کارگر

کارگر

O yüce makamlı hanım, makam ve ahlaki faziletler bakımından öyle büyüktü ki onu Beni Haşimin akilesi unvanıyla adlandırdılar. O, tüm bu makamlara ve Allah Resulünün (s.a.a) Ehlibeyt hakkındaki tüm tavsiyelerine rağmen en kötü davranışlarla karşılaştı.

Beni Haşim’in Akilesi unvanıyla meşhur olan Hazreti Zeynep’in (s.a) yaşamı öğretici derslerle doludur; her biri insanlara yaşam yolunu ve nasıl yaşanılması gerektiğini gösteren dersler ki dünyanın özgür insanlarının örneğidir. Hazreti Zeynep (s.a) Kerbela’da yapıcı ve asli bir rol üstlendi; bu hadisenin tarihi onun fedakârlıkları ve direnişleriyle doludur. O, Kerbela sahnesinde İslam askerlerinin yardımına koşan hemşiresi ve Emevi hâkimlerinin zulümlerini yaptığı cesur konuşmalarında Yezitler karşısında açığa çıkaran kahramandır; böylece Kerbela yiğitliğinin kalıcılığının ve halkın uyanışının şifresi oldu. İmam Seccad (a.s) onun hakkında şöyle buyurdu: “Sen elhamdülillah öğretmensiz âlimsin ve bir anlatıcı olmadan anlayansın”.

Hazreti Zeynep (s.a) Kufe mescidinde Kur’an ve ahkâm dersleri veriyordu. Abdullah ibn Abbas şöyle naklediyor: Bizim akıllı hanımımız Ali kızı Zeynep (s.a) şöyle rivayet ediyor.” İmam Hüseyin (a.s) dini ahkâmı yakınlarına İmam Seccad tarafından öğretmesi için bacısına destur verdi. Onun, dini ahkâm ve şeri hükümleri halka anlatmak için İmam Zeynu’l-Abidin’den özel niyabeti vardı. O saygıdeğer Alevi hanımın evi, her zaman halkın müracaat ve geliş gidiş mekânıydı. O, sahip olduğu yüce ilmiyle Yezid’in meclisinde öne sürdüğü Kur’ani deliller ve ayetlerin tefsiri ile Yezid’in İslam karşıtı hükümetini şiddetle kınadı.

Hazreti Zeynep’in Musibetleri

O yüce makamlı hanım, makam ve ahlaki faziletler bakımından öyle büyüktü ki onu Beni Haşimin akilesi unvanıyla adlandırdılar. O, tüm bu makamlara ve Allah Resulünün (s.a.a) Ehlibeyt hakkındaki tüm tavsiyelerine rağmen en kötü davranışlarla karşılaştı. Ama sabır, tahammül ve eşsiz direnişi ile dünya insanları için bir model ve örnek oldu. Gerçi Hazreti Zeynep’in tüm acı ve musibetlerini ve ömrü boyunca yaşadığı faciaların derinliğini anlatmak gücümüz dışındadır; ama onlardan sadece bazı kesitlere değinmeğe çalışacağız.

Hazreti Ali (a.s) ve Hazreti Fatıma (s.a) Dönemindeki Musibetler

Hazreti Zeynep’in çocukluk dönemi acı ve musibetlerle doludur. Bir taraftan İslam Peygamberinin (s.a.a) ayrılığıyla ve diğer taraftan sevgili annesine lahza lahza varan acı ve dertlerle birlikteydi; öyle acılar ki onlara sebep olanların alnında ebede kadar kalacak utanç verici lekeler bıraktı ve her insanın kalbini yaraladı. Hazreti Zeynep (s.a) annesinin şehadetinden sonra babasının acı, dert ve yalnızlığına şahit idi; öyle ki yalnızlık ve kimsesizliğin şiddetinden başını kuyuya sokuyordu ve mazlumiyet nidasını kuyuya diyordu; böylece belki kuyu Ali’nin (a.s) hak nidasını dinler. Bu arada mazlum babasının dünyanın en bedbaht kişisi tarafından şehit edilmesi hiçbir şekilde telefi edilemeyecek diğer bir büyük musibetti.

İmam Hasan (a.s) Dönemindeki Musibet ve Sorunlar

Babasının şehadetinden sonra kardeşi İmam Hasan (a.s) döneminde de Hazreti Zeynep’in (s.a) musibet ve acıları devam etti. İmanı zayıf insanların minberlerin üzerinde Allah Resulünün (s.a.a) hak halifesi, vasisi ve yardımcısı olan sevgili babasına küfürler yağdırması ve ihanet edilmesi onun için ne kadar zor bir şeydi! Diğer taraftan kardeşinin yalnızlığı ve dostlarının vefasızlığı Zeynep’in kalbini yaralıyor acılarla dolduruyordu. Bu acılar İmam Hasan’ın (a.s) zehirlenme haberini alınca doruk noktaya ulaştı ve bundan daha zor olanı kardeşi defnedilirken tertemiz bedeninin ok yağmuruna tutulması idi. Bu hadislilerle Allah Resulünün (s.a.a) Ehlibeyti’nin ve Müminlerin Emiri Hazreti Ali’nin (a.s) ailesinin ve Hazreti Fatıma’nın (s.a) evlatlarının mazlumiyeti daha çok açığa çıktı. Küfe halkı İmam Ali’nin (a.s) şehadetinden sonra İmam Hasan (a.s) ile biat ettiler; ama biraz geçmeden biatlerini çiğnediler ve ona itaat etmekten kaçındılar. Ordusunun komutanları Muaviye’nin verdiği vadelerle ona ihanet ettiler ve yalnız bıraktılar. Bu şartlar altında Hazreti Zeynep (s.a) kardeşi İmam Hasan (a.s) ve diğer Alevilerle birlikte Kufe’den Medine’ye döndüler ve o hazretin yanında sabır ve istikametle dini değerlerin ve Allah Resulünün kazanımlarının koruyucusu oldular.

İmam Hüseyin’in (a.s) Dönemindeki Musibet ve Zorluklar

Hazreti Zeynep (s.a) Kerbela’da İslam Peygamberinin (s.a.a) önceden haber verdiği musibetleri kendi gözüyle gördü. Aşura günü ikindi vakti Hazreti Zeynep (s.a) ömrünün en acı gününü geride bıraktı; öyle bir gün ki o gün hakkında “Hiçbir gün senin günün gibi değildir Ya Eba Abdillah!” denilmiştir. Öyle bir gün ki bu günde Hazreti Zeynep (s.a) çocukların ve kadınların susuzluktan ciğerlerinin yandığına, evlatlarının, kardeşinin ve kardeş evlatlarının şehadetine şahit oldu. Sonunda kardeşi savaş meydanına doğru gidecekken sanki tüm âlem onun başına yıkıldı ve İmam Hüseyin’in sahipsiz atı çadırlara dönünce Zeynep (s.a) tarihin en musibetli kadını idi.

Hazreti Zeynep’in iki yiğit evladının şehadeti de onu üzüntüye boğdu. Ama asla yüreğinin ateşini ve annelik duygularını açığa vurmadı; sabır ve istikametle İmam Hüseyin’i desteklemeye devam etti ve böylece bir an bile İmam Hüseyin’i (a.s) utandırmamaya çalıştı. O, sadece bu anda değil, kardeşi Abbas’ın (a.s) ve kardeş evlatlarının şehadet zamanında da asla şikâyet etmedi. Öyle tahammül etti ki, kalp kırgınlığını ve hüznünü öyle gizledi ki İmam Hüseyin’in karar, program ve hedeflerinde hiçbir aksama meydana gelmedi. İmamına tabi idi ki İmamı buyuruyordu ki: “Ey Nefis! Sabret ve sana varan her musibeti Allah katında muhasebe et.”

Hazreti Zeynep’in (s.a) Hutbesi

Hazreti Zeynep (s.a) Kufe pazarında halk ile o kadar açık konuştu ki ve onları öyle kınadı ki onların gözlerinden yaşlar akmaya başladı; çünkü İslam’ın büyük hanımı haktan başka bir söz söylemiyordu. Kufeliler hakkı bilmez değillerdi; ama hakka yardım noktasında durmuş idiler. Hazreti Fatıma’nın (s.a) Ensar ve Muhacirlere yüksek sesle seslenişi gibi, İmam Ali’nin (a.s) Kufe halkına yaptığı son konuşmalarda olduğu gibi seslendi.

İbn Ziyad, Kerbela elçisinin Kufe pazarındaki ifşa edici konuşmasından haberdar olunca şiddetle endişeye kapıldı. Çünkü o, İmam Hüseyin (a.s) ve yaranını öldürmekle tüm arzularına ulaştığını sanıyordu. Hatta o hazretin esir düşmüş evlatlarının tüm sessizlik ve sükût içinde ellerinde olacaklarını ve canlarını korumak için onunla her türlü muameleyi yapacaklarını sanıyordu. İbn Ziyad, Ali b. Ebu Talip’in kızının korku içinde meclisine gireceğini ve Kufe pazarında yaptığı konuşmasından ötürü özür dileyeceğini zannediyordu. Ama meclis öyle bir hanımın girişine şahti oldu ki onun zahiri ihtişamına zerre itina etmedi ve beklenenin aksine önceden kendisi için hazırlanan yere gitmedi ve diğer esirler gibi bir köşeye gitti. Kerbela elçisinin gelişi İbn Ziyad için o kadar beklenmedik ve rahatsız edici bir şekildeydi ki İbn Ziyad, onu tanımazlıktan geldi ve yakınlarına şöyle sordu: “Bu tekebbür ve gurur içinde içeri giren kadın kimdir?”

Hazreti Zeynep’in adım atışları ve oturmak için seçtiği yer ve hepsinden daha üstünü kadınsı gururu dünyanın tüm kadınları için bir derstir ve tam bir vakar içinde ilahi hedefler yolunda adım atılabileceğini gösterdi.

Ubeydullah ibn Ziyad Beni Haşim’in Akile’sinin yıkıcı saldırısı ve ateşli sözleri karşısında çaresiz kalmıştı ve onların hatta bir gün bile Kufe’de kalmalarını hükümeti için büyük bir tehlike olarak gördü. Bu yüzden Yezid’e bir mektup yazarak İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarının nasıl şehit edildiklerini ve kadınların esir edilişini anlattı ve ondan esirler hakkında karar vermesini istedi. Yezit, yazdığı cevapta esirlerin Kerbela şehitlerinin başlarıyla birlikte Şam’a gönderilmesini istedi.

Yezit’in sarayında da Hazreti Zeynep (s.a) fırsatı ganimet saydı; makamı o kirli meclisten çok daha yüce ve üstün olmasına ve canı tehlikede olmasına rağmen Yezit’in tekebbürünü kınadı ve şöyle buyurdu: “Şimdi bizi mağlup ettiğin ve kendini zafere ulaşmış gördüğün için bizim Allah katında bir değer ve makamımızın olmadığını mı sanıyorsun?” Hazreti Zeynep (s.a) Yezit’in aslını ve nesebini soru altına alarak ona şu hatırlatmada bulundu: Hanedanın Mekke fethinde bizim ceddimiz Allah Resulünün askerlerinin elleri altındaydı; ama ceddimiz kerametinden ötürü onları özgür etti.

Meclise hakim öyle bir ölümcül ve aşağılayıcı havada esir bir kadın, meclisin köşesinden böyle konuşuyor ve Yezit’e, cahiliyet dönemi değerlerini ihya etmek olan maksadını uygulamaya koymasına izin vermiyordu. Hazreti Zeynep (s.a) saltanatı ve tağutun yalancı kudretini alaya alarak ve sonsuz ilahi kudreti açıklayarak, Yezit’in maddi kudretini küçümsedi ve şöyle buyurdu: “Doğrusu sen şimdi göğü ve yeri bize dar ederek ve bizi esir unvanıyla bu tarafa o tarafa döndürerek ve bize musallat olarak bizim Allah katında böyle zelil ve değersiz olduğumuzu mu sanıyorsun? Zafer kazandığın için Allah’ın teveccühüne mazhar olduğunu ve bizi mağlup ettiğin için bizim Allah’ın dergâhında gözden düştüğümüzü sanıyorsun! Bu yüzden gururla etrafına bakıyorsun ve mutlulukla sinene yumruk vuruyorsun ve dünyanın senin istediğin gibi döndüğüne seviniyorsun, işlerin senin istediğin gibi düzeldiğine ve bizim layık olduğumuz hükümete musallat olduğuna seviniyorsun! Ama biraz yavaş! Böyle bilgisizce zafer marşını söyleme! Acaba Allah’ı şu buyruğunu unuttun mu: “Biz kendilerine mühlet verdiğimiz için kafirler bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; hiç şüphesiz onlara mühlet veriyoruz ki günahlarını artırsınlar…”

ibn Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) dost ve düşmanları O'nun mücahitlerin başı olduğunu itiraf etmektedirler. Onun karşısında kimse bu sıfata layık değildir. Herkes, İslam’ın müşriklerle yaptığı en zor ve en ağır savaşın Bedir savaşı olduğunu biliyor. Bu savaşta müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştür. Bunlardan yarısı Hz. Ali (a.s) tarafından öldürülmüş ve diğer yarısı ise Meleklerin yardımı ile öteki Müslümanlarca öldürülmüştür.


Hz. Ali b. Ebu Talip (Arapça: علي بن أبي طالب, İngilizce: Ali b. Abi Talib) (Hicretten önce 23, Mekke – Hicrî 40, Kûfe) Şiaların birinci imamı, İslam Peygamberi Hz. Muhammed bin Abdullah’ın (s.a.a) amcasının oğlu, damadı ve en seçkin sahabesidir. Vahiy katibi olan İmam Ali (a.s), Ehlisünnet nezdinde Hulefa-i Raşidin’in (dört büyük halife) dördüncüsüdür. Şia tarihçileri ve çok sayıda Ehlisünnet âliminin söylediğine göre Kâbe’nin içinde dünyaya gelmiştir. Doğduğu günden itibaren Resulü Ekrem ona büyük bir ilgi göstermiş ve beş yaşında iken kendi himayesine almış ve büyütmüştür. O hiçbir zaman putlara ibadet etmemiştir.

Hz. Muhammed'e (s.a.a) ilk iman eden kişidir. Ümmetten Allah’a ibadet eden hiç kimse olmadan yedi yıl önce, O Peygamberle (s.a.a) birlikte Allah’a ibadet etmekteydi.[1]

Kureyş, Hz. Peygamber'i (s.a.a) öldürmeyi kast ettiğinde O, düşmanları saptırmak için, canını feda etme pahasına (hicret gecesi) Peygamber'in yatağına yatmış ve bu yolla Hz. Peygamber (s.a.a) gizlice hicret etmiştir. Böylece İslam düşmanlarının planları boşa çıkmıştır.[2] Peygamberimiz Mekke'den ayrıldıktan kısa bir müddet sonra, Peygamber'e bırakılan emanetleri sahiplerine iletmiş ve müşrikler hicretini engellemek isteselerde Medine'ye hicret etmştir. Burada Peygamber'imizin (s.a.a) kızı Hz. Fatıma (s.a) ile evlenmiştir.

Hz.Peygamber (s.a.a), Medine'de ashabını birbiriyle kardeş yaparken, kendi kardeşlik akdini Hz. Ali (a.s) ile yapmıştır.[3] Hz. Peygamber (s.a.a) Tebük savaşına giderken Ali (s.a.)'yi Medine'de kendi yerine halife olarak bırakmış ve meşhur menzilet hadisini buyurmuştur. Ali b. Ebu Talib, Hz. Peygamber'in (s.a.a) emri ile katılmadığı Tebuk savaşı hariç Hz. Peygamber'in (s.a.a) tüm savaşlarına katılmış ve İslam’ın en cesur ve iftihar edilen komutanı olmuştur.

300 kadar ayet[4], O'nun fazileti hakkında nazil olmuştur.[5]Kur’an-ı Kerimayetleri[6] de O'nun masum olduğuna, kir ve günahtan temiz olduğuna delalet etmektedir.

On İki İmamlar'ın ilki ve Ehlisünnet nezdinde de Hulefa-i Raşidin’dendir (Raşid Halifeler veya Dört Büyük Halifelerden). Şia açısından, Allah’ın emri ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) açıklaması ile Allah Resulü’nün (s.a.a) fasılasız ilk halifesidir.

Hz. Peygamberin (s.a.a) nassına aykırı olarak peygamber dünyadan göçer göçmez, Sakife’de bir grup Ebu Bekir’e halife unvanı ile biat etmiş, Hz. Ali (a.s) ise 25 yıl sessiz kalmıştır. İmam Ali (a.s) Ebubekir, Ömer ve Osman’ın hilafetinden sonra Müslümanların ısrarı ile hükümetin sorumluluğunu üstlenmiştir.[7] Kısa süren hükümeti döneminde üç ağır iç savaşla karşı karşıya kalmış ve sonunda Kufe mescidinin mihrabında namaz kıldığı sırada Haricîlerden biri tarafından şehit edilmiş ve gizlice Necef’te toprağa verilmiştir.[8]

Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde, onlara danışmanlık yapmayı onlardan esirgememiştir. Örneğin Peygamber'in hicretini Müslümanların tarihinin başlangıcı olması için kendisi önermiştir. O'nun düşmanları kendisini kötüleyen ve karalayan çok sayıda hadis uydurmuşlardır. Uzun yıllar boyunca Emeviler döneminde Muaviye’nin emri ile kendisine tüm minberlerde lanet okumuşlar ve O'nu övenleri tehdit etmekle kalmamış, hapislere atmış ve öldürmüşlerdir. Hatta Ali adını çocuklara koymayı bile yasaklamışlardır.[9]

Arap Edebiyatı, kelam, fıkıh, tefsir gibi İslam ilimlerinin birçoğu O'na ulaşmakta ve çeşitli fırkalar kendi senet silsilelerini ona ulaştırmaktadırlar. Hz. Ali (a.s) fiziksel olarak fevkalade güçlü, cesur ve aynı zamanda sabırlı, alçak gönüllü, bağışlayıcı, iyi geçimli ve heybetli birisiydi. O, dalkavuklara karşı şiddetle davranır, halk ve hükümetin eşit haklarını onlara hatırlatırdı.[10] Adaletin icrasında çok katıydı.

Nesep, Künye ve Lakapları
Nesebi
Ali bin Ebi Talib bin Abdulmuttalib bin Haşim bin Abdumenaf bin Kusay bin Kilab[11] Haşimi Kureşi, Şialarının birinci imamı[12] ve Ehlisünnete göre ise Hulefa-i Raşidin’in (dört büyük halife) dördüncüsüdür.

İmam Ali’nin (a.s) babası olan Ebu Talib, cömert, adaletli ve Arap kabileleri arasında saygı duyulan bir insandı. Kendisi Hz. Peygamberin (s.a.a) amcası, hamisi ve Kureyş’in büyük şahsiyetlerinden birisiydi.[13] Uzun yıllar Hz. Resulullah’ı (s.a.a) himaye ettikten sonra[14]imanlı olarak[15] bi’setin onunda vefat etti.[16]

Annesi, Fatıma binti Esed b. Haşim b. Abdumenaf’tır.[17]

Erkek kardeşleri, Talip, Akil, Cafer’dir. Kız kardeşleri ise, Hint veya Ummü Hani, Cemane, Riyte veya Ümmü Talip ve Esma’dır.[18]

Künyeleri:
Ebu’l-Hasan,[19] Ebu’l-Hüseyin, Ebu’s-Sibteyn, Ebu’r-Reyhaneteyn, Ebu Turab ve Ebu’l-Eimme (İmamlar)’dır.

Lakapları:
Emirülmuminin (Müminlerin emiri), Yasubu’d Din ve’l Müslim’in, Mubiru’ş Şirk ve’l Müşrikin, Katilu’n Nakisin ve’l Kasitin ve’l Marikin, Mevla’l Mumin’in, Şebih-i Harun (Harun’a benzeyen), Haydar, Murtaza, Nefsu’r Resul (Peygamberin nefsi), Ehu’r Resul (Peygamberin kardeşi), Zevcu’l Betül, Seyfullah el-Meslul, Emiru’l Beraret, Katilu’l Fecere, Kasimu’l Cennet ve’n Nar, Sahibu’l Liva, Seyyidu’l Arap, Keşşafu’l Kureb, Sıddıku’l Ekber, Zu’l Karneyn, Hadi, Faruk, Dai, Şahit, Babu’l Medine, Vali, Vasi, Kadı din-i Resulullah, Munciz-i Vade, en-Nebeu’l Azim, Sıratu’l Müstakim ve’l Enzau’l Batin.[20]

Emirulmuminin Lakabı

Müslümanların emiri, önderi, komutanı ve lideri manasına gelen Emirelmuminin lakabı, Şiaların inancına göre İmam Ali'ye (a.s) özgü bir lakaptır. Şiiler rivayetlere istinaden bu lakabın Hz. Resulü Ekrem'in (s.a.a) döneminde Hz. Ali (a.s) için kullanıldığına ve bu lakabın sadece ona münhasır olup başta Hulefa-i Raşidin (diğer üç halife) olmak üzere, başkaları için kullanılmasının caiz olmadığına ve hatta bu lakabın Şiilerin diğer imamları için bile kullanılmasının doğru olmadığına inanmaktadırlar.

Doğumu ve Vefatı

İmam Ali (a.s) hicretten 23 yıl önce, Fil yılının 30. yılı’nda Recep Ayı’nın 13’ünde Cuma günü Mekke’de Kâbe’nin içinde dünyaya geldi.[21]

Hz. Ali’nin (a.s) Kâbe’de dünyaya gelişini: Seyyid Murtaza, Şeyh Mufid, Kutbu Ravendi, İbn Şehriaşub gibi Şii âlimleri ve Hâkim Nişaburi, Hafız Genci Şafii, İbn Cevzi Hanefi, İbn Sabbağ Maliki, Halebi ve Mesudi gibi Sünni âlimleri tevatür haddinde bilmektedirler.[22]

Hicretin kırkıncı yılı Ramazan ayının on dokuzunda, Haricîlerden biri tarafından Kufe mescidinde şafak vakti, başına aldığı kılıç darbesi sonucu aynı ayın yirmi birinde şehit oldu ve gizlice defnedildi.[23]

Çocukluk Dönemi
Hz. Ali (a.s) altı yaşında iken Mekke’de kıtlık oldu. Ebu Talip, aile sahibi idi ve kalabalık bir ailenin kıtlık döneminde geçimini sağlamak zordu. Bundan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Muhammed’in iki amcası Abbas ve Hamza bu konuda Ebu Talib’e yardım etmeye karar verdiler. Bu sebeple Abbas Cafer’i, Hamza Talib’i ve Hz. Muhammed de (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) kendi evine götürdü.[24] İmam Ali (a.s) o dönemleri şöyle yâd etmektedir:

“Çocukluğumda beni yanına alır, bağrına basar, güzel kokusunu bana koklatırdı. Lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne de yaptığımda bir kötülük görmüştür.”[25]
Fiziksel Özellikleri
İmam Ali'nin (a.s) yüz ve fiziksel özellikleri hakkında çeşitli kaynaklarda çok sayıda sözler söylenmiştir. Hz. Ali (a.s) orta boylu ve dolgun biriydi. İri siyah gözlere sahipti. Bakışlarında şefkat ve merhamet vardı. Kaşları uzunca ve bitişikti. Güzel yüzlü ve insanların en çekicilerinden sayılmaktaydı. Buğday tenli idi. Güler yüzlü ve hoş çehreli idi. Boynu beyazlıktan gümüş gibi paralamaktaydı. Sakalları gür ve güzeldi. Omuzları aslan gibiydi ve genişçe idi. Parmakları ince, kol ve bilekleri güçlüydü. O kadar çok güçlüydü ki birisinin elini tuttuğunda ona egemen olur, karşı taraf nefes alma gücünü kaybederdi. Sinesi geniş ve kıllı idi. Kasları çok büklümlü ve kıvrımlı, ayakları uzunca ve dardı. El ve ayak kasları ölçülü ve yürüdüğünde öne doğru hafif eğimli idi.[26]

Bazı kaynaklara göre Hz. Resulü Ekrem (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) "Betin" lakabını vermiştir ve bu da İmam Ali'nin (a.s) fiziksel açıdan şişman olarak algılanmasına neden olmuştur. Fakat bazı kaynakların naklettiğine göre, buradaki "Betin" lakabından "ilimle dolu" (البطین من العلم) olması kastedilmiştir.[27] Bu tefsiri onaylayan başka karinelerde bulunmaktadır. Nitekim bazı ziyaretnamelerde İmam Ali (a.s) "Betin" sıfatıyla övülmüştür.[28]

Fiziksel Gücü
İbn Kuteybe şöyle diyor: “O, her kimle dövüştüyse onu yere sermiştir.”[29] İbn Ebu’l Hadid şöyle diyor: “İmamın fiziksel gücü, dillere destan olmuştur. Hayber kalesinin kapısını yerinden söküp bir kenara atmış ki bir grup onu çevirmek istemiş, ama başaramamıştır. Gerçekten büyük bir put olan Hubel putunu Kâbe’nin üstünden o yere atmıştır. Hilafet döneminde büyük bir taşı yerinden kaldırmış ve altından su akmıştır, oysaki ordunun tamamı bunu başaramamıştır.”[30]

Eşleri ve Çocukları
Hz. Fatıma (s.a):İmam Ali’nin (a.s) ilk eşi, Hz. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) kızı Hz. Fatıma’dır (s.a).[31] Hz. Ali’den (a.s) önce Ebu Bekir, Ömer İbn Hattap ve Abdurrahman b. Avf gibiler Hz. Peygamberin (s.a.a) kızıyla evlilik için hazır olduklarını bildirmişler, ancak Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Zehra’nın (s.a) izdivacı konusunda vahyi beklediğini buyurmuştur.[32]
Tarihçiler Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Fatıma (s.a) ile evliliğinin tarihi hakkında farklı görüşlere sahiptirler: Bazıları Hicretin ikinci yılında Zilhicce ayının başında,[33] bazıları Şevval ayında ve bir grup ise Muharrem ayının 21’inde olduğunu söylemiştir.[34] Hz. Ali ve Hz. Zehra’nın evliliklerinden: Hasan, Hüseyin, Muhsin,[35] Zeyneb-i Kübra ve Ümmü Gülsüm olmak üzere beş çocuk dünyaya gelmiştir.

Ebu’l As b. Rebi'nin kızı Ümame: Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadetinden sonra, Ebu’l As b. Rebi’ b. Abdu’l Uzza b. Abdu’ş Şems’in kızı Ümame ile evlenmiştir. Ümame’nin annesi, Hz. Peygamber Eefendimiz'in (s.a.a) kızı (yahut evlatlığı) Zeynep’tir.
Ümmü’l Benin: Hizam b. Darem Kilabiye’nin kızı Ümmü’l Benin, Hz. Ali’nin (a.s) kendisine nikâhladığı bir diğer eşidir. Ümmü’l Benin’den olma Hz. Abbas (a.s), Osman, Cafer ve Abdullah adlı çocuklarının hepsi Kerbela’da şehit olmuşlardır.
Leyla: Ümmü’l Benin’den sonra, Mesud b. Halid Nehşeliye Temimi’nin kızı Leyla ile evlenmiştir.
Esma binti Umeys: Daha sonra Esma binti Umeys Has’ami ile evlenmiştir. Yahya ve Avn Hz. Ali’nin bu eşinden olma çocuklarıdır.
Ümmü Habip: İmam Ali’nin (a.s) bir diğer eşi de Sahba diye bilinen Rebi’i Teğlibiye’nin kızı Ümmü Habip’tir.
Havlet: Cafer b. Kays b. Müslimet Hanefi yahut başka bir görüşe göre İyas’ın kızı Havlet, Hz. Ali’nin (a.s) bir diğer eşidir. Hz. Ali’nin (a.s) Muhammed b. Hanefiye adlı oğlu bu eşindendir.
Ümmü Said ve Muhayyat: Hz. Ali (a.s) ayrıca Urve b. Mesut Sakafi’nin kızı Ümmü Said ve Emri’l Kays b. Adiy Kelbi’nin kızı Muhayyat’la da evlenmiştir.[36]
Genel olarak Şeyh Mufid, Hz. Ali’nin (a.s) çocuklarından yirmiyedisinin adlarını zikretmekte ve şöyle demektedir: Şialardan bazıları Hz. Zehra’nın (s.a) Muhsin adında bir başka çocuğunun daha olduğunu ve bu ismi Peygaber Efendimiz'in (s.a.a) koyduğunu zikretmişlerdir, ancak Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra çocuk düşmüştür.[37] 


İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Günahların en şiddetlisi, sahibinin önemsemediği günahtır
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 477.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


İki (grup) kişi benim hakkımda helak olur: İfrat eden dost ve bühtan edip iftirada bulunan (münafık)
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 469.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Ayıbın en büyüğü, onun misli sende varken başkasını ayıplamandır
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 353.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


İnsan ecel ve sonunu görürse, arzu ve gururuna düşman kesilir.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 334.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Fakir, Allah'ın elçisidir; ondan esirgeyen, Allah'tan esirgemiştir; ona veren, Allah'a vermiştir.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 304.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Nafileler farzlara zarar verdiğinde, onları terk edin.
—İmam Ali (a.s), Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 279.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


İnsanların geride bıraktıklarına (evlatlarına) iyilik edin ki, sizin de geride bıraktıklarınızı korusunlar.
—İmam Ali (a.s), Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 264.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Dostunu ihtiyatla sev; çünkü bir gün düşmanın olabilir; düşmanına da teenni ile (düşünerek) düşman ol; çünkü bir gün dostun olabilir.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 268.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Kıskanç olan, asla zina etmez.
—Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 305.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Ecel, insanı korumaya yeter.
—Nehcü'l Belağa, Hikmetli Sözler: 306.
 
İlk Müslüman

Hz. Ali (a.s) Hz. Muhammed'e (s.a.a) ilk iman eden kişidir. Ümmetten Allah’a ibadet eden hiç kimse olmadan yedi yıl önce, O Peygamberle (s.a.a) birlikte Allah’a ibadet etmekteydi.[40] (Ehlisünnet alimlerinin ileri gelenlerinden) İbn Ebi'l-Hadid şöyle yazmaktadır: Hadis alimlerinin çoğu Hz. Ali'nin (a.s) Hz. Resulü Ekrem'e (s.a.a) iman ve yolunu takip eden ilk kişi olduğuna inanmaktadır. İmam Ali'nin (a.s) kendisi de şöyle buyurmuştur: "En büyük Sıddık benim, Faruk’ul Azam (hak ve batılı birbirinden ayıran) benim, ben herkesten önce iman getirdim ve herkesten önce namaz kıldım."[41]

İmam Ali’nin (a.s) İslam’ın sadrındaki gazve ve seriyyelerde önemli bir rolü olmuştur. Tebük Gazvesi dışında tüm gazvelerde Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında yer alarak savaşmıştır.[42] Kendisi Hz. Muhammed’den (s.a.a) sonra ikinci askeri şahsiyet olarak büyük roller üstlenmiştir.

Bedir Savaşı
Ana Madde: Bedir Savaşı
Bedir Savaşı, Hicrî 2. yılın Ramazan ayının on yedisi Cuma günü, Kâfirlerle Müslümanlar arasında, Bedir kuyuları yanında yaşanan ilk savaştır.[43] Bu savaşta Müslümanlar Ebu Cehil, Utbe, Şebih ve Ümeyye gibi kâfirlerin önde gelenlerinden olmak üzere Müşriklerden yetmiş kadarını öldürmeyi başarmıştır.

Arap savaşlarında genel saldırıdan önce “er dileme" (Mübareze) hadisesi diye bilinen birebir savaş geleneği vardı. Bundan dolayı Utbe b. Rebi’i Emevi, Velid adlı oğlu ve kardeşi Şebih, Hz. Peygamberden (s.a.a) kendileriyle savaşması için kendilerine denk savaşçılar göndermesini istediler. Hz. Muhammed (s.a.a) Hz. Ali (a.s), Hz. Hamza ve Ubeyde b. Haris’i onlarla savaşması için savaş meydanına gönderdi. Hz. Ali (a.s) Velid’i, Hz. Hamza ise Utbe’yi yere serdikten sonra Ubeyde’ye yardım ederek düşmanı Şebih’i de öldürdüler.[44]

Ayrıca bu savaşta Hanzala, As b. Said b. Adiy ve Müşriklerden yirmi kadarı da Hz. İmam Ali (a.s) tarafından öldürülmüştür.[45]

Uhud Savaşı
Ana Madde: Uhud Savaşı
Uhud Savaşında, İslam ordusunda herkesten önde ve önce, Hz. Ali (a.s), Hz. Hamza, Ebu Dücane ve diğerleri düşman saflarını zayıflattılar. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) her taraftan Kureyş ordusu gruplarınca saldırıya uğramaktaydı. Hz. Peygamber Efendimiz'e (s.a.a) hangi grup saldırıyorduysa Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) emri ile o gruba saldırıyordu. Bu fedakârlığın karşılığında, Cebrail nazil olarak Hz. Ali’nin (a.s) özveri ve fedakârlığını Hz. Peygamber'in (s.a.a) nezdinde överek şöyle dedi: “Bu, onun gösterdiği fedakârlığın nihayetidir.” Hz. Resulullah (s.a.a) da Cebrail’i tasdik ederek şöyle buyurdu: “Ben Ali’denim O da bendendir.” Sonra gökte bir ses şöyle yankılandı: لاسیف الا ذوالفقار، و لا فتی الا علی ; “Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur.”[46]

Hendek (Ahzab) Savaşı
Ana Madde: Hendek Savaşı
Hz. Peygamber (s.a.a) Hendek Savaşı'nda ashabıyla istişare ettiğinde, Selmanı Farisi düşmanlar ile aralarında engel oluşturması için Medine çevresine hendek kazılması önerisinde bulundu.[47]

İki ordu kaç gün hendeğin iki tarafında karşı karşıya kaldılar ve bazen birbirlerine taş ve ok atıyorlardı. Sonunda (küffar ordusundan) Amr b. Abduved birkaç kişiyle birlikte hendeğin en dar yerinden atlamayı başardılar. Hz. Ali (a.s) Amr ile savaşmak için Hz. Peygamber Efendimiz'den (s.a.a) istekte bulundu. Hz. Peygamber de onun bu isteğini kabul etti. Hz. Ali (a.s) Amr ile savaşmaya başladıktan sonra onu yere sererek öldürdü.[48]

Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: ضربة علی یوم الخندق افضل من عبادة الثقلین ; “Ali'nin (a.s) Hendek günü bir kılıç darbesi, insanların ve cinlerin bütün ibadetlerden daha üstündür.”[49]

Hayber Savaşı
Ana Madde: Hayber Savaşı
Hayber Savaşı, hicretin yedisinde Cemaziyülevvel ayında gerçekleşti. Hayber Yahudilerinin hendek savaşında müşrikleri Müslümanlara karşı tahrik etmelerinden dolayı, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Yahudilerin kalelerine saldırı emri verdi.[50] Ebu Bekir ve Ömer gibi çok sayıda ashap Yahudilerin kalelerini fethedemeyince Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulünü sever.”[51] Sabah olunca Hz. Ali’yi (a.s) çağırarak sancağı ona verdi.

Hz. Ali (a.s) Zülfikar’ını eline alarak meydana çıktı. Savaştığı sırada kalkanını kaybedince kale kapılarından birini yerinden sökerek savaşın sonuna kadar onu kendisine kalkan olarak kullandı.[52]

Mekke’nin Fethi
Ana Madde: Mekke'nin Fethi
Allah Resulü (s.a.a) hicretin sekizinci yılında Ramazan ayının başlarında Mekke’yi fethetmek için Medine’den yola çıktı. Hz. Peygamber (s.a.a) başlangıçta Sa’d b. Ubade’nin elinde olan sancağı alarak Hz. Ali’ye (a.s) verdi[53] ve İslam ordusu hareket etmeye başladı. Mekke’nin fethinden sonra Peygamber Efendimiz tüm putların kırılması için emir verdi. Hz. Ali Hz. Peygamberin emri ile Peygamber Efendimiz'in omzuna çıkarak Hazai gibi Kâbe’nin üzerindeki sağlam ve dayanıklı putları kırarak yere attı.[54]

Huneyn Savaşı
Ana Madde: Huneyn Savaşı
Huneyn savaşı, hicret'in sekizinci yılında meydana geldi. Havazin ve Sakif kabilesinin önde gelenleri Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke’nin fethiyle birlikte sıranın onlara geleceği korkusuna kapılarak kendilerinin daha önce Müslümanlara saldırmalarının uygun olacağını düşündüler.[55] Hz. Ali (a.s) bu savaşta Muhacirlerin sancaktarı idi. Bu savaşta düşman birliklerinden kırk kadarını öldürdü.[56]

Tebük Savaşı
Ana Madde: Tebük Savaşı
Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında yer almayarak katılmadığı tek savaş, Tebük savaşıdır. Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) emri ile gıyabında münafıkların komplolarına karşı şehri korumak için Medine’de kalmıştır.

Hz. Ali’nin (a.s) Medine’de kalmasıyla münafıklar söylenti ve dedikodu çıkardılar. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) münafıkların söylentilerini boşa çıkarmak ve fitneyi önlemek için silahını kuşanarak hızla şehrin dışında Peygamberin huzuruna giderek çıkarılan dedikoduyu haber verdi.

İşte burada Hz. Resulullah (s.a.a) “Menzilet Hadisini” buyurdu: “Kardeşim Ali, Medine’ye geri dön, zira ben ve senin dışında kimse orayı idare etmek için yeterli değildir. Oysa sen, Ehlibeytim, evim ve kavmim içinde benim temsilcim ve ardılımsın. ‘Ey Ali! Senin bana olan menzilet ve konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir ancak benden sonra peygamber olmayacaktır.’ Bundan hoşnut değil misin?”[57]

İmamet Delilleri
İmam Ali b. Ebu Talib’in (a.s) Hz. Resulü Ekrem’den (s.a.a) sonra imamlığına ve halifeliğine delalet eden çok sayıda ayet ve hadisler bulunmaktadır. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir:

İtaat Ayeti 

یا أَیهَا الَّذِینَ آمَنُوا أَطِیعُوا اللَّـهَ وَأَطِیعُوا الرَّ سُولَ وَأُولِی الْأَمْرِ مِنکمْ

Tercüme: Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ululemre (emir sahiplerine) de itaat edin.(4–59)
Bu ayet Şia âlimlerinin ittifakı ile İmam Ali (a.s) ve İmamlar (a.s) hakkında nazil olmuş ve onlara itaat etmenin farz olduğuna delildir.[58]

Velayet Ayeti 

إِنَّمَا وَلِیکمُ اللَّـهُ وَرَ سُولُهُ وَالَّذِینَ آمَنُوا الَّذِینَ یقِیمُونَ الصَّلَاةَ وَیؤْتُونَ الزَّکاةَ وَهُمْ رَ اکعُونَ

Tercüme: Şüphesiz sizin ‘veliyi emriniz’ ancak Allah'tır, Resulüdür ve Allah'a iman ederek namazı kılan ve rükû halindeyken zekât verenlerdir.)(5–55)
Bu ayet, İmam Ali ve diğer İmamların (a.s) velayetini ispat etmektedir. Müfessirler bu velayet ayetinin nüzul sebebinin İmam Ali (a.s) hakkında ve rükû halindeyken yüzüğünü fakir birisine vermesiyle ilgili olduğunu beyan etmişlerdir.[59]


Menzilet Hadisi: Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurmuştur: انت منی بمنزلة هارون من موسی الا انه لا نبی بعدی ; (Tercüme: Ey Ali! Senin bana olan menzilet ve konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir; ancak benden sonra peygamber olmayacaktır.)[60]

İnzar Günü Hadisi: Allah Resulü (s.a.a) risalet ve peygamberliğini kavmine tebliğ ettiğinde yalnızca Hz. Ali (a.s) Peygamberin davetine icabet etmiştir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: انت اخی و وزیری و وارثی و خلیفتی من بعدی ; (Tercüme: Sen benim kardeşim, vezirim ve benden sonra varisim ve halifemsin.)[61]


Gadir Hadisesi
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) hicretin onuncu yılı hac farizasını yerine getirmek ve hac merasimini insanlara öğretmek için Mekke’ye gitti. Hac merasimi sona erince Hz. Peygamberi (s.a.a) uğurlamaya gelen büyük bir kalabalıkla birlikte Medine’ye doğru gitti. Zilhicce ayının on sekizinde kafileler Cuhfe yakınlarındaki Gadir-i Hum denilen yere ulaştığında Hz. Peygamber'e (s.a.a) Hz. Ali b. Ebu Talib’in (a.s) velayet ahdini insanlara tebliğ etmesi için vahiy indi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.a) geridekilerin yetişmesi için önde olanların durmasını emretti.

Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.a) ilahî emri tebliğ etti: (Tebliğ Ayeti)[62]

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

Tercüme: Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.) (5–67)
Bu ayet indikten sonra Hz. Peygamber (s.a.a) insanlara şöyle buyurdu: الست اولی بالمؤمنین من انفسهم؟ قالوا بلی، قال: من کنت مولاه فهذا علی مولاه، اللهم وال من والاه و عاد من عاداه و انصر من نصره و اخذل من خذله (“Ben müminlere kendi nefislerinden daha evla değil miyim?” Dediler ki: “Evet”, buyurdu ki: “Ben kimin Mevlası ve önderi isem Ali de onun Mevlası ve önderidir. Allah'ım! O'nu seveni sev, O'na düşmanlık edene düşmanlık et. O'na yardım edene yardım et, O'nu yalnız bırakanı yalnız bırak.)[63]

Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vefatı ve Sakife
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:


“Sıddıklar üç kişidir: Firavun ailesinden mümin Hazkil, Al-i Yasin’in sahibi Habib-i Neccar ve Ali b. Ebi Talib (a.s)”
—Bihar, 92/295/6.
Ana Madde: İslam Peygamberi (s.a.a) ve Sakife
Hz. Peygamber'in (s.a.a) ömrünün son demlerinde, Hz. Ali (a.s) Resulullah’ın yanına geldi. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yle (a.s) uzun sırlar paylaştı. Daha sonra Peygamber'in hastalığı şiddetlendi ve Hz. Ali’ye (a.s) şöyle buyurdu: “Başımı kucağına koy, zira ilahî emir yetişti. Her ne vakit ruhum bedenimden çıkarsa onu al ve yüzüne çek ve sonra beni kıbleye döndür ve teçhiz et. Sonra halktan önce bana namaz kıl ve naaşımı toprağa defnetmeden önce benden ayrılma ve Allah’tan yardım dile.”[64]

Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) vefatından sonra, Hz. Ali ve Haşim Oğulları Peygamber'in teçhiz ve defin işlemleri ile meşgul oldukları sırada Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ubade, Sabit b. Kays, Osman b. Affan gibi Muhacir ve Ensar’dan bazıları yola koyularak Beni Saide’nin Sakife’sinde toplandılar. Burada hükümetin geleceğini konuşmaya başladılar. Aralarında tartışmalar yaşandı. Sonunda Gadir hadisesi dikkate alınmadan Ebu Bekir’i Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra halife unvanı ile tanıttılar.[65]

Üç Halife Dönemi
Üç halifenin her birinin halifelik döneminde, Ehlibeyt (a.s) için acı olaylar yaşandı. Örneğin Hz. Ali’nin (a.s) evine saldırı düzenlenmesi ve Ebu Bekir için biat alınması,[66] Fedek’in gasp ve tasarruf[67] edilmesi ve Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadeti gibi.

Yirmi beş yıl süren bu dönemde, İmam Ali (a.s) İslam toplumunun önemli işlerinden geri durmadı, bilakis ilmi ve sosyal konularda çok çalışmalar yaptı. Örneğin; Kur’an’ı bir araya topladı, dini konular, fetihler ve ülke yöneticiliğinde üç halifeye danışmanlık yaptı. Fakir ve yetimlere infakta bulundu, bine yakın köle satın alarak azat etti; çiftçilik, fidancılık, sondaj ve kanal açma çalışmaları yaptı. Medine’de Fetih camisini yaptı ve ayrıca Hz. Hamza’nın kabrinin yanında bir cami, Mikat’ta bir cami, Kufe’de bir cami, Basra’da bir cami yaptı. Yıllık kazancının kırk bin dinarı bulduğu söylenen emlaklarının vakfı,[68] gibi bu dönemde çok önemli çalışmalar yaptı.

Zorla Biat

Hz. İmam Ali’nin (a.s) biat etmeye yanaşmaması ve Ebu Bekir’in hilafetine muhalefet eden bir grup sahabenin varlığı Ebu Bekir ve Ömer için ciddi risk ve tehlikeye dönüşmüştü. Bundan dolayı Ebu Bekir ve Ömer bu tehlikeye son verme kararı aldılar. Bunu Hz. Ali b. Ebu Talib’den (a.s) Ebu Bekir’e zorla biat alarak sonlandırmak istediler.[69]

Ebu Bekir, Kunfuz’u biat alması için Hz. İmam Ali’nin (a.s) evine kaç kere gönderdiyse de İmam Ali (a.s) kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer, Ebu Bekir’e ‘kendin kalk ve Ali b. Ebu Talib’e gidelim’, dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer, Osman, Halit İbn Velid, Muğayre b. Şu’be, Ebu Ubeyde Cerrah ve Kunfuz Hz. Ali’nin (a.s) evine gittiler.

Bu grup evin kapısına varınca Hz. Zehra’ya (s.a) hakaret ettikten sonra evin kapısını o, kapı ve duvar arasında olduğu sırada ona çarptılar, kırbaç ile vurdular;[70] İmam Ali’ye de saldırarak elbisesini boynuna dolayarak onu çeke çek evden Sakife’ye doğru götürdüler.

İmam Ali’yi (a.s) Sakife mahalline götürdükten sonra ondan Ebu Bekir’e biat etmesini istediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ben, hilafete sizden daha layığım ve size biat etmeyeceğim. Sizin bana biat etmeniz daha uygundur. Çünkü sizler Peygambere (s.a.a) yakın olduğunuz iddiasıyla hilafeti Ensar’dan aldınız ve şimdi onu bizden gasp ediyorsunuz…”[71]

Kur’an-ı Kerim’in Toplanması

Ana Madde: Kur'an ve İmam Ali'nin (a.s) Mushafı
Şia ve Sünni âlimleri, İmam Ali’nin (a.s) Peygamberin (s.a.a) vasiyet ve tavsiyesi üzerine Hz.Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra Kur’an’ın yazılmasının başlatıcısı olduğunu kaydetmiştir.[72] Nitekim nakledilen bir rivayete göre Hz. Ali (a.s) Kur’an’ı toplamadan ridasını omzuna atmayacağına dair yemin etmiştir.[73] Ayrıca şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından altı ay sonra Kur’an’ı bir araya getirerek topladı.”[74]

Rumlarla Savaş

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) vefat ettikten ve Ebu Bekir, işlerin kontrolünü eline geçirdikten sonra, Peygamberin (s.a.a) Rumlarla savaş emrini icra etme konusunda tereddüt etmekteydi. Bundan dolayı bir grup sahabe ile bu konuyu istişare etti. Her birisi bir şeyler söyledi, ama onu ikna edemediler. Sonunda İmam Ali (a.s) ile meşveret etti. İmam Ali (a.s) Peygamberin emri konusunda onu teşvik ederek şöyle söyledi: “Eğer savaşırsan zafer kazanacaksın.” Ebu Bekir, İmam Ali’nin (a.s) teşviki ile sevinerek şöyle dedi: İyi bir öngörüde bulundun ve hayrı müjdeledin.[75]

İslam Tarihinin Başlangıcı İmam Ali’nin (a.s) önerisi ile Ömer, Hz. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicretini İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul etti.[76]

Hükümet Dönemi
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Ben Resulullah’ın yar ve yardımcısıyım. Herkesten önce Müslüman olan, putları kıran, kafirler ile cihad eden ve din düşmanlarını ortadan kaldıran kimseyim.”


—Gurer’ul Hikem, 3761.
Osman öldürüldükten sonra bir grup ashap İmam Ali’nin (a.s) yanına gelerek şöyle dediler: Bizler hilafete senden daha layık kimseyi tanımıyoruz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Benim size vezir olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır.” Onlar dediler ki: Sana biat etmek dışında bir şeyi kabul etmeyiz. Bunun üzerine İmam (a.s) onlara biatin gizlice olmayacağını, cami de olması gerektiğini söyledi.[77]

Birkaç kişi dışında Ensar'ın tümü Hz. Ali’ye biat ettiler. Muhalefet edenler şunlardı: Hassan b. Sabit, Ka’b b. Malik, Meslemet b. Muhalled, Muhammed b. Musallim ve Osmaniye diye bilinen birkaç kaç kişi. Ensar’dan olmayanlar şunlardır: Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Usame b. Zeyd. Bunlar da Osman’a yakın insanlardı.[78]

İmam Ali’nin (a.s) halkın biatine neden yanaşmadığı sorusuna gelince, İmam Ali (a.s) eğer halife olursa Kur'an ve sahih sünnete göre amel edeceğini ve mevcut toplumun İslam'ın usul ve kaidelerine muhalefet edeceğini düşündüğünden halkın biat teklifine yanaşmadı.[79]

Halk ve Hâkimin Karşılıklı Hakları

İmam Ali (a.s) açısından yöneticinin halk üzerindeki hakkı ve halkın yönetici üzerindeki hakkı Allah’ın karar kıldığı en büyük haktır ve tam olarak iki yönlüdür. Nitekim şöyle buyurmuştur:

“Başkasının üzerinde hakkı olanın, başkasının da onun üzerinde hakkı vardır. Başkasının kendi üzerinde hakkı olanın da, başkası üzerinde hakkı vardır. Herkes üzerinde hakkı olan, ama başkalarının onun üzerinde hakkı olmayan kullarından kimse yoktur, yalnızca Allah Teâlâ’dır.”[80]

İmam Ali (a.s) açısından halk ve yöneticiler arasındaki karşılıklı haklara riayet etmenin birçok faydası vardır:

“Tebaa emredenin hakkını ve emreden de tebaanın hakkını eda ederse aralarında hak üstün olur, dinin esasları sağlamlaşır, adaletin nişaneleri doğrulur, Peygamberin (s.a.a) sünnetleri kendi yoluna girer ve halk arasında yürürlükte olur.”[81]

Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Halk, emirine karşı koyduğu, emir de halkına zulmettiği zaman aralarında ihtilaf çıkar, İnsanların dert ve hastalıkları çoğalır. Yürürlükten kaldırdıkları en büyük haktan ve uygulamaya koydukları en büyük batıldan korkmazlar. O zaman iyiler zillete düşer, kötüler izzet sahibi olur. Allah’ın kullarına yönelttiği azaplar çoğalır ve büyür.”[82]

İmam Ali (a.s) insanların şahsiyet ve hukukuna oldukça değer vermekteydi ve bu konu devlet memurlarına gönderilen genelgelerde tam olarak netlik kazanmaktadır. Vergi ve haraç toplamakla görevli memurlar için yazılan genelgede şöyle geçmektedir:

“O halde halka adaletli ve insaflı davranın, kendiniz hakkında halka hak veriniz ve çok tahammüllü olunuz. Halkın ihtiyaçlarını karşılamada sabırlı ve istikametli olunuz. Çünkü siz halkın hazine memurları, milletin vekilleri ve hükümetin elçilerisiniz.”[83]

Aynı şekilde zekât memurlarına tavsiye içerikli mektubunda şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların senden hoşlanmayacağı şekilde onlara davranma. Onun malından Allah'ın hakkı dışında fazla bir şey alma… Sonra onlara de ki: “Ey Allah’ın kulları! Allah’ın velisi ve halifesi, mallarınızdaki Allah’ın hakkını almam için beni gönderdi. Mallarınızda Allah'ın velisine vereceğiniz Allah'ın hakkı var mıdır?” Birisi yok derse, ona müracaat etme; birisi evet var derse, onu tehdit edip, korkutmadan onunla beraber git…”[84]

İmam Ali (a.s) Malik Eşter’i Mısır valiliğine atadığında, atama kararında şöyle buyurmuştu:

“Halkına merhametle muamele etmeyi kalbine şiar, onları sevip, lütfetmeyi kendine huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar gibi olma. Çünkü onlar iki sınıftır: Bir kısmı, dinde kardeşindir, bir kısmı ise yaratılışta senin eşindir…”[85]

Adalet

İmam Ali (a.s) hilafetinin ilk günlerinde halifelerin yanlış uygulamaları (mesala beytülmalı insanların, İslam’ın ilk günlerindeki savaşlardaki öncelikleri veya imanlarının sabıkası vb. şeylere göre taksim edilmesi) karşısında durarak şöyle buyurmuştur: “Onların taksiminde eşit davranın ve hiç kimseyi hiç kimseye tercih etmeyin… Ben Kur’an’ı mütalaa ettim, ancak başından sonuna kadar İsmail’in (a.s) oğullarının –yani Mekke Araplarının- İshak’ın oğullarından üstün ve faziletli olduğuna dair bir şey bulamadım.”[86] Kendisi Ammar b. Yasir ve Ebu’l Haysem b. Teyhan’ı Beytülmal sorumlusu yapmıştı ve onlara yazılı olarak şöyle emretmişti: “Arap, acem ve her ne soy ve kökenden olursa olsun herkesin beytülmaldaki payı eşittir.”[87]

Ayrıca İmam Ali (a.s) halife olduktan sonra Osman’ın birilerine verdiği toprak ve arsaları Allah’ın malı olarak açıklamış ve onların beytülmala geri verilmesi emrini vermiştir.[88]

Beytülmal Hakkında Dost ve Akrabalarına Karşı Davranışı

Hz. Ali (a.s) beytülmal konusunda çok sıkı idi. Nitekim kızı inci bir kolyeyi beytülmaldan emanet olarak aldığında, hem kızını ve hem de Ali b. Ebu Rafi’yi şiddetle sorgulamıştır.[89]

Başka bir olayda da İmam Ali (a.s) yaranlarından birisinin özel bir mal isteğine karşı şöyle buyurmuştur: “Bu mal ne benimdir ve ne de senin, bilakis kılıçla elde edilen Müslümanlar için bir ganimettir. Eğer sen savaşta onlarla ortaktıysan, onların payı kadar senin de ondan bir payın vardır, yoksa onların elleri ile topladıklarının başkalarının boğazından geçmesi doğru değildir.”[90]

Din ve Yasaların İcrasındaki Hassasiyeti

Hz. Ali Efendimiz (a.s) din işlerinde toleranssız ve kurallı biri idi. Bu durum, onu bazıları için tahammül edilmez kılmıştı. Aşağıdaki iki olay bunu ifade etmektedir:

Bir gün Kamber’e adamın birine had uygulamasını emretti. Kamber duygularının etkisi altında kalarak üç kırbaç fazladan vurdu. Hz. Ali (a.s) bu üç kırbacın karşılığında o adamı Kamber’e kırbaç vurması için zorladı.[91]
Basra eşrafından birisi bir gece Osman b. Huneyf’i (Basra valisi) ağırlayarak onun için bir meclis düzenledi. Bu ziyafetin haberi Hz. Ali’ye (a.s) ulaşınca, hazret hemen Osman b. Huneyf’e şöyle bir mektup yazdı: Ey Huneyf’in oğlu! Basra eşrafından birinin seni ziyafete çağırdığını, oraya koşarak gittiğini, çeşit çeşit yemeklerin ve büyükçe kâselerin sana sunulduğunu öğrendim… Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla aydınlandığı bir imamı vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeğiyle yetinmektedir…”[92]
Dalkavukları ve Yalakaları Kınaması

İmam Ali (a.s) insanların övgü ve iltifatlarından bıkmıştı. Müslümanları bu tutumlarından şiddetle nehyetmekteydi. Aşağıdaki öyküler bunun açık kanıtıdır:

İmam Ali (a.s) Sıffin savaşından dönünce, Kufe’de Harp b. Şerhebil Şayani – kendisi yaya idi- İmamla – atlı idi- birlikte hareket ediyordu. İmam (a.s) durarak Harb’a: “Geri dön” dedi. Harp geri dönmekten imtina etti. Hz. Ali (a.s) yeniden ona “Geri dön, senin gibi yaya birisinin benim gibi birisiyle hareket etmesi, vali ve yönetici için fitne, mümin için zillet ve düşüklüktür.” Dedi.[93]
Bir gün ashaptan birisi İmam Ali’yi (a.s) övünce, İmam şiddetle onu bundan sakındırarak şöyle buyurdu: “Bilin ki Emir sahiplerinin salihlerin yanında en aşağı sayılan durumları, onların böbürlendiği ve işlerinin daha iyi bir şekilde yoluna koyulacağının sanılmasıdır. Ben hatta zihinlerinizden benim övülme ve methedilmeyi sevdiğimin ve bu tür övgü ve metihleri duymaktan hoşlandığımın geçmesinden bile rahatsızım… Zalim ve gaddarla konuştuğunuz gibi benimle konuşmayın, methedici ve övgü dolu tantanalı sözleri söylemeyin bana…”[94]
İmam Ali’nin (a.s) ordusu Şam’a sefer ederken, geçtiği Enbar şehrinin büyüklerinin, saygı ifadesi olarak, İmam (a.s) yaklaşınca atlarından inip önünde koştuklarında; “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Onlar; “Bu bizim geleneğimizdir; emirlerimize böyle saygı gösteririz.” dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Vallahi emirleriniz bundan faydalanmamaktalar. Sizler böyle yapmakla dünyada kendinize zahmet veriyorsunuz; ahirette de bu işinizden dolayı ilahî azaba ve ebedi cezaya çarptırılacaksınız.”[95]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


“Düşmanlıkta aşırı giden günah işler, ondan geri kalan zulme uğrar, (delilsiz) çekişen ve düşmanlık eden ise takvalı olamaz.”
“Allah'ın mükafatını elde etmek için, zenginin fakire gösterdiği tevazu ne kadar da güzeldir. Bundan daha güzeli ise, fakirlerin Allah'a dayanarak zenginlere karşı alçalmamalarıdır.”

—Nur’us Sakaleyn, 2/139/37 ve Nehcü'l Belaga, Hikmetli Sözler: 406.


Askeri Yapı
İmam Ali (a.s) orduyu, halkın sağlam sığınakları, yöneticilerin haysiyeti, dinin görkemi ve ülkenin emniyeti olarak görmekte, başarısını ise ülke ekonomisinin durumuna ve halkın vergilerine, devlet memurlarına, tüccarlara ve sanatkârlara bağlamaktadır. Onların varlığı ve güçleri ülkenin korunması için devletin genel yapısına bağlıdır.[96] Askerlerin seçimi hakkında şöyle buyurmaktadır: askerler şahsiyetli kişilerden, asil ailelerden ve tecrübelilerden seçilmelidir. Onlarla toplum lideri arasında sıkı ilişkiler olmalı ve mali olarak temin edilmelidirler.[97] İmam Ali (a.s) açısından halk, devletin en asli yedek savunma gücünü oluşturmaktadır. Eğer onlara destek verilmezse, devletin resmi askeri gücünün uzun soluklu bir savaşta dağılması ve devletin yıkılmasının peşi sıra gelmesi mümkündür. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “Toplumun eşraf grubu, her zaman hükümete ağır yükümlülükler yüklemektedir, zira zor günlerde yardımları az, adaletin icrası konusunda herkesten daha rahatsız ve sorunlar karşısında daha az istikamet sahibidirler. Hâlbuki dinin sağlam sütunlarını, hareketli İslam toplumunu ve yedek savunma gücünü, genel halk kitlesi oluşturmaktadır.”[98]

Valiler
İmam Ali (a.s) hükümeti boyunca, şehirlere valiler atamış veya yerlerini değiştirmiştir. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir: Muhammed b. Ebu Huzeyfe, Mısır valisi, Kays b. Sa’d b. Ubade, önce Mısır sonra Azerbaycan valisi, Muhammed b. Ebu Bekir, Mısır valisi, Malik Eşter Nahei, önce Nusaybin ve Sencar ve ardından Mısır valisi oldu. Abdullah b. Abbas Cemel savaşından sonra Basra valisi, Ebu Eyüp el-Ensari Medine valisi, Ebu Musa Eş’eri, Osman tarafından Kufe valisi olarak atanmış daha sonra Malik Eşter’in önerisi ile İmam Ali (a.s) onu bir müddet görevde tutmuş, ama bir süre sonra hatalarından dolayı azletmiştir. Huriyet b. Raşit Ahvaz valisi, Huzeyfe b. Yeman Osman tarafından Medain valisi olarak atanmış ve İmam Ali (a.s) de onu azletmemiştir. Kumeyl ibn Ziyad Heyt valisi, Muhannef b. Süleym İsfahan, Rey ve Hamedan valisi, Süleyman b. Sured Cubbel valisi. İmam Ali’nin (a.s) atadığı bazı valiler İmam Ali’nin (a.s) düşmanları tarafından öldürüldü. Örneğin: Malik Eşter, Muhammed b. Ebu Bekir, Abdullah b. Habbab Ert, Muhammed b. Ebu Huzeyfe, Ebu Hassan b. Hassan Bekri ve Halu b. Afv. Bazıları ise İmam’ın (a.s) zamanında ileri yaşlarından ötürü dünyadan göçmüşlerdir. Örneğin: Sehl b. Huneyf, Ebu Kutade ve Huzeyfe b. Yeman. Bir grup ise İmam Ali’nin (a.s) şehadetine kadar görevlerinin başında kalmışlardır. Örneğin: Kays b. Sa’d, Osman b. Huneyf, Kumeyl, Sa’d b. Mesut ve Süleyman b. Sured. Bazıları ise görevlerini ihmal ederek zaaf göstermişlerdir. Örneğin: Ubeydullah b. Abbas ve Said b. Nemran azarlanmış ve kınanmışlardır. Bazıları da ihanetlerinden dolayı İmam Ali (a.s) tarafından görevden alınarak azledilmişlerdir. Örneğin: Munzir b. Carud ve Ukbe b. Amr.[99]

Önceki
-
Şiaların Birinci İmamı
Hz. Ali (aleyhi selam)
Hicri Kameri 11 - 40 
Sonraki
İmam Hasan (a.s)
Savaşlar
Cemel (Nakisin) Savaşı
Cemel Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Nakisin (neks, bozmak, ihlal etmek çiğnemek anlamındadır. Talha, Zübeyr ve taraftarları, ilk önce İmam Ali’ye (a.s) biat etmiş ve ardından biat ve anlaşmalarını ihlal ederek bozdukları için onlara nakisin denmektedir.)[100] Arasında Hicrî otuz altı yılında cemaziyülahir ayında gerçekleşti.[101] Talha ve Zübeyr, ilk önceleri hilafete göz dikmişlerdi,[102] ancak isteklerine kavuşamayınca ve İmam Ali (a.s) halife olunca imamla hilafeti paylaşma eğilimine girmişlerdir. O ikisi, İmam Ali’den Basra ve Kufe valiliklerini onlara vermesini istemişler ancak İmam onlara bu iki yerin valiliklerini uygun görmemiştir.[103] Bundan dolayı, kendileri Osman’ın katili olarak bilinmelerine rağmen ve halk arasında Osman’ın öldürülmesinde Talha’dan daha açgözlü kimsenin bulunmamasının bilinmesine rağmen[104] kendi amaçlarına ulaşmak için Ayşe ile birlik oldular. Hâlbuki Ayşe’nin kendisi de Osman’ın evi kuşatıldığında bırakın Osman’a yardım etmeyi Osman’a itiraz edenleri hak talep edenler olarak anmıştır. Ama buna rağmen Ayşe, halkın İmam Ali’ye (a.s) biat ettiğini duyunca, hemen Osman’ın zulümle öldürüldüğünü dile getirmiş ve Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istemiştir.[105] Ayşe, önceden beri İmam Ali’ye (a.s) kin duymaktaydı. Bundan dolayı, Talha ve Zübeyr’le birlik oldu.[106] Dolayısıyla bu grup üç bin kişilik bir ordu kurarak Basra’ya doğru hareket etti.[107] Bu savaşta Ayşe “asker” adlı bir erkek deveye binmişti, bundan dolayı bu savaş, Cemel savaşı olarak adlandırılmıştır.[108] İmam Ali’nin (a.s) emri ile (Basra valisi) Osman b. Huneyf, isyancıları hak yola davet etmekle görevlendirildi. Daveti kabul etmemeleri durumunda İmam Ali (a.s) oraya ulaşıncaya kadar onlara karşı direnmesi istendi.[109] İmam Ali (a.s) Basra’ya ulaşır ulaşmaz biatlerini bozanlara nasihat etmeye koyulmuş ve bu şekilde yaşanabilecek bir savaşı önlemeye çalışmıştır, ancak İmam’ın (a.s) bu girişimleri sonuç vermemiş ve karşı taraf İmam’ın (a.s) yarenlerinden birini öldürerek savaşı başlatmıştır.[110] Elbette Zübeyr, savaş başlamadan önce İmam Ali’nin (a.s) Peygamber Efendimiz'in (a.s) Zübeyr’e hitaben buyurduğu bir hadisi kendisine hatırlatması üzerine –Peygamber Efendimiz (s.a.a) Zübeyr’e hitaben sen bir gün Ali ile savaşa tutuşacaksın demiştir- ordudan ayrılmış ve Basra’nın dışında Amr b. Curmuz tarafından öldürülmüştür.[111] Cemel ashabı, muharebeden birkaç saat sonra çok sayıda ölü vererek yenilmiştir.[112] Bu savaşta Talha öldürülmüş, Ayşe ise savaş sonrası saygın bir şekilde Medine’ye gönderilmiştir.[113]

Sıffin (Kasitin) Savaşı
Sıffin Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Kasitin (Muaviye ve ordusu)[114] arasında Safer ayının Hicrî otuz yedinci yılında Şam’da Fırat yakınlarında “Sıffin” denen bir yerde gerçekleşmiştir. Bu savaş Hicrî otuz sekizinci yılı Ramazan ayında hakemlik olayı ile sona ermiştir.[115] Osman muhasara altına alındığında Muaviye ona yardım edebileceği halde ona yardım etmemiş ve onu Şam’a götürerek işleri kendi lehine çevirmek istiyordu. Muaviye Osman öldürüldükten sonra Şamlıların gözünde Hz. Ali’yi Osman’ın katili olarak tanıtmaya çalışıyordu. İmam Ali (a.s) işe koyulur koyulmaz Muaviye’ye mektup yazmış ve ondan kendisine biat etmesini istemiştir. Fakat Muaviye bahaneler üreterek ilk önce yanında dolaşan Osman’ın katillerini bana gönder ben onlara kısas uygulayayım, eğer böyle yaparsan sana biat ederim demiştir. İmam Ali (a.s) bu yazışmanın ve Muaviye’ye elçiler göndermesinin ardından Muaviye’nin kendisiyle savaşma niyetinde olduğunu anladı. Bunun üzerine ordusunu Şam’a doğru harekete geçirdi. Diğer taraftan ise Muaviye kendi ordusunu harekete geçirdi. Her iki ordu da Sıffin yakınlarında mevzi aldılar. İmam Ali (a.s) savaşın patlak vermemesi için mümkün olan her yola başvurdu. Dolayısıyla yeniden mektup yazışmaları yaşanmış, ancak bir sonuç alınamamıştır. Sonunda savaş Hicrî otuz altı yılda başladı.[116] Eğer son saldırı gerçekleşmiş olsaydı İmam Ali’nin (a.s) ordusu savaşı kazanmış olacaktı. Ancak Muaviye, Amr b. As’la yaptığı görüşmelerin ardından hile yoluna başvurdu. Yanlarında bulunan Kur’anları mızrakların ucuna taktırarak Hz. Ali’nin (a.s) ordusunu Kur’an’ın hükmüne çağırmaları emrini verdi. Bu hile ve aldatmaca sonuç vermiş ve Hz. Ali’nin (a.s) ordusunda bulunan Kur’an karileri İmamın (a.s) yanına giderek: Bizler bu insanlarla savaşamayız, onların dediklerini kabul etmeliyiz, demişlerdi. Her ne kadar İmam Ali (a.s) bunun onların savaştan kaçmak için başvurdukları bir hile olduğunu söylese de fayda etmemiştir.[117] İmam Ali (a.s), Muaviye’yi her ne kadar Kur’an ehli olmadığını bilse de hakemliği kabul etmek zorunda olduğunu belirten bir mektup yazar.[118]Bir kişinin Şam ordusundan ve bir kişinin de Irak ordusundan oturarak Kur’an hükmüne göre bu konu hakkında görüş belirtmesi kararlaştırıldı. Şam ordusundan bu iş için Amr b. As görevlendirildi. Irak Ordusundan ise sonradan Havarici (Haricîleri) oluşturan Eş’as ve başka bir grup, Ebu Musa Eş’eri’yi önerdiler. Ancak İmam Ali (a.s) İbn Abbas veya Malik Eşter olması gerektiğini söyledi. Ama Eş’as ve taraftarları ise bunu kabul etmediler. Bahaneleri ise Malik Eşter’in savaşa eğilimli olduğu ve İbn Abbas’ın ise olmaması gerektiği yönündeydi. Çünkü bu gruba göre Amr b. As, Mısır’dan olduğu için karşı tarafın da Yemenli olması gerekiyordu![119] Sonunda Amr b. As, Ebu Musa Eş’eri’yi aldatarak, hakemlik olayını Muaviye’nin lehine sonuçlandırmıştır.[120]

Nehrevan (Marikin) Savaşı
Ana Madde: Nehrevan Savaşı
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:


Şüphesiz ben dün emrediyordum, bugün emir veriyorlar! Dün ben sizi nehyediciydim, bugün ben nehyediliyorum! Gerçekten de yaşamayı, bekayı çok seviyorsunuz. Ben de istemediğiniz şeyi size zorla yükleyecek değilim.”




—Nehcü’l Belağa, 208. Hutbe.
Sıffin’de gerçekleşen hakemlik olayı, İmam Ali’nin (a.s) bazı yarenlerinin itiraz ve muhalefeti ile düşman tarafın lehine sonuçlanmıştır. Onlar neden Allah’ın işinde yargıda bulundun diye isyan etmişlerdir. Hâlbuki İmam Ali (a.s) bu işe başlangıçta muhalefet etmiş ve onların kendileri İmam Ali’yi hakemliğe zorlamışlardı. Ve sonunda İmam Ali’yi (a.s) tekfir etmiş ve lanetlemişlerdir.[121] Havaric (Hariciler) veya Marikin olarak adlandırılan bu grup, sonunda halkı öldürmeye başladılar. Babası Allah Resulünün (s.a.a) sahabesi olan Abdullah b. Habbab’ı öldürdüler ve gebe olan eşinin karnını deştiler.[122] Böylece, İmam Ali (a.s) onlarla savaşmak zorunda kaldı. İmam savaştan önce İbn Abbas’ı onlarla müzakere etmesi için gönderdi ancak bir yararı olmadı. Nihayet kendisi aralarına giderek onlarla konuştu. Birçokları hatasını anlayarak pişman olup ve diğeleri kendi düşüncelerinde baki kaldılar. Sonunda savaş başladı ve Haricîlerden dokuz kişi geride kaldı, İmamın (a.s) yarenlerinden ise yedi veya dokuz kişi öldürüldü.[123]

 
Hz. Ali'nin Türbesinden Bir Kare
Şehadeti
Nehrevan savaşından sonra, İmam Ali (a.s) Irak halkını yeniden Şam’a karşı savaşması için hazırlamaya başladı, ancak az bir grup dışında kendisine katılan olmadı. Öte yandan Irak’ın durumundan ve Iraklıların gevşekliğinden haberdar olan Muaviye, İmam’ın egemenliği altında bulunan Arap yarım adasına ve hatta Irak’ın çeşitli yerlerine saldırarak onların gücünü zayıflatmaya ve Irak yolunu açmaya koyuldu.[124] İmam Ali (a.s) Sıffin’e gitmek için ordusunu hazırlanmaya koyulduğu zaman, hicrî kırkıncı yılında Ramazan ayının ondokuzunda sabaha doğru Abdurrahman İbn Mülcem Muradi tarafından (namaz kıldığı sırada) saldırıya uğrayarak yaralandı ve Ramazan ayının yirmibirinde şehit oldu. İmam Ali (a.s), Muaviye ve Amr b. As’ın öldürülmesi için Haricîlerden üç kişinin iş birliği yaptığı ve Kuttam adlı bir kadının da bu işte rolü olduğu kaynaklarda geçmiştir.[125]Emirilmümin’in Hz. Ali’nin (a.s) çocukları -İmam Hasan, İmam Hüseyin ve Muhammed b. Hanifiyye- Abdullah İbn Cafer’le birlikte gece vakti Gariyin (Şimdiki Necef) denen yerde İmam'ı toprağa veridiler ve kabri gizlediler.[126] Çünkü Emeviler ve Hariciler eğer Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini bilecek olsaydılar naaşını kabirden çıkarıp saygısızlık yapacaklardı.[127]

İmam Ali'nin Kufelilere Bedduası


Başından darbe aldığı günün sabahı şöyle buyurdu:
“Allah onlardan daha hayırlısını versin bana ve benden daha kötüsünü musallat kılsın onlara.”




—Nehcü’l Belaga, 70. Hutbe.
Vasiyetleri
İmam Ali’nin (a.s) çocuklarına gusül, kefen, namaz ve tedfin işlerinin nasıl olması gerektiğine dair nasihatler ettiği rivayet edilmiştir.[128] İmam (a.s) çocuklarına defnedildiği yerin gizli kalmasını vasiyet etmiştir.[129] İbn Mülcem tarafından başından aldığı darbenin ardından oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle nasihatte bulunmuştur:

“Allah’tan korkmanızı, dünya sizi istese bile onu istememenizi vasiyet ederim. Ona ait bir şeye ulaşmadığınız veya kaybettiğiniz için üzülmeyin. Hakkı söyleyin; ahiret ecri için çalışın. Zalime düşman, mazluma yardımcı olun. Siz ikinize, bütün evlatlarıma, ehlime ve bu vasiyetin ulaştığı kimselere Allah’tan korkmayı, işlerinizde intizamlı olmayı, birbirinize iyilikle davranmayı, insanlarla barışık yaşamayı vasiyet ederim. Ben dedeniz Resulullah’tan (s.a.a) şöyle duydum: “Birbiriyle barışık yaşamak bir yıllık namaz ve oruçtan daha faziletlidir.” Allah için, Allah için yetimlerin hakkını gözetin, onları bir aç bir tok bırakarak nezdinizde zayi etmeyin. Allah için, Allah için komşularınızın hakkına riayet edin. Onlar, size Nebi’nizin vasiyetidirler. O, komşular hakkında öylesine tavsiyelerde bulunurdu ki biz mirasa da dâhil olacaklar sandık. Allah için, Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmede ve onun hükümlerine uymada başkası sizden önde olmasın. Allah için, Allah için namaza dikkat edin; çünkü namaz, dininizin direğidir. Allah için, Allah için, Rabbinizin evi Kâbe’ye dikkat edin, var olduğunuz müddetçe orayı boş bırakmayın, eğer orayı terk edecek olursanız ve saygınlığını korumazsanız azap hususunda sizlere fırsat dahi verilmez. Allah için, Allah için mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle Allah yolunda cihat edin. Size düşen görev, karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmak, karşılıklı olarak hediyeler vermektir. Sırt çevirip gitmekten ve birbirinize dargın durmaktan sakının, iyiliği emredip kötülükten men etmeyi terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza en kötüleriniz geçer ve sonra ne kadar çağırsanız da artık sizlere icabet edilmez. Ey Abdulmuttalip oğulları! “Müminlerin emiri katledildi” diyerek Müslümanların kanını akıtmaktan, öç almaya kalkışmaktan sakının. Sakın, benim için katilimden başkasını öldürmeyin. Biraz bekleyin bakın; şayet onun darbesinden ölürsem, darbesine karşı kendisine bir darbe vurun, organlarını kesmeyin. Ben Resulullah’ın şöyle dediğini işittim: “Öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa, ölünün bedenini kesmeyin.”[130]

 
İmam Ali'nin Türbesi
Kabrin Gizli Olması
Hz. Ali’nin (a.s) kabrinin gizli kalması için vasiyet etmesinin nedeni, Havariç ve Münafıkların naaşını kabirden çıkararak ona saygısızlıkta bulunacaklarından çekiniyor olmasından dolayıdır.[131] İmam Ali’nin (a.s) kabrinin yerini yalnızca çocukları ve has yârânları bilmekteydi. İmam Cafer Sadık (a.s) Abbasi halifelerinden Mansur’un zamanında hicrî 135. Yılda ilk kez Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini açıklayarak Necef’teki kabrin yerini göstermiştir.[132]

Fazileti ve Menkıbeleri
Kur’an Ayetleri
İmam Ali’nin (a.s) fazilet ve menkıbeleri için nazil olan ayet sayısı oldukça fazladır. Hatta İbn Abbas’tan nakledildiğine göre üçyüzün üzerinde ayet İmamın fazileti hakkındadır.[133] Burada bu ayetlerden bazılarını zikredeceğiz:

Mübahale Ayeti
فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا واَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِبٖينَ (Tercüme: De ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.”) (61–3)

Hicrî onuncu yılında “Mübahele” günü, Allah’ın yalancılara azap etmesi için Müslümanlarla Necran Hıristiyanları arasında lanetleşme yapılması kararlaştırıldı. Bu amaçla, Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (a.s) kendisiyle beraber sahraya götürdü. Hıristiyanlar Peygamber'in (s.a.a) kendisinden çok emin bir şekilde yalnızca en yakınlarını kendisiyle getirdiğini görünce, korkarak cizye ödemeyi kabul ettiler.[134]

Tathir Ayeti
اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيرًا (Tercüme: Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) (33–33) Şia ulemalarına göre, bu ayet Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) eşi Ümmü Seleme’nin evinde nazil olmuş ve nüzul anında orada Peygamberimizin (s.a.a) yanı sıra Hz. Ali(a.s), Hz. Fatıma(s.a), Hz. Hasan (s.a) ve Hz.Hüseyin (s.a) de bulunmaktaydı. “Tathir ayeti” nazil olduktan sonra Hz. Muhammed (s.a.a) oturduğu bir parçayı (kisa) alarak “Kisa (Aba) kendisinin, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in üzerine örttü. Sonra ellerini göye doğru kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım! Benim ehlibeytim bu dört kişidir, bunları her türlü kir ve kötülükten temizle.”[135]

Meveddet Ayeti
قُلْ لَا اَسْپَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى (Tercüme: “De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden yakın akrabalarımı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum.) (23–42) İbn Abbas şöyle diyor: Bu ayet nazil olduğunda Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arz ettim: Meveddet ve sevgisi farz olanlar kimlerdir? Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin.” Ve bu cümleyi üç kere tekrar etti.[136]

İlk Müslüman
Meşhur olduğuna ve hatta tevatür haddinde ulaştığına göre Hz. Ali (a.s) ilk Müslümandır.[137] Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü havuz (Kevser) başında benimle ilk görüşecek olanınız İslam’da da en önde olanınız olan Ali olacaktır.”[138] Yine Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) hakkında şöyle buyurmuştur: “Acaba seni ümmetim arasında herkesten önce İslam’ı kabul eden, onların en bilgili ve en sabırlı olanı ile evlendirmeme razı olmaz mısın?”[139]

Leyletü’l Mebit
Kureyş’in, Müslümanlara işkence ve eziyet etmesinin ardından, Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlara Medine’ye hicret etme emrini verdi. Hazretin yârânları da birkaç aşamada Medine’ye doğru harekete geçtiler.[140] Kureyşlilerin Daru’n Nedve’de (Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin istişare etmeleri için yaptırdığı binadır) yaptıkları toplantıda bir çok görüş ileri sürüldü. Alınan karara göre her kabileden genç ve cesur birisi Allah Resulünü (s.a.a) kendi evinde öldürmesi için görevlendirildi. Cebrail (a.s) Peygamber Efendimiz'e (s.a.a) nazil olarak Kureyş’in planını deşifre etmiş ve o geceyi kendi yatağında yatmaması ve hicret etmesi emrini iletmiştir. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) düşmanın komplosunu anlatarak kendi yatağına yatmasını ister.[141] Müfessirler ayetin nüzul sebebini وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرٖى نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ (Tercüme: İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.) (207–2) Hz. Ali (a.s) ve “leyletu’l mebit” hakkında olduğu görüşündedirler.[142]

Hz. Muhammed’in (s.a.a) hicret ettiği ve Hz. Ali’nin (a.s) O'nun yatağına yattığı gece "Leyletü'l Mebit" olarak adlandırılır.

Allah Resulünün Kardeşi
Hz. Peygamber (s.a.a) Medine’ye girdikten sonra önce Muhacirler arasında, daha sonra Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik akdi kıydı. Ve her ikisinde de Hz. Ali’ye : “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin,” diyerek aralarında kardeşlik akdi kıydı.[143]

Reddü’ş Şems (Güneşin Dönüşü)
Hicrî yedinci yılda günlerden bir gün Hz. Peygamber'le (s.a.a) Hz. Ali (a.s) öğlen namazını kıldılar ve Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) bir iş için görevlendirdi, ama Hz. Ali ikindi namazını kılmamıştı. Hz. Ali (a.s) geri dönünce, Peygamber Efendimiz başını Hz. Ali’nin (a.s) kucağına koyarak uyudu. Bu sırada güneş batmıştı. Hz. Peygamber (s.a.a) uykudan uyanınca “Allah’ım! Senin kulun Ali, kendisini Peygamberi için korudu, güneşi onun için geri döndür.” diye dua etti. Bu sırada güneş geri döndü. Hz. Ali (a.s) kalkarak abdest aldı ve ikindi namazını kıldı.Sonra güneş yeniden battı.[144]

Beraat Suresinin İblağ Edilmesi
Tövbe Suresinin ilk ayetleri ‘Müşriklerin tevhit inancına inanmaları ve Müslümanların zümresine katılmaları, ancak inat etmeleri durumunda savaşa hazırlıklı olmaları ve her nerede tutuklanırlarsa öldürüleceklerini bilmeleri gerektiğine dair kendilerine dört ay süre tanınması’ hakkında indiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) hac merasimine katılma düşüncesinde değildi. Bundan dolayı ilahî emir gereği: ‘Bu emri Peygamberin kendisi veya ondan olan birisi insanlara ulaştırmalı ve bu iki kişi dışında kimsenin bu iş için salahiyetinin olmadığı’ belirtilince,[145] Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) çağırarak ondan Mekke’ye gitmesini ve Mina’da kurban bayramı günü Beraat (Tövbe) Suresini Müşriklere tebliğ ederek ulaştırmasını istedi.[146]

Hak Hadisi: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: عَلی مَعَ الحقِّ و الحقُّ مَعَ عَلی (Tercüme: Ali hak ile hak da Ali iledir.)[147]

Seddu’l Ebvab (kapıların kapatılması): Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) kapısı dışında Mescid-i Nebi’ye bakan tüm kapıların kapatılmasını emretti. Bunun nedenini sorduklarında Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben Ali’nin kapısı dışında tüm kapıların kapatılması için görevlendirildim, ama bu konuda tartışmalar yaşandı. Allah’a andolsun ki hiçbir kapıyı kapatıp, açmadım, ancak bu iş için görevlendirilmiş ve ona itaat etmişimdir.”[148]

Hz. Resulü Kibriya Efendimiz şöyle buyurmuştur:


Her ümmetin bir sıddıkı (dosdoğru olanı) ve faruku (hakkı batıldan ayıranı) vardır. Bu ümmetin sıddıkı (ve faruku) Ali b. Ebi Talib’dir."




—Uyun-u Ahbari'r-Rıza, 2/13/30.
İslam İlimlerinin Başlatıcısı
İbn Ebu’l Hadid, hicrî yedinci yüzyıl Ehli Sünnet (mutezile) âlimlerindendir. Nehcü’l Belağa’ya yazdığı şerhin mukaddimesinde şöyle yazmaktadır: Düşmanlarının faziletlerini itiraf ettiği ve faziletlerini inkâr edemeyip, gizleyemedikleri kişi hakkında ne diyebilirim ki? Herkes Emevilerin, İslam ülkelerinin doğusundan batısına kadar ellerinin her yere ulaştığını biliyor, onlar her hile ve desise ile O'nun azamet nurunu söndürmeye çalışmış, O'nu kötüleyen ve kınayan çok sayıda hadisler uydurmuş, tüm minberlerde O'na lanet okutmuş, O'nu övenleri tehdit etmek bir yana hapislere atarak öldürmüşler. O'nun faziletini anlatan yahut adını yücelten hadis ve rivayetleri hatta insanların çocuklarına Ali adını koymalarını bile yasaklamışlardı. Ama tüm bunların etki etmemesi bir yana O'nun adı daha da yücelmiş ve daha da üstün olmuştur. O, misk gibiydi, her ne kadar çok örtülürse atmosfere daha çok güzel koku yaymaktadır.[149] İbn Ebu’l Hadid sözünün devamında şunları yazmaktadır: Her faziletin başlangıç dizesi ve her insanlık imtiyazının kaynağı olan kişi hakkında ne diyebilirim ki? Her fırka ve grup kendisini Hz. Ali'ye (s.a) bağlamakta ve O'na nispetleri ile övünmektedir. O, tüm imtiyaz ve seçkilerin başlangıç kaynağı idi. Bu meydanda kimse O'nu geçememiş ve O bu mücadelenin öncüsü olmuştur.[150]

Kelam İlmi
İbn Ebi’l Hadid şöyle demektedir: İlahiyat ilmi ve Allah Teâlâ’nın sıfatlarını tanımak ilimlerin eşrefi ve en üstünüdür. Bu ilmin detaylı açıklaması Hz. Ali (a.s) ile başlamıştır. Bu ilmde görüş sahipleri olanlar, O'nun öğrencileridir. Tevhit ve Adl ehli olan Mutezile, onun öğrencileri ve ashabıdırlar. Zira onların öncüleri olan Vasıl b. Ata, Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefiyye’nin öğrencisidir. Ebu Haşim ise babasının öğrencisidir, babası da İmam Ali’nin (a.s) öğrencidir.[151] Eş’ariler de Hz. Ali’de (a.s) sonlanmaktadırlar. Şöyle ki bu fırkanın kurucusu Ebu’l Hasan Ali b. (İsmail b.) Ebu Beşer Eş’ari’dir. O, Ebu Ali Cubbai’nin öğrencisidir ve o da Mutezilenin üstatlarından birisidir. Dolayısıyla Eş’arilik de nihayetinde Mutezilenin üstadına dayanmaktadır ve O, İmam Ali’dir (a.s).[152] İmamiye ve Zeydiye’nin de Hz. Ali’ye (a.s) mensup oldukları açıktır ve açıklanmaya ihtiyaç duymamaktadır.[153]

Fıkıh İlmi
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) fıkıh ilminin temel ve esasıdır. İslam’daki her fakih onun sofrasından yararlanmaktadır. Şia fıkhının ona istinadı açıktır ve açıklamaya hacet yoktur. Ebu Yusuf, Muhammed gibiler Ebu Hanife’nin yârânlarıdırlar ve fıkhı Ebu Hanife’den öğrenmişlerdir. Ahmed b. Hambel, Şafii’nin öğrencisidir ve O da Ebu Hanife’den fıkhı öğrenmiştir ve Ebu Hanife’de İmam Cafer Sadık’ın (a.s) öğrencisidir. Ve O da babası İmam Muhammed Bakır (a.s) ve O da babaları vasıtasıyla İmam Ali’ye (a.s) ulaşmaktadır. Malik İbn Enes, fıkhı Rabietu’r Rey’den öğrenmiştir. Rabiet, İkrime’nin öğrencisi ve O da Abdullah b. Abbas’ın öğrencisidir. İbn Abbas’da Hz. Ali’nin (a.s) öğrencisidir. Şafii’nin fıkhını da Malik’in öğrencisi olması hasebiyle İmam Ali’ye (a.s) nispet verebiliriz. Bu şekilde, Ehli Sünnetin dört fakihi de İmam Ali’ye (a.s) mensup olmuş olur. Sahabe fakihler, Ömer b. Hattab ve Abdullah b. Abbas’ın her ikisi de ilimlerini İmam Ali’den (a.s) almıştır. İbn Abbas’ın öğrenciliği açıktır. Herkes biliyor ki Ömer de bir çok kere zor konularda İmam Ali’ye başvurmuş ve bir çok kere şöyle demiştir: “Levla Ali’yyun Le-heleke Ömer/Ali olmasaydı Ömer helak olurdu”, ve “Ebu’l Hasan’ın (İmam Ali’nin künyesi) olmadığı bir yerde zor ve karışık konularla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.” Ayrıca yine şöyle demiştir: “Ali mescitte olduğu sürece kimsenin fetva vermeye hakkı yoktur.” Dolayısıyla İslam fıkhının da O'na ulaştığı netlik kazanmaktadır. Şia ve Sünniler, Hz. Peygamber Efendimiz'den (s.a.a) şöyle bir rivayet nakletmişlerdir: “Akdakum Ali/Sizin en kadınız (yargılayıcınız) Ali’dir.” Kadılığın fıkıh ilminin bir parçası olduğuna binaen bu şekilde Hz. Ali’nin (a.s) öteki sahabelerden daha fakih olduğu ortaya çıkmaktadır.[154]

Tefsir
İbn Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) tefsir ilminin kurucusudur ve her kim tefsirlere müracaat edecek olursa bunu açıkça görür. İster o kısımdaki ayet doğrudan O'nun tarafından tefsir edilmiş olsun ve isterse o ayetin tefsiri İbn Abbas tarafından yapılmış olsun. Çünkü nihayetinde O da Hz. Ali’den almıştır. İbn Abbas’a senin ilmin ile amcaoğlunun (İmam Ali’nin) ilminin nispeti nedir? Diye sorulduğunda İbn Abbas şöyle cevap vermiştir: "Sonsuz bir okyanusta bir yağmur tanesi gibidir."[155]

Tarikat İlmi
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Tarikat, hakikat ve tasavvuf ilim sahipleri senet ve belgelerini İmam Ali’ye (a.s) dayandırmaktadırlar ve sufilerin şu ana kadarki şiarı olan “خرقه/hırka” buna delalet etmektedir.[156]

Arap Edebiyatı
İbn Ebi’l Hadid şöyle demektedir: Herkes İmam Ali’nin (a.s) nahv ilmi ile Arap edebiyatının mucit ve yenilikçisi olduğunu bilmektedir. İmam Ali (a.s) o ilmin tüm kaide ve kurallarını Ebu’l Esved Dueli’ye yazdırmıştır. İmam Ali’nin (a.s) Ebu’l Esved Dueli’ye öğrettiği kurallardan bazıları şunlardır: Kelam üç kısımdır; isim, fiil ve harf. Kelime marife ve nekre olarak taksim edilir. İ’rablar ref’, nasb, cer ve cezm olarak taksim edilir.[157]

Fesahat ve Belagat
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Fesahat açısından Hz. Ali (a.s), fasihlerin öncüsü ve belagatçıların başıdır. O'nun kelamı hakkında şöyle denmiştir: “Dune kelamu’l Halik ve fevka kelami’l Halik/Allah’ın kelamından aşağı, mahlûkun kelamından yukarıdır.” Ve buna en açık tanık Nehcü’l Belağa’dır. Kendi zamanının en fasihlerinden olan Abdulhamid b. Yahya, Hz. Ali’nin (s.a) yetmiş hutbesini ezberlediğini ve fesahetinin O'nun edebi kaynağından başladığını söylemiştir. İbn Nubate ise şöyle demiştir: hutbelerden hazine ezberledim, ondan her ne kadar alırsam azalmaz, aksine artar. Ali b. Ebu Talib’in (a.s) vaaz ve nasihatlerinden yüz fasıl ezberledim.[158]

Ahlaki Özellikleri
Cömertlik ve Sehaveti

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) sahavet ve cömertlik durumu da açıktır. Oruç tutar, iftarını ise ihtiyaç sahiplerine verirdi. (Ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar. İnsan suresi, 8) ayeti onun hakkında nazil olmuştur. Müfessirlerin dediğine göre Hz. Ali’nin (a.s) bir gün dört dirhemi vardı. Bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, üçüncü dirhemini gizli ve dördüncü dirhemini ise açıkça sadaka verdi. Bunun üzerine (Onlar mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcarlar. Bakara, 274) ayeti nazil oldu. Kendi eliyle Medine’deki hurmalıklarını suladığı söylenmiştir. Nitekim elleri nasır bağlamış ve ondan gelen ücreti ise sadaka olarak vermiş, buna rağmen kendi karnına taş bağlamıştır. Diyorlar ki: hiçbir zaman hiçbir dilenciye “yok” demedi. Bir gün Mahfen b. Mahfen Muaviye’nin yanına geldi. Muaviye ona nereden geliyorsun? diye sordu. Mahfen Muaviye’nin hoşuna gitsin diye, "İnsanların en cimrisinin –yani Ali’nin (a.s)- yanından geliyorum", dedi. Muaviye dedi ki, sana yazıklar olsun; eğer yanında bir depo dolusu altın ve bir depo dolusu saman olsa, altın deposunu saman deposundan daha erken ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak birisi hakkında nasıl böyle konuşabilirsin?!". Evet İmam Ali'nin (s.a) düşmanları bile onun cömertliğini itiraf etmek zorunda kalmıştır. [159]

Bağış ve Hoşgörüsü
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) alçakgönüllülük, bağış, büyüklük, hatayı görmezlikten gelme konularında herkesten daha toleranslı idi. Nitekim Cemel vakası bunun en güzel örneğidir. Şöyle ki onun en azılı düşmanlarından olan Mervan b. Hakem’i ele geçirince onu azat etmiş ve işlediği büyük hatasından geçmiştir. Abdullah ibn Zübeyr, halkın önünde İmam Ali’ye (a.s) kötü sözler sarf etmekteydi. Abdullah ibn Zübeyr, Ayşe’nin ordusu ile Basra’ya gelince bir hutbe okumuş ve hutbesinde ağzına gelen her şeyi O'nun hakkında söylemiş ve hatta. "şimdi insanların en alçağı ve düşüğü (neuzibillah) sizin şehrinize doğru geliyor" demiştir. Ancak İmam (a.s) onu ele geçirince onu bağışlamış ve ona yalnızca şöyle demiştir: "Git, seni gözüm görmesin." Nitekim Said b. As’ı –düşmanlarından birisiydi- Cemel Şavaşı'ndan sonra Mekke’de ele geçirmiş, ancak ona sırtını dönmüş bir şey dememiştir. Hz. Ali’nin (a.s) Cemel Savaşı'ndan sonra Ayşe’ye davranışı meşhurdur. Ayşe’ye galip gelince, ona kıymet vermiş ve onu Medine’ye göndermek istediğinde Abd Kays kabilesinden yirmi kadına erkek elbisesi giydirmiş ve ellerine hamail kılıcı vererek onunla göndermiştir. Oysa Ayşe yol boyunca durmadan Hz. Ali’ye (a.s) beddua ederek hakaret etmiş ve benim saygınlığımı çiğneyerek beni erkeklerle birlikte gönderdi demiştir. Ancak Medine’ye ulaştıklarında (yüzleri örtülü) erkek elbisesi giymiş kadınlar ona dönerek: "bak gör, seninle birlikte buraya gelen bizler kadınız" demişlerdir.Ayşe ile birlikte Hz. İmam Ali’ye (a.s) karşı savaşıp İmam'ın bazı yârânlarını öldüren Basra halkının hepsini azat etmiş ve ordusuna hiç kimseye dokunmamalarını emrederek "her kim silahını yere koyarsa azattır" diye buyurmuştur. Ne onlardan esir almış ve ne de ganimet olarak onlardan mal almıştır. Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke’nin fethinde Mekkelilere yaptığının aynısını yapmıştır. Muaviye Ordusu, Sıffin’de İmam Ali’nin (s.a) ordusunun suyunu kesmiş ve O'nun ordusu ile Fırat havzası arasında engel koymuşlardı. Muaviye’nin ordu ileri gelenleri şöyle diyorlardı: Ali ve ordusunu susuz bir şekilde kılıçtan geçirelim, nitekim o da Osman’ı susuz öldürmüştü! Daha sonra İmam Ali’nin ordusu savaşarak suyu onların elinden geri aldılar. Bu esnada İmam'ın askermerinden bazıları da "Muaviye ordusunun susuzluktan bitkin düşerek susuz ölmeleri için Muaviye’nin ordusundan kimsenin su almasına izin vermemeliyiz" demişlerdi. Ancak Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: " Biz asla böyle yapmayacağız. Fırat’ın bir kısmından yararlanmaları için onlara izin verin."[160]

Tebessüm ve Güler Yüzlülüğü
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) güler yüzlü ve tebessümlü oluşu insanlar arasında deyim olmuştu. Nitekim düşmanları Hz. Ali’nin (a.s) bu sıfatını O'nun için bir ayıp saymışlardır! Hz. İmam’ın (a.s) Sa’sa’a b. Suhan ve öteki yârânları şöyle diyorlar: "Ali (a.s) bizim aramızda bizlerden biri gibiydi, kendisi için hiçbir ayrıcalığa sahip değildi, ancak tevazu ve alçakgönüllülüğünün yanı sıra o kadar heybetli idi ki O'nun karşısında, kendimizi elinde kılıç tutmuş bir adamın eli altında, elleri kolları bağlı bir esir gibi hissederdik."[161]

Allah Yolunda Cihadı
İbn Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) dost ve düşmanları O'nun mücahitlerin başı olduğunu itiraf etmektedirler. Onun karşısında kimse bu sıfata layık değildir. Herkes, İslam’ın müşriklerle yaptığı en zor ve en ağır savaşın Bedir savaşı olduğunu biliyor. Bu savaşta müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştür. Bunlardan yarısı Hz. Ali (a.s) tarafından öldürülmüş ve diğer yarısı ise Meleklerin yardımı ile öteki Müslümanlarca öldürülmüştür. Hz. Ali’nin (a.s) Uhud, Ahzab, Hayber, Huneyn ve diğer gazvelerdeki durumu da tarihte meşhurdur.[162]

Şecaati
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: O, şecaat meydanının bir numarası idi. Geçmişteki (kahramanları) insanların aklından çıkarttı ve gelecektekileri de kendisiyle yok etti. Hz. Ali’nin (a.s) savaşlardaki konum ve pozisyonu tarihte öyle meşhur olmuştur ki Kıyamet'e kadar onu misal olarak söyleyeceklerdir. Asla firar etmeyen kahraman bir yiğitti. Orduların çokluğundan korkmamış, yokluk diyarına göndermediği kimse ile tutuşmamış ve hiçbir zaman ikincisine ihtiyaç duyulan bir darbe vurmamıştır. İkisinden birisinin ölmesiyle insanların zarar görmemesi için Muaviye’yi mübarezeye (teke tek savaşmaya) çağırdığında Amr b. As, Muaviye’ye şöyle dedi: "Ali sana karşı insaflı davrandı." Muaviye ona dönerek şöyle dedi: "Benimle olduğun süre zarfında bana asla hiç bu şekilde bir kazık atmamıştın! Sen beni hiçbir zaman kimsenin pençesinden kaçamadığı kişiye karşı mı mübarezeye çağırıyorsun? Öyle sanıyorum ki benden sonra Şam’a hükmetmeyi gönlünden geçiriyorsun!"[163] Arap milleti her zaman savaşta Hz. Ali (a.s) ile karşı karşıya kaldığı veya her hangi bir akrabasının Hz. Ali’nin (a.s) eliyle öldürüldüğü için iftihar etmekteydi. Bir gün Muaviye, tahtında uyuya kalmıştı. Gözünü açınca birden Abdullah ibn Zübeyr’i karşısında gördü. Abdullah İbn Zübeyr, ona şaka yolu ile şöyle dedi: “Ey Müminlerin emiri! Eğer istersen seninle bir güreş tutalım.” Muaviye ona şöyle cevap verdi: “Kendine gel ey Abdullah! Görüyorum ki yiğitlik ve şecaatinden dem vuruyorsun!” Abdullah dedi ki: “Yoksa sen benim şecaatimi inkâr mı ediyorsun? Ben Ali’nin karşısına çıkmış O'na karşı savaşmış biriyim.” Muaviye dedi ki: “Asla böyle olmadı. Eğer sen bir an bile Ali’nin karşısında durmuş olsaydın sen ve babanı sol eliyle öldürür, sağ elini kullanmazdı bile."[164]

 
İmam Ali (a.s) Temsili
İbadeti
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) insanların en çok ibadet edeni ve namaz ve orucu herkesten daha çok olan idi. İnsanlar gece namazını, zikir ve müstahap namazlarda sürekliliği O'ndan öğrenmişlerdir. Müstahap namazlara öyle önem veriyordu ki Sıffin savaşında Leyletu’l herir gecesinde iki saf arasında bir seccade yere atmış ve oklar havada sağdan soldan uçuştuğu halde o şekilde namazla meşgul olmuştu. Böyle birisi hakkında ne düşünülebilir? Secdenin çokluğundan alnı nasır bağlamıştı. Her kim O'nun münacat ve dualarına dikkat edecek olursa Allah’ın azamet ve büyüklüğünü, Onun heybeti karşısındaki tevazusunu, izzeti karşısındaki huşusunu ve Onun karşısındaki toprağa bulanışını görür ve onlarda gizlenmiş ihlası anlar, nasıl bir kalpten coştuğunu ve nasıl bir dilden aktığını bilir.[165]

Zühdü
Hz. İmam Ali (a.s) zahitlerin önderi idi. Her kim bu meydanda adım atmak isterse O'nu dikkate alırdı. Hz. Ali (a.s) asla karnını yemekle doyurmadı, yiyecek ve giyecekleri en kaba olanlardı. Abdullah b. Ebu Rafi şöyle diyor: Bir bayram günü Ali’nin (a.s) yanına gittim. Yanında başı mühürlenmiş bir kese gördüm. Keseyi açtığında arpa kepeğinden yapılmış ekmek kırıntılarının olduğunu gördüm. Onu yemeğe başladı. Dedim ki: “Ey Emirülmüminin! Neden bunu mühürlemişsin? Buyurdu ki: “Çocuklarımın bu ekmekleri yağlamaları veya zeytinyağına bulamalarından korktuğum için.” Elbiseleri bazen deri ve bazen de hurma lifleri ile bağlanmış olurdu. Ayakkabısı her zaman lif idi ve en sert ve haşin elbiseler giyerdi. Yiyeceği eğer olursa sirke yahut tuz olurdu ve eğer şayet denk gelirse bundan daha üstünü bazı bitkiler olurdu ve eğer bundan da daha üstünü olursa birazcık deve sütü olurdu. Çok az et yerdi ve şöyle derdi: “Midelerinizi, hayvan mezarlıklarına çevirmeyiniz.” Buna rağmen insanların en güçlüsü idi ve açlık O'nun gücünden eksiltmezdi. O, dünyayı terk etmişti, hâlbuki Şam dışında tüm İslam topraklarının bütün malları O'nun ihtiyarındaydı. Ancak hepsini insanlar arasında taksim ederdi.[166]

Eserleri
Nehcü’l Belağa
İmam Ali’nin (a.s) konuşma ve yazılarının bir araya getirildiği en meşhur eser Nehcü’l Belağa’dır. Hicrî dördüncü yüzyıl ulemalarından Seyyid Razi tarafından bir araya getirilmiştir. Nehcü’l Belağa, Arapların en seçkin edebi eseridir. Bu kitap üç bölümden oluşmaktadır. Hutbeler, mektuplar ve İmam Ali’nin (a.s) çeşitli zamanlarda söylediği veya çeşitli insanlara yazdığı bazı kısa sözlerinden oluşmaktadır:

Hutbeler, 239 hutbeden oluşmakta ve zaman olarak üç bölüme ayrılmaktadır:
Hükümet öncesi
Hilafet dönemi
Hilafet sonrası
Mektuplar, 79 mektuptan oluşmaktadır ve neredeyse tamamı hilafeti döneminde yazdıklarıdır.
Kısa sözler yahut hikmetli kısa sözler, 480 sözden oluşmaktadır.
Nehcü’l Belağa’nın bazı şerhleri şunlardan ibarettir: Şerh-i İbn Meysem Bahrani, Şerh-i İbn Ebi’l Hadid-i Mutezili, Şerh-i Muhammed Abduh, Şerh-i Muhammed Taki Caferi, Nehcü’l Belağa’dan dersler, Hüseyin Ali Munteziri, Şerh-i Fahri Razi, Minhacu’l Berae, Kutbuddin Ravendi ve şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Bakır Nevvab Lahicani.[167]

Gureru’l Hikem ve Dureru’l Kelim
Gureru’l Hikem ve Dureru’l Kelim, beşinci yüzyıl ulemalarından Abdulvahit b. Muhammed Temimi Amedi tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir. Gureru’l Hikem kitabında İmam Ali’ye (a.s) ait yaklaşık olarak 10760 söz bulunmaktadır. Kitap alfabetik sıraya göre şu konular esasına göre dizayn edilmiştir: İmani ve itikadi hadisler, ibadetle ilgili hadisler, ahlaki hadisler, siyasi hadisler, iktisadi hadisler ve sosyal hadisler.[168]

Desturu Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem
Desturu Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem kitabı, Kadı Kudai tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir. Kendisi dördüncü yüzyılda yaşamış Şafii mezhebi ulemalarındandır. Ehli Hadis arasında güvenilir birisidir. Elbette bazıları Kadı Kudai’yi Şii olarak tanıtmıştır.[169] Desturu Mealimu’l Hikem kitabı, dokuz bölümden oluşmaktadır: İmam Ali’nin (a.s) faydalı hikmetli sözleri, dünyayı kınaması ve ona temayülü olmadığına dair sözleri, nasihatler, vasiyet ve nehiyler, kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar, garip sözleri, nadir sözleri, dua ve münacatları ve elimize ulaşan şiirleri.[170] İmam Ali’ye (a.s) ait sözlerin bir araya getirilerek yazılan bazı kitaplar ise şunlardan ibarettir:

Nesru’l La’li, Ebu Ali Fazıl b. Hasan Tabarsi tarafından yazılmıştır.
Matlub Kullu Talib min Kelami Emire’l Mümin’in Ali b. Ebi Talib aleyhi selam, intihab Cahiz, Şerh-i Reşit Vetvat.
Kalaidu’l Hikem ve Fevaidu’l Kelim, Kadı Ebu Yusuf Yakup b. Süleyman İsfrayani tarafından toplanmıştır.
Emsalu’l İmam Ali b. Ebi Talib, Sıffin Nasr b. Mezahim kitabında İmam Ali’ye (a.s) ait sözler ve mektuplardan oluşmaktadır.
Ashabı
Selmanı Farisi: Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) en üstün ashap ve yârânlarındandır. Masum İmamlar (a.s) tarafından hakkında çok sayıda hadis nakledilmiştir.[171] Örneğin Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) onun hakkında buyurduğu şu hadis-i şerif: “Selman biz Ehlibeyttendir.”[172]

Malik Eşter Nahai: Malik Eşter diye bilinen, Malik b. Haris Abd Yağus Nahai. Yemen’de dünyaya geldi. O, İmam Ali’ye biat eden ilk kişidir. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında İmam Ali’nin (a.s) komutanlarındandı.[173]

Ebu Zer Gaffari (Cundeb b. Cenade): Ebu Zer Gaffari diye meşhurdur. Peygambere iman etmiş[174] ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) vefatından sonra İmam Ali’nin (a.s) taraftarlarından olmuştur. Ebu Bekir’e biat etmeyen birkaç kişiden birisidir.[175]

Mikdad b. Amr (Mikdad b. Esved Kindi): Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) bi’setinin başında O'na iman edip Müslüman olan ilk yedi kişiden birisidir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra Mikdad, Ebu Bekir’e biat etmeyenlerden birisi olmuş ve İmam Ali’nin (a.s) 25 yıllık sessizliği dönemi boyunca her zaman O'nun yanında yer almıştır.[176]

Kumeyl İbn Ziyad: Allah Resulünün ashabının tabiinlerinden olan Kumeyl İbn Ziyad Nahai, aynı zamanda İmam Ali (a.s) ve İmam Hasan’ın (a.s) has yârânlarındandır.[177] O, Hz. Ali’nin (a.s) hilafetinin ilk günlerinde ona biat etmiş ve İmam Ali’nin (a.s) savaşlarında düşmanlarına karşı savaşmıştır.[178]

Ammar Yasir: Hz. Peygambere (s.a.a) iman eden ilk kişilerdendir ve Habeş’e hicret eden ilk Müslüman kafilesi ile birlikte hicret etmiştir. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) Medine’ye hicretinden sonra Ammar da oraya gitmiştir. Kendisi Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra Ehlibeyt (a.s) ve İmam Ali’yi (a.s) savunma yolunda sağlam ve ilkeli bir duruş sergilemiştir. İkinci halife Ömer İbn Hattab’ın hükümeti döneminde, bir süreliğine Kufe’nin emirliğini yapmış, ancak adil bir kişiliğe sahip oluşu ve sade yaşamından dolayı bir grup onun görevden çekilmesi ortamını hazırlamışlardır. Sonra Medine’ye geri dönerek Hz. Ali’nin (a.s) yanında yer almıştır.[179]

İbn Abbas (Abdullah b. Abbas): Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) amcaoğludur. Peygamber'den (s.a.a) çok sayıda hadis nakletmiştir.[180] İbn Abbas halifelerin döneminde her zaman Hz. Ali’yi (a.s) hilafet makamına layık görmüş ve İmam Ali’nin (a.s) hükümeti döneminde Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında İmam'ın (a.s) yardımına koşmuş ve İmam tarafından Basra valisi olmuştur.[181]

Muhammed İbn Ebu Bekir (Birinci halifenin oğlu): Hicrî onuncu yılında dünyaya geldi. Kendisi İmam Ali’nin (a.s) has ashabından idi ve önceki halifelerin Hz. Ali’nin (a.s) hakkını yediklerine inanmaktaydı. Şöyle diyordu: "Hilafet için Hz. Ali’den daha layık kimse yoktur."[182] Muhammed, İmam Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde Cemel, Sıffin savaşlarında İmam'ın (a.s) yanında yer almıştır. Hicrî 36 yılında Ramazan ayında Mısır valisi oldu ve Hicrî 38. Yılında Safer ayında Muaviye ordusu tarafından öldürüldü.[183]

Meysem-i Tammar: Meysem Temmar Esedi Kûfi, İmam Ali(a.s), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’in (a.s) has ashabından idi. O, “Şortetu’l Hamis”ten birisiydi. Bu grup, savaşlarda son nefeslerine kadar İmam Ali’nin yanında yer alarak O'na yardım edeceklerine dair İmam Ali (a.s) ile ahitleşmişlerdi.[184]

Veysel Karani: Uveys b. Amir Muradi Karani, zahitliği ile meşhurdur. Kendisi Hz. Peygamber (s.a.a) hayattayken O'na iman etmiştir.[185] Uveys, İmam Ali’nin (a.s) has yârânlarından idi ve İmam'a (a.s) biat ederek son nefesine kadar O'nun yanında yer alacağına ve savaşlarda asla O'na sırtını dönmeyeceğine dair söz vermişti.[186]

Zeyd b. Suhan: Zeyd b. Suhan Abdi, İmam Ali’nin (a.s) ashabındandı. İmam Ali’nin (a.s) savaşlarında düşmana karşı savaşmış ve sonunda Cemel savaşında Nakisin ordusu tarafından öldürülmüştür.[187]

Sa’sae b. Suhan: Sa’sae b. Suhan Abdi de İmam Ali’nin (a.s) ashabından idi. İmam Ali’nin (a.s) savaşlarına katılmıştır.[188]Kendisi Osman’ın ölümünden sonra İmam Ali’ye (a.s) biat eden ilk kişilerden birisidir.[189]

Ayrıca Bakınız
 
Sahabe
Sahabe’nin Adaleti Teorisi
Sakife
Sakife-i Beni Saide Vakıası
Sakife-i Beni Saide
Altı Kişilik Hilafet Şurası
Gadir-i Hum
Gadir Hutbesi
Kırtas Hadisesi
Ebu Bekir
Ömer
Osman
 
Dış Bağlantılar
Peygamber Efendimizden Sonra Üç Dört Kişi Dışında Tüm Sahabeler Mürtet Mi Oldu
Ehlibeyt Mektebinde Sahabenin Adaleti Görüşü
Bazı Sahabelerin Peygamber Efendimize İtirazları!
Sizler Bu Münafık Sahabeleri De Mi Adil Biliyorsunuz?”
Şialar, Sahabelere Küfür Ederek Lanet Okumakta mıdır (1)
Şialar, Sahabelere Küfür Ederek Lanet Okumakta mıdır (2)
Şialar, Sünnileri Nasibi Diye Kafir Mi Bilmektedir
Ehli sünnet ve Şia Mezhebine Göre Kimler Kafirdir
Kureyş'in Sakife'deki Rolü, Hz. Ali'nin Sükutu ve Şii Sahabeler
SAKİFE_TOPLANTISI/Dosya
Hz. Ali, neden Hz. Fatıma’yı Ömer ve ötekilerin saldırısına karşı korumadı?!
Hz. Ali, Peygamber Efendimizin vefatından sonra neden hakkını savunmamıştır
“Hz. Fatıma’nın (selamullahi aleyha) Şehadeti Efsane Değildir”
Vahabi – Selefilerin Hz. Fatıma’nın şehadetine yönelik şüphelerine cevaplar
Medine’deki evlerin kapısı var mıydı?
Hz. Ali'nin Kızı Ümmü Gülsüm'le Ömer Evlendi mi?
Ömer, Hz. Ali’nin damadı mıydı? / Hz. Ümmü Gülsüm’ün erken ölmesinin nedeni neydi
Kaynakça
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 15; Ayeti, Muhammed İbrahim, İslam Peygamberi Tarihi, yeniden gözden geçirme ve eklemeler Ebu’l Kasım Gürcü, Tahran, Tahran Üniversitesi, 1378, s. 65, ikinci dipnot.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 19, s. 59; Hâkim Nişaburi, c. 3, s. 14
Yukarı git↑ Hakim Nişaburi, c. 3, s. 14; Meclisi, c. 42, s. 290.
Yukarı git↑ Ahzab/33/33.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 19, 59.
Yukarı git↑ Maide/5/67.
Yukarı git↑ İbn Ebi'l-Hadid, c. 6, s. 8.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 290; İbn Ebi’l Feth, 93; Suyuti, Celalettin, Tarihi Hülafa, tahkik, Lecennetu mine’l Udeba, dağıtım Daru’t Teavun Abbas Ahmed el-Baz, Mektebetu’l Mükerreme, s. 189.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 16–17.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, hutbe, 216, s. 248–250.
Yukarı git↑ Şeyh Mufid, el-İrşad, 1413 h.k, c. 1, s. 5.
Yukarı git↑ Şeyh Mufid, el-İrşad, 1413 h.k, c. 1, s. 5.
Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 1, s. 15.
Yukarı git↑ İbn Hişam, Siyeri İbn Hişam, 1383 h.k, c. 1, s. 172 - 173; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf, 1420 h.k, c. 1, s. 31.
Yukarı git↑ Tusi, Misbahu’l Müteheccid, s. 812.
Yukarı git↑ Hatun Abadi, Cennatu'l-Hulud, s. 16, Yakubi, Tarihi Yakubi, 1384 h.k, c. 2, s. 35.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, c. 1, s. 2.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 19, s. 57.
Yukarı git↑ Şeyh Mufid, el-İrşad, 1413 h.k, c. 1, s. 5.
Yukarı git↑ İbn Şehri Aşub, c. 3, s. 321–34.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, c. 1,s 5 (Ehlibeyt kütüphanesinde mevcut olan CD nüshasından, ikinci nüsha). Şeyh Mufid’in İmam’ın (a.s) doğum yeri hakkındaki ifadesi şu şekildedir: “Vulide bimekkete fi’l Beyti’l Haram/Mekke’de Beytellahu’l Haram’da (Kâbe’de) dünyaya geldi.” Mesudi (ölümü, 346) İmam Ali’nin (a.s) doğum yeri hakkında şöyle yazmıştır: “Ve kane mevludehu fi’l Kâbe/Kâbe’de dünyaya gelmiştir.” Mesudi, Murucu’z Zeheb ve Meadinu’l Cevher, c. 2, Kum: Daru’l Hicret baskısı, 1363 h.ş/1404 h.k/1984 m., s. 349.
Yukarı git↑ Emini, c. 6, s. 21–23.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, c. 1, s. 9 (Ehlibeyt kütüphanesinde mevcut olan CD nüshasından, ikinci nüsha).
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 236; Meclisi, c. 35, s. 118.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, hutbe, 192, s. 222.
Yukarı git↑ Emin, c. 2, s. 13.
Yukarı git↑ Tusi, el-Emali, s. 293; Ayrıca bakınız: Menakıbı Harezmi (Ehlisünnet alimi).
Yukarı git↑ Müstedreku'l-Vesail, c. 18, s. 152.
Yukarı git↑ İbn Kuteybe, el-Maarif, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye, 1407/1987, s. 121.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 21.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, s. 5, (Ehlibeyt kütüphanesinde mevcut olan CD nüshasından, ikinci nüsha).
Yukarı git↑ Meclisi, c. 43, s. 125.
Yukarı git↑ Mufid, Mesaru’ş Şia, s. 17.
Yukarı git↑ Seyyid İbn Tavus, s. 584.
Yukarı git↑ Mesudi, İsbatu’l Vesile, s. 153.
Yukarı git↑ Rey Şehri, c. 1, s. 108.
Yukarı git↑ Yakubi Tarihi'nde bebekken vefat eden Muhsin, İmam Ali'nin (a.s) Hz. Fatıma'dan olan üç erkek çocuğundan biri olarak zikredilmiştir: Tarihi Yakubi, c. 2, s. 139.
Yukarı git↑ Rukayye ve Ömer ikiz kardeşlerdi.
Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, Kum; Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 270–271.
Yukarı git↑ En-Nesai, es-Sünenu'l-Kübra, c. 5, s. 107; İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 15; Ayeti, Muhammed İbrahim, İslam Peygamberi Tarihi, yeniden gözden geçirme ve eklemeler Ebu’l Kasım Gürcü, Tahran, Tahran Üniversitesi, 1378, s. 65, ikinci dipnot.
Yukarı git↑ Şerh-i Nehcu’l Belağa, c. 1, s. 30.
Yukarı git↑ İbn Saad, c. 3, s. 24.
Yukarı git↑ Belazuri, c. 1, s. 2883.
Yukarı git↑ Tabari, c. 2, s. 148.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 708–713.
Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 107.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 3, s. 235.
Yukarı git↑ Taberi, c. 2, s. 573–574.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 20, s. 216.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 2, s. 328.
Yukarı git↑ Muslim, c. 15, s. 178–179.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, 128.
Yukarı git↑ Ayeti, Tarihi Peygamberi İslam, s. 459.
Yukarı git↑ Ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, c. 3, s. 689, İsra suresinin 81. ayetinin açıklaması.
Yukarı git↑ Vakidi, c. 3, s. 885.
Yukarı git↑ Ayeti, Tarihi Peygamberi İslam, s. 481; Vakidi, c. 3, s. 902–904.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, c. 1, s. 156; İbn Hişam, c. 4, s. 163.
Yukarı git↑ Kuleyni, c. 1, s. 189; Saduk, el-Hidayet, s. 31; Saduk, Kemalu’d Din, s. 24; Hilli, c. 1, s. 453; Meclisi, c. 23, s. 89; Feyzi Kaşani, el-Hakku’l Mubin, s. 4; Tabarsi, Cevamiu’l Cami, c. 1, s. 410; Cuveyzi, c. 2, s. 158; Tabatabai, c. 4, s. 411.
Yukarı git↑ Kurtubi, c. 6, s. 208; Tabatabai, c. 6, s. 25; Fahri Razi, c. 12, s. 30; Suyuti, ed-Durru’l Mensur, c. 3, s. 98.
Yukarı git↑ Kunduzi, s. 50.
Yukarı git↑ Genci Şafii, s. 205.
Yukarı git↑ Bkz. İbn Mağazili, s. 16; Kuleyni, c. 1, s. 290; Tabarsi, İhticac, c. 1, s. 73; Ali b. İbrahim, c. 1, s. 173; Reşit Rıza, c. 6, s. 464–465.
Yukarı git↑ İbn Mağazili, s. 24.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, c. 1, s. 186.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, c. 6, s. 8.
Yukarı git↑ Tusi, Telhisu’ş Şafi, c. 3, s. 76; Şehristani, c. 2, s. 95; İbn Kuteybe, c. 2, s. 12.
Yukarı git↑ Halebi, c. 3, s. 400; İbn Ebi’l Hadid, c. 16, s. 316.
Yukarı git↑ İbn Şehri Aşub, c. 1, s. 388.
Yukarı git↑ Pişvai, c. 2, s. 191.
Yukarı git↑ İbn Kuteybe, c. 1, s. 29–30; Meclisi, c. 43, s. 70; Meclisi, Mir'atu’l Ukul, c. 5, s. 320; Şehristani, c. 1, s. 57.
Yukarı git↑ İbn Kuteybe, c. 1, s. 28.
Yukarı git↑ Suyuti, el-İtkan, c. 1, s. 99; İbn Nedim, s. 41–42; Süleyman, s. 97; Feyzi Kaşani, Tefsiru’s Safi, c. 1, s. 24.
Yukarı git↑ İbn Nedim, s. 41–42.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 89, s. 52.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 3, s. 39.
Yukarı git↑ El-Hakimu’n Nişaburi, el-Müstedrek ale’s Sahiheyn, c. 3, s. 14.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 429.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 427–431.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 92.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 51.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 25.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53.
Yukarı git↑ Mahmudi, c. 1, s. 224; Mufid, İhtisas, s. 151.
Yukarı git↑ Hüseyni Deşti, Seyyid Mustafa, Maarif ve Maarif, c. 7, Tahran, Müessese Ferhengi Areye, 1379, s. 457.
Yukarı git↑ Mesudi, İsbatu’l Vasiyye, s. 158.
Yukarı git↑ Tabari, c. 3, cüz, 6, s. 90.
Yukarı git↑ İbrahim b. Muhammed, c. 2, s. 45.
Yukarı git↑ Kummi, c. 2, s. 167.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 45.
Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 3, s. 318.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hutbe, 216.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, hikmetli sözler, 37.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 587.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 575.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 569.
Yukarı git↑ Zakiri, s. 67.
Yukarı git↑ Zubeydi, c. 3, s. 273.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 534.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 453.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 453.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, hutbe, 174, s. 180.
Yukarı git↑ Tabari, c. 6, s. 3096; Şehidi’nin nakli ile Ali’nin dilinden Ali, s. 84–85.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 451, 544 ve c. 5, s. 150; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 82–83 ve 108.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 454.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 507.
Yukarı git↑ İskafi, c. 1, s. 60.
Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 511; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 104.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 104.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 183.
Yukarı git↑ Taberi, c. 4, s. 510; Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 108.
Yukarı git↑ Cevheri, c. 3, s. 1152.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 188; Halife, s. 191.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali kitabından telhis, s. 113–121.
Yukarı git↑ El-Miyar ve’l Muvazine, s. 162; Şehidi’den naklen, Ali’nin dilinden Ali, s. 122.
Yukarı git↑ İbn Mezahim, s. 490.
Yukarı git↑ İbn A’sem, c. 3, s. 163.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 129.
Yukarı git↑ Eş-Şehristani, el-Milel ve’n Nihel, tahric; Muhammed b. Fethullah Bedran, Kahire, et-Tabu’s Sani, el-Kısmu’l Evvel, s. 106–107.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 132.
Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 133–134.
Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, Kum, Neşr Maarif, 1391, s. 53–54.
Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, s. 55.
Yukarı git↑ El-Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-İrşad, Kum, Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 27–28.
Yukarı git↑ Abdulkerim b. Ahmed b. Tavus, Ferhetu’l Gara, s. 93; Meclisi, Bihar, c. 42, s. 222; Mukaddesi, Yadullah’tan naklen, Baz Pejuhi tarih veladet ve şahadeti Masuman (a.s), Kum, İslami Kültür ve Bilimler Araştırması, 1391, s. 239–240.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 36, s. 5.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 290.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, mektup, 47, s. 320–321.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 338; Kutbu Ravendi, el-Haraicu ve’l Ceraih, c. 1, s. 234; Mufid, İrşad, c. 1, s. 10.
Yukarı git↑ Mufid, İrşad, s. 13.
Yukarı git↑ Genci Şafii, s. 231; Heysemi, s. 76; Kunduzi, s. 126.
Yukarı git↑ Suyuti, ed-Durru’l Mensur, 61. Ayetin açıklaması, Zamahşeri, Al-i İmran Suresi 61. Ayetin açıklaması, Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması, Tabatabai, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması.
Yukarı git↑ İbn Babeveyh, c. 2, s. 403; Seyyid Kutub, c. 6, s. 586; Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, c. 8, s. 559.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 23, s. 233.
Yukarı git↑ Emini, c. 3, s. 191–213.
Yukarı git↑ Hâkim Nişaburi, c. 3, s. 136.
Yukarı git↑ Ahmed Hambel, c. 5, s. 26.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 480.
Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 72; Meclisi, c. 19, s. 59.
Yukarı git↑ Fahri Razi, c. 5, s. 223; Hâkim Hasakani, c. 1, s. 96; Ali b. İbrahim, s. 61; Tabatabai, c. 2, s. 150.
Yukarı git↑ İbn Abdulbirr, el-İstiyab, el-Emin’in nakli ile A’yanu’ş Şia, Beyrut, Daru’t Tearif Lilmetbuat, 1418 k/1998 m. C. 2, s. 27.
Yukarı git↑ Emini, c. 3, s. 140; Şuşteri, İhkaku’l Hak, c. 5, s. 522.
Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 4, s. 545.
Yukarı git↑ Taberi, c. 6, cüz, 10; İbn Hişam, c. 4, s. 188–190.
Yukarı git↑ Bahrani, bap, 390.
Yukarı git↑ Mutakki Hindi, c. 6, s. 155.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 16–17; İbn Ebi’l Hadid’e ait cümlelerin bu bölümdeki tercümesi Seyyid Mustafa Hüseyni Deşti’nin eseri olan “Maarif ve Maarif” kitabının Ali b. Ebu Talib maddesinden yararlanılmıştır.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 18.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 21–22.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 22–24.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 25.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20–21.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 27.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 26.
Yukarı git↑ Zamiri, s. 365–367.
Yukarı git↑ Zamiri, s. 375.
Yukarı git↑ Nuri, c. 3, s. 367.
Yukarı git↑ Kadı Kudai, kitabın mukaddimesi.
Yukarı git↑ Meclisi, c. 22, s. 343.
Yukarı git↑ Saduk, Uyunu Ahbari er-Rıza, c. 1, s. 70.
Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Muhammed Deşti, s. 565.
Yukarı git↑ İbn Saad, c. 4, s. 224.
Yukarı git↑ Dairetu’l Maarif Teşeyyü, c. 1, Ebu Zer maddesi.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 1, s. 524.
Yukarı git↑ Kutbu Ravendi, Minhacu’l Berae, c. 21, s. 219; Mufid, İhtisas, s. 7.
Yukarı git↑ Mufid, İhtisas, s. 108.
Yukarı git↑ Kumpani, s. 412.
Yukarı git↑ Mufid, Emali, s. 140.
Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 265; İbn Mezahim, s. 410; İbn Ebi’l Hadid, c. 2, s. 273 ve c. 6, s. 293.
Yukarı git↑ Şuşteri, Kamusu’r Rical, c. 7, s. 495.
Yukarı git↑ İbrahim b. Muhammed, c. 1, s. 224 ve 285; Zerkuli, c. 6, s. 220.
Yukarı git↑ Berki, s. 3.
Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 1, s. 179.
Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 59.
Yukarı git↑ Şuşteri, Mecalisu’l Muminin, c. 1, s. 289.
Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 3, s. 20.
Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 179.
http://tr.wikishia.net/view/Hz._Ali_(aleyhi_selam)

http://tr.wikishia.net/view/Ana_Sayfa

Salı, 11 Nisan 2017 06:05

NEDEN CAHİL KALDIK?

   Kur'ana, akla, bilime yani her şeye göre cehalet ne kötü şey!.. Hz. imam Ali (aleyhisselam) nede güzel buyurmuş; "Kişi bilmediğinin düşmanıdır."

Bilmemek ve cahil olmak ise en büyük, en kötü ve kınanan bir yoksulluk! Hz. Peygamber efendimiz ve Ehlibeyt imamlarından nakledilen hadisi şeriflerde konu hakkında şöyle buyurulur: "Cehaletten daha şiddetli bir fakirlik yoktur!" Cehalet yoksulluğu o kadar tehlikelidir ki, insana her türlü kötülüğü yaptırır, insana narı nur, nuru ise nar olarak gösterir, marufu münkermünkeri ise maruf olarak kabul ettirir. Kısacası cahillik insanın dinini mahvettiği gibi dünyasını da darmadağın eder! Gördüğümüz kadarıyla insanların en fazla fikir yürüttükleri alanların başında inanç konuları gelmektedir. Söz dinden başka bir konudan, örneğin konu tıptan, fenden, fizikten, kimyadan açıldı mı bu dalda eğitimi olmayanlar konuya müdahil olmaz ve görüş ortaya atmazlar. Ancak konu dinden açılınca daha doğru dürüst taharetini almasını bilmeyenler görüş bildirmeye başlarlar. Herhalde efendilerce dini konular çok kolay ve basit olduğundan dolayı her önüne gelen dini konularda görüş belirtiyor.
 
   Din ve inanç konuları ile ilgili yapılan konuşmalar ve yorumlar uzmanları tarafından yapılmadığı ve bu alanın erbabına söz hakkı tanınmadığı zaman din cahillerinin ortada cirit atmasına zemine hazırlamaz mı!  Müslüman bir camia din ve inanç konularında takım tutma mantığı ile âlim, hoca tutarsa içinden çıkılmaz bir hal alır ve kişiler tuttukları hoca efendilerinin yanlışlarına evet demek zorunda kalırlar. Bu durum ise İlahi ilkelere aykırılık arz eder. İnsan din ve inanç adına istediği şeyi söyleyebilir mi, kafasına göre din ve inanç konularında her şeyi istediği gibi yorumlayabilir mi! Genelde Müslüman camialar Kuran'ın dininden, Hz. Peygamber efendimizin tebliğ ettiği İslam'dan, Fatihat-ül kitabın sırat-ül müstakiminden uzaklaşıp batının kirli boyaları ile boyanarak yozlaştıkları için din alanında atış serbest olmuş! Meydanı boş bulan hokkabazlar artık boş durur mu? Allah adına cür’etkârâne konuşup ahkâm kesenler! Hayır, efendim benim mantığım bunu almıyor, mantığım bunu kabul etmiyor diyenler! Sorsan "mantık nedir", cevap veremeyecek.
 
   Daha mantığın ne olduğunu bilmeyenlerin "benim mantığım bunu kabul etmiyor" demesi kör ve kara cahilliğin bir göstergesi değil mi sizce. Hz. Peygamber efendimizin hadislerini ve ilmin madenleri ve kapıları olan Ehlibeyt imamlarının öğretilerini kabul etmeyip onların öğrencilerinin ve hatta onların öğrencileri bile olamaya layık olmayanların öğretileri ile dini anlamaya çalışmak, yozlaşmak ve kendini şeytana adamışlık değil midir sizce! Kitabullahın ayetlerini keyfince yorumlayıp pervasızca tahrif edenler! Peygamberin söylemediğini söyleyip onun ağzından açıkça düzmeceler uyduranlar ve yüz yıllar önce emevilerin eliyle ve emri ile uydurulan düzmeceleri Peygamber adına anlatanlar din inançlarını anlaşılmaz hale sokmuyorlar mı sizce! Televizyonlarda katile de hazret, maktulada hazret mazluma da radıyallahuanh, zalime de radıyallahuanh demek Müslüman halkın inanç duygularını sömürmek ve halkı yanlış bilgilendirmek değil midir? Allah, Peygamber iradesinde zalime, katile, caniye, yalancıya, bozguncuya hazret ve radıyallahuanh  demek var mıdır acaba!!! Böyle yapanlar mahşer günü Allah Resulünün nur yüzüne nasıl bakacaklar. İşte ne yazık ki bu gün böylelerinin sayısı pek az değildir ve her ne hikmetse bu gün böyleleri daha fazla itibar görüyor. Böylelerinin daha fazla itibar görmesi itibar edenlerin Muhammedi İslamı iyi tanımadıklarından kaynaklanmaktadır.
 
   Yozlaşmaların çoğaldığı bu çağda yozlaşanların beğenisini ve takdirini kazanmak için ilim alanında mezhep imamlarının var olmasına neden olan İmam Cafer Sadık hazretlerinin öğretilerini yok sayarak ve onun öğretilerine muhalefet ederek prim yapanlar! Müslümanların dikkatini Kuran'ın ameli yönlerine değil de sure ve ayetlerden şifreler çıkartıp Kuran'a inanların dikkatlerini başka yönlere yoğunlaştırarak bu dalda yanlışlar yapanlar. Evet, bunların hepsi Hz. Peygamber efendimizden sonraki zamanlar için İslam dini ve Kuran'ın gerçek beyancıları olan Ehlibeytten uzaklaşmanın eseridir.
Selam ve dua ile…

Mehdi Aksu

İslam İşbirliği Teşkilatı ve Körfez İşbirliği Konseyi,ABD’nin Suriye’deki Operasyonu’na ilişkin, ‘memnuniyet duyduk’ açıklamasında bulundu.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’den yapılan yazılı açıklamada, “ABD’nin Suriye’deki askeri hedeflere yönelik operasyonları doğal ve bekleniyordu. Operasyon, Suriye rejiminin masum sivillere yönelik kimyasal silahla saldırısına karşı yapıldı.” ifadesi kullanıldı.

Açıklamada, “uluslararası toplumu, tüm bölgeye güven ve istikrarın yayılması için Suriye’ye müdahale edilmesi yönünde çağrıda bulunuyoruz” sözlerine yer verildi.

ABD’nin Suriye’ye yönelik operasyonuna değinilerek, “Ülkenin askeri operasyonlara maruz kalmasının sorumlusu, kan dökme ve yıkımda ısrar eden, Suriye halkının acılarını sonlandıracak bütün girişimleri boşa çıkaran ve kimyasal silahları kullanarak uluslararası topluma meydan okuyan rejimdir.” 

(Körfez İşbirliği Konseyi) KİK’ten yapılan yazılı açıklamada, “ABD’nin, Suriye’nin Han Şeyhun beldesinde kimyasal silah kullanan rejim güçlerine yönelik operasyonunun memnuniyetle karşılıyoruz” denildi.

Genel Sekreter Abdullatif bin Raşid ez-Zeyyani‘nin imzasını taşıyan açıklamada şunlar kaydedildi.

“KİK, bu operasyonun, Suriye halkını öldüren ve göçe zorlayan rejimin barbarca saldırılarına caydırıcı olmasını ümit ediyor. KİK üyesi ülkeler olarak, ABD’nin, Ortadoğu’da akan kanı bitirmeyi amaçlayan ve bölgeye barışı getireceğine inandığımız vizyonunu destekliyoruz. Başkan Donald Trump’ın yönetimindeki ABD’nin gösterdiği kararlılık, bölgedeki krizlerin çözüme kavuşmasına ve Suriye rejiminin saldırıları sonucu yerinden olan sığınmacıların acılarını hafifletmeye yardımcı olacaktır.”

Ruhani ve Putin, ABD’nin Suriye saldırısını görüştü

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde, ABD’nin Suriye’ye düzenlediği füzeli saldırı değerlendirildi.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bugün akşam saatlerinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le telefonda görüştü.

Bu görüşmde Cumhurbaşkanı Ruhani, ABD’nin Suriye’ye düzenlediği füzeli saldırıyı kınadıklarını kaydederek, “Bunu bağımsız bir ülkeye yapılmış bir saldırı olarak biliyoruz. Ayrıca bu tek taraflı saldırının da BM Güvenlik Konseyi tarafından kınanması gerektiği kanaatindeyiz” dedi.

Suriye’de kimyasal silah kullanımını teessüfle karşıladıklarını belirten Ruhani, “Alınan raporlar teröristlerin kimyasal silahlara erişimi olduklarını göstermektedir. ABD’nin bu tür girişimleri teröristlerin gelecekte de kimyasal silahlar kullanmasına yol açabilir” ifadesini kullandı.

Bazı bölge ülkelerinin ABD’nin Suriye saldırısına destek vermesini eleştiren Cumhurbaşkanı Ruhani, “Terörle mücadelede açılan yolun ABD tarafından tıkanmasına izin vermemeliyiz. ABD’nin Suriye saldırısı teröristleri güçlendirme amacıyla yapıldı” açıklamasında bulundu.

Ruhani, Suriye’deki krizin askeri değil, siyasi olduğuna inandıklarını belirterek, “ABD, bu gibi saldırılarla tek çözüm yolunun askeri olduğunu ima etmeye çalışıyor. Dolayısıla buna karşı çıkmak için İran, Rusya ve Suriye gibi ülkelerin işbirliği oldukça gereklidir” şeklinde konuştu.

 

Salı, 11 Nisan 2017 05:47

Ruhani: ABD bölgeye zarar veriyor

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD’nin yaptığı uygulamaların, uluslararası ve bölgesel hukuk ile menfaatlar doğrultusunda olmadığının açık şekilde ortada olduğunu bildirdi.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, iç ve dış medya kuruluşlarının katılımıyla gerçekleşen basın toplantısında konuştu.

Konuşmalarının başlangıçında gazetecileri takdir eden Ruhani, “Geride bıraktığımız 3.5 yıl süresince hükümetimizin ortaya koyduğu çabaları sonucu bir sürü başarı elde edildi ki bunlara da İnkılap Rehberi’yle milletimizin destekleri sayesinde ulaşıldı. Ülke içi ve uluslararası istatistiklere göre, özellikle geçen sene boyu halkımızın siyasi, kamu hizmetleriyle ekonomik açılarından daha iyi bir yaşam koşullarına sahip olduğunu görebiliyoruz” şeklinde konuştu.

Tarım ve çiftçilik alanına dikkati çeken Ruhani, şöyle konuştu: Hükümetin hizmet sunmaya başladığı ilk yılında tarımsal ürünlerin miktarı 97 milyon ton iken şimdi 118 milyona ulaşdığına şahit oluyoruz. Gida ürünlerinin üretiminde yaşanan artış ise bir taraftan çiftçilik ile hayvancılık alanının daha da iyi duruma yerleşmesini gösterirken diğer taratan da direniş ekonomisinin gelişmesini temsil ediyor.

Toplum, sokaklar, okullar ile üniversitelere hakim olan eski güvenlik ortamının azalmasına işaret eden Cumhurbaşkanı Ruhani, “Önümüzdeki seçimlerde kardeşlik ve dostluk atmosferinin hakim olmasına çalışmalıyız. Farklı grupların istediklerini söylemelerinde herhangi bir sorun yoktur ancak yalan iddialarda bulunmamak lazım zira millete yönelik yapılan en büyük ihanet yalancılıktır” değerlendirmelerinde bulundu.

Nükleer anlaşmanın birleştirici rolüne de değinen Ruhani, konuşmalarını şöyle sürdürdü: Bu anlaşmanın öncesiyle sonrasına baktığımızda ortamın daha hareketli ve ilerleyişli bir seviyeye yükseldiğini görebiliriz.

Hasan Ruhani, üretim ve istihdam konusuyla ilgili de, “Bu konuda gereken tedbirleri tüm organlara tebliğ ettik. Milli üretim ile istihdam programı hazırlanmıştır ve tüm organların bunları esas almaları gerekmektedir. Yıl sonunda bu alanda da onurlu bir karneye imza atmayı ümit ediyoruz” açıklamalarında bulundu.

Basın toplantısının devamında Euronews’un gazetecisinin ABD’nin Suriye saldırısına ilişkin sorduğu soruya Ruhani, “Dün Suriye ve Rusya mevkidaşlarım Beşar Esad ve Vladimir Putin’le yaptığım telefon bağlantısında da değindiğim gibi biz bu konuda bir keşif heyetinin oluşturulmasını önerdik, Vladimir Putin de tarafsız bir araştırma heyetinin harekete geçmesinin o kadar da zor olmadığını vurguladı” şeklinde yanıt verdi.

ABD’nin suçlu bulunma ihtimalini de kaydeden Cumhurbaşkanı Ruhani, sözlerini şu şekilde devam ettirdi: ABD’nin yaptığı uygulamaların, uluslararası ve bölgesel hukuk ile menfaatlar doğrultusunda olmadığı apaçık ortadadır. Tabii bu girişimlerin hepsi yenilmek üzere olan teröristleri kurtarmak içindir, fakat bazı ülkelerin yaptığı gibi desteklenmemelidir. Ayrıca kimyasal silahların kullanılması her şekilde yanlış ve kınanmalıdır.

ABD’nin Suriye saldırısını kınayan Ruhani, ilaveten bu tür eylemlerin bölgeye tehlikeli sonuçlar getirdiğini hatırlatarak, Suriye devletiyle halkı tarafından bunlara karşı gereken yanıtın verilmesi gerektiğini açıkladı.

Ruhani konuşmalarının bir kısmında da Avrupa Birliği’nin Tahran’da temsilcilik açma peşinde olduğuna yöneltilen bir soruya da Dışişleri Bakanlığı’nın İran’ın kanunları çerçevesinde bu konuyu takip ettiğini bildirdi.



Haber ID: 3948944 - Paz 9 Nisan 2017 - 19:20
Siyaset
Üst düzey askeri yetkilileri kabul eden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, ABD’nin Suriye saldırısını stratejik bir hata olarak değerlendirdi.İran İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, bugün öğlen saatlerinde üst düzey askeri yetkilileri kabul etti.

İnkılap Rehberi, bu görüşmede İran Silahlı Kuvvetleri gücünün oldukça arttırılması gerektiğini vurgulayarak, “Finansal sorunlar gelişmeye engel olmamalı. Kutsal Savunma Dönemi’nde bütün eksikliklere rağmen uzun süren savaşın kesin bir zaferle sonuçlanıp ülkemizden bir avuç toprağın bile kaybedilmediği gibi günümüzde de büyük bir azimle eksiklikleri giderebiliriz” dedi.

Savaş döneminde Batılı ülkelerin Saddam’a verdiği tüm yönlü desteğe işaret eden Ayetullah Hamanei, “Bugün Suriye’de kimyasal silah kullanımını iddia eden riyakar Batılı devletler tarafından Kutsal Savunma Dönemi’nde çok sayıda kimyasal silahlar Saddam’a verildi. O, bu silahlarla Serdeşt ve Halepçe gibi bölgelere saldırdı” beyanatında bulundu.

İslam İnkılabı Rehberi, İran Silahlı Kuvvetleri’ni güçsüzleştirmek için düşmanların çaba sarfettiğini kaydederek, “Düşman her gün Ordu, Devrim Muhafızları, Polis Teşkilatı ve Seferberlik Kurumu gibi silahlı kuvveletlerimizin bütün kollarını zayıflatmaya çalışıyor. Dolayısıyla İran Silahlı Kuvvetleri’nin günbegün güçlendirilmesi gerekiyor” değerlendirmesini yaptı.

ABD’nin Suriye’ye düzenlediği füzeli saldırıya da işaret eden Ayetullah Hamanei, “Cinayet ve saldırganlık en çok ABD’ye yakışır. Onlar dünyanın farklı bölgelerinde de bu tür girişimlerde bulunmuşlardır. ABD’nin Suriye saldırısı yanlış ve stratejik bir hatadır. Onlar kendilerinden öncekilerin hatalarını tekrarlıyor” açıklamalarında bulundu.

İnkılap Rehberi, “Bundan önceki ABD’li yetkililer DEAŞ’ı olşturup onu destekledi; Şu an iş başında olan yetkililer de DEAŞ ve bu gibi terör örgütlerini güçlendirmeye çalışıyor. Oysa ki gelecekte ABD’liler de bu örgütlerin tehlikesine maruz kalacak. Nitekim ki Avrupalıların tekfircileri desteklemekle yaptıkları yanlış nedeniyle halk evlerinde veya sokaklarda kendini güvende hissetmiyor. İşte ABD de aynı yanlışı tekarlamaktadır” şeklinde konutşu.

Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Ben güneş gibiyim, Ali ay ve Ehlibeyt'im yıldızlar gibi; onlardan hangisine uyarsanız, hidâyet bulursunuz."
 
İlk Yaratılışının Nuru

●İmâm Rıza (a.s) kanalıyla babalarından şöyle nakledilmiştir; Hz. Resulullah (s.a.a. ) buyurdu:
"Ben ve Ali bir nurdan yaratıldık."[1]
● İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiştir; Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğunu duydum:
"Ben ve sen, Allah-u Teâlâ'nın nurundan yaratıldık!"[2]
● Selmân-ı Fârisî'den nakledilmiştir; Habib'im Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Adem yaratılmadan 14 bin yıl önce, ben ve Ali, Allah (azze ve celle)'nin huzurunda bir nur idik. Allah Adem'i yarattığında, o nuru Allah ikiye böldü; onun bir parçası ben, diğer parçası ise Ali'dir."[3]
●Resulullah (s.a.a): "Cebrâîl bana gelerek dedi ki: 'Ey Muhammed, sana sırâttan neyle geçebileceğini müjdeleyeyim mi? Ben 'Evet' dediğimde, şöyle dedi: 'Sen, Allah'ın nuru ile geçeceksin; Ali de senin nurun ile geçecek; senin nurun Allah'ın nurundandır; ümmetin de Ali'nin nuru ile geçecektir; Ali'nin nuru da senin nurundandır. Allah bir kimse için Ali'nin nurundan bir nasip karar kılmazsa, onun nuru olmaz."[4]
●Senetli bir şekilde Ali b. Ebî Tâlib'ten (a.s) Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, insanlar farklı ağaçlardan yaratılmışlardır; ben ve sen ise bir ağaçtan yaratıldık. Ben o ağacın kökü , sen onun gövdesi, Hasan ve Hüseyin ise onun dallarıdır; Şîalarımız ise onun yaprakları. O hâlde kim o ağacın dallarından birisine tutunursa, Allah onu cennete götürür."[5] 

 
Üstünlük ve Meziyetleri

●Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a), kendi eliyle Ali'nin (a.s) başına sarık sardı. Onun bir ucunu ön tarafından sarkıttı; diğer tarafını ise dört parmak kısa olarak arkasından sarkıttı. Sonra 'Arkanı dön' dedi; o da arkasını döndü. Daha sonra 'Önünü dön' buyurdu; o da önünü döndü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Meleklerin tacı böyledir."[6]
● Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Ben güneş gibiyim, Ali ay ve Ehlibeyt'im yıldızlar gibi; onlardan hangisine uyarsanız, hidâyet bulursunuz."[7]
●Resulullah (s.a.a): " Allah indinde ümmetimin en üstünü Ali'dir."[8]
●Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Allah katında insanların en üstün meziyete sahip olanı Ali'dir."[9]
● Ebû Basîr, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivâyet etmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) bir gece, geceden bir müddet geçtikten sonra dışarıya çıktı; o şöyle diyordu: 'Gürültülü ve karanlık bir gecedir; İmâmınız üzerinde Adem'in gömleği, parmağında Süleyman'ın yüzüğü ve Musâ'nın asası olduğu hâlde size doğru çıkmıştır!"[10]
● Resulullah (s.a.a): "Ali, benim hüzün ve kederimi gideren kimsedir."[11]
● Resulullah (s.a.a): "Ali, temiz İmâmların babasıdır."[12]
●Resulullah (s.a.a): "Ali, havuz başında benim halifem olacaktır."[13]
●Resulullah (s.a.a): "Ali, benimle ölüm anında en son konuşacak kimsedir."[14]
● Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Ben seni, kendimle ümmetim arasında açık bir alamet ve nişane kıldım."[15]
●Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin kapısı ve gönderildiğim şeyleri benden sonra ümmetime açıklayacak kimsedir; ona muhabbet beslemek iman, düşmanlığı nifaktır; ona bakmak merhamet ve onun sevgisi ibâdettir."[15]
● Resulullah (s.a.a): "Ali, yaratıkların en değerlisi ve Allah'ın Resulü'ne en aziz olanıdır."[16]
●Resulullah (s.a.a): "Ali, yaratıkların Peygamber'e en yakın olanıdır."[17]
● Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların en takvalısıdır."[18]
● Resulullah (s.a.a): "Ali, havuz başında bana ilk kavuşacak kimsedir."[19]
●Resulullah (s.a.a): "Ali, Kıyâmet günü Allah'ın hücceti ve delili olacaktır."[20]
● Senetli bir şekilde Câbir b. Abdullah kanalıyla Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Ben ve Ali bir ağaçtanız, diğer insanlar ise farklı ağaçlardan."[21]
● Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali (a.s) 'a hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Sen, benden sonra ümmetimin ihtilaf ettiği konuları onlara açıklayacaksın."[22]
● Hz. Resulullah (s.a.a): "Ben ve Ali, Allah'ın kulları üzerindeki hüccetleriyiz."[23]
●Hz.Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Allah, Resulü ve Cibril senden razıdırlar."[24]
●Ebû Saîd-i Hudrî Hz.Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ali bendendir, ben de ondan." Bunun üzerine Cebrâîl (a.s) "Ben de sizdenim" dedi."[25]
●Şa'bî, Hz. Ali'den (a.s), o da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki:
"Müslümanların efendisine ve muttakilerin İmâmına merhabalar olsun!" Hz. Ali'ye (a.s) 'Bunun karşılığında senin şükrün nasıl oldu?' diye sorduklarında şu cevabı verdi: 'Bana böyle bir bağışta bulunduğu için Allah'a hamd ettim ve bana böyle bir öncelik tanıdığı için ondan şükür diledim ve bana yaptığı bağışını artırmasını istedim."[26]
● Senetli bir şekilde Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki:
"Ey Ali, ben kendim için sevdiğim şeyi, senin içinde seviyorum ve kendim için sevmediğim şeyi, senin için de sevmiyorum."[27]
●Hz.Resulullah (s.a.a): "İnsanlar içerisinden (Kevser) havuzu başına ilk gelen kimse ve onların ilk Müslüman olanı Ali b. Ebî Tâlib'dir."[28]
●Senetli bir şekilde Hz. Ali'nin (a.s), Resulullah'tan (s.a.a) şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir:
"Ehlibeyt'imin bana en sevimlisi ve kendimden sonraya bıraktığım en üstün kimse, Ali b. Ebî Tâlib'dir."[29]
●Yine senetli bir şekilde, Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ey Ali, sen ümmetimin fazilet açısından en üstünü Müslüman olmada en önce davrananı, en çok ilme sahip olanı, en çok tahammül sahibi ve sabırlı olanı, en şecaatli kalbe sahip olanı ve en açık elli olanısın."[30]
●Hz.İmâm Sâdık (a.s), Hz.İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan, o da Câbir'den şöyle nakletmiştir:
"Ben ve Abbâs Resulullah'ın (s.a.a) yanında oturuyorduk; o sırada Hz. Ali (a.s) içeri girip selâm verdi. Peygamber (s.a.a) selâmının cevabını verdi ve kalkıp onu kucakladı ve iki gözünün arasından öptü ve sağ tarafına oturttu. Abbâs 'Ya Resulullah dedi, onu seviyor musun?' Resulullah (s.a.a) ona şu cevabı verdi: 'Ey amca Allah'a andolsun ki Allah O'nu benden daha çok seviyor. Allah (azze ve celle) her Peygamberin neslini onun sulbünde karar kılmıştır. Ama benim neslimi Ali'nin sulbünde karar kılmıştır."[31]
 
 
Bazı Özel Hasletleri
 
●Hz. Resulullah'ın (s.a.a), Hz. Ali'nin (a.s) iki omzunun arasına vurarak ona şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
"Ya Ali, senin yedi haslet ve özelliğin vardır ki Kıyâmet günü kimse onlar hakkında seninle boy ölçüşemez: Sen müminlerden Allah'a ilk iman eden kimsesin; Allah'ın ahdine en Sâdık kalan kimsesin; Allah'ın işinde en sağlam duran kimsesin; emrin altında olan raiyete en çok şefkatli ve merhametli olansın; hakları bölüştürmede en adil davranansın; (İslam'ın) yargı hükümlerini en çok bilensin ve Kıyâmet gününde en çok meziyete sahip olan, yine sensin."[32]
● Hz.Resulullah (s.a.a): "Allah bana beş haslet verdiği gibi, Ali'ye de beş haslet vermiştir: 'Bana kapsamlı söz vermiş Ali'ye de kapsamlı ilim; beni peygamber kılmıştır O'nu da vasî; bana Kevser'i vermiştir, O'na da Selsebîl'i; bana vahyi vermiştir, O'na da ilhamı; beni miraca götürmüştür, O'na da göklerin kapılarını ve perdelerini açmıştır!"[33]
●Hz. Resulullah (s.a.a), Hz.Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurdu :
"Ey Ali, ben de dahil kimseye verilmeyen üç özellik sana verilmiştir. Sana benim gibi kayınpeder verilmiştir; ama bana kendim gibi bir kayınpeder verilmemiştir. Sana kızım gibi 'sıddıka' eş olarak verilmiştir; ama bana onun gibi bir eş verilmemiştir. Sulbünden Hasan ve Hüseyin gibi iki evlat sana verilmiştir; ama benim sulbümden bana onlar gibi evlat verilmemiştir. Ne var ki siz bendensiniz, ben de sizden."[34]
● Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu rivâyet edilir:
"Benim Resulullah (s.a.a) indinde öyle bir yerim ve derecem vardı ki, mahlukattan, başka hiçbir kimse böyle bir makama sahip değildi. Ben her seher vakti onun yanına varır 'Esselâmu aleyke ya Nebiyyallah' diye seslenirdim. Eğer Resulullah (s.a.a), öksürseydi, geri dönerdim; aksi takdirde içeri girerdim."[35]
●İbn Ebî Leylâ Gıfârî, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duyduğunu rivâyet etmiştir:
"Benden sonra bir fitne çıkacaktır; bu olduğunda Ali b. Ebî Tâlib'den ayrılmayın; o, Kıyâmet günü beni ilk görecek ve benimle ilk müsafaha edecek kimsedir; o yüce semâda benimle birlikte olacaktır; O'dur hakla batılın arasını ayıran Faruk!"[36]
●Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ali, Müminlerin reisi, mal ve servet ise münafıkların reisidir (söz sahibi)."[37]
●Hz.Resulullah (s.a.a): "Ali, Resulullah'ın itretinden (Ehlibeyt'inden)dir."[38]
●Hz. Resulullah (s.a.a): "Ali, Resulullah'ın âilesinin en iyisidir."[39]
●Hz.Resulullah (s.a.a): "Ali, kardeşlerimin en iyisidir."[40]
● Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "(Hayber savaşında) Resulullah'ın (s.a.a) gözüme ağzının suyunu sürdüğü günden beridir asla göz ağrısı çekmedim."[41]
● Hz.Resulullah (s.a.a): "Ali, benim eminimdir (güvendiğim kimsedir)."[42]
●Hz.Resulullah (s.a.a): "Ali, insanlar arasından, Allah'ın ahdine en çok vefa eden-sâdık kalan kimsedir."[43]
●İmâm Rızâ'dan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Sen, Haşimoğullarının yıldızısın."[44]
 
Peygamberler'e Benzerliği 

● Beyhakî ile Allah Resulü'nden (s.a.a.) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Kim Adem'e ilmi açısından, Nûh'a takvası açısından, İbrahim'e tahammül ve sabrı açısından, Musâ'ya heybeti açısından ve İsâ'ya ibâdeti açısından bakmak isterse, Ali b. Ebî Tâlib'e baksın."[45]
●İbn Abbâs Hz. Resulullah'tan (s.a.a), şöyle rivâyet etmiştir; buyurdu:
"Kim İbrahim'e hilim ve tahammülü açısından, Nûh'a hükmü açısından, Yusuf'a güzelliği açısından bakmak isterse Ali b. Ebî Tâlib'e baksın."[46]
●Yine şöyle rivâyet edilmiştir; Resulullah (s.a.a), bir gün Ali b. Ebî Tâlib'e bakarak, etrafında ashabı bulunduğu bir hâlde şöyle buyurdu:
"Kim Yusuf'un güzelliğini, İbrâhim'in cömertliğini, Süleymân'ın ihtişamını ve Davûd'un kuvvetini görmek istiyorsa, şuna (Ali'ye) baksın."[47]
 
Meleklere Yakınlık ve Üstünlüğü 
 
Abbâs Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder:
"Melekler yedi yıl bana ve Ali'ye salât (ve selâm) etmiştir. 'Bunun sebebi nedir?' diye sorulduğunda, şöyle buyurdu 'Çünkü benimle birlikte ( henüz Müslüman olmuş O'ndan) başka bir erkek yoktu da ondan!"[48]
●Hz.Resulullah (s.a.a): "Ali, mukarrep meleklerin kardeşidir."[49]
●Senetli bir şekilde Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a), siz ikiniz her inatçı kâfiri cehenneme atın' âyetinin tefsirinde şöyle buyurdu:
"Allah-u Tebâreke ve Teâlâ Kıyâmet günü insanları bir araya topladığında, ben ve sen ey Ali arşın sağ tarafında yer alacağız Allah bana ve sana şöyle hitap edecektir: 'Siz ikiniz kalkın ve size buğz eden, size muhalefet eden ve sizi yalanlayanları cehennem ateşine atın."[50]
● Senetli bir rivâyette Abdüsselâm b. Sâlihi'l-Hire-vî, İmâm Ali b. Musâ Rızâ'dan (a.s.), o da babalarından, onlar da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmişlerdir; buyurdu:
"Allah benden daha üstün ve indinde benden daha değerli bir yaratık yaratmamıştır."
Ali (a.s.) dedi ki: "Ya Resulullah, sen mi daha üstünsün Cebrâîl mi?" Buyurdu ki:
"Ey Ali, şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, mürsel peygamberlerini, mukarrep meleklerine üstün kılmıştır. Beni de bütün Peygamberlere ve resullere üstün kılmıştır. Üstünlük benden sonra sana ve senden sonraki İmâmlara aittir. Hiç şüphesiz melekler, bizim ve sevenlerimizin hizmetçileridir. Ey Ali Arş'ı taşıyan melekler ve etrafındakiler, Rab'lerinin hamdıyla tesbih eder ve bizim velâyetimize iman edenlere mağfiret dilerler. Ey Ali, biz olmasaydık, Allah ne Ademi yaratırdı ne de Havva'yı, ne cenneti yaratırdı ne de cehennemi, ne göğü yaratırdı ne de yeri. Biz meleklerden nasıl üstün olmayız, oysa biz tevhit konusunda, Rabb'imizi tanıma ve ona tespih, takdis ve tehlil etme hususunda onlardan öne geçtik…"[51]


Kıyametteki Makâmı 
 
●Hz. Resulullah (s.a.a): "Kıyâmet günü insanlar amelleriyle (mahşere) geleceklerdir; o gün ancak amellerini benim ve Ali b. Ebî Tâlib'in kabul ettiği kimseler, amellerinden faydalanabileceklerdir!"[52]
● Resulullah (s.a.a): "Ali, Kıyâmet gününde benim havuzumun sahibi olacaktır."[53]
●Senetli olarak İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s.) babasından, onun da babalarından şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir; Hz.Resulullah (s.a.a) buyurdu:
"Hiç şüphesiz Allah-u Tebâreke ve Teâlâ, Kıyâmet günü insanları bir araya getirdiğinde, bana 'Makâm-ı Mahmûd' vaadinde bulunmuştur. Ve o mutlaka bana verdiği vaadinde vefa edecektir. Kıyâmet günü olduğunda, bin dereceli bir minber kurulacaktır ki, sizin şu basamaklarınıza benzemez. Ben o minberden yukarı çıkıp en yüksek mertebesinde yer alacağım. O sırada Cebrâîl 'Hamd Sancağı'nı getirip benim elime bırakacak ve şöyle diyecektir: 'Ey Muhammed, bu Allah'ın sana vaat ettiği 'Makâm-ı Mahmûd'dur.' Ben Ali'ye 'Çık yukarı' diyeceğim. Onun yeri benden bir derece aşağıda olacaktır. (Çıkıp yerini aldığında) ben 'Hamd Sancağı'nı onun eline vereceğim. Ardından cennetle görevli Rıdvan meleği, cennetin anahtarlarını getirip şöyle diyecektir: 'Ey Muhammed, bu Allah'ın sana vaat ettiği 'Makâm-ı Mahmûd'dur.' Sonra anahtarları benim elime verecektir; ben de onları Ali'nin kucağına bırakacağım. Bu sefer cehennemle görevli Mâlik isimli melek gelip de şöyle diyecek: 'Ey Muhammed, bu Allah'ın sana vaat ettiği 'Makâm-ı Mahmûd'dur; bunlar da cehennemin anahtarlarıdır. Al ve kendi düşmanlarını, zürriyetinin ve ümmetinin düşmanlarını cehenneme dahil eyle."[54]
●Hz. Resulullah (s.a.a): "Ali, dünyada saadetli, ahirette ise sâlihlerden olacaktır."[55]
●Senetli bir hadiste Enes b. Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) beni, Ebû Berze Eslemî'nin peşine gönderdi. (Huzuruna geldiğinde) ben de duyduğum hâlde ona şöyle buyurdu:
"Ey Ebâ Berze, Rabb'im Ali b. Ebî Tâlib hakkında bana bir söz vermiş ve buyurmuştur ki: Ali hidâyet sancağı ve iman meşalesidir; o benim velilerimin İmâmı ve bana itâat edenlerin hepsinin nurudur. Ey Ebâ Berze, Ali b. Ebî Tâlib Kıyâmet gününde havuz başında benimle birlikte olacak; benim sancağımı taşıyacak ve benimle birlikte olup Rabb'imin cennet hazinelerini anahtarlarını elinde bulunduracaktır."[56]
●Zeyd b. Ali, babası İmâm Zeynü'l-Âbidin'den (a.s), o da babasından, o da Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivâyet etmişlerdir; Hz. Ali (a.s) buyurdu:
"Ben, Resulullah'tan (s.a.a) on özelliğe sahibim ki güneşin üzerine doğup battığı her şeyi, onların bir tanesine bile değişmem: Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki: 'Sen benim dünyada da kardeşimsin, ahirette de; Kıyâmet günü bana en yakın duracak kimsesin; cennette benim evim senin evinin karşısında olacak, Allah yolunda kardeş olan iki kimsenin evi gibi. Sen velîsin; sen vezirsin; sen vasîsin; ailem üzerinde, malım üzerinde ve Müslümanlar üzerinde ben yokken halifesin. Sen benim, hem dünyada, hem de ahirette sancaktarımsın. Senin dostun, benim dostumdur; benim dostum Allah'ın dostudur. Senin düşmanın, benim düşmanımdır; benim düşmanım Allah-u Teâlâ'nın düşmanıdır.' Ben de anahtarları alıp Ali'nin kucağına bırakacağım. Cehennem ve cennet, o gün yeni bir gelinin kocasını dinleyip itâat etmesinden daha çok beni ve Ali'yi dinleyip itâat edecektir! Allah-u Tebâreke ve Teâlâ da 'Siz ikiniz her inatçı kâfiri cehenneme atın' buyurduğunda da 'Ey Muhammed ve ey Ali, düşmanlarınızı ateşe atın' demek istiyor. Sonra ben ayağa kalkıp Allah'a hamd-u senâ edeceğim; öyle ki benden önce kimse öylesini etmemiştir. Sonra mukarrep meleklere senâ edeceğim; sonra peygamberler ve resullere…"[57]
● Ömer b. Hattâp'tan , Resulullah'ın (s.a.a.) Hz. Ali'ye şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Ya Ali, elin benim elimde olacaktır; Kıyâmet günü ben nere girersem, sen de gireceksin."[58]
 
Kaynaklar :
[1]- Uyûn-u Ahbâr-ir Rızâ, c.2, s.58, El-Emâlî (Şeyh Sadûk), s.196, Gâyetü'l-Merâm, s.29.
[2]- İhkâkü'l-Hak, c.5, s.254.
[3]- İhkâkü'l-Hak, c.5, s.243, İrşâdü'l-Kulûb, s.210 (az farkla).
[4]- Ferâtü'l-Kûfî Tefsiri, s.104.
[5]- Uyûn-u Ahbâr-ir Rızâ, c.2, 73.
[6]- Bihârü'l-Envâr, c.42, s.69, El-Gadîr, c.1, s.291 (az farkla).
[7]- Evâl'il-Liâlî, c.4, s.86.
[8]-İhkâkü'l-Hak, c.15, s.604, El-Müsterşed, s.278, İsbâtü'l-Hüdât, c.2, s.278 (az farkla).
[9]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.383.
[10]- Bihârü'l-Envâr, c.14, s.81, El-Kâfî, c.1, s.231.
[11]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.174.
[12]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.586.
[13]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.15, s.219.
[14]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.404.
[15]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.606.
[16]- Yenâbîü'l-Mevedde, s.235.
[17]- İhkâkü'l-Hak, c.15, 562.
[18]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.406.
[19]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.408.
[20]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.421.
[21]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.175.
[22]- Kenzü'l-Ummâl, Hadis: 32943.
[23]- El-Mecruhîn, c.1, s.380.
[24]- İrşâdü'l-Kulûb, s.236, Keşfü'l-Ğumme, c.1, s.161, Târih-i Bağdat, c.2, s.88 (az farkla).
[25]- İhkâkü'l-Hak, c.6, s.83, Kenzü'l-Ummâl, c.13, s.107 (az farkla).
[26]- El-Emâlî (Şeyh Tûsî), c.1, s.344, İhkâkü'l-Hak, c.5, s.287 (az farkla).
[27]- Hilyetü'l-Evliyâ, c.1, s.106, El-İmâm Ali b. Ebî Tâlib, c.2, s.440, Câmiü'l-Ehâdis (Suyûtî), c.c.16, s.275, Keşfü'l-Yâkîn, s.471 (az farkla).
[28]- İhkâkü'l-Hak, c.6, s.556, Fezâilü'l-Hamse, c.2, s.183, Ferâidü's-Simtayn, c.1, s.216, Uyûn-u Ahbâr-ir Rızâ, c.2, s.68 (az farkla).
[29]- Yenâbîü'l-Mevedde, s.61.
[30]- El-Emâlî (Şeyh Sadûk), s.385., Gâyetu'l-Merâm, s.454, Bihârü'l-Envâr, c.38, s.16.
[31]- El-Emâlî (Şeyh Sadûk), s.48, Yenâbîü'l-Mevedde, s.64, Bihârü'l-Envâr, c.38, s.90, İsbâtü'l-Hüdât, c.2, s.49 (az farkla).
[32]- İhkâkü'l-Hak, c.7, s.5.
[33]- Hilyetü'l-Evliyâ, c.1, s.106.
[34]- Ravzatü'l-Vâizîn, c.1, s.109, Envârü'l-Hidâye, s.133.
[35]- İhkâkü'l-Hak, c.4, s.444, Menâkıb-u Âl-i Ebî Tâlib, c.3, s.262 (az farkla).
[36]- Hasâis-u Emiri'l-Mümin (Nesâî), s.112.
[37]- Bihârü'l-Envâr, c.c.38, s.36, İsbâtü'l-Hüdât, c.2, s.218 (az farkla).
[38]- Bihârü'l-Envâr, c.40, s.45, El-Gadîr, c.8, s.89, Keşfü'l-Yakîn, s.172.
[39]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.561.
[40]- İhkâkü'l-Hak, c.15, 255.
[41]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.561.
[42]- Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.1, s.125.
[43]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.560.
[44]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.387.
[45]- Bihârü'l-Envâr, c.24, s.82.
[46]- Keşfü'l-Ğumme, c.1, s.79, Ravzatü'l-Vâizîn, c.1, s.85, Bihârü'l-Envâr, c.40, s.77, İ'lâmü'l-Verâ, s.185, Et-Terâif, s.19 (az farkla), Ebû'l-Futûh Tefsiri, c.11, s.9 (az farkla).
[47]- Keşfü'l-Ğumme, c.1, s.114, El-Mehecctü'l-Beyzâ, c.4, s.192, Bihârü'l-Envâr, c.39, s.39.
[48]- Zehâirü'l-Ukbâ, s.94.
[49]- Ravzatü'l-Vâizîn, c.1 s.128.
[50]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.434.
[51]- Ferâtü'l-Kûfî Tefsiri, s.166.
[44]- Kemâlü'd-Din, s.254, Meheccetü'l-Beyzâ, c.1, s.226 (özetlenmiş olarak).
[52]- İhkâkü'l-Hak, c.7, s.132.
[53]- İhkâkü'l-Hak, c.4, s.270.
[54]- Ferâtü'l-Kûfî Tefsiri, s.167.
[55]- İhkâkü'l-Hak, c.15, s.524.
[56]- Târih-i Bağdat, c.14, s.102.
[57]- Teysîrü'l-Metâlib, s.65.
[58]- İhkâkü'l-Hak, c.6, s.499.
 
Murteza Akbulut 

Ramallah yakınlarında Filistinli bir gencin düzenlediği şehadet operasyonunda 1 Siyonist asker öldü.

Ramallah yakınlarında ki Yahudi yerleşim merkezinde Filistinli bir genç özel aracıyla şehadet operasyonu düzenledi. Filistinli gencin özel aracının altında ezilen Siyonist askerlerden biri hayatını kaybederken, iki Siyonist askerde ağır yaralandı.

Edinilen bilgiye göre; Siyonist askerler özel aracıyla Şehadet operasyonu düzenleyen Filistinli genci sağ olarak yakalamayı başardı. Filistinli haber kaynakları; Şehadet operasyonu düzenleyen gencin, 21 yaşında ki ‘‘Malik Ahmet Musa Hamit’’ olduğunu duyurdu.

İslami Direniş Örgütü Hamas yaptığı açıklamayla; 3. İntifada’nın normal seyrinde devam ettiğini ve zaferden başka bir sonucu olmadığını belirtti.

Hamas sözcüsü; İntifada hareketinin geçici bir haraket olmadığını ve tüm Filistinlilerin işgalci Siyonist rejim İsrail’in pençesinden kurtulmak için var güçleriyle çalıştıklarını tasrih etti.

Hazim Kasım; işgalci Siyonist rejim askerlerinin ve Yahudi yerleşkelerinde yaşayan Siyonistlerin, Filistinlilerin hak ve hukuklarına saygılı olmadıkları sürece emniyet ve güvenlik yüzü görmeyeceklerini söyledi.

Bugün düzenlenen şehadet operasyonuna da değinen sözcü, bu operasyon bize devrimci ve mücadeleci ruha sahip Filistin halkının Batı Şeria’da direnişin kendileri için bir vazife olduğuna inandığını gösteriyor dedi.

İntifada hareketinin destekleyen Hamas sözcüsü, İntifada’yı desteklemenin aynı zamanda ulusal öncelik arzaden bir vazife olduğunu tekit ederek vurguladı.

Bu yılın Mart ayındaki FIFA dünya sıralamasında, İran Milli Furbol Takımı'nın 5 basamak atlayarak 28'üncülüğe yükseldi.

Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) dünya sıralamasına göre, İran Milli Takımı'nın beş sıra yükselerek 28'üncülüğe ulaştığı belirtildi.

Açıklanan yeni sıralamada, İran’ın Asya kıtasında birinci basamağa yerleştiği öğrenildi.

Asya’nın en iyi üç takımının sıralaması şöyle:

İran (820 puanla dünyada 28.)

Güney Kore (700 puanla dünyada 43.)

Japonya (685 puanla dünyada 44.)

Geçenlerde İran Futbol Milli Takımı Dünya Kupası elemeleri kapsamında kendi sahasında Çin Milli Takımı karşısında elde ettiği galibiyet sonucu 17 puanla rakipleriyle açtığı farkı yükseltmeyi başarmıştı.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Suriye'de kimyasal silah kullanılmasının sadece Suriye liderliğinin meşruiyetini sorgulatmak isteyenler ve teröristler için yararlı bir iş olacağını söyledi.

Peskov, düzenlediği basın toplantısında Suriye'nin İdlib kentinde kimyasal silah kullanıldığı yönündeki iddialara ilişkin soruları yanıtladı.

Peskov, Suriye ordusunun her cephede kazandığı bir dönemde kimyasal silah kullanılmasının kimin için yararlı bir iş olacağı sorusu karşısında, "Şüphesiz, yasal liderliğinin meşruiyetini sorgulatmak isteyen güçler ve teröristlerle onları destekleyen kişiler var" dedi.

Suriye, İdlib saldırısını kınadı
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Devlet Başkanı Beşar Esad'ın aksi yöndeki açıklamalarına karşın Suriye'nin suçlandığı İdlib'deki kimyasal saldırıyla ilgili başkent Şam'da basın toplantısı düzenledi.

Sputnik'in haberine göre; Şam'a yönelik suçlamaları kesin bir dille reddeden Muallim, en az 80 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyı kınadıklarını belirtti. Muallim ayrıca, Irak ve Türkiye'den Suriye'ye kimyasal silah getirildiğini ve Şam'ın bu konuda hem BM hem de Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nü (OPCW) bilgilendirdiğini de belirtti. 

Muallim sözlerini şöyle sürdürdü: "Sizlere ordumuzun hiçbir zaman kimyasal silah kullanmadığı ve hiçbir zaman kullanmayacağını söylemek isterim. Sadece sivillere karşı değil aynı zamanda havan mermileriyle sivillerimize saldıran teröristlere karşı da."

İran, Suriye’deki kimyasal silah kullanımını kınadı

İran Dışişleri Bakanlığı, Suriye'de çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan kimyasal silah kullanımını şiddetle kınadı.İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, Suriye’nin İdlip bölgesinde düzenlenen kimyasal silah saldırısına ilişkin yaptığı açıklamada, “Failler ve kurbanları kim olursa olsun her türlü kimyasal silah kullanımını kınıyoruz” dedi.

Kasımi, “Suriye krizinde bu gibi üzüntü verici facialara yola açan kimyasal silah kullanımı ilk kez yaşanmıyor. Çifte standartlar, ön yargıdan kaynaklanan kara propaganda ve siyasi amaçlara ulaşmak doğrultusunda iftira atmak için bir araç bulmaya çalışmak gibi konular da bu tür eylemlere karşı ciddi adımların atılmasını engelliyor” ifadelerinde bulundu.

Kimyasal silahların daha öncelerde de Suriye’deki terör örgütleri tarafından kullanıldığına dikkati çeken Kasımi, “İran olarak, Suriye hükümetinin olumlu bir işbirliği çerçevesinde kimyasal silahlardan arınmasına rağmen terör örgütlerinin yine de bu tür silahlara sahip olmasını büyük bir sorun olarak görüyor ve bunun daha nelere yol açacağından endişe duymaktayız” şeklinde konuştu.