İmam Humeyni'nin Mücadeleleri ve Hayatı

Rate this item
(0 votes)
İmam Humeyni'nin Mücadeleleri ve Hayatı

 Çağın en büyük inkılâbını gerçekleştiren İmam Humeyni -ks- gibi güçlü ve istisnai bir liderin yaşamını çeşitli açılardan incelemenin, İran dışında yaşayan herkes için ilginç ve öğretici olacağına kuşku yok. Onun doğup büyüdüğü çevre, aldığı aile terbiye ve eğitimi, öğretmen ve üstatlarının kimler Olduğu, ne zaman ve nasıl evlendiği… Ve daha da önemlisi, Amerika’nın tam tasallutu ve süper gücüne ve büyük devletlerin desteğine rağmen Batı’nın bölgedeki en önemli ve stratejik üssünü ele geçirebilmeyi nasıl başardığı gibi daha birçok mevzu elbette ki haklı olarak merak uyandıracak, ibret ve tefekküre vesile olacaktır.Bütün bunların yanı sıra her araştırmacı, politikacı ve sosyal bilimci için İran İslâm İnkılabıyla ilgili meseleler daima ilginç ve öğretici olma özelliğini korumuştur.

İran’ı olduğu gibi avuçlarının içine almış bulunan Amerika’ya bağlı ve Amerika güdümlü yetkililer, politikacılar, düşünürler ve askerlerin; Amerika’nın bütün çaba ve girişimlerine rağmen 2500 yıllık bir şehinşahlık rejimini korumaktan niçin aciz kaldıkları ve batılı ülkelerin İran’da gerçekleştirdiği ve kelimenin tam anlamıyla organize edilmiş onca köklü yatırımlar, gençler arasında yaygınlaştırılan onca fesat, fuhuş, ahlaksızlık ve halkın çeşitli kesimlerini öz benliğine yabancılaştırarak ahlaksızlık, iffetsizlik ve şerefsizliği normal göstermeye yönelik stratejilere dayalı ve en ileri bilimsel çalışmalarla desteklenen onca astronomik harcama ve yatırımların nasıl olup da bütünüyle hezimet ve akamete uğradığı elbette ki son derece şaşırtıcı, düşündürücü ve bir o kadar da öğretici ve ibret vericidir.

En yetkin uzmanları istihdam eden, ağlarını dört bir yana gerebilmek için astronomik rakamlar harcamaktan çekinmeyen o büyük istihbarat teşkilatlarının bu İslâm inkılabının gerçekleşmesini önleyebilme hususunda tamamen aciz kalmalarının nedeni neydi sahi?! Keza; yarım asrı aşkın bir süredir gerçekleri saptırma, söylenti yayma, propaganda, karşı propaganda, sansasyon yaratma ve kitlelerin zihinlerini saptırma… vb. hususunda iyiden iyiye uzmanlaşmış ve ileri teknolojilere sahip emperyalist medya ve istikbara bağlı yerli ve yabancı uşaklarının; İslâm inkılabının giderek çığ gibi büyüyen frekansları karşısındaki acziyeti neyle açıklanabilir?! İran’da gerçekleşen İslâm inkılabı, kendine has özellik ve nitelikleriyle diğer İslâm ülkelerinde de pekala gerçekleşemez mi? Bütün 3. dünya ülkeleri ve sömürü altındaki bütün mustaz’af milletler için bu inkılabın pek uygun bir örnek teşkil etmesi pekala mümkün değil midir?!Bütün bunlar, kendi toplumunun siyasi ve kültürel gidişatından tedirginlik duyan samimiyet sahibi her insan ve her düşünür için elbette ki önemle üzerinde durmaya değer noktalardır. Bütün bunları özetle de olsa bu kısa önsözde aktarabilmek mümkün değil; dolaysıyla burada, rahmetli İmam Humeyni’nin -ks- hayatının, gerçekten şaşırtıcı bir şekilde tarihin seyrini değiştiren mücadele ve önemli kesitlerinden bir kısmını şu başlıklar altında incelemekle yetineceğiz:

A) Çocukluk dönemi

B) Eğitim ve öğretim dönemi

C) Mücadele ve kıyam

D) Sürgün

E) İslâm İnkılabı’Nin giderek ivme kazanması ve nihayet zaferle noktalanması

T) İslâm devletinin kurulması ve ardından gelişen olaylar

G) İmam’ın -ks- vefatı

H) Ailesi ve çocukları

Iı) Kitapları, konuşmaları, mesaj ve bildirileri

a) Çocukluk Dönemi


İmam Humeyni -ks- hş. 1381 ve hk. 1320’ye müsadif 1902’de Tahran’ın güneybatısına 349 km. uzaklıktaki Humeyn kasabasında dindar bir ailede dünyaya geldi. Henüz altı aylıkken, değerli ve cesur bir alim olan babası Ayetullah Seyyid Mustafa Musevi, dönemin iktidarınca desteklenen han ve toprak ağaları tarafından pusuya düşürülerek şehid edildi. Gerçek anlamda bir ilim ve takva yuvasında yetişmiş olan değerli annesi Hacer Hanım da hk. 1326’ ya müsadif 1908’de hastalanarak dâr-ı bekâ’ya göçtü. Böylece henüz 6 aylıkken babasını, 6 yaşında da annesini kaybederek yetim ve öksüz kalan İmam Humeyni -ks- aynı zamanda değerli bir âlime olan halası Sahibe Hatun tarafından yetiştirildi. İmam -ks- on beş yaşındayken halasını da kaybedecek ve hayatın türlü zorluklarını tek başına göğüslemek zorunda kalacaktı. Bu ilginç gelişmeler onu henüz küçük yaştan itibaren şehadet, yetimlik, yalnızlık ve mücadele terimleriyle pek yakından aşina kılmış ve bütün bu acı ve zorlukların çemberinden geçerek güçlü ve mükemmel bir kişilik ve karakter kazanmasına yardımcı olmuştu.

b) Eğitim ve Öğretim Dönemi


İmam Humeyni -ks- 19 yaşına kadar Humeyn’de kalarak tahsilini sürdürüp Arapça edebiyatı, mantık, usul ve fıkıh dersleri aldı ve hk. 1339’a müsadif 1921’de tahsilini sürdürmek üzere Erak şehrine giderek buradaki yüksek İslâm bilimleri medresesinde bir yıllık bir tahsilden sonra Kum şehrine hicret etti. Kum’da dönemin güçlü müçtehid ve fakihleri nezdinde yüksek İslâm bilimleriyle ilgili ihtisas çalışmalarının yanısıra yüksek matematik, astronomi ve felsefe öğretimiyle de meşgul oldu. Bu derslerin yanısıra ahlâk ve irfan derslerine katılmayı da ihmal etmeyecek ve dönemin büyük ârif ve alimi olan merhum Ayetullah Ağa Mirza Muhammedali Şahabâdi’den aralıksız altı yıl boyunca teorik ve pratik yüksek irfan dersleri alacaktı.

İmam’ın -ks- üstatlık dönemi hk. 1347’ye müsadif 1929’a rastlar. Henüz 27 yaşında olmasına rağmen ulema içinde en seçkin üstatlardan biri olacak ve yüksek İslâmî felsefe dersleri vermeye başlayacaktır. Kum’da bulunduğu süre boyunca İmam -ks- yüksek İslâm felsefesinin yanısıra, teorik irfan, fıkıh, fıkıh usulü ve İslâm ahlâkı branşlarında da en seçkin üstatlardan biri olarak dersler vermiştir.

 

c) Mücadele ve Kıyam Dönemi

Mevcut belgelerin ortaya koyduğu üzere İmam’ın -ks- mücadele hayatı gençliğinin ilk yıllarına dayanır; o gençliğine henüz adım attığı yıllardan itibaren tahsil hayatı boyunca; sosyal bozulmalar, fikri sapmalar ve ahlaki erozyonların karşısına dikildi ve çeşitli yollarla mücadelesini sürdürdü. Hş. 1322’de yayınlanan “Keşf’ul Esrar” adlı ünlü eseriyle Rıza Şah’ın kan, zulüm ve despotlukla geçen 20 yıllık saltanatmı çarpıcı bir üslupla gözler önüne serip korkusuzca ifşa edecek ve yüce İslâm diniyle İslâm ulemasına uzatılan çirkin dillere umulmadık bir yetkinlik ve metanetle cevap verip, İslâm düşmanlarının zihinleri bulandırmak için ortaya attığı şüphe ve zanları gün ışığı misali giderecekti. İslâm devleti fikri ve bu devletin kurulması için kıyamın gerekliliği görüşleri bu kitapta kapsamlı bir şekilde ele alınmaktadır. Rahmetli İmam’ın -ks- zalim şah rejimine karşı âleni kıyamı, İslâmî günlük hayattan silmeyi amaçlayan “Eyalet ve Vilayet Encümenleri Yasa Tasarısı”na karşı çıktığı hş. 1340’lı yıllara rastlar.

Bu tasarıda seçmen ve adayların Müslüman olma şartının kaldırılması öngörülmekte ve yemin metninin “Kur’an-ı Mecid” yerine “semavi kitab” a yapılması istenmekteydi. Bu İslâm karşıtı tasarıya şiddetle karşı çıkan İmam -ks- dönemin müçtehidleriyle dini ilmiye medreseleri ve Müslüman halkı da bu yasa tasarısına karşı kıyama çağırdı.

İmam’ın -ks- ard arda dönemin başbakanına çektiği tehditkâr telgraflarıyla, rejimin asıl emellerini ifşa edip maskesini indiren çarpıcı konuşma ve bildirileri; öte yandan müçtehidler ve Müslüman halkın da bu kıyamda İmam’ı -ks¬- destekleyip Kum, Tahran ve diğer şehirlerde kalabalık gösteriler tertiplemesi rejimi mezbur tasarıyı lağvederek geri adım atmaya zorladı. Bu umulmadık hezimeti hazmedemeyen rejim 1342 Ferverdin’inde (1963 baharında) İmam’ın medresesi’ne saldıracak, ama bu vahşi girişimle yılmayan İmam’ın bildiri ve mesajları kısa sürede bütün İran’da yayılarak halka ulaşacaktı. Nitekim hk. 1383 Aşurasına müsadif 1963 baharının son aylarında (12 Hordad 1342 hş) İmam -ks- rejimi çılgına çevirecek bir atakta bulunarak işgalci İsrail rejimiyle şah rejimi arasındaki gizli anlaşma ve dostluk ilişkilerini ifşa etti. Aynı gün gece yarısı İmam’ın evi rejimin komandolarınca kuşatılacak ve şafak sökerken İman -ks¬tutuklanarak gizlice Tahran’a götürülecekti. İmam’ın tutuklandığı haberi hızla bütün İran’a yayıldı ve tutuklanma hadisesinin 3. günü (15 Hordad) sokaklara dökülen halk, inkılap liderinin tutuklanışını protesto eden yoğun gösterilere girişti. Bu gösterilerin en yoğunu Kum kentinde yapılacak ve rejimin vahşice müdahelesi sonucu çok sayıda Müslüman o gün şehid düşecekti.

Tahran’da sıkıyönetim ilan eden rejim o gün ve ertesi gün tam bir vahşilik örneği sergileyerek binlerce mâsum insanın kanına girdi. 15 Hordad kıyamında rejimin yaşattığı facianın haberi İran sınırlarını aşacak; ülke içi ve dışında çeşitli noktalardan yükselen protestolarla ulema ve kamuoyunun yoğun baskıları sonucu despot rejim, 10 aylık bir hapisten sonra İmam’ı gözaltında tutmak üzere serbest bırakmak zorunda kalacaktı.

İmam -ks- uyandırıcı konuşmaları ve ifşa edici mesaj ve bildirileriyle mücadele ve kıyamını sürdürdü. İran’daki ABD’li siyasi ve askeri danışmanlara hukuki dokunulmazlık ayrıcalığı tanıyan “kapitülasyon” yasa tasarısıyla birlikte bir kez daha yiğitçe atağa geçen İslâm inkılabının rehberi bu alçakça ihanetten haberdar olur olmaz haberi İran’ın dört bir yanına ulaştırmakta gecikmedi ve hk. Cemadiullahir’inin 20’sine müsadif 4 Aban 1343’te önemli bir konuşmayla rejimin büyük bir ihanetini ifşa edeceğini resmen açıkladı ve rejimin ciddi tehditlerine rağmen, vaadettiği tarihte minbere çıkarak tarihi konuşmasını yaptı. İmam -ks- bu çarpıcı konuşmasında kapitülâsyonu kesinlikle reddederek ABD devlet ve devlet başkanını sert bir dille eleştiriyor, pervasızca aşağılıyordu. Tek çözümü sürgünde gören şah rejimi hş. 13 Aban 1343te bir kez daha yüzlerce komando ve paraşütçü güçlerle İmam’ın evini kuşatacak ve ani bir baskınla İmam’ı tutukladıktan sonra doğru Tehran Mehrabad havaalanına götürecek ve oradan da, daha önceden yapılan plan ve sağlanan uyum ve işbirliği çerçevesinde İmam, Ankara üzerinden Bursa’ya sürgün edilerek burada Türkiye ve İran istihbarat elemanlarının çok sıkı gözetimi altında her nevi sosyal ve siyasi çalışmadan mahrum edilerek yeni bir zindan dönemine başlayacaktı.

d) Sürgün Dönemi

İmam’ın -ks- Türkiye sürgünü 2 ay sürecek ve şah rejimi görülmemiş bir acımasızlıkla bu müddet zarfında islâmi direnişin İran’daki son kalıntılarını da silmiş olacaktı. Ne var ki şartlar ne olursa olsun yılmak bilmeyen İmam -ks- bu sürgün dönemini de en mükemmel şekilde değerlendirerek ünlü eseri “Tahrir’ul Vesile” yi kaleme aldı. İmam Humeyni’nin -ks- pratik risalesi (tam ilmihali) olan bu değerli eserde o dönemlerde ilk kez olmak üzere cihad, savunma, emr-i bi’l maruf ve nehy’i an’il münker ve diğer günlük meselelerle ilgili İslâmî hükümler ele alınıp açıklanıyordu. Hş. 13 Mehr 1344’te İmam -ks- oğlu Hacı Seyyid Mustafa’yla birlikte Türkiye’den ikinci sürgün diyarına, Irak’a sürülecek ve burada da Necef-i Eşref şehrinde ikamet edecekti. İmam -ks- -Necef’te geniş çalışmalarda bulundu; yüksek fıkıh dersleri ve “Velayet-i Fakih” başlığı altında “İslâm Devletinin Teorik Temel ve Dinamikleri” derslerini vermenin yanısıra, mevcut bütün zorluklara rağmen İran’da ve İslâm dünyasında olup bitenleri yakından izlemeyi ihmal etmemekte ve İran’daki inkılâpçı Müslümanlar, 15 Hordad kıyamında şehid düşenlerin aileleri ve siyasi tutuklularla çeşitli yol ve yöntemlerle irtibat kurmaktaydı. Irak sürgünü yurt dışındaki İranlı üniversiteliler ve diğer müminlerle İmam arasındaki irtibatın çok yakın ve güçlü olmasını sağlamış ve bu da, İmam’ın -ks- fikirlerinin dünya sathında ve inkılabın hedef ve gayelerinin tanıtılmasında çok faydalı olmuştu. Siyonist İsrail rejiminin İslâm ülkelerine saldırıları ve Arap – İsrail savaşları sırasında İmam -ks- Filistin Müslümanlarının kıyamı ve ön cephede savaşan İslâm ülkelerini var gücüyle destekleyerek yoğun çalışmalar başlattı.

Filistinli direniş hareketleri liderleriyle yakın temas ve görüşmeler, Lübnan’a temsilciler gönderme ve İsrail’in saldırısına uğrayan ülkeler ve Filistinli mücahidlere her nevi ekonomik ve silah yardımının şer’an farz olduğuna dair yayınladığı fevkalade çarpıcı tarihi fetvası… vb. girişimler, çağdaş Şia tarihinde ilk kez üst düzeydeki müçtehid bir alim ve taklid mercii tarafından gerçekleştirilmekteydi. Şahın iktidarın doruğunda olduğu, şatafatlı törenlerle Pers imparatorluğunun 2500. yıldönümünü kutladığı ve Restahiz” adlı tek parti sistemini İran’da oturtmakla meşgul olduğu en güçlü dönemlerinde İmam’ın -ks- İran’ın iç meseleleriyle ilgili uyandırıcı, bilinçlendirici ve harekete geçirici mesaj ve bildirileri, mücadele meşalesini sürekli yanık ve parlak tutmadaydı. Bu zor ve Çetin günlerde İmam’ın -ks- ümit verici nidâsı; zindan köşelerinde “Savak”ın vahşi işkenceleri altında uzun yıllarını geçirmekte olan inkılapçı Müslümanlara direniş ve mukavemet gücü aşılıyordu.

e) İslâm İnkılabının Giderek İvme Kazanması Ve Nihayet Zaferle Noktalanması

İmam’ın -ks- genç yaşta seçkin alimler sınıfına girebilmeyi başaran değerli oğlu Ayetullah Hacı Seyyid Mustafa Humeyni -ks- nin şahın kiralık katillerince şehid edilmesi (hş. 1356 – mil 1978 sonbaharı) ve bu büyük şehidin anma törenlerinin baştanbaşa bütün İran’da kalabalık kitlelerin katılımıyla gerçekleşmesi, İran’daki dini ilmiye medreseleri ve İslâmcı kesimin rejime karşı öfkeyle yeni bir atağa geçmesini de beraberinde getirerek inkılftba umulmadık bir ivme kazandırdı.

İmam Humeyni -ks- aynı günlerde yayınladığı bir bildiriyle herkesin hayret ve takdirini toplayan bir tavır sergileyerek bu acı hadiseyi “Allah Tealâ’nın gizli lütuflarından biri” şeklinde yorumlayacaktı. Bunun üzerine, İmam’ın -ks- fevkalade yüksek moralini bozabilmek için şah rejimi, yüksek tirajlı gazetelerden birinde İmam’a çamur atmaya yönelik bir makale yayınlattı. Rejimin bu çirkin intikam girişimi Müslüman halkı galeyana getirecek ve Kum’da hş. 19 Dey 1356 (1978) hadisesi vuku bulacak, çok sayıda din öğrencisi ve alim, bu kıyamda şehadet şerbetini içecekti. Bu aziz şehidlerin kanı harekete tekrar ivme kazandırmakta gecikmedi, Kum’da kıyam olanca gücüyle tekrar başlamış ve kısa zamanda bütün ülke çapında yayılmıştı. Hareket şehidlerinin 3, 7 ve 40. şehadet günleri münasebetiyle düzenlenen anma törenleri Tebriz, Yezd, Cehrum, Şiraz, Isfahan, Tehran ve diğer büyük şehirlerde kıyamın dalga dalga yayılmasını sağladı. Bütün bu olaylar boyunca İmam Humeyni’nin -ks- ¬Müslüman halkı kıyamın devamına ve zalim şahlık düzenini bütünüyle devirip, yerine bir İslâm devleti kuruncaya kadar bu şanlı direnişi sürdürmeye çağıran bilinçlendirici ve yönlendirici mesaj, bildiri ve konuşmaları, İmam’ın -ks- yoluna gönül veren yiğit ve fedakar inkılapçı Müslümanlar tarafından derhal kasetlere alınıp İran’a sokularak gizlice teksir edilip halka dağıtılmakta ve böylece hareket, uzman ve salahiyet sahibi bir lider tarafından merhale merhale yönlendirilmekteydi. Şah, kudurmuşçasına bir saldırganlıkla yığınlarca insanın suçsuz yere kanını dökmeye devam ettiyse de, halkın giderek kabaran öfkesini bastıramayacak, inkılabın önüne set vuramayacaktı.

11 ilde sıkıyönetim ilanı, başbakanın değiştirilmesi, önemli görevlerdeki yetkililerin vazifeden alınması… vb. girişimlerin hiçbiri kıyamın çığ gibi büyümesini engelleyemedi. Şahin başvurduğu bütün askeri ve siyasi tedbir ve hileler, İmam Humeyni’niıı -ks- bilinçlendirici direktif, mesaj ve ifşalarıyla birbiri ardınca suya düşmekte, hezimete uğramaktaydı.

İran ve Irak dışişleri bakanlarının Newyork’ta alelacele görüşmesine müteakip İmam’ın -ks- Irak’tan derhal sürülmesine karar verilecek ve hş. 1337 Mehr’inin 2’sinde (1978 sonbaharı) İmam’ın -ks- Necef’teki evi Saddam’m Baasçı emniyet güçleri tarafından kuşatmaya alınacaktı. Baasçı Irak güçleri, İmam’a ancak siyasetten el çekmesi ve inkılaba karışmaması halinde Irak’ta ikamet izni taşıyabileceğini söylerler. Bu çirkin şartı reddeden İmam -ks- inkılab ve siyasetten asla vazgeçmeyeceğini bildirir ve 13 yıllık bir sürgünden sonra hş. 12 Mehr 1357’de Küveyt’e geçmek üzere Irak’ı terketmek zorunda bırakılır.

Ne var ki, şahin nüfuz ve baskısı altında bulunan Kuveyt hükümeti İmam’a -ks- bu ülkeye giriş izni vermeyince İslâm inkılabının şanlı lideri, o günkü şartlar altında İslâm ülkelerinin durumunu gözden geçirip rahmetli oğlu Hüccetil İslâm ve’l Müslimin Hacı Seyyid Ahmed Humeyni’yle meşverette bulunduktan sonra Paris’e hicret etmeye karar verir. Hş. 14 Mehr’de Paris’e iner ve iki gün sonra da Paris yakınlarındaki Nofel Lö – Şato’daki bir İranlının evinde ikamet eder. Eliza saray görevlileri, Fransa cumhurbaşkanının, her nevi siyasi faaliyetten uzak durması yolundaki uyarı ve şartını kendisine bildirdiklerinde İmam -ks- her zamanki uzlaşma kabul etmez tavrıyla Fransa cumhurbaşkanının bu mesajını ifşa ve sert bir dille kınayarak bu gibi müdahale, kısıt ve şartlar koşmanın demokrasi iddialarıyla tamamen çeliştiğini, o havaalanından bu havaalanına, bir ülkeden diğerine geçmek zorunda bırakılsa dahi davasından asla vazgeçmeyeceğinin bilinmesini açıklayacaktı.

İmam’ın Paris’te ikamet ettiği 4 ay boyunca Nofel lö Şato, dünyanın en yoğun ve önemli haber merkezine dönüşmüştü. Dünyanın dört bir yanından kendisini ziyarete gelenlerle yaptığı görüşmeler, konuşmalar ve muhabirlerle yaptığı sayısız röportajlar, İmam’ın -ks- İslâm devleti ve geleceğe yönelik hedefleri konusundaki görüşlerinin dünya kamuoyunca daha net anlaşılmasını sağlamıştır.

Müslüman İran milleti, İmam’ın -ks- isabetli ve fevkalade basiretli mesaj ve direktifleri doğrultusunda gösteri ve yürüyüşlerin hacmini ve dozunu artırarak ard arda tertiplenen boykot ve grevlerle şah rejiminin idari organlarını felce uğrattı. Yeni başbakanların atanması, şahin geçmişte hatalar yaptığını itiraf edip milletten özür dilemesi, kepazelikleri herkesçe bilinen önemli bazı yetkililerin bizzat rejim tarafından kurban seçilerek mahkemelere çekilip yargılanması, bazı siyasi tutukluların serbest bırakılması… vb. taktik uygulama ve girişimlerin hiçbiri Müslüman halkı oyuna getirememekte, İslâm inkılabının şiddeti günden güne artmaktaydı. İslâm inkılabı lideri İnkılap Şûrâsı -Devrim Konseyi-  ve belirlenecek üyeler hakkında resmi açıklama yaparken şah, hastalandığı ve dinlenme ihtiyacı hissettiği gibi bahanelerle 16 Ocak 1979’da İran’dan kaçacaktı (hş. 26 Dey). Şahin ülkeden kaçtığı haberi kısa zamanda bütün İran’da yayılmış, fevkalâde bir sevinç yaratmış ve rejimi bütünüyle çökertinceye kadar inkılaba olanca şiddetiyle hız verme yolunda halkın azmini bilemişti.

Bu arada İmam’ın İran’a döneceğini açıklaması, halkın neşe ve umudunu kat kat artırırken İslâm düşmanlarını bir hayli telaşlandırmış, aceleci kararlar almalarına yol açmıştı. Ne yapacağını bilemeyen rejim, Amerika’nın da direktifiyle İran havayollarını dış uçuşlara bütünüyle kapadığını duyurdu. Bu duyurunun hemen ardından; İmam’ını -ks- görebilmek için yurdun çeşitli noktalarından başkente akın eden halk, Tahran’da milyonlarla ifade edilen gösteri ve muzzam yürüyüşler düzenleyerek havaalanlarının derhal açılmasını isteyecekti. Halkın giderek kabaran öfkesi karşısında hiçbir şey yapamayacağını gören rejim, havaalanını dış uçuşlara açık tutmak zorunda kalacak ve İslâm İnkılabının şanlı lideri, 14 yıllık bir sürgün ve ayrılıktan sonra hş. 12 Behmen 1357’de (1 Şubat 1979) Tahran Mehrabad havaalanına inerek vatanına dönebilecekti. İmamı karşılamaya gelen kalabalık, o güne değin dünyanın hiçbir yerinde görülmemişti, bizzat yabancı muhabirlerin de itiraf ettiği üzere bu rakam 4 ilâ 6 milyon insandı! İslâm inkılabının rehberi, şahlık rejiminin hala resmen varlığını sürdürüyor olmasına aldırmayarak geçici hükümet kurduğunu açıkladı ve hş. 16 Behmen 1357’ye müsadif 4 Şubat 79’da bu hükümetin başbakanını da atayarak, bir an önce referanduma gidilmesi ve halkoylamasının gerçekleşmesi için gerekli ortamın hazırlanıp ön girişimlerin tamamlanması direktifini verdi.

19 Behmen -7 Şubat- günü Hava Kuvvetleri subay personeli, İmam’ın ikamet etmekte olduğu Tahran Alevi Medresesi’nde onu ziyaret ederek inkılap lideriyle biatleşecekti. Ertesi gün inkılap taraftarı hava subayları, hava kuvvetlerinin en stratejik üssünde kıyam ediyor, şaha bağlı özel muhafız alayı -Gardı Cavidan- bu kıyamı bastırmak için sözkonusu üsse saldırıyordu. Bunun üzerine halk, hava subaylarının yardımına koşacak ve iki gün zarfında, Tahran’daki bütün polis karakollarıyla devlete bağlı kuruluşlar birbiri ardınca halkın eline geçecekti. Bu sırada Tahran sıkıyönetim valiliği, Amerikalılar tarafından planlanan darbe girişimini gerçekleştirebilmek amacıyla gündüz de sokağa çıkma yasağı koyuyor ve bu yasağın öğleden sonra saat 4’ten itibaren resmen uygulanacağı açıklanıyordu. Bizzat Tahran’da yerleşen Amerikalı görevlilerce gerçekleştirilmesi planlanan bu darbe hayali de yıkılmakta gecikmedi ve İmam -ks- derhal bir bildiri yayınlayarak halkın sokaklara dökülüp sıkıyönetim kurallarını tamamen çiğnemesini emretti.

Bu direktifin ardından kadınlı erkekli bütün Tahran halkı çocuk – ihtiyar demeden sokaklara dökülüp bütün dörtyollarda siperler kurmaya başladı. Darbecilerin ilk tank ve zırhlıları, ilgili üs ve karargahlardan çıkar çıkmaz halkın eline geçecek ve neticede ihtilal planı daha ilk adımında suya düşecekti. Böylece zalim şah rejiminin son direniş girişimi de hezimete uğratılmış ve İslâm inkılabının parlak güneşi hş. 22 Behmen 1357’ye müsadif 12 Şubat 1979 sabahı İran ufuklarında doğmuş ve nicedir beklenen şafak söküvermişti.

 

f) İslâm Devletinin Kuruluşu Ve Ardından Gelişen olaylar

İmam Humeyni’nin -ks- vaadettiği şeylerin gerçekleşmesi ve İran’da İslâmî bir inkılabın tahakkuku ve bir İslâm devletinin kurulması; sadece bir rejimin yıkılarak yerine yeni bir rejim gelmesi şeklinde basit bir dahili hadise değildi. Bilakis Amerikalı, İsrailli ve Avrupalı devlet adamlarının da o günlerle ilgili hatıralarında belirttikleri üzere İran’da vuku bulan İslâm inkılabı Batı dünyası için yıkıcı bir deprem demekti. Nitekim 22 Behmen 1357 -12 Şub. 1979- sabahından itibaren henüz yeni kurulmuş bulunan İslâm devletine karşı sergiledikleri görülmemiş elbirliği, km ve düşmanlık, bu gerçeği olanca çıplaklığıyla gözler önüne serecekti. Başını Amerika’nın çektiği ve İngiltere’yle diğer bazı Avrupa ülkeleri ve bunların güdümünde bulunan bütün diğer bağımlı ülkelerin – doğu ve batı bloğu demeksizin ve görülmemiş bir elbirliği içinde – bu düşman safta müştereken yer alması ise İslâm devletinin hakkaniyetini vurgulayan ilginç kıstaslardan biriydi. İran’da bir din ve şeriat devletinin kurulmasından dehşete kapılan komünist Sovyetlerle bağımlıları ilk kez kayıtsız şartsız Amerika’nın safında yer alacak ve anti emperyalist çizgide ne kadar kaypak Olduğunu bütün dünyaya göstermiş olacaktı.

Son derece isabetli ve İslâmî bir tavırla “ne doğu, ne batı; İslâm cumhuriyeti!” sloganı ekseninde Müslüman İran halkını, ülkeyi onarıp yeni baştan kurma yolunda seferber ederek dünya kamuoyuna gelişmiş ve ileri seviyeli örnek bir din ve şeriat devleti göstermek isteyen İmam Humeyni -ks- bu gaye doğrultusunda “Ülkeyi onarıp yeniden kurma cihadı” (Cihad-ı Sazendegi) adlı bir müessese kurarak çeşitli dallarda uzman olan binlerce gelişmiş eleman ve inkılâbî Müslümanın, ülkenin az gelişmiş mahrum bölgelerinin imar ve kalkınması yolunda hızla faaliyete geçmesini sağladı. Böylece çok geçmeden ülkenin en ücra köşelerinde unutulmaya terkedilen köy ve kasabalara yol, elektrik, su, okul ve sağlık hizmetleri ulaştırılacak ve bu süratli gelişme ve samimi birlik, Amerika ve laik müttefiklerini telaşlandırarak henüz kurulma ve oluşumun eşiğinde bulunan İran İslâm Cumhuriyeti’ni beklenmedik bir savaşla karşı karşıya getirip bu ilerleme ve kalkınmayı engellemeye kalkışmalarına neden olacaktı.

Oysa, Allah’ın nurunu üfleyerek söndürmeye kalkışmak gibi boş ve abes bir girişimdi bu.

İnkılabın henüz 2. ayı tamamlanmadan İran halkı, bu ülkenin tarihinde ilk kez gerçekleşen gerçek anlamda serbest bir referandum neticesinde %98, 2 evet oyuyla İran İslâm Cumhuriyeti’ni resmen onaylayacak ve ardından anayasanın hazırlanması ve onayıyla, İslâmî Şûrâ Meclisi milletvekillerinin tayini için siyasi seçimlere gidilecekti.

İran bu şartlar altındayken, İslâm düşmanlarının fitne, komplo ve baskıları hızla artmaya başladı. Amerika, İran’daki yerli işbirlikçileri vasıtasıyla ülkeye sızmak ve iç ihtilafları körükleyerek İslâm nizamını yıkmak emelindeydi. İslâm inkılabını yıkabilmek için uygulanan ilk taktilterden biri, inkılabın en tanınmış ve etkili simalarının terörüydü. Bu uğursuz plan uygulamaya konulduğunda inkılab konseyi üyesi şehid Mutahhari, dr. Muhammed Mufattih, Genelkurmay başkanı General Karani, Hacı Mehdi Iraki, Ayetullah Gazi Tabatabai… gibi önde gelen etkili isimler ard arda şehid düşüyordu.

İran İslâm Cumhuriyeti’ni tezyif etmek isteyen Amerika, Müslüman İran halkının şahin ülkeye iadesi ve Amerikan bankalarında el konularak bloke edilen İran’a ait 22 milyar doları aşkın meblağın bir an önce geri verilmesi yolundaki meşru ve haklı talebine red cevabı vermekle kalmayacak; İran’dan kaçan şah rejimi kalıntılarının İslâm inkılabına karşı yeniden teşkilatlanarak harekete geçebilmeleri için İslâm nizamı muhaliflerine astronomik yardımlarda bulunmayı da ihmal etmeyecekti.

Amerika’nın bu küstah ve apaçık düşman tavrı Müslüman İran halkının inkılâbî hışmını bir kez daha galeyana getirecek ve İslâm nizamı aleyhine fitne ve casusluktan başka bir şey yapmayan ABD büyükelçiliğini basan bir grup Müslüman İranlı üniversite öğrencisi, ABD elçiliğindeki özel silahlı korumalarla girdikleri kısa bir çatışmadan sonra elçilikteki casusları ve bunu belgeleyen çok sayıda gizli dökümanı ele geçirmeyi başaracaktı. Üniversitelilerin bu eylemini destekleyen İmam Humeyni -ks-, bunun ilk inkılaptan daha büyük bir inkılap olduğunu belirtiyordu. Bu büyükelçilikte ele geçirilen gizli belgeler daha sonra düzenli bir şekilde “İran’daki ABD Casusluk Yuvasında Ele Geçirilen Belgeler” adı altında Farsça ve İngilizce olarak yayınlanacak ve toplamı 50 cildi aşkın bir kitap dizisi oluşacaktı! Bu belgeler içinde hayati öneme haiz oldukça önemli bilgiler vardı. Amerika’nın İran ve bölgedeki diğer ülkelere yönelik çeşitli müdahale ve gizli casusluk faaliyetlerini bütün çıplaklığıyla ortaya koyan bu belgelerde, dünyanın çeşitli ülkelerinde ABD’ye casusluk yapan çeşitli düzeylerdeki elemanlar, irtibatçılar, CIA muhbirleri, çeşitli casusluk yöntemleri, Amerika’nın çeşitli ülkelere yönelik siyasi tahrikleri ve bunların hangi metotlarla gerçekleştiği… vb. gibi çok gizli ve ABD için çok önemli bilgiler ele geçirilecek ve kamuoyuna sunularak ifşa edilecekti. İslâmî İran’ın inkılâbî kültüründe, haklı olarak “casusluk yuvası” lakabını kazanan ABD büyükelçiliğinin bu şekilde işgal edilmesi, dünya efeliğine soyunan bu ülkenin başındakiler için büyük bir rezalet ve görülmemiş bir skandal olmuştu.

ABD Casusluk Yuvası’nın işgalinin getirdiği en önemli gelişme ve sağladığı olumlu sonuç, İslâm inkılabının gücünü ve kalıcılığını pekiştirmek ve daha da önemlisi, Amerika’nın zihinlerde yarattığı yenilmez ve Firavunvârî görünümünün şişirilmiş bir yalan ve iğnelenebilir bir balon olduğunu ispatlamak ve 3. dünya ülkelerinin milletlerine, süper güçlerin karşısına dikilmenin pekala mümkün ve onların da “yenilgiye uğratılabilir olduğu gerçeğini göstermek olmuştur.

İran’ı ekonomik ve siyasi ambargo kuşatmasına alarak dünya plâtformunda yalnızlığa itmek, en ileri ve en gelişmiş teknolojilerle donatılmış hava ve uzay ekiplerince yönlendirilen Tebes Çölü operasyonuyla İran İslâm Cumhuriyeti’ni devirmek – ki ABD yetkilileri, casusluk yuvasının işgalinden sonra hem intikam almak, hem de işi kökünden halledebilmek(!) için bu operasyonu tertiplemişlerdi.-, İnkılap düşmanı yerli işbirlikçilerinin yardakçılıklarıyla İran’da iç ihtilaflar çıkarıp halkın birliğini çeşitli yollarla parçalamak… vb. gibi daha nice oyunlarının bozulması, planlarının ard arda suya düşüp sürekli yenilgiye uğrayarak dünya kamuoyunca “İslâm inkılabı karşısında acziyetinin ispatlanmaya başlaması”; ABD’li yetkilileri daha geniş çaplı askeri çözüm yollan aramaya itti. Bu kararın hemen akabinde, Amerikalı askeri uzmanların koordinesi altında ve diğer güçlü ülkelerin de her açıdan tam destek ve himayesiyle Baasçı Irak ordusu hş. 31 Şehriver 1359’a müsadif 22 Eylül 1981’de, 1280 km boyunca mevcut sınırları çiğneyerek İran İslâm Cumhuriyeti’ne saldırdı. Bu saldırının ilk saatlerinde, Irak savaş jetleri (saat 14.00 sularında) Tahran ve diğer mıntıkalardaki havaalanlarını bombaladı.

Irak’ın İran’a savaş açtığı haberi onca önemli olmasına ve Irak tarafından da resmen açıklanmasına rağmen uluslararası mahfiller ve güç odaklarınca adeta hiçbir şey olmamışçasına tam bir ölüm sessizliğiyle karşılandı. İmam Humeyni’nin -ks- bu hadise karşısında gösterdiği ilk tepkiler ve Irak ordusunun tecavüzü konusunda yaptığı ilk konuşma ve yayınladığı bildiriler, onun mükemmel ve çarpıcı kişiliğini ve komuta yeteneği ve cesaretini gözler önüne sermektedir. Bu ilginç reaksiyonlardaki zarif çarpıcılıkları teferruatıyla bu özet yazıda aktarmak elbette ki mümkün değil. İmam’ın -ks- haberi öğrenir öğrenmez ilk tepkisi “var gücünüzle ülkeyi müdafaa edin” direktifi olmuş ve meselenin yorumuyla ilgili ilk konuşmasında bu saldırının asıl müsebbibinin Amerika olduğunu vurgulayarak Saddam’ı İran’ın üzerine kışkırtanın ABD olduğunu belirtmişti. İmam bu konuşmasında İran halkına hitaben “Allah rızası için ve şer’i bir vazife telakki ederek ülkeyi savunmaları halinde, zahiri belirtiler tam tersi cihette olsa dahi düşmana karşı kesinlikle muzaffer olacaklarını açıklamış ve millete fevkalade bir güvence aşılamıştı.

Irak’ın İran’a saldırışının hemen ertesi günü İmam Humeyni -ks- savaş şartlarında ülkenin ve cephelerin nasıl idare edilmesi gerektiğini 7 madde halinde kısa ve öz, fakat son derece dakik bir mesajla halka duyurdu.

Bu mesajın hemen ardından yayınladığı birkaç mesajla Irak halkına ve ordusuna hücceti tamamlayıp şer’i vazifelerini hatırlatacak ve savaşa devam ettiklerini görünce; İslâmî İran ordularının başkomutanlığını üstlenerek 8 yıl sürecek eşitsiz ve amansız bir savaşın ağır sorumluluğunu omuzlarına alarak o güne değin görülmemiş bir yetenek ve askeri dehayla ülkeyi yiğitçe savunacaktı.Bütün halkın savaşa seferber olması ve 20 milyonluk bir seferberler ordusu kurulması yolunda İmam’ın -ks- verdiği direktif üzerine inkılabi Müslüman gençler şevkle eğitim kamplarına koşuyor ve gönüllü olarak cephelere gidiyordu. Bu yüksek mânevi ortamda cephelerden gelen zafer haberleri ülkeyi apayrı bir renge bürümüş ve bütün süper güçlerin akla gelecek her nevi desteğiyle teçhizatlandırılmış bulunan düşman ordusunun yenilmeye mahkum olduğu apaçık gözlemlenir olmuştu.

Amerika’yla Avrupalı müttekifleri savaş perdesinin gerisinde gizledikleri yüzlerini giderek gün ışığına çıkarıp aşikar etmek zorunda kaldılar. Barış zamanında bile yapımı ve alımı zor alan ve yıllarca süren görüşme ve oturumlardan sonra alıcısına teslimi hususunda karar verilen en modern ve gelişmiş silahlar, görülmemiş bir hız ve hacimde cömertçe Saddam’ın emrine verilmekteydi. İnsan hakları savunuculuğu iddialarında bulunan uluslararası kuruluşların gözleri önünde İran’ın şehirleri, köyleri, okulları, hastahaneleri ve ekonomik merkezleri acımasızca bombalanıyor ve bu gelişmiş silahların yanısıra uzun menzilli füzeler her gün yüzlerce mâsum insanı çocuk – yaşlı, kadın – erkek demeden kanlar içinde yere seriyordu.

Cephelerde süregiden savaş giderek İslâm mücahidlerinin lehine gelişiyor, Saddam’a yapılan onca yardım ve verilen onca destek hiçbir işe yaramıyordu. Saddam güçleri İslâmî İran’da yerleşim bölgelerini jetler ve ağır füzelerle yoğun bombardımanlar altına aldığı halde Amerika, doğrudan doğruya savaşa müdahale ederek bilfiil Saddam’ın yanında yer almaktan başka çaresi kalmadığını görecek ve çok geçmeden Amerikan savaş gemileriyle gelişmiş filoları; Fransa, İngiltere ve Sovyet filolarını da yanına alarak bütün dünyanın gözleri önünde Fars Körfezi sularına girerek mevzi alacaktı. Amerika, İslâmî İran’ı dize getirmenin tek yolunun, savaş krizini uluslararası platformlara çekerek diğer ülkeleri de bu savaşta fiilen İran’ın karşısında yer almaya zorlamak olacağı düşüncesinden hareketle tarihe “Petrol Tankerleri Savaşı” adıyla geçecek olan yeni ve alçakça bir savaş başlattı. Fars Körfezi’nde yuvalanan filoların görevi İran’ın petrol ihracatını engellemek, ticari gemileri durdurup yüklerini kontrol etmek ve İran İslâm Cumhuriyeti’ne temel gıda maddelerinin girişine mani olmaktı. Bu usulsüz savaş sırasında, İran’a ait ticaret gemileriyle İran petrolünü taşıyan tankerlerin birçoğu Amerikan filoları tarafından hava ve füze saldırılarıyla bombalandı ve Fars Körfezi sahil sularındaki İran’a ait petrol kuyuları Amerika kuvvetleri tarafından ateşe verildi. İran’ı yıldıramayacağını anlayan Amerika, bu kez çok daha korkunç bir caniliğe girişerek İran havayollarına ait bir yolcu uçağına saldıracak ve içinde çok sayıda kadın ve çocuğun da bulunduğu bu yolcu uçağını ABD savaş filosundan ateşlenen bir füzeyle vurarak 290 mâsum insanı paramparça cesetlere dönüştürerek hş. 1367 (1989) yazında Fars Körfezi’ni kanlara bulayacaktı.İslâmî İran’ın bu dönemde yaşadığı en acı olaylardan biri de, Beytullah’ı ziyarete giden İranlı hacıların Beytulharam’da Suudi rejiminin memurlarınca alçakça pusuya düşürülüp öldürülmesiydi. Hk. 1407 Ziyhicce’sinin 6. günü Cuma’sında müşriklerden beraet ve şirkten teberride bulunma yürüyüşüne katılan 150 bini aşkın hacı, ana çıkış yollarını kapayarak her şeyi önceden planlayan gizli ve resmi üniformalı Suudi memurlarının saldırısına maruz kalacak ve İslâm tarihinde eşine ender rastlanan bu kanlı ve vahşiyane hadisede İranlı, Lübnanlı, Filistinli, Pakistanlı, Iraklı, Türkiyeli ve diğer İslâm beldelerinden Allah’ın evini ziyarete gelmiş olan 400 hacı adayı, Suud katillerinin ateşli ve ateşsiz silahlarıyla kanlar içinde mukaddes topraklara düşüp can verecek, 5000 kişinin ağır şekilde yaralandığı bu katliamda binlerce Müslüman da sırf bu yürüyüşe katılarak Amerika ve İsrail’i lanetledikleri için tutuklanıp işkence ve eziyetlere maruz bırakılacaktı. Bu inanılmaz katliamda can veren şehidlerle yaralı düşen malullerin çoğu, olay yerinden hemen kaçabilecek takati bulunmayan kadınlarla yaşlılardı.

Batılı güçlerin Fars Körfezi’ni büyük bir askeri kışlaya çevirmeleri ve 8 yıllık tahmili savaşın son aylarında yaşanan vak’aların yegane nedeni; İslâm ordularının muazzam bir direniş sergileyerek saldırgan Baas güçlerini bütün cephelerde hızla geri çekilmeye mecbur etmesi ve işgal altındaki topraklarını kurtarmakla kalmayarak, fitnenin merkezine doğru ilerleyip işi kökünden halletmesine ramak kalmış olmasıydı. İslâm ordularının Saddam’ı böyle bir hezimete uğratması demek; niceden beridir dünyaya efelik taslayan birçok süper gücün İslâm inkılabı karşısında ağır bir yenilgi alması demekti; bu nedenledir ki şimdi çark tersine dönmeye başlamış ve Amerika’yla Uluslararası Güvenlik Konseyi’nin bütün telaşı, İslâm ordularının daha fazla ilerlemesine ve Saddam’ın umulmadık bir anda devrilmesine engel olmaya matuf hale gelmişti! İran İslâm Cumhuriyeti, savaşa son vermek için yıllardan beridir belirlediği şartların kabulünü içeren maddelerden müteşekkil 598 no’lu Güvenlik Konseyi bildirisini kabul etti.

İmam Humeyni’nin -ks- bu tarihi bildirinin kabulüyle ilgili hş. 29.4.1367’ye müsadif 20 Temmuz 1988 tarihli meşhur mesajı; tahmili savaşın mükemmel bir karnesi olarak bu savaşın boyutlarını olanca netliğiyle gözler önüne sermekte, İslâm inkılabının gelecekte her konudaki tavrının, bilhassa bu İslâmî nizamın müdafaa ve muhafazası yolunda hiçbir süper gücün önünde eğilmeyeceği ve İslâm davasının ilkelerinden kimseye taviz vermeyeceği gerçeğini açıkça vurgulayarak İmam’ın -ks- mükemmel liderlik, komuta dehası ve İslâm davasından asla taviz vermeyen kişiliğini dost – düşman; herkese ispatlamaktaydı. Böylece İran’a zorla yüklenen 8 yıllık bu tahmili savaş sona eriyor ve savaşı başlatanlar, gayelerinden hiçbirine ulaşamayarak İslâm karşısında bir kez daha hezimete uğruyor ve Müslüman İran halkı İmam’ın -ks- basiretli liderliği sayesinde davasının haklılığını bir kez daha ispatlayarak İslâmî İran’ı parçalama ve dize getirme hayali kuranların bu hevesini kursağında bırakıyordu.

Saddam ve onu destekleyip bu savaşta sürekli İslâmî İran’a karşı himaye eden Arap ve sözde İslâm ülkelerinin sebebiyet verdikleri en büyük cinayet ve ihanet, her iki ülkenin de büyük bir insan gücü ve ekonomik kayba uğramasına neden olmaları ve şahın devrilişinden sonra, gerekli ortam ve şartların her açıdan çok müsait hale geldiği İslâm ümmetinin birliği ve bütün dünyayı saracak bir İslâm inkılabının tahakkukunu geciktirerek bu muazzam vak’ayı uzun yıllar sonrasına itmeleriydi.

Nisbi barıştan sonra İmam Humeyni -ks – hş. İİ. 7. 67’de (Ekim 1989) yayınladığı 9 maddelik bir mesajda, İran İslâm Cumhuriyeti yetkilileri için ülkenin yeniden onarım ve kurulması yolunda izlenmesi gereken politika ve tutumun ana çizgi ve mihverlerini belirledi. Bu direktifin maddeleri dikkatle incelenecek olursa İmam’ın -ks- ne derece uzak görüşlü ve güçlü bir basirete sahip olduğu ve ona göre hangi değer ve kıstasların vazgeçilmezlik taşıdığı anlaşılır.

Yine İmam’ın -ks- ömrünün son aylarında başlattığı fevkalade düşündürücü ve önemli girişimlerden biri de, Sovyetler Birliği Yönetim Heyeti’nin başında bulunan son Sovyet devlet başkanı Gorbaçof’a gönderdiği özel İslâma davet mektubuydu. Hş. 2. Io. 1367’ye müsadif 7 Ocak 1989’da gönderdiği bu mektupta İmam -ks- Sovyetler’in genel durumu ve geçirdiği son değişiklikler üzerine muazzam bir yorumda bulunduktan sonra, dinsizliğe dayalı ilhadi komünizmin, toplumu yönetme hususundaki yetersizliğinin altını çiziyor ve Sovyetler’in en önemli sorununun, bu ülkeyi idare eden baştakilerin Allah’a inanmıyor oluşlarından kaynaklandığını vurgulayarak komünizmden kaçarken Batı kapitalizminin kucağına düşmemeleri ve bilhassa Amerika’nın oyununa gelmemeleri hususunda onları uyarıyordu. Bu tarihi mektupta felsefe ve irfanın en derin ve hassas noktalarına değinen İmam -ks- komünistlerin din düşmanlığı mücadelelerinin yenilgiye uğradığını vurgulamakta ve Gorbaçof’u, batının maddeci görüşüne bel bağlamak yerine din ve tanrı inancına yönelmeye davet etmekteydi.

Bu dönemde vuku bulan önemli, ama son derece de çirkin gelişmelerden biri de, batı ülkelerinin basın-yayın merkezlerince “Şeytani Ayetler” kitabının yayınlanmasıydı. Bu müptezel kitap ve mülhid yazan Selman Rüşdü’ye batı ülkelerinin verdiği destek ve yine batılı güçlerin bu meseleyi giderek büyük boyutlarda propaganda malzemesi olarak kullanması; İslâm değer ve inançlarına karşı batı dünyasının başlattığı yeni bir kültürel saldırı ve batı medyasının haçlı seferlerinin yeni bir boyutu olarak değerlendirilebilir. Emperyalizme bağlı malum odaklarca metni planlanan bu kitap, İslâmî hareketlerde hedef ve yöntem birliği sağlayan İslâmî mukadderat ve temel akideleri alaya almakta, zihinleri zehirleyerek inançlarda şüphe çatlakları yaratmayı hedeflemekteydi. Binaenaleyh hş. 25. 11. 1367’de (1989) İmam Humeyni -ks- İslâm emir ve düsturları gereğince ve asırlardan beri varolan ilâhî şeriatin değiştirilemez prensipleri dahilinde tavır alarak, bütün İslâm mezheplerinin ulemasınca yüzyıllardır belirlenmiş ve bütün fıkıh kitaplarında tespit edilmiş olan bir fetvayı harekete geçirip Selman Rüşdü’nün bir mürted olduğunu, dolaysıyla de idamının bütün Müslümanlara farz bulunduğunu ve bu küfür içerikli kitabın muhtevasından haberdar olan yayıncı ve satıcılar için de aynı hükmün geçerli olacağını bildiren bir fetva yayınladı. Bu muazzam fetvayla birlikte Müslümanlar; mezhep, renk, ırk ve dil farklılıklarına bakmaksızın fevkalade bir birlik ve vahdete bürünerek, önceden planlandığı apaçık ortada olan bu meşum İslâm düşmanı saldırı karşısında tek saf ve tek yumruk halinde dikildiler. Bu hadisenin akabinde getirdiği gelişmeler, İslâm toplumunu vahdet içinde bütünleşmiş bir ümmet olarak bir kez daha sahneye çıkardı ve doğru ve ehil bir imamın liderliğinde yönlendirilmesi halinde, İslâm ümmetinin kendi içindeki türlü farklılıklar ve küçük ihtilaflara rağmen, dini değerlere canlılık kazandırıp mâneviyatı ihya eden bir güç olarak dünyanın geleceğini belirlemede en etkili camia olduğu herkesçe anlaşılmış oldu.

Aynı şekilde, İslâm inkılabı’nın İran’daki zaferinden sonra başta Amerika gelmek üzere İslâm düşmanlarının türlü komploları ve İran İslâm Cumhuriyeti’ni yıkabilmek için bütün küfrün tek millet halinde elele verip Müslüman İran’ı 8 yıllık korkunç bir savaşa itmesi gibi çok boyutlu saldırı ve girişimlerine rağmen İmam -ks- yeni kurum ve teşkilatlar kurulması yolunda direktifler verip şah rejiminden kalma kuruluşların yeniden organize ve teşkilatlandırılmasını emrederek, İran halkı için yepyeni ve geniş bir hizmet ortamı yaratmış oluyordu. Cihad-ı Sazendegi (Ülkeyi onarma ve yeniden kurma cihadı), Komite-i İmdad (Düşkünlere ve darda kalmışlara acil yardım), 15 Hordad Kurumu; Mesken Kurumu, Şehid Kurumu, Mustaz’aflar Kurumu, Okuma Yazma Seferberliği… vb. gibi ülkenin en ücra köşelerine çeşitli hizmetler götürebilmeyi başaran kurum ve teşkilatların tesisi de yine rahmetli İmam Humeyni’nin -ks- hayatta bulunduğu yılların ürünüdür.

Aynı şekilde İslâmî İran’ın iç ve dış güvenliğini sağlamada, Irak Baas rejiminin saldırılarını geri püskürtmede ve dünyaya gegemenlik taslayan güçlerin ardı arkası kesilmeyen karmaşık komplo ve oyunlarını bozmada fevkalade etkili rol oynayan İslâm İnkılabı Komiteleri’yle Sipah-ı Pasdaran-ı İnkılab-ı İslâmî (İslâm İnkılabı Muhafızları Ordusu)’nun kuruluşu ve eski ordunun gerekli yeni organize ve teşkilatlandırmalarla düzenlenip İran İslâm Cumhuriyeti Ordusu şeklinde yeni baştan teşkili gibi oldukça zor ve ilginç gelişmeler de yine bu bereketli yılların ürünlerinden olmuştur.

Dini ilmiye medreselerindeki köklü değişiklikler, yeni yapılanmalar, medrese ve üniversitelerde dersler ve yöntemlerde yeni düzenlemeler, bütün eğitim sisteminde köklü değişiklikler, çeşitli dallarda yeni üniversite araştırmaları, ek ders ve branşlar, ücra yerler ve fakir bölgelere yüksek eğitim ve üniversite imkanları taşıma, bu bölgelere radyo, tv, posta ve her nevi diğer haberleşme ve iletişim imkanları ulaştırma… vb. daha yüzlerce hadise hep İmam’ın -ks- şahsi direktif ve kontrolleriyle gerçekleşebilecekti. Üniversite dönem ve branşlarıyla ilgili programlamalarla üniversite kitaplarının yazılması ve basımına, yüksek öğretim görevlisi yetiştirme, üniversiteye girme şartlarının belirlenmesi… vb. gibi yüksek eğitimin kontrol ve denetiminden sorumlu “Şûra-yı İnkılab-ı Ferhengi” (Kültür İnkılâbı Konseyi)nin kurulması ve faaliyete geçmesi de yine onun direktifleri doğrultusunda ve İslâm inkılabından sonra gerçekleşen kayda değer ve kalıcı hizmetlerdendir.

İran İslâm Cumhuriyeti nizamındaki on yıllık pratik tecrübeden sonra İmam -ks- İslâmî nizamın temel prensipleriyle teşkilat ve bünyesini gerekli ıslahatlar ve düzenlemelerle daha bir sağlamlaştırıp mükemmelleştirebilmek amacıyla dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei’ye yazdığı hş. 4.2 68 tarihli direktifinde, sözkonusu yazılı metinde belirlenen ilkeler çerçevesinde, anayasanın yeniden gözden geçirilip gerekli ıslahatlarda bulunulması için tayin etmiş olduğu bir uzman heyeti tanıtıyordu. Bu ve benzeri karar ve direktifler, İslâm devletinin temel yapısının güçlenip pekiştirilmesi ve İslâm hükümlerinin en iyi şekilde uygulanabilmesi için gerekli ortamın yaratılması yolunda İmam’ın -ks- ne kadar içten ve yorulmak bilmez bir çaba içinde çalıştığını ortaya koymaktadır.

 

g – İmam’ın Vefatı

Doksan yaşma yaklaştığı halde İslâm ümmetinin teali ve ilerlemesi yolunda durup dinlenmeksizin çalışan İmam Humeyni -ks- ilerleyen yaşına rağmen hala dünyanın en faal liderlerinden biri olma özelliğini koruyordu. İnanılmaz bir çalışma temposu vardı onun. Ülkenin resmi matbuatının rapor, yorum ve önemli haberlerini mütalaa etmek, onlarca haber bültenini gözden geçirmek, İran’daki günlük tv. ve radyo haberlerini dinlemenin yanısıra, yabancı radyoların siyasi yorum ve haberlerini dinlemek, İmam Humeyni’nin -ks- hiç aksatmadığı günlük çalışmalarının önemli bir kısmını teşkil etmedeydi. Düzenli, disiplinli ve programlı bir yaşam sürdürmesi, ötedenberi en belirgin özelliği olagelmişti. Günün ve gecenin belli saatlerinde meşgul olduğu ibadet, dua ve Kur’an okuma programını hiçbir zaman aksatmadığı bütün yakınlarınca bilinmektedir. Mütalaaları arasında yine belli zamanlarda kısa yürüyüşler yaparak düşünür, aynı zamanda zikir ederdi. Bu programlı yaşamın paralelinde üst düzey yetkililerle yaptığı görüşme, toplantı ve yoğun çalışmalarına rağmen halkın çeşitli kesimleriyle görüşme ve irtibatını yakından sürdürmeyi asla ihmal etmez; bilhassa her hafta mutlaka bir kez şehit ailelerine mahsus görüşme ve serbest ziyaret programını her şeye rağmen uygulardı (bereketli ömrünün son haftalarına kadar da bu programı samimiyetle sürdürmesi, düşmanlarını bile takdir duyguları içinde bırakacaktı).

İmam -ks- kalp hastalığına ve hş. 1358 (1980)’de bir müddet Tahran kalp hastahanesinde tedavi görmesine rağmen vefatı bu hastalıktan olmayacak, solunum sistemindeki rahatsızlığı nedeniyle dar -ı bekaya göçecekti. Kendisini tedavi etmekte olan doktorların tavsiyesiyle ameliyat olacak, 10 günlük bir yoğun bakımdan sonra hş. 1368 Hordad’ının 13’üne müsadif 2 Haziran 1990 Cumartesi akşamı saat 22. 20’de canlar sahibine ruhunu teslim edecekti. Şehidler diyarı İran milletinin sevgili rehberiyle son görüşme ve vedalaşması iki gün iki gece sürmüş ve bu süre zarfında o nur imamının mutahhar na’şı Tahran musallasında siyahlara bürünmüş hak aşığı pervanelerin meşalesi kesilmişti.

İmam’ın -ks- rıhleti haberi bütün İslâm dünyasını dalga dalga sarmış ve dünyanın dört bir yanındaki inkılâbî biatlilerini tarifi imkansız bir hüzne boğmuştu. Mutahhar na’şı, yurtiçi ve yurtdışından imamlarını beka diyarına uğurlamaya gelen kadınlı erkekli milyonlarca inkılâbî Müslümanın katıldığı görülmemiş bir kalabalığın eşliğinde, Tahran şehidler mezarlığı olan Beheşt-i Zehra’nın hemen yakınındaki bir mahalde toprağa verildi. Yabancı haber muhabirlerini şaşkına uğratan bu muazzam cenaze merasimi ve yas törenlerine katılanların sayısı, yine birçok yabancı muhabirin de tespit etmiş olduğu üzere 17 milyonu aşmadaydı.

Eşsiz bir lider ve imamını olduğu gibi, sevecen ve şefkatli babasını da kaybeden İran halkı bu elim hadise üzerine 40 gün yas tuttu. Bu süre zarfında bütün bir İran baştanbaşa karalar giymiş, bütün cadde ve sokaklara siyah bayraklar asılmış ve İslâm ümmeti; bu yüce dinin değerlerini olanca berraklığıyla ihya eden İmam’ına ağlamıştı. İmam Humeyni’nin -ra- mutahhar makberi bugün yurtiçi ve yurtdışından gelen İslâm, hak, adalet, bağımsızlık ve hürriyet aşıklarının ziyaretgahı durumundadır.

h – Ailesi ve Çocukları

İmam Humeyni -ks- hş. 1308’e müsadif 1930’da takvasıyla tanınmış alimlerden merhum Ayetullah Hacı Mirza Muhammed Sakafî Tahrani’nin yine bir alime olan kızıyla evlendi. Bu evlilikten dünyaya gelen 8 çocuk şunlardı: Şehid Ayetullah Hacı Mustafa Humeyni -ks-, Ali (dört yaşında öldü), merhum Ayetullah İşraki’nin zevcesi olan Sıddıka Mustafavi hanım, A’rabi Bey’in hanımı Feride Mustafavi hanım, dr. Brucerdi’nin zevcesi Zehra Fehime Mustafavi hanım, 7 aylıkken ölen saide, merhum Hüccet’il İslâm ve’l Müslimin Hacı Ahmed Humeyni ve yine henüz küçük yaşta ölen Latife adlı bir kız çocuğu.

İmam Humeyni -ks- siyasi mücadele hayatına yalnız atılmış ve bu mücadele boyunca da kimseden yardım ummayarak sadece Allah’a dayanıp, O’na güvenmişti. Ne var ki bu izzetli İslâmî mücadelesinde daima ona yardımcı olan, onunla omuz omuza savaşan değerli oğlu Hacı Mustafa Humeyni’nin de bu mücadelede payı büyüktü. İnkılabi elemanların örgütlenip teşkilatlandırılması, gerekli bilgi ve haberlerin temini, İmam’ın gizli mesajlarının büyük alimlere ve siyasi grup liderlerine ulaşmasını sağlama, inkılabi kişi ve elemanlarla irtibat kurma… vb. faaliyetleri sonunda tutuklanan Ayetullah Mustafa Humeyni, şah rejimini ürküten kişilik ve çalışmaları nedeniyle bir süre hapiste tutulduktan sonra serbest bırakılır bırakılmaz tıpkı babası gibi, rejim tarafından önce Türkiye’ye, ardından da Irak’a sürgün edildi. İslâm inkılabının zaferinden bir yıl önce şehid edilmesinin nedeni de İslâmî hareketin oluşumu ve gelişmesinde oynadığı önemli rol olmuştur.

Bu ağır mesuliyeti şehadetine kadar onun omuzlarına yüklemiş olan takdir-i ilâhî, ağabeyinden sonra genç fakat tıpkı onun gibi yiğit ve dirayetli kardeşi Ahmet Humeyni’yi seçecekti bu hassas görev için. Hacı Ahmed, bu acı olaydan önce sadece yüksek medrese tahsiliyle meşgul gibi görünse de gerçekte o da ağabeyi gibi İslâmî harekete yardımcı olmakta ve başta Kum gelmek üzere İran’daki bütün medreselere yönelik bir çalışma yürütmekteydi. İmam’ın -ks- Necef’teki evinin, İslâm inkılabının liderlik ve yayılma merkezi olduğu dönemlerde evin iç ve dış sorumluluğu, inkılabın gidişatı ve rehberliğiyle ilgili özel görüşmeleri ayarlama, inkılapçı Müslümanların İmam’la (zaruri durumlarda) görüşmelerini tertipleme, İran’daki inkılabî çalışmaların gelişme ve boyutlarıyla ilgili olarak İmam’a sıhhatli ve dakik raporlar sunma, İmam’ın -ks- emir ve direktiflerini ilgili mücadele elemanlarına iletme, rejime karşı mücadele veren yurtiçindeki inkılâbi gruplarla yakın temaslarda bulunma… vb. mesuliyetler hep merhum Hacı Ahmed’e aitti.

Müslüman İran halkının İslâmî mücadelesinin giderek bütün ülkeyi sarmaya başladığı kritik günlerde ve inkılap lideri İmam Humeyni’nin -ks- Fransa’ya hicreti ve oradan İslâmî İran’a dönüşü, ardından İslâm inkılabının zafer günleri ve sonrasında Hacı Ahmet Humeyni güvenilir bir müşavir ve danışman, basiretli bir politikacı, yılmaz bir mücahid, zeki bir koruma muhafızı, yakın ve emin bir sırdaş, ihlaslı ve samimi bir mürid olarak daima babasının yanında yer alarak onu bir lahza olsun yalnız bırakmadı; Allah rızasını umarak muradının ve mürşidinin izinden bir an olsun ayrılmadı. Onun, rahmetli İmam’ın -ks- hemen yanıbaşında yeralarak bu nur kaynağının ışığında İslâma ve Müslüman ümmete sağladığı bereket ve faydaları, İslâm inkılabının çeşitli zaman ve merhalelerinde sık sık müşahede edebilmek mümkündür.

Merhum hüccet’il İslâm ve’l müslimin Hacı Ahmet Humeyni, İmam’ın -ks- rıhletinden sonra han İslâm Cumhuriyeti ve İslâm inkılabına hizmet amacıyla çeşitli kültürel ve siyasi kuruluşlarda fahri olarak çalıştı; kimi zaman fikir verip kılavuzlukta bulundu, kimi zaman basit bir nefer gibi gece gündüz demeksizin inkılap için durup dinlenmeksizin çalıştı; her hal-ü karda, inkılabın en önde gelen isimlerinden biri olarak daima rehbere ve nizamın yetkililerine güvenilir bir müşavere verdi. İslâm inkılabının sevgili rehberi İmam’ın -ks- kitaplarıyla, konuşma bildiri ve mesajlarından oluşan hacimli eserleri ve o büyük imamın fikir ve düşüncelerini” muhafaza ve neşri için “İmam Humeyni’nin -ks- eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi”nin organizesini ele aldı; ayrıca, İmam’ın -ks- mutahhar makberini, İslâm inkılabının nurlu ilham kaynağı olarak ihya ve imar sorumluluğunu üstlendi. Hacı Ahmed Humeyni -rahmetullah aleyh- kalp hastalığı neticesinde bu fani diyardan beka alemine göçtüğünde (hş. 26. 12. 73 = mil: 16 Mart 1995) İmam’ın Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi’yle mutahhar makberi, layık olduğu kültürel değer, konum ve prestije ulaşmıştı. Hacı Ahmed’in Allah’ın rahmetine kavuşması üzerine, onun da vasiyet ettiği üzere İmam’ın Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi’yle İmam’ın mutahhar makberinin mütevelliliği, merhum Hacı Ahmed’in büyük oğlu Hüccet’il İslâm ve’l müslimin Hacı Seyyid Hasan Humeyni’ye devredildi; böylece o nur imamının nurlu yolu daima ışıl ışıl parlaklığını koruyacak ve hatırası ebediyen zihinlerde ve kalplerde yaşamaya devam edecekti.

İmam -ks- bütün yaşamını yüce İslâm dininin emir ve kurallarına göre tanzim ettiğinden, fevkalade sade bir hayatı vardı; bu samimi sadelik, inancından kaynaklanmış olduğu için ister siyasi hayatının inişli çıkışlı evrelerinde, ister hapis, sürgün, hicret ve inkılabın zaferinden sonraki yıllar gibi birbirinden çok farklı şartlar altında olsun, hiçbir zaman değişmedi, her zaman sade oldu ve sade yaşadı. Haber ve yorum hazırlamak üzere İran’a gelen yabancı TV ve haber ajansları muhabirleriyle tanınmış gazeteci ve yazarlar, rahmetli İmam’ın -ks- son derece sade yaşamını gözler önüne seren evini ve evindeki eşyaları gördüklerinde hayretlerini gizleyememekte ve bu düşündürücü gerçek karşısında düşmanları gizlice ve içten içe bir takdir duygusuna kapılırken, onu sevenler sevgili imamlarının bu samimi ve gerçek bir “Allah kuluna yaraşır” hayat tarzı karşısında gözyaşlarını tutamamaktadırlar. Bilhassa hayatını “Muhammedi öz İslâm” la tanzim etmemiş olan tanınmış dini ve siyasi liderlerin şatafatlı debdebeli ve gösterişli lüks hayatlarından çok farklı bir yaşamı vardı onun çünkü… 0 nur imamının sade yaşamını gören herkes ister istemez gerçek takva sahibi Allah kullarının, enbiyaullah ve evliyaullahın yaşamını hatırlamakta ve imamın yegane öncülerinin bu seçkin ilâhî kullar olduğunu bilfiil müşahede edebilmektedir.

ı – Kitapları, Konuşmaları, Mesaj ve Bildirileri

Dini, siyasi, ahlaki, fıkhi, usuli, felsefi, sosyal ve edebi sahalarda İmam’dan -ks- geriye kalan yüzlerce cilt eser, çağın sorunlarına İslâmî açıdan mükemmel çözümler ve yorumlar getirmektedir. Bir kısmı çeşitli ülkelerde çeşitli dilere çevrilmiş ve çevrilmekte bulunan bu muazzam eserlerin pek çoğu hala yayınlanabilmiş değildir. Kirada oturduğu için ev taşırken ve bilhassa zalim şah düzeninin Savak elemanlarınca evi defalarca basılıp bütün yazı ve kitaplarına defalarca gizli emniyet tarafından el konulduğundan, rahmetli İmam’ın -ks- ilmi açıdan pek değerli birçok eseri ne yazık ki bu mücadele fırtınasından nasibini almış ve zulüm düzeninin gadrine uğrayarak yok olmuştur. İmam’ın -ks-günümüze ulaşan ve her biri kendi hacminin kat kat fazlası şerh ve açıklama gerektiren eserlerinden bazısını, yazılış tarihlerine göre aşağıya aktarıyoruz:

1 – Şerh-i Dua -i Seher2 – Şerh-i Hadis-i Re’s-il Calut3 – Şerh-i Hadis-i Re’s-il Cülut’a haşiye4 – Şerh-i Kavâid-ur Rezeviyye’ye haşiye5 – Cunud-i Akl-i vel Cehl hadisine şerh6 – Misbah’ul Hidayet ila Hilafeti ve’l Velayet7 – Fusus’il Hikem şerhine haşiye8 – Misbah’ul Üns’e haşiye9 – Kırk Hadis şerhi10 – Sırrussalat (salat’ul arifiyn ve miracussalikin)11 – Adabussalüt12 – Risale-i Likaullah13 – Esfar’a haşiye14 – Keşf’ul Esrar15 – Envâr’ul Hidayet Fi Tâlikat-i ilel Kifayet (2 cilt)16- Bedayi-ud Durer Fi Kâidet-i Nefy’uz Zarar17 – Risalet’ul İstishâb18- Risalet-i fi’t Teadul Ve’t Rerâciyh19 – Risale’t-ul İçtihad ve’t Taklid20 – Minhec’il Vusul İlâ İlm’il Usul (2 cilt)21 – Risalet-i fi’t Taleb Ve’l İrade22- Risalet-i fi’t Tahiyye23 – Risalet-i fi Kâide-ti Men Melik24 – Risalet-i fi Tayiyn’el Fecr Fi’ leyâli’e1 Mugmere25 – Kitab’ul Tehâret (4 Cilt)26 – Talikat-i ilâ Urve’t-il Vuskâ27- Mekâsib-i Muharreme (2 cilt)28 – Tâ1ikat-i ilâ Vesile’t-un Necât29 – Risalet-i Necat’ul İbâd30 – İrs Risalesi’ne haşiye31 – Ayetullah’il Uzma Burucerdi’nin Usul Dersinden Takrirler32 – Tahrir’ul Vesile (2 cilt)33 – Kitab’uI Bey’ (5 cilt)34- Velayet-i Fakih / İslâm Devleti35 – Kitab’ul Hilel Fi’ Salüt36 – Cihad-ı Ekber / Nefisle Mücadele37 – İmam Humeyni’nin Derslerinden Takrirler38 – Tavzih’el Mesail Risâlesi / Tam ilmihal39 – Hamd Suresi Tefsiri40 – Istiftâat41 – Şiir Divanı42 – İrfâni Mektuplar43 – Siyasi-ilâhi Vasiyetnâme

Yukarıdaki eserlere ilaveten bugün İmam Humeyni’nin -ks-Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi arşivlerinde 1126 konuşma metni, 470 hüküm, ferman ve emirnâme, yurtdışındaki dini ve siyâsi liderlere yazılmış 367 mektup, tanınmış İranlı dini ve siyasi kişilere yazdığı 420 mektup ve 350 özel ve genel mesaj bulunmaktadır ki ayrı ciltler halinde “Kevser Külliyatı” olarak basılmaktadır. Özel ve genel fihrist ekiyle 1 ciltlik Miftah-ı Sahife’yle birlikte neşrolunan 22 ciltlik “Sahife-i Nur”, bugüne değin İmam’ın -ks- konuşma, emirname, ferman, mesaj ve bildirileri sahasında yayınlanan, mevcut en derli- toplu külliyat sayılır.

Read 1966 times