Kevser Suresi Ve Hz. Fatıma

Rate this item
(2 votes)
Kevser Suresi Ve Hz. Fatıma

Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:“Rahman, Rahîm Allah'ın adıyla. (Ey Habibim!) Biz sana Kevser'i verdik. şu hâlde Rabbin için namaz kıl ve (tekbir alırken) ellerini boğazına kadar kaldır. şüphesiz asıl soyu kesik olan, sana kin duyandır.”

Kur'an-ı Kerim, açık ve anlaşılır bir kitap olarak beşerin istifadesine sunulmuştur ki onun ayetleri üzerinde dikkatle düşünsünler, ondan azami derecede faydalansınlar. Kur'an üzerinde ne kadar dikkatlice düşünür ve onu derin bir şekilde mütalâa edersek, yeni yeni bilgilere ulaşırız ve yüzümüze yepyeni kapılar açılır. Burada Hz. Fatıma-ı Zehra'nın bereketli doğum günü münasebetiyle mübarek Kevser suresini ele alıp, Kur'an üzerinde tefekkür ederek nasıl yeni bilgilere ulaşıldığının bir örneğini sunacağız.

Bu mübarek sure hakkında çok söz söylenmiştir, ama bizim çabamız, bu surenin tefsirinde yeni bir mesaj sunabilmektir.

Asıl bahsimize girmeden önce giriş olarak bir konuya değinmek istiyoruz: Kur'an-ı Kerim'in 114 suresi içerisinde en küçük ve en kısa sure, Kevser suresidir. çünkü üç ayetten fazla değildir. Kur'anı kerimde üç ayetli olan sureler Asr suresi, Nasr suresi ve Kevser suresidir ve bunlar içerisinde en kısa olanı, Kevser suresidir. Nasr suresi 19 kelimeden, Asr suresi ise 14 kelimeden oluşur, oysa Kevser suresi 10 kelimeden meydana gelmiştir. Harf hesabıyla da Nasr suresi 77 harf, Asr suresi 68 harf ve Kevser suresi 42 harften müteşekkildir.

Değinmek istediğimiz konu şudur: Bu sure, bu kadar kısa olmasına rağmen Kur'an-ı Kerim'in bütün ayetleri için geçerli olan genel mucizevî yönünün yanında birkaç ayrı mucizevî yöne de sahiptir ki, bahsimizin arasında onlara işaret edeceğiz.

Şimdi asıl bahsimize geçelim: Bu sure, Hz. Fatıma ile ilgilidir. Allah-u Tealâ, Peygamberine şöyle hitap ediyor: “Biz sana Kevser'i verdik.” Yani Zehra'yı verdik.

Acaba Hz. Fatıma-ı Zehra'nın adı Kevser midir ki bu sure bu şekilde tefsir ve tercüme ediliyor? Hz. Fatıma'nın isimlerine baktığımızda o isimlerin içinde “Kevser”in zikredilmediğini görüyoruz. Bu yüzden Hz. Fatıma-ı Zehra'nın ismi Kevser olmadığı için bu ayet-i kerimenin anlamı, “Biz sana Zehra'yı verdik.” şeklinde anlaşılmamalıdır.

Aynı şekilde bu mübarek sureyle ilgili hadislere baktığımızda bu ayet-i kerimede Kevser'in Hz. Fatıma-ı Zehra olduğuna dair bir hadis bulunmamaktadır.

Öyleyse Kevser'in Hz. Fatıma-ı Zehra'nın isimlerinden biri olmadığına ve Hz. Fatıma'nın Kevser olduğuna dair bir hadis bulunmadığına göre, bazı âlimler ve müfessirler, bundan maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğunu nasıl söylemişlerdir?

Cevap şudur: Değerli âlimler ve müfessirlerimiz, bu sure üzerinde derin bir teemmül ve tefekkürle, maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğu sonucuna varmışlardır.

Biz, “Kevser” kelimesinin lügat manasının daha iyi aydınlanabilmesi için yaklaşık on tane lügat kitabı ve edebî yönü ağırlıklı olan tefsire müracaat ettik.

Lisan'ül-Arap adlı sözlükte, “çok olan her şeye ‘Kevser' denir.” diye geçmektedir.

Mishab-ı Feyyumî'de şöyle geçer: “Kevser, sayıca çok olan demektir.”

Zemahşerî, Esas'ul-Belâğa adlı eserinde şöyle der: “Kevser, sayısı çok olan şey demektir.”

Şeyh Tusî, et-Tibyan adlı tefsirinde şöyle der: “Kevser, tabiatında çokluk olan şey demektir.”

Merhum şeyh Tabersî, Mecma'ul-Beyan adlı tefsirinde, “Kevser, tabiatında çokluk olan şey demektir.” der. Yani, şeyh Tusî'nin aynı ibaresini kullanır.

Zemahşerî, el-Keşşaf adlı tefsirinde Kevser'i, çokluğu aşırı derecede olan şey şeklinde açıklar.

Ebu's-Suud Tefsiri'nde şöyle denir: “Kevser, aşırı derecede çok olan şey demektir.”

Bu ibareleri yan yana koyduğumuzda şu neticeye varıyoruz: Kevser, yani oldukça çok olan şey.

Öyleyse ayeti lügat manasına göre tercüme edersek, demeliyiz ki: Allah-u Tealâ, Peygamberine şöyle buyuruyor: “Biz sana oldukça çok bir şey verdik.”

Kevser, lügatte oldukça çok bir şey manasına geldiğinden müfessirlerimiz demişlerdir ki: Allah-u Tealâ, Peygamberine oldukça çok bir şey verdiğini açıkladığına ve bunu ona verilen büyük bir nimet olarak zikrettiğine göre, o şey kesinlikle şer değildir. çünkü Allah-u Tealâ'nın, aziz Peygamberine, biz sana oldukça çok bir şey verdik buyurup da bundan şerri kastettiği düşünülemez.

Bu yüzden tefsir kitaplarında “Kevser”in, “hayr-ı kesir=çok hayır” veya “bütün hayırlar” ya da “dünya ve ahiret hayrı” anlamına geldiği söylenmiştir.

Öyleyse lügat kitapları ve Kur'an'ın edebî yönüne ağırlık veren eski tefsirlere başvurduğumuzda karşımıza şöyle bir anlam çıkıyor: Allah-u Tealâ, Peygamberine buyuruyor ki: “Biz sana hayr-ı kesir verdik, biz sana dünya ve ahiret hayrı verdik, biz sana bütün hayırları verdik.”

Daha sonra tefsir kitaplarında, Rasulullah'a verilen bu hayr-ı kesirin, dünya ve ahiret hayrının ve bütün hayırların ne olduğu söz konusu olmuştur.

Bazıları, “Maksat, Kur'andır.” demişler, “çünkü Kur'an, hayır ve bereketin kaynağıdır, Kur'an'da dünya ve ahiret hayrı vardır ve Kur'an bütün hayırları kapsamaktadır.”

Bazı müfessirler, “Maksat, nübüvvettir. çünkü nübüvvet, dünya ve ahiret hayrıdır. Nübüvvet, hayrın tamamıdır. Nübüvvet, hayr-ı kesirdir.” demişlerdir.

Bazı tefsirlerde, hayr-ı kesir (çok hayır) olan Kevser'in ne olduğu hususunda yirmi altıya yakın farklı görüş nakledilmiştir.

Bazıları, “Maksat, Müslümanların çokluğudur.” demişlerdir.

Bazıları, “Maksat, şefaattir.” demişlerdir.

Bazı hadislerde, “Kevser, cennette bir nehirdir.” denmiştir.

Ancak biz, bazı karinelerden yola çıkarak bu mübarek surede Kevser'den maksadın ya özellikle Hz. Fatıma-ı Zehra ya da Hz. Fatıma-ı Zehra'yı da kapsayan bir mana olduğunu düşünüyoruz.

Öyleyse bazı müfessirlerin söyledikleri gibi bu ayet-i kerimede Kevser'den maksat, Kur'an veya nübüvvet değildir. Bilâkis maksat, Hz. Fatıma-ı Zehra'dır. Bir kere daha tekrar edelim ki biz, Kevser'in, Hz. Fatıma'nın ismi olduğunu veya hadislerde bu şekilde tefsir edildiğini söylemiyoruz. Biz diyoruz ki: Bazı büyük âlimler, bu surenin ayetleri üzerinde tedebbür edip iç ve dış karineleri göz önünde bulundurarak şu neticeye varmışlardır ki Kevser'den maksat, Hz. Fatıma-ı Zehra ya da Hz. Fatıma-ı Zehra'yı da kapsayan bir manadır.

Şöyle ki: Hicrî sekizinci yüzyılda yazılmış çok değerli tefsirlerden olan Tefsir-i Nişaburî'de şöyle deniyor:

“İbn-i Abbas, Mukatil ve Kelbî gibi bütün müfessirler şöyle demişlerdir: As b. Vail ve Kureyş'in ileri gelenlerinden bir kısmı diyorlardı ki: ‘Muhammed ebterdir, soyu kesiktir. çlümünden sonra yerine geçecek bir oğlu yoktur. O öldükten sonra ismi zikri unutulacaktır ve biz böylece ondan kurtulmuş olacağız.' Onlar bu sözü söylediklerinde Peygamber'in Hatice'den olan oğlu Abdullah ölmüştü. Bu sözler üzerine Allah-u Tealâ, bu sureyi indirerek onlara, Muhammed'in (s.a.a) soyunun kıyamete kadar devam edeceğini ve İslâm dinin sürekli yükseliş ve artışta, küfrün ise sürekli yenilgi ve çöküşte olacağını bildirdi.”

Bu olay öncesinde Allah Resulü'nün Kasım ve Abdullah isimlerinde iki oğlu vardı. (Bu iki çocuk başka isimlerle de çağrılıyorlardı. Dolayısıyla da eğer başka isimler duyarsanız, bunların farklı kişiler olduklarını zannetmeyin. Daha sonra Allah-u Tealâ ona İbrahim adında bir oğul daha verdi. Allah Resulü'nün çocukları için duyduğumuz çeşitli isimler, bu üç oğluna aittir.) Biset ve risaletin başlangıcında Allah Resulü'nün Kasım ve Abdullah isimli bu iki oğlu vefat etti. As b. Vail adında bir şahıs Peygamber'le karşılaştı ve biraz onunla sohbet ettikten sonra Kureyş büyüklerinin yanına geldi. Mescid-i Haram'da oturan Kureyş büyükleri ona, kiminle sohbet ettiğini sordular? O cevaben, “Bu ebter, yani soyu kesik şahısla.” dedi. çünkü iki oğlu da vefat etmişti ve onun yerini alacak oğlu kalmamıştı. Maksadı şuydu: Peygamber vefat ettiğinde ardında bir oğlu olmadığı için birincisi; onun nesli kesilecektir. İkincisi; dünyadan gittiğinde adı ve şanı da unutulacak ve azametle anılmayacaktır. ççüncüsü; dini ortadan kalkacaktır. Dördüncüsü; biz baki kalacağız.

Bu sırada Kevser suresi nazil oldu. Yani bu mübarek surenin nüzul sebebi, müşriklerin ileri sürdüğü bu dört iddiadır.

İlk iddia: Peygamber vefat ettiğinde oğlu olmadığı için nesli kesilecektir.

İkinci iddia: Oğlu olmadığı için adı tarih sahnesinden silinecek ve azametle anılmayacaktır.

Üçüncü iddia: Vefat ettiğinde yerine geçecek kimse olmadığından dini ortadan kalkacaktır.

Dördüncü iddia: Resulullah'ın düşmanları olan bizler baki kalacağız.

Tefsir-i Nişaburî'de deniyor ki: “Bu sohbetler Resulullah'ın düşmanları tarafından konu edildiği zaman Allah-u Tealâ bu sureyi nazil etti.”

Öyleyse bu sure o dört iddiaya cevap olarak indirilmiştir. Bu nedenle bu sureyi öyle bir şekilde açıklamalıyız ki o dört iddiaya cevap olabilsin. Her kim bu sureyi o dört iddiayla irtibatlandırmadan tefsir ederse, sure üzerinde yeterince teemmül etmemiştir.

Bazı müfessirler, Kevser'den maksadın Kur'an olduğunu söylemişlerdi. Ancak, acaba Allah-u Tealâ'nın Peygamberine Kur'an'ı indirmesi, o dört iddiaya cevap olabilir miydi? Çünkü onların bir iddiası da, Peygamber'in soyunun kesilecek olmasıydı. Acaba Peygamber'e Kur'an'ın verilmesi, Peygamber'in neslinin kesilmemesini sağlıyor muydu? Öyleyse bu söz doğru değildir.

Bazı müfessirler, maksadın nübüvvet olduğunu söylemişlerdi. Acaba nübüvvetin verilmesi, Peygamber neslinin devamını sağlar mıydı? Öyleyse bu ihtimal de doğru değildir.

Bazıları da, Kevser'den maksadın neslin çokluğu olduğunu söylemişlerdir. Fakat onlar diyorlardı ki: Resulullah vefat ettiğinde nesli kesilecek ve dini de ortadan kalkacaktır. Öyleyse ayetin manası, “Senin neslin de baki kalacak, dinin de.” şeklinde olmalıdır ki onlara cevap olabilsin. Eğer maksat, sadece neslin çokluğu olsaydı, bu da yeterli cevap olmazdı. Çünkü neslin çokluğu, dinin baki kalmasına neden olmaz.

Ama Kevser'den maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğunu söylersek, o zaman söz konusu her dört iddianın da cevabı verilmiş olur.

Onların diyorlardı ki: Resulullah'ın gitmesiyle, Peygamber'in nesli kesilecektir.

Kur'an diyor ki: Allah, Peygamber'e Fatıma'yı verdi ve Fatıma vasıtasıyla Peygamber'in nesli kıyamete kadar baki kalacaktır.

Onlar diyorlardı ki: Peygamber'in gitmesiyle adı da ortadan kalkacaktır.

Kur'an diyor ki: Allah, Peygamberine Fatıma'yı verdi ve Fatıma'nın evlâtları vasıtasıyla Peygamber'in adı ve yâdı her zaman baki kalacaktır. (Fatıma'nın evlâdı İmam Hüseyin (a.s) şehadetiyle, İmam Sadık (a.s) ise ilim ve öğretilerini neşretmekle Peygamber'in adının ortadan kalkmasına izin vermeyeceklerdir.)

Onlar diyorlar ki: Peygaber'in gitmesiyle onun dini ortadan kalkmış olacaktır.

Kur'an diyor ki: Allah, Peygamber'e Fatıma'yı verdi ki, onun ve evlâtlarının vasıtası ile Peygamber'in dini her zaman için baki kalsın. Yani Fatıma (s.a) ve onun evlâtları Resulullah'ın dininin ortadan kalkmasına izin vermeyeceklerdir.

Peygamber'in vefatından sonra meydana gelen olaylarda Hz. Fatıma'nın fedakârlıkları Resulullah'ın dininin baki kalmasına sebep olmuştur. Daha sonra da Hz. Hüseyin'in şehadeti ve diğer imamların zahmetleri, aynı fonksiyonu üstlenmiştir. Öyleyse bu sure üzerinde tefekkürle şu neticeye varıyoruz: O keveser, o hayr-ı kesir, o dünya ve ahiret hayrı ve Allah'ın Peygamber'e verdiği o bütün hayırlar Fatıma'dır.

Fatıma (s.a) hayrın merkezidir. Fatıma'nın isimlerinden biri de Mübareke'dir. Biliyoruz ki Allah-u Tealâ ve Resulullah'ın Fatıma, Ali ve diğer hidayet imamlarına verdikleri isimlerin hepsinin bir vech-i tesmiyesi, bir sebebi ve hikmeti vardır. Hadis kaynaklarımızda Fatıma'nın neden Fatıma diye isimlendirildiği açıklanmıştır. örneğin bir hadiste, Fatıma'nın Fatıma diye adlandırılmış olması, “insanların onun hakikati ve künhünü tanımaktan kesilmiş (âciz) oldukları” şeklinde gerekçelendirilmiştir.

Evet, beşer Fatıma'yı tanıyamaz. Beşeriyet Fatıma'yı tam anlamıyla tanımaktan kesilmiştir. Fatıma lafzının kökü olan “fatm” kelimesi, lügatte kesmek ve ayırmak anlamına gelmektedir. Örneğin, çocuğu sütten kesmek için bu kelime kullanılır.

Bir başka hadiste İmam Sadık şöyle buyuruyor: “Fatıma, bütünüyle şerden ayrıldığı için ona bu ad verilmiştir.”

Bazı hadislerde Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yüce Allah, kızım Fatıma'yı ve onun dostlarını cehennemden ayırdığı ve necat ehli oldukları için ona Fatıma adı verilmiştir.”

Buna göre, Fatıma'ya “Mübareke” isminin verilmiş olması da, mutlaka bu büyük hatunun bereket ve hayrın merkezi olmasından dolayıdır. Hayr-ı kesir, çok hayır anlamında olan “Kevser” de, ifade ettiği mana itibariyle “Mübareke” ismiyle tam bir uyum içerisindedir.

Buraya kadar, Tefsir-i Nişaburî'de sahabe ve tabiînden olan müfessirlerden aktarılan nüzul sebebinin de yardımıyla şu neticeye varıyoruz: Kevser'den maksat, Fatıma-ı Zehra'dır.

Bir başka karine de şudur: Hz. Fatıma'nın velâdetinden önce Resulullah'ın (s.a.a) düşmanları, Resulullah'ın vefat etmesiyle hükümetin onların eline geçeceğini ve İslâm'ın ortadan kalkacağını zannediyorlardı. Ama Hz. Fatıma'nın mübarek velâdetiyle İslâm düşmanlarının sevinci kursaklarında kaldı. Ayrıca Hz. Fatıma'nın velâdet tarihiyle Kevser suresinin nüzul tarihi de aynıdır. Bu da bize şunu gösteriyor: Hayır ve bereketin kaynağı olan Hz. Fatıma'nın bereketli doğumundan sonra Allah-u Tealâ, Resulüne diyor ki: “Biz sana Kevser'i verdik.” Yani, biz sana Fatıma'yı verdik.

Böylece şu neticeye varıyoruz: Tefsir-i Nişaburî'de, keza diğer tefsir kaynaklarında nakledilen nüzul sebebi karinesi, nüzul tarihi karinesi ve diğer bazı karinelerden hareketle, bu surenin tefsiriyle ilgili olarak ortaya atılan görüşler arasında Kevser'den maksadın Hz. Fatıma-ı Zehra olduğu görüşünün sahih olduğu anlaşılıyor.

Dikkat ederseniz, bu ayet, bu sure ve mevcut karineler üzerinde iyice tedebbür ve tefekkür edilmesi sonucunda, daha önce eski müfessirlerin değinmemiş olduğu yeni bir mana ortaya çıkmıştır.

Eski tefsirlerde, Kevser'in manasına ilişkin olarak çeşitli ihtimaller verilmiştir ki bunlardan biri de, nesil ve zürriyetin çokluğudur. Ancak Kevser'den özellikle Hz. Fatıma'nın kastedilmiş olduğu söylenmemiştir. Fakat son dönem âlimlerinden bazıları, derin düşünce ve tefekkürlerinin neticesinde bu güzel, değerli ve cazip istifadeyi etmişlerdir.

ehlader

Read 2721 times