
کارگر
NYT: Kasım Süleymani, O Ülkelerle Görüşmeleri Organize Ediyordu
ABD'nin New York Times (NYT) gazetesi, BAE'nin Eylül 2019'da Washington yönetiminden habersiz İran ile gizli görüşmeler yaptığını ve görüşmelerin ocak ayı başında ABD saldırısında öldürülen Süleymani tarafından planlandığını yazdı.
ABD'nin Körfez'deki müttefikleri, özellikle İran karşıtlığıyla bilinen ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'un Eylül 2019'un başlarında Başkan Donald Trump tarafından görevden alınması ve Suudi Arabistan'ın petrol tesislerine saldırıların ardından Washington'un İran'la askeri çatışmadan kaçınması üzerine Trump yönetiminin bu ülkeye yönelik "azami baskı" politikasını sorgulamaya başladı.
Bunun üzerine BAE, ABD'nin onayı olmadan İran ile gizli görüşmelere başladı. Eylül ayı sonunda BAE'nin başkenti Abu Dabi'ye gelen İranlı üst düzey yetkililer ile BAE arasında bölgedeki gerginliğin düşürülmesi adına görüşmeler yapıldı.
Benzer görüşmelerin aynı dönemde Irak ve Pakistan arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile İran arasında da yapıldığını yazan NYT, söz konusu görüşmelerin 3 Ocak'ta Bağdat Havalimanından çıkışı sırasında ABD saldırısına uğrayan İranlı general Süleymani tarafından organize edildiğini aktardı.
"İran ile ABD'nin Körfez'deki müttefikleri arasındaki görüşmeler, ABD ve İsrail'i endişelendirdi"
Bölgede İran'a karşı ABD ile birlikte hareket eden BAE'nin Tahran ile görüşmelere başlamasının öğrenilmesi Washington yönetiminde İran'a karşı "azami baskı" politikasının çökeceği endişesini doğurdu.
NYT, bir istihbarat yetkilisine dayandırarak, konunun ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun ekim ayında İsrail'i ziyaretinde İsrail İstihbarat Servisi Mossad'ın Başkanı Yossi Cohen ile görüşmesinde gündeme geldiğini ve Cohen'in İran karşıtı koalisyonun çökeceğine yönelik endişesini Pompeo'ya aktardığını yazdı.
İran'ın bölgedeki askeri-istihbari operasyonlarının başındaki isim olarak bilinen İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü'nün eski komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis'in de aralarında bulunduğu 10 kişi, 3 Ocak'taki ABD saldırısında hayatını kaybetmişti.
ABD Başkanı Trump, Süleymani'nin bölgedeki dört ABD Büyükelçiliğine saldırı düzenlemeyi planladığı için öldürüldüğünü öne sürmüş ancak ABD Savunma Bakanı Mark Esper, bu konuda kesin bilgi olmadığını açıklamıştı.
Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi ise Süleymani'nin kendisine İran'dan Suudi Arabistan'a bir mesajı iletmek için Bağdat'a davet edildiğini belirterek, "Kendisiyle, öldürüldüğü sabah buluşacaktım. Suudi Arabistan'dan İran'a gönderilmesine aracılık ettiğimiz bir mesajın yanıtını getiriyordu." demişti.
Süleymani'nin öldürülmesinin ardından İran 8 Ocak'ta ABD'nin Irak'taki Ayn el-Esed Hava Üssü'nü balistik füzelerle hedef almıştı. Saldırıda ABD askerlerinin kayıp vermediğini duyuran ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), daha sonra saldırıyla ilgili 109 ABD askerine "travmatik beyin hasarı" teşhisi konulduğunu açıklamıştı.
Kevser Suresi Ve Hz. Fatıma
Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:“Rahman, Rahîm Allah'ın adıyla. (Ey Habibim!) Biz sana Kevser'i verdik. şu hâlde Rabbin için namaz kıl ve (tekbir alırken) ellerini boğazına kadar kaldır. şüphesiz asıl soyu kesik olan, sana kin duyandır.”
Kur'an-ı Kerim, açık ve anlaşılır bir kitap olarak beşerin istifadesine sunulmuştur ki onun ayetleri üzerinde dikkatle düşünsünler, ondan azami derecede faydalansınlar. Kur'an üzerinde ne kadar dikkatlice düşünür ve onu derin bir şekilde mütalâa edersek, yeni yeni bilgilere ulaşırız ve yüzümüze yepyeni kapılar açılır. Burada Hz. Fatıma-ı Zehra'nın bereketli doğum günü münasebetiyle mübarek Kevser suresini ele alıp, Kur'an üzerinde tefekkür ederek nasıl yeni bilgilere ulaşıldığının bir örneğini sunacağız.
Bu mübarek sure hakkında çok söz söylenmiştir, ama bizim çabamız, bu surenin tefsirinde yeni bir mesaj sunabilmektir.
Asıl bahsimize girmeden önce giriş olarak bir konuya değinmek istiyoruz: Kur'an-ı Kerim'in 114 suresi içerisinde en küçük ve en kısa sure, Kevser suresidir. çünkü üç ayetten fazla değildir. Kur'anı kerimde üç ayetli olan sureler Asr suresi, Nasr suresi ve Kevser suresidir ve bunlar içerisinde en kısa olanı, Kevser suresidir. Nasr suresi 19 kelimeden, Asr suresi ise 14 kelimeden oluşur, oysa Kevser suresi 10 kelimeden meydana gelmiştir. Harf hesabıyla da Nasr suresi 77 harf, Asr suresi 68 harf ve Kevser suresi 42 harften müteşekkildir.
Değinmek istediğimiz konu şudur: Bu sure, bu kadar kısa olmasına rağmen Kur'an-ı Kerim'in bütün ayetleri için geçerli olan genel mucizevî yönünün yanında birkaç ayrı mucizevî yöne de sahiptir ki, bahsimizin arasında onlara işaret edeceğiz.
Şimdi asıl bahsimize geçelim: Bu sure, Hz. Fatıma ile ilgilidir. Allah-u Tealâ, Peygamberine şöyle hitap ediyor: “Biz sana Kevser'i verdik.” Yani Zehra'yı verdik.
Acaba Hz. Fatıma-ı Zehra'nın adı Kevser midir ki bu sure bu şekilde tefsir ve tercüme ediliyor? Hz. Fatıma'nın isimlerine baktığımızda o isimlerin içinde “Kevser”in zikredilmediğini görüyoruz. Bu yüzden Hz. Fatıma-ı Zehra'nın ismi Kevser olmadığı için bu ayet-i kerimenin anlamı, “Biz sana Zehra'yı verdik.” şeklinde anlaşılmamalıdır.
Aynı şekilde bu mübarek sureyle ilgili hadislere baktığımızda bu ayet-i kerimede Kevser'in Hz. Fatıma-ı Zehra olduğuna dair bir hadis bulunmamaktadır.
Öyleyse Kevser'in Hz. Fatıma-ı Zehra'nın isimlerinden biri olmadığına ve Hz. Fatıma'nın Kevser olduğuna dair bir hadis bulunmadığına göre, bazı âlimler ve müfessirler, bundan maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğunu nasıl söylemişlerdir?
Cevap şudur: Değerli âlimler ve müfessirlerimiz, bu sure üzerinde derin bir teemmül ve tefekkürle, maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğu sonucuna varmışlardır.
Biz, “Kevser” kelimesinin lügat manasının daha iyi aydınlanabilmesi için yaklaşık on tane lügat kitabı ve edebî yönü ağırlıklı olan tefsire müracaat ettik.
Lisan'ül-Arap adlı sözlükte, “çok olan her şeye ‘Kevser' denir.” diye geçmektedir.
Mishab-ı Feyyumî'de şöyle geçer: “Kevser, sayıca çok olan demektir.”
Zemahşerî, Esas'ul-Belâğa adlı eserinde şöyle der: “Kevser, sayısı çok olan şey demektir.”
Şeyh Tusî, et-Tibyan adlı tefsirinde şöyle der: “Kevser, tabiatında çokluk olan şey demektir.”
Merhum şeyh Tabersî, Mecma'ul-Beyan adlı tefsirinde, “Kevser, tabiatında çokluk olan şey demektir.” der. Yani, şeyh Tusî'nin aynı ibaresini kullanır.
Zemahşerî, el-Keşşaf adlı tefsirinde Kevser'i, çokluğu aşırı derecede olan şey şeklinde açıklar.
Ebu's-Suud Tefsiri'nde şöyle denir: “Kevser, aşırı derecede çok olan şey demektir.”
Bu ibareleri yan yana koyduğumuzda şu neticeye varıyoruz: Kevser, yani oldukça çok olan şey.
Öyleyse ayeti lügat manasına göre tercüme edersek, demeliyiz ki: Allah-u Tealâ, Peygamberine şöyle buyuruyor: “Biz sana oldukça çok bir şey verdik.”
Kevser, lügatte oldukça çok bir şey manasına geldiğinden müfessirlerimiz demişlerdir ki: Allah-u Tealâ, Peygamberine oldukça çok bir şey verdiğini açıkladığına ve bunu ona verilen büyük bir nimet olarak zikrettiğine göre, o şey kesinlikle şer değildir. çünkü Allah-u Tealâ'nın, aziz Peygamberine, biz sana oldukça çok bir şey verdik buyurup da bundan şerri kastettiği düşünülemez.
Bu yüzden tefsir kitaplarında “Kevser”in, “hayr-ı kesir=çok hayır” veya “bütün hayırlar” ya da “dünya ve ahiret hayrı” anlamına geldiği söylenmiştir.
Öyleyse lügat kitapları ve Kur'an'ın edebî yönüne ağırlık veren eski tefsirlere başvurduğumuzda karşımıza şöyle bir anlam çıkıyor: Allah-u Tealâ, Peygamberine buyuruyor ki: “Biz sana hayr-ı kesir verdik, biz sana dünya ve ahiret hayrı verdik, biz sana bütün hayırları verdik.”
Daha sonra tefsir kitaplarında, Rasulullah'a verilen bu hayr-ı kesirin, dünya ve ahiret hayrının ve bütün hayırların ne olduğu söz konusu olmuştur.
Bazıları, “Maksat, Kur'andır.” demişler, “çünkü Kur'an, hayır ve bereketin kaynağıdır, Kur'an'da dünya ve ahiret hayrı vardır ve Kur'an bütün hayırları kapsamaktadır.”
Bazı müfessirler, “Maksat, nübüvvettir. çünkü nübüvvet, dünya ve ahiret hayrıdır. Nübüvvet, hayrın tamamıdır. Nübüvvet, hayr-ı kesirdir.” demişlerdir.
Bazı tefsirlerde, hayr-ı kesir (çok hayır) olan Kevser'in ne olduğu hususunda yirmi altıya yakın farklı görüş nakledilmiştir.
Bazıları, “Maksat, Müslümanların çokluğudur.” demişlerdir.
Bazıları, “Maksat, şefaattir.” demişlerdir.
Bazı hadislerde, “Kevser, cennette bir nehirdir.” denmiştir.
Ancak biz, bazı karinelerden yola çıkarak bu mübarek surede Kevser'den maksadın ya özellikle Hz. Fatıma-ı Zehra ya da Hz. Fatıma-ı Zehra'yı da kapsayan bir mana olduğunu düşünüyoruz.
Öyleyse bazı müfessirlerin söyledikleri gibi bu ayet-i kerimede Kevser'den maksat, Kur'an veya nübüvvet değildir. Bilâkis maksat, Hz. Fatıma-ı Zehra'dır. Bir kere daha tekrar edelim ki biz, Kevser'in, Hz. Fatıma'nın ismi olduğunu veya hadislerde bu şekilde tefsir edildiğini söylemiyoruz. Biz diyoruz ki: Bazı büyük âlimler, bu surenin ayetleri üzerinde tedebbür edip iç ve dış karineleri göz önünde bulundurarak şu neticeye varmışlardır ki Kevser'den maksat, Hz. Fatıma-ı Zehra ya da Hz. Fatıma-ı Zehra'yı da kapsayan bir manadır.
Şöyle ki: Hicrî sekizinci yüzyılda yazılmış çok değerli tefsirlerden olan Tefsir-i Nişaburî'de şöyle deniyor:
“İbn-i Abbas, Mukatil ve Kelbî gibi bütün müfessirler şöyle demişlerdir: As b. Vail ve Kureyş'in ileri gelenlerinden bir kısmı diyorlardı ki: ‘Muhammed ebterdir, soyu kesiktir. çlümünden sonra yerine geçecek bir oğlu yoktur. O öldükten sonra ismi zikri unutulacaktır ve biz böylece ondan kurtulmuş olacağız.' Onlar bu sözü söylediklerinde Peygamber'in Hatice'den olan oğlu Abdullah ölmüştü. Bu sözler üzerine Allah-u Tealâ, bu sureyi indirerek onlara, Muhammed'in (s.a.a) soyunun kıyamete kadar devam edeceğini ve İslâm dinin sürekli yükseliş ve artışta, küfrün ise sürekli yenilgi ve çöküşte olacağını bildirdi.”
Bu olay öncesinde Allah Resulü'nün Kasım ve Abdullah isimlerinde iki oğlu vardı. (Bu iki çocuk başka isimlerle de çağrılıyorlardı. Dolayısıyla da eğer başka isimler duyarsanız, bunların farklı kişiler olduklarını zannetmeyin. Daha sonra Allah-u Tealâ ona İbrahim adında bir oğul daha verdi. Allah Resulü'nün çocukları için duyduğumuz çeşitli isimler, bu üç oğluna aittir.) Biset ve risaletin başlangıcında Allah Resulü'nün Kasım ve Abdullah isimli bu iki oğlu vefat etti. As b. Vail adında bir şahıs Peygamber'le karşılaştı ve biraz onunla sohbet ettikten sonra Kureyş büyüklerinin yanına geldi. Mescid-i Haram'da oturan Kureyş büyükleri ona, kiminle sohbet ettiğini sordular? O cevaben, “Bu ebter, yani soyu kesik şahısla.” dedi. çünkü iki oğlu da vefat etmişti ve onun yerini alacak oğlu kalmamıştı. Maksadı şuydu: Peygamber vefat ettiğinde ardında bir oğlu olmadığı için birincisi; onun nesli kesilecektir. İkincisi; dünyadan gittiğinde adı ve şanı da unutulacak ve azametle anılmayacaktır. ççüncüsü; dini ortadan kalkacaktır. Dördüncüsü; biz baki kalacağız.
Bu sırada Kevser suresi nazil oldu. Yani bu mübarek surenin nüzul sebebi, müşriklerin ileri sürdüğü bu dört iddiadır.
İlk iddia: Peygamber vefat ettiğinde oğlu olmadığı için nesli kesilecektir.
İkinci iddia: Oğlu olmadığı için adı tarih sahnesinden silinecek ve azametle anılmayacaktır.
Üçüncü iddia: Vefat ettiğinde yerine geçecek kimse olmadığından dini ortadan kalkacaktır.
Dördüncü iddia: Resulullah'ın düşmanları olan bizler baki kalacağız.
Tefsir-i Nişaburî'de deniyor ki: “Bu sohbetler Resulullah'ın düşmanları tarafından konu edildiği zaman Allah-u Tealâ bu sureyi nazil etti.”
Öyleyse bu sure o dört iddiaya cevap olarak indirilmiştir. Bu nedenle bu sureyi öyle bir şekilde açıklamalıyız ki o dört iddiaya cevap olabilsin. Her kim bu sureyi o dört iddiayla irtibatlandırmadan tefsir ederse, sure üzerinde yeterince teemmül etmemiştir.
Bazı müfessirler, Kevser'den maksadın Kur'an olduğunu söylemişlerdi. Ancak, acaba Allah-u Tealâ'nın Peygamberine Kur'an'ı indirmesi, o dört iddiaya cevap olabilir miydi? Çünkü onların bir iddiası da, Peygamber'in soyunun kesilecek olmasıydı. Acaba Peygamber'e Kur'an'ın verilmesi, Peygamber'in neslinin kesilmemesini sağlıyor muydu? Öyleyse bu söz doğru değildir.
Bazı müfessirler, maksadın nübüvvet olduğunu söylemişlerdi. Acaba nübüvvetin verilmesi, Peygamber neslinin devamını sağlar mıydı? Öyleyse bu ihtimal de doğru değildir.
Bazıları da, Kevser'den maksadın neslin çokluğu olduğunu söylemişlerdir. Fakat onlar diyorlardı ki: Resulullah vefat ettiğinde nesli kesilecek ve dini de ortadan kalkacaktır. Öyleyse ayetin manası, “Senin neslin de baki kalacak, dinin de.” şeklinde olmalıdır ki onlara cevap olabilsin. Eğer maksat, sadece neslin çokluğu olsaydı, bu da yeterli cevap olmazdı. Çünkü neslin çokluğu, dinin baki kalmasına neden olmaz.
Ama Kevser'den maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğunu söylersek, o zaman söz konusu her dört iddianın da cevabı verilmiş olur.
Onların diyorlardı ki: Resulullah'ın gitmesiyle, Peygamber'in nesli kesilecektir.
Kur'an diyor ki: Allah, Peygamber'e Fatıma'yı verdi ve Fatıma vasıtasıyla Peygamber'in nesli kıyamete kadar baki kalacaktır.
Onlar diyorlardı ki: Peygamber'in gitmesiyle adı da ortadan kalkacaktır.
Kur'an diyor ki: Allah, Peygamberine Fatıma'yı verdi ve Fatıma'nın evlâtları vasıtasıyla Peygamber'in adı ve yâdı her zaman baki kalacaktır. (Fatıma'nın evlâdı İmam Hüseyin (a.s) şehadetiyle, İmam Sadık (a.s) ise ilim ve öğretilerini neşretmekle Peygamber'in adının ortadan kalkmasına izin vermeyeceklerdir.)
Onlar diyorlar ki: Peygaber'in gitmesiyle onun dini ortadan kalkmış olacaktır.
Kur'an diyor ki: Allah, Peygamber'e Fatıma'yı verdi ki, onun ve evlâtlarının vasıtası ile Peygamber'in dini her zaman için baki kalsın. Yani Fatıma (s.a) ve onun evlâtları Resulullah'ın dininin ortadan kalkmasına izin vermeyeceklerdir.
Peygamber'in vefatından sonra meydana gelen olaylarda Hz. Fatıma'nın fedakârlıkları Resulullah'ın dininin baki kalmasına sebep olmuştur. Daha sonra da Hz. Hüseyin'in şehadeti ve diğer imamların zahmetleri, aynı fonksiyonu üstlenmiştir. Öyleyse bu sure üzerinde tefekkürle şu neticeye varıyoruz: O keveser, o hayr-ı kesir, o dünya ve ahiret hayrı ve Allah'ın Peygamber'e verdiği o bütün hayırlar Fatıma'dır.
Fatıma (s.a) hayrın merkezidir. Fatıma'nın isimlerinden biri de Mübareke'dir. Biliyoruz ki Allah-u Tealâ ve Resulullah'ın Fatıma, Ali ve diğer hidayet imamlarına verdikleri isimlerin hepsinin bir vech-i tesmiyesi, bir sebebi ve hikmeti vardır. Hadis kaynaklarımızda Fatıma'nın neden Fatıma diye isimlendirildiği açıklanmıştır. örneğin bir hadiste, Fatıma'nın Fatıma diye adlandırılmış olması, “insanların onun hakikati ve künhünü tanımaktan kesilmiş (âciz) oldukları” şeklinde gerekçelendirilmiştir.
Evet, beşer Fatıma'yı tanıyamaz. Beşeriyet Fatıma'yı tam anlamıyla tanımaktan kesilmiştir. Fatıma lafzının kökü olan “fatm” kelimesi, lügatte kesmek ve ayırmak anlamına gelmektedir. Örneğin, çocuğu sütten kesmek için bu kelime kullanılır.
Bir başka hadiste İmam Sadık şöyle buyuruyor: “Fatıma, bütünüyle şerden ayrıldığı için ona bu ad verilmiştir.”
Bazı hadislerde Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yüce Allah, kızım Fatıma'yı ve onun dostlarını cehennemden ayırdığı ve necat ehli oldukları için ona Fatıma adı verilmiştir.”
Buna göre, Fatıma'ya “Mübareke” isminin verilmiş olması da, mutlaka bu büyük hatunun bereket ve hayrın merkezi olmasından dolayıdır. Hayr-ı kesir, çok hayır anlamında olan “Kevser” de, ifade ettiği mana itibariyle “Mübareke” ismiyle tam bir uyum içerisindedir.
Buraya kadar, Tefsir-i Nişaburî'de sahabe ve tabiînden olan müfessirlerden aktarılan nüzul sebebinin de yardımıyla şu neticeye varıyoruz: Kevser'den maksat, Fatıma-ı Zehra'dır.
Bir başka karine de şudur: Hz. Fatıma'nın velâdetinden önce Resulullah'ın (s.a.a) düşmanları, Resulullah'ın vefat etmesiyle hükümetin onların eline geçeceğini ve İslâm'ın ortadan kalkacağını zannediyorlardı. Ama Hz. Fatıma'nın mübarek velâdetiyle İslâm düşmanlarının sevinci kursaklarında kaldı. Ayrıca Hz. Fatıma'nın velâdet tarihiyle Kevser suresinin nüzul tarihi de aynıdır. Bu da bize şunu gösteriyor: Hayır ve bereketin kaynağı olan Hz. Fatıma'nın bereketli doğumundan sonra Allah-u Tealâ, Resulüne diyor ki: “Biz sana Kevser'i verdik.” Yani, biz sana Fatıma'yı verdik.
Böylece şu neticeye varıyoruz: Tefsir-i Nişaburî'de, keza diğer tefsir kaynaklarında nakledilen nüzul sebebi karinesi, nüzul tarihi karinesi ve diğer bazı karinelerden hareketle, bu surenin tefsiriyle ilgili olarak ortaya atılan görüşler arasında Kevser'den maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğu görüşünün sahih olduğu anlaşılıyor.
Dikkat ederseniz, bu ayet, bu sure ve mevcut karineler üzerinde iyice tedebbür ve tefekkür edilmesi sonucunda, daha önce eski müfessirlerin değinmemiş olduğu yeni bir mana ortaya çıkmıştır.
Eski tefsirlerde, Kevser'in manasına ilişkin olarak çeşitli ihtimaller verilmiştir ki bunlardan biri de, nesil ve zürriyetin çokluğudur. Ancak Kevser'den özellikle Hz. Fatıma'nın kastedilmiş olduğu söylenmemiştir. Fakat son dönem âlimlerinden bazıları, derin düşünce ve tefekkürlerinin neticesinde bu güzel, değerli ve cazip istifadeyi etmişlerdir.
ehlader
Hacı Kasım Süleymani'nin Vasiyetnamesinin Tam Metni
eneral Şehit Hacı Kasım Süleymani'nin vasiyetnamesinin tam metni, şehadetinin kırkıncı gününde yayınlandı.Hacı Kasım Süleymani'nin vasiyetnamesi şöyledir:
Bismillahirrahmanirrahim
Usul-ü dine şehadet ediyorum
Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, şehadet ederim ki, Muhammed O'nun resuldür ve şehadet ederim ki Ali bin Ebu Talip ve Onun evlatları olan on iki masum, imamlarımız ve Allah'ın hüccetleridir.
Şehadet ederim ki kıyamet haktır, Kur'an haktır, Cennet ve Cehennem haktır, sorgu sual haktır, mead, adalet, imamet ve nübüvvet haktır.
Allah'ım! Sana verdiğin nimetlerden dolayı şükrediyorum
Allah'ım! Beni asırdan asıra, zamandan zaman taşıdın ve benim öyle bir zamanda ortaya çıkmama izin verdin ki, Masumların zamanına yakın ve asrın en önemli velilerinden biri olan salih kul büyük Humeyni dönemini derk etmemi ve onun askeri olmamı sağladın. Eğer Muhammed Mustafa'nın sahabelerinden olma inayetine sahip olamasam da eğer Ali bin Ebu Talib'in ve masum ve mazlum evlatlarının döneminden mahrum olsam da, yine de beni onların izlediği ve kainatın ve dünyanın canı olan canlarını verdikleri yolda karar kıldın.
Allah'ım! Sana şükürler olsun ki, salih kul aziz Humeyni'den sonra büyük bir mazlum olan ve bugün, İslam'ın, Şia'nın, İran'ın ve İslam'ın siyasi dünyasının hekimi olan diğer bir salih kulun yani saygıdeğer Hamanei'nin (canım ona feda olsun) yolunda karar kıldın.
Allah'ım' Sana şükürler olsun ki, beni en iyi kullarının yani mücahitlerin ve şehitlerin yanında karar kıldın ve onların cennet misali yanaklarını öpmeyi ve ilahi kokularını solumayı bana nasip ettin.
Allah'ım! Ey Aziz ve Kadir ve ey Rahman ve Rezzak, utanç ve şükürle alnımı huzuruna getiriyorum, sana şükürler olsun ki, beni Şii mektebinde Fatıma'yı Ether'in ve evlatlarının yolunda ve İslam'ın geçek kokusunun yolunda karar kıldın ve beni Ali bin Ebu Talip'in ve Fatım'yı Ether'in evlatları için göz yaşı dökmekle nasiplendirdin, bu, en yüksek ve değerli nimetlerinden ne büyük bir nimettir, bu, öyle bir nimettir ki onda nur ve maneviyat vardır, içinde huzur olan bir sabırsızlık, içinde nur ve maneviyat olan bir gamdır.
Allah'ım!Sana şükürler olsun ki, beni fakir ama dinine bağlı, Ehi Beyt'e aşık bir anne babayla nimetlendirdin ve beni pak yolda karar kıldın. Senden acizane onları cennette velilerinle mahşur etmeni ve ahirette onların huzurunu ve varlığını derk edenlerden olmayı nasip etmeni niyaz ediyorum.
Allah'ım! Senin affına ümidim var
Ey Aziz ve ey eşi benzeri olmayan Halik ve Hekim olan Allah! Elim ve yolculuk çantam boş, ben azıksız bir şekilde senin af ve keremine sığınarak sana geliyorum. Benim bir azığım yok, çünkü kerim olan birinin yanında fakirin azık getirmesine ne gerek var!
Senin ümidinle fazl ve kereminle doluyum, kendimle birlikte sana iki kapalı göz getirdim ve bütün kirliliklerin yanında onun serveti çok değerli bir zahiredir ve o, Fatıma'nın Hüseyinine dökülen göz yaşıdır, Ehli Beyt'e dökülen göz yaşıdır, mazlumu, yetimi, zalimin kuşatması altındaki mazlumu savunmak için dökülen göz yaşıdır.
Allah'ım! Ellerimde ne sunmak için ne de savunma gücüne sahip hiçbir şey yok ama ellerimde bir şey zahire ettim ve ona umut ediyorum ve o da bu ellerin her zaman sana yönelmesiydi. Onları sana doğru kaldırdığımda, onları yere, dizlerime koyduğumda, dinini savunmak için onlarla silah tuttuğumda, bunlar benim elimin serveti oldular ve ben bunları kabul etmiş olmanı umut ediyorum.
Allah'ım! Ayaklarım halsiz, takati yok. Cehennem köprüsünden geçecek cesareti yok. Normal bir köprüden geçerken bile ayaklarım titriyor, vay bana ve Sıratına ki, bir saç telinden bile daha ince ve kılıçtan ise daha keskin; ama titremeyeceğime ve kurtulacağıma dair bir umudum var. Ben bu ayaklarla senin haremine ayak bastım, evinin etrafında döndüm ve Hüseyin ve Abbas'ın türbelerinde yalın ayak dolandım ve bu ayakları büküp topladım ve dinini savunmak için onlarla koştum, düştüm kalktım, ağladım, ağlattım, güldüm, güldürdüm, bu düşme ve kalkmalara umut ediyorum ve bunların hürmetine onları bağışla.
Allah'ım! Başım, aklım, dudaklarım, kulaklarım, kalbim ve bütün uzuvlarımın hepsi, "Ya Erhamerrahimin" ismine umut ediyorlar, beni kabul et, pak olarak kabul et, Öyle kabul et ki seni görme liyakatine sahip olayım, seni görmekten başka bir şey istemiyorum, benim cennetim senin yanındır, Ya Allah!
Allah'ım! Arkadaşlarımın kervanından geride kaldım
Allah'ım ve ey Aziz!
Yıllardır kervanın gerisindeyim ve sürekli birilerini senin huzuruna yolcu ediyor ama kendim geride kalıyorum, ama sen biliyorsun onları asla unutmadım. Her zaman onları yad ediyorum, sadece zihnimde değil, kalbimde, gözümde, göz yaşlarımda ve ahımda yad ediyorum.
Azizim! Cismim zayıflıyor. Kırk yıl huzurunda durmuş birini kabul etmemen mümkün mü? Halikim, mahbubum, aşkım, her zaman tüm vücudumu aşkınla doldurmanı, hasretinle yakmanı ve öldürmeni istedim.
Azizim! Ben senin ümidinle kış, yaz şehirlerden şehirlere, çöllerden çöllere gidiyorum. Kerim, habip, senin keremine umut bağladım, sen biliyorsun, ben seni seviyorum. Senden başkasını istemediğimi biliyorsun. Beni kendine bağla.
Allah'ım! korku bütün bedenimi kapladı. Ben nefsimi yenecek güce sahip değilim, beni rezil etme. Beni, saygılarını vacip kıldığın kişilerin hürmetine, onların hürmetine bir zarar vermeden senin huzuruna gelen kafileye kat.
Mabudum, aşkım, maşukum, seni seviyorum. defalarca seni gördüm, seni hissettim, senden ayrı kalamam, yeter. Beni kabul et, ama sana layık bir şekilde.
Mücahit erkek ve kız kardeşlerime hitaben
Dünyadaki sevgili mücahit kardeşlerim, ey başlarını Allah'a adayanlar ve canlarını avuçlarının içine alıp aşk pazarında satmaya hazır olanlar, inayet edin, İran İslam Cumhuriyeti, İslam'ın ve Şia'nın merkezidir.
Bugün Hüseyin bin Ali'nin üssü İran'dır. Bilin ki İran İslam Cumhuriyeti türbedir ve türbe kalırsa, diğer türbeler de kalacaktır. Eğer düşman bu türbeleri ortadan kaldırırsa, hiçbir türbe kalmayacaktır, ne İbrahim türbesi ne de Muhammedi türbe (s.a.v).
Kardeşlerim! İslam Dünyasının her zaman bir rehbere ihtiyacı vardır. Rehber, şer-i ve fıkhi olarak masuma bağlıdır. Dünyayı sarsan, İslam'ı yaşatan, Velyet-i Fakih'i bu ümmetin tek kurtuluş reçetesi olarak karar kılan en büyük alimin büyük Humeyni olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Bu yüzden dini olarak ona inanan siz Şiiler ve ona akli olarak inanan siz Sünniler, İslam'ı kurtarmak için her türlü ihtilafı bir kenara bırakmalısınız. Çadır, Peygamber'in çadırıdır. Dünyanın İslam Cumhuriyeti ile düşmanlığının asıl sebebi, bu çadırı yakmak ve yok etmek içindir. Vallahi, Vallahi, Vallahi, eğer bu çadır zarar görürse, Beyt'ullah, Medine'de Resulullah'n Mescidi, Necef, Kerbela, Kazımeyn, Samerra ve Meşhed de kalmayacak, Kur'an zarar görecektir.
İranlı bay ve bayan kardeşlerime hitaben
İranlı kardeşlerim, onurlu ve şanlı halk, ben ve benim gibilerin canı, yüz binlerce canı İslam'a ve İran'a feda eden size feda olsun, İlkeleri koruyun, ilke ve usul yani, Veliy-i fakih'tir. Özellikle hekim, mazlum, dinin, irfan ve marifetin fakihi aziz Hamanei'yi canınız olarak bilin ve onun saygısını kutsal sayın.
Kız ve erkek kardeşlerim, annem ve babam ve kıymetlilerim!
İran İslam Cumhuriyeti bugün en görkemli dönemini yaşıyor. Düşmanın size nasıl baktığının, peygamberinize nasıl nasıl baktığının, düşmanın Allah'ın peygamberine ve evlatlarına nasıl davrandığının, ona nasıl iftiralar attığının, onun pak evlatlarına nasıl davrandığının önemli olmadığını bilin. Düşmanın hakaretleri, baskıları sizi tefrikaya düşürmesin.
Bilin ve biliyorsunuz ki, Humeyni'nin en önemli hüneri, İran'a önce İslam'ı getirmesi ve sonra İran'ı İslam'ın hizmetine sunmasıydı. Eğer İslam olmasaydı, bu halka İslam ruhu hakim olmasaydı, Saddam bir kurt gibi, Amerika kuduz bir köpek gibi bu ülkeye saldırırdı. Ama İmam'ın hüneri, önce İslam'ı getirmesi, Aşura ve Muharrem, Sefer ve Fatımiyye günlerini bu halka getirmesiydi. İnkılapta inkılap yaratanlar, bu nedenle her dönemde sizin için, İslam için İran halkı ve toprakları için binlerce can feda etmiş, en büyük maddi güçleri aşağılamıştır.
Azizlerim, usul ve ilkelerde ihtilafa düşmeyin.
Şehitler hepimizin izzet ve haysiyetidir. Sadece bugün için değil, onlar her zaman Allah'ın engin denizine bağlanmıştır. Onları gözünüzde, kalbinizde ve dilinizde yüceltin. Aynı oldukları gibi. Çocuklarınızı onların isimleriyle ve resimleriyle tanıştırın. Hepinizin yetimleri olan şehit evlatlarına, edep ve saygıyla bakın. Onların eşlerine, anne ve babalarına saygı gösterin, çocuklarınızla ilgilendiğiniz gibi, onlarla da baba, anne, eş ve çocukların yokluğunda ilgilenin.
Bugün Veliy-i Fakih'in komutanı olduğu, sizi, mezhebinizi, İslam'ı ve ülkeyi koruyan Silahlı Kuvvetlerinize saygı gösterin. Silahlı kuvvetler, kendi evlerini korudukları gibi halkı, namusu ve toprakları korumalı edep ve saygı göstermelidir ve İmam Ali'nin buyurduğu gibi halkın izzet kaynağı, mustazafların ve halkın sığınağı ve ülkelerinin süsü olmalıdır.
Değerli Kirman halkına hitaben
8 yıllık kutsal savunma sırasında büyük fedakarlıklarda bulunan ve İslam' çok yüksek düzeyde mücahitler vermiş olan sevgili Kirman halkına hitaben de bir kaç sözüm var. Ben onlardan her zaman utanıyorum. İslam için sekiz yıl bana güvendiler. Kerbela-5, Fecr-8, Tarik'ul Kudüs, Feth'ül Mübin, Beyt'ül Mukaddes gibi savaşlara evlatlarınızı gönderdiniz ve Mazlum İmam Hüseyin bin Ali aşkıyla Sarallah isimli değerli ve büyük bir askeri birlik kurdunuz. Bu birlik keskin bir kılıç gibi defalarca halkımızı ve Müslümanları sevindirdi ve onların hüznünü giderdi. Azizler! Ben bugün ilahi takdir esasınca sizin aranızdan ayrıldım. Ben sizleri annemden, babamdan, evlatlarımdan, kardeşlerimden daha çok seviyorum. Çünkü onların canın bir parçası ve onların da benim canımın bir parçası olmasına rağmen sizlerle onlardan daha fazla birlikte oldum. Onlar da benim canımı size ve İran halkına nezir ettiğimi kabul ettiler.
Kirman'ın sonsuza dek velayetle kalmasını istiyorum. Bu vilayet, Ali bin Ebu Talip'in vilayetidir ve çadırı, Fatıma'nın Hüseyninin çadırıdır. Onun etrafında dönün. Sizinleyim. Hayatımda insanlığa ve duygulara siyasi renklerden daha çok önem verdiğimi biliyorsunuz. Ben sizin hepinize hitap ediyorum, beni kendinizden görün, kardeşiniz ve evladınız olarak görün.
İslam Cumhuriyeti ve İnkılabının devamı olan İslam'ı bu noktada yalnız bırakmamanızı vasiyet ediyorum. İslam'ı savunmak için dikkate ve akıllı olmaya ihtiyaç vardır. Siyasi konularda, İslam, İslam Cumhuriyeti, kutsallar ve Velayet- Fakih konusu gündeme geldiğinde, bunlar Allah'ın renkleridir ve Allah'ın renklerini bütün renklere tercih edin.
Şehit ailelerine hitaben...
Ey Şehit evlatları ve şehit anne ve babaları ve şehitlerin geride bıraktıkları, ey ülkemizin meşaleleri, ey şehitlerin dindar ve vefalı eşleri, çocukları ve kardeşleri! Bu dünyada benim sesini en çok duyduğum ve ünsiyet kurduğum ve Kur'an sesi gibi beni sakinleştiren ve en büyük manevi destekçim olarak gördüğüm ses, şehit evlatlarının sesidir ve bazen günlük olarak onunla ünsiyet kurduğum şey, şehit anne ve babalarının sesidir ve kendi anne ve babamı onların vücudunda hissediyordum.
Azizlerim! Sizler bu milletin öncülerisiniz, kendi kıymetinizi bilin. Şehitlerinizi yanınızda hissedin, öyle ki kim size baksa, sizde aynı şehit babası ya da şehit evladı özelliklerini ve gücünü hissetsin.
Lütfen bana hakkınızı helal edin ve bağışlayın. Ben birçoklarınızın ve hatta şehit evlatlarınızın hakkını eda edemedim, tövbe ediyorum ve bağışlanma diliyorum.
Cenazemi şehit evlatlarının taşımasını isterim, belki onların gücünün ve pak ellerinin sayesinde Allah'u Tela beni bağışlar.
Ülkedeki siyasilere hitaben...
Kısa birkaç cümle de kendini reformcu ya da radikal olarak gören ülkedeki siyasilere söylemek isterim. Her zaman beni üzen şeylerden biri, genellikle bizim iki aşamayı, Kur'an ve Allah ve değerleri unutmamız belki de feda etmemizdir. Azizler, ne kavganız olursa olsun, ne rekabetiniz olursa olsun, davranışlarınız, sözleriniz ya da yaklaşımlarınız İnkılabı zayıflatır yönde ise, sizler Nebi'yi Ekrem'i ve bu yoldaki şehitleri öfkelendirmişsiniz ve sınırları ayırmışsınız demektir. Eğer birlikte olmak istiyorsanız, birlikte olmanın şartı, anlaşma ve ilkeleri açıkça ifade etmektir. İlkeler uzun ve ayrıntılı değildir. Usül bir kaç önemli noktadan ibarettir:
İlk olarak, Velayet-i Fakih'e fiili olarak bağlı olmak, yani onun tavsiyelerine kulak vermek, gönülden onun uyarı ve nasihatlerini gerçek şer-i, ve ameli bir doktor gibi uygulamaktır. İslam Cumhuriyetinde görev yapmak isteyen biri için asıl şart, Velayet-i Fakih'e fiili ve gerçek anlamda inanmaktır. Ben Tannouri ve yasal bir velayetten bahsetmiyorum, bunların hiç biri vahdet sorununu çözemez. Yasal velayet, Müslüman ya da gayri Müslim olmak üzere bütün halk içindir ama fiili velayet, bunca şehit vermiş İslami bir ülke olan bir ülkenin önemli yükünü taşımak isteyen yetkililere özeldir.
İslam Cumhuriyetine ve onun ilkelerine inanmak, ahlaktan değerlere ve halk ve İslam karşısındaki sorumluluklara kadar bütün temellerine gerçek anlamda inanmaktır.
Hatta bir köyün masasına gittiklerinde bile eski Hanların hatıralarını anlatan değil, inançlı ve temiz insanlar halka hizmet için seçilmelidir.
Yolsuzlukla mücadeleyi ve lüksten ve yolsuzluktan kaçınmayı benimseyin.
Hükumetiniz döneminde hangi görevde olursanız olun, halka saygı duyun ve onlara hizmet etmeyi ibadet olarak görün ve boş bahanelerle değerleri boykot eden değil, gerçek bir hizmet ehli ve değerleri yayan ve genişleten olun.
Yetkililer, ihmal ve bazı geçici oyları kazanmak için toplumda boşanmayı yayan ve aileleri birbirinden ayıran ahlakı desteklememeli, toplumun babaları gibi, toplumun yetiştirilmesi ile ilgili konularda topluma önem vermelidir. Hükumetler aile dayanışmasında önemli bir faktör, diğer yandan aileyi parçalamada da önemli bir faktördür. Eğer ilkeler uygulanırsa, herkes Rehber, İnkılap ve İslam Cumhuriyeti yolunda olacaktır ve adil bir rekabet, barışın seçilmesi için aynı ilkelere dayanacaktır.
Ordu ve Devrim Muhafızlarındaki kardeşlerime hitaben...
Kısa bir kaç cümle de ordu ve ve Devrim Muhafızlarındaki kardeşlerime söylemek isterim. Komutanların seçimi ve görevler konusunda, cesaret, güç ve kriz yönetimi ölçülerini esas alın. Doğal olarak Velayete değinmiyorum, çünkü Velayet, silahlı kuvvetlerde bir parça değil, silahlı kuvvetlerin hayatta kalmasının vazgeçilmez bir temelidir.
Diğer bir husus ta, düşmanın hedeflerini ve politikalarını zamanında tanımak ve zamanında kararlar ve eylemler yapmaktır; bunların her biri, zaman aşımına uğradığında zaferiniz üzerinde ciddi bir etkiye sahip olacaktır.
Alimlere ve Merciiyyete hiaben...
Kısa bir kaç cümle de 40 yıldır meydanlarda olan bir askerden değerli alimlere ve toplumun aydınlık sebebi olan ve karanlığı yok eden aziz merciiyyete söylemek isterim. Askeriniz bir gözetleme kulesinden, bu sistemin zarar görmesi halinde, din ve sizin havzalarda dirseklerinizi çürüttüğünüz ve zahmet çektiğiniz değerlerinin zarar göreceğini gördü.
Bu dönemler diğer dönemlerden farklıdır, bu kez egemen oldukları takdirde İslamiyet'ten geriye hiçbir şey kalmaz. Doğru yol, koşulsuz şartsız İnkılabı ve İslam Cumhuriyetini ve Rehberi desteklemektir.
Olaylarda, diğerleri, İslam'ın ümidi olan sizleri düşündürmemelidir. Hepiniz İmamı seviyordunuz ve onun yoluna inanıyordunuz. İmam Humeyni'nin yolu, (ra) Amerika ile mücadele ve İslam Cumhuriyetini ve müstekbirlerin zulmü altındaki Müslümanları Veliy-i Fakih'in bayrağı altında desteklemektir.
Ben bu nakıs aklımla, bazı akademisyenlerin, toplumda etkili olan bazı mercileri ve alimleri sözleriyle susturmaya çalıştıklarını gördüm. Gerçek açıktır, İslam Cumhuriyeti ve değerler ve Velayet-i Fakih, İmam Humeyni'nin (ra) mirasıdır ve ciddi bir şekilde desteklenmelidir. Ben Ayetullah Uzma Hamanei'yi çok mazlum ve yalnız olarak görüyorum. Onun sizin dayanışmanıza ve yardımınıza ihtiyacı var ve sizler, açıklamalarınızla ve görüşlerinizle ve desteklerinizle o hazretle birlikte toplumu yönlendirebilirsiniz. Eğer inkılap zarar görseydi hatta melun Şah döneminde bile belki, müstekbirlerin çabasıyla dönülmez derin bir inhiraf yaşanabilirdi.
Mübarek ellerinizi öpüyorum ve bu açıklamalardan dolayı özür diliyorum, bunları huzurlarınızda şahsen söylemek isterdim ama nasip olmadı.
Askeriniz ...
Herkesten af diliyorum
Komşularımdan, arkadaşlarımdan ve çalışma arkadaşlarımdan af diliyorum. Sarallah ordusu askerlerinden ve düşmanın yolunu kapatan Kudüs Gücü kuvvetlerinden bağışlanma ve af diliyorum; özellikle kardeşçe bana yardım edenlerden af diliyorum.
Kardeşim gibi gördüğüm ve bana evlatları gibi sevgiyle ve kardeşçe yardım eden Hüseyin Pur Caferi'den söz etmeden olmaz. Onun ailesinden ve zahmet verdiğim asker ve mücahit arkadaşlarından özür diliyorum. Tabi bütün Kudüs Gücündeki kardeşlerim bana kardeşçe muhabbet gösterdiler ve yardım ettiler ve aziz dostum General Kani, sabır ve metanetle bana tahammül etti.
İmam Humeyni'nin Siyasi ve İlahi Vasiyetnamesi
İmam Humeyni'nin Siyasi ve İlahi Vasiyetnamesi
Bismilâhîrrahmanirrahim
Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem buyurdular: “Sizlere iki ağır ve paha biçilmez emanet -sekaleyn- bırakıyorum: Kitabullah ve itretim Ehl-i Beyt’im... Bu ikisi asla birbirinden ayrılmaz ve Havz’da birlikte bana gelirler.”
Hamd, ancak Allah’adır ve - Allah’ım - sen münezzehsin, Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine selamın olsun, rahmetin olsun; celâl ve cemalinin mazharı, kitabının esrarının hazinedarlarıdır onlar. O kitap ki Sen’den başkasının bilmediği ve sana mahsus olan bütün isimlerle birlikte ahadiyyetin tecelli etmiştir onda. Muhammed -saa- ve onun âline zulmeden habislik ağacının kökü durumundaki zalimlere de lânet olsun...
Sekaleyn hususunda eksik ve yetersiz - de olsa - kısaca bazı hatırlatmalarda bulunmayı gerekli görüyorum. Ancak, bu hatırlatma sekaleyn’in gaybî, mânevî ve irfânî boyutları açısından olmayacak elbet. Zira ben gibilerinin kalemi Mülk’ten meleküt-i A’lâ’ya ve ondan lâhut’a varıncaya kadar idrâki bütün varlık Alemine ağır gelen, ben ve sen gibisinin anlama gücünü aşan ve manâsına tahammülün tâkatleri kestiği - hatta belki de imkansız olduğu - bir mertebeyi ele alma ve mutlak büyük olan “sıkl-ı ekber” dışında her şeyden daha büyük olan “sıkl-ı kebîr” ve “sıkl-ı ekber”in yüce hakikatlerinin terkedilmesi - mahcur - olması nedeniyle insanlığın başına gelmiş olanlardan, keza Allah düşmanları ve entrikacı taağutlların bu iki sıkl’a ettiklerinden - ki bunları saymaya da ne sınırlı vakit ne de eksik bilgim elvermiyor - sözetme cür’eti göstermekten acizdir; ancak, bu iki sıkl’ın başına gelenlere çok kısa ve özlü bir şekilde değinmeyi uygun buluyorum.
“Bu iki “sıkl” asla birbirinden ayrılmaz ve Havz’da birlikte bana gelirler” cümlesi, belki de hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’in rıhletinden sonra bunlardan birinin başına gelenin diğerinin de başına geldiği ve Havz’da Allah Resulü’ne gelinceye kadar bu mahcurlardan birinin mahcurluğunun / terk edilişinin diğerinin de mahcurluğu olacağına işarettir. Bu “havz”, kesretin vahdet’le birleştiği ve damlaların deryada kaybolup gittiği makam mıdır, yoksa insanoğlunun akıl ve irfanına sığamayacak bir şey midir?.. Kezâ, şunu da söylemek gerekir ki taağutilerin, Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’in bu iki ağır emanetine yaptığı zulümler Müslüman ümmete, hatta bütün insanlığa yapılmıştır ki kalem bunu beyandan acizdir.
Şunu da hatırlatmak icabeder ki “Sekaleyn hadisi” bütün Müslümanlar arasında mütevatirdir ve Kutub-u Sitte’den diğerlerine varıncaya kadar Ehl-i Sünnet’in bütün kitaplarında muhtelif beyanlarla ve defalarca Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve Alihi ve sellem’den nakledilmiştir ve bu hadis-i şerif muhtelif mezheplerin Müslümanları başta gelmek üzere bütün insanlığa kesin “hüccet” tir ve kendilerine hüccetin tamamlanmış olduğu bütün Müslümanlar bu konuda mes’uliyetlerini yerine getirmekle yükümlüdürler; bihaber cAhiller için herhangi bir mazeret sözkonusu olsa da mezhep ulemAsı için yoktur.
Şimdi, ilâhî emanet Kitabullah ve İslâm Peygamberi sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’den geriye kalanlara neler olmuş, görelim. Uğruna kan ağlanması gereken son derece üzücü olaylar, hz. Ali’nin - s- şehâdetinden sonra başladı. Benciller ve tağutîler, Kur’an-ı Kerim’i Kur’an düşmanı iktidarlara alet ettiler, baştanbaşa bütün Kur’ân’ı bizzat Peygamber-i Ekrem sallallah-u aleyhi ve âlihi ve sellem’den öğrenmiş bulunan, “aranızda iki ağır ve paha biçilmez emanet bırakıyorum” nidâsını hala kulaklarında taşıyan ve “Kur’an’ın gerçek müfessiri ve hakikatlere âşinâ” olanları türlü bahane ve önceden hazırlanmış oyunlarda geri - plana - iterek, gerçekte, Havz’a girinceye kadar insanlık için maddi mânevi hayatın en büyük düsturu olan ve halâ da öyle bulunan Kur’ân’ı, bizzat Kur’an’la sahne dışı bıraktılar ve bu mukaddes kitabın ülkülerinden biri olan ve hala da öyle bulunan ilâhî adalet iktidarına iptal çizgisi çektiler; Allah’ın dininden, ilâhî sünnet ve Kitap’tan sapmanın temelini attılar ve derken iş öyle bir yere vardı ki kalem utanır onu açıklamaya...
Bu eğri temel ilerledikçe eğrilikler ve sapmalar arttı. O kadar ki, insanları kemâle erdirmek, bütün Müslümanların, hatta tüm insanlık ailesinin birleşmesini sağlamak, insanlığı ulaşması gereken yere ulaştırıp, kendisine “isimler” in öğretildiği bu Adem evlâdını şeytanlar ve taağutların şerrinden kurtarmak, dünyayı tam bir eşitlik ve adalete kavuşturmak; iktidarı, insanlığın hayrına olacak kimselere devredebilmeleri için Allah’ın mâsum velilerine -evvelinden âhirine tüm mahlukâtın selamı onlara olsun- vermek gayesiyle yüce Ahadiyyet makamından Muhammedi tam keşfe nâzil olan Kur’an-ı Kerim’i öylesine sahne dışı bıraktılar ki insanları hidayete erdirmede adeta hiçbir rolü yokmuş gibi oldu ve iş öyle bir noktaya vardı ki Kur’an’ın rolü zâlim iktidarlar, ve taağutilerden daha beter olan habis din adamları tarafından zulüm ve fesad yaratma, Hak Tealaya inad edenler ve zâlimlerin bahanesi olma mesâbesine indirildi. Kur’an, bu kader belirleyici kitap, komplocu düşman ve cahil dostlar eliyle ne yazık ki mezarlıklar ve yas toplantıları dışında rolü olmayan ve hala öyle bulunan bir hale getirildi; Müslümanlar ve insanlığın vahdetini sağlaması, onların hayat kitabı olması gereken şey ayrılık ve ihtilâf vesilesine dönüştürüldü veya bütünüyle sahne dışı bırakıldı. Nitekim gördük; birisi kalkıp da İslâm devletinden sözedecek olsa ve İslâm, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem, Kur’an ve sünnetin baştanbaşa onunla dolduğu siyasetten bahsedecek olsa Adeta en büyük günahı işlemiş sayılmakta ve “siyasetle uğraşan molla” tâbiri “dinsiz molla”yla eşanlamda kullanılmaktaydı ki bu durum şimdi de böyledir...
Son zamanlarda büyük şeytâni güçler; kendilerini yalan yere islâma yamamış bulunan İslâmî düsturlardan uzak sapık iktidarlar kanalıyla Kur’an’ın mahvı ve süper güçlerin şeytâni maksatlarının tahakkuku gayesiyle güzel hatlarla Kur’an’lar basmakta, öteye beriye göndermekte ve bu şeytanca oyunla Kur’an’ı sahne dışı sahne dışı bırakmaktadırlar. Muhammed Rıza Han Pehlevi’nin bastırdığı Kur’an’ı hepimiz gördük; bazılarını bununla kandırdı, islâmi gayeden habersiz olan bazı din adamları da onun meddahlığını yapmadaydı. Görüyoruz ki kral Fahd’da her yıl halkın sonsuz servetlerinin büyük kısmını Kur’ân-ı Kerim basma ve Kur’an düşmanı bir mezhebin propagandasını yapma yolunda harcamakta ve Vahhabilik gibi hiçbir esasa dayanmayan, baştan sona hurafe dolu bir mezhebi yaymak suretiyle gafil milletler ve halkları süper güçlere yöneltmekte; aziz İslâm ve Kur’an-ı Kerim’i yine İslâm ve Kur’an’ı yıkma yolunda kullanmaktadır.
Biz ve bütün varlığıyla İslâm ve Kur’an’a bağlı bulunan milletimiz; baştan sona kadar Müslümanların, hatta bütün insanlığın vahdetinden sözeden Kur’ânî hakikatleri türbeler ve mezarlıklardan kurtarmak ve onu insanoğlunun eline, ayağına, kalbine ve aklına dolanan; yokluğa, yokoluşa, taağutilere esir ve köle olmaya sürükleyen bütün zincirlerden kurtarabilecek yegâne reçete olarak yüceltmek isteyen bir mezhebe mensup olmakla iftihar ederiz. Keza, kurucusunun, Allah Tealâ’nın emriyle Allah Resulü sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem olduğu ve bütün bağlardan kurtulmuş olan Emir’el Mü’minin Ali b. Ebu Tâlib’in insanlığı tüm kölelik ve zincirlerden kurtarmakla görevlendirildiği bir mezhebe mensup olmakla iftihar duyarız.
Kur’an’dan sonra maddi ve mânevi hayatın en büyük düsturu olan ve insanlığı kurtuluşa götürecek en yüce kitap sayılan, mânevi ve devlet yönetimiyle ilgili emirleri en büyük kurtuluş yolu bulunan Nehc’ul Belağa kitabının bizim mâsum imamımıza aid oluşuyla övünürüz.
Ebu Talib oğlu Ali’den, kadir Allah’ın kudretiyle hayatta bulunan ve her şeye nezaret eden insanlığın kurtarıcısı, zamanın sahibi hz. Mehdi’ye - hepsine binlerce selam ve tahiyyât olsun - varıncaya kadar tüm mâsum imamların bizim imamlarımız olmasıyla iftihar ederiz.
Kur’ân-ı Said adıyla anılan hayat verici duaların bizim mâsum imamlarımıza aid oluşuyla övünürüz biz. İmamların Şâbâniyye Münacaatı, Hüseyin b. Ali aleyhisselam’ın Arafat duâsı, Muhammed soyunun Zebur’u olan Sahife-i Seccadiye ve Allah Tealâ tarafından Zehra-ı Merziyye’ye) ilham edilmiş olan Sahife-i Fâtımiyye ile de iftihar ederiz.
Bâkır’el Ulum’un târihin en yüce kişiliği olmasıyla övünç duymadayız biz; Allah Teâlâ, Resul sallallahu aleyhi ve Alihi ve sellem ve mâsum imamlardan başka kimsenin idrâk edemediği ve edemeyeceği o da bizdendir.
Mezhebimizin Câ’feri oluşuyla övünürüz biz; ki sonsuz bir derya olan fıkhımız onun eserlerinden biridir yalnızca... Ve biz, Allah’ın salat ve selamı onlara olsun, tüm mâsum imamlarla iftihar ve onların yolunu izleyeceğimizi taahhüd etmişizdir.
Allah’ın salat ve selamı onlara olsun, mâsum imamlarımızın İslâm dininin yüceltilmesi ve boyutlarından biri adil devlet kurmak olan Kur’an’ın uygulamaya geçirilmesi yolunda hapis ve sürgünlerde yaşamış ve sonunda yaşadıkları çağın zâlim iktidarları ve taağutilerini devirme yolunda şehid olmuş bulunmalarından iftihar duyarız. Ve biz bugün Kur’an ve sünnetin hedeflerini uygulamaya geçirmek isteyişimiz ve halkımızın muhtelif kesimlerinin bu kader belirleyici yolda şevkle ve can-u gönülden malını, canını ve sevdiklerini Allah yoluna feda ediyor oluşuyla iftihar etmedeyiz.
Yine övünmedeyiz ki hanımlar, yaşlı ve genç kadınlar büyüğüyle, küçüğüyle kültürel, iktisadi ve askeri sahnelerde hazır bulunup İslâm ve Kur’an-ı Kerim’in gayelerinin yüceltilmesi yolunda erkeklerle omuz omuza veya onlardan daha iyi bir şekilde faaliyet göstermiş; saaaşabilecek güçte olanlar İslâm ve İslâmî ülkenin müdafaası için önemli farzlardan olan askeri eğitime katılmış ve düşmanların komplosu ve dostların İslâm ahkamı ve Kur’an’ı bilmemeleri neticesinde onlara, hatta İslâm ve bütün Müslümanlara zorla yüklenmiş bulunan mahrumiyetlerden kendisini kurtarmış ve düşmanların kendi menfaatleri için cahiller ve Müslümanların maslahatından habersiz bazı din adamlarını kullanarak meydana getirmiş olduğu hurafelerin bağımlılığından sıyrılmışlardır; saaaşa katılma gücü olmayanlar da cephe gerisinde milletin kalbini mutluluk ve sevince boğacak, düşmanlar ve onlardan daha beter olan cahillerin yüreğiniyse öfke ve hışımla titretecek şekilde çalışmaktadırlar. Ve biz, nice büyük kadınların hz. Zeynep aleyhâ selamın misali evlatlarını kaybettiklerini, Allah Tealâ ve aziz İslâm uğruna herşeylerini feda ettiklerini haykırdığını gördük defalarca; bununla iftihar ediyor ve biliyorlar ki buna karşılık elde ettikleri şey, dünyanın naçiz metası bir yana dursun, Naim Cennetleri’nden bile üstündür. Keza bizim milletimiz, hatta dünya mustaz’afları ve Müslüman diğer milletler; yüce Allah’ın, aziz İslâm ve Kur’an’ı Kerim’in düşmanı olan kimselerin düşmanı olmaları, bunların uğursuz canice emellerine varabilmek için hiçbir cinayet ve hıyanetten vazgeçmeyecek, başa geçmek ve istediği makamı elde edebilmek için dost-düşman tanımayacak yırtıcı vahşilerden oluşması ve baştanbaşa tüm dünyayı kasıp kavuran; iğrenç emellerine ulaşabilme uğruna, kalemlerin yazmaya, dillerin söylemeye utandığı cinayetler işleyen ve büyük İsrail gibi aptalca bir hayalle her cinayete sürüklenebilen dünya siyonizminin müttefiki durumundaki bizatihi terörist devlet Amerika’nın bunların başını çekiyor olmasıyla iftihar duyar. Kezâ, İslâmî milletler ve dünya mustaz’afları; Amerika ve İsrail’e uşaklık yolunda bizzat kendi milletlerine her hıyaneti yapmaktan çekinmeyen Ürdünlü kaatil tellal Hüseyin ve kaatil Israil’le aynı torbadan yem yiyen ahır arkadaşları Hasan ve Hüsnü Mübarek gibilerinin düşmanı olmakla övünürler. Keza biz, dost-düşman herkesin milletlerarası hukuk ve insan haklarını çiğneyen bir hain olarak tanıdığı ve mazlum Irak milletiyle körfez emirliklerine karşı işlediği zulümlerin İran milletine karşı işlediği zulümlerden az olmadığını herkesin bildiği -Mişel- Eflakçı Saddam gibi bir hainin bize düşman olmasıyla da övünürüz. Keza, biz ve dünyanın mazlum milletleri, dünya kitle iletişim araçları ve haberleşme sistemleriyle propaganda mekanizmalarının, biz ve dünyanın bütün mazlumlarını cani süper güçlerin vereceği direktifler doğrultusunda her türlü cinayet ve ihaneti işlemiş olmakla suçlamalarından iftihar duyarız. Amerika’nın onca iddialarına, onca saaaş araç gereçlerine, sahib Olduğu onca uşak ülkelere ve geri kalmış mazlum milletlerin sonsuz servetlerine elkoyması ve bütün basın yayın organlarını elinde bulunduruyor olmasına rağmen gayretli İran milleti ve kademine ruhlarımız feda olası hazreti Bakiyyetullah ülkesi karşısında kime başvuracağını bilemeyecek kadar çaresizlik içinde şaşakalıp rezil olması ve yöneldiği herkesten red cevabı almasından daha büyük ve daha yüce bir iftihar sebebi olur mu? İşte bu, milletleri, özellikle de İslâmî İran milletini uyandırarak şahlık zulmünun zulmetinden İslâm nuruna hidayet buyuran hazreti Bari Teala’nın -Celle Azametihi- gaybi yardımlarından başka birşey değildir.
Şimdi, zulüm görmüş muhterem milletler ve aziz İran milletine tavsiyem odur ki ne mülhid doğu ve ne de zaıim kafir batıya bağımlı olmayan bu ilâhî doğru yola, Allah Teala’nın onlara nasip buyurmuş olduğu yola sağlam, azimli, ahdine sadık ve kararlı bir şekilde bağlansınlar, bir lahza olsun bu nimetin şükründen gaflet etmesinler, süper güçlerin ister harici ister hariciden beter olan dahili mümessillerinin kirli elleri onların temiz niyetleri ve demir iradelerinde sarsıntıya yol açmasın ve bilsinler ki dünya kitle haberleşme araçlarıyla doğu ve batı şeytani güçlerinin baskıya başvurmaları onların ilâhî kudretlerine delidir ve Allah Teala onların mükafaatını hem bu alemde hem de diğer alemlerde verecektir: “Gerçekten de Allah tüm nimetlerin sahibidir ve herşeyin saltanatı O’nun elindedir”. Keza acizane olarak Müslüman milletlerden cidden şunu isterim ki mutahhar imamların, insanlık aleminin bu büyük yolgöstericilerinin sosyal, iktisadi, ve askeri kültürlerini can-u gönülden, fedakarca ve sevdiklerini feda etme pahasına layıkıyla izlesin ve uygulasınlar. Bu cümleden olmak üzere risalet ve imamet okulunu ifade eden ve ister ahkam-ı evveliye, ister sâneviyye’yle olsun - ki her ikisi de İslâmî fıkıh okuludur - milletlerin rüşd ve azametinin garantisi olan geleneksel fıkıhtan zerrece sapmasınlar, Hakk’a ve dine karşı inat gösteren “Vesvas-ı Hannas”lara kulak asmasınlar, bir adım olsun sapmanın İslâm din ve ahkamının, ilâhî adalet devletinin çöküş başlangıcı olacağını bilsinler, keza namazın siyasi ifadesi demek olan Cuma ve cemaat namazlarını asla ihmal etmesinler; zira bu cuma namazı Hak Teala’nın İran İslâm Cumhuriyeti’ne karşı en büyük inayetlerindendir; keza bu cümleden olmak üzere mutahhar imamlara, özellikle de Allah’ın, peygamberlerin, meleklerin ve sâlihlerin selam ve salatları onun büyük ve kahraman ruhuna olsun, “Seyyid-i Mazluman ve Server-i Şehidan hz. Ebâ Abdullah’il Hüseyn”e yas merasimleri düzenlemeyi asla ihmal etmesinler ve bilsinler ki imamların -aleyhimusselam- İslâm'ın bu tarihi kahramanlığını anma merasimleri münasebetiyle buyurmuş oldukları ve Âli Beyt’e zulmedenlere edilecek lanet ve beddualar, tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün zalim yöneticilere karşı milletlerin ilelebet kahramanca feryatları demektir. Keza artık son bulmuş ve cehenneme vasıl olmuş bulunmalarına rağmen Emevilerin -Allah’ın laneti onlara olsun- işledikleri zulümleri lanetleme ve bu zulümler dolayısıyla kargış ve feryat etmenin dünya zalimlerine karşı haykırış ve zulmü yıkıcı bu haykırışı sürekli canlı tutuş demek olduğunu da bilirsiniz. Keza Hakk imamları aleyhimusselam’la ilgili ağıtlar, mersiye ve sena şiirlerinde her asır ve mekanın zalimlerinin işlemiş olduğu kötülük ve zulümler ezici bir şekilde hatırlatılmalı ve Amerika, Sovyetler ve bağımlı uşaklarıyla, bu cümleden olmak üzere büyük ilâhî Harem’e ihanet eden Suudi hanedanı - Allah’ın, meleklerinin ve Resulleri’nin laneti onlara olsun- eliyle İslâm'ın mazlumiyet çağı olan bu çağda -onların işlediği zulümler- ezici bir şekilde hatırlatılarak lanetlenmeli ve kargışlanmalıdır. Keza hepimiz şunu bilmeliyiz ki Müslümanlar arasında vahdeti sağlayacak şey; Müslümanların, özellikle, Allah’ın salat ve selamı onlara olsun Eimme-i İsni Aşer/On İki İmam/Şiâsı'nın kimliğinin koruyucusu olan, bu siyasi merasimlerdir... Ve hatırlatmam gereken nokta şudur: Benim siyasi-ilâhî vasiyyetim, şanı yüce İran milletine mahsus değil, bilakis, bütün Müslüman milletler ve hangi din ve millete mensup olursa olsun, dünyanın bütün mazlumlarına bir tavsiyedir.
Allah-u Azze ve Celle’den acizane dileğim biz ve milletimizi bir an olsun kendi halimize bırakmaması ve gaybi inayetlerini bu İslâm evlatları ve aziz saaaşçılardan esirgememesidir.
Ruhullah’iI Museviyy’il Humeyn
Bismillahirahmanirrahiym
Kıymetli milyonlarca insanın, ölümsüz binlerce şehid ve diri şehid durumundaki aziz malullerin gayretlerinin semeresi ve milyonlarca Müslüman ve dünya mustaz’aflarının umudu olan muhteşem İslâmî inkılâbın ehemmiyeti, değerlendirmesinin kalem ve beyanı aşacağı bir ölçüdedir.
Bütün hatalara rağmen yüce Allah’ın büyük kereminden umudunu kesmeyen ve tehlikelerle dolu yolunun azığı ancak mutlak Kerim’in keremine gönül verişi olan ben Ruhullah Musevi Humeyni, diğer iman kardeşleri gibi bu inkılaba, getirdiklerinin kalıcı olmasına ve giderek daha fazla semere vermesine ümidvar olan hakir bir din öğrencisi unvanıyla şimdiki nesle ve geleceğin aziz nesillerine tekrar mahiyetinde de olsa bazı mevzuları vasiyet olarak arzetmek istiyor ve bağışlayıcı Allah Tealâ’dan bu uyarılarda niyet temizliği inayet buyurmasını niyâz ediyorum.
1- Biz biliyoruz ki dünyayı sömüren emperyalistler ve zalimlerin ellerini büyük İran’dan çektiren bu büyük inkılab ilâhî yardımlarla muzaffer oldu. Allah Teala’nın kudretli eli olmasaydı otuz altı milyonluk bir nüfusun İslâm ve din adamlarına karşı girişilen onca propagandaya, özellikle şu son yüzyılda matbuat ve konuşmalarda İslâm ve milliyet düşmanı meclis ve mekanlarda kalem ve söz erbaplarının milliyet adı altında yaptıkları sayısız onca bölücülüklere rağmen; aziz vatanın ilerlemesi ve gelişip yükselmesi için çalışması gereken faal genç nesli fasid şah ve kültürsüz babasıyla güçlü ülkelerin sefaretleri tarafından millete zorla yüklenen kukla iktidar ve ısmarlama meclislerin işlediği hıyanetler karşısında kayıtsızlık ve fesada çekme gayesiyle düzenlenen onca abes şiirler, laubali mizahlar; ayyaşlık, fuhuş, kumar, içki ve uyuşturucu maddeler karşısında; daha da kötüsü ülkenin kaderinin kendilerine teslim edildiği liseler, üniversiteler ve öğretim merkezlerinde, tamamen azınlıkta kalmaları ve baskı altında tutulmaları cihetiyle müspet bir iş yapamayan iyi ve dürüst kimselerin de aralarında bulunduğu, İslâm ve İslâm kültürüne, hatta milliyet ve milliyetçilik adına “doğru milli” ye de yüzde yüz karşı olan doğu veya batı çarpılmışı öğretmen ve öğretmen üyelerinin çalıştırılması karşısında, bu ve daha onlarca mesele ve bu cümleden olmak üzere din adamlarının uzlet ve bir köşeye çekilmeye itilmesi ve propaganda yoluyla bunların çoğunun fikri sapmalara sürüklenmesi gibi durumlar karşısında bu milletin yekvücut halinde kıyam edebilmesi ve memleketin dört bir yanında tek bir düşünce etrafında kenetlenerek Allah-u Ekber feryadıyla, insanı hayretlere düşüren mucizeyi fedakarlıklarla dahili ve harici tüm güçleri sahne dışı bırakıp memleketin kaderini bizzat ele alabilmesi mümkün değildi. Binaenaleyh hem ortaya çıkışı, hem mücadele niteliği, hem de inkılab ve kıyamının saiki açısından İran İslâm İnkılabı’nın bütün inkılaplardan ayrı ve farklı olduğunda şüphe etmemek gerekir. Bunun, yağmaya uğramış şu mazlum millete Mennan Allah Teala tarafından lütfedilmiş ilâhî bir armağan ve gaybi bir hediye olduğunda da şüphe yoktur.
2- İslâm ve İslâmî devlet, uygulanması halinde dünya ve ahirette evlatlarının saadetini en iyi şekilde temin eden ve zulümlerin, çapulculukların, fesad ve tecavüzlerin üzerine kıpkızıl bir kalem çekebilecek güce sahib olan ve insanları, kendi uygun gördüğü kemale ulaştırabilecek bir ilâhî hadise ve tevhidi olmayan okulların tersine; hayatın ferdi, içtimai, maddi, mânevi, kültürel, siyasi, askeri ve iktisadi bütün boyutlarına nezaret ve müdahalede bulunan, insan ve toplumun eğitimi ve maddi ve mânevi ilerleme üzerinde önemsiz sayılacak kadar da olsa zerrece rolü olabilecek hiçbir noktayı gözardı etmemiş olan bir okuldur; toplum ve bireyin tekamülü yolunda engel ve müşkül olabilecek şeyleri hatırlatmış ve bunların giderilmesine çalışmıştır. Allah Teala'nın yardım ve desteği sayesinde ve ahdine sadık milletin güçlü elleriyle İslâm Cumhuriyeti’nin kurulmuş bulunduğu ve bu İslâmî devlette sözkonusu tek şeyin “İslâm” ve onun “ileri hükümleri” olduğu şu sırada şanlı İran milletine düşen görev, İslâm'ın muhtevasının bütün boyutlarda tahakkukunu sağlamak ve onu koruma ve kollama yolunda gayret göstermektir. Zira İslâm'ı korumak bütün farzların başında gelir; Adem aleyhisselam’dan Hatem-un Nebiyyin sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’e varıncaya kadar bütün yüce peygamberler bu yolda canlarına malolan gayret ve fedakarlıklar gösterdiler, hiçbir engel onları bu büyük farizâdan alıkoyamadı ve aynı şekilde onlardan sonra da ahdine sadık ashab Allah’ın salatı onlara olsun İslâm imamları, kanlarını verecek raddeye varan bir gayret ve çabayla onu korumaya çalıştılar. Bugün İran’da resmen ilan edilmiş ve kısa sürede büyük neticeler vermiş olan bu ilâhî emanetin olabildiğince korunması, kalıcılığı için gerekenin yapılması ve önündeki engel ve sorunların giderilmesi yolunda çaba gösterilmesi genelde bütün mülümanlara ve özelde İran milletine farzdır ve umulur ki nurunun şuası bütün Müslüman ülkelere yansır ve bütün devletler ve milletler bu hayati konuda yekdiğeriyle görüş birliğine vararak dünya mazlumları ve ezilmişlerini tarihin canileri ve dünyayı sömüren süper güçlerin elinden ebediyen kurtarırlar.
Ömrümün şu son nefeslerinde, bu ilâhî emanetin hıfzı ve bekasına yardımcı olacak hususlar ve onu tehdid eden tehlike ve engellerin bir kısmını şimdiki nesil ve geleceğin nesilleri için arzetmeyi bir vazife biliyor ve alemlerin Rabb'inin dergahından herkes için tevfik ve yardım niyaz ediyorum.
a - Şüphesiz İslâmî inkılabın kalıcılığının sırrı, zaferin sırrından başka birşey değildir, zaferin sırrını da millet bilmektedir ve gelecek nesiller bunun iki temel prensibinin “ilâhî saik ve İslâmî hükumet” yüce gayesiyle, “bu saik ve gaye için baştanbaşa bütün ülkede milletin el ve sözbirliği içinde bir araya gelmesi” olduğunu tarihte okuyacaklardır.
Şimdiki ve gelecek bütün nesillere şunu vasiyet ediyorum: İslâm ve Allah devleti sürekli var olsun, dahili ve harici sömürücü ve sömürgeci güçler ülkenizden el çeksin istiyorsanız Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de öğütlemiş olduğu bu ilâhî saiki bırakmayın; zafer ve onun kalıcılığının sırrı olan bu saikin karşısında “amacın unutulması” ve “tefrika ve ihtilafa düşme” yer alır. Baştanbaşa bütün dünyanın propaganda borazanları ve onların yerli uşaklarının bütün güçlerini bölücülük yaratıcı söylenti ve yalanlara harcaması ve bu uğurda milyarlarca dolar sarfetmesi boşuna değildir. İslâm cumhuriyeti muhaliflerinin sürekli bölgeye gelip gitmeleri de sebepsiz değil ve maalesef bunların arasında bazı İslâm ülkelerinin, kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen ve gözü kapalı kulağı tıkalı bir şekilde Amerika’ya teslim olmuş bulunan devlet ve yöneticileri de görülmektedir; alim kılıklı bazıları da katılmış onlara... İran milleti ve dünya Müslümanları için bugün ve gelecekte sözkonusu olması ve ehemmiyetinin gözönünde bulundurulması gereken nokta ocaklar yıkan tefrika yaratıcı propagandaları tesirsiz hale getirmektir. Müslümanlara, özellikle İranlılara ve hassaten şu çağda tavsiyem, bu komplolara tepki göstermeleri ve insicam ve vahdetlerini mümkün olan her yolla arttırarak küffar ve münafıkları[66] ümitsizliğe düşürmeleridir.
b- Son yüzyılda, özellikle bu yüzyılın son on yıllarında ve bilhassa inkılâbın zafere ulaşmasından sonra apaçık göze çarpan önemli komplolardan biri de milletleri, özellikle fedakar İran milletini İslâm'dan ümidi keser hale getirmek maksadıyla muhtelif boyutlarıyla yürütülen geniş çaplı propagandalardır. Bazen açıkça ve acemice “1400 yıl önce va’zedilmiş olan İslâmî hükümlerin bu çağda ülkeleri idare edemeyeceği” veya ~İslâm genci bir dindir, her türlü yenilik ve medeniyete karşıdır ve ülkelerin bu çağda dünya medeniyeti ve bu medeniyetin getirdiklerini bir kenara bırakması mümkün değildir”.., vb. gibi ahmakça propagandalarla; kimi zaman da İslâm'ın kutsallığından yanaymış gibi görünen bir şeytanlık ve sinsilikle “İslâm ve diğer ilâhî dinler mâneviyatla ilgilenir; nefisleri ıslah, dünyevi makamlardan çekinme, dünyadan uzak durmaya çağırma, insanı Allah’a yaklaştırıp dünyadan uzaklaştıran ibadet, zikir[67] ve dualarla[68] meşgul olmaya davetle uğraşırlar; devlet, siyaset ve iktidar ise bu maksad ve büyük mânevi gayeye aykırı şeylerdir, zira bütün bunlar dünyayı düzeltmekle ilgilidir ki bu da yüce peygamberlerin yoluna aykırıdır! dediler ve maalesef bu ikinci yöntemle yapılan propagandalar, İslâmî tanımayan bazı dindarlar ve dinadamlarını o kadar etkiledi ki devlet ve siyaset işlerine karışmayı fısk ve günah addettiler, halâ bu görüşte olanlar bulunabilir, İslâm'ın müptela olduğu büyük bir faciaydı bu. Birinci grup için şunu söylemek gerekir ki devlet, kanun ve siyasetten ya habersizdirler ya da kendilerini kasten bilmiyormuş gibi göstermektedirler. Zira kanunların “kıst” ve “adi” ölçüsüne göre icrası, zorba yönetim ve zalimleri engelleme, ferdi ve içtimai adaleti yayma; fuhuş ve türlü sapmaları yasaklama; akıl, adalet, bağımsızlık ve kendine yeterlilik ölçüsüne dayalı bir hürriyet sağlama; sömürgecilik, sömürücülük ve köleciliği önleme, bir toplumun fesad ve mahvını önlemek gayesiyle adalet ölçüsüne dayalı kısas[69] had[70] ve ta’zir[71] cezalarını uygulama; topluma akıl, adalet ve insaf ölçülerine göre bir siyasetle yol aldırma ve benzeri daha yüzlercesi, insanlık ve sosyal hayat tarihi boyunca zamanın geçişiyle aşıma uğrayıp eskiyecek şeyler değildir. Bu iddia, matematik ve akıl kurullarının bu çağda değiştirilerek yerine yeni kuralların oturtulması gerektiğini söylemeye benzer.
“Yaradılışın başlarında sosyal adalet sağlanmalı; zulüm, çapulculuk ve adam öldürme önlenmeliydi; ancak, bugün atom çağında bulunduğumuzdan o yöntemler eskimiş tir” demek ve İslâm'ın yeniliklere karşı olduğunu iddia ederek devrik -şah- Muhammed Rıza Pehlevi gibi "Bunlar bu çağda hayvanlara binerek yolculuk yapmak istiyorlar” demek ahmakça bir ithamdan başka birşey değildir. Zira medeniyetin getirdikleri ve yeniliklerden maksat, insanoğlunun medeniyet ve ilerlemesinde rol oynayan buluşlar, icadlar ve teknik gelişmeler ise ne İslâm, ne de diğer hiçbir tevhidi din buna karşı çıkmamıştır ve çıkmayacaktır da. Bilakis, bilim ve teknik İslâm ve Kur’an-ı Mecid'in de önemle vurgulamış olduğu şeylerdir. Yok, eğer medeniyet ve yenilikle, bazı profesyonel aydınların dediği gibi “Bütün kötü ve gayri meşru işlere ve fuhuşa, hatta eşcinselliğe.... vb. şeylere serbesti tanınsın” anlamı kastediliyorsa; doğu ve batı çarpılmışları her ne kadar körükörüne bir taklitçilikle onu yaymaya çalışsalar da bütün semavi dinler bilim adamları ve akl-ı selim sahibi insanlar buna karşı çıkacaktır. Sinsice bir rol üstlenen ve İslâm'ı devlet ve siyasetten ayrı bilenlere gelince; bu cahillere Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’in hiçbir konuda devlet ve siyaset mevzuunda olduğu kadar hükmü bulunmadığını söylemek gerekir. Bilakis, İslâm'ın ibadetle ilgili hükümlerinin çoğu “ibadî-siyasî’dir ki onlardan gafil duş bunca musibete yol açmıştır zaten. İslâm Peygamberi -s- de dünyanın diğer devletleri gibi bir devlet kurdu, ancak, “sosyal adaleti yayma” saikiyle.... İslâm'ın ilk halifelerinin geniş devlet yönetimleri vardı ve Ali b. Ebu Tâlib aleyhisselam’ın hükumeti de aynı saikten hareketle daha geniş ve daha kapsamlıydı, tarihin apaçık meselelerindendir bu. Ondan sonra tedricen yönetim sadece isim itibariyle İslâmiydi; İslâm ve Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’in yolunda bir İslâm devleti olduğunu iddia edenler bugün de çoktur.
Ben bu vasiyetnamede işaret ederek geçiyorum, ancak yazarların, sosyolog ve tarihçilerin Müslümanları bu yanlışlıktan kurtarmalarını ummaktayım; enbiya aleyhimusselam’ın yalnızca mâneviyatla ilgilendiği, devlet ve dünyevi iktidarın tardolduğu; enbiya, evliya ve büyüklerin ondan uzak duydukları ve bizim de böyle yapmamız gerektiği yolunda söylenmiş ve söylenegelenler, Müslüman milletlerin mahva sürüklenmesi ve yolun kaniçici emperyalistlere açılmasıyla sonuçlanan üzücü bir yanlışlıktır. Zira tard ve kınanması gereken, sultacılık ve sapık gayeler için olan şeytani hükumetlerle diktatörlük ve zulümdür; onların uzak durduğu dünya ise servet yığma, mal biriktirme, kudret düşkünlüğü ve taağutçuluktur; velhasıl insanı Hak Tealâ’dan gafil eden bir dünyadır. Mustaz’afların lehine; zulmü ve kötülüğü önleme ve sosyal adaleti sağlama gayesiyle - istenen - “Hakk Hükumeti” ise, tahakkuku için Davud oğlu Süleyman,[72] şanı yüce İslâm peygamberi sallallahu aleyhi ve âlih ve değerli vasileri gibilerinin gayret gösterdikleri şeydir ki en büyük farzlardan ve gerçekleştirilmesi en yüce ibadetlerdendir. Nitekim bu -tür- hükumet ve devletlerde bulunan siyaset “gerekli işlerden”dir. Uyanık ve zeki İran milleti İslâmî bir bakış açısıyla bu komploları tesirsiz hale getirmeli ve ahdine sadık yazar ve hatipler milletin yardımına koşarak komplocu şeytanların kökünü kazımalıdırlar.
e - Bu tür komplolarla aynı kumaştan, hatta daha da sinsice olanı ülke çapında, daha çok da küçük yerleşim merkezlerinde yaydırılan “İslâm Cumhuriyeti de halk için birşey yapmadı; taağutun zaalim rejiminden kurtulabilmek için onca şevk ve heyecanla fedakârlıkta bulunan halk, daha beter bir rejimin eline düştü; müstekbirler daha bir müstekbir, mustaz’aflar daha bir mustaz’af oldular; hapishaneler geleceğin ümidi olan gençlerle dolu, işkenceler eski rejimdekinden daha beter ve daha bir insanlık dışı; İslâm adına hergün birkaçını idam ediyorlar, eyvahlar olsun; şu cumhuriyete “İslâm” adını vermeselerdi keşke! Bu devir Rıza Han[73] ve oğlunun devrinden daha kötü; halk eziyet, zahmet ve çıldırtıcı pahalılık içinde boğuluyor; baştakiler bu rejimi komünist bir rejime doğru götürüyorlar; halkın malına el konuluyor; halkın her konuda hürriyeti elinden alınmış durumda”.., ve planlı bir şekilde sürdürülen buna benzer daha birçok söylentidir. Nitekim her birkaç günde bir her köşe bucakta, her mahalle ve sokakta aynı söylentinin dillere düşüyor olması, bunun hesaplanmış bir plan ve komplo olduğunu göstermektedir.
Taksi dolmuşlarda bu belli konu... Otobüslerde de aynısı... Birkaç kişilik toplantılarda yine aynı konu konuşulur ve bir konu biraz eskidiğinde bir başkası çıkıverir ortaya... Ve maalesef şeytani hilelerden bihaber olan bazı dinadamları, komplocuların bir-iki piyonunun kendileriyle temasa geçmesiyle meselenin -gerçekten- öyle Olduğunu zannediveriyorlar. Meselenin püf noktası da bu tür mevzuları duyup inanıverenlerin dünyadan, dünyadaki inkılapların durumundan, inkılap sonrasının hadiseleri ve bunların doğurduğu kaçınılmaz muazzam müşkülatlardan habersiz kimseler olmasıdır. Nitekim tümü de İslâm'ın lehine olan değişim ve dönüşümlerden de haberleri yoktur bunların; gözü kapalı ve meselenin aslından - habersiz olarak bu gibi konulan duymuş ve kendileri de gaflete kapılarak veya kasten onlara katılmışlardır.
Tavsiyem odur ki dünyanın halihazırdaki vaziyetini incelemeden, İran’ın İslâmî inkılâbıyla diğer inkılapların mukayesesine girişmeden, milletler ve ülkelerin inkılap yaparken ve inkılaplarından sonra nelerle karşılaştıklarını, ne badireler atlattıklarını inceleyip bunları araştırmadan; Rıza Han ve ondan da beter olan Muhammed Rıza’nın bu “taağutzede” millete yüklediği dertler ve çapulculukları boyunca işleyip bu hükumete miras bıraktıkları evler batırıp ocaklar söndüren bağımlılıklardan; bakanlıklar, devlet daireleri, iktisat, ordu, ayyaşlık merkezleri ve içki satan mağazaların durumuna varıncaya kadar hayatın bütün boyutlarında meydana getirilen kayıtsızlık ve sorumsuzluklar, eğitim ve öğretimin durumu, liseler ve üniversitelerin vaziyeti, sinemalar ve fesad yuvalarının durumu, gençler ve kadınların hali; dinadamları, dindarlar, ahdine sadık hürriyetperverler, zulme uğramış iffet sahibi hanımlar ve camilerin taağut dönemindeki vaziyetini araştırmadan; idam olunan ve hapse mahkum edilenlerin dosyalarını incelemeden, zindanlar ve yetkililerinin uygulamalarının niteliğine bakmadan; büyük sermayedarlar ve toprak ağalarının malvarlığını, stokçular ve pahacıların durumunu araştırmadan, adliyeler ve inkılap mahkemelerinin vaziyetini inceleyip bunları geçmişteki yargı ve adliyeyle karşılaştırmadan; İslâmî Şûra Meclisi[74] temsilcileri, hükumet üyeleri, valiler ve şu zamanda -inkılaptan sonra - işbaşına gelmiş olan diğer yetkililerin durumunu araştırıp inkılap öncesi durumla kıyasını yapmadan, hükumet ve Yeniden Yapım ve Onarım Cihadı Teşkilatı’nın[75] içecek su ve sağlık ocağına varıncaya kadar her türlü ihtiyaç malzemesinden mahrum bulunan köylerdeki çalışmalarını incelemeden, tahmili saaaş[76] ve onun getirdiği evsiz barksız kalmış milyonlarca insan, şehid aileleri, saaaştan zarar görenler, Afganistanlı ve Iraklı milyonlarca mültecinin[77] meydana getirdiği müşkülü de gözönüne alarak önceki rejimin varlığı boyunca verdiği bütün hizmetlerle bunları kıyaslamadan, Amerika’yla dahili ve harici bağlılarının ekonomik ambargo ve ard arda gelen komplolarını da gözönünde bulundurup bütün bunlara bir de yeterli miktarda, meselelere aşina mübelliğ ve şer’i hakimin[78] bulunmayışı ve İslâm muhalifleriyle sapmışlar ve hatta cahil dostlar tarafından oluşturulan kargaşa ve karışıklıkları... vb. daha onlarca meseleyi ekleyecek olursanız... Rica odur ki, meseleleri bilmeden olumsuz tenkitlerde bulunmayınız, sudan bahanelerle yanlışlar yamayıp sövüp saymaya başlamayınız ve yüzlerce yıl zorbaların zulmü ve kitlelerin cehaletinden sonra bugün daha yeni yürümeye başlamış ve dört bir yanı dahili ve harici düşmanlarla sarılmış körpe bir yavrucak durumundaki şu garib İslâm'ın haline acıyınız... Ve sudan bahanelerle yanlışlar yamamaya çalışan sizler, düşünün bir, ezip yoketme yerine ıslah ve yardıma çalışmanız; münafıklar, zalimler, sermayedarlar ve Allah’tan bihaber insafsız stokçuların tarafını tutma yerine mazlumların, zulme uğramışlar ve mahrum bırakılmışların yanında yer almanız; bozguncu gruplar, müfsid teröristler ve dolaylı olarak onlardan yana olma yerine bir de mazlum ulemadan ahdine sadık hizmet ehli mazlumlara varıncaya kadar terör edilmiş olanlara bir dönüp bakmanız daha iyi olmaz mı?..
Ben bugün bu cumhuriyette büyük İslâm'a bütün boyutlarıyla amel edildiğini ve bazı şahısların cehalet, ukde ve disiplinsizlik yüzünden İslâmî hükümlere aykırı davranmadığını asla söylemiş değilim ve söylemem; ancak diyorum ki yasama, yürütme ve yargı organları onca yıpratıcı zahmetlere katlanarak bu ülkeyi İslâmileştirmeye çalışmakta ve onlarca milyonluk millet de onlara destek ve yardımcı olmaktadır’ herşeyi bahane ederek yanlışlar yamamaya çalışan bu köstekleyici azınlık eğer yardıma koşacak olursa bu emeller daha kolay ve daha çabuk tahakkuk bulacak ve maazallah, bunlar kendilerine gelmezlerse milyonluk kitleler uyanmış, meseleleri kavramış ve sahnede olduğundan Allah Tealâ’nın izniyle insani İslâmî arzular gözkamaştırıcı bir şekilde gerçekleşecek, yok yere bahanelerle yanlışlar yamamaya çalışanlar ve yoldan sapmış bulunanlar bu muazzam coşkun sel karşısında mukavemet edemeyeceklerdir. Ben bu çağdaki İran milleti ve milyonluk kitlelerinin; Resulullah sallallahu aleyhi ve âlih dönemindeki Hicaz halkı ve, Allah’ın salavat ve selamı her ikisine olsun, Emir’el Mü’minin ve Hüseyin bin Ali dönemindeki Irak ve Kufe halkından daha iyi olduğunu cür’etle iddia etmekteyim. O Hicaz ki, Resullullah sallallahu aleyhi ve âlih döneminde Müslümanlar bile kendisine itaat etmiyor ve birtakım bahaneler öne sürerek cepheye gitmiyorlardı; Allah Tealâ, Tevbe Suresi’nin[79] birkaç ayetinde onları kınamış ve azap vaadetmiştir. Ve o hazrete o kadar yalan isnad ettiler ki nakledildiğine göre minberden onlara bedduada bulundular. Keza o Irak ve Kufe halkı da Emir’el Mü’minin’e o kadar kötü davrandılar ve itaatsizlik gösterdiler ki hazretin onlardan şikayeti tarih ve nakil kitaplarında meşhurdur; keza bu Irak ve Kufe Müslümanlarının Seyyid’üş şüheda aleyhisselam’a reva gördükleri... Ve olan oldu... Şehadete ellerini bulaştırmayanlar da ya saaaş meydanından kaçtılar, ya da yerlerine oturdular, tâ ki tarihin o cinayeti vuku buldu... Ancak, bugün ordu ve kolluk güçleriyle[80] İnkılap Muhafızları[81] ve Seferberleri[82] gibi silahlı kuvvetlerinden; aşiretler ve gönüllülerle cephedeki ve cephe gerisindeki sivil halk kuvvetlerine varıncaya kadar İran milletinin tam bir şevk ve iştiyakla ne fedakarlıklarda bulunup nice kahramanlıklar yarattığını görmedeyiz. Yine baştanbaşa bütün ülkenin muhterem halkının ne değerli yardımlarda bulunduğunu görüyoruz... Kezâ, şehidlerin geride kalan yakınları, saaaş felaketzedeleri ve ailelerinin kahramanca destanımsı bir çehre ve aşıkane ve güven verici söz ve davranışlarla biz ve sizle karşılaştıklarını görüyoruz ve bütün bunlar onların Allah Tealâ’ya, İslâm'a ve ölümsüz hayata olan dopdolu iman, ilgi ve aşklarındandır. Oysa ki ne Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve âlihi vesellem’in mübarek huzurlarındadırlar, ne de Mâsum İmam salavat-ı aleyhim’nin huzurunda... Ve saikleri de gayba iman ve güvendir ve bu, muhtelif sahalârda başarı ve zaferin sırrıdır; İslâm böyle evlatlar yetiştirmiş Olduğu için övünmelidir ve biz de böylesi bir çağda ve böylesi bir milletin huzurunda olduğumuz için övünmeliyiz.
Burada, muhtelif sâiklerle İslâm Cumhuriyeti’ne muhalefet edenler ve menfaat düşkünü fırsatçı münafıklarla sapmışların kendilerinden faydalanmakta Olduğu gençlere, kız olsun, erkek olsun, vasiyet ediyorum:
Tarafgirlikte bulunmadan ve hür bir düşünceyle hüküm verin ve İslâm Cumhuriyeti’nin devrilmesini isteyenlerin propagandalarını, yaptıklarının niteliği ve mahrum kitlelere karşı nasıl davrandıklarını, onları desteklemiş ve desteklemekte olan gruplar ve devletleri, içeride onlara katılmış ve onları desteklemekte olan dahili grup ve şahısları, kendi aralarında ve sempatizanlarının yanındaki ahlâk ve davranışlarını ve muhtelif hadiseler karşısında nasıl tavır değiştirdiklerini dikkatle ve nefsani eğilimlerinize kapılmadan inceleyiniz ve bu İslâmî Cumhuriyet’te münafıklar ve sapmışların eliyle şehid edilenlerin hal ve durumlarını araştırınız, bunlarla düşmanları arasında bir değerlendirme yapınız; bu şehidlerin -konuşma- kasetleri bir ölçüde mevcuttur, muhaliflerin kasetleri de sizin elinizde vardır belki; bakın bakalım hangi grup, toplumun mazlum ve mahrumlarından yanadır...
Kardeşler! Bu satırları benim ölümümden önce okumayacaksınız. Ben öldükten sonra okumanız mümkün; o zaman da ben sizin aranızda olmayacağım ki kendi menfaatime ve makam ve kudret elde edebilmek gayesiyle ilginizi kazanabilmek için genç kalplerinizle oynamak isteyeyim... Sizler, liyâkat sahibi gençler olduğunuzdan her iki cihanın da saadetini kazanabilmeniz için gençliğinizi Allah Tealâ’nın yolunda; aziz İslâm ve İslâm cumhuriyeti uğruna harcamanızı isterim. Ve Gâfur Allah Tealâ’dan sizleri insaniyetin doğru yoluna hidayet etmesini; ben ve sizin geçmişimizi geniş rahmetiyle affetmesini niyaz ederim. Sizler de kendinizle başbaşa kaldığınız anlarda Allah Teâlâ’dan bunu isteyin, zira “Rahman” ve “Hâdî’dir O...
Bir vasiyet de, değerli İran milletiyle faasid iktidarlara müptelâ ve büyük güçlerin esareti altında bulunan diğer milletlere ediyorum. Evvelâ aziz İran milletine tavsiye ediyorum ki muazzam cihadınız[83] ve yiğit delikanlılarınızın kanlarıyla kazanmış olduğunuz nimetin kadrini en aziz meseleler gibi biliniz; onu koruyunuz ve kollayınız, muazzam bir ilâhî nimet ve büyük bir rabbani emanet olan onun yolunda çaba sarfediniz ve bu Sırât-ı Mustakıym’de karşılaşılabilecek müşkülatlardan ürkmeyiniz, zira Allah’a yardım ederseniz 0 da size yardım eder ve adımlarınıza sebat verir.” Keza İslâm Cumhuriyeti devletinin müşkülatlarını can-ı gönülden paylaşıp bunların giderilmesine çalışan hükumet ve meclisi kendinizden bilerek kıymetli bir aziziniz gibi koruyun onu. Keza meclise, hükumete ve yetkili makamlara tavsiyem şudur: Bu milletin kadrini bilin ve onlara hizmette, özellikle gözümüzün nuru ve cümlemizin velinimeti olan, fedakârlıkları ve emekleriyle İslâm Cumhuriyeti’nin kurulduğu ve bu cumhuriyetin devamlılığını da onların hizmetlerine borçlu olduğumuz mustaz’aflar, mahrumlar ve zulme uğramışlara hizmette kusur etmeyin; kendinizi halktan, onları da kendinizden bilin; kültürsüz çapulcular ve beyinsiz zorbalar olan ve halâ da öyle bulunan taağuti devletleri daima kınayın; ancak, bir İslâm devleti’ne yakışır davranışlarla tabii...
Müslüman milletlere gelince; İslâm Cumhuriyeti Devleti ve mücahid İran milletini örnek almanızı ve milletlerin isteklerine-ki İran milletinin isteğidir bu-boyun eğmedikleri takdirde zalim devletlerinize olanca gücünüzle haddini bildirmenizi tavsiye ederim; zira Müslümanların bedbahtlığının sebebi doğuya ve batıya bağımlı devletlerdir, İslâm ve İslâm Cumhuriyeti muhaliflerinin propaganda borazanlarına kulak asmamanızı kesinlikle tavsiye ederim, zira hepsi de süper güçlerin menfaatlerinin temini için İslâmî sahne dışı bırakma gayretindedirler.
ç- Sömürücü ve sömürgeci büyük güçlerin uzun yıllardır uygulanmakta olan ve İran’da Rıza Han zamanında doruğuna ulaşıp Muhammed Rıza döneminde türlü yöntemlerle izlenen şeytâni plânlarından biri de “din adamlarını inzivaya itme”dir ki, Rıza Han döneminde baskı, sindirme, din adamlarına kıyafet yasağı koyma, hapis, sürgün, hürmetsizlik, idam ve benzeri usullerle ve Muhammed Rıza zamanında daha başka plan ve metotlarla uygulama sahasına konuldu; bunlardan biri de üniversitelerle din adamları arasında düşmanlık yaratmaktı. Bu sahada çok geniş propagandalar yapıldı ve maalesef her iki kesimin de süper güçlerin şeytâni komplosundan habersiz olmaları sebebiyle, kayda değer neticeler alındı. Bir yandan ilkokullardan üniversitelere varıncaya kadar -bütün okullarda- öğretmen, hoca, öğretim üyesi, dekan ve rektörlerin batı veya doğu çarpılmışlarıyla İslâm'dan sapmış olanlar ve -ya- diğer dinlere mensup kimseler arasından seçilip işbaşına getirilmesine, ahdine sadık mü’minlerin azınlıkta bırakılmasına ve böylece gelecekteki iktidarı yüklenecek olan etkin kesimi çocukluktan yetişkinlik çağı ve gençlik dönemine kadar kesinlikle bütün dinlerden, özellikle İslâm'dan ve dinlere bağlı olanlardan, bilhassa da Müslüman tebliğci ve din adamlarından nefret edecek bir şekilde yetiştirmeye çalıştılar, bunları o dönemlerde İngiliz uşağı ve daha sonraları da sermayedarlar, toprak ağaları ve irtica yanlısı, ilericilik ve medeniyete karşı kimseler olarak tanıtıyorlardı. Diğer yandan din adamları, tebliğciler ve dindar kimseleri kötü propagandalarla üniversiteler ve üniversitelilerden korkutarak herkesi dinsizlik, kayıtsızlık, İslâm ve diğer dinlerin mazharlarına karşı olmakla itham ediyorlardı. Neticede devlet adamlarının dinlere, İslâm'a, Müslüman dinadamları ve dindar kimselere karşı olması ve böylece din ve dinadamlarını seven halk kitlelerinin iktidar, devlet ve ona ait herşeye muhalif kılınması ve devlet, millet, üniversiteli ve din adamları arasında meydana getirilecek bu köklü ihtilalle, yolun, ülkenin herşeyi onların hakimiyetine geçecek ve milletin varı yoğu onların cebine akacak şekilde çapulculara açık bırakılması isteniyordu; nitekim bu mazlum milletin başına neler geldi ve giderek daha da neler gelecekti, gördünüz... Din adamı ve üniversiteliden esnaf, işçi, çiftçi ve diğer kesimlere varıncaya kadar bütün milletin mücahedeleri ve Allah Tealâ’nın izniyle esaret zincirlerinin parçalanıp süper güçlerin kudret setlerinin yıkıldığı, onlardan ve bağlılarından ülkenin kurtarılmış olduğu şu sırada tavsiyem odur ki bugünün ve geleceğin nesli gaflete kapılmasın, üniversiteliler ve iffet sahibi aziz gençlerimiz dinadamları ve İslâmî bilimleri tahsil eden din talebeleriyle dostluk ve fikir beraberliği bağlarını alabildiğine güçlendirip sağlamlaştırsınlar, gaddar düşmanın plan ve komplolarından gafil olmasınlar, sözleri ve davranışlarıyla onların arasına nifak tohumları saçmaya çalışan kimse veya kimseleri görür görmez onu irşâd edip aydınlatsınlar, öğütte bulunsunlar; bunun etkisi olmazsa ondan yüz çevirsinler, onu yalnızlığa itsinler ve komplonun kök salmasına meydan vermesinler, zira suyu kaynağındayken kesmek daha kolaydır; özellikle üniversite öğretim görevlilerinden biri sapma ve sapkınlığa yol açmak isterse onu aydınlatıp irşâd etsinler, eğer olmazsa kendilerinden ve sınıflarından uzaklaştırsınlar. Bu tavsiye daha çok, dinadamları ve dini bilimler tahsil etmekte olan öğrencilere yöneliktir; üniversitelerdeki komplolar ise özel bir derinlik taşırlar, toplumun mütefekkir beyni olan her iki muhterem kesim de komplolara dikkat etmelidir.
d - Dünya ülkeleri ve aziz ülkemizde maalesef büyük tesirler bırakmış olan ve izleri bugün bile büyük ölçüde mevcut bulunan plânlardan biri de, sömürüye uğramış ülkeleri kendi özlerine yabancılaştırarak onları batı veya doğu çarpılmışı haline getirmektir. Öyle ki, kendilerini, kendi güç ve kültürlerini hiç yerine koydular; batı ve doğu’yu, iki güçlü kutbu üstün ırk ve onların kültürünü daha yüce ve bu iki gücü cihanın kıblegâhı bildiler ve -bu- iki kutuptan birine bağımlı olmayı vazgeçilmez farzlardan biniymiş gibi tanıttılar. Bu üzücü meselenin hikayesi uzun; onlardan yediğimiz ve şimdi de yemekte olduğumuz darbeler de öldürücü ve ezicidir... Daha da üzücü olanı, sulta altındaki zulüm görmüş milletleri her hususta geri kalmış bir halde tuttular ve onları tüketici ülkeler haline getirdiler; bizleri kendi terakki ve şeytânî kudretlerinden o kadar korkuttular ki kendiliğimizden birşeyler yapacak ve bir buluşta bulunacak cür’etimiz bile yok; herşeyimizi onlara teslim etmişiz, kendi kaderimiz ve ülkemizin kaderini onların eline bırakmış; gözler kapalı, kulaklar tıkalı vaziyette emre hazır olmuşuz... Bu kofluk ve suni beyinsizlik hiçbir işte kendi bilgi ve fikrimize güvenmememize, doğu ve batı’yı körükörüne taklide kapılmamıza sebeb oldu. Sahib olduğumuz kültür, edebiyat, sanat ve teknik de doğu ve batı çarpılmışı kültürsüz yazar ve hatipler tarafından eleştiri ve alay kasırgasına tutuldu, yerli fikir ve gücümüz ezilerek ümitsizliğe düşürüldü ve düşürülmekte... Batı gelenek ve görenekleriniyse ne kadar rezil ve kepaze de olsa söz, yazı ve davranışlarıyla yayarak süslü övgülerle milletlere yutturdular ve yutturmaktalar da... Mesela bir kitap, bir yazı veya bir konuşmada birkaç batı kavramı bulunacak olsa, muhtevasına bakmaksızın hayranca bir hayretle kabul eder ve onu söyleyen veya yazanı bilimadamı ve aydın kişi sayarlar. Beşikten mezara kadar, neye bakarsanız bakın, eğer bir batı veya doğu kavramıyla isimlendirilmişse ilgi görüp beğeniyle karşılanmakta, medeniyet ve ilericiliğin bir belirtisi sayılmaktadır; ancak, eğer yerli öz kelimeler kullanılmışsa dışlanacak, köhne ve artakalmış telâkki edilecektir... Çocuklarımız eğer bir batı ismi taşıyorlarsa övünçlü, yerli bir isim taşıyorlarsa mahcup ve gerikalmış oluvermektedirler... Caddeler, sokaklar, mağazalar, şirketler, eczahaneler, kütüphaneler, kumaşlar ve her ne kadar içeride üretilmiş olsa dahi bütün mallar, halk tarafından beğeni ve kabul görebilmek için yabancı isim taşımalıdırlar... Oturup kalkmalarda, bütün görüşme ve muaşeretlerde ve hayatın her boyutunda tepeden tırnağa Avrupai olmak bir iftihar vesilesi, yüzakı, medeniyet ve ilerleme; buna karşılık kendi yerli örf ve geleneklerimizse eski kafalılık ve geri kalmışlıktır... Önemsiz ve yurtiçinde tedavisi mümkün de olsa her hastalık ve rahatsızlık için yurtdışına gitmeli ve kendi doktor ve tıp uzmanlarımızı kınayıp ümitsizliğe düşürmelidir!...
İngiltere, Fransa, Amerika ve Moskova’ya gitmek pek değerli bir iftihar; Hacc ve diğer mübarek mekanlara gitmekse eskikafalılık ve gerikalmışlıktır!...
Din ve mâneviyatla ilgili şeylere kayıtsız davranmak aydınfikirlilik ve medeniyet belirtisi, buna karşılık, bu gibi meselelere sadakat göstermekse eskikafalılık ve gerikalmışlıktır... “Bizim herşeyimiz" demiyorum. Bilindiği üzere yakın tarih boyunca özellikle de son yüzyıllarda bizi her türlü ilerlemeden mahrum bıraktılar; Pehlevi hanedanı başta gelmek üzere hain devlet adamları ve kendi gayretlerimizin ürünü herşeye karşı olan propaganda merkezleri, keza kendini küçük görme veya aşağılık duygusuna kapılmalar bizi ilerleme yolunda yapılabilecek bütün faaliyetlerden alıkoydu. Türlü malların ithali; bayanları ve erkekleri, özellikle de genç kesimi makyaj, süs ve konfor malzemeleri gibi ithal malları ve çocukça oyunlarla oyalama, aileleri yarışa sokma ve alabildiğine tüketicileştirme -ki bunun da pek acı hikayeleri vardır- ve faal üyeler olan gençleri fuhuş ve ayyaşlık merkezleriyle oyalayıp mahvına sebeb olma... ve inceden inceye hesaplanmış bu gibi onlarca felaket, ülkeleri hep geri kalmış bir halde tutmak içindir. Bu tuzakların çoğundan gözalıcı bir ölçüde kurtulunmuş olduğu, halihazırdaki mahrum gençliğin faaliyete geçip kendiliğinden birşeyler yapmaya koyulduğu; İranlı uzmanların yapamayacağı ve faaliyete geçiremeyeceği zannedilen ve faaliyete geçirilebilmesi için hepimizin doğu veya batı uzmanlarına el açmış olduğumuz çoğu fabrikalar, uçak... vb gibi gelişmiş araçların gerekli yedek parçalarını iktisâdîambargo ve tahmili saaaş neticesinde kendi gençlerimizin daha da ucuza malederek yapabildiğini, fabrika vb.lerini faaliyete geçirebildiğini, ihtiyacı giderdiğini ve “eğer istersek yapabileceğimizi” ispat ettiklerini bizzat gördüğümüz şu sırada aziz millete dostça ve hizmetkârane bir vasiyette bulunuyorum:
Zeki, uyanık ve dikkatli olmalısınız, doğu ve batıya bağımlı siyasetçiler şeytani vesveseleriyle sizleri bu beynelmilel çapulculara doğru itmesinler; azimli bir irade, faaliyet ve yılmak bilmez bir çalışmayla işe koyularak bağımlıkların giderilmesi yolunda kıyam edin ve bilin ki Arya ve Arap ırklarının Avrupa, Amerika ve Sovyet ırklarından eksik kalır yanı yoktur; onlar da kendi öz benliğini bulacak, ümitsizliği kendisinden uzaklaştıracak ve kendisinden gayrısına bel bağlamayacak olursa, uzun vadede herşeyi yapabilecek, her işin üstesinden gelebilecektir ve Allah Tealâ’ya tevekkül, kendine güven, başkalarına bağımlılığa son verme ve şerefli bir hayata kavuşup ecnebilerin egemenliğinden kurtulma yolunda zorluklara dayanmanız şartıyla bu gibi insanların ulaşabildiği şeylere siz de ulaşacaksınız. İster bugünün, ister geleceğin nesillerinde olsun; hükumetler ve yetkililere düşen, kendi uzmanlarının kadrini bilmek, maddî mânevî yardımlarla onları işe teşvik etmek, ocaklar söndüren ve tüketime yol açan malların ithalini önlemek ve mevcut imkanlarla yetinip herşeyi kendi yapmaktır. Gençlerden, kız ve erkeklerden zahmet ve sıkıntıya katlanma pahasına da olsa istiklal, hürriyet ve insani değerleri konfor ve süslere, zevk ve eğlencelere, kayıtsızlıklara, batı ve vatansız satılmışlar tarafından kendilerine sunulan fuhuş merkezlerinde bulunmaya feda etmemelerini isterim. Nitekim tecrübenin de göstermiş olduğu gibi onlar sizin mahvınızdan, ülkenizin kaderinden habersiz olmanızdan, servetlerinizi talan etmekten, sizi sömürü zincirine vurup bağımlılık zilletine düşürmekten, ülkeniz ve milletinizi tüketici haline getirmekten başka birşey düşünmemekte, bu ve benzeri vesilelerle sizleri geri kalmış ve onların deyişiyle “yarı vahşi” bir halde bırakmak istemektedirler.
e- Onların büyük komplolarından biri de, daha önce değindiğim ve defalarca hatırlattığım üzere eğitim ve öğretim merkezlerini, özellikle de ülkelerin kaderinin orada yetişecek elemanlara bağlı olduğu üniversiteleri ele geçirmektir. İslâm ulemâsı ve İslâmî bilim medreselerine karşı uyguladıkları yöntem, üniversite ve liselerde uyguladıkları yöntemden farklıdır. Planları, yolları üzerine dikilen dinadamlarını ya Rıza Han’ın döneminde uygulanan ve tersi sonuç verip geri tepen sindirme, kaba kuvvete başvurma ve karalayıp iftira yakma; ya da aydın denilen tahsilli kesimi ayırmak için uygulanan şeytanca planlar, propaganda ve iftiralar gibi yine Rıza Han zamanında baskı ve sindirme düzeyinde uygulanan ve Muhammad Rıza döneminde kaba kuvvete başvurmaksızın, ancak bu defa sinsice sürdürülen yöntemlerle ortadan kaldırmak ve inzivaya zorlamaktır. Üniversiteye gelince, burada uygulanan plan gençleri yerli kültür, örf ve öz değerlerinden saptırmak, onları doğu veya batıya itmek ve devlet adamlarını bunların arasından seçerek onları ülkelerin kaderine hükmettirmek ve böylece onların eliyle her istediklerini yapabilmektir. Bunlar ülkeyi talan ettirip bâtılılaşmaya sürüklesin ve halkın gözünden düşürülmüş, inzivaya itilmiş ulemâ da bu yenik haliyle onları engellemeye muktedir olmasın... Sulta altındaki ülkeleri sürekli geri kalmış bir halde tutmak ve talan etmek için en iyi yoldur bu... Zira hiçbir zahmet ve masraf olmaksızın ve milli görüşe dayalı -nasyonalist- toplumlarda ses seda çıkarmaksızın ne var ne yoksa hepsi süper güçlerin cebine akıvermektedir... Binaenaleyh üniversite ve yüksekokulların ıslah ve temizlenmesine gidildiği şu sırada hepimiz yetkililere yardımcı olmalı, üniversitelerin saptırılmasını ebediyen engellemeli ve nerede bir sapma görülecek olursa hemen harekete geçip onun giderilmesine çalışmalıyız. Bu hayati iş ilk merhalede bizzat üniversite ve yüksekokul öğrencilerinin güçlü elleriyle yapılmalıdır. Üniversitenin sapmadan kurtuluşu, memleket ve milletin kurtuluşudur. İlk planda bütün yetişme çağındakilere ve gençlere, ikinci planda anneler, babalar ve onların dostlarına ve sonra da devlet adamları ve memleketin hayrını düşünen aydınlara vasiyetim, ülkenizi felaketten koruyacak olan bu önemli hususta can-u gönülden çaba harcayarak üniversiteleri gelecek nesle teslim etmenizdir... Gelecek bütün nesillere de tavsiyem odur ki kendiniz, aziz ülkeniz ve “insan yetiştirici” İslâm'ın kurtuluşu için üniversiteleri sapma ve doğu ve -ya- batı çarpılmışlığına uğramaktan koruyup gözetiniz ve bu insani İslâmî hareketinizle büyük güçlere ülkeden el çektirerek onları ümitsizliğe düşürünüz. Rabb'iniz yardımcınız ve koruyucunuz olsun.
f- Önemli işlerden biri de İslâmî Şûra Meclisi milletvekillerinin ahdine sadık kimseler olmasıdır. İslâm ve İran ülkesinin meşrutiyet[84] sonrasından cinayetkâr Pehlevi rejimi çağına kadar ve her dönemden daha beter ve tehlikelisi de şu tahmili bozuk rejim -şah- döneminde, salih olmayan ve sapmış Şûra Meclisi'nden ne fevkalâde üzücü darbeler yediğini, memleket ve milletin bu uşak tıynetli ve değersiz kaatillerin elinden nice ağır zararlar ve felaketlere uğradığını gördük, Bu elli yılda mazlum bir azınlık karşısındaki sapmış sahte bir çoğunluk; İngiltere, Rusya ve son zamanlarda da Amerika’nın, istediği her şeyi, Allah’tan habersiz bu sapıklar eliyle yapmalarına ve memleketi mahv ve yokoluşa sürüklemelerine sebep oldu. Rıza Han’dan önce batı çarpılmışlarıyla bir avuç ağa ve toprak ağası; Pehlevi rejimi döneminde de o kandökücü rejimle tasmalı uşak ve yardakçılarının tasallutu neticesinde meşrutiyet sonrasından itibaren anayasanın önemli maddelerine takriben hiçbir zaman uyulmadı. Allah Tealâ’nın inayeti ve şanı yüce milletin himmetiyle ülkenin kaderi şimdi halkın eline geçti; milletvekilleri bizzat halktandırlar, vilayetlerin toprakağaları ve hükumetin dahli olmaksızın bizzat halkın reyiyle İslâmî Şûrâ Meclisi’ne seçilmişlerdir ve umulur ki onların İslâm'a ve memleket maslahatına bağlılıklarıyla her türlü sapma önlenmiş olur.
Bugün ve gelecekte millete vasiyetim odur ki azimli iradeleriyle İslâm ahkâmı ve memleket maslahatına karşı taşıdıkları sadakatle her seçim devresinde, genellikle toplumun orta kesimi ve mahrumlarından olan, İslâm ve İslâm Cumhuriyeti’ne sadık, Sırât-ı Mustakıym’den doğu veya batı’ya sapmayan, sapık okullara eğilimli olmayan, tahsil görmüş, İslâmî siyasetler ve günün meselelerine vakıf milletvekillerini meclise göndersinler; keza muhterem ulemâ camiası ve bilhassa değerli taklid merciilerine[85] toplumun, özellikle cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri gibi meselelerine uzak durmamalarını ve kayıtsız kalmamalarını vasiyet ediyorum. Doğu ve batı yandaşı politikacıların ellerinin, nice zahmet ve eziyetlere katlanarak meşrutiyetin temelini atan ulemayı sahne dışı bıraktığını, ulemanın da politika oyuncularının oyununa gelerek memleket ve Müslümanların meselelerine müdahalede bulunmanın kendi şanlarına yakışmayacağı zannına kapılıp sahneyi batıçarpılmışlarının eline bıraktığını ve böylece meşrutiyet, anayasa, memleket ve İslâm'ın başına, telafisi uzunca bir zamanı gerektiren işler açtığını hepiniz gördünüz ve gelecek nesil de duyacak...
Allah Tealâ’ya hamdolsun; engellerin giderildiği ve halkın her kesiminin dahli için hür bir ortamın meydana gelmiş olduğu şu sırada herhangi bir mazeret kalmamış olup Müslümanların işlerinde ihmalkarlık göstermek büyük ve bağışlanmaz günahlardandır. Herkes gücü ve etki imkanı çerçevesinde İslâm ve vatana hizmette bulunmalı ve sömürücü iki kutbun bağımlıları, batı ve doğu çarpılmışları ve büyük İslâm öğretisinden sapmış olanların nüfuzunu ciddiyetle önlemeli ve İslâm ve İslâm ülkelerinin beynelmilel çapulculardan başkası olmayan muhaliflerinin tedricen ve zarif oyunlarla bizim ülkemiz ve diğer İslâm ülkelerine sızarak memleketleri, bizzat o milletlerden olanlar vasıtasıyla sömürü tuzağına düşürdüklerini bilmelidirler. Dikkatle tetikte olmalı, bir sızma hareketine daha ilk adımındayken mukabelede bulunmalı ve onlara fırsat vermemelisiniz. Rabb'iniz yardımcı ve koruyucunuz olsun.
İslâmî Şûra Meclisi temsilcilerinden bu çağ ve gelecek çağlarda istediğim odur ki, Allah göstermesin, sapmış bazı unsurların desise ve siyasi oyunlarla kendilerini milletvekili olarak halka yüklemeleri halinde meclistekiler onların itibarnamelerini geri çevirsin ve bağımlı bir tek anarşist unsurun dahi meclise girmesine fırsat tanımasınlar. Keza resmi dini azınlıklara da[86] Pehlevi rejimi dönemlerinden ibret almalarını, milletvekillerini kendi dinleri ve İslâm Cumhuriyeti’ne sadık olan, dünyayı sömüren güçlere bağımlı olmayan; ilhadi, karma ve sapık okullara eğilim göstermeyen kimseler arasından seçmelerini vasiyet ederim. Bütün milletvekillerinden meclis arkadaşlarına tam bir iyiniyet ve kardeşlikle davranmalarını, ve kanunların, Allah korusun, İslâm'dan sapmaması yolunda çaba harcamalarını isterim; İslâma ve semavi bükümlere hep birlikte sadık kalın, umulur ki dünya ve ahiret saadetine nail olursunuz. Muhterem “Anayasayı Koruma ve Kollama şûrâsı”ndan[87] isteğim ve kendilerine tavsiyem, ister şimdiki ve ister gelecek nesillerde olsun, İslâmî ve milli vazifelerini tam bir dikkat ve kudretle ifa etmeleri, hiçbir gücün etkisinde kalmamaları, mutahhar şeriat[88] ve anayasaya[89] aykırı düşen kanunları hiçbir müsamahada bulunmaksızın engellemeleri ve memleketin; kimi zaman sânevî hükümler, kimi zaman da Velayet-i Fakih[90] yoluyla icra olunması gereken zaruretlerini gözönünde bulundurmalarıdır.
Ayrıca yüce millete vasiyetim ister cumhurbaşkanlığı seçimleri, ister İslâmî Şûrâ Meclisi üyeleri ve ister rehber veya Rehberlik Şûrâsı'nı[91] tayin edecek "Uzmanlar”ın[92] seçimleri olsun, bütün seçimlerde sahnede bulunmaları ve muteber esaslara uygun kimseleri seçmeleridir. Mesela Rehberlik Şûrâsı veya rehberi tayin edecek Uzmanlar’ı seçerken dikkat göstermeli ve ihmalkârlıkta bulunup Uzmanlar’ı şer’i usul ve kanuni ölçülere uygun olarak seçmemeleri halinde İslâm ve memlekete telâfisi imkansız zararlar geleceğini ve bu durumda herkesin Allah Tealâ indinde mesul olacağını bilmelidirler. Binâenaleyh taklid merciileri ve büyük alimlerden esnaf, çiftçi, işçi memur ve diğerlerine varıncaya kadar milletin her kesimi ister şimdiki, ister gelecek nesillerde olsun, İslâm ve memleketin kaderine müdahale etmemeleri halinde mes’uldürler. Nitekim bazı anlarda ihmalkârlık gösterip sahnede bulunmamanın büyük günahların[93] başında gelmesi pakalâ mümkündür.
O halde vak’a vuku bulmadan, iş işten geçmeden bir çare bulmak gerekir, aksi takdirde iş herkesin kontrolünden çıkacaktır; meşrutiyetten sonra yaşadığınız ve yaşadığımız gerçektir bu. Binaenaleyh milletin, memleketin dört bir yanında, uhdesine bırakılan işleri İslâmî usuller ve anayasaya uygun tarzda yerine getirmesinden ve cumhurbaşkanı ve milletvekili tayininde ahdine sadık tahsilli kesim ve işlerin akışından haberdar olan ve sömürücü ve sömürgeci güçlü ülkelere bağımlı bulunmayan, İslâm ve İslâm Cumhuriyeti’ne bağlılığı ve takvasıyla[94] tanınmış aydın kimselerle meşverette bulunmasından, İslâm Cumhuriyeti’ne sadık takva sahibi ulemâ ve dinadamlarına da danışarak cumhurbaşkanı ve meclis üyelerinin, aç ve yalınayak yoksulların mahrumiyet ve ızdıraplarının acısını anlaması mümkün olmayan, Iezzetler ve şehvetler içinde boğulmuş müreffeh sosyetelerle toprak ağaları ve sermayedarlardan değil; toplumun mustaz’af ve mahrumlarının mazlumiyet ve mahrumiyetini tadmış ve onların refaha ulaşmasını düşünen kesimden olmasına dikkat göstermesinden daha büyük ve daha üstün bir çare yoktur.
Keza cumhurbaşkanı ve meclis üyelerinin liyakat sahibi ve İslâm'a sadık, memleket ve millete yüreği yanan kimseler olması durumunda pek çok müşkülün vuku bulmayacağını ve eğer bazı müşküller olacak olursa bunların da giderileceğini bilmemiz gerekir. Rehber veya Rehberlik Şûrâsı’nın tayini için Uzmanlar’ın seçiminde de aynı mana; hususi bir özellikle gözönünde bulundurulmalıdır; zira milletin seçimiyle tayin edilen “Uzmanlar” tam bir dikkatle veya her çağın büyük merciileri olan müçtehidlere, memleketin dört bir yanındaki büyük alimlere, sadık bilimadamları ve dindar kimselere danışılarak “Uzmanlar Meclisi” ne gönderilecek olursa müşkülat ve meselelerin pek çoğu -Rehber veya Rehberlik Şûrası için en lâyık ve en sadık şahsiyetlerin tayin edilmiş olması cihetiyle- başgöstermeyecek veya en iyi şekilde giderilecektir. Keza anayasanın 109[95] ve 110[96] maddelerine binaen Uzmanların tayininde milletin; Rehber veya Rehberlik Şûrası’nın tayininde de uzmanların ne denli ağır bir vazife taşıdığı gözönünde bulundurulacak olursa, seçimde gösterilecek en küçük ihmalkârlığın İslâm'a, memlekete ve İslâm Cumhuriyeti’ne nice zararlar getireceği ve bunun son derece ehemmiyet taşıyan ihtimalinin dahi onlara ilâhî mükellefiyet yüklediği anlaşılacaktır.
Süper güçlerle onların içeride ve dışarıdaki bağımlılarının İslâm Cumhuriyeti’ne ve gerçekte İslâm Cumhuriyeti adı altında bizatihi İslâm'a saldırı çağı olan bu çağ ve gelecek çağlarda Rehber ve Rehberlik Şûrası’na vasiyetim, kendilerini İslâm'a, İslâm Cumhuriyeti’ne, mahrumlar ve mustaz’aflara hizmete adamları ve rehberliğin, özü itibariyle kendileri için yüce bir makam ve matah birşey olduğu zannına kapılmamalarıdır; bilâkis, bu mevzuda meydana gelecek bir kaymanın, Allah göstermesin, nefsani isteklerden kaynaklanması halinde bu dünyada ebedi utanç ve öbür dünyada Kahhar Allah’ın gazab ateşini beraberinde getireceği ağır ve tehlikeli bir vazifedir. Mennan Hadi Allah Tealâ’ya bütün gönlümle yalvarıyor, bizi ve sizleri bu tehlikeli imtihandan yüzakıyla kendi huzuruna kabul buyurarak kurtarmasını niyaz ediyorum. Bu tehlike şimdi ve geleceğin cumhurbaşkanları, hükumetleri ve yetkilileri için de, yüklenmiş oldukları görev derecesine göre daha hafif ölçülerde sözkonusudur. Binaenaleyh Allah Tealâ’yı daima hazır ve nazır, kendilerini de hep O’nun huzurunda bilmelidirler. Allah Tealâ yardımcıları olsun.
g- Önemli işlerden biri de halkın canı, malı ve namusuyla ilgilenen yargı meselesidir. Rehber ve Rehberlik Şûrâsı’na vasiyetim, resmen uhdelerinde bulunan “en yüksek yargı yetkilisini tayin” işinde şer’i, İslâmî ve siyâsi sahalârda sözsahibi olan, iyi bir geçmişe sahib, tecrübeli ve ahdine sadık kimseler atamaya çalışmalarıdır. Yüksek Yargı Şûrâsı’ndan[97] isteğim, eski rejim döneminde üzücü ve esef verici bir hale getirilmiş bulunan yargı işine ciddi bir şekilde çeki - düzen vermeleri ve halkın canı ve malıyla oynayan ve İslâm adaleti diye birşey tanımayan kimseleri bu fevkalâde önemli makama yaklaştırmamaları, ciddiyetle ve yılmak bilmez bir gayretle adliyeyi[98] tedricen değiştirmeleri ve İslâmî usullere uygun şartlar taşımayan hakimler yerine inşaallah ilmiye medreselerinde, bilhassa mübarek Kum İlmiye medresesi’nde ciddiyetle öğrenim görüp eğitilerek önerilen gerekli şartlara haiz hakimleri atamalarıdır; böylece İslâmî yargı, ülkenin dört bir yanında hakim olur inşaallah. Çağımızın ve gelecek çağların hakimlerine vasiyetim; adaletle hükmetmenin önemi, yargıdaki büyük tehlike ve haktan gayri bir hükümde bulunma hususunda, Allah’ın salavâtı onlara olsun, Mâsumlar’dan gelen hadisleri gözönünde bulundurarak bu önemli işi üstlenmeleri, bu makamın ehil olmayan kimselere bırakılmasını önlemeleri, ehil olan kimselerin bu vazifeyi üstlenmekten kaçınmamaları, ehil olmayan kimselere meydan vermemeleri ve bu makamın tehlikesi kadar mükafaat, fazilet ve sevabının da büyük olduğunu bilmeleridir; keza yargı işini üstlenmenin ehil kimselere farz-ı kifaye[99] olduğunu da bilirler.
ğ- Mukaddes ilmiye medreselerine vasiyetim şudur: Defalarca arzetmiş olduğum gibi İslâm ve İslâm Cumhuriyeti düşmanlarının İslâmî yoketmeye ahdettiği ve bu şeytâni emellerine erişebilmek için mümkün her yola başvurdukları bu zamanda onların uğursuz emelleri için ehemmiyet taşıyan ve İslâm'la İslâmî medreseler için tehlikeli olan yollardan biri de, ilmiye medreselerine, sapmış ve fasid kimseleri sızdırmaktır ki bunun kısa vadede doğuracağı büyük tehlike uygunsuz davranışlar ve sapık ahlâk ve yöntemlerle ilmiye medreselerinin adını kötüye çıkarmak; uzun vadede doğuracağı çok büyük tehlike ise İslâmî bilimlere vakıf bir veya birkaç sahtekârın üst mevkilere ulaşıp kendilerini temiz yürekli halk kitleleri arasında göstermek ve kendisini onlara sevdirmek suretiyle münasip bir fırsatta aziz İslâm'a, İslâmî bilimler medreseleri ve memlekete öldürücü darbeler indirmesidir. Keza çapulcu büyük güçlerin, toplumların içine, milliyetçisinden suni aydınına ve fırsatını bulduğunda herkesten daha tehlikeli ve zarar verici olan dinadamı kılıklı kimselere varıncaya kadar muhtelif elemanlar yerleştirdiğini ve bunların kimi zaman otuz kırk yıl boyunca kendilerine dindar insanlar süsü vererek İslâmî bir şekilde veya paniranizm[100] ve vatanperverlik ve daha başka hilelerle milletler arasında sabır ve tahammülle yaşadığını ve zamanı geldiğinde görevlerini yerine getirdiklerini bilmekteyiz. Aziz milletimiz bu kısa süre zarfında, inkılâbın zafere ermesinden sonra Halkın Mücahidleri[101] Halkın Fedaileri,[102] Tudehçiler[103] ve daha başka isimler altında bunun örneklerini gördü; herkes uyanık davranmalı ve bu tür komploları etkisiz hale getirmelidir. Hepsinden daha önemlisi de ilmiye medreseleridir[104] ki bunların tanzim ve tasfiyesi, zamanın taklid merciilerinin de teyidiyle medreselerin muhterem hocaları ve tecrübeli üstadlara düşer. “Düzenin düzensizlikte olduğu” teorisi işte bu komplocu düzenbazların uğursuz aşılamalarından biridir belki de... Her hâl-ü karda vasiyetim, bütün çağlarda, özellikle de komplolar ve planların hız ve güç kazanmış olduğu bu çağda dini medreselere düzen verme yolunda kıyam etmenin gerekli ve zaruri olduğudur. Değerli ulemâ, fuzelâ ve medrese hocaları bu işe zamanlarını vermeli ve dakik sahih bir programla ilmi medreseleri, bilhassa Kum[105] ve diğer büyük ve önemli medreseleri zamanın bu diliminde bir zarar görmekten korumalıdırlar. Keza muhterem ulema ve medrese üstadları fakihliğe ait derslerle fıkıh ve usul medreselerinde İslâmî fıkhın korunabilmesi için tek yol olan büyük şeyhlerin yolundan sapılmasına müsade etmemeli ve dikkatlerin, münazara ve ilmi tartışmaların, araştırma ve yeni buluşların günden güne artması yolunda çaba sarfetmeli, selef-i sâlihten[106] miras kalan ve ondan sapmanın, inceleme ve araştırmanın temellerini sarsacağı “geleneksel fıkh”in mahfuz kalmasına ve sürekli, araştırma üzerine araştırma eklenmesine çalışmalıdırlar. Tabii ki diğer bilim dallarında da İslâm ve memleketin ihtiyaçlarına mutabık programlar yapılacaktır; bu dallarda da seçkin insanlar yetiştirilmelidir. Keza öğrenme ve öğretimine herkesin katılması gereken en üstün ve en yüce medrese dallarından biri de -Allah bu sahada cümlemizi rızıklandırsın- cihâd-ı ekber[107] olan ahlâk, nefsin tehzib ve tezkiyesi ve Allah’a doğru seyr-ü sülük ilmi[108] gibi İslâmî mânevi bilimlerdir.
h- Düzeltilmesi, tas[iye edilmesi, korunup kollanması gereken işlerden birisi de yürütme gücüdür. Topluma faydalı ve ileri kanunların meclisten geçip Anayasayı Koruma ve Kollama Şûrâsı’nca onaylanarak görevli bakanlık tarafından iblağından sonra salih olmayan uygulayıcıların eline geçmesi ve bunlar tarafından çirkin bir şekle sokularak çarpıtılıp kurallara aykırı bir şekilde veya bürokratik yazışmalar ya da alışkın oldukları, işi dolambaçlı yollara dökmek suretiyle veya kasıtlı olarak halkı tedirgin edici şekilde davranmaları mümkündür; ki bu da, tedricen ve müsamaha gösterme sonucu bir gaileye yolaçar. Şimdi ve gelecek çağlardaki mes’ul bakanlara vasiyetim şudur: Siz ve bakanlıklarda çalışan memurların rızkının temin Olunduğu bütçe milletin malıdır; binaenaleyh hepiniz millete, özellikle de mustaz’aflara hizmet etmekle mükellefsiniz; halka zorluk çıkarmak ve vazifeye aykırı davranmak haramdır ve kimi zaman da, Allah göstermesin, ilâhî gazaba yolaçar. Siz hepiniz milletin desteğine muhtaçsınız. Halkın, bilhassa mahrum kesimlerin desteğiyle zafer kazanıldı, memleket ve zenginlikleri şahlık zulmünden bu destekle kurtarıldı; birgün onların desteğinden mahrum kalırsanız görevinizden uzaklaştırılırsınız ve zalim şehinşahlık rejiminde Olduğu gibi sizin yerinize devlet mevkilerini zaalimler işgal ediverirler. Binaenaleyh hakikat açıktır, milletin rızasını kazanmaya çalışmanız, İslâmî ve insani olmayan davranışlardan çekinmeniz gerekir. Aynı sâikle geleceğin içişleri bakanlarına eyalet valilerinin seçiminde dikkat göstermelerini, ülkede alabildiğine huzurun hakim olması için layık, dindar, ahdine sadık, akıllı ve halkla geçinebilen kimseler seçmelerini tavsiye ederim. Her ne kadar bütün bakanlar ve bakanlıklar görev mahallerinin işlerini düzene koymak ve buraları İslâmileştirmekle muvazzafsa da, yurtdışındaki büyükelçiliklerin mes’uliyetini taşıyan Dışişleri Bakanlığı’nda Olduğu gibi, bazılarının kendine has bir özelliği olduğunu bilmek gerekir. Zaferin başından beri Dışişleri Bakanlarına büyükelçiliklerin tâğutilikleri ve buraların İslâm Cumhuriyeti’ne münasip büyükelçiliklere dönüştürülmesi yolunda tavsiyelerde bulundum; ancak onlardan bazıları ya yapamadıklarından, veya yapmak istemediklerinden, müspet bir girişimde bulunmadılar ve zaferin üzerinden üç yıl geçtiği şu sırada halihazırdaki Dışişleri Bakanı her ne kadar bu yolda teşebbüse geçmişse de azimli bir çalışma ve zaman ayırmak suretiyle bu önemli işin de hallolması umulur. Keza şimdiki ve gelecekteki Dışişleri Bakanlarına vasiyetim şudur: İster büyükelçilikler ve bakanlığın ıslah ve değiştirilmesinde, ister dış siyasette[109] ülkenin istiklal ve menfaatlerinin korunması ve memleketimizin içişlerine müdahale maksadı taşımayan devletlerle iyi ilişkiler kurma hususunda olsun, sizin pek büyük mesuliyetiniz vardır... Mevcut her boyutuyla bağımlılık taşıyan herşeyden kesinlikle kaçınınız ve her ne kadar bağımlılığın bazı konularda aldatıcı ve çekici bir görünüm taşıması veya halihazırda bir faydası ve menfaati olması mümkünse de neticede memleketin kökünü kazıyacağını bilmeniz gerekir. İslam ülkeleriyle daha iyi ilişkiler kurma, devlet adamlarını uyandırma ve vahdete davet yolunda gayret sarfediniz, biliniz ki Allah Tealâ sizinledir. İslam ülkelerinin milletlerine vasiyetim de şudur: İslam ahkâmını uygulama safhasına geçirmek olan amacınız doğrultusunda dışarıdan birinin size yardımcı olmasını beklemeyin; hürriyet ve istiklâli tahakkuk ettirecek olan bu hayati meselede bizzat kendiniz kıyam etmelisiniz. İslam ülkelerinin tanınmış alimleri ve muhterem hatipleri, hükumetleri; yabancı büyük güçlere bağımlılıkları kurtulmaya ve kendi milletleriyle kaynaşmaya davet etsinler; bu durumda zaferi bağırlarına basabileceklerdir.
Aynı şekilde milletleri de vahdete davet etsinler ve İslam'ın emrine aykırı olan ırkçılıktan sakındırsınlar; hangi ülkede bulunur, hangi ırktan olursa olsun iman kardeşlerine kardeşçe el uzatsınlar, zira yüce İslam onları “kardeş” olarak nitelemiştir. Keza hükumetler ve milletlerin himmeti ve Allah Tealâ’nın teyidiyle bu iman kardeşliği birgün tahakkuk bulacak olursa dünyanın en büyük gücünü Müslümanların teşkil ettiğini göreceksiniz. Alemlerin Rabb'inin izniyle bu kardeşlik ve eşitliğin gerçekleşeceği günün ümidiyle...
Her asırda, bilhassa hususi özellikleri olan bu asırda “İrşâd Bakanlığı”na vasiyetim odur ki batıl karşısında Hakk’ın tebliği ve İslam Cumhuriyeti’nin hakiki çehresini tanıtma yolunda çaba göstersinler. Süper güçlere ülkemizden el çektirdiğimiz şu zamanda büyük güçlere bağımlı olan bütün kitle iletişim organlarının propaganda hücumuna uğramış durumdayız. Süper güçlere bağlı yazarlar ve konuşmacılar henüz yeni kurulmuş şu İslam Cumhuriyeti'ne ne yalanlar, ne iftiralar yamamadılar ki... Halâ da yamamaktalar... İslam hükmüne göre bize kardeşlik eli uzatması gereken bölgedeki İslam hükumetlerinin çoğu maalesef bize ve İslam'a karşı düşmanlığa kalktılar ve hepsi dünya sömürücülerinin hizmetinde, her yandan bize saldırıya geçtiler. Bizim propaganda gücümüzse oldukça zayıf ve yetersiz kalmaktadır ve biliyorsunuz ki dünya bugün propaganda üzerinde dönmekte... İki kutuptan birine eğilimli olan sözde aydın yazarlarsa ne yazıktır ki kendi millet ve ülkelerinin hürriyetini düşünecekleri yerde bencillikler, fırsat kollayıcılıklar ve tekelcilikleri yüzünden bir an olsun düşünmeye; kendi milletinin, kendi ülkesinin maslahatını gözönünde bulundurmaya, geçmiş zalim rejimdekiyle bu cumhuriyetteki hürriyet ve bağımsızlık arasında bir karşılaştırma yapmaya; refah ve eğlenceye düşkünlük gibi şeyleri kaybetmiş olmalarının yanısıra kazanmış oldukları değerli ve şeref dolu bir hayatla, zalim şahlık rejiminden bağımlılık, uşaklık, fesad yuvaları; zulüm ve fuhuş kaynaklarına methiyeler düzüp övgüler saymakla elde ettikleri arasında bir değerlendirmede bulunmaya ve dünyaya gözlerini henüz açmış bulunan şu cumhuriyete iftiralar yakıp haksız yakıştırmalarda bulunmaktan vazgeçmeye, millet ve hükumetle aynı safta yer alarak kalemlerini ve dillerini tâğutiler ve zalimlere karşı kullanmaya mecal bulamamaktadırlar.
Öte yandan tebliğ meselesi sadece İrşad Bakanlığı’nın uhdesinde değildir, bilâkis bütün bilim adamlarının; yazar, konuşmacı ve sanatkârların vazifesidir. Dışişleri Bakanlığı, büyükelçiliklerin tebliğ yayınlarına sahip olmasını ve İslam'ın nurlu çehresini dünya insanlarına gösterebilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmelidir. Nitekim bu çehre, İslam muhaliflerinin üzerine çekmiş olduğu maske ve kendimizden olan dostların eğri büğrü anlamalarından kurtulur ve Kur’an ve sünnetin her boyutta ona davet ettiği o güzel haliyle gözler önüne serilirse İslam dünyayı saracak ve onun iftiharlar yüklü bayrağı her yerde dalgalanmaya başlayacaktır. Müslümanların, kâinatın evvelinden ahirine kadar benzeri bulunmayan bir metaa sahip olmaları; ancak, hür fıtratı[110] gereği her insanın talib olduğu bu paha biçilmez cevheri gereğince sunamamış, hatta bizzat kendilerinin de ondan gafil ve ona cahil kalmış, kimi zaman da ondan kaçmış bulunmaları ne kadar da üzücü ve kahredicidir...
ı- Son derece önemli ve kader belirleyici mevzulardan biri de anaokullarından üniversitelere varıncaya değin eğitim ve öğretim merkezleri meselesidir ki fevkalade önemine binden tekrar edecek ve kısaca değinerek geçeceğim. Talan edilmiş olan millet, son yarım yüzyılda İslam ve İran’a inen öldürücü darbelerin büyük bölümünün üniversitelerden geldiğini bilmelidir. Üniversiteler ve diğer eğitim ve öğretim merkezleri İslamî ve memleket menfaatleri doğrultusunda milli programlarla çocukların ve gençlerin eğitim ve terbiyesi yolunda uğraşmış olsalardı vatanımız asla İngiltere ve onun ardından da Amerika ve Rusya’nın kursağına inmez ve ocaklar söndüren andlaşmalar talana uğramış şu mahrum millete asla tahmil olmaz, yabancı müsteşarlar asla İran’a ayak basamaz, İran’ın servetleri ve bu çile çekmiş milletin siyah altını asla şeytâni güçlerin cebine dökülmez; Pehlevi sülalesiyle bağlıları milletin malını asla yağmalayamaz, yurtiçi ve yurtdışında mazlumların cesedleri üzerine parklar ve villalar dikmez, yabancı ülkelerin bankalarını bu mazlumların el emeğiyle dolduramaz, kendilerinin ve yakınlarının ayyaşlık ve serseriliklerine harcayamazlardı. Eğer meclis, hükumet, yargı gücü ve diğer organlar İslamî ve milli üniversitelerden kaynaklanmış olsalardı bugün milletimiz ocaklar söndürücü müşkülatların pençesinde kıvranmazdı, keza dürüst ve namuslu şahsiyetler -bugün İslam karşısında arzı endamda bulunan değil- doğru manasıyla milli ve İslamî eğilimlerle üniversitelerden yasama, yürütme ve yargı merkezlerine girmiş olsalardı bugünümüz başka bir bugün, vatanımız bundan başka bir vatan olur, mahrumlarımız mahrumiyet bağından kurtulur, zulüm ve şahlık mezaliminin kıymetli faal genç nesli mahvetmek için herbiri tek başına yeterli olan fuhuş, uyuşturucu ve fesad yuvalarının defteri dürülür ve millete; ülkeyi yele veren, insanı mahva götüren böyle bir miras kalmamış olurdu; keza üniversiteler eğer İslamî -insanî- milli olsalardı topluma yüzlerce, binlerce öğretim üyesi kazandırabilirlerdi. Ancak ne kadar üzücü ve esef vericidir ki lise ve üniversiteler, mazlum ve mahrum bir azınlık dışında tamamı planlı ve programlı bir şekilde dikte ettirilen batıçarpılmışı veya doğuçarpılmışı kimseler tarafından idare edilmekteydi ki bunlar üniversitelerde kürsü sahibiydiler, aziz yavrularımız bu gibileri tarafından öğrenim görüp terbiye edilmekteydiler. Mazlum ve aziz gençlerimiz, çaresiz, süper güçlere bağımlı bu kurtların elinde büyüyerek yasama, yürütme ve yargı makamlarına geliyor ve onların, yani zalim pehlevi rejiminin emrine uygun şekilde hareket ediyorlardı. Şimdi, Allah Teala’ya hamd olsun, üniversiteler, canilerin ellerinden kurtarılmıştır; her çağda İslam Cumhuriyeti devlet ve milletine düşen, sapık ekollere bağlı veya doğu ve batıya eğilimli fâsid unsurların üniversitelere, yüksekokul ve diğer eğitim ve öğretim merkezlerine sızmasını önlemek, mesele çıkmaması ve yapabilirlilik imkanının kaybedilmemesi için bunu ilk adımda engellemektir. Liseler, öğretmenokulları, yüksekokullar ve üniversitelerin aziz gençlerine vasiyetim odur ki kendilerinin, kendi millet ve ülkelerinin istiklal ve hürriyetinin korunabilmesi için sapmalar karşısında bizzat kendileri kıyam etsinler.
i- Ordu, İslam İnkılâbı Muhafızları, jandarma[111] ve polis kuvvetlerinden[112] İslam İnkılabı Komiteleri’ne[113] Mustaz’af Seferberler ordusu ve aşiret güçlerine varıncaya değin bütün silahlı kuvvetlerin kendilerine mahsus bir özelliği vardır. İslam Cumhuriyeti’nin güçlü kuvvetli pazuları olan; sınırları, yolları, şehirleri ve köyleri kollayan; kısacası güvenliği koruyarak millete huzur bahşeden bu kuvvetlerin millet, hükumet ve meclis tarafından özel bir ilgi görmesi gerekir. Keza büyük güçler ve yıkıcı siyasetler için dünyada herşey ve her kesimden daha çok kullanılmaya elverişli olanın silahlı kuvvetler olduğu bilinmelidir. Siyasi oyunlar neticesinde ihtilaller, rejim ve devlet değişiklikleri hep silahlı kuvvetler vasıtasıyla gerçekleşir; sahtekar çıkar düşkünleri onların başındakilerden bazılarını satın alırlar, onların eli ve oyuna gelmiş komutanların entrikalarıyla ülkeleri ele geçirir ve mazlum milletleri sulta altına alarak ülkelerin istiklal ve hürriyetlerini gasbederler. Eğer namuslu ve dürüst komutanlar işbaşında bulunursa, düşmanlara bir ülkeyi işgal etme veya orada ihtilal yapabilme imkanı asla doğmaz veya muhtemelen böyle bir durum ortaya çıkacak olsa dahi ahdine sadık komutanlar tarafından yenilgiye uğrayacak ve sonuçsuz kalacaktır.
Çağın bu mucizesinin milletin eliyle gerçekleşmiş olduğu İran’da da ahdine sadık silahlı kuvvetlerle dürüst ve vatansever komutanların büyük ölçüde payı vardı. Keza, Tikritli Saddam’ın Amerika ve diğer güçlerin emir ve yardımıyla başlatmış Olduğu lanet olası tahmili saaaşın iki yıla yakın bir zamandan sonra mütecaviz Baas ordusu ve güçlü destekleyicileriyle onların uşaklarının siyasi ve askeri yenilgisiyle yüzyüze gelmiş olduğu bugün de yine silahlı askeri güçler, güvenlik güçleri, İnkılab Muhafızları ve sivil halk kuvvetleri, milletin cephelerde ve cephe gerisinde göstermiş Olduğu fedakârane desteklerle bu büyük öğüncü yaratmış ve İran’ın başını dimdik kılmışlardır. Aynı şekilde, İslam Cumhuriyeti’ni yıkmak için seferber olan doğu ve batıya bağlı kuklalar eliyle içeride sergilenen komplo ve entrikalar da Komite gençleri, Mustaz’af Seferberler ve polisin güçlü elleri ve gayretli milletin yardımıyla altüst edildi. İşte bu fedakar aziz gençler, ailelerin huzur içinde dinlenebilmesi için geceleri uyanıktırlar; Allah yardımcıları olsun...
Binaenaleyh ömrümün şu son adımlarında genel olarak bütün silahlı kuvvetlere kardeşçe vasiyetim şudur: Ey İslam'a aşk besleyen ve değerli görevini “Likaullah”[114] aşkıyla cephelerde ve ülke çapında fedakarca sürdüren azizler, dikkatli ve uyanık olun!.. Zira batı ve doğuçarpılmışı politik aktörlerle siyaset kurtları ve perde gerisindeki canilerin esrarengiz ellerinin hain ve katil silahlarının keskin ağzı her kesimden daha ziyade ve dört bir yandan gelmek üzere siz azizlere yönelik durumdadır ve canı pahasına inkılabı zafere kavuşturup islamı dirilten siz azizleri kullanarak İslâm Cumhuriyeti’ni yıkmak ve sizleri İslâm namına ve vatan ve millete hizmet adına İslâm ve milletten ayırarak dünyayı sömüren iki kutuptan birinin pençesine düşürmek, sizin zahmet ve fedakârlıklarınıza, siyasi hileler ve İslâmî ve milli şeklindeki görünüşlerle iptal çizgisi çekmek istemektedirler.
Silahlı kuvvetlere kesin vasiyetim, nizamın kanunlarında da belirtilmiş olan, askerlerin parti, örgüt ve siyasi akımlara girmemesi kuralına uymalarıdır. İster asker ve kolluk görevlisi, ister İnkılâb Muhafızı, seferber ve diğer güçlerden olsun, silahlı kuvvetler mensupları kesinlikle hiçbir örgüt ve partiye girmesinler ve kendilerini siyâsi oyunlardan uzak tutsunlar. Bu durumda askeri güçlerini koruyabilir ve gruplararası ihtilaflardan sakınmış olurlar. Keza komutanlar, komutaları altındaki fertleri parti ve hiziplere girmekten menetmekle yükümlüdürler; inkılap milletin hepsinden gelmiş olduğundan ve herkes onu korumakla muvazzaf bulunduğundan hükumet, millet, Saaunma şûrası[115] ve İslâmî Şûrâ Meclisi’nin şer’i ve vatani görevi, ister komutanlar ve üst kesimdekiler, ister daha sonraki kademedekiler olsun, silahlı kuvvetlerin İslâm ve ülke maslahatına aykırı birşey yapmaya veya partilere girmeye -ki bu durumda kesinlikle mahva sürükleneceklerdir - ya da siyasi oyunlara katılmaya kalkışması halinde ilk adımdan itibaren buna karşı çıkmaktır; keza rehber ve Rehberlik Şurası’na da, ülkenin herhangi bir zarar görmemesi için bu gibi bir hadiseyi kesin bir tavırla önlemek düşer. Dünya hayatımın şu son demlerinde bütün silahlı kuvvetlere müşfikçe bir vasiyette bulunuyorum: Hürriyet ve istiklalden yana yegane okul olan ve Allah Tealâ’nın herkesi onun hidayet nuruyla yüce insani makama davet etmekte olduğu İslâm'a bugün gösterdiğiniz sadakat ve bağlılığı azimle sürdürün. Zira sizi ve aziz milletinizle ülkenizi kendisine köle yapmaktan başka bir maksatla size yaklaşmayan; aziz ülke ve milletinizi geri kalmış bir halde, tüketim pazarı şeklinde ve zulmü kabullenmenin ağır utancı altında tutan süper güçlere bağlı ve bağımlı olma zilletinden ancak bu kurtarır. Keza zorluklara katlanma pahasına da olsa insanca şerefli yaşamı; hayvani refah getirse de ecnebilere köleliğin zilletli yaşamına tercih edin ve ileri endüstriyel ihtiyaçlarda başkalarına el açmanız ve hayatınızı dilencilikle geçirmeniz halinde kendiliğinden birşeyler yapabilme, yeni icat ve buluşlarda bulunabilme gücünün sizlerde tomurcuklanmayacağını bilin. Herhangi bir şeyi yapmaktan kendilerini aciz gören ve onları, fabrikaları çalıştırmaktan ümitsizliğe düşürenlerin, ekonomik ambargodan sonra şu kısa müddet zarfında kendi zekalarını kullanarak ordu ve fabrikaların pek çok ihtiyacını bizzat giderdiklerini bizatihi görüp müşahede ettiniz. Bu saaaş, ekonomik ambargo ve yabancı uzmanların ülkeden kovulması, bizim gafil olduğumuz, farkına varamadığımız bir ilâhî armağandı. Şimdi bizzat hükumet ve ordunun, dünya sömürücülerinin mallarını protesto etmesi ve kendi gayretleriyle birşeyler yapma yolunda çabalarını artırması halinde memleketin kendi kendine yeterli olacağı ve düşmana dilenmekten kurtulacağı umulur.
Burada şunu da eklemeliyim ki bunca suni gerikalmışlıktan sonra dış ülkelerin büyük endüstrilerine ihtiyacımız olduğu inkar edilmez bir gerçektir; ancak bu, bizim ileri bilimlerde ille de iki kutuptan birine bağımlı olmamız gerektiği manasına da gelmez. Hükumet ve ordu, ahdine sadık öğrencileri gelişmiş ileri sanayie sahip olan, ancak, sömürücü ve sömürgeci olmayan ülkelere gönderme yolunda çaba sarfetmeli ve Amerika, Rusya ve bu iki kutbun yörüngesindeki ülkelere göndermekten kaçınmalıdır. Meğer ki inşaallah bir gün gelir de bu iki güç kendi hatalarını anlar; insanlık, insan sevgisi ve başkalarının haklarına saygı gösterme yoluna girerler veya inşaalah dünya mustaz’afları, uyanmış milletler ve ahdine sadık Müslümanlar onlara hadlerini bildirirler. Böyle bir günün ümidiyle...
j- Radyo televizyon, matbuat, sinema ve tiyatrolar ötedenberi milletlerin, özellikle genç neslin mahv ve uyuşturulmasında etkin vasıtalar olagelmişlerdir. Şu son yüzyılda, özellikle de ikinci yarısında, ister İslâm ve emektar ulema aleyhinde, ister doğu ve batı sömürücülerinin lehinde propagandalar için olsun, bu araçlarla ne büyük planlar yapıldı ve mallarına, özellikle her çeşit lüks ve konfor eşyalarına pazar oluşturmada; binaların taklidi, döşenmesi ve konforunda, içecek ve giyeceklerle bunların şekil ve biçimlerinin taklidinde hep bu araçları kullandılar.
Öyle ki, konuşma ve davranışlardan giyecek ve giyim tarzına varıncaya kadar hayatın her boyutunda bâtılılara benzemek, bilhassa müreffeh ve yarı müreffeh bayanlar arasında büyük bir iftihardı; adab-ı muaşerette, konuşma tarzı, söz ve yazılarda batı kökenli kelimeleri kullanma öyle bir raddeye varmıştı ki bunları anlamak halkın Çoğu için imkansız, hatta onlarla aynı sıradan olanlar için de zordu. Televizyon filmleri genç kadın ve erkekleri hayatın normal akışından, iş, teknoloji, üretim ve bilimden saptırarak kendi özünden ve kişiliğinden habersizliğe doğru iten, kendine ait herşeye, kendi ülkesine, hatta kendi kültür ve edebiyatına ve hain menfaatçiler tarafından pek Çoğu doğu ve batı kütüphane ve müzelerine aktarılmış olan kendi nefis eserlerine karşı kötümserlik ve karamsarlığa sürükleyen batı ve doğu ürünleriydi...
Dergiler üzücü ve rezilane makale ve resimlerle, gazeteler İslâm ve kendi öz kültürleri aleyhinde yarışırcasına makalelerle halkı, bilhassa etkin genç kesimi iftiharla doğu ve batıya doğru yönlendirmedeydi. Buna bir de fesad, ayyaşlık, kumar ve lotarya merkezlerine yaygınlık kazandırma yolunda yapılan geniş propagandalarla lüks eşyalar, oyun ve makyaj malzemeleri, alkollü içkiler; bilhassa petrol, gaz ve ihraç edilen diğer zenginlik kaynaklarımıza karşılık batıdan ithal edilen oyuncaklar, oyuncak bebekler, lüks hediyelik eşyalar ve benim gibilerinin bilemediği daha yüzlerce şeyi ekleyiniz... Aynı şekilde, Allah göstermesin, ocaklar söndüren kukla Pehlevi rejiminin ömrü devam etmiş olsaydı, milletin bütün umutlarını bağlamış Olduğu temiz tıynetli gençlerimiz, bu İslâm ve vatan evlatları, türlü şeytani hile ve oyunlarla bozuk rejim, kitle haberleşme araçları ve doğu ve batı hayranı aydınlar tarafından İslâm ve milletten koparılacak, veya gençliklerini fesad merkezlerinde çürütecek, ya da dünyayı sömüren güçlerin hizmetine girerek memleketi mahva sürükleyeceklerdi. Allah Tealâ biz ve onlar hakkında lütufta bulundu da müfsidler ve yağmacıların şerrinden hepimizi kurtardı.
Şimdi, halihazırdaki ve gelecekteki İslâmî Şûra Meclisi’yle cumhurbaşkanı ve gelecek cumhurbaşkanlarına, bütün zamanların Anayasayı Kollama Şûrası’yla Yargı Şurası ve hükumetine vasiyetim, şu haberleşme mekanizmalarının, matbuat ve dergilerin İslâm ve memleket maslahatından sapmasına izin vermemeleridir. Gençlerin, genç kız ve erkeklerin mahvına sebeb olan batı tarzı serbestinin İslâm ve akıl açısından geçersiz olduğunu; İslâm'a, genel iffet ve memleket maslahatına aykırı propaganda, makale, konuşma, kitap ve dergilerin haram olduğunu, bunları önlemenin hepimize, bütün Müslümanlara farz olduğunu, yıkıcı serbestilerin önlenmesi gerektiğini; şer’i açıdan haram, İslâmî millet ve ülkenin izlediği istikamete aykırı ve İslâm Cumhuriyeti’nin haysiyetine ters düşen şeylerin kesinlikle engellenmemesi halinde herkesin mes’ul olacağını hepimizin bilmesi gerekir. Halk ve hizbullah gençler yukarıda bahsi geçen hususlardan biriyle karşılaşacak olurlarsa ilgili makamlara başvursunlar; onlar gevşek davranırlarsa bu defa bizzat kendileri önlemekle mükelleftirler. Allah Tealâ hepsinin yardımcısı olsun.
k- İslâm'a, İslâm Cumhuriyeti ve milletine karşı düşman faaliyetlerde bulunan şahıslar ve irili ufaklı gruplara, öncelikle de onların içerideki ve dışarıdaki elebaşlarına nasihat ve vasiyetim şudur: Başvurduğunuz her yol, giriştiğiniz her komplo, meded umduğunuz her ülke ve makamla elde etmiş olduğunuz uzun tecrübe; kendini alim ve akıllı bilen sizlere fedakar bir milletin izlediği istikametin terör, bomba, patlama ve hiçbir esasa dayanmayan gelişigüzel uydurulmuş yalanlara tevessül suretiyle saptırılmayacağını; esasen hiçbir hükumet ve devleti, özellikle de küçük yaştaki çocuklarından ileri yaşlardaki ihtiyar erkek ve kadınlarına varıncaya değin tamamı gaye uğrunda; İslâm Cumhuriyeti, Kur’an ve din yolunda canı pahasına fedakârlıklarda bulunan İran milleti gibi bir milleti bu gayri insani ve mantık dışı yöntemlerle düşürebilmenin mümkün olmadığını öğretmiş olmalıdır. Milletin sizden yana olmadığını, ordunun sizlere düşman olduğunu; sizden yana ve size dost olduklarını farzetseniz dahi acemice hareketleriniz ve sizin tahrikinizle işlenen cinayetlerin onları sizden kopardığını, kendinize düşman kazanmaktan başka hiçbir şey yapamadığınızı sizler de bilirsiniz - ve eğer bilmiyorsanız pek safça düşünüyorsunuz demektir-. Sizlere, şu ömrümün sonunda, hayrınıza olacak bir vasiyette bulunuyorum: Evvela, ikibinbeşyüz yıllık bir şahlık zulmünden sonra, en iyi evlatlarını ve gençlerini feda ederek Pehlevi rejimiyle doğu ve batı dünyasömürücüleri gibi canilerin zulmünden kendisini kurtarabilmiş, tağut zulmüne uğramış ve cefa çekmiş bu milletle saaaşa kalkışmışsınız... Ne kadar aşağılık olsa da, bir insanın vicdanı bir makama kavuşabilme ihtimali uğruna kendi millet ve vatanına karşı böyle davranmaya, küçüğüne büyüğüne acımamaya nasıl razı olur?!.. Bu faydasız ve akılsız işleri bırakmanızı, dünya sömürücülerinin oyununa gelmemenizi öğütlerim size; nerede olursanız olun, bir cinayete eliniz bulaşmamışsa kendi vatanınıza, İslâm'ın kucağına dönün ve tevbe edin; Allah Tealâ, merhamet edenlerin en merhametlisidir ve İslâm Cumhuriyeti ve millet de sizi affeder inşaallah; yok, eğer bir cinayete eliniz bulaşmış ise o zaman da Allah Tealâ’nın vermiş olduğu hüküm durumunuzu belirlemiştir zaten, yine de yolun yarısından dönün ve tevbe edin ve eğer cesaretiniz varsa cezanızı çekmeyi kabullenerek Allah Tealâ’nın pek acı olan azabından kendinizi kurtarın; yoksa nerede olursanız olun, bari ömrünüzü daha fazla boşa harcamayıp başka bir işle uğraşın, böylesi daha hayırlıdır. Sonra da onların dahili ve harici yandaşlarına vasiyet ediyorum: Dünyayı sömüren güç sahiplerine hizmet ettikleri ve onların planlarını uyguladıkları ve farkında olmaksızın onların tuzağına düşmüş oldukları artık anlaşılmış bulunan kimseler için ne diye gençliğinizi heder ediyorsunuz?
Kim uğruna bizzat kendi milletinize cefada bulunuyorsunuz?!
Siz onların oyununa gelmiş olanlarsınız; eğer İran’daysanız milyonluk kitlelerin İslâm Cumhuriyeti’ne sadık ve onun uğrunda fedakar olduklarını apaçık görüyor; halihazırdaki rejim ve devletin halka ve yoksullara can-ı gönülden hizmet etmekte olduğunu, yalan yere halkçılık, halk mücahidi ve fedâisi iddialarında bulunanlarınsa Allah’ın halkına karşı düşmanlığa giriştiğini ve siz safdil kız ve erkekleri kendi emelleri ve dünyayı sömüren iki güç kutbundan birinin maksatları için oyuna getirdiklerini, kendilerininse ya yurt dışında, iki cani kutuptan birinin kucağında keyif çatmakla meşgul veya içeride, bedbaht canilerin evleri gibi dayalı döşeli lüks örgüt evlerinde sosyete hayatı yaşayıp cinayetlerini sürdürmekte ve siz gençleri ölümün kucağına göndermekte olduklarını aşikar bir şekilde müşahede ediyorsunuzdur...
Yurtdışı ve yurtiçindeki siz genç ve yetişkinlere müşfikçe öğüdüm yanlış yoldan dönmeniz ve toplumun İslâm Cumhuriyeti’ne can-ı gönülden hizmet eden mahrumlarıyla birleşerek millet ve memleketin, muhaliflerin şerrinden kurtulması ve hep birlikte şerefli bir hayat sürdürebilmeniz gayesiyle hür ve bağımsız bir İran için faaliyete geçmenizdir. Niçin ve daha ne zamana kadar kendi şahsi menfaatlerinden başka birşey düşünmeyen ve süper güçlerin yanıbaşı ve koruması altında kendi milletiyle saaaşa tutuşarak sizi kendi uğursuz emelleri ve kudret hırslarına feda eden insanların emrine amade olacaksınız?.. Onların iddialarıyla davranış ve amellerinin bağdaşmadığını ancak safdil gençleri kandırma gayesi güttüğünü inkılâbın bu zafer yıllarında siz de gördünüz ve coşkun millet seli karşısında sizin hiçbir gücünüz olmadığını ve yaptıklarınızın bizzat kendinize zarar vermek ve ömrünüzü çürütmekten başka bir netice getirmediğini de biliyorsunuz. Ben, hidayetten ibaret olan vazifemi yerine getirdim; ölümümden sonra size ulaşacak olan ve iktidar niyeti taşımayan bu nasihate kulak vermeniz ve kendinizi pek acı olan ilâhî azaptan kurtarmanız umulur. Mennan Allah Tealâ sizleri hidayete ulaştırsın ve sizlere doğru yolu göstersin...
Komünistler ve Halkın Fedaileri Gerilla Örgütü gibi solcular ve sol eğilimli diğer gruplara vasiyetim şudur: Sizler okulları, bilhassa İslâm okulunu doğru şekilde bilenlerin yanında bu okulların ve İslâm okulunun sahih bir incelemesini yapmaksızın hangi saikle, bugün dünyada yenilgiye uğramış bir okula yönelmeye razı oldunuz? Ne oldu ki, araştırmacılar nezdinde niteliği koflaşmış bulunan birkaç ‘izm”le avunur olmuşsunuz? Sizleri, kendi memleketinizi Rusya veya Çin’in kucağına çekmeye ve kitle sevgisi adına kendi milletinizle saaaşa girişerek ecnebilerin çıkarları uğruna kendi ülkeniz ve zulüm görmüş kitlelere karşı komplo ve sabotajlarda bulunmaya iten asıl sebep nedir?
Komünizmin ortaya çıktığı ilk andan bu yana iddiacılarının dünyanın en tekelci, en diktatör ve en iktidar hırslısı devletler olageldiğini ve halâ da böyle bulunduğunu görmektesiniz. Halklardan yana olduğunu iddia eden Rusya’nın ayakları altında nice milletler ezilerek varlıklarını yitirdiler... Müslümanlarından gayri müslimlerine varıncaya değin tüm Rus milleti ötedenberi Komünist Parti diktatörlüğünün baskısı altında çırpınıp durmakta ve her çeşit hürriyetten mahrum olarak dünya diktatörlerinin dikta ve baskısından çok daha ağır bir dikta ve baskı altında bulunmaktadırlar. Parti’nin sözde parlak simalarından biri olan Stalin’in -İran’a- geliş ve gidişindeki teşrifatı ve onun eşraflığını gördük[116]... Siz kandırılmışların o rejim aşkına can attığı şu sırada Rusya ve onun uydusu durumundaki Afganistan gibi ülkelerin mazlum halkları onların zulümleri altında can vermektedir. Durum böyleyken halktan yana olduğunu iddia eden sizler şu mahrum halka elinizin ulaştığı her yerde ne cinayetlerde bulundunuz, keza yanlış yere sağlam taraftarınız olarak tanıtmış ve pek çoğunu kandırarak hükumet ve halkla saaaşa gönderip ölüme vermiş olduğunuz aziz Amul halkına[117] karşı ne cinayetler işlemediniz ki?.. Ve mahrum halkın taraftarı(!) olan sizler İran’ın mahrum ve mazlum halkını Sovyet diktatörlüğünün eline vermek istemekte; halkın fedaisi ve mahrumların taraftarı adı altında böyle bir hıyaneti icra da etmektesiniz; ne varki Tudeh Partisi ve onun yoldaşları komplo, entrika ve İslâm Cumhuriyeti’nin taraftarlığı maskesi altında, diğer gruplarsa silah, terör ve bombalamalarla yapmaktadır bunu.
İster bazı karinelerin ortaya koyduğu kadarıyla Amerikancı komünist olduğu anlaşılan ve solculuğuyla meşhur olanlar, ister batıdan beslenip ilham alanlar, ister Kürt[118] ve Beluçların[119] taraftarlığı ve muhtariyeti adı altında silaha sarılıp Kürdistan[120] ve diğer bölgelerin mahrum halklarının hayatıyla oynayarak İslâm Cumhuriyeti hükumetinin bu eyaletlere kültürel, sağlık, ekonomik ve yapım - onarım hizmetleri vermesini engelleyen Demokrat Parti[121] ve Komule[122] gibilerine olsun, vasiyetim, millete katılmalarıdır; nitekim bu bölgelerin ahalisini bedbaht etmekten başka birşey yapmadıklarını ve yapamayacaklarını şimdiye değin kendileri de tecrübe etmişlerdir. Binaenaleyh kendilerinin, millet ve bölgelerinin hayrına olan, hükumetle teşrik-i mesaide bulunarak eşkıyalıktan, ağyara uşaklık ve kendi vatanına ihanetten elçekmeleri, ülkeyi yapıp kurmaya koyulmaları ve İslâm'ın onlar için hem can? batı kutbundan, hem de diktatör doğu kutbundan daha iyi Olduğu ve halkın insani arzularını onlardan daha iyi yerine getirdiğinden emin olmalarıdır.
Yanılgıya düşerek batıya -ve muhtemelen doğuya- eğilim gösteren ve şimdi ihanetleri belli olan münafıklara kimi zaman taraftarlıkta bulunmuş olan ve İslâm'ın kötülüğünü isteyenlere karşı çıkanlara, hataya kapılıp yanılgıya düşerek, bazen beddua ve ta’neden Müslüman gruplara vasiyetim, yanlışlarında ayak dirememeleri ve İslâmî bir cesaretle hatalarını itiraf edip hükumet, meclis ve mazlum milletle Allah Tealâ’nın rızası uğruna söz ve yolbirliğine girerek tarihin şu mustaz’alarını müstekbirlerin şerrinden kurtarmalarıdır; merhum Müderris’in,[123] o ahdine sadık temiz düşünceli ve pak tıynetli alimin sözünü hatırlayınız; o günlerin silik ve donuk meclisinde “şimdi mahvolacaksak eğer, kendi ellerimizle kendimizi mahvetmek niye?! “demişti... Bugün ben de, Allah yolunun o şehidinin anısına siz mü’min kardeşlere arzediyorum: Amerika ve Rusya’nın cani eliyle devran sayfasından silinmemiz ve kıpkızıl, şerefli bir kanla Rabb'imizin huzuruna çıkmamız, doğunun “Kızıl” ve batının “Siyah” Ordu’sunun bayrağı altında müreffeh sosyetik bir hayata sahib olmamızdan yeğdir ve bu, büyük enbiyaların, Müslümanların imamlarının ve din-i mübin’in büyüklerinin hayat tarzı, onların yolu yordamıydı; bizim de buna uymamız ve bağımlılıkları olmaksızın yaşamak isteyen bir milletin bunu yapabilmeye muktedir olduğuna ve dünya kudret sahiplerinin bir millete, o milletin inancına aykırı bir tahmilde bulunamayacağına kendimizi inandırmamız gerekir. Afganistan’dan ibret alınmalıdır; gaasıb hükumet ve solcu partiler Rusya’yla birlikte oldukları ve halâ da öyle bulundukları halde şimdiye değin halk kitlelerini sindirebilmeyi başaramamışlardır.
Ayrıca, dünyanın mahrum milleti artık uyanmıştır şimdi, ve bu uyanışlar çok geçmeden kıyamla, hareket ve inkılâbla sonuçlanacak ve kendilerini zalim müstekbirlerin sultasından kurtaracaklardır ve siz İslâmî değerlere sadık Müslümanlar, doğu ve batıdan kopup ayrılmanın kendi bereketlerini göstermekte olduğunu, yerli beyin elemanların harekete geçerek kendi kendine yeterliliğe doğru ilerlediğini, doğu ve batının hain uzmanlarının milletimize imkansızmış gibi gösterdiği şeylerin bugün gözalıcı bir şekilde bizzat milletin eli ve düşüncesiyle gerçekleştiğini ve inşaallah-u tealâ uzun vadede gerçekleşeceğini görmektesiniz.
Bu inkılâb ne yazık ki geç tahakkuk buldu; hatta Muhammed Rıza’nın kirli zorba saltanatının başlangıcında olsun gerçekleşmedi maalesef; eğer gerçekleşmiş olsaydı, talana uğramış İran, bundan bambaşka bir İran olurdu...
Yazarlara, konuşmacılara, aydınlara, sırf kusur yamamak için eleştirenlere ve ukde sahiplerine vasiyetim şudur: Zamanınızı İslâm Cumhuriyeti’nin istikametine ters yönde harcayacağınıza ve bütün gücünüzü meclis, hükumet ve hizmette bulunan diğerlerine karşı karamsar ve garazkar olma ve onları kötüleyip durma yolunda sarfedeceğinize ve bu hareketinizle kendi memleketinizi süper güçlere doğru iteceğinize, bir gece olsun Rabb'inizle halvet edin ve eğer Allah Tealâ’ya inancınız yoksa, bari vicdanınızla başbaşa kalın ve insanların kendilerinin bile çoğu kez varlığından habersiz kaldığı deruni saiklerinizi inceleyiverin... Bakın bakalım hangi insaf ve hangi ölçülerle, lime lime olmuş şu gençlerin kanını cephelerde ve şehirlerde görmezden geliyor, içeride ve dışarıdaki zalim ve yağmacıların sultasından kurtulmak, kendi ve aziz evlatlarının canı pahasına kazandığı hürriyet ve bağımsızlığını fedakarlıkla korumak isteyen bir milletle psikolojik saaaşa girişiyor, ihtilaflar yaratıp haince komploları körükleyerek müstekbirlere ve zalimlere geçit veriyorsunuz?!. Fikir, kalem ve beyanınızla meclis, hükumet ve millete kendi vatanınızın korunması yolunda kılavuzlukta bulunsanız daha iyi olmaz mı? Bu mazlum mahrum millete yardımcı olmanız ve yardımınızla İslâm devletine istikrar kazandırmanız daha uygun değil midir? Bu meclis, cumhurbaşkanı, devlet ve yargı organını eski rejimdekinden daha mı kötü buluyorsunuz? O lanet olası rejimin, sığınacak yeri olmayan şu mazlum millete reva gördüğü zulümleri unuttunuz mu? Şu İslâm ülkesinin o dönemlerde Amerika’nın bir askeri üssü durumunda olduğunu ve ona bir sömürge gibi davrandıklarını, meclisten hükumet ve askeri kuvvetlere varıncaya kadar onların elinde olduğunu; onların müsteşarlarının, teknisyen ve uzmanlarının bu millete ve milletin zenginlik kaynaklarına neler ettiklerini bilmiyor musunuz? Fuhuş yuvaları, kumarhaneler, meyhaneler, içki bayileri, sinemalar ve genç nesli mahvetme yolunda herbiri büyük bir rol oynayan diğer fesad merkezlerinden memleketin dört bir yanına fahşa yayıldığı hafızalarınızdan silindi mi? 0 rejimin kitle haberleşme araçlarını, baştan sona fesad saçan dergilerini ve gazetelerini unuttunuz mu yoksa?...
O fesad pazarlarından hiçbir eser kalmadığı şu sırada birkaç mahkemede veya pek Çoğu belki de sapık gruplardan sızmış olan birkaç gencin İslâm ve İslâm Cumhuriyeti’nin adını kötüye çıkarmak gayesiyle sapık faaliyetlerde bulunması cihetiyle ve müfsid-i fi’l arz olan ve İslâm ve İslâm Cumhuriyeti aleyhine kıyam eden birkaç kişinin öldürülmesi mi sizi feryada getirmekte; açıkça İslâmî reddeden ve ona karşı silahlı kıyama veya silahlı kıyamdan daha üzücü olan kalem ve dille kıyama girişenlerle bir olup onlara kardeşlik elini uzatmakta, Allah Tealâ’nın, kanının dökülmesini helal buyurmuş olduğu kimselere “gözümüzün nuru” demekte ve mâsum gençleri küfür ve dayakla ezerek 14 İsfend faciasına[124] sebeb olan oyuncuların yanında oturup velveleye seyirci kalmakta olmanızı İslâmî ve ahlâk i bir hareket saymakta; İslâm'a karşı inat gösterenlere, sapık ve mülhidlere amellerinin karşılığındaki cezayı veren hükumet ve yargı gücünün yaptığına karşılık feryadı basarak mazlumluktan mı dem vurmaktasınız? Geçmişinizi bir dereceye kadar bildiğim ve bazılarınızı da sevdiğim için siz kardeşlerime üzülüyorum ben; hayırsever kılığındaki kötülere, çoban kılığındaki kurtlara ve herkesi alaya alıp oyuna getirerek millet ve memleketi yoketme ve talancı iki kutuptan birine hizmette bulunma niyetinde olan entrikacılara değil...
Değerli gençler ve yetişkin insanları ve toplumun eğiticisi olan ulemayı kirli elleriyle şehid eden ve Müslümanların mazlum bebeklerine acımayanlar kendilerini toplumda rezil, Kahhar Allah Tealâ’nın huzurunda yardımcısız rüsva kıldılar, dönüş yolları da yoktur, zira nefs-i emmare[125] şeytanı hükmetmektedir onlara... Ancak, ya siz mü’min kardeşler?.. Mazlumlara, mahrumlara ve her türlü nimetten mahrum bulunan yalınayak ve başıaçık kardeşlerimize hizmet etmeye çalışan hükumet ve meclise siz niçin yardımcı olmuyor ve şikayet edip duruyorsunuz?!.. Her inkılâbın gereği olan bunca zorluk ve müşkülatlara, onca hasar ve evinden barkından olan yerli ve yabancı milyonlarca avare insanla gelen tahmili saaaşa ve haddinden fazla sabotaj ve kösteklemelere rağmen Cumhuriyet hükumet ve kurumlarının şu kısa süre zarfında vermiş Olduğu hizmet miktarını eski rejimin bayındırlık hizmetleriyle mukayese ettiniz mi acaba?.. O zamanın bayındırlık hizmetlerinin hemen hemen yalnızca şehirlere, üstelik şehirlerin lüks semtlerine mahsus olduğunu, fakir ve mahrum insanların bu hizmetlerden ya pek az yararlandıklarını ya hiç yararlanmadıklarını; halihazırdaki hükumet ve İslâmî kurumlarınsa bu mahrum kesime canla başla hizmet etmekte olduğunu bilmiyor musunuz? İşlerin daha çabuk yapılabilmesi ve ister istemez çıkacağınız “Allah Tealâ’nın huzuru” na O’nun kullarına hizmet etmiş olmanın nişanıyla varabilmek için siz mü'minler de hükumetin yardımcısı olunuz.
1- Tavsiye edilmesi ve hatırlatılması gereken meselelerden biri de İslâm'ın, zulüm altındaki mazlum kitleleri mahrum edici zalimce ve sınırsız kapitalizmi kabul etmediği, tersine, bunu kitap ve sünnetle ciddi bir şekilde reddederek sosyal adalete aykırı bulduğudur. Gerçi İslâm devleti rejimine ve İslâm'da hakim siyasi meselelere vakıf olmayan bazı ters görüşlüler yazı ve konuşmalarında İslâmî sınırsız bir mülkiyet ve kapitalizmden yanaymış gibi göstermeye çalıştılar ve bundan halâ da vazgeçmiş değillerdir. İslâmî bu şekilde yanlış anlamış olmalarıyla İslâm'ın nurlu simasını örtmüş, garaz sahipleri ve İslâm düşmanlarına İslâm'a saldırma ve onu Amerika, Ingiltere ve batının diğer yağmacıları gibi bir kapitalist batı rejimi şeklinde telâkki etme bahanesi vermiş, onlar da bu cahillerin sözlerine ve davranışlarına dayanarak maksatlı bir şekilde veya ahmakça bir hareketle, gerçek İslâmbilimcilerine başvurmaksızın İslâm'la nizaya kalkışmışlardır. Keza İslâm, eski dönemlerden bugüne değin kadında ortaklık ve eşcinselliğe kadar varan ve ezici bir diktatörlükle istibdadı da beraberinde getiren ortaklaşacılık yanlısı ve ferdi mülkiyete muhalif komünizm ve Marksizm - Leninizm gibi bir rejim de değildir. Bilakis İslâm, mülkiyeti tanıyan ve mülkiyete, onun ortaya çıkış ve tüketiminde belli sınırlamalarla saygı gösteren ve hakkıyla uygulanması halinde sağlam bir iktisâd ın çarklarını harekete geçirerek sıhhatli bir rejimin gereği olan “sosyal adaleti” gerçekleştiren mutedil bir rejimdir.
Burada da bir grup, inhirafi anlayışlarıyla, İslâm ve onun sağlıklı iktisâd ından habersizlikleriyle ilk grubun karşı noktasında yer almış ve kimi zaman bazı ayetler ve Nehc’ul Belağa’nın bazı cümlelerine dayanarak İslâmî Marks ve onun gibilerinin[126] sapık okullarıyla muvafıkmış gibi tanıtmışlardır. Bu gibileri pek çok ayet ve Nehc’ul Belağa’nın çoğu bölümlerine dikkat etmemekte, kendi başlarına ve kusurlu anlayışlarıyla yola çıkarak ortaklaşacılık dinini izlemekte ve insani değerleri görmezden gelen azınlığa ait bir partinin insan kitlelerine hayvan muamelesi yaptığı bir küfrü, diktatörlük ve ezici baskıyı saaunmaktadırlar.
Meclis’e, Anayasayı Koruma ve Kollama Şûrâsı’na; hükumet, cumhurbaşkanı ve Yargı Şûrâsı’na vasiyetim şudur: Allah Tealâ’nın hükümleri karşısında mütevazi olun ve zalim yağmacı kapitalizm kutbunun kof propagandasıyla mülhid katılımcı ve komünist kutbun propagandalarının tesirinde kalmayın, mülkiyet ve meşru sermayelere İslâmî sınırlar dahilinde saygı gösterin ve yapıcı sermaye ve faaliyetlerin işlerliğe geçerek memleket ve hükumeti kendine yeterlilik ve hafif ve ağır sanayie kavuşturabilmesi için millete güven verin. Meşru servet sahipleri ve zenginlere vasiyetim şudur: Adilâne servetlerinizi çalıştırın ve tarlalarda, köylerde, fabrikalarda yapıcı faaliyetlere geçin, bizzat bu, değerli bir ibadettir.
Aynı şekilde, mahrum sınıfların refahı için çaba gösterme yolunda herkese vasiyetim şudur. Dünya ve ahirette sizlerin hayrına olan, toplumun; şahlık zulmü ve ağalık - hanlık tarihi boyunca ızdırap ve zahmet içinde bulunmuş mahrumlarının durumuyla ilgilenmektir. imkan sahibi zengin kesimlerin gönüllü bir şekilde, gecekondular ve ottan kamıştan yapılma ilkel evlerde yaşayanlara ev ve refah temin etmesi ne kadar iyi olur... Emin olsunlar ki dünya ve ahiretin hayrı bundadır ve biri evsiz barksızken diğerinin apartmanları olması insaf değildir.
m- Dinadamları içinde İslâm Cumhuriyeti ve kuruluşlarına muhtelif saiklerle karşı çıkan, bütün vaktini onu yıkmaya ayıran, komplocu muhalifler ve siyaset oyuncularına yardım eden, hatta nakledildiğine göre bazen, Allah’tan habersiz zenginlerden bu gayeyle aldıkları hadsiz hesapsız paralarla -muhaliflere- büyük yardımlarda bulunan âlim ve alim kılıklılara vasiyetim şudur: İşlediğiniz haltlardan bugüne değin bir sonuç alamadığınız gibi, bundan sonra da alabileceğinizi sanmıyorum. Eğer dünya için bunu yaptıysanız, Allah Tealâ sizin şom emelinize ulaşmanıza izin vermeyeceğine göre iyisi mi, tevbe kapısı açıkken Allah Tealâ’nın huzurundan af dileyin ve yoksul mazlum milletle birleşerek milletin fedakârlıklarıyla kazanılmış olan İslâm Cumhuriyeti’ni himaye edin, dünya ve ahiret hayrı bundadır. Gerçi, tevbeye muvaffak olacağınızı da sanmıyorum... Muhtelif şahıs veya gruplardan bilerek veya bilmeyerek serdeden İslâm ahkâmına aykırı bazı hata ve yanlışlara binâen İslâm Cumhuriyeti ve devletine şiddetle karşı çıkan ve Allah için onu yıkma yolunda faaliyet gösterip kendi zanlarınca bu cumhuriyeti şahlık rejiminden daha kötü veya onun gibi varsayanlara gelince; sadık bir niyetle halvetlerde düşünüp taşınsınlar ve insaflı bir şekilde -bu cumhuriyetin- eski devlet ve rejimle bir mukayesesini yapsınlar, keza dünyada vuku bulmuş inkılâplarda kargaşalıkların, yanlış gidişatlar ve fırsatçılıkların kaçınılmaz olduğunu da gözönünde bulundursunlar. Aynı şekilde, siz eğer dikkat eder ve bu cumhuriyetin karşı karşıya olduğu komplolar, uydurma propagandalar, sınır dışından ve içeriden gelen silahlı saldırılar, milleti İslâm ve İslâm devletinden soğutmak gayesiyle müfside ve İslâm'a muhalif grupların bütün devlet organlarına kaçınılmaz sızışı, işbaşında bulunanların çoğunluğu veya pek çoğunun henüz tecrübesiz oluşu, haddi hesabı olmayan gayri meşru karlarını kaybeden veya karı azalanlar tarafından uydurma söylentilerin yayılışı önemli ölçüde şer’i hakim eksikliği, bel büken ekonomik müşkülâtlar, birkaç milyonluk memur kadrosunun tasfiye ve ıslahındaki büyük güçlükler, işbilir ve uzman salih eleman eksikliği ve işin içine girmedikçe insanın bilemeyeceği daha onlarca zorluğu gözönünde bulundurursanız durum daha iyi anlaşılır. Diğer taraftan faicilik[127] ve çıkarcılıkla; döviz kaçırma, korkunç derecede pahalılık yaratma, kaçakçılık, vurgunculuk ve stokçulukla toplumun mahrum ve yoksullarını helâk edecek derecede baskı altında bırakarak toplumu fesada sürükleyen garazkâr, saltanat rejimi yanlısı büyük servet sahibi şahıslar şikayette bulunmak ve oyuna getirmek gayesiyle siz efendilerin yanına gelmekte ve kendilerini halis Müslümanlar gibi gösterebilmek ve inandırıcı olabilmek için de kimi zaman hums[128] adına bir meblağ vermekte ve timsah gözyaşları dökerek sizleri sinirlendirip muhalefette bulunmanız için tahrik etmektedirler. Bunların büyük çoğunluğu gayri meşru kazançlarla halkın kanını emerek memleketin iktisâd ını yenilgiye sürüklemektedirler. Kardeşçe mütevazi bir öğütte bulunuyorum: Muhterem beyefendiler bu tür söylentilerden etkilenmesinler; Allah için ve İslâm'ın korunması gayesiyle bu cumhuriyeti güçlendirsinler, bu İslâm Cumhuriyeti’nin yenilgiye uğraması halinde onun yerine, canlar feda olası Bakıyyetullah’ın istediği gibi İslâmî veya siz beyefendilerin emrine itaat edecek bir rejimin tahakkuk bulmayacağını da bilmelidirler. Bilâkis, iki güç kutbundan birinin istediği bir rejim başa geçer, İslâm'a ve İslâm devletine umut bağlayıp gönül vermiş olan dünya mahrumları ümitsizliğe düşer, İslâm da her zaman için inzivada kalır ve birgün sizler de yaptıklarınıza pişman olursunuz; ancak, artık iş işten geçmiş ve pişmanlık fayda etmez olur... Keza, siz efendiler bir gecede tüm işlerin İslâm'a ve Allah Tealâ’nın ahkâmına uygun bir şekilde değişmesini bekliyorsanız yanlıştır ve bütün insanlık tarihi boyunca böyle bir mucize olmamıştır ve olmayacaktır da...
“Müslih-i Küll”ün, inşaallah-u Tealâ, zuhur edeceği gün de sanmayınız ki bir mucize olacak ve âlem bir günde ıslah oluverecektir; bilakis, zalimler; fedakârlıklar ve çabalar sonucu sindirilecek ve bir kenara itilebileceklerdir. Yok, eğer siz de bazı sapık cahiller gibi o yüce insanın zuhuru için, bütün dünyanın zulme boğulması gayesiyle küfür ve zulmün tahakkukuna çalışılması ve böylece zuhurun ön hazırlıklarının tamamlanması gerektiği şeklinde düşünüyorsanız “İnna lillah ve innâ ileyhi râciûn”[129] demek gerekir...
n- Bütün dünya Müslümanları ve mustaz’aflarına vasiyetim şudur: Sizler oturup ülkenizin yetkilileri ve baştakilerin veya ecnebi güçlerin gelip de sizlere hürriyet ve bağımsızlığı armağan getirmesini beklememelisiniz. Biz ve siz en azından, dünyayı sömüren büyük güçlerin tedricen bütün İslâm ülkeleri ve diğer küçük memleketlere ayak bastığı şu son yüzyılda bu ülkelere hakim olan devletlerden hiçbirinin kendi milletinin hürriyet, bağımsızlık ve refahını düşünmediğini ve düşünmemiş olduğunu, bilâkis onların büyük bir çoğunluğunun ya bizzat kendi milletlerine zulüm ve baskıda bulunarak yaptıkları herşeyi kendi şahısları ve bir grup için, veya müreffeh kesim ve sosyete takımının refahı için yaptıklarını, balçıktan yapılma evler ve gecekondularda yaşayan mazlum kesimin ise her türlü ihtiyaçtan, hatta açlıktan ölmeyecek kadar olsun bir yudum su ve bir lokma ekmekten bile mahrum kaldığını ve bu zavallıları müreffeh ve sefih bir zümrenin menfaatlerini temin gayesiyle çalıştırdıkların; ya da büyük güçlerin işbaşına getirmiş olduğu kuklaların ülkeler ve milletleri bağımlılaştırmak için bütün güçlerini safederek türlü hilelerle ülkeleri batı ve doğu için bir pazar durumuna getirip onların menfaatlerini temin ettiğini, milletleriyse geri kalmış bir halde bırakarak tüketici durumuna getirdiklerini ve şimdi de aynı plânla hareket etmekte olduklarını ya bizzat müşahede ettik veya doğru tarihler bunu anlatıp açıkladı bize... Ve siz, ey dünya mustaz’afları, ey İslâm ülkeleri ve ey dünya Müslümanları! Kalkın! Hakkınızı dişinizle tırnağınızla alın ve süper güçlerle satılmış uşaklarının propaganda yaygaralarından korkmayın; emeğinizi sizin ve aziz İslâm'ın düşmanlarına teslim eden cani yöneticileri ülkenizden koyun, yönetimi kendiniz ve ahdine sadık hizmet ehli ele alın ve hepiniz İslâm'ın şanlı bayrağı altında toplanarak İslâm'ın ve dünya mahrumlarının düşmanlarına karşı müdafaaya girişin, bağımsız ve hür cumhuriyetleri olan bir İslâm devletine doğru ilerleyin, onun kurulmasıyla dünyanın bütün nüstekbirlerine haddini bildirecek ve tüm mustaz’aflan yeryüzünün imam ve vârisi olmaya ulaştıracaksınız. Allah Tealâ’nın vaadetmiş olduğu o günün ümidiyle...
o- Aziz İran milletine bu vasiyetnamenin sonunda bir kez daha vasiyet ediyorum: Dünyada zahmet ve sıkıntılara; fedakârlıklar, serdengeçtilikler ve mahrumiyetlere tahammülün hacmi; varılmak istenen gayenin büyüklüğünün hacmi, onun değerliliği ve yücelik derecesiyle münasiptir. Siz mücahid ve aziz milletin uğruna kıyam etmiş olduğu, halâ sürdürdüğü ve onun için can ve mal feda ettiği ve etmekte olduğu şey en yüce, en üstün ve en değerli maksattır; ezelde âlemin başlangıcından ve bu dünya sonrasından ebediyete değin sunulmuş ve sunulacak olan maksuttur, ve bu, yaradılış ve gayesinin esası varlığın geniş alanında gayb’la şuhud’un derece ve mertebelerinde bulunan, geniş anlamıyla uluhiyet okulu ve yüksek boyutlarıyla tevhid idesidir ki tam anlamıyla ve bütün derece ve boyutlarıyla Muhammed sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’in okulunda tecelli bulmuş olup, Allah’ın selamı üzerlerine olsun, bütün büyük enbiyalar ve, Allah’ın selamı onlara olsun, evliyaların çabası bu -maksad-ın tahakkuku içindi ve mutlak kemâle, sonsuz celal ve cemale ondan başka hiçbir şeyle ulaşabilmek mümkün değildir. Topraktan yaratılanları melekûtilere ve onlardan da yüce olanlara üstün kılan da odur, keza topraktan yaratılanların onda -o maksatta- yürüme neticesinde kazandığı şey, bütün hilkat âleminde, açık veya gizli, hiçbir yaratığa nasib olmaz.
Siz, ey mücahid millet! Baştanbaşa bütün maddi ve mânevi alemde dalgalanmakta olan bir bayrak altında gitmektesiniz. Onu bulsanız da, bulmasanız da; Allah’ın selamı onlara olsun, bütün enbiyaların yegane istikameti ve mutlak saadetin biricik yolu olan bir yolda yürümektesiniz siz... Bu saiklerdir ki bütün evliya onun uğrunda şehadete kucak açmakta ve kıpkızıl ölümü baldan tatlı bilmektedirler, gençleriniz cephelerde ondan bir yudum içiverince vecde gelmişlerdir; onların ana, baba, bacı ve kardeşlerinde de bunun etkisi kendisini göstermiştir... Hakikaten bizim de “Keşke biz de sizinle birlikte olsaydık da büyük bir feyze erişseydik”[130] dememiz gerekir. Gönülleri okşayan o esinti ve coşturucu tecelli mübarek olsun onlara!.. Keza bu tecellinin kavurucu sıcaklık altındaki tarlalarda, takati kesen fabrika ve atölyelerde; sanayi, araştırma ve inceleme kurumlarında, halkın büyük çoğunluğunda; çarşı pazarlarda, yollarda ve köylerde, İslâm ve İslâm Cumhuriyeti için bu dallarda çalışan, memleketin ilerlemesi ve kendi kendine yeterli olabilmesi gayesiyle herhangi bir meşgaleyle uğraşmakta olan herkeste göründüğünü ve bu yardımlaşma ve ahdine sadakat ruhu toplumda var oldukça aziz ülkenin, devranın kaza - belasından, inşaallah-u Tealâ, mahfuz kalacağını bilmemiz gerekir. Allah Tealâ’ya hamdolsun ki ilmiye medreseleri ve üniversitelerle, bilim ve eğitim merkezlerindeki aziz gençler bu ilâhî gaybi esinti ve nefhadan nasib almış olup bu merkezler tamamen onların elinde ve Allah’ın izniyle, kötüler ve sapmışların etki alanları dışındadır. Herkese vasiyetim şudur: Allah Tealâ’yı anarak kendini tanıma, kendine yeterli olma ve bütün boyutlarıyla bir bağımsızlığa doğru ileri!.. O’nun hizmetinde olmanız, İslâmî ülkenin yükselmesi ve ilerlemesi için yardımlaşma ruhunu sürdürmeniz halinde hiç şüphe yok ki, Allah’ın eli sizinledir. Aziz millette gördüğüm uyanıklık, akıllılık, ahdine sadakat, fedakarlık ve Hakk Yol’da gösterdikleri direnç ve yılmazlık ruhuna binâen ve Allah Tealâ’nın yardımıyla bu insani manaların nesilden nesile artarak onların torunlarına da intikal edeceğine dair taşıdığım ümitle; huzurlu bir gönül, emin bir kalp, şad bir ruh ve Allah’ın fazlından ümitli bir öz ile kardeşler ve bacıların hizmet ve huzurundan ayrılıp ebedi mekana doğru yolculuğa çıkıyorum; sizin hayır duanıza pek ihtiyacım var, Rahman ve Rahim Allah’tan hizmette kusur,suç ve taksirim hususunda özrümü kabul buyurmasını dilemekte ve milletin kusurlarım, suçlarım ve taksiratım hususunda mazeretimi kabul etmesini, irade gücü ve kararlılıkla ilerlemesini ve hizmet ehli birinin gitmesiyle milletin demir seddinde bir gedik açılmayacağını, daha değerli ve daha üstün hizmet ehillerinin hizmette Olduğunu ve Allah’ın bu millet ve dünya mazlumlarının koruyucusu bulunduğunu bilmesini ummaktayım.
Allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri sizlere ve Allah’ın salih kullarına olsun.1 Cemadiyelevvel, 1403/26 Bâhmen 1361 (15 Şubat, 1983)
Ruhullah Humeyni
Ruhani: İran komplolara rağmen ilerlemesini sürdürecektir
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, 'ABD'nin düşmanlığı geçtiğimiz 41 yıl boyunca türlü renklerle kendini göstermiştir, ancak İslam Devrimi'nin yolu başından beri devam ediyor ve kuşkusuz ABD, İran halkının büyüklüğü önünde hezimete uğramıştır' dedi.
22 Behmen (11 Şubat) İslam Devrimi Zafer Günü nedeniyle başkent Tahran'da düzenlenen gösteride halka hitaben konuşma yapan Ruhani, Beyaz Saray yetkililerinin son 40 yılda İran'a karşı besledikleri düşmanlık ve kindarlığa işaret ederek, 'ABD gibi bir süper güç için, İslam Devrimi ile büyük İran halkının zafere ulaşması ve bu süper gücün ülkemizden çıkarılması, dayanılmaz bir acıdır. Doğal olarak onlar 41 yıldır her gece topraklarımıza geri dönme rüyasını görüyor' diye konuştu.
ABD Başkanı Donald Trump'ın talimatı ile Irak'ta terör saldırısı sonucu şehit düşen General Süleymani'nin şehadetine değinen Ruhani, 'General Süleymani bölgede savaş ve istikrarsızlık çıkarmak hedefinde değildi. ABD ve ırkçı İsrail'in yalanlarına rağmen o, bölgenin güvenliği ve istikrarını amaçlıyordu' değerlendirmesinde bulundu.
İran'ın çeşitli alanlarda kendi kendine yeterlilik konusundaki çalışmalarına dikkati çeken Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 'Günümüzde kendi ihtiyaçlarımızı kendi ellerimizle karşılıyoruz. Füze, uçak, kruvazör, denizaltı, anti zırh füze ve hava savunma füzeleri dahil her yerde İran sanayini görmek mümkün. Her yerde İranlı mühendislerin elleri ile üretilen sanatı görebiliriz' ifadesine yer verdi.
Devrimden önce İran'ın silahlarının yüzde 95'ini yurt dışından ithal edildiğinin altını çizen Ruhani, 'Bugün tüm ihtiyaçlarımıza yerli imkanlarla ulaşabiliyoruz. Bu büyük İran halkının bilim, askeri ve savunma gücünü gözler önüne seriyor. ABD neyin peşinde, geçen 2 yılda aziz halkımıza bu kadar baskı uygulamıştır. Ticaret, ihracat ve tüm ihtiyaçlarımızı hedef tahtasına oturtarak halkımızın sabrını taşırmak istiyor. ABD sadece İran hükümeti ve yetkilileri ile değil, tüm 83 milyonluk İran halkı ile karşı karşıyadır. Halkımız birlik beraberlik içerisindedir' açıklamasında bulundu.
İran'ın tarım, petrol, doğalgaz, sağlık, istihdam, bilgi tabanlı şirketler vb. sektörlerdeki ilerleme ve bağımsızlığından bahseden Cumhurbaşkanı Ruhani konuşmasını şöyle sürdürdü:
'ABD yaptırım uygularsa geri adım atacağımızı sanıyor. Bu ABD'nin yanlışından kaynaklanıyor. İlaçlarımızın yüzde 97'si yerli imkanlarla yurt içinde üretilmektedır. Geriye kalan yüzde üçü de gelecek yıllarda yurt içinde üreterek tam bağımsızlığa ulaşmayı hedefliyoruz.
Geçtiğimiz 10 ayda 72 milyar dolar dış ticaret gerçekleştirdik. 36 milyar dolar ithalat yaptık.Halkımız kendi ayakları üzerinde duruyor, güçleniyor ve düşüncelerini donatıyorlar. ABD'nin gittiği yol, İran ve bölge halkları, İslam dünyası ve tüm dünyanın aleyhinedir. Hatta kendi Amerikan halkının zararınadı
İran Halkı, 'İslam Devrimi'nin 41. Zafer Yıldönümü'nü Kutldı.
"İslam Devrimi'nin Zafer Günü" olarak bilinen 11 Şubat'ta İran halkı, ülkenin dört bir yanında katıldıkları yürüyüşlerle kutlama merasimleri yapıldı.
İran genelinde soğuk ve karlı havanın hâkim olmasına rağmen halk, geçtiğimiz yıllara kıyasla daha coşkulu bir biçimde sokaklara dökülerek "İslam Devrimi'nin 41. Zafer Yıldönümü"nü attıkları sloganlarla kutladı.
6 bin yerli ve yabancı basın mensubunun takip ettiği zafer yürüyüşlerine katılanlar, ABD ve siyonist terör çetesine duydukları öfkeyi dile getirerek, İslam Devrimi lideri İmam Humeyni ve İmam Hamanei'ne bağlılıklarını yineledi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın talimatı ile 3 Ocak günü Bağdat'ta uğradığı saldırı ile katledilen General Kasım Süleymani'nin fotoğraflarının yürüyüşlere katılanlar tarafından taşınması dikkat çekti.
İran halkı, ABD'nin tüm araçları kullanarak İslam Devrimi ile halkın arasını açmayı hedeflemesine karşın milyonlar halinde yürüyüşlere katılarak İslam Devrimi'nin yolundan gitmeye kararlı olduklarının altını çizdi.
11 Şubat törenleri, farklı ülkelerdeki İranlılarca da düzenlenen törenlerle kutlandı.
Gıybet
- Gıybetin büyük günahlardan olduğunda hiçbir şüphe yoktur; muhtelif hadislerde bu günahı yapanlara azap vaadi verilmiştir. Ve bir çok hadis ve ayetlerdeki açıklamalardan bu günahın ne kadar kötü bir günah olduğu ortaya çıkmaktadır. Biz Kur"an ve hadis-i şeriflerden istifade ederek bu konuyu şu başlıklar altında işlemeye çalışacağız:
1- Gıybetin önemi ve ne kadar büyük günah olduğu,
2- Gıybetin anlamı,
3- Gıybetin çeşitli türleri,
4- Gıybete yol açan sebepler,
5- Gıybet edenlerin karşısındaki vazifemiz,
6- Gıybetin tövbesi ve keffareti,
7- Gıybetin caiz olduğu yerler.
1- Gıybetin Önemi ve Büyüklüğü:
Allah-u Teala Nur suresinin 19. Ayetinde şöyle buyuruyor: İman edenler içinde çirkin utanmazlıkların yaygınlaşmasından hoşlananlara dünyada da ahirette de azap vardır.
Bu ayetin tefsirinde İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Bir mümin için kulaklarının duyduğunu, gözlerinin gördüğünü başkalarına söyleyen kişi, Allah-u Teala haklarında şöyle buyurduğu kimselerdendir: İman edenler içinde çirkin utanmazlıkların yaygınlaşmasından hoşlananlara dünyada da ahirette de azap vardır.
Görüldüğü gibi bir müminin kötülüklerinin yayılmasından hoşlanan, yani buna vesile olan veya vesile olan kimselerden hoşlanan adamlara Allah azap vaadi vermiştir. İşte gıybet de bunlardan birisidir.
Yine Hak Teala Hucurat suresinin 12. Ayetinde şöyle buyuruyor: Ey İman edenler bazınız bazınızın arkasından çekiştirmesin, gıybet etmesin; sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah"tan korkun.
Bu ayeti kerimede Allah-u Teala bir müminin arkasından gıybet etmeyi onun ölü olduğu halde etini yemesine benzetmektedir.
Resul-i Ekrem (s.a.a)"den nakledildiğine göre o hazret şöyle buyuruyor: Miraç gecesinde bir gurubu cehennem ateşinde mundar ve leş yedikleri halde gördüm. Cebrail"e Bunlar kimlerdir? diye sordum; o da Bunlar dünyada halkın etini yiyen, yani gıybet eden kimselerdir. diye cevap verdi.
(Müstedrek-ül Vesail, Hac Kitabı, bab: 132)
Evet insanların dünyada yaptıkları ameller kıyamet günü karşılarına çıkacak ve ona uygun bir şekilde cezalandırılacaklardır.
Kur"an-ı Kerim"in bu benzetmelerinde bazı nükteler vardır ki onlara da değinmekte fayda vardır. Bir ölü kendisini savunamadığı gibi gıybet edilen kimsede hazır bulunamadığı için kendisini savunamayıp mağdur durumda kalıyor. Ölü birisinin eti kesildiğinde yeri dolduramadığı gibi gıybet edilen kişinin kaybolan haysiyet ve şerefinin yerinin dolması da gayri mümkün veya çok zordur. Bir mundarın eti kesilip organları söküldüğünde, kokusu etrafı sardığı gibi gıybet vesilesiyle de kötülükler, düşmanlıklar, kinler ve günahlar her tarafa yayılır ve kimsede huzur kalmaz; kimsede samimiyet kalmaz. Mundar ve leş eti insanları hastalandırabildiği gibi gıybet de insanın ruhunda ve toplumda nice rahatsızlıklar ve hastalıklar meydana getirir.
Muhtelif senetlerle sevgili Peygamber"imizden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: Gıybet, zinadan daha şiddetlidir. Nasıl olur diye sorulduğunda şöyle buyurdu: Zira adam zina ederse, sonra da tövbe ederse, Allah onu affeder. Ama gıybet eden kimse, gıybet edilen kimse tarafından affedilmediği müddetçe bağışlanmaz.
(Bihar-ül Envar, c.77, s.89)
Hz. Ali (a.s):
Gıybetten kaçın; zira gıybet cehennem köpeklerinin yemeğidir.
(Bihar-ül Envar, c.75, s.248)
Resul-i Ekrem (s.a.a): Kim bir Müslüman erkeğin ve kadının gıybetini ederse, kırk gün ve gece Allah onun namaz ve orucunu kabul etmez. Gıybet ettiği kişi affederse o başka.
İmam Sadık (a.s): Gıybet etmek, her Müslümana haramdır ve hiç şüphesiz gıybet iyilikleri yer; aynı ateş odunu yakıp kül ettiği gibi.
(Usul-i Kafi)
Resul-i Ekrem (s.a.a): Kıyamet günü birisini Allah"ın huzuruna getirip durdururlar ve amel kitabı kendisine verilir. Baktığında görür ki yaptığı iyilikler orada yoktur. Der ki: Ya İlahi bu benim kitabım değildir; ben yaptığım itaatları onda göremiyorum? Ona şöyle cevap verilir: Senin Rabbin, ne hata yapar nede unutur; senin amelin halkın gıybetini yaptığın için yoktur. Sonra bir başkasını getirirler ona da amel kitabını verdiklerinde yapmadığı bir çok iyilikleri görür; arz eder: Ya İlahi, bu benim kitabım değildir; zira ben bu amelleri yapmamışımdır. Şöyle denir cevabında: Filan adam senin gıybetini yaptığı için, sana onun iyilikleri verildi.
Bir başka hadiste şöyle der: Gıybet eden kimse, tövbe ederse cennete giren en son kişi olur; ve tövbesiz ölürse cehenneme giren ilk kişi olur.
Şunu da hatırlatmak gerekir ki gıybet sadece büyüklere ait değildir. İyiyi kötüden ayırt eden ve duyduğunda rahatsız olan çocukların gıybeti de haramdır.
2- Gıybetin Anlamı:
Resul-i Ekrem (s.a.a) gıybeti şöyle açıklamaktadır: Gıybet, mümin kardeşleri hakkında hoşlanmadığı bir şeyi söylemektir.
(Bihar-ül Envar, c.77, s.89)
İmam Sadık (a.s) ise gıybeti şu şekil de açıklıyor:
Gıybet mümin kardeşinin hakkında Allah-u Teala"nın üzerini örttüğü bir kusuru, başkaları yanında açıp söylemeleridir.
(Bihar-ül Envar, c.75, s.245)
Ehl-i Beyt İmamları"nın yedincisi İmam Musa Kazım (a.s) ise şöyle değerlendiriyor: Bir kişinin arkasından, onda olan ve halkın bildiği bir kusuru söylerse, gıybet olmaz; ama onda olup da halkın bilmediği kusuru açıklarsa, onun gıybetini yapmış olur.
(Bihar-ül Envar, c.75, s.245)
Kısacası bir müminin arkasında söylenen şeyler üç kısımdan birisidir.
a)- Bazıları kesinkes gıybettir ve haramdır. O da dine göre veya insana göre kusur ve eksiklik sayılan ve başkaları tarafından bilinmeyen ve açıklandığında gıybet edilen kimseyi rahatsız eden ve ayıplama ve aşağılama niyetiyle söylenen şeylerdir. Evet bu, kesinlikle gıybettir ve kebire (büyük) günahlardandır.
b)- Başkasının bilinmeyen ayıbını, onu aşağılamak ve küçültmek maksadıyla değil de başka maksatla söylemek; örneğin sohbet olsun diye veya örnek göstermek için veya bu işten rahatsızlığını belirtmek için vb. bir sebeple söylemek. Bu kısmın kötülüğü, birinci kısım kadar olmasa da yine de haramdır ve bu maksatlarla da olsa müminin kusurlarının söylenmemesi gerekir.
c)- Başkasının bilinen bir ayıbını başkaları yanında söylemek; bu da birkaç türlüdür: Eğer o adamı kötülemek ve kınama maksadıyla söylerse, bu da gıybet sayılmasa dahi haramdır. Zira bunu yapmak mümine eziyet ve hakaret ünvanı altına girer ve kesinlikle haramdır.
Eğer bilinen bir şeyi söyler ve kötüleme ve hakaret etme maksadı taşımaz ama onun söylenmesi kendiliğinden o kişinin ayıplanmasına vesile olursa, bu da gıybet olmasa dahi haramdır. Zira başkalarına kötü lakap takma ünvanı altına girer ve Kur"an"da neyh edilmiştir.
Ama eğer bilinen bir şeyi söyler, kötüleme maksadı olmaz, kendiliğinden de onun ayıplanması ve aşağılanmasına yol açmazsa, o zaman söylenmesinde zahiren sakınca yoktur. Ama yine de ihtiyaten bunu da söylememek iyidir.
3- Gıybetin Çeşitli Türleri:
Gıybet çeşitli şekillerde gerçekleşebilir:
a)- İnsanın bedeni ile ilgili kusurları söylemek: Mesela kör, şaşı, kel, siyah, sarı, kısa, uzun gibi lakaplar ki adam duyduğunda rahatsız olursa söylenmesi gıybet ve haramdır.
b)- İnsanın soyu sopuyla ilgili kusurları söylemek: Mesela falan adamın babası kötü bir ailedendir vb. şeyleri söylemek haramdır ve gıybettir.
c)- Ahlakıyla ilgili kusurları söylemek: Filan adam kötü ahlaklıdır, korkaktır, riyakardır vb. gibi
d)- Dini ile ilgili kusurları söylemek: Filan adam yalancıdır, zekat vermiyor, namaza önem vermiyor vb. şeyleri söylemek.
e)- Dünyası ile ilgili kusurları söylemek: Filan adam edepsizdir, çok gevezedir, boğazına düşkündür, çok uyuyor, hak bilmez birisidir vb. şeyler gibi
f)- Veya ona ait olan herhangi bir kusuru söylemek: Elbisesi kirlidir, eskidir, uzundur, kısadır, şöyledir, böyledir. Elbette bunlardan hangisi daha büyük olursa günahı, vebali de daha büyük olur.
Şunu da hatırlatmak gerekir ki gıybet, birisinin ayıbını başkasına söylemektir ve bildirmektir. Bu, bazen sözle, bazen fiille, bazen işaretle yada yazıyla gerçekleşebilir. Yani önemli olan birisinin kusurunu açıklamak, hangi vesileyle olursa olsun haram ve gıybettir.
Hatırlatılması gereken bir başka husus ise karşı tarafın gıybet edilen kimseyi tanıyacak şekilde ondan bahsetmesi haramdır. Ama tanınmayacak şekilde bahsetmek sakıncasızdır. Sınırlı şahıslardan da bahsetmek haramdır. Mesela filan adamın çocuklarından birisi şöyle böyledir; bütün çocuklar zan altında kaldıkları için haramdır.
Eğer sayıları geniş bir kitle arasına katarak bahsederse sakıncasızdır. Mesela Kırıkkalelilerden birisi şöyle yapıyordu, bunun sakıncası yoktur. Yine eğer büyük bir topluluğun hepsini kötüler ve suçlarsa bu da haramdır. Mesela Ankaralılar şöyledir, Iğdırlılar böyledir şeklinde söylerse haramdır ve bütün o şehrin gıybetini etmiş olur. Veya filan şehrin çoğu böyledir derse de bu da ihtiyaten haramdır.
4- Gıybete yol açan sebepler:
1- Gazap ve öfke: Bazen birisine olan gazap ve öfkemiz, bizi onun ayıplarını ortaya çıkarmaya itebilir.
2- Kin beslemek: Bazen önceden olan kinimiz birisinin gıybetini yapmamıza, onu kötülememize yol açabilir.
3- Hased ve çekemezlik: Bazen de bu kötü huy insanın gıybet etmesini ve hased ettiği kimsenin kusurlarını açığa çıkarmaya ve böylece hasedini dindirmeye çalışmasına vesile olur.
4- Kibir ve üstünlük taslamak: Çoğu kişiler kendilerini üstün göstermek için başkalarını kötülemeye ve kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışır.
5- Acıma duygusu: Bazen de şeytan bu yoldan insanları kandırır ve ona acıdığı için ve yaptığı kötülükten duyduğu üzüntüyü bildirmek için, onun yaptığını başkasına anlatır.
6- Kendini temize çıkarmak: Bazen kendisini temize çıkarmak için kötü ameli başkasına isnad eder ve böylece kendisini o amelden ve suçtan kurtarmaya çalışır. Bu da günahtır hatta o adam yapmış olsa dahi; o sadece kendisinden o kötülüğü nefyetme hakkına sabittir. Yani ben yapmamışımdır diyebilir, ama başkasına isnad edemez.
5- Gıybet Edenler Karşısında Vazifemiz:
Gıybet edenler karşısında ilk vazifemiz uygun bir dille gıybet edeni emr-i bil-maruf ve nehyi anil-münker etmek ve o ameli yapmaktan sakındırmaktır. Sonra da gıybeti yapılan kimseyi savunmak ve ona isnad edilen şeyi reddetmek ve onu bu isnattan tenzih etmek ve ona yardımcı olmaktır. Eğer bunu yapamazsa ve gıybet edeni yaptığı işten vazgeçiremezse, o meclisten kalkmalı ve orayı terk etmelidir. Yoksa eğer oturup dinler ve söylenenlerden hoşlanırsa veya en azından itiraz etmezse, o da gıybet günahına ortak olmuş olur. Bu konuda aşağıdaki hadislere dikkatinizi çekmek istiyoruz:
Hz. Ali (a.s): Gıybeti dinleyen kimse, gıybet eden gibidir.
(Mizan-ül Hikme, c.7, s.352)
İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) şöyle buyuruyor: Kulağın senin üzerindeki hakkı, onu gıybet ve helal olmayan şeyleri dinlemekten uzak tutmaktır.
Resul-i Ekrem (s.a.a):
Müslüman kardeşi yanında gıybet edilip de ona yardım edebileceği halde (onun gıybetini önleyebileceği halde) ona yardımcı olmayan kimseyi, Allah dünya ve ahiretde yardımsız bırakır.
Yine Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Kim bir mecliste kardeşine duyduğu bir gıybeti reddederek ona iyilikte bulunursa, Allah-u Teala dünya ve ahiret hayatında bin kötülük kapısını ondan reddeder (uzaklaştırır).
Yine şöyle buyurduğu rivayet ediliyor: Kim mümin kardeşi hakkında yapılan gıybet konusunda, kardeşinin haysiyetini savunursa, onu cehennem ateşinden kurtarmak Allah"ın üzerine bir hak olur.
(Mizan-ül Hikme, c.7, s.353)
Bazı rivayetlerden de anlaşıldığına göre mümin kardeşini savunabilecek durumda olan ve onun hakkında yapılan gıybeti önleme imkanına sahip olan birisi, bunu yapmazsa günahı gıybet edenden yetmiş kat daha fazladır.
Belki de sebebi şudur ki gıybeti dinleyen olamazsa veya önlenirse gıybet eden de bir daha gıybet etmeye cesaret edemez. Ama gıybeti dinlemek, ona itirazda bulunmamak insanları bu günaha daha fazla cüretkar kılıyor.
Hatırlatılması gereken bir başka husus ise şudur ki, bir başka insan bir başkasının arkasından gıybet edip çekiştirir, ama yüzüne gelip onu methedip yağcılık yaparsa, böyle birisinin günahı başkasınınkinin iki katıdır. Zira bu bir nifaktır ve hadislerde iki dilli, bizim aramızda ise iki yüzlü olarak tarif edilir.
Bir hadiste şöyle deniyor: Kıyamet günü iki dilli insan ateşten iki dile sahip olduğu halde mahşere gelir.
(Mekasip kitabı, Gıybet Babı)
Görüldüğü gibi gıybetin çeşitli durumları onun vebalinin de artmasına veya azalmasına vesile olur. Zaman ve mekanlar da gıybetin ve günahların vebalini etkiler. Mesela Ramazan ayında yapılan bir gıybet ile başka zamanda yapılan bir gıybet aynı değildir. Mesela bir camide yapılan gıybet ve günahla başka yerde yapılan aynı değildir. Müminin de derecesine göre gıybetlerinde vebali değişebilir.
6- Gıybetin Tövbesi ve Keffareti:
Evet gıybet büyük günahlardan olduğu için, Allah etmesin bu günaha mübtela olursa, hemen pişman olup tövbe etmesi ve bir daha tekrarlamamaya karar alması, kalbiyle birlikte dille de Allah"tan mağfiret dilemesi farzdır. Sonra da mümkün mertebe gıybet ettiği kimseden helallik almalı ve onu kendinden razı etmelidir. Eğer gıybet ettiği kişi ölmüşse veya ona bir türlü ulaşamıyorsa yahut gıybet konusundan haberdar değildir ve kendisine söylendiği vakit buna daha çok rahatsız olacaksa, helallik almanın yerine onun hakkında dua ve istiğfar etmeli ve onun hakkında iyilikte bulunmalıdır. Bu konuda da bir çok hadisler nakledilmiştir ki sözün fazla uzamaması için onlardan vazgeçiyoruz.
Gıybeti edilen kişinin helal etmesi iyidir; zira bu vesileyle sevaba ulaşır ve başkalarının da onu bağışlamasına vesile olur. Eğer Allah"ın mağfiretini bekliyorsak bizim de başkalarını affetmemiz gerekir.
Şu noktayı da bilmemiz gerekir ki gıybet etmemekle insan, şer"i vazifesini yapıp kendisini büyük bir vebalden kurtardığı gibi Allah katında da büyük sevaplara nail olur.
Resul-i Ekrem"den şöyle rivayet edilmiştir: Gıybet etmeyi terk etmek, Allah (Azze ve Celle) katında on bin rekat sünnet namaz kılmaktan daha sevimlidir.
7- Gıybetin Caiz Olduğu Yerler:
Gıybetin bazı yerlerde caiz olduğuna hükmedilmiştir ki aşağıda kısaca bunlara değinmeye çalışacağız:
1- Günahı açık bir şekilde insanların gözü önünde yapan kimsenin gıybeti caizdir. Mesela halkın gözü önünde şarap kadehi kaldıran, çekinmeden içen birisi gibi.
Burada bazı alimler sadece açıkta yaptığı o günahı söylemek caizdir. Ama gizlide yaptığı günahlar varsa onları açığa çıkarmak caiz değildir, diyorlar. En azından ihtiyat gereği o günahları söylememek iyidir. Bir de günah yapan kimse yaptığı günahın günahlığını kabul ederse, caizdir; ama eğer bazı mazeretler öne sürüyorsa, örneğin Ramazan günü orucunu yiyor, ama hasta olduğunu ve yolcu olduğunu iddia ediyorsa, bu tür durumlarda da ihtiyaten gıybet etmemek gerekir.
2- Kendisine haksızlık ve zulüm yapan birisi olur ve kendisi hiçbir yolla onun zulüm ve haksızlığını önleyemiyorsa, eğer bunu önleyebilecek başka birisi varsa, o zaman onun yaptığı zulmü başkasına şikayet edip ondan yardım dileyebilir.
Allah-u Teala Nisa suresinin 148. ayetinde şöyle buyuruyor: Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; zulme uğrayanlar hariç .
3- Eğer bir insan ticaret yapacağı veya evlilik bağı kuracağı birisi hakkında insanla istişare ederse, gerçeği söylemediği taktirde önemli fesat ve kötülüğün veya zararın meydana geleceğinden korkarsa, o zaman doğruyu söyleyebilir. Elbette eğer kusurunu söylemeden onu bu işten vazgeçirebilirse öyle yapmalıdır; ama eğer başka bir yolla unu bu işten vazgeçiremezse, o zaman doğruyu söyleyebilir. Şunu da dikkate almak lazımdır ki, eğer o mu"minin haysiyetinin zedelenmesi, o adama değecek zarardan daha önemli olursa, o zaman doğruyu söylememesi gerekir
4- Allah"ın dininde bid"at koyan ve yanlışlarıyla insanları saptıran kimseye insanlar kanmasın diye onun gıybetinin yapılması caizdir.
5- Yalan bir hadis uydurup Peygamber"e isnad eden kimselerin gıybeti caizdir ki insanlar ona kanmasınlar. Yine yalan yare birisinin aleyhine şahitlik yaparsa, onun yalanını ortaya çıkarmak caizdir.
6- Eğer birisi bir lakapla meşhur olmuş ve onu söylemeden tanımıyorlar veya karıştırıyorlarsa, iki şartla bu lakabı söylemek caizdir: Birincisi onu aşağılamak niyetiyle söylemezse, ikincisi o adam o lakabın söylenmesinden rahatsız olmuyorsa, söylemenin sakıncası yoktur. Ama eğer rahatsız oluyorsa onunla onu tanıtmak caiz değildir.
7- Eğer yalan yere bir soya kendisini isnat ederse, mesela yalan yere seyyit olduğunu iddia ederse, yalanını bilen kimse bunu başkalarına söyleyebilir. Zira neseblerin karışmaması önemlidir.
8- Kısacası eğer bir yerde doğruyu söylemek bir müminin haysiyetini korumaktan daha önemli olursa, o zaman doğruyu söylemek caizdir. Mesela bir haksızlığın yapıldığı bir yerde, doğruyu bilen kimsenin şahitlik yapıp hakkı ezilen kimseye yardımcı olması gibi.
Ya Rabbi, bütün günahlardan korunmada eğer sen bize yardımcı olmazsan, biz bundan aciziz. Bütün enbiya ve evliya hürmetine lütuf ve yardımlarını bizden esirgeme. Amin!
Kilit Günahlar
Öl Ey Nefis
Bu Hayalin Gerçekleşmesine İzin Vermeyeceğiz
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Dünyanın gündemine sözde 'Yüzyılın Planı' adıyla giren ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden plan, bölgede barış ve huzuru tehdit eden bir hayalden başka bir şey değildir. Bu hayalin gerçekleşmesine izin vermeyeceğiz" ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da 'İsrail İşgalini Sonlandıracak Etkili Bir Stratejiye Doğru' temasıyla düzenlenen Parlamenterler Arası Kudüs Platformu’nun Üçüncü Konferansı'na mesaj gönderdi.
Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed, Parlamenterler Arası Kudüs Platformu üyeleri ve konferansın katılımcılarına hitaben yazılan mektupta, Erdoğan, konferansın, amacı doğrultusunda sonuç alınacak şekilde geçmesini temenni etti.
Öncelikle böyle bir dönemde bu konferansın düzenlenmesini anlamlı ve önemli bulduğunu vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:
"Dünyanın gündemine sözde 'Yüzyılın Planı' adıyla giren ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden plan, bölgede barış ve huzuru tehdit eden bir hayalden başka bir şey değildir. Bu hayalin gerçekleşmesine izin vermeyeceğiz. Filistin topraklarını ilhak anlamına gelen, Filistin’i tümüyle yok eden ve Kudüs’ü tamamen gasp eden bu planı tanımıyoruz. Görünürde iki devletli çözümü kabul eden ancak İsrail işgalini Amerikan yönetimi himayesinde meşrulaştırma anlamına gelen bu girişimi asla kabul etmiyoruz. Filistin yıllardır işgal, yıkım ve acıya maruz kalırken, İsrail haksız ve hukuksuz bir şekilde bugünkü sınırlarına ulaşmıştır. Türkiye’nin Kudüs’ün ilhakına sessiz kalması ve Filistinli kardeşlerini bu mücadelede yalnız bırakması mümkün değildir. Bir kez daha vurgulamak istiyorum ki Kudüs kırmızı çizgimizdir. Müslüman ülkeler olarak bu süreçte bizlere düşen en önemli sorumluluk, Mescid-i Aksa’nın mahremiyetini korumak, barış çınarı Kudüs’e sahip çıkmak ve Filistinlilerin haklarını savunmaktır. Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünyayı etkileyecek bir sürecin başlangıcı anlamına gelen bu adım karşısında, bazı İslam ülkelerinin izlediği politika, üzüntü verici bir tablo oluşturmuştur."
Düşmanın Tehditlerini Sona Erdirmek İçin Güçlü Olmalıyız
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, bugün sabah saatlerinde İran Ordusu Hava Kuvvetleri komutanları ve personelleriyle görüştü.
İmam Hamanei’nin bu görüşmede yaptığı konuşmadan satır başları şöyle:
-İran Ordusu Hava Kuvvetleri Pehlevi döneminde Amerikalılara en yakın güçlerden biriydi. İlk dikkate almamız gereken şey tağut rejiminin beklenmediği yerden düşmesidir. İran Ordusu Hava Kuvvetleri Amerikalılara yakın güç olarak en kritik dönemde devrimin lehine harekete geçip İran İslam Devrimi'nin kurucusu İmam Humeyni'ye (r.a) olan bağlılığını ilan etti.
-Bunun tersine müminler beklemedikleri bir yerden güçlendiler.
- İran'ın askeri malzeme ve ürünleri hala ABD askeri şirketlerinin depolarındadır ve hala bize vermediler. Yıllar önce depolama parasını aldıkları askeri malzemelerimizi İran'a vermemeleri çok ilginçtir.
- Bir zamanlar bir uçak parçasını tamir etme hakkı olmayan İran Ordusu Hava Kuvvetleri bugün tehditleri fırsata çevirerek uçak yapıyor.
- Devrimin başlangıcından bu yana bize yaptırım uygulanmaktadır. Son birkaç yıldır bu yaptırımlar daha da ağır bir şekilde uygulanmaya devam ediyor.
- Ülkenin savunma başta olmak üzere tüm yönlerde güçlenmesi gerekir. Biz herhangi bir milleti ve ülkeyi tehdit etmeye değil, ülkemizin güvenliğini korumaya çalışıyoruz.
- Zayıf olmak düşmanı harekete geçmeye teşvik eder. Savaşın çıkmaması ve düşmanın tehditlerini sona erdirmek için güçlü olmalıyız.
-Ülke yetkililerinin bilinçli hareket etmesi halinde yaptırımların fırsata dönüştürülebileceğini aktaran Hamaney, “Yaptırımlardan istifade ederek ülke ekonomisi petrole bağımlılıktan kurtarılabilir. Birçok sorunun nedeni de petrole bağımlılıktan kaynaklanıyor” diye konuştu.
Savaş olmaması ve “düşman tehdidinin” sona ermesi için güçlenmeleri gerektiğini belirten Imam Hamaney, zayıf kalmalarının “düşmanı” saldırıya teşvik edeceğini dile getirdi.
Ülke yetkililerinin bilinçli hareket etmesi halinde yaptırımların fırsata dönüştürülebileceğini aktaran Hmam Hamaney, “Yaptırımlardan istifade ederek ülke ekonomisi petrole bağımlılıktan kurtarılabilir. Birçok sorunun nedeni de petrole bağımlılıktan kaynaklanıyor” diye konuştu. ABD yönetimindeki birçok yetkilinin de İran ekonomisinin petrole bağlı kalması için yaptırımların hafifletilmesi gerektiğini savunduğunu ileri süren Hamaney, önceki ABD Başkanlarının İran’a karşı politikaları örtülü yürüttüğünü ancak mevcut yönetimin bunu açıktan yaptığını söyledi. Hamaney, “Hiçbir ülke için tehdit değiliz, ülkemizin güvenliğini sağlama ve tehditleri bertaraf etmenin peşindeyiz." dedi.
İran Saldırısında Beyin Hasarına Uğrayan ABD Askerlerinin Sayısı Arttı
İran'ın 8 Ocak'ta ABD askerlerinin konuşlu olduğu Irak'taki El Esed üssüne düzenlediği saldırıdan sonra, Travmatik Beyin Hasarı (TBH) teşhisi konulan Amerikan askerlerinin sayısı 50'ye yükseldi.
İran Saldırısında Beyin Hasarına Uğrayan ABD Askerlerinin Sayısı Arttı
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) sözcülerinden Yarbay Thomas Campbell, yaptığı yazılı açıklamada, "Travmatik Beyin Hasarı (TBH) teşhisi konulan asker sayısı bugün itibariyle 50 oldu" bilgisini verdi.
Yarbay Campbell, 50 askerden 31'inin göreve geri döndüğünü ifade ederken, diğer askerlerin Almanya’ya sevk edildiğini kaydetti.
Daha önce, Almanya’ya sevkedilen 8 asker geçen hafta ABD’ye tedavi için gönderilmişti. 9 askerin ise Almanya’da tedavileri sürüyor.
ABD'nin 3 Ocak'ta Bağdat Havalimanı'nda İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi hava saldırısıyla öldürmesinin ardından, İran da 8 Ocak’ta ABD kuvvetlerinin konuşlandırıldığı El-Esed ve Erbil üslerine füze saldırısı düzenlemişti.