irticadan korumak gerektiğini vurguladı.


 Pars Today sitesinde yayımlanan İslam İnkılabı Lideri Imam Hamanei'nin İmam Humeyni’nin -ks- vefat yıl dönümü dolayısıyla TV kanallarında canlı yayınlanan konuşmasının tam metni şöyle:

ImamHamanei konuşmasında değişim taleplik, değişim için zemin hazırlamak ve değişim yaratmak, İmam Humeyni’nin -ks- en önemli özellikleri olduğunu belirterek şöyle dedi:

İnkılabın hayatta kalması için İmam’ın bu teorik ve pratik özelliğinden ders alarak,değişimci eğilimimizi ve daha iyi olma ve sıçrama hareketinde ivmeli yönelişleri tüm alanlarda ve özellikle durgunluk veya gerileme yaşadığımız zeminlerde ciddiyetle takip etmeliyiz.

İmam Humeyni -ks- ta gençlik çağından itibaren değişimci ruhu ile bilindiğini kaydeden Imam Hamanei şöyle devam etti:

İmam -ks- peygamberlerin yöntemiyle insanların uyuyan ruhunu ve manevi içgüdülerini uyandırırdı. İmam’ın bu özelliği İslami hareket başlamadan onlarca yıl önce Kum dini ilimler merkezinde insanlarda büyük değişim yaratan ahlak dersinde de belirgindi.

İmam Humeyni’yi -ks- “Değişim İmam’ı” niteleyen İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei şöyle ekledi:

İmam mücadele yıllarından mübarek hayatının sonuna kadar amel meydanında da emsalsiz bir komutanın rolünde değişim talepliğe önderlik ediyor ve büyük İran milleti okyanusunu hedeflere ulaşma yolunda dalgalandırıyor ve fırtınalar koparıyordu.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei İmam’ın -ks- değişim yaratan anlayışı sayesinde yaşanan değişimlerden İran milletinin durgun psikolojisini talepte bulunan psikolojiye değiştirmesini örnek vererek şöyle devam etti:

Büyük İmamımız İran milletini sırf kişisel yaşamını düşünmekle sınırlı olan hareketsizlik konumundan talepte bulunan ve meydanları dolduran bir millete çevirdi, ki bu özellik İslami hareketin başladığı hş. 1341 yılından ve ardından hş. 15 Hordad 1342 kıyamından İslam inkılabı zafere kavuştuğu yıllara ve ondan sonra gelen yıllara kadar geçen sürede belliydi.

Milletin ecnebi güçlere ve hatta Pehlevi rejiminin üst düzey yetkililerine karşı aşağılık duygusuna dayanan bakışını özgüven ve milli izzet sahibi olan ve ülkenin kaderinde etkisi bulunan bir bakışa çevirmek, İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei’nin İmam Humeyni’nin -ks- değişimci ruhunun getirilerinden biri olduğunu beyan etti.

Ayetullah Hamanei halkın taleplerini kısıtlı taleplerden istiklal ve özgürlük talebi gibi temelli taleplere çevirmek, halkın dine sıradan bir çerçeveden bakışını İslami devleti ve İslami medeniyeti inşa edecek bir bakışa çevirmek, İslam inkılabının büyük önderinin değişimci anlayışının diğer belirleyici tesirleri olduğunu vurguladı.

Ayetullah Hamanei bu bağlamda bir başka noktaya da temas ederek şöyle ekledi:

İslami hareket başladığında milletin zihninde geleceğe dönük hiç bir ufuk yoktu, ancak İmam Humeyni -ks- bu ufuksuz bakışı, milletin şimdiki bakışına, yani gelecek ufuklarında İslam ümmetini kurmak ve yeni İslami medeniyeti inşa etmeye çevirdi.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei uygulamalı maariflerin temelinde değişim yaratmak ve fıkıh ilmini ülkede nizamı yapılandırmak ve ülkeyi yönetme alanına müdahil etmek ve meselelere yenilikçi bakışın yanında kulluk ve maneviyat üzerinde ısrarla durmak, İmam’ın değişimci bakışının iki önemli sonucu olduğunu ifade etti.

Ayetullah Hamanei gençlere ve genç kuşağa bakıştı köklü değişim yaratmayı da İmam Humeyni’nin -ks- değişim anlayışının mübarek ve derin tesirlerinden biri olduğunu belirterek şöyle ekledi:

Büyük işleri gençlere emanet etmek ve onlardan ülkenin milli serveti ve birikimi olarak yararlanmak, İmam’ın açık yöntemiydi; gerçi o büyük insan genç olmayan insanlara da milli servet gözüyle bakıyordu ve bu gerçek yaptığı atamalarda da bellidir; nitekim şimdi biz aynı bakış ve yöntemin gözetilmesi gerektiğini söylüyoruz.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei İmam Humeyni’nin -ks- değişimci bakışının diğer önemli sonuçlarından birini de süper güçlere karşı dik durmak ve onları aşağılamak olduğunu belirterek şöyle dedi:

Bir zamanlar hiç kimse Amerika’nın iradesine aykırı bir şey yapılabileceğini düşünmüyordu; ancak İmam -ks- süper güçleri, bakışta değişim yaratarak onları aşağıladı ve küresel zorbaların da kırılgan olduklarını ispat etti, nitekim bu gerçek eski Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Amerika’nın bugünkü halinde açıkça ortadadır.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei, İmam Humeyni -ks- “Değişim İmam’ı” olduğunu belirterek şöyle dedi:

En önemli nokta, İmam’ın tüm bu değişimlerde en temel etkenin Allah olduğunu bilmesiydi.

Ayetullah Hamanei İmam Humeyni’nin -ks- değişimci ruhunun bir başka önemli boyutu gençlerde değişim yaratmaya derinden inanması ve önem vermesinden ibaret olduğunu belirterek bu konu ile ilgili beyanatını şöyle toparladı:

Bizlerin İmam’ın değişimci ruhundan çıkarmamız gereken ders, değişim hareketini tüm alanlarda sürdürmektir; gerçi ülkemiz ve inkılabımız son otuz yılda İmam’ın değişim eğiliminden uzaklaşmadığını de belirtmeliyiz.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei ülkenin bilimsel hareketi ve ilerlemeleri, savunma gücünün caydırıcılık sınırına kadar ulaşması, siyaset meydanında İslam Cumhuriyeti nizamından güçlü bir imaj sergilenmesi, İmam’dan sonraki dönemde yaşanan ilerlemelere ve değişim hareketlerine birer örnek olduğunu belirterek şöyle dedi:

Son 30 yılda çeşitli alanlarda yaşanan ilerlemelere ve değişimlere karşın bazı altyapılarda değişim başladı, fakat tamamlanmadı ve bazı alanlarda da gerileme yaşandı, ki bu da talihsizlik ve kabul edilemez bir durumdur.

Ayetullah Hamanei, doğası yenilikçilik, değişim, ilerleme ve sıçrama olan inkılabın karşı noktası irtica olduğunu belirterek şöyle ekledi:

İnkılapların ilerlemesi veya gerilemesi insanların iradesine bağlıdır; zira eğer insanlar doğru yolda hareket etmezse, Allah teala nimetlerini onlardan geri alır. Dolayısıyla bu durumu düşmemek için çok dikkatli olmalıyız.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei beyanatının devamında, ülkenin ve nizamın medeniyetinin çeşitli alanlardan değişim yaratabileceklerini ve kendisinden, gençlerden, elit kesimden ve halktan çeşitli alanlarda değişim yaratmaları beklendiğini belirterek bu bağlamda bazı elzemlere işaret etti.

Eldekilerle yetinmemek, değişimci ruha sahip olmak ve sürekli ilerlemeyi istemek ve eldekileri arttırmak, Ayetullah Hamanei’nin üzerinde durduğu ilk elzemdi: Değişim talep etmek illa ki itiraz etmek anlamına gelmez veya illa ki yenilgiden sonra değişimi düşünmek gerekmez; değişim demek, harekette ivme kazanmak ve hızlanmak ve irticadan ve yanlışların üzerinde ısrarla durmaktan kaçınmaktır.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei doğru değişimin ideolojik dayanağa ihtiyacı olduğunu ve özellikle adalet alanında değişim yapmak gerektiğini belirterek şöyle devam etti:

Değişim güçlü ve organize bir düşünmeye dayanmalıdır; nitekim İmam’ın her değişim hareketi İslam maarifleri temeline dayanırdı. Zira eğer böyle bir ideolojik dayanak olmazsa değişim yanlış olan ve sağlam olmaz.

Ayetullah Hamanei bu bağlamda inkılabın ilk günlerinde bazı inkılapçı kişilere işaretle şöyle dedi:

Bu insanlar güçlü ideolojik temelleri, sağlam iman ve akılcı dayanakları olmadığından, gençlik çağını ve yaşamın çeşitli evrelerini geride bıraktıktan sonra, inkılabın zaten onlarla mücadele için gerçekleşen yanlış yola sapan fosillere dönüştüler.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei değişimi fikri açıdan değişmekle karıştırmamak gerektiğini belirterek şöyle ekledi:

Değişim ileriye dönük olmalı, oysa Pehlevi döneminde gündeme getirilen modernite veya Batı yandaşlığı, İran milletinin dini, milli ve tarihi kimliğini yok etmek ve bir başka ifade ile medeni ölüm demekti.

Ayetullah Hamanei, değişimde hız önemli olduğunu, fakat bu hız işleri alelacele yapmaktan farklı olduğunu, üstelik değişimde güvenilir ve yönlendirici bir elin bulunması şart olduğunu vurguladı.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei konuşmasının devamında ülkenin değişime ihtiyaç duyduğu bazı örneklere işaretle şöyle dedi:

İktisadi alanda petrol gelirine bağımlılığından kurtulmak, eğitim alanında eğitim merkezlerinde ders müfredatını faydalı ve uygulamalı hale getirmek, sosyal meselelerde adaleti sağlamak ve aile meselelerinde uyuşturucu bağımlılığını yok etmek ve ülkenin yaşlanmasını önlemekte değişim hareketlerine ihtiyacımız vardır.

Ayetullah Hamanei değişim yaratmanın şartı düşmandan ve düşmanlıklardan korkmamak olduğunu belirterek şöyle ekledi:

Her önemli ve olumlu işe karşı çıkanlar olur. Örneğin sanal ortamda muhalefetler genellikle keskin ve rahatsız edicidir; ya da dış düşmandan ülkenin maslahatına olan her harekete karşı çıkan geniş bir cephe vardır ve siyonistlerin propaganda imparatorluğu da onlara destek verir. Ancak hesaplı bir iş yaparken bu tür düşmanlıkları ve muhalefetleri umursamamak gerekir.

Ayetullah Hamanei düşmandan korkuya galip gelmenin çaresi genç ve cesur güçlerin meydana çıkmasından ibaret olduğunu belirterek, bu da gençlerin düşüncesinden, cesaretinden ve atılganlığından yararlanma anlamına geldiğini vurguladı.

Ayetullah Hamanei konuşmasının bu bölümünün sonunda İslam düşmanlarından oluşan cephenin perişanlığı, İran milletinin Allah tealaya inancının sonucu olduğunu belirterek, bu cephenin bir bölümü eski Sovyetler Birliği olduğunu ve o şekilde dağıldığını, bir başka bölümü de bugün perişan hali ortada olan Amerika olduğunu vurguladı.

Amerika’da ırkçı beyaz polisin diziyle siyahi bir vatandaşın boynuna can verinceye dek basması ve olay yerinde bulunan diğer polislerin de bu manzarayı seyretmesi yeni bir konu olmadığını belirterek şöyle dedi:

Bu cinayet bundan önce de Afganistan, Irak, Suriye ve daha önceleri de Vietnam gibi ülkelerde Amerika devletinin sergilediği ahlak ve doğasıdır.

Ayetullah Hamanei, bugün Amerikan halkının “Nefes alamıyoruz” sloganı tüm mazlum milletlerinin sözü olduğunu belirterek şöyle devam etti:

ABD hakimiyetinde mevcut fesat yüzünden korona virüs salgınında sergiledikleri zafiyet yüzünden bu ülkede vaka ve kayıp sayısı başka ülkelerden kat kat fazla olması bir, insanlara karşı en utanmaz şekilde davranmaları ve açıkça cinayet işlemeleri, üstelik özür de dilememeleri ve ardından insan haklarından dem vurmaları iki; sanki öldürülen o siyahi adam beşer değildi ve hiç bir hakkı yoktu.

Bugün Amerika milleti eski ve şimdiki hükümetlerinden büyük utanç duyduğunu kaydeden İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei, ortaya çıkan bu durumun ardından Amerika’yı desteklemeyi ve bezemeyi meslek edinenlerin artık başını kaldıramayacaklarını vurguladı.

Ayetullah Hamanei beyanatının sonunda Allah tealadan alemin hadiselerini İran milletinin lehine ve İslam Cumhuriyeti nizamının artan iktidarı doğrultusunda ilerletmesini ve rahmetli İmam ve şehit Kasım Süleymani’yi de evliyalarla mahşur etmesini niyaz etti.

(Kaynak: Pars Today)

Cuma, 05 Haziran 2020 04:56

İran Dünyaya Mesaj Verdi

 İran devlet televizyonu, "Fortune", "Forest", "Faxon", "Petunia" ve "Clavel" isimli, toplamda 1 milyon 53 bin varil akaryakıt taşıyan beş petrol tankerinin Venezuela'ya doğru yola çıktığını duyurmuştu.
 

Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerinden Venezuela, yaptırımlar ve ekonomik kriz nedeniyle petrol rafinerilerini etkin çalıştıramıyor. Reuters haber ajansına konuşan ABD yönetiminden ismi açıklanmayan üst düzey yetkili, İran'ın Venezuela'ya gönderdiği yakıt tankerlerine ilişkin alınacak önlemlerin masaya yatırıldığını bildirmişti.

Tahran, tankerlere müdahale edilmesi halinde misillemede bulunacağı uyarısını yaparken Caracas yönetimi de ülkenin kara sularına ulaştığı andan itibaren ordunun tankerlere eskortluk edeceğini duyurmuştu.

Mehr Haber Ajansı bu konuda Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Aşağıda Doğu Perinçek'in verdiği yanıtları okuyabilirsiniz.

1 - Bilindiği üzere ABD’nin tehditlerine rağmen İran’a ait petrol tankerleri Venezuela’ya gidiyor. Sizce ABD’nin bu tehditlerinin yasal bir temeli var mı?

Amerika Birleşik Devletleri tamamen yasa dışı bir tavır içerisinde. İran gemilerinin Venezuela'ya gitmeleri uluslararası hukuka uygundur. Hiç kimse uluslararası sularda İran gemilerine karşı müdahalede bulunamaz. Kaldı ki gemiler Amerikan kara sularından ve Amerika'nın egemenlik alanındaki bölgelerden de geçmiyor. Doğrudan doğruya uluslararası sulardan sonra Venezuela'nın hakimiyeti altındaki karar sularına girecektir. O bakımdan ABD'nin İran'a ait tankerlerin Venezuela'ya ulaşmasına karşı müdahaleleri yasa dışıdır ve bu müdahalelerin de başarılı olma şansı yoktur. İran'ın bu konuda gösterdiği kararlılığını yürekten destekliyoruz.

2 – Size göre ABD neden bu tankerlere yönelik tehditlerini gerçekleştiremedi?

Çünkü ABD artık yalnızca tehditte bulunabiliyor ve yenilmiştir. Bütün dünyada ABD'nin hegemonyası başarısızlığa uğramıştır. Amerika'nın 1990'dan sonra dünyanın tek efendisi ben olacağım iddiaları fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Özellikle Batı Asya'daki Amerika girişimleri başarısız kalmıştır. ABD'liler Türkiye, İran, Suriye ve Irak toprakları üzerinde Kürdistan adıyla ikinci bir İsrail devleti kurmak istediler, bu da başarısız oldu. Amerika Birleşik Devletlerinin Pasifik Okyanusu'nda Çin'e karşı önerdiği tertipler de kesinlikle başarısız oldu. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin (Kuzey Kore) üzerine deniz filolarını gönderdi, fakat Kore'nin kararlılığı karşısında Avustralya'ya rotalarını kırıp dönmek zorunda kaldılar. Bütün dünyaya baktığımız zaman ABD'nin silahla dayattığı bütün iddialarının artık geçersiz hale geldiğini, Amerika'nın yenildiğini görüyoruz. Bu arada Amerika'nın dolar imparatorluğu da yıkılmaktadır. Bütün bunlara baktığımız zaman Amerika'nın tehditlerini eyleme geçiremediğini anlıyoruz. Nitekim İran tankerlerinin de Venezuela'ya seferine müdahale edememiştir ve edemeyecektir.

3 - İran'a ait petrol tankerleri denizde uzun bir mesafeyi katedip Venezuela'ya gidiyor. Bazı uzmanlara göre, İran böylece dünyaya özellikle de ABD'ye önemli mesajlar vermek istiyor. Siz bu konuda ne dersiniz?

İran bütün dünyaya artık Amerika'nın iddialarının ve tehditlerinin boş olduğu konusunda bir mesaj vermiş olmaktadır. Yani İran dik duran ülkelerin, Amerika'nın tehditlerine boyun eğmeyen ülkelerin bu konuda başarılı olacaklarını kendi eylemiyle ispat etmiş olmaktadır. Bu bakımdan İran'ın mesajı son derece yerindedir. Zaten İran çok uzun yıllardan beri Amerika'nın tehditlerine boyun eğmemektedir. Bu açıdan da birçok dünya ülkesine örnek olan bir tavır içerisindedir. Biz Türkiye'den İran'ın ABD'ye karşı kararlılığını yürekten destekliyoruz ve paylaşıyoruz. Çünkü Türkiye'nin sorunları da hem Batı Asya'da yani Suriye'nin kuzeyinde, Irak'ın kuzeyinde, Hürmüz Boğazı'nda İran'a yönelik ambargolarda ABD'ye karşı direnmektir. Aynı zamanda Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de ve Kıbrıs'ta da Amerika'nın tehditlerine karşı mücadele gibi bir sorunu vardır. O nedenle İran'ın Amerika'ya karşı bu kararlılığı, bu mücadelesi Türkiye'de de sempatiyle sevgiyle izlenmektedir. Türkiye'nin vatan bütünlüğü mücadelesi ve kendi güvenliğini korumak için yürüttüğü çalışmalar için de çok kıymetli bir destektir.

İran'a ait 5 petrol tankerinden ilkinin ABD'nin herhangi bir müdahale girişimiyle karşılaşmadan Venezuela kara sularına ulaştığı bildirildi.


 
Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza, Twitter'dan yaptığı açıklamada, "İran ve Venezuela zor zamanlarda her zaman birbirlerine destek oldular" ifadesini kullandı.

Arreaza, Venezuela halkı için gelen ilk petrol tankerinin ülke kara sularına ulaştığını belirtti. 

Petrol tankeri "Fortune", ABD'nin herhangi bir müdahale girişimi ile karşılaşmadı. 

Öte yandan Venezuelalı yetkililer geminin gelişini kutladı.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Venezuela'ya akaryakıt taşıyan ülkesine ait petrol tankerlerine ABD'nin olası müdahalesinin Washington için sorunlara yol açacağı uyarısında bulunmuştu.

İran devlet televizyonu, akaryakıt taşıyan İran'a ait 5 petrol tankerinden ilkinin bugün Venezuela kıyılarına ulaşmasının beklendiğini duyurmuştu.

Haberde "Forest", "Faxon", "Petunia" ve "Clavel" adlı 4 petrol tankerinin de Atlas Okyanusu'nda Venezuela'ya doğru yola devam ettiği belirtilmişti.

İran'a ait tankerlerin toplam 1 milyon 53 bin varil akaryakıt taşıdığı kaydedilmişti.

Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerinden Venezuela, yaptırımlar ve ekonomik kriz nedeniyle petrol rafinerilerini etkin çalıştıramıyor. ABD'nin ağır yaptırımlar uyguladığı İran ise ürettiği petrolü satmakta zorlanıyor.

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun, rafinerilerin çalışamaması nedeniyle ülkedeki benzin sıkıntısını önlemek için İran'dan yardım istemesi üzerine akaryakıt taşıyan 5 tanker Venezeula'ya gönderilmişti. 

Reuters haber ajansına konuşan ABD yönetiminden ismi açıklanmayan üst düzey yetkili, İran'ın Venezuela'ya gönderdiği yakıt tankerlerine ilişkin alınacak önlemlerin masaya yatırıldığını bildirmişti.

Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza ise 14 Mayıs'ta Twitter hesabından yaptığı açıklamada, ABD'nin Venezuela'ya benzin getiren gemileri taciz ettiğini belirterek, "Bu, uluslararası yasaların ve Venezuelalıların temel haklarının açık ihlalidir." ifadesini kullanmıştı.

Tahran, tankerlere müdahale edilmesi halinde misillemede bulunacağı uyarısında bulunurken Caracas yönetimi de ülkenin kara sularına ulaştığı andan itibaren ordunun tankerlere eskortluk edeceğini duyurmuştu. 

ABD, nisan ayında Venezuela'nın çevresindeki askeri varlığını "uyuşturucuyla mücadele" gerekçesiyle artırmış ve Karayipler'e savaş gemileri ve uçaklar göndermişti. Pentagon Sözcüsü Jonathan Hoffman ise üç gün önce tankerlere müdahale edileceğine dair bilgisinin bulunmadığını açıklamıştı.

Perşembe, 04 Haziran 2020 19:52

İmam Humeyni'nin Mücadeleleri ve Hayatı

 Çağın en büyük inkılâbını gerçekleştiren İmam Humeyni -ks- gibi güçlü ve istisnai bir liderin yaşamını çeşitli açılardan incelemenin, İran dışında yaşayan herkes için ilginç ve öğretici olacağına kuşku yok. Onun doğup büyüdüğü çevre, aldığı aile terbiye ve eğitimi, öğretmen ve üstatlarının kimler Olduğu, ne zaman ve nasıl evlendiği… Ve daha da önemlisi, Amerika’nın tam tasallutu ve süper gücüne ve büyük devletlerin desteğine rağmen Batı’nın bölgedeki en önemli ve stratejik üssünü ele geçirebilmeyi nasıl başardığı gibi daha birçok mevzu elbette ki haklı olarak merak uyandıracak, ibret ve tefekküre vesile olacaktır.Bütün bunların yanı sıra her araştırmacı, politikacı ve sosyal bilimci için İran İslâm İnkılabıyla ilgili meseleler daima ilginç ve öğretici olma özelliğini korumuştur.

İran’ı olduğu gibi avuçlarının içine almış bulunan Amerika’ya bağlı ve Amerika güdümlü yetkililer, politikacılar, düşünürler ve askerlerin; Amerika’nın bütün çaba ve girişimlerine rağmen 2500 yıllık bir şehinşahlık rejimini korumaktan niçin aciz kaldıkları ve batılı ülkelerin İran’da gerçekleştirdiği ve kelimenin tam anlamıyla organize edilmiş onca köklü yatırımlar, gençler arasında yaygınlaştırılan onca fesat, fuhuş, ahlaksızlık ve halkın çeşitli kesimlerini öz benliğine yabancılaştırarak ahlaksızlık, iffetsizlik ve şerefsizliği normal göstermeye yönelik stratejilere dayalı ve en ileri bilimsel çalışmalarla desteklenen onca astronomik harcama ve yatırımların nasıl olup da bütünüyle hezimet ve akamete uğradığı elbette ki son derece şaşırtıcı, düşündürücü ve bir o kadar da öğretici ve ibret vericidir.

En yetkin uzmanları istihdam eden, ağlarını dört bir yana gerebilmek için astronomik rakamlar harcamaktan çekinmeyen o büyük istihbarat teşkilatlarının bu İslâm inkılabının gerçekleşmesini önleyebilme hususunda tamamen aciz kalmalarının nedeni neydi sahi?! Keza; yarım asrı aşkın bir süredir gerçekleri saptırma, söylenti yayma, propaganda, karşı propaganda, sansasyon yaratma ve kitlelerin zihinlerini saptırma… vb. hususunda iyiden iyiye uzmanlaşmış ve ileri teknolojilere sahip emperyalist medya ve istikbara bağlı yerli ve yabancı uşaklarının; İslâm inkılabının giderek çığ gibi büyüyen frekansları karşısındaki acziyeti neyle açıklanabilir?! İran’da gerçekleşen İslâm inkılabı, kendine has özellik ve nitelikleriyle diğer İslâm ülkelerinde de pekala gerçekleşemez mi? Bütün 3. dünya ülkeleri ve sömürü altındaki bütün mustaz’af milletler için bu inkılabın pek uygun bir örnek teşkil etmesi pekala mümkün değil midir?!Bütün bunlar, kendi toplumunun siyasi ve kültürel gidişatından tedirginlik duyan samimiyet sahibi her insan ve her düşünür için elbette ki önemle üzerinde durmaya değer noktalardır. Bütün bunları özetle de olsa bu kısa önsözde aktarabilmek mümkün değil; dolaysıyla burada, rahmetli İmam Humeyni’nin -ks- hayatının, gerçekten şaşırtıcı bir şekilde tarihin seyrini değiştiren mücadele ve önemli kesitlerinden bir kısmını şu başlıklar altında incelemekle yetineceğiz:

A) Çocukluk dönemi

B) Eğitim ve öğretim dönemi

C) Mücadele ve kıyam

D) Sürgün

E) İslâm İnkılabı’Nin giderek ivme kazanması ve nihayet zaferle noktalanması

T) İslâm devletinin kurulması ve ardından gelişen olaylar

G) İmam’ın -ks- vefatı

H) Ailesi ve çocukları

Iı) Kitapları, konuşmaları, mesaj ve bildirileri

a) Çocukluk Dönemi


İmam Humeyni -ks- hş. 1381 ve hk. 1320’ye müsadif 1902’de Tahran’ın güneybatısına 349 km. uzaklıktaki Humeyn kasabasında dindar bir ailede dünyaya geldi. Henüz altı aylıkken, değerli ve cesur bir alim olan babası Ayetullah Seyyid Mustafa Musevi, dönemin iktidarınca desteklenen han ve toprak ağaları tarafından pusuya düşürülerek şehid edildi. Gerçek anlamda bir ilim ve takva yuvasında yetişmiş olan değerli annesi Hacer Hanım da hk. 1326’ ya müsadif 1908’de hastalanarak dâr-ı bekâ’ya göçtü. Böylece henüz 6 aylıkken babasını, 6 yaşında da annesini kaybederek yetim ve öksüz kalan İmam Humeyni -ks- aynı zamanda değerli bir âlime olan halası Sahibe Hatun tarafından yetiştirildi. İmam -ks- on beş yaşındayken halasını da kaybedecek ve hayatın türlü zorluklarını tek başına göğüslemek zorunda kalacaktı. Bu ilginç gelişmeler onu henüz küçük yaştan itibaren şehadet, yetimlik, yalnızlık ve mücadele terimleriyle pek yakından aşina kılmış ve bütün bu acı ve zorlukların çemberinden geçerek güçlü ve mükemmel bir kişilik ve karakter kazanmasına yardımcı olmuştu.

b) Eğitim ve Öğretim Dönemi


İmam Humeyni -ks- 19 yaşına kadar Humeyn’de kalarak tahsilini sürdürüp Arapça edebiyatı, mantık, usul ve fıkıh dersleri aldı ve hk. 1339’a müsadif 1921’de tahsilini sürdürmek üzere Erak şehrine giderek buradaki yüksek İslâm bilimleri medresesinde bir yıllık bir tahsilden sonra Kum şehrine hicret etti. Kum’da dönemin güçlü müçtehid ve fakihleri nezdinde yüksek İslâm bilimleriyle ilgili ihtisas çalışmalarının yanısıra yüksek matematik, astronomi ve felsefe öğretimiyle de meşgul oldu. Bu derslerin yanısıra ahlâk ve irfan derslerine katılmayı da ihmal etmeyecek ve dönemin büyük ârif ve alimi olan merhum Ayetullah Ağa Mirza Muhammedali Şahabâdi’den aralıksız altı yıl boyunca teorik ve pratik yüksek irfan dersleri alacaktı.

İmam’ın -ks- üstatlık dönemi hk. 1347’ye müsadif 1929’a rastlar. Henüz 27 yaşında olmasına rağmen ulema içinde en seçkin üstatlardan biri olacak ve yüksek İslâmî felsefe dersleri vermeye başlayacaktır. Kum’da bulunduğu süre boyunca İmam -ks- yüksek İslâm felsefesinin yanısıra, teorik irfan, fıkıh, fıkıh usulü ve İslâm ahlâkı branşlarında da en seçkin üstatlardan biri olarak dersler vermiştir.

 

c) Mücadele ve Kıyam Dönemi

Mevcut belgelerin ortaya koyduğu üzere İmam’ın -ks- mücadele hayatı gençliğinin ilk yıllarına dayanır; o gençliğine henüz adım attığı yıllardan itibaren tahsil hayatı boyunca; sosyal bozulmalar, fikri sapmalar ve ahlaki erozyonların karşısına dikildi ve çeşitli yollarla mücadelesini sürdürdü. Hş. 1322’de yayınlanan “Keşf’ul Esrar” adlı ünlü eseriyle Rıza Şah’ın kan, zulüm ve despotlukla geçen 20 yıllık saltanatmı çarpıcı bir üslupla gözler önüne serip korkusuzca ifşa edecek ve yüce İslâm diniyle İslâm ulemasına uzatılan çirkin dillere umulmadık bir yetkinlik ve metanetle cevap verip, İslâm düşmanlarının zihinleri bulandırmak için ortaya attığı şüphe ve zanları gün ışığı misali giderecekti. İslâm devleti fikri ve bu devletin kurulması için kıyamın gerekliliği görüşleri bu kitapta kapsamlı bir şekilde ele alınmaktadır. Rahmetli İmam’ın -ks- zalim şah rejimine karşı âleni kıyamı, İslâmî günlük hayattan silmeyi amaçlayan “Eyalet ve Vilayet Encümenleri Yasa Tasarısı”na karşı çıktığı hş. 1340’lı yıllara rastlar.

Bu tasarıda seçmen ve adayların Müslüman olma şartının kaldırılması öngörülmekte ve yemin metninin “Kur’an-ı Mecid” yerine “semavi kitab” a yapılması istenmekteydi. Bu İslâm karşıtı tasarıya şiddetle karşı çıkan İmam -ks- dönemin müçtehidleriyle dini ilmiye medreseleri ve Müslüman halkı da bu yasa tasarısına karşı kıyama çağırdı.

İmam’ın -ks- ard arda dönemin başbakanına çektiği tehditkâr telgraflarıyla, rejimin asıl emellerini ifşa edip maskesini indiren çarpıcı konuşma ve bildirileri; öte yandan müçtehidler ve Müslüman halkın da bu kıyamda İmam’ı -ks¬- destekleyip Kum, Tahran ve diğer şehirlerde kalabalık gösteriler tertiplemesi rejimi mezbur tasarıyı lağvederek geri adım atmaya zorladı. Bu umulmadık hezimeti hazmedemeyen rejim 1342 Ferverdin’inde (1963 baharında) İmam’ın medresesi’ne saldıracak, ama bu vahşi girişimle yılmayan İmam’ın bildiri ve mesajları kısa sürede bütün İran’da yayılarak halka ulaşacaktı. Nitekim hk. 1383 Aşurasına müsadif 1963 baharının son aylarında (12 Hordad 1342 hş) İmam -ks- rejimi çılgına çevirecek bir atakta bulunarak işgalci İsrail rejimiyle şah rejimi arasındaki gizli anlaşma ve dostluk ilişkilerini ifşa etti. Aynı gün gece yarısı İmam’ın evi rejimin komandolarınca kuşatılacak ve şafak sökerken İman -ks¬tutuklanarak gizlice Tahran’a götürülecekti. İmam’ın tutuklandığı haberi hızla bütün İran’a yayıldı ve tutuklanma hadisesinin 3. günü (15 Hordad) sokaklara dökülen halk, inkılap liderinin tutuklanışını protesto eden yoğun gösterilere girişti. Bu gösterilerin en yoğunu Kum kentinde yapılacak ve rejimin vahşice müdahelesi sonucu çok sayıda Müslüman o gün şehid düşecekti.

Tahran’da sıkıyönetim ilan eden rejim o gün ve ertesi gün tam bir vahşilik örneği sergileyerek binlerce mâsum insanın kanına girdi. 15 Hordad kıyamında rejimin yaşattığı facianın haberi İran sınırlarını aşacak; ülke içi ve dışında çeşitli noktalardan yükselen protestolarla ulema ve kamuoyunun yoğun baskıları sonucu despot rejim, 10 aylık bir hapisten sonra İmam’ı gözaltında tutmak üzere serbest bırakmak zorunda kalacaktı.

İmam -ks- uyandırıcı konuşmaları ve ifşa edici mesaj ve bildirileriyle mücadele ve kıyamını sürdürdü. İran’daki ABD’li siyasi ve askeri danışmanlara hukuki dokunulmazlık ayrıcalığı tanıyan “kapitülasyon” yasa tasarısıyla birlikte bir kez daha yiğitçe atağa geçen İslâm inkılabının rehberi bu alçakça ihanetten haberdar olur olmaz haberi İran’ın dört bir yanına ulaştırmakta gecikmedi ve hk. Cemadiullahir’inin 20’sine müsadif 4 Aban 1343’te önemli bir konuşmayla rejimin büyük bir ihanetini ifşa edeceğini resmen açıkladı ve rejimin ciddi tehditlerine rağmen, vaadettiği tarihte minbere çıkarak tarihi konuşmasını yaptı. İmam -ks- bu çarpıcı konuşmasında kapitülâsyonu kesinlikle reddederek ABD devlet ve devlet başkanını sert bir dille eleştiriyor, pervasızca aşağılıyordu. Tek çözümü sürgünde gören şah rejimi hş. 13 Aban 1343te bir kez daha yüzlerce komando ve paraşütçü güçlerle İmam’ın evini kuşatacak ve ani bir baskınla İmam’ı tutukladıktan sonra doğru Tehran Mehrabad havaalanına götürecek ve oradan da, daha önceden yapılan plan ve sağlanan uyum ve işbirliği çerçevesinde İmam, Ankara üzerinden Bursa’ya sürgün edilerek burada Türkiye ve İran istihbarat elemanlarının çok sıkı gözetimi altında her nevi sosyal ve siyasi çalışmadan mahrum edilerek yeni bir zindan dönemine başlayacaktı.

d) Sürgün Dönemi

İmam’ın -ks- Türkiye sürgünü 2 ay sürecek ve şah rejimi görülmemiş bir acımasızlıkla bu müddet zarfında islâmi direnişin İran’daki son kalıntılarını da silmiş olacaktı. Ne var ki şartlar ne olursa olsun yılmak bilmeyen İmam -ks- bu sürgün dönemini de en mükemmel şekilde değerlendirerek ünlü eseri “Tahrir’ul Vesile” yi kaleme aldı. İmam Humeyni’nin -ks- pratik risalesi (tam ilmihali) olan bu değerli eserde o dönemlerde ilk kez olmak üzere cihad, savunma, emr-i bi’l maruf ve nehy’i an’il münker ve diğer günlük meselelerle ilgili İslâmî hükümler ele alınıp açıklanıyordu. Hş. 13 Mehr 1344’te İmam -ks- oğlu Hacı Seyyid Mustafa’yla birlikte Türkiye’den ikinci sürgün diyarına, Irak’a sürülecek ve burada da Necef-i Eşref şehrinde ikamet edecekti. İmam -ks- -Necef’te geniş çalışmalarda bulundu; yüksek fıkıh dersleri ve “Velayet-i Fakih” başlığı altında “İslâm Devletinin Teorik Temel ve Dinamikleri” derslerini vermenin yanısıra, mevcut bütün zorluklara rağmen İran’da ve İslâm dünyasında olup bitenleri yakından izlemeyi ihmal etmemekte ve İran’daki inkılâpçı Müslümanlar, 15 Hordad kıyamında şehid düşenlerin aileleri ve siyasi tutuklularla çeşitli yol ve yöntemlerle irtibat kurmaktaydı. Irak sürgünü yurt dışındaki İranlı üniversiteliler ve diğer müminlerle İmam arasındaki irtibatın çok yakın ve güçlü olmasını sağlamış ve bu da, İmam’ın -ks- fikirlerinin dünya sathında ve inkılabın hedef ve gayelerinin tanıtılmasında çok faydalı olmuştu. Siyonist İsrail rejiminin İslâm ülkelerine saldırıları ve Arap – İsrail savaşları sırasında İmam -ks- Filistin Müslümanlarının kıyamı ve ön cephede savaşan İslâm ülkelerini var gücüyle destekleyerek yoğun çalışmalar başlattı.

Filistinli direniş hareketleri liderleriyle yakın temas ve görüşmeler, Lübnan’a temsilciler gönderme ve İsrail’in saldırısına uğrayan ülkeler ve Filistinli mücahidlere her nevi ekonomik ve silah yardımının şer’an farz olduğuna dair yayınladığı fevkalade çarpıcı tarihi fetvası… vb. girişimler, çağdaş Şia tarihinde ilk kez üst düzeydeki müçtehid bir alim ve taklid mercii tarafından gerçekleştirilmekteydi. Şahın iktidarın doruğunda olduğu, şatafatlı törenlerle Pers imparatorluğunun 2500. yıldönümünü kutladığı ve Restahiz” adlı tek parti sistemini İran’da oturtmakla meşgul olduğu en güçlü dönemlerinde İmam’ın -ks- İran’ın iç meseleleriyle ilgili uyandırıcı, bilinçlendirici ve harekete geçirici mesaj ve bildirileri, mücadele meşalesini sürekli yanık ve parlak tutmadaydı. Bu zor ve Çetin günlerde İmam’ın -ks- ümit verici nidâsı; zindan köşelerinde “Savak”ın vahşi işkenceleri altında uzun yıllarını geçirmekte olan inkılapçı Müslümanlara direniş ve mukavemet gücü aşılıyordu.

e) İslâm İnkılabının Giderek İvme Kazanması Ve Nihayet Zaferle Noktalanması

İmam’ın -ks- genç yaşta seçkin alimler sınıfına girebilmeyi başaran değerli oğlu Ayetullah Hacı Seyyid Mustafa Humeyni -ks- nin şahın kiralık katillerince şehid edilmesi (hş. 1356 – mil 1978 sonbaharı) ve bu büyük şehidin anma törenlerinin baştanbaşa bütün İran’da kalabalık kitlelerin katılımıyla gerçekleşmesi, İran’daki dini ilmiye medreseleri ve İslâmcı kesimin rejime karşı öfkeyle yeni bir atağa geçmesini de beraberinde getirerek inkılftba umulmadık bir ivme kazandırdı.

İmam Humeyni -ks- aynı günlerde yayınladığı bir bildiriyle herkesin hayret ve takdirini toplayan bir tavır sergileyerek bu acı hadiseyi “Allah Tealâ’nın gizli lütuflarından biri” şeklinde yorumlayacaktı. Bunun üzerine, İmam’ın -ks- fevkalade yüksek moralini bozabilmek için şah rejimi, yüksek tirajlı gazetelerden birinde İmam’a çamur atmaya yönelik bir makale yayınlattı. Rejimin bu çirkin intikam girişimi Müslüman halkı galeyana getirecek ve Kum’da hş. 19 Dey 1356 (1978) hadisesi vuku bulacak, çok sayıda din öğrencisi ve alim, bu kıyamda şehadet şerbetini içecekti. Bu aziz şehidlerin kanı harekete tekrar ivme kazandırmakta gecikmedi, Kum’da kıyam olanca gücüyle tekrar başlamış ve kısa zamanda bütün ülke çapında yayılmıştı. Hareket şehidlerinin 3, 7 ve 40. şehadet günleri münasebetiyle düzenlenen anma törenleri Tebriz, Yezd, Cehrum, Şiraz, Isfahan, Tehran ve diğer büyük şehirlerde kıyamın dalga dalga yayılmasını sağladı. Bütün bu olaylar boyunca İmam Humeyni’nin -ks- ¬Müslüman halkı kıyamın devamına ve zalim şahlık düzenini bütünüyle devirip, yerine bir İslâm devleti kuruncaya kadar bu şanlı direnişi sürdürmeye çağıran bilinçlendirici ve yönlendirici mesaj, bildiri ve konuşmaları, İmam’ın -ks- yoluna gönül veren yiğit ve fedakar inkılapçı Müslümanlar tarafından derhal kasetlere alınıp İran’a sokularak gizlice teksir edilip halka dağıtılmakta ve böylece hareket, uzman ve salahiyet sahibi bir lider tarafından merhale merhale yönlendirilmekteydi. Şah, kudurmuşçasına bir saldırganlıkla yığınlarca insanın suçsuz yere kanını dökmeye devam ettiyse de, halkın giderek kabaran öfkesini bastıramayacak, inkılabın önüne set vuramayacaktı.

11 ilde sıkıyönetim ilanı, başbakanın değiştirilmesi, önemli görevlerdeki yetkililerin vazifeden alınması… vb. girişimlerin hiçbiri kıyamın çığ gibi büyümesini engelleyemedi. Şahin başvurduğu bütün askeri ve siyasi tedbir ve hileler, İmam Humeyni’niıı -ks- bilinçlendirici direktif, mesaj ve ifşalarıyla birbiri ardınca suya düşmekte, hezimete uğramaktaydı.

İran ve Irak dışişleri bakanlarının Newyork’ta alelacele görüşmesine müteakip İmam’ın -ks- Irak’tan derhal sürülmesine karar verilecek ve hş. 1337 Mehr’inin 2’sinde (1978 sonbaharı) İmam’ın -ks- Necef’teki evi Saddam’m Baasçı emniyet güçleri tarafından kuşatmaya alınacaktı. Baasçı Irak güçleri, İmam’a ancak siyasetten el çekmesi ve inkılaba karışmaması halinde Irak’ta ikamet izni taşıyabileceğini söylerler. Bu çirkin şartı reddeden İmam -ks- inkılab ve siyasetten asla vazgeçmeyeceğini bildirir ve 13 yıllık bir sürgünden sonra hş. 12 Mehr 1357’de Küveyt’e geçmek üzere Irak’ı terketmek zorunda bırakılır.

Ne var ki, şahin nüfuz ve baskısı altında bulunan Kuveyt hükümeti İmam’a -ks- bu ülkeye giriş izni vermeyince İslâm inkılabının şanlı lideri, o günkü şartlar altında İslâm ülkelerinin durumunu gözden geçirip rahmetli oğlu Hüccetil İslâm ve’l Müslimin Hacı Seyyid Ahmed Humeyni’yle meşverette bulunduktan sonra Paris’e hicret etmeye karar verir. Hş. 14 Mehr’de Paris’e iner ve iki gün sonra da Paris yakınlarındaki Nofel Lö – Şato’daki bir İranlının evinde ikamet eder. Eliza saray görevlileri, Fransa cumhurbaşkanının, her nevi siyasi faaliyetten uzak durması yolundaki uyarı ve şartını kendisine bildirdiklerinde İmam -ks- her zamanki uzlaşma kabul etmez tavrıyla Fransa cumhurbaşkanının bu mesajını ifşa ve sert bir dille kınayarak bu gibi müdahale, kısıt ve şartlar koşmanın demokrasi iddialarıyla tamamen çeliştiğini, o havaalanından bu havaalanına, bir ülkeden diğerine geçmek zorunda bırakılsa dahi davasından asla vazgeçmeyeceğinin bilinmesini açıklayacaktı.

İmam’ın Paris’te ikamet ettiği 4 ay boyunca Nofel lö Şato, dünyanın en yoğun ve önemli haber merkezine dönüşmüştü. Dünyanın dört bir yanından kendisini ziyarete gelenlerle yaptığı görüşmeler, konuşmalar ve muhabirlerle yaptığı sayısız röportajlar, İmam’ın -ks- İslâm devleti ve geleceğe yönelik hedefleri konusundaki görüşlerinin dünya kamuoyunca daha net anlaşılmasını sağlamıştır.

Müslüman İran milleti, İmam’ın -ks- isabetli ve fevkalade basiretli mesaj ve direktifleri doğrultusunda gösteri ve yürüyüşlerin hacmini ve dozunu artırarak ard arda tertiplenen boykot ve grevlerle şah rejiminin idari organlarını felce uğrattı. Yeni başbakanların atanması, şahin geçmişte hatalar yaptığını itiraf edip milletten özür dilemesi, kepazelikleri herkesçe bilinen önemli bazı yetkililerin bizzat rejim tarafından kurban seçilerek mahkemelere çekilip yargılanması, bazı siyasi tutukluların serbest bırakılması… vb. taktik uygulama ve girişimlerin hiçbiri Müslüman halkı oyuna getirememekte, İslâm inkılabının şiddeti günden güne artmaktaydı. İslâm inkılabı lideri İnkılap Şûrâsı -Devrim Konseyi-  ve belirlenecek üyeler hakkında resmi açıklama yaparken şah, hastalandığı ve dinlenme ihtiyacı hissettiği gibi bahanelerle 16 Ocak 1979’da İran’dan kaçacaktı (hş. 26 Dey). Şahin ülkeden kaçtığı haberi kısa zamanda bütün İran’da yayılmış, fevkalâde bir sevinç yaratmış ve rejimi bütünüyle çökertinceye kadar inkılaba olanca şiddetiyle hız verme yolunda halkın azmini bilemişti.

Bu arada İmam’ın İran’a döneceğini açıklaması, halkın neşe ve umudunu kat kat artırırken İslâm düşmanlarını bir hayli telaşlandırmış, aceleci kararlar almalarına yol açmıştı. Ne yapacağını bilemeyen rejim, Amerika’nın da direktifiyle İran havayollarını dış uçuşlara bütünüyle kapadığını duyurdu. Bu duyurunun hemen ardından; İmam’ını -ks- görebilmek için yurdun çeşitli noktalarından başkente akın eden halk, Tahran’da milyonlarla ifade edilen gösteri ve muzzam yürüyüşler düzenleyerek havaalanlarının derhal açılmasını isteyecekti. Halkın giderek kabaran öfkesi karşısında hiçbir şey yapamayacağını gören rejim, havaalanını dış uçuşlara açık tutmak zorunda kalacak ve İslâm İnkılabının şanlı lideri, 14 yıllık bir sürgün ve ayrılıktan sonra hş. 12 Behmen 1357’de (1 Şubat 1979) Tahran Mehrabad havaalanına inerek vatanına dönebilecekti. İmamı karşılamaya gelen kalabalık, o güne değin dünyanın hiçbir yerinde görülmemişti, bizzat yabancı muhabirlerin de itiraf ettiği üzere bu rakam 4 ilâ 6 milyon insandı! İslâm inkılabının rehberi, şahlık rejiminin hala resmen varlığını sürdürüyor olmasına aldırmayarak geçici hükümet kurduğunu açıkladı ve hş. 16 Behmen 1357’ye müsadif 4 Şubat 79’da bu hükümetin başbakanını da atayarak, bir an önce referanduma gidilmesi ve halkoylamasının gerçekleşmesi için gerekli ortamın hazırlanıp ön girişimlerin tamamlanması direktifini verdi.

19 Behmen -7 Şubat- günü Hava Kuvvetleri subay personeli, İmam’ın ikamet etmekte olduğu Tahran Alevi Medresesi’nde onu ziyaret ederek inkılap lideriyle biatleşecekti. Ertesi gün inkılap taraftarı hava subayları, hava kuvvetlerinin en stratejik üssünde kıyam ediyor, şaha bağlı özel muhafız alayı -Gardı Cavidan- bu kıyamı bastırmak için sözkonusu üsse saldırıyordu. Bunun üzerine halk, hava subaylarının yardımına koşacak ve iki gün zarfında, Tahran’daki bütün polis karakollarıyla devlete bağlı kuruluşlar birbiri ardınca halkın eline geçecekti. Bu sırada Tahran sıkıyönetim valiliği, Amerikalılar tarafından planlanan darbe girişimini gerçekleştirebilmek amacıyla gündüz de sokağa çıkma yasağı koyuyor ve bu yasağın öğleden sonra saat 4’ten itibaren resmen uygulanacağı açıklanıyordu. Bizzat Tahran’da yerleşen Amerikalı görevlilerce gerçekleştirilmesi planlanan bu darbe hayali de yıkılmakta gecikmedi ve İmam -ks- derhal bir bildiri yayınlayarak halkın sokaklara dökülüp sıkıyönetim kurallarını tamamen çiğnemesini emretti.

Bu direktifin ardından kadınlı erkekli bütün Tahran halkı çocuk – ihtiyar demeden sokaklara dökülüp bütün dörtyollarda siperler kurmaya başladı. Darbecilerin ilk tank ve zırhlıları, ilgili üs ve karargahlardan çıkar çıkmaz halkın eline geçecek ve neticede ihtilal planı daha ilk adımında suya düşecekti. Böylece zalim şah rejiminin son direniş girişimi de hezimete uğratılmış ve İslâm inkılabının parlak güneşi hş. 22 Behmen 1357’ye müsadif 12 Şubat 1979 sabahı İran ufuklarında doğmuş ve nicedir beklenen şafak söküvermişti.

 

f) İslâm Devletinin Kuruluşu Ve Ardından Gelişen olaylar

İmam Humeyni’nin -ks- vaadettiği şeylerin gerçekleşmesi ve İran’da İslâmî bir inkılabın tahakkuku ve bir İslâm devletinin kurulması; sadece bir rejimin yıkılarak yerine yeni bir rejim gelmesi şeklinde basit bir dahili hadise değildi. Bilakis Amerikalı, İsrailli ve Avrupalı devlet adamlarının da o günlerle ilgili hatıralarında belirttikleri üzere İran’da vuku bulan İslâm inkılabı Batı dünyası için yıkıcı bir deprem demekti. Nitekim 22 Behmen 1357 -12 Şub. 1979- sabahından itibaren henüz yeni kurulmuş bulunan İslâm devletine karşı sergiledikleri görülmemiş elbirliği, km ve düşmanlık, bu gerçeği olanca çıplaklığıyla gözler önüne serecekti. Başını Amerika’nın çektiği ve İngiltere’yle diğer bazı Avrupa ülkeleri ve bunların güdümünde bulunan bütün diğer bağımlı ülkelerin – doğu ve batı bloğu demeksizin ve görülmemiş bir elbirliği içinde – bu düşman safta müştereken yer alması ise İslâm devletinin hakkaniyetini vurgulayan ilginç kıstaslardan biriydi. İran’da bir din ve şeriat devletinin kurulmasından dehşete kapılan komünist Sovyetlerle bağımlıları ilk kez kayıtsız şartsız Amerika’nın safında yer alacak ve anti emperyalist çizgide ne kadar kaypak Olduğunu bütün dünyaya göstermiş olacaktı.

Son derece isabetli ve İslâmî bir tavırla “ne doğu, ne batı; İslâm cumhuriyeti!” sloganı ekseninde Müslüman İran halkını, ülkeyi onarıp yeni baştan kurma yolunda seferber ederek dünya kamuoyuna gelişmiş ve ileri seviyeli örnek bir din ve şeriat devleti göstermek isteyen İmam Humeyni -ks- bu gaye doğrultusunda “Ülkeyi onarıp yeniden kurma cihadı” (Cihad-ı Sazendegi) adlı bir müessese kurarak çeşitli dallarda uzman olan binlerce gelişmiş eleman ve inkılâbî Müslümanın, ülkenin az gelişmiş mahrum bölgelerinin imar ve kalkınması yolunda hızla faaliyete geçmesini sağladı. Böylece çok geçmeden ülkenin en ücra köşelerinde unutulmaya terkedilen köy ve kasabalara yol, elektrik, su, okul ve sağlık hizmetleri ulaştırılacak ve bu süratli gelişme ve samimi birlik, Amerika ve laik müttefiklerini telaşlandırarak henüz kurulma ve oluşumun eşiğinde bulunan İran İslâm Cumhuriyeti’ni beklenmedik bir savaşla karşı karşıya getirip bu ilerleme ve kalkınmayı engellemeye kalkışmalarına neden olacaktı.

Oysa, Allah’ın nurunu üfleyerek söndürmeye kalkışmak gibi boş ve abes bir girişimdi bu.

İnkılabın henüz 2. ayı tamamlanmadan İran halkı, bu ülkenin tarihinde ilk kez gerçekleşen gerçek anlamda serbest bir referandum neticesinde %98, 2 evet oyuyla İran İslâm Cumhuriyeti’ni resmen onaylayacak ve ardından anayasanın hazırlanması ve onayıyla, İslâmî Şûrâ Meclisi milletvekillerinin tayini için siyasi seçimlere gidilecekti.

İran bu şartlar altındayken, İslâm düşmanlarının fitne, komplo ve baskıları hızla artmaya başladı. Amerika, İran’daki yerli işbirlikçileri vasıtasıyla ülkeye sızmak ve iç ihtilafları körükleyerek İslâm nizamını yıkmak emelindeydi. İslâm inkılabını yıkabilmek için uygulanan ilk taktilterden biri, inkılabın en tanınmış ve etkili simalarının terörüydü. Bu uğursuz plan uygulamaya konulduğunda inkılab konseyi üyesi şehid Mutahhari, dr. Muhammed Mufattih, Genelkurmay başkanı General Karani, Hacı Mehdi Iraki, Ayetullah Gazi Tabatabai… gibi önde gelen etkili isimler ard arda şehid düşüyordu.

İran İslâm Cumhuriyeti’ni tezyif etmek isteyen Amerika, Müslüman İran halkının şahin ülkeye iadesi ve Amerikan bankalarında el konularak bloke edilen İran’a ait 22 milyar doları aşkın meblağın bir an önce geri verilmesi yolundaki meşru ve haklı talebine red cevabı vermekle kalmayacak; İran’dan kaçan şah rejimi kalıntılarının İslâm inkılabına karşı yeniden teşkilatlanarak harekete geçebilmeleri için İslâm nizamı muhaliflerine astronomik yardımlarda bulunmayı da ihmal etmeyecekti.

Amerika’nın bu küstah ve apaçık düşman tavrı Müslüman İran halkının inkılâbî hışmını bir kez daha galeyana getirecek ve İslâm nizamı aleyhine fitne ve casusluktan başka bir şey yapmayan ABD büyükelçiliğini basan bir grup Müslüman İranlı üniversite öğrencisi, ABD elçiliğindeki özel silahlı korumalarla girdikleri kısa bir çatışmadan sonra elçilikteki casusları ve bunu belgeleyen çok sayıda gizli dökümanı ele geçirmeyi başaracaktı. Üniversitelilerin bu eylemini destekleyen İmam Humeyni -ks-, bunun ilk inkılaptan daha büyük bir inkılap olduğunu belirtiyordu. Bu büyükelçilikte ele geçirilen gizli belgeler daha sonra düzenli bir şekilde “İran’daki ABD Casusluk Yuvasında Ele Geçirilen Belgeler” adı altında Farsça ve İngilizce olarak yayınlanacak ve toplamı 50 cildi aşkın bir kitap dizisi oluşacaktı! Bu belgeler içinde hayati öneme haiz oldukça önemli bilgiler vardı. Amerika’nın İran ve bölgedeki diğer ülkelere yönelik çeşitli müdahale ve gizli casusluk faaliyetlerini bütün çıplaklığıyla ortaya koyan bu belgelerde, dünyanın çeşitli ülkelerinde ABD’ye casusluk yapan çeşitli düzeylerdeki elemanlar, irtibatçılar, CIA muhbirleri, çeşitli casusluk yöntemleri, Amerika’nın çeşitli ülkelere yönelik siyasi tahrikleri ve bunların hangi metotlarla gerçekleştiği… vb. gibi çok gizli ve ABD için çok önemli bilgiler ele geçirilecek ve kamuoyuna sunularak ifşa edilecekti. İslâmî İran’ın inkılâbî kültüründe, haklı olarak “casusluk yuvası” lakabını kazanan ABD büyükelçiliğinin bu şekilde işgal edilmesi, dünya efeliğine soyunan bu ülkenin başındakiler için büyük bir rezalet ve görülmemiş bir skandal olmuştu.

ABD Casusluk Yuvası’nın işgalinin getirdiği en önemli gelişme ve sağladığı olumlu sonuç, İslâm inkılabının gücünü ve kalıcılığını pekiştirmek ve daha da önemlisi, Amerika’nın zihinlerde yarattığı yenilmez ve Firavunvârî görünümünün şişirilmiş bir yalan ve iğnelenebilir bir balon olduğunu ispatlamak ve 3. dünya ülkelerinin milletlerine, süper güçlerin karşısına dikilmenin pekala mümkün ve onların da “yenilgiye uğratılabilir olduğu gerçeğini göstermek olmuştur.

İran’ı ekonomik ve siyasi ambargo kuşatmasına alarak dünya plâtformunda yalnızlığa itmek, en ileri ve en gelişmiş teknolojilerle donatılmış hava ve uzay ekiplerince yönlendirilen Tebes Çölü operasyonuyla İran İslâm Cumhuriyeti’ni devirmek – ki ABD yetkilileri, casusluk yuvasının işgalinden sonra hem intikam almak, hem de işi kökünden halledebilmek(!) için bu operasyonu tertiplemişlerdi.-, İnkılap düşmanı yerli işbirlikçilerinin yardakçılıklarıyla İran’da iç ihtilaflar çıkarıp halkın birliğini çeşitli yollarla parçalamak… vb. gibi daha nice oyunlarının bozulması, planlarının ard arda suya düşüp sürekli yenilgiye uğrayarak dünya kamuoyunca “İslâm inkılabı karşısında acziyetinin ispatlanmaya başlaması”; ABD’li yetkilileri daha geniş çaplı askeri çözüm yollan aramaya itti. Bu kararın hemen akabinde, Amerikalı askeri uzmanların koordinesi altında ve diğer güçlü ülkelerin de her açıdan tam destek ve himayesiyle Baasçı Irak ordusu hş. 31 Şehriver 1359’a müsadif 22 Eylül 1981’de, 1280 km boyunca mevcut sınırları çiğneyerek İran İslâm Cumhuriyeti’ne saldırdı. Bu saldırının ilk saatlerinde, Irak savaş jetleri (saat 14.00 sularında) Tahran ve diğer mıntıkalardaki havaalanlarını bombaladı.

Irak’ın İran’a savaş açtığı haberi onca önemli olmasına ve Irak tarafından da resmen açıklanmasına rağmen uluslararası mahfiller ve güç odaklarınca adeta hiçbir şey olmamışçasına tam bir ölüm sessizliğiyle karşılandı. İmam Humeyni’nin -ks- bu hadise karşısında gösterdiği ilk tepkiler ve Irak ordusunun tecavüzü konusunda yaptığı ilk konuşma ve yayınladığı bildiriler, onun mükemmel ve çarpıcı kişiliğini ve komuta yeteneği ve cesaretini gözler önüne sermektedir. Bu ilginç reaksiyonlardaki zarif çarpıcılıkları teferruatıyla bu özet yazıda aktarmak elbette ki mümkün değil. İmam’ın -ks- haberi öğrenir öğrenmez ilk tepkisi “var gücünüzle ülkeyi müdafaa edin” direktifi olmuş ve meselenin yorumuyla ilgili ilk konuşmasında bu saldırının asıl müsebbibinin Amerika olduğunu vurgulayarak Saddam’ı İran’ın üzerine kışkırtanın ABD olduğunu belirtmişti. İmam bu konuşmasında İran halkına hitaben “Allah rızası için ve şer’i bir vazife telakki ederek ülkeyi savunmaları halinde, zahiri belirtiler tam tersi cihette olsa dahi düşmana karşı kesinlikle muzaffer olacaklarını açıklamış ve millete fevkalade bir güvence aşılamıştı.

Irak’ın İran’a saldırışının hemen ertesi günü İmam Humeyni -ks- savaş şartlarında ülkenin ve cephelerin nasıl idare edilmesi gerektiğini 7 madde halinde kısa ve öz, fakat son derece dakik bir mesajla halka duyurdu.

Bu mesajın hemen ardından yayınladığı birkaç mesajla Irak halkına ve ordusuna hücceti tamamlayıp şer’i vazifelerini hatırlatacak ve savaşa devam ettiklerini görünce; İslâmî İran ordularının başkomutanlığını üstlenerek 8 yıl sürecek eşitsiz ve amansız bir savaşın ağır sorumluluğunu omuzlarına alarak o güne değin görülmemiş bir yetenek ve askeri dehayla ülkeyi yiğitçe savunacaktı.Bütün halkın savaşa seferber olması ve 20 milyonluk bir seferberler ordusu kurulması yolunda İmam’ın -ks- verdiği direktif üzerine inkılabi Müslüman gençler şevkle eğitim kamplarına koşuyor ve gönüllü olarak cephelere gidiyordu. Bu yüksek mânevi ortamda cephelerden gelen zafer haberleri ülkeyi apayrı bir renge bürümüş ve bütün süper güçlerin akla gelecek her nevi desteğiyle teçhizatlandırılmış bulunan düşman ordusunun yenilmeye mahkum olduğu apaçık gözlemlenir olmuştu.

Amerika’yla Avrupalı müttekifleri savaş perdesinin gerisinde gizledikleri yüzlerini giderek gün ışığına çıkarıp aşikar etmek zorunda kaldılar. Barış zamanında bile yapımı ve alımı zor alan ve yıllarca süren görüşme ve oturumlardan sonra alıcısına teslimi hususunda karar verilen en modern ve gelişmiş silahlar, görülmemiş bir hız ve hacimde cömertçe Saddam’ın emrine verilmekteydi. İnsan hakları savunuculuğu iddialarında bulunan uluslararası kuruluşların gözleri önünde İran’ın şehirleri, köyleri, okulları, hastahaneleri ve ekonomik merkezleri acımasızca bombalanıyor ve bu gelişmiş silahların yanısıra uzun menzilli füzeler her gün yüzlerce mâsum insanı çocuk – yaşlı, kadın – erkek demeden kanlar içinde yere seriyordu.

Cephelerde süregiden savaş giderek İslâm mücahidlerinin lehine gelişiyor, Saddam’a yapılan onca yardım ve verilen onca destek hiçbir işe yaramıyordu. Saddam güçleri İslâmî İran’da yerleşim bölgelerini jetler ve ağır füzelerle yoğun bombardımanlar altına aldığı halde Amerika, doğrudan doğruya savaşa müdahale ederek bilfiil Saddam’ın yanında yer almaktan başka çaresi kalmadığını görecek ve çok geçmeden Amerikan savaş gemileriyle gelişmiş filoları; Fransa, İngiltere ve Sovyet filolarını da yanına alarak bütün dünyanın gözleri önünde Fars Körfezi sularına girerek mevzi alacaktı. Amerika, İslâmî İran’ı dize getirmenin tek yolunun, savaş krizini uluslararası platformlara çekerek diğer ülkeleri de bu savaşta fiilen İran’ın karşısında yer almaya zorlamak olacağı düşüncesinden hareketle tarihe “Petrol Tankerleri Savaşı” adıyla geçecek olan yeni ve alçakça bir savaş başlattı. Fars Körfezi’nde yuvalanan filoların görevi İran’ın petrol ihracatını engellemek, ticari gemileri durdurup yüklerini kontrol etmek ve İran İslâm Cumhuriyeti’ne temel gıda maddelerinin girişine mani olmaktı. Bu usulsüz savaş sırasında, İran’a ait ticaret gemileriyle İran petrolünü taşıyan tankerlerin birçoğu Amerikan filoları tarafından hava ve füze saldırılarıyla bombalandı ve Fars Körfezi sahil sularındaki İran’a ait petrol kuyuları Amerika kuvvetleri tarafından ateşe verildi. İran’ı yıldıramayacağını anlayan Amerika, bu kez çok daha korkunç bir caniliğe girişerek İran havayollarına ait bir yolcu uçağına saldıracak ve içinde çok sayıda kadın ve çocuğun da bulunduğu bu yolcu uçağını ABD savaş filosundan ateşlenen bir füzeyle vurarak 290 mâsum insanı paramparça cesetlere dönüştürerek hş. 1367 (1989) yazında Fars Körfezi’ni kanlara bulayacaktı.İslâmî İran’ın bu dönemde yaşadığı en acı olaylardan biri de, Beytullah’ı ziyarete giden İranlı hacıların Beytulharam’da Suudi rejiminin memurlarınca alçakça pusuya düşürülüp öldürülmesiydi. Hk. 1407 Ziyhicce’sinin 6. günü Cuma’sında müşriklerden beraet ve şirkten teberride bulunma yürüyüşüne katılan 150 bini aşkın hacı, ana çıkış yollarını kapayarak her şeyi önceden planlayan gizli ve resmi üniformalı Suudi memurlarının saldırısına maruz kalacak ve İslâm tarihinde eşine ender rastlanan bu kanlı ve vahşiyane hadisede İranlı, Lübnanlı, Filistinli, Pakistanlı, Iraklı, Türkiyeli ve diğer İslâm beldelerinden Allah’ın evini ziyarete gelmiş olan 400 hacı adayı, Suud katillerinin ateşli ve ateşsiz silahlarıyla kanlar içinde mukaddes topraklara düşüp can verecek, 5000 kişinin ağır şekilde yaralandığı bu katliamda binlerce Müslüman da sırf bu yürüyüşe katılarak Amerika ve İsrail’i lanetledikleri için tutuklanıp işkence ve eziyetlere maruz bırakılacaktı. Bu inanılmaz katliamda can veren şehidlerle yaralı düşen malullerin çoğu, olay yerinden hemen kaçabilecek takati bulunmayan kadınlarla yaşlılardı.

Batılı güçlerin Fars Körfezi’ni büyük bir askeri kışlaya çevirmeleri ve 8 yıllık tahmili savaşın son aylarında yaşanan vak’aların yegane nedeni; İslâm ordularının muazzam bir direniş sergileyerek saldırgan Baas güçlerini bütün cephelerde hızla geri çekilmeye mecbur etmesi ve işgal altındaki topraklarını kurtarmakla kalmayarak, fitnenin merkezine doğru ilerleyip işi kökünden halletmesine ramak kalmış olmasıydı. İslâm ordularının Saddam’ı böyle bir hezimete uğratması demek; niceden beridir dünyaya efelik taslayan birçok süper gücün İslâm inkılabı karşısında ağır bir yenilgi alması demekti; bu nedenledir ki şimdi çark tersine dönmeye başlamış ve Amerika’yla Uluslararası Güvenlik Konseyi’nin bütün telaşı, İslâm ordularının daha fazla ilerlemesine ve Saddam’ın umulmadık bir anda devrilmesine engel olmaya matuf hale gelmişti! İran İslâm Cumhuriyeti, savaşa son vermek için yıllardan beridir belirlediği şartların kabulünü içeren maddelerden müteşekkil 598 no’lu Güvenlik Konseyi bildirisini kabul etti.

İmam Humeyni’nin -ks- bu tarihi bildirinin kabulüyle ilgili hş. 29.4.1367’ye müsadif 20 Temmuz 1988 tarihli meşhur mesajı; tahmili savaşın mükemmel bir karnesi olarak bu savaşın boyutlarını olanca netliğiyle gözler önüne sermekte, İslâm inkılabının gelecekte her konudaki tavrının, bilhassa bu İslâmî nizamın müdafaa ve muhafazası yolunda hiçbir süper gücün önünde eğilmeyeceği ve İslâm davasının ilkelerinden kimseye taviz vermeyeceği gerçeğini açıkça vurgulayarak İmam’ın -ks- mükemmel liderlik, komuta dehası ve İslâm davasından asla taviz vermeyen kişiliğini dost – düşman; herkese ispatlamaktaydı. Böylece İran’a zorla yüklenen 8 yıllık bu tahmili savaş sona eriyor ve savaşı başlatanlar, gayelerinden hiçbirine ulaşamayarak İslâm karşısında bir kez daha hezimete uğruyor ve Müslüman İran halkı İmam’ın -ks- basiretli liderliği sayesinde davasının haklılığını bir kez daha ispatlayarak İslâmî İran’ı parçalama ve dize getirme hayali kuranların bu hevesini kursağında bırakıyordu.

Saddam ve onu destekleyip bu savaşta sürekli İslâmî İran’a karşı himaye eden Arap ve sözde İslâm ülkelerinin sebebiyet verdikleri en büyük cinayet ve ihanet, her iki ülkenin de büyük bir insan gücü ve ekonomik kayba uğramasına neden olmaları ve şahın devrilişinden sonra, gerekli ortam ve şartların her açıdan çok müsait hale geldiği İslâm ümmetinin birliği ve bütün dünyayı saracak bir İslâm inkılabının tahakkukunu geciktirerek bu muazzam vak’ayı uzun yıllar sonrasına itmeleriydi.

Nisbi barıştan sonra İmam Humeyni -ks – hş. İİ. 7. 67’de (Ekim 1989) yayınladığı 9 maddelik bir mesajda, İran İslâm Cumhuriyeti yetkilileri için ülkenin yeniden onarım ve kurulması yolunda izlenmesi gereken politika ve tutumun ana çizgi ve mihverlerini belirledi. Bu direktifin maddeleri dikkatle incelenecek olursa İmam’ın -ks- ne derece uzak görüşlü ve güçlü bir basirete sahip olduğu ve ona göre hangi değer ve kıstasların vazgeçilmezlik taşıdığı anlaşılır.

Yine İmam’ın -ks- ömrünün son aylarında başlattığı fevkalade düşündürücü ve önemli girişimlerden biri de, Sovyetler Birliği Yönetim Heyeti’nin başında bulunan son Sovyet devlet başkanı Gorbaçof’a gönderdiği özel İslâma davet mektubuydu. Hş. 2. Io. 1367’ye müsadif 7 Ocak 1989’da gönderdiği bu mektupta İmam -ks- Sovyetler’in genel durumu ve geçirdiği son değişiklikler üzerine muazzam bir yorumda bulunduktan sonra, dinsizliğe dayalı ilhadi komünizmin, toplumu yönetme hususundaki yetersizliğinin altını çiziyor ve Sovyetler’in en önemli sorununun, bu ülkeyi idare eden baştakilerin Allah’a inanmıyor oluşlarından kaynaklandığını vurgulayarak komünizmden kaçarken Batı kapitalizminin kucağına düşmemeleri ve bilhassa Amerika’nın oyununa gelmemeleri hususunda onları uyarıyordu. Bu tarihi mektupta felsefe ve irfanın en derin ve hassas noktalarına değinen İmam -ks- komünistlerin din düşmanlığı mücadelelerinin yenilgiye uğradığını vurgulamakta ve Gorbaçof’u, batının maddeci görüşüne bel bağlamak yerine din ve tanrı inancına yönelmeye davet etmekteydi.

Bu dönemde vuku bulan önemli, ama son derece de çirkin gelişmelerden biri de, batı ülkelerinin basın-yayın merkezlerince “Şeytani Ayetler” kitabının yayınlanmasıydı. Bu müptezel kitap ve mülhid yazan Selman Rüşdü’ye batı ülkelerinin verdiği destek ve yine batılı güçlerin bu meseleyi giderek büyük boyutlarda propaganda malzemesi olarak kullanması; İslâm değer ve inançlarına karşı batı dünyasının başlattığı yeni bir kültürel saldırı ve batı medyasının haçlı seferlerinin yeni bir boyutu olarak değerlendirilebilir. Emperyalizme bağlı malum odaklarca metni planlanan bu kitap, İslâmî hareketlerde hedef ve yöntem birliği sağlayan İslâmî mukadderat ve temel akideleri alaya almakta, zihinleri zehirleyerek inançlarda şüphe çatlakları yaratmayı hedeflemekteydi. Binaenaleyh hş. 25. 11. 1367’de (1989) İmam Humeyni -ks- İslâm emir ve düsturları gereğince ve asırlardan beri varolan ilâhî şeriatin değiştirilemez prensipleri dahilinde tavır alarak, bütün İslâm mezheplerinin ulemasınca yüzyıllardır belirlenmiş ve bütün fıkıh kitaplarında tespit edilmiş olan bir fetvayı harekete geçirip Selman Rüşdü’nün bir mürted olduğunu, dolaysıyla de idamının bütün Müslümanlara farz bulunduğunu ve bu küfür içerikli kitabın muhtevasından haberdar olan yayıncı ve satıcılar için de aynı hükmün geçerli olacağını bildiren bir fetva yayınladı. Bu muazzam fetvayla birlikte Müslümanlar; mezhep, renk, ırk ve dil farklılıklarına bakmaksızın fevkalade bir birlik ve vahdete bürünerek, önceden planlandığı apaçık ortada olan bu meşum İslâm düşmanı saldırı karşısında tek saf ve tek yumruk halinde dikildiler. Bu hadisenin akabinde getirdiği gelişmeler, İslâm toplumunu vahdet içinde bütünleşmiş bir ümmet olarak bir kez daha sahneye çıkardı ve doğru ve ehil bir imamın liderliğinde yönlendirilmesi halinde, İslâm ümmetinin kendi içindeki türlü farklılıklar ve küçük ihtilaflara rağmen, dini değerlere canlılık kazandırıp mâneviyatı ihya eden bir güç olarak dünyanın geleceğini belirlemede en etkili camia olduğu herkesçe anlaşılmış oldu.

Aynı şekilde, İslâm inkılabı’nın İran’daki zaferinden sonra başta Amerika gelmek üzere İslâm düşmanlarının türlü komploları ve İran İslâm Cumhuriyeti’ni yıkabilmek için bütün küfrün tek millet halinde elele verip Müslüman İran’ı 8 yıllık korkunç bir savaşa itmesi gibi çok boyutlu saldırı ve girişimlerine rağmen İmam -ks- yeni kurum ve teşkilatlar kurulması yolunda direktifler verip şah rejiminden kalma kuruluşların yeniden organize ve teşkilatlandırılmasını emrederek, İran halkı için yepyeni ve geniş bir hizmet ortamı yaratmış oluyordu. Cihad-ı Sazendegi (Ülkeyi onarma ve yeniden kurma cihadı), Komite-i İmdad (Düşkünlere ve darda kalmışlara acil yardım), 15 Hordad Kurumu; Mesken Kurumu, Şehid Kurumu, Mustaz’aflar Kurumu, Okuma Yazma Seferberliği… vb. gibi ülkenin en ücra köşelerine çeşitli hizmetler götürebilmeyi başaran kurum ve teşkilatların tesisi de yine rahmetli İmam Humeyni’nin -ks- hayatta bulunduğu yılların ürünüdür.

Aynı şekilde İslâmî İran’ın iç ve dış güvenliğini sağlamada, Irak Baas rejiminin saldırılarını geri püskürtmede ve dünyaya gegemenlik taslayan güçlerin ardı arkası kesilmeyen karmaşık komplo ve oyunlarını bozmada fevkalade etkili rol oynayan İslâm İnkılabı Komiteleri’yle Sipah-ı Pasdaran-ı İnkılab-ı İslâmî (İslâm İnkılabı Muhafızları Ordusu)’nun kuruluşu ve eski ordunun gerekli yeni organize ve teşkilatlandırmalarla düzenlenip İran İslâm Cumhuriyeti Ordusu şeklinde yeni baştan teşkili gibi oldukça zor ve ilginç gelişmeler de yine bu bereketli yılların ürünlerinden olmuştur.

Dini ilmiye medreselerindeki köklü değişiklikler, yeni yapılanmalar, medrese ve üniversitelerde dersler ve yöntemlerde yeni düzenlemeler, bütün eğitim sisteminde köklü değişiklikler, çeşitli dallarda yeni üniversite araştırmaları, ek ders ve branşlar, ücra yerler ve fakir bölgelere yüksek eğitim ve üniversite imkanları taşıma, bu bölgelere radyo, tv, posta ve her nevi diğer haberleşme ve iletişim imkanları ulaştırma… vb. daha yüzlerce hadise hep İmam’ın -ks- şahsi direktif ve kontrolleriyle gerçekleşebilecekti. Üniversite dönem ve branşlarıyla ilgili programlamalarla üniversite kitaplarının yazılması ve basımına, yüksek öğretim görevlisi yetiştirme, üniversiteye girme şartlarının belirlenmesi… vb. gibi yüksek eğitimin kontrol ve denetiminden sorumlu “Şûra-yı İnkılab-ı Ferhengi” (Kültür İnkılâbı Konseyi)nin kurulması ve faaliyete geçmesi de yine onun direktifleri doğrultusunda ve İslâm inkılabından sonra gerçekleşen kayda değer ve kalıcı hizmetlerdendir.

İran İslâm Cumhuriyeti nizamındaki on yıllık pratik tecrübeden sonra İmam -ks- İslâmî nizamın temel prensipleriyle teşkilat ve bünyesini gerekli ıslahatlar ve düzenlemelerle daha bir sağlamlaştırıp mükemmelleştirebilmek amacıyla dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei’ye yazdığı hş. 4.2 68 tarihli direktifinde, sözkonusu yazılı metinde belirlenen ilkeler çerçevesinde, anayasanın yeniden gözden geçirilip gerekli ıslahatlarda bulunulması için tayin etmiş olduğu bir uzman heyeti tanıtıyordu. Bu ve benzeri karar ve direktifler, İslâm devletinin temel yapısının güçlenip pekiştirilmesi ve İslâm hükümlerinin en iyi şekilde uygulanabilmesi için gerekli ortamın yaratılması yolunda İmam’ın -ks- ne kadar içten ve yorulmak bilmez bir çaba içinde çalıştığını ortaya koymaktadır.

 

g – İmam’ın Vefatı

Doksan yaşma yaklaştığı halde İslâm ümmetinin teali ve ilerlemesi yolunda durup dinlenmeksizin çalışan İmam Humeyni -ks- ilerleyen yaşına rağmen hala dünyanın en faal liderlerinden biri olma özelliğini koruyordu. İnanılmaz bir çalışma temposu vardı onun. Ülkenin resmi matbuatının rapor, yorum ve önemli haberlerini mütalaa etmek, onlarca haber bültenini gözden geçirmek, İran’daki günlük tv. ve radyo haberlerini dinlemenin yanısıra, yabancı radyoların siyasi yorum ve haberlerini dinlemek, İmam Humeyni’nin -ks- hiç aksatmadığı günlük çalışmalarının önemli bir kısmını teşkil etmedeydi. Düzenli, disiplinli ve programlı bir yaşam sürdürmesi, ötedenberi en belirgin özelliği olagelmişti. Günün ve gecenin belli saatlerinde meşgul olduğu ibadet, dua ve Kur’an okuma programını hiçbir zaman aksatmadığı bütün yakınlarınca bilinmektedir. Mütalaaları arasında yine belli zamanlarda kısa yürüyüşler yaparak düşünür, aynı zamanda zikir ederdi. Bu programlı yaşamın paralelinde üst düzey yetkililerle yaptığı görüşme, toplantı ve yoğun çalışmalarına rağmen halkın çeşitli kesimleriyle görüşme ve irtibatını yakından sürdürmeyi asla ihmal etmez; bilhassa her hafta mutlaka bir kez şehit ailelerine mahsus görüşme ve serbest ziyaret programını her şeye rağmen uygulardı (bereketli ömrünün son haftalarına kadar da bu programı samimiyetle sürdürmesi, düşmanlarını bile takdir duyguları içinde bırakacaktı).

İmam -ks- kalp hastalığına ve hş. 1358 (1980)’de bir müddet Tahran kalp hastahanesinde tedavi görmesine rağmen vefatı bu hastalıktan olmayacak, solunum sistemindeki rahatsızlığı nedeniyle dar -ı bekaya göçecekti. Kendisini tedavi etmekte olan doktorların tavsiyesiyle ameliyat olacak, 10 günlük bir yoğun bakımdan sonra hş. 1368 Hordad’ının 13’üne müsadif 2 Haziran 1990 Cumartesi akşamı saat 22. 20’de canlar sahibine ruhunu teslim edecekti. Şehidler diyarı İran milletinin sevgili rehberiyle son görüşme ve vedalaşması iki gün iki gece sürmüş ve bu süre zarfında o nur imamının mutahhar na’şı Tahran musallasında siyahlara bürünmüş hak aşığı pervanelerin meşalesi kesilmişti.

İmam’ın -ks- rıhleti haberi bütün İslâm dünyasını dalga dalga sarmış ve dünyanın dört bir yanındaki inkılâbî biatlilerini tarifi imkansız bir hüzne boğmuştu. Mutahhar na’şı, yurtiçi ve yurtdışından imamlarını beka diyarına uğurlamaya gelen kadınlı erkekli milyonlarca inkılâbî Müslümanın katıldığı görülmemiş bir kalabalığın eşliğinde, Tahran şehidler mezarlığı olan Beheşt-i Zehra’nın hemen yakınındaki bir mahalde toprağa verildi. Yabancı haber muhabirlerini şaşkına uğratan bu muazzam cenaze merasimi ve yas törenlerine katılanların sayısı, yine birçok yabancı muhabirin de tespit etmiş olduğu üzere 17 milyonu aşmadaydı.

Eşsiz bir lider ve imamını olduğu gibi, sevecen ve şefkatli babasını da kaybeden İran halkı bu elim hadise üzerine 40 gün yas tuttu. Bu süre zarfında bütün bir İran baştanbaşa karalar giymiş, bütün cadde ve sokaklara siyah bayraklar asılmış ve İslâm ümmeti; bu yüce dinin değerlerini olanca berraklığıyla ihya eden İmam’ına ağlamıştı. İmam Humeyni’nin -ra- mutahhar makberi bugün yurtiçi ve yurtdışından gelen İslâm, hak, adalet, bağımsızlık ve hürriyet aşıklarının ziyaretgahı durumundadır.

h – Ailesi ve Çocukları

İmam Humeyni -ks- hş. 1308’e müsadif 1930’da takvasıyla tanınmış alimlerden merhum Ayetullah Hacı Mirza Muhammed Sakafî Tahrani’nin yine bir alime olan kızıyla evlendi. Bu evlilikten dünyaya gelen 8 çocuk şunlardı: Şehid Ayetullah Hacı Mustafa Humeyni -ks-, Ali (dört yaşında öldü), merhum Ayetullah İşraki’nin zevcesi olan Sıddıka Mustafavi hanım, A’rabi Bey’in hanımı Feride Mustafavi hanım, dr. Brucerdi’nin zevcesi Zehra Fehime Mustafavi hanım, 7 aylıkken ölen saide, merhum Hüccet’il İslâm ve’l Müslimin Hacı Ahmed Humeyni ve yine henüz küçük yaşta ölen Latife adlı bir kız çocuğu.

İmam Humeyni -ks- siyasi mücadele hayatına yalnız atılmış ve bu mücadele boyunca da kimseden yardım ummayarak sadece Allah’a dayanıp, O’na güvenmişti. Ne var ki bu izzetli İslâmî mücadelesinde daima ona yardımcı olan, onunla omuz omuza savaşan değerli oğlu Hacı Mustafa Humeyni’nin de bu mücadelede payı büyüktü. İnkılabi elemanların örgütlenip teşkilatlandırılması, gerekli bilgi ve haberlerin temini, İmam’ın gizli mesajlarının büyük alimlere ve siyasi grup liderlerine ulaşmasını sağlama, inkılabi kişi ve elemanlarla irtibat kurma… vb. faaliyetleri sonunda tutuklanan Ayetullah Mustafa Humeyni, şah rejimini ürküten kişilik ve çalışmaları nedeniyle bir süre hapiste tutulduktan sonra serbest bırakılır bırakılmaz tıpkı babası gibi, rejim tarafından önce Türkiye’ye, ardından da Irak’a sürgün edildi. İslâm inkılabının zaferinden bir yıl önce şehid edilmesinin nedeni de İslâmî hareketin oluşumu ve gelişmesinde oynadığı önemli rol olmuştur.

Bu ağır mesuliyeti şehadetine kadar onun omuzlarına yüklemiş olan takdir-i ilâhî, ağabeyinden sonra genç fakat tıpkı onun gibi yiğit ve dirayetli kardeşi Ahmet Humeyni’yi seçecekti bu hassas görev için. Hacı Ahmed, bu acı olaydan önce sadece yüksek medrese tahsiliyle meşgul gibi görünse de gerçekte o da ağabeyi gibi İslâmî harekete yardımcı olmakta ve başta Kum gelmek üzere İran’daki bütün medreselere yönelik bir çalışma yürütmekteydi. İmam’ın -ks- Necef’teki evinin, İslâm inkılabının liderlik ve yayılma merkezi olduğu dönemlerde evin iç ve dış sorumluluğu, inkılabın gidişatı ve rehberliğiyle ilgili özel görüşmeleri ayarlama, inkılapçı Müslümanların İmam’la (zaruri durumlarda) görüşmelerini tertipleme, İran’daki inkılabî çalışmaların gelişme ve boyutlarıyla ilgili olarak İmam’a sıhhatli ve dakik raporlar sunma, İmam’ın -ks- emir ve direktiflerini ilgili mücadele elemanlarına iletme, rejime karşı mücadele veren yurtiçindeki inkılâbi gruplarla yakın temaslarda bulunma… vb. mesuliyetler hep merhum Hacı Ahmed’e aitti.

Müslüman İran halkının İslâmî mücadelesinin giderek bütün ülkeyi sarmaya başladığı kritik günlerde ve inkılap lideri İmam Humeyni’nin -ks- Fransa’ya hicreti ve oradan İslâmî İran’a dönüşü, ardından İslâm inkılabının zafer günleri ve sonrasında Hacı Ahmet Humeyni güvenilir bir müşavir ve danışman, basiretli bir politikacı, yılmaz bir mücahid, zeki bir koruma muhafızı, yakın ve emin bir sırdaş, ihlaslı ve samimi bir mürid olarak daima babasının yanında yer alarak onu bir lahza olsun yalnız bırakmadı; Allah rızasını umarak muradının ve mürşidinin izinden bir an olsun ayrılmadı. Onun, rahmetli İmam’ın -ks- hemen yanıbaşında yeralarak bu nur kaynağının ışığında İslâma ve Müslüman ümmete sağladığı bereket ve faydaları, İslâm inkılabının çeşitli zaman ve merhalelerinde sık sık müşahede edebilmek mümkündür.

Merhum hüccet’il İslâm ve’l müslimin Hacı Ahmet Humeyni, İmam’ın -ks- rıhletinden sonra han İslâm Cumhuriyeti ve İslâm inkılabına hizmet amacıyla çeşitli kültürel ve siyasi kuruluşlarda fahri olarak çalıştı; kimi zaman fikir verip kılavuzlukta bulundu, kimi zaman basit bir nefer gibi gece gündüz demeksizin inkılap için durup dinlenmeksizin çalıştı; her hal-ü karda, inkılabın en önde gelen isimlerinden biri olarak daima rehbere ve nizamın yetkililerine güvenilir bir müşavere verdi. İslâm inkılabının sevgili rehberi İmam’ın -ks- kitaplarıyla, konuşma bildiri ve mesajlarından oluşan hacimli eserleri ve o büyük imamın fikir ve düşüncelerini” muhafaza ve neşri için “İmam Humeyni’nin -ks- eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi”nin organizesini ele aldı; ayrıca, İmam’ın -ks- mutahhar makberini, İslâm inkılabının nurlu ilham kaynağı olarak ihya ve imar sorumluluğunu üstlendi. Hacı Ahmed Humeyni -rahmetullah aleyh- kalp hastalığı neticesinde bu fani diyardan beka alemine göçtüğünde (hş. 26. 12. 73 = mil: 16 Mart 1995) İmam’ın Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi’yle mutahhar makberi, layık olduğu kültürel değer, konum ve prestije ulaşmıştı. Hacı Ahmed’in Allah’ın rahmetine kavuşması üzerine, onun da vasiyet ettiği üzere İmam’ın Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi’yle İmam’ın mutahhar makberinin mütevelliliği, merhum Hacı Ahmed’in büyük oğlu Hüccet’il İslâm ve’l müslimin Hacı Seyyid Hasan Humeyni’ye devredildi; böylece o nur imamının nurlu yolu daima ışıl ışıl parlaklığını koruyacak ve hatırası ebediyen zihinlerde ve kalplerde yaşamaya devam edecekti.

İmam -ks- bütün yaşamını yüce İslâm dininin emir ve kurallarına göre tanzim ettiğinden, fevkalade sade bir hayatı vardı; bu samimi sadelik, inancından kaynaklanmış olduğu için ister siyasi hayatının inişli çıkışlı evrelerinde, ister hapis, sürgün, hicret ve inkılabın zaferinden sonraki yıllar gibi birbirinden çok farklı şartlar altında olsun, hiçbir zaman değişmedi, her zaman sade oldu ve sade yaşadı. Haber ve yorum hazırlamak üzere İran’a gelen yabancı TV ve haber ajansları muhabirleriyle tanınmış gazeteci ve yazarlar, rahmetli İmam’ın -ks- son derece sade yaşamını gözler önüne seren evini ve evindeki eşyaları gördüklerinde hayretlerini gizleyememekte ve bu düşündürücü gerçek karşısında düşmanları gizlice ve içten içe bir takdir duygusuna kapılırken, onu sevenler sevgili imamlarının bu samimi ve gerçek bir “Allah kuluna yaraşır” hayat tarzı karşısında gözyaşlarını tutamamaktadırlar. Bilhassa hayatını “Muhammedi öz İslâm” la tanzim etmemiş olan tanınmış dini ve siyasi liderlerin şatafatlı debdebeli ve gösterişli lüks hayatlarından çok farklı bir yaşamı vardı onun çünkü… 0 nur imamının sade yaşamını gören herkes ister istemez gerçek takva sahibi Allah kullarının, enbiyaullah ve evliyaullahın yaşamını hatırlamakta ve imamın yegane öncülerinin bu seçkin ilâhî kullar olduğunu bilfiil müşahede edebilmektedir.

ı – Kitapları, Konuşmaları, Mesaj ve Bildirileri

Dini, siyasi, ahlaki, fıkhi, usuli, felsefi, sosyal ve edebi sahalarda İmam’dan -ks- geriye kalan yüzlerce cilt eser, çağın sorunlarına İslâmî açıdan mükemmel çözümler ve yorumlar getirmektedir. Bir kısmı çeşitli ülkelerde çeşitli dilere çevrilmiş ve çevrilmekte bulunan bu muazzam eserlerin pek çoğu hala yayınlanabilmiş değildir. Kirada oturduğu için ev taşırken ve bilhassa zalim şah düzeninin Savak elemanlarınca evi defalarca basılıp bütün yazı ve kitaplarına defalarca gizli emniyet tarafından el konulduğundan, rahmetli İmam’ın -ks- ilmi açıdan pek değerli birçok eseri ne yazık ki bu mücadele fırtınasından nasibini almış ve zulüm düzeninin gadrine uğrayarak yok olmuştur. İmam’ın -ks-günümüze ulaşan ve her biri kendi hacminin kat kat fazlası şerh ve açıklama gerektiren eserlerinden bazısını, yazılış tarihlerine göre aşağıya aktarıyoruz:

1 – Şerh-i Dua -i Seher2 – Şerh-i Hadis-i Re’s-il Calut3 – Şerh-i Hadis-i Re’s-il Cülut’a haşiye4 – Şerh-i Kavâid-ur Rezeviyye’ye haşiye5 – Cunud-i Akl-i vel Cehl hadisine şerh6 – Misbah’ul Hidayet ila Hilafeti ve’l Velayet7 – Fusus’il Hikem şerhine haşiye8 – Misbah’ul Üns’e haşiye9 – Kırk Hadis şerhi10 – Sırrussalat (salat’ul arifiyn ve miracussalikin)11 – Adabussalüt12 – Risale-i Likaullah13 – Esfar’a haşiye14 – Keşf’ul Esrar15 – Envâr’ul Hidayet Fi Tâlikat-i ilel Kifayet (2 cilt)16- Bedayi-ud Durer Fi Kâidet-i Nefy’uz Zarar17 – Risalet’ul İstishâb18- Risalet-i fi’t Teadul Ve’t Rerâciyh19 – Risale’t-ul İçtihad ve’t Taklid20 – Minhec’il Vusul İlâ İlm’il Usul (2 cilt)21 – Risalet-i fi’t Taleb Ve’l İrade22- Risalet-i fi’t Tahiyye23 – Risalet-i fi Kâide-ti Men Melik24 – Risalet-i fi Tayiyn’el Fecr Fi’ leyâli’e1 Mugmere25 – Kitab’ul Tehâret (4 Cilt)26 – Talikat-i ilâ Urve’t-il Vuskâ27- Mekâsib-i Muharreme (2 cilt)28 – Tâ1ikat-i ilâ Vesile’t-un Necât29 – Risalet-i Necat’ul İbâd30 – İrs Risalesi’ne haşiye31 – Ayetullah’il Uzma Burucerdi’nin Usul Dersinden Takrirler32 – Tahrir’ul Vesile (2 cilt)33 – Kitab’uI Bey’ (5 cilt)34- Velayet-i Fakih / İslâm Devleti35 – Kitab’ul Hilel Fi’ Salüt36 – Cihad-ı Ekber / Nefisle Mücadele37 – İmam Humeyni’nin Derslerinden Takrirler38 – Tavzih’el Mesail Risâlesi / Tam ilmihal39 – Hamd Suresi Tefsiri40 – Istiftâat41 – Şiir Divanı42 – İrfâni Mektuplar43 – Siyasi-ilâhi Vasiyetnâme

Yukarıdaki eserlere ilaveten bugün İmam Humeyni’nin -ks-Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi arşivlerinde 1126 konuşma metni, 470 hüküm, ferman ve emirnâme, yurtdışındaki dini ve siyâsi liderlere yazılmış 367 mektup, tanınmış İranlı dini ve siyasi kişilere yazdığı 420 mektup ve 350 özel ve genel mesaj bulunmaktadır ki ayrı ciltler halinde “Kevser Külliyatı” olarak basılmaktadır. Özel ve genel fihrist ekiyle 1 ciltlik Miftah-ı Sahife’yle birlikte neşrolunan 22 ciltlik “Sahife-i Nur”, bugüne değin İmam’ın -ks- konuşma, emirname, ferman, mesaj ve bildirileri sahasında yayınlanan, mevcut en derli- toplu külliyat sayılır.

Evet, bugün İmam Humeyni’nin (r.a) irtihali üzerinden tam 31 yıl geçiyor. İmam Humeyni (r.a)insani kerameti sayan ve zorbalara ve istikbar güçlerine karşı teslim olmayı reddederek izzet ve onuru tercih eden mücahit bir liderdi. İmam Humeyni’nin (r.a) yaşamında en önemli bileşenlerden biri inkılapçı düşünceleri yaygınlaştırmak ve bir başka ifade ile mazlum milletleri zalimlere ve sulta düzenine karşı kıyama davet etmek ve zulümden kurtuluş için mücadele etmelerini istemekti.

İmam Humeyni (r.a) sulta düzenine karşı inkılapçı duruşu ile milletlerin uyanışına ve uluslararası boyutta sömürücülere karşı ayaklanmaya vesile oldu. Bu büyük hareket dünya milletleri için sayısı gerçeği aydınlattı. İmam Humeyni (r.a) mücadele yıllarında da özgüven ve inkılapçı psikoloji ile büyük hedeflere ulaşmanın ve zirveleri fethetmenin mümkün olduğunu gösterdi.

İmam Humeyni (r.a) hakikatleri beyan etmek ve mazlumu zalime karşı savunmakta bir an bile tereddüte kapılmadı ve düşmanlıklardan, kin ve tehditlerden asla korkmadı ve başlattığı inkılabın yolunda asla sapmadı veya kuşkuya kapılmadı. Bu yüzden İmam sadece yaşadığı çağın milletlerini ve insanlarını kendine hayran bırakmadı, aynı zamanda irtihali üzerinden yaklaşık otuz yıl geçtiği bir sırada beyanatı ve yazıları dünya inkılaplarının teorisyenlerinin yoluna ışık tutmaya devam etti.

Öte yandan İran İslam inkılabının zafere ulaşması istikbar güçlerini çeşitli sebeplerden ötürü telaşa düşürdü. Bu inkılap her şeyden önce bir millet hatta eli boş olduğu takdirde küresel güçlerin hesaplarını altüst edebileceğini ve büyük değişikliklere vesile olabileceğini ortaya koydu.

Şimdi bu yılın 14 Hordad yıldönümüne İslam’ın yeminli düşmanları yeni fitnelerle İmam Humeyni’nin (r.a) başlattığı yeni İslamî söylemi hedef aldıkları bir sırada giriyoruz.

Gerçekte Amerika, korsan İsrail ve Suud rejimi gibi ecnebilerin karşısında izzetli duruşu ve hürriyet hakikatini idrak edemeyen despot rejimler bugün istemedikleri halde İslam inkılabı ve İran İslam Cumhuriyeti nizamının iktidarını itiraf etmek zorunda kalıyor. Gerçi bu zümre hakikati, İran’ın bölgeye müdahale suçlaması veya İslam inkılabını ihraç etme çabası gibi konularla suçlayarak bu inkılabın karşısında aciz durumu düştüklerini itiraf etmek istemiyor. Zira bu zümre tüm kinci ve komplocu yaklaşımlarına karşın bu inkılabın değerlerinden hiç bir şey eksiltemedi, bilakis tekfirci şom ideolojiyi körüklemek ve Müslümanları birbirine kırdırmakla kendilerince İslam inkılabına karşı yeni bir cephe açmakla gerçek mahiyetlerini ortaya koydu.

En son Amerika bir kez daha uluslararası yükümlülüklerinden cayarak ve Bercam nükleer anlaşmasından çekilmek ve büyük İran milletine zalimane yaptırımlarını yeniden dayatmakla yeni bir iktisadi savaş başlattı. Amerika kendince bu şekilde Müslüman İran milletini İslam nizamla karşı karşıya getirmek ve böylece dünyanın hür toplumlarında dünyanın en Amerikan karşıtı asil inkılabı da sonunda bu ülke ile teamülde bulunmak zorunda kaldığını göstermek istiyor.

Ancak ne var ki Amerika’nın bu hayalleri de daha önceki hayalleri gibi asla gerçekleşmeyecektir. Bugün İslam inkılabı söylemi sınırları aşmış ve her geçen gün biraz daha milletlerin pak ve temiz yüreğine yerleşmeye başlamıştır. İslam inkılabının söylemi İslam ümmetinin vahdeti ve küresel istikbara karşı birlik olmaktır. Nitekim dünya halkı yıllardır bu söylemin bayraktarlığını büyük İran milleti yaptığını görmektedir.

Kuşkusuz istikbarın İslam inkılabı söylemi ile düşmanlığı asla son bulmayacaktır. Amerika son kırk yılda türlü yaptırımlar, komplolar ve fitnelerle İran milletine karşı düşmanlık güttü ve İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı ittifaklar kurarak bu inkılapçı hareketi engellemeye çalıştı. Aslında İslam inkılabı zafere kavuşunca İran ve ABD arasında topyekun bir savaş başladı, İran İslam Cumhuriyeti nizamı da istikbarla mücadeleyi önceliklerinin başına yerleştirdi.

İran milleti ise İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei’nin akılcı önderliğinde sulta düzenine karşı durmaya devam ederek İmam Humeyni’nin (r.a) inkılapçı düşüncesine bağlı kaldığını ve bu yolu izlemeye devam ettiğini ortaya koydu. Nitekim bu anlayış devam ettiği sürece hiç bir gücün İran milletine zarar veremeyeceği de açıkça ortadadır.

Bugün dünya halkı İmam Humeyni’yi (r.a) istikbar ve zorbalarla uzlaşma ruhu ile tanır, nitekim İmam hiç bir zaman sulta düzenine karşı teslim olmadı. Aslında küresel istikbarın İran ve İslam inkılabına karşı düşmanlığı ve rahmetli imamdan korkmasının köklerini de bu konuda aramak gerekir.

İran İslam Cumhuriyeti dünyayı ilk başarılı siyasi – İslamî inkılabı sundu ve böylece dünyada zulüm altında inleyen müslüman ve hatta gayri müslim milletler bu inkılabın sonuçlarından yararlanmaya başladı.

Uluslararası İslamî uyanış forumu genel sekreteri Dr. Velayeti şöyle diyor: bugün İslam ve İslamî değerlerin bereketi sayesinde İslamî uyanış bölgede büyük bir sınavı geride bırakıyor. Küresel istikbar ve alemin müstekbirlerinden nefret haykırışı ve itirazı, bölgede İslamî uyanışın ilk ve en acil sonucudur.

İslam inkılabının mesajı sadece İran’da büyük değişime yol açmadı, günümüzde evrensel bir modele dönüştü. Bu model sadece İran milletinin kaderini değiştirmedi, aynı zamanda büyük İslamî uyanış hareketini ve büyük inkılapçı hareketleri de tetikleyerek yolunu belirledi.

Amerikalı ünlü düşünür ve filozof Noam Chamsky’ye göre Amerika ve Batılı devletlerin İran ile düşmanlıklarının sebebi, İran’ın bağımsızlığı ve Batı sultasına ve sömürüsüne boyun eğmemesidir. Chamsky, İran bağımsız kaldığı ve ABD sultasına karşı boyun eğmediği sürece Amerika Batı’nın düşmanlığı süreceğini vurguluyor.

Amerikalı düşünür Chamsky şöyle devam ediyor: Gerçekte İran İslam Cumhuriyeti nizamı Amerika açısından kabul edilemezdir, zira kendi bağımsızlığından vaz geçmeyen bir nizamdır.

İran İslam inkılabı İran milletinin sosyal ilişkilerini ve İran toplumuna hakim olan değerleri derinden etkilemekten başka uluslararası düzeni ve mevcut şartları da köklü bir şekilde değişime uğrattı ve uluslararası düzene ve ilişkilere hakim olan ve adaletten uzak sayılan kriterleri sorguladı.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei bir törende yaptığı konuşmada bu gerçeğe işaret ederek şöyle dedi: ülkenin yeni kuşağı ve gençleri inkılaptan önceki dönemi görmedi, ancak milletin bu hükümette ifa ettiği rolü büyük bir getiridir ki İmam Humeyni (r.a) millet okyanusunu harekete geçirerek yıllar ve asırlardır dayatılan saltanat düzenini ve ecnebi müdahalelerine son verdi ve bu ülkenin ve bu milletin hareket yönünü değiştirmeyi başardı.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei son yıllarda düşmanların türlü entrikalarına ve komplolarına işaret ederek şöyle devam etti: bu yıllarda Amerika’nın şimdiki yetkilileri gibi bazıları açıkça İran milletine düşmanlık etti ve bazıları da kadife eldiven içinde demir yumruk politikasını izledi, ancak tüm bunlar İran milleti ve yetkililerinin özgüven duygusunu geliştirerek düşman entrikaları ile mücadele yollarını bulmalarına katkısı oldu.

Amerikalı yetkililer İslam inkılabı zafere kavuştuğu ilk günden itibaren türlü komplolarla bu inkılabı çökertmeye çalıştı, ancak tüm bu komplolara karşın bugün Ortadoğu bölgesinde tüm gelişmeler halkın direniş ekseninde gelişiyor ve bu eğilim değişikliliğinin tesirini bölgede ABD ve uşaklarının art arda uğradıkları hizmetlerde görmek mümkün.

Bugün İslam inkılabı kırkıncı yılına girmiş bulunuyor ve İslam inkılabının büyük mimarı ve İran İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu İmam Humeyni’nin (r.a) ülküleri hala canlı ve güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor.

İmam Humeyni (r.a) ilahi siyasi vasiyetnamesinin bir bölümünde şöyle yazdı:... ve bizim milletimiz ve hatta dünyanın İslamî ve mustazaf milletleri düşmanları yüce Allah ve Kur'an'ı Kerim ve aziz İslam’ın düşmanları ve şom hedeflerine ulaşmak için hiç bir cinayet ve ihanetten çekinmeyen yırtıcı hayvan olduğu ve alçak amaçları uğruna dost düşman ayır etmeyen caniler oldukları ile onur duyuyor. Ve bunların başında Amerika, yani dünyayı ateşe veren ve küresel siyonizmin müttefiki olan ve amaçlarına ulaşmak için kalemin yazmaktan ve dilen beyan etmekten utanç duyduğu bir terörist devlet yer alıyor.

İslam inkılabı bugüne kadar yoluna büyük onurla devam etmiş ve gelecekte de daha büyük bir umut ve neşe ile yoluna devam edecektir. İslam inkılabı gelişmek, büyümek, etkili olmak ve ülküleri üzerinde durmakla beraber zafere ulaştı. Bugün İran milleti bir kez daha İran İslam Cumhuriyeti nizamının büyük kurucusunun irtihal yıldönümünde onun ülküleri, hedefleri, belirlediği ufku ve İslam inkılabının ideolojisine yeniden biat ediyor.

Hizbullah Genel Sekreteri, Kudüs günü münasebetiyle yaptığı konuşmada, “İmam Humeyni’nin (ra) Kudüs günü adlandırmasının amacı, onu canlı tutmaktır” ifadesinde bulundu.
İmam’ın Kudüs Günü Adlandırmasının Amacı Nedir?

 Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Dünya Kudüs Günü münasebetiyle Lübnan’ın güneyinde ve Filistin ile ortak sınırlarda bulunan Maroun al-Ras’te bir konuşma yaptı.

Hizbullah Genel Sekreteri konuşmasında İmam Humeyni’nin (ra) Ramazan ayının son Cumasını Dünya Kudüs Günü olarak adlandırmasının amacının Filistin ve Beyt’ül Mukaddes davasını İslam Ümmetinin vicdanında canlı tutmak olduğunu vurguladı ve dünyanın bütün milletlerinin bu konudaki dayanışmalarını açıklamaları gerektiğini belirtti.

Nasrallah, “Kudüs, Siyonist rejimle olan kavganın özüdür ve bu çatışma yetmiş yıldan fazla süredir başlamıştır ve Kudüs bu çatışmanın sembolüdür” ifadesinde bulundu.

Seyyid Hasan Nasrallah, bu yıl Dünya Kudüs Gününü anmak için Maroun al-Ras 'in seçilmesinin bir nedeni olduğunu belirtti ve şunları söyledi: "Bu, bizim için iki sembolü temsil ediyor. Bunlardan ilki, Filistin'e yakınlık ve diğeri de Siyonist düşmanla mücadele ruhudur.

Hizbullah Genel Sekreteri sözlerine şöyle devam etti: ‘Dünya Kudüs Günü merasimleri, Filistin ve Kudüs davası, düşmanın bu merasimleri ortadan kaldırmak için gösterdiği bütün çabalara rağmen daha canlı ve coşkuludur. Çünkü Filistin ve Kudüs davası dünya milletlerinin vicdanlarında canlıdır.

Bugün, Kudüs üç sorunla karşı karşıyadır: İlk sorun, Siyonist rejimin dünya ülkeleri tarafından tanınması ve Amerika’nın kararı karşısında teslim olmasıdır. İkinci sorun ise, bu kutsal şehrin demografik yapısı ile alakalıdır ve üçüncü sorun da özellikle el-Aksa Camii ve bu kutsal caminin mahremiyeti olmak üzere Kudüs şehrindeki kutsallar konusudur.’

Seyyid Hasan Nasrallah, Kudüs halkının bu şehirde kalmasının, evleri ve ticari mekanları korumasının ve bu şehirde bulunmasını Siyonist düşmana karşı gerçek bir mücadele olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: ‘Siyonist düşman şimdiye kadar özellikle Doğu Kudüs olmak üzere Kudüs’te temel bir değişiklik yapamadı ve Filistin’de yüz binlerce Filistinli bulunuyor.

Evlerinde yaşamaya devam etmeleri için Kudüs vatandaşlarına yardım etmek herkesin görevidir ve onların şehirlerinde mali sıkıntılardan uzak olarak yaşayabilmeleri için mali yardımda bulunulabilir.’

Kudüs halkına yapılan yardımın direniş ve ilk savunma hattı için olduğunu belirten Hizbullah Genel Sekreteri şu ifadelerde bulundu: ‘Arap dünyasında bazı Arap ülkeleri tarafından Kudüs ve Filistin'in karşı karşıya olduğu yeni ve benzeri görülmemiş sorun, Siyonist rejim karşısında yenilgi için dini, felsefi ve tarihsel sorunlar çıkarmaktır.

Kuran'ın bazı anlamlarının ve ayetlerinin çarpıtılmasına şahit oluyoruz, bazıları ABD üzerinden güçlerini korumak istiyor, bu nedenle Siyonist rejimi resmi olarak tanıyor ve Filistin meselesini bastırma doğrultusunda ilerliyorlar.

Bazı saray fakihleri ve vaizleri, yetmiş yıldan sonra Siyonist Rejimin Beyt’ül Mukaddes’te dini ve tarihi hakkı olduğu, Kudüs’ün onlara ait olduğu ve Filistinlilerin bu şehri terk etmeleri gerektiği sonucuna ulaştılar, bu yanıltıcı bir konudur.

Bugün Kudüs'te olan şey, saray vaizlerinin Suudi Arabistan'da kadınların araba kullanması hakkındaki fetvalarıyla benzerlik gösteriyor ve Kudüs meselesi konusunda bu yanıltıcı düşünce ile mücadele etmek için bilim adamlarının, medyanın ve tüm kalem sahiplerinin sorumluluğu ağırdır.

Bazıları, nesillerimizde önceliklerin yerini almaya çalışıyorlar ve bizim mücadelemiz stratejik ortamı sağlamlaştırarak şekilleniyor, Filistin'de gerçekleşen her şey Gazze Şeridindeki Filistin halkının duruşunu temsil ediyor.

Gazze Şeridi'ne giden Filistin vatandaşlarının çoğu gençlerden oluşuyor ve bu durum, bu konuda iyi bir göstergedir.

Siyasi liderler, gençler ve diğer tabakalar dahil olmak üzere Filistin halkının bütün kesimleri, yüzyılın anlaşmasının kabulü için ağır baskılara maruz kalıyorlar, ancak bu millet, davalarından vazgeçmeyeceklerdir.

Filistin halkının savaşımızdaki direnişi, yüzyılın anlaşmasını yenmenin temel gücü sayılmaktadır. Dünyadaki birçok Arap ve İslami grup bile Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olduklarını ilan ettiler.

ABD'ye bağlı her Arap ülkesinin halkı, Kudüs ve Filistin'i destekleme konusunda baskısı altındadır, bu nedenle açlık, hastalık ve bombardımana rağmen bu ülkelerin halkının çoğunun Filistin ile olan dayanışmalarını açıklamak için yürüyüşler düzenlediklerine ve Sana’nın bunları yapan tek Arap başkenti olduğuna şahit oluyoruz. Bu onların gerçek imanlarının göstergesidir ve elbette Bahreyn'de de halk, bütün bastırma ve vatandaşlıktan çıkarma eylemlerine rağmen Filistinlilerle dayanışma içerisinde olduklarını açıklıyorlar ama Bahreyn rejimi Siyonist rejimle ilişkileri normalleştirmeye çalışıyor.

Bugün, güçlü bir direniş ekseninden söz ediyoruz ve bu eksen, düşmanla olan bu savaşı susturmaya, göz ardı etmeye ya da çıkartmaya çalışıyor.

İran İslam Cumhuriyeti'nin, tüm baskılara ve yaptırımlarına rağmen, bölgede ve ülkesinin içinde daha da güçlü bir hale gelmektedir ve İran'daki İslami sistemin değişeceğini umut edenlere, onların bu umudunun bir seraptan başka bir şey olmadığını söylemeliyiz.

İran'ın muhaliflerinin ve düşmanlarının kendilerini Siyonist rejime yakın bulmaları doğaldır ve bu bir gerçek haline gelmiştir. Eğer İran, Filistin'e karşı komploya teslim olsaydı ya da İmam Humeyni, “Filistin meselesinin bizimle bir ilgisi yoktur” deseydi, Amerika Birleşik Devletleri, Siyonist rejim ve Körfez devletleri tarafından bir düşmanlıkla karşı karşıya kalmazdı.

Irak'ın Bağdat şehrinde IŞİD’i yenenler tarafından Dünya Kudüs Günü münasebetiyle askeri bir miting gerçekleştiğine şahit olduk. Irak’ın dini otoritesinin Filistin meselesi konusundaki duruşu, 1948’den beri, Ayetullah Muhsin Hakim ve Ayetullah Khuyi’den bu yana şimdiki merciiyyetin duruşuna kadar çok açıktır.

Bugün Suriye topraklarının büyük bir bölümü güvence altına alınmıştır ve düşmanların kendileri için bir başarı kaydetmek istemeleri çok doğaldır. Siyonist rejim, Beşar Esad'ın çökmesini umut ediyordu ancak bugün Siyonist düşman Suriye'deki hedefini değiştirdi ve savaşın İran ile Hizbullah'ı Suriye'den uzaklaştırma doğrultusunda ilerlediğini söylemektedir. Bazıları da bu konudan mutluluk duyuyor ve Rusya ile bu konuda müzakerede bulunmak istiyorlar.

Suriye'ye gittiğimizde, olaylara kendi anlayışımızla karar verdik ve biz Suriye’de, Suriye'nin tamamını ve direniş eksenini hedef alan büyük komploya şahit olduk. Tabii biz Suriye hükümetinin talebi üzerine gittik ve belli bir projeyi takip etmedik. Hizbullah hiçbir şekilde Suriye'de özel bir plan izlemiyordu ve biz bu ülkede Suriye liderlerinin talepleri ve gereklilikler üzere bulunduk.

Suriye'nin komplolara karşı büyük zaferinde payımız var ve Suriye liderleri Hizbullah'ın bu ülkede bulunmaması gerektiği sonucuna vardıklarında teşekkür edip ayrılacağız, ancak Suriye liderleri talep etmediği sürece, tüm dünya bizim Suriye’den çıkmamız üzerinde görüş birliğine varsa bile bu konuda başarılı olamayacaklardır.

Kudüs ve Filistin meselesine kesin bir inancımız var ve Kudüs'ün asıl sahiplerine geri döneceğine ve Filistin'in serbest bırakacağına tarihi ve itikadi olarak inanıyoruz. Biz, katletme ve öldürme peşinde değiliz ve kimseyi denize atmak istemiyoruz, sadece geldiğiniz ülkelere geri dönmenizi söylüyoruz ve eğer işgalde ısrar ederseniz, büyük savaş günü gelecektir ve biz de bugünde toplu olarak Kudüs’te namaz kılacağız.’ tesnim

İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Farazmand, Kudüs Günü öncesi Aydınlık’a özel açıklamalar yaptı. 'Salgınla mücadele döneminde Batı zayıfladı, Asya ülkeleri ve bölge ülkeleri daha başarılı.'
 
ERAY ÇELEBİ / ANKARA
İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Farazmand, 22 Mayıs'ta İran'da ve Müslüman coğrafyasında Filistin'in bağımsızlığı için toplu yürüyüşlerle kutlanması beklenen Kudüs Günü öncesi Aydınlık Gazetesi'ne açıklamalar yaptı. Farazmand, her yıl Ramazan ayının son cumasında kutlanan Kudüs Günü'nün bu yıl daha büyük bir öneme sahip olduğunu vurguladı.

BU YILKİ TEMA 'KOVİD-1948'
31 Ocak 2020 tarihinde Amerika'nın tek taraflı ilan ettiği "yüzyılın anlaşması" planına değinen Farazmand, şöyle konuştu: "Bu seneki temayla, yüzyılın anlaşmasının bir komplo olduğuna ve salgın karşısında Filistin halkının daha büyük sorunlarla, acılarla ve baskılarla karşı karşıya olduğuna dikkat çekeceğiz. Filistin 1948 yılından beri, yani 72 yıldır İsrail tarafından baskı ve ambargo altında. Filistin'in hareket kabiliyeti kısıtlandı ve diğer ülkelerle ilişki kuramıyor. Bölgede can kayıpları yaşanıyor. İran basını da bu baskı ve ambargoları ‘Kovid-1948’ teması olarak işleyecektir."

'İSLAM ÜLKELERİ DE ÇABA GÖSTERMELİ'
ABD'nin açıkladığı sözde barış planının destek görmediğini belirten Farazmand, "Ama sadece destek vermemek yeterli değildir" dedi, "Özellikle İslam ülkelerinin buna karşı durmaları ve tepki göstermeleri gerekiyor. Nasıl ki İran ve Türkiye tepkisini ve karşı olduğunu beyan etti, İslam ülkeleri de karşı durmalı ve ellerinden gelen bütün çabayı göstermelidir."

ABD ve İsrail'in tek yönlü adımından Avrupa ülkelerinin de rahatsız olduğunu belirten Farazmand, şöyle sürdürdü: "Bu transatlantik ilişkilerinde de sorun yaratmış durumdadır. İlk başta yüzyılın anlaşmasına destek veren bazı İslam ülkeleri de giderek bu planın ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğunu anladılar."

'BÖLGEMİZİN GÜVENLİĞİNİ KENDİMİZ SAĞLAMALIYIZ
İran'ın Ankara Büyükelçisi Farazmand, koronavirüse karşı Batı ile Doğu ülkelerinin süreci nasıl yönettiğine ilişkin de yorumlarda bulundu: "Korona salgınında Batı'nın iyi bir sınav vermediğini, güçlü olmadığını gördük. Salgınla mücadelede Doğu ülkeleri, Asya ülkeleri ve bölge ülkeleri çok daha başarılıydı. Durumu çok iyi yönettiler. Bölge halklarının ve devletlerinin, kesinlikle kendi kaynaklarına ve güvenliklerine dayanmaları lazım. Herkes kendi kaynaklarına dayanarak güvenliklerini sağlayabilirse, diğer ülkelerden güvenlik ithalatı yapmak zorunda kalmayacaktır. Ben şuna inanıyorum ki bölgemizi gerçekten çok istikrarlı bir gelecek bekliyor. Ayakta durmamız, istikrarımıza, kendi gücümüze inanmamız, kendi güvenliğimizi, bölgemizin güvenliğini kendimiz sağlamamız gerekiyor."

İSRAİLLİ BAKANA YANIT
Farazmand, İsrail Savunma Bakanı Naftali Bennett'in "İran'ın Suriye'ye yerleşmesini engelleme stratejisinden, zorla oradan çıkarmaya geçtik ve bundan vazgeçmeyeceğiz" sözlerini ise şöyle değerlendirdi: "Her şeyden önce biz ülkelerin toprak bütünlüğüne ve milli birliğine inanan ve önemseyen, bunlar içerisinde Suriye’nin milli birlik ve toprak bütünlüğüne inanan bir ülkeyiz. İran’ın ve diğer ülkelerin Suriye’de kalması, bulunması, uzun süreli bir şey değildir. İran’ın Suriye’de bulunması kanunlar çerçevesinde ve Suriye hükümetinin daveti üzerinedir. Ne zaman ki bu ihtiyaç giderilir, artık ihtiyaç gözükmez o zaman bizim oradaki varlığımızla ilgili Suriye ile İran birlikte karar verecek. Bu konu, üçüncü ülkeleri ve özellikle işgalci İsrail’i ilgilendirmiyor. İranlı müsteşarların Suriye’de bulunmasıyla ilgili İran hükümeti ve Suriye hükümeti birlikte karar vereceklerdir." 
 
 
 

 

Çarşamba, 20 May 2020 08:08

“Kudüs Günü İslam’ın Günüdür”

Bismillah... İlk kıblemiz olan ve Yüce Allah'ın çevresini bereketli kıldığı Mescid-i Aksa'nın bugün herzamankinden daha çok tehlikede olduğu bir dönemde Dünya Kudüs Günü'nü idrak ediyoruz.
“Kudüs Günü İslam’ın Günüdür”

 Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın biz Müslümanlar açısından önemini anlamak için , Yüce Kitabımız Kur'an -ı Kerim'in ayetlerine ve Hz. Rasulullah Efendimiz (saa)'in hadis-işeriflerine bakmak yeterlidir. Bilindiği gibi Kur'an'da yer alan Mekki sureler , İslam akidesinin açıklandığı surelerdir. Kudüs'ün Mekki surelerde ele alınmasının nedeni , bu bereketli toprakların insanların içinde , vicdanlarında yaşadığının ve İslam Ümmeti'nin geleceğinde varolacağının ilanıydı. Mekki surelerle imanın zirvesine ulaşan sahabenin , Mescid-i Aksa ile arasında derin ,kalbi ve büyük bir akidevi bağ oluşmuştu. Bu Mekki sureler sahabeye ve tüm müslümanlara : '' Sizler nebilerin mirasının gerçek ve meşru mirasçılarısınız , Kudüs sizin toprağınızdır, bu bereket sizindir, Mescid-i Aksa sizin mescidinizdir.'' şuurunu aşılamıştır. İslam tarihine baktığımızda Kudüs ve Kudüs'le bağlantılı olan topraklar dışında , Müslüman topraklarının hiçbir parçasında dünya çapında daimi bir mücadele olmamıştır. Bu mücadele bugün tüm hızıyla ve büyük bir inançla devam etmektedir. Filistinli kardeşlerimiz , bugün canları ve malları pahasına da olsa Kudüs'ü ve Mescid-i Aksa'yı korumakta , zalim İsrail karşısında şanlı bir direniş göstermektedir. Peki bu mücadelede bizlere hangi görevler düşmektedir?

Bilindiği gibi mübarek Ramazan ayı Kur'an'ı Kerim ve Kudüs'ü Şerif ayıdır. Ramazan'ın son cuması tüm dünyada müslümanlar ve vicdanlı insanlar tarafından Dünya Kudüs Günü olarak kutlanmaktadır.Rahmetli İmam Humeyni'nin İslam Ümmetine ve tüm insanlığa hediye ettiği bu gününüzü tebrik ediyorum.

Bu ümmetin kurtuluşu , İslam'ın yükselişi ve dünyada adalet devletinin kuruluşu Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın işgalden kurtarılmasına , zalim ve gaddar Siyonist İsrail Devleti'nin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Eğer biz Müslümanlar Kudüs'ü özgürlüğüne kavuşturmazsak ; Afganistan ,Pakistan , Irak , Çeçenistan, Karabağ, Patani, Arakan ,Yemen gibi ülkelerde devam eden işgalleri ve zulümleri sona erdiremeyiz. İşgal edilen tüm İslam topraklarının kurtarılmasının olmazsa olmaz şartı , Kudüs'ün Siyonist Rejim'in işgalinden kurtarılması ve Ortadoğu'da bir kanser tümörü olarak duran İsrail'in ortadan kaldırılmasıdır. Tüm din mensuplarının ve insanlığın huzur içerisinde yaşamasının yolu ; İsrailsiz bir dünyadan ve özgür Kudüs'ten geçmektedir. Ayrıca Kudüs dahil dünyadaki tüm kutsal mekanlar , yeryüzünde Allah'ın hükümlerini uygulayan , adil ve vahye dayanan salih idareciler tarafından yönetilmelidir. Yeryüzüne salih kulların varis olacağını Cenab-ı Hak Kuran'ında hükme bağlamıştır.Selam olsun Allah'ın o salih kullarına...Rabbimiz bizleri de o salih kulların zümresine dahil eylesin inşaallah....

Allahu Teala , Peygamber Efendimize bu kutsal mekanı teslim etmek ve bu yerlerin kıyamete kadar O'nun ve ümmetinin elinde kalmasını temin etmek için , O'nu İsra ve Mirac vasıtasıyla alıp oraya götürmüştür. İsra olayında bir devir-teslim merasimi vardır. Cenab- ı Hak (cc) ,İsra ve Mirac gecesinde bu mekanı , bütün peygamberlerin ruhlarının şahitliğiyle Rasulullah(saa)'a teslim etmiş , O da bu mübarek şehri ümmetine bir miras olarak devretmiştir. Müslümanlar Mekke'de ve 16 ay boyunca Medine'de namazlarını Mescid-i Akasa'ya yönelerek kılmışlardır.

Mescid-i Aksa'nın ve Kudüs'ün esaret altında olduğu bu dönemde , kendimize yöneltmemiz gereken can alıcı soru şudur : '' Biz Müslümanlar nerede hata yaptıkta bu zillete düçar olduk?''.

Biz Müslümanlar ne zamanki dünyaya meylettik , Kitabımızın hükümlerini çiğnedik , Ehl-i Beyt'e sarılmadık , işte o zaman elimizdeki maddi-manevi tüm nimetleri kaybettik . Halbuki Peygamber Efendimiz , hem dünya sevgisi hem de Ehl-i Beyt-i konusunda bizleri uyarmıştı. Fakat bizler bu uyarılara kulak asmadık.

Son yılların en önemli sorunlarından biri , sorumsuz ve sınırsız dünyevileşmedir, bu dünyevileşme , mal-mülk-makam hırsı toplumları felakete sürüklemektedir. Kalplerimiz puthaneye dönmüştür. Halbuki kalplerimizin Beytullah olması gerekmektedir.

İşte bugün Mescid-i Aksa'yı özgürlüğe kavuşturmanın yolu; başta nefsi emmaremiz olmak üzere ilahlaştırdığımız ve bizleri Allah'a giden yoldan alıkoyan herşeyden yüz çevirerek , alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmaktan ve Rabbimizin '' dağılmayın , parçalanmayın , bölük bölük olmayın , Allah'ın ipine sımsıkı sarılın , ümmet-i vahide şuuruyla hareket edin '' şeklindeki emirlerine uymaktan geçmektedir.

Siyonist İsrail Devleti , Filistinlileri Kudüs topraklarından atmak için binbir türlü zulüm ve hilelere başvurmaktadır. Eğer işgal devletinin bu vahşice uygulamalarına dünya kamuoyu ve Müslümanlar böylesine sessiz kalmamış olsaydı o , bu tür uygulamalara asla cesaret edemezdi. Kudüs ahalisi , işgale karşı direniş noktasında yalnız bırakılmış , Müslümanların geneli kendi meşguliyetlerine düşmek sureti ile onları terk etmiştir. Ne var ki, Kudüs ahalisi her gün direnişine devam etmekte , bu kutsal şehri tüm zorluklara rağmen ısrarla terketmemektedir.

Kudüs Halkı , işgal devletinin acımasızca uygulamaları karşısında İslam Dünyası'nın yardım ve desteklerine ihtiyaç duymaktadır. Bizlerde Filistin halkına destek olmalı ve bu direnişte yalnız olmadıklarını hissettirmeliyiz.

kudüsgünü

Çarşamba, 20 May 2020 08:06

İmam Hamanei'nin Sözlerinde Kudüs Günü

İmam Humeyni tarafından Kudüs günü olarak adlandırılan mübarek Ramazan ayının son Cuma günü hedefe ulaşıncaya kadar canlı tutulmalıdır.

 Ramazan ayında Kadir Gecelerinin bereketi ile nasıl kadir Gecelerini sabaha kadar uyanık geçiriyor ve ilahi dergâha yönelik dua ve yakarışımızla iyi bir geleceğimiz olsun istiyorsak, Kudüs gününü de uyanık geçirelim. Müslüman milletlerin ve özellikle mazlum ve cesur Filistin halkının kurtuluş şafağına dek çabalarımızı sürdürelim.
Kudüs gününü anmak, sadece ev ve barklarından edilen mazlum bir halkın müdafaa edilmesi değil. Bugün Filistin'i savunmak, gerçekte Filistin meselesinden çok daha önemli ve yaygın bir gerçeğin savunulmasıdır. Bugün Siyonist İsrail rejimi ile mücadele emperyalizm ve sulta düzeniyle mücadele anlamına geliyor.

Önemli olan şey, İslam dünyasının Filistin meselesinden gaflet etmemesidir… Amerika, istikbar ve Siyonistlerin her zamanki destekçileri Müslümanlara Filistin meselesini unutmalarını dayatmak istediler, ancak İslam milleti ve İran milleti, Filistin meselesinin unutturulmasına izin vermemelidir.

Filistin içinde de bu kutsal alev günden güne dalgalanmalıdır. Filistin içinde gasıp rejimle mücadele eden o gençler, o kadınlar, o erkekler ve gençler ve fedakarlar bilmelidirler ki asıl nokta onların parmaklarını bastıkları noktadır. Düşman orada yenilgiye uğrayacaktır. Şimdilik kuruluş ve teşkilatlar Filistin sınırları dışında müzakere masalarında oturadursunlar veya Filistin adına tribünlerde kendilerini göstersinler, bunlar hiçbir sorunu çözmez. Dışarıdan İslam dünyasının genelinin desteği ve içeride Filistin’in gerçek ve hissedilir mücadelesi bu ikisi birlikte sorunları çözecek ve Filistin’in düşmanlarının kafasını taşa vuracaktır.”

Kudüs gününe değer verin ve onu büyük sayın. Elbette evrensel tebligat yansıtılmıyorsa, yansıtılmasın. Filistin hapishanelerinde olanlar… Sizin sadıkane niyet ve azminizden güç ve kuvvet bularak direnmektedirler. Filistin işgal topraklarının duvarları ardındaki zindanlardakilerin direnebilmeleri için yalnızlık hissine kapılmamaları gerekmektedir. Beytü’l Mukaddes, Gazze ve Filistin’in diğer topraklarındaki şehirlerdeki cadde ve sokaklarında Siyonist ayaktakımı ve çapulcularının saldırılarına uğrayan erkek ve kadın, direnebilmek için sizlerin onları savunduğunuzu hissetmeleri gerekmektedir. Devletlerinde elbette görevleri bulunmaktadır.

“Ben açıkça ilan ediyorum ki Amerika devleti ve başkanı katledilen her Filistinli genç ve sahipsiz ve parçalanan her bir Filistinli ailenin günahına doğrudan ortak ve pay sahibidirler.”

“Filistin meselesinin bir yoldan başka çözüm yolu yoktur. O da Filistin topraklarının tamamında bir Filistin devletinin kurulmasıdır.”

“Filistin topraklarının her bir karış toprağı, Müslümanların evlerinden bir karış topraktır. Filistin ülkesinde Filistin ve Müslümanların hakimiyeti dışındaki hakimiyetler, gasıp hakimiyetlerdir. Söz, yüce ve azim İmam’ın (İmam Humeyni) buyurduğu bu sözdür: ‘İsrail, yok olmalıdır… konu, Yahudi düşmanlığı değildir. Konu, Müslümanların evlerinin gasp edilme meselesidir.

Bugün Müslüman ülkelerdeki devletlerin Filistin meselesi karşısındaki duyarsızlıkları hiç bir şekilde kabul edilemez. Gasıp rejim vahşiliğini ve hayvani huyunu en yüksek dereceye ulaştırmıştır. Yayılmacı ve tehlikeli amaçları uğruna her türlü cinayeti işlemeye hazır olduğunu ispatlamıştır. Filistin milletinin İslami direnişi, gerçekleri herkese göstermiş ve düşmanın çok yönlü baskıları ve ihaneti karşısında direniş fidanının kurumadığını, bilakis daha köklü ve verimli hale geldiğini göstermiştir.

İran İslam Cumhuriyeti'nin şu kritik dönemde Filistin meselesine gösterdiği ilgi ve teveccüh, Filistin meselesine hüviyet kazandırmak ve sömürgeciler ve İslam düşmanlarının bölgede takip ettiği hedeflerini tespit etmekte belirleyici şekilde müessir olan gelişmelerden sayılıyor.

tasnimnews

İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, bütün Müslümanların dikkatini İşgalci Siyonist İsrail’in zulmüne maruz kalan Filistin’e çekmek için Ramazan ayının son cuma gününü “Dünya Kudüs Günü” ilan etmiştir.

 İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, İslam İnkılabı zaferinden birkaç saat sonra İsrail elçiliğinin ele geçirilmesinin emrini verdi. Bu emir üzerine devrimci Müslümanlar bir kaç saat içerisinde İsrail'in elçiliğini 11 Şubat 1979’a ele geçirildi.

“İsrail Elçilik binası Filistin halkına hediye edildi”

İslam devrimcileri tarafından duvarlara pankart asıldı. Pankartın üzerinde şöyle yazıyordu: ''Bu bina İran halkının Filistin halkına hediyesidir'' Devrimciler, gasıp Siyonist İsrail elçiliğinin tabelasını, ''Filistin Elçiliği'' olarak değiştirdi. İslam İnkılabı ilk günden beri gasıp Siyonist rejimi ile olan düşmanlığını ve mazlum Filistin halkının yanında olduğunu ilan etti.

Daha sonra İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni, bir süre sonra Ramazan ayının son cumasını Dünya Kudüs Günü ilan etti.

“Dünya Müslümanları gasıp devletin ağzının payını vermek amacıyla birleşmeliler”

İmam Humeyni 7 Ağustos 1979’da Dünya Müslümanlarına şu hitapta bulunmuştu: ''Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan'da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü ‘Kudüs Günü’ olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ'dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.''

Böylece Ramazan ayının son cuması Uluslararası Dünya Kudüs Günü olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına yürüyüşler yapılmaya başlandı.

İmam Humeyni'nin bu önemli ve tarihi çıkışı, evvela Filistin meselesini yaşatmak ve Müslümanların ve İslam ülkelerinin dikkatini Siyonizm tehlikesine çekmek ve ikinci olarak da bazı Arap rejimlerin uzlaşmacı ihanetlerine karşı İslami onur ve basireti yansıtmak açısından önemliydi. Gerçekte İmam Humeyni’nin Dünya Kudüs Günü'nü ilan etmesi ve bu ilanın diğer birçok İslam ülkesi tarafından benimsenmesi, Filistin'i bir anda İslam dünyasının en önemli meselesi haline getirdi.