
کارگر
Örülen duvarların ardındaki İran
Diğer taraftaki portreler usta ressamlar tarafından yapılmış gibi kusursuz... Lübnan Hizbullahı lideri Nasrallah, İran’lı General Kasım Süleymani, Nijeryalı Şii Müslümanları lideri Şeyh Zakzaki ilk göze çarpanlar. Aralarında İran-Irak Savaşında hayatlarını kaybeden İran Savunma Bakanı Dr. Mustafa Çemran ve önemli saydıkları kişilerin portreleri var.
İran, başka ülkelerde yaşayanlar için görmeden ön yargılarının değişmeyeceği yanıbaşımızdaki komşu ülke... Önyargıların parçalanması başkent Tahran’da bulunan Uluslarası İmam Humeyni Havaalanı’nda başlıyor.
İlk defa gittiğim bu ülkede heyecan ve sevincin yanı sıra nasıl davranacağımın tedirginliği de vardı. İran İslam Devrimi’nin 37. yıl kutlamalarını yerinde gözlemlemek için gazeteci arkadaşlarımla gittiğimiz İran’da bizleri karşılamaya gelen nişanlımın elini mi sıkmalıydım, yoksa uzaktan selam mı vermem gerekiyordu? Kadın ve erkek nasıl davranmalı? Bunların hepsi o an kafamı kurcalayan soru işaretiydi benim için.
Kafamdaki sorular nişanlımla karşılaştığımızda kırıldı, Türkiye’de birbirimizi karşılar gibi sarıldık birbirimize. O an kafamdaki ilk tabu yerle bir oldu benim için. Gitmeyenlerin gözünü korkutan bu “Sert Şeriat Devleti”nde dikkatli olmazsak başımıza neler gelir korkusuna yer olmadığı havaalanına iner inmez hissediliyor.
KADINLARIN ÖRTÜNME ZORUNLULUĞU
Ülke, 11 Şubat 1979’da gerçekleşen İslami devrim ile birlikte birçok köklü değişikliğe uğramış. Bir kadın için uyulması gereken ilk zorunluluk “Hicap”, yani kadınların İslami usüllere göre örtünmesi zorunluluğu.
2016 İran’ında kadınların örtünme şekilleri farklılık gösteriyor, kimileri siyah çarşaf giyse de özellikle gençlerin oluşturduğu büyük bir kesim saçlarının neredeyse yarısı görünür şekilde, usulen örtünüyor. Bir haftalık İran ziyaretim sırasında çarşaf giyen kadınların da çoğunluğunun sıkı sıkıya örtünmediğini gözlemliyorum. Türkiye ya da Arap ülkelerinde gördüğümüz alışılagelmiş çarşaflı kadım imajına pek rastlamıyorum.
İran kadını, özellikle Tahran sokaklarında karşılaştığım kadınlar, son derece bakımlı. Saçları modaya uygun, hatta dolaşırken pembe saçlı veya mavi saçlı kadınlar görmek mümkün. Ülkemizde de son zamanlarda yaygın olan “nail art” yani tırnak sanatı hemen her genç kadının tırnaklarında var. İran’da son derece yaygın olan ve kadınlar tarafından en çok rağbet gören bir diğer güzellik sırrı ise estetik operasyonlar. İran’da karşılaştığım genç kadınların neredeyse tamamı, burun, elmacık kemiği, dudak operasyonu geçirmiş ve bu operasyonları yaptırmamış kadın sayısı çok az.
TÜRKÇE İRAN’IN HER YERİNDE
İran’daki ilk günümde kendimi sokağa atıyorum, keşfetmek istiyorum bu kenti... Yanımda nişanlım ve İranlı gazeteci arkadaşlarım var. Taksiye biniyoruz, konuşulan dil Türkçe. Şaşırmıyorum çünkü burada çok sayıda İran Türk’ü yaşıyor. Tesadüfe bak diye geçiriyorum içimden... Sonra bir restorana gidiyoruz. İçeride bildik bir şarkı, İbrahim Tatlıses çalıyor. Garson geliyor ve siparişlerimizi Türkçe alıyor. Nasıl denk geliyor diye içimden geçiriyorum... Yemekten sonra bakkala giriyoruz, ne istediğimizi Farsça söylüyor, aramızda Türkçe konuşuyoruz. Bakkal sahibi istediklerimizi paketledikten sonra “selam söyleyin Türkiye’ye” diyor, “selamın baş üstüne” deyip ayrılıyoruz. Bizi kaldığımız otele götürmek için çevirdiğimiz ikinci taksici de Türk çıkınca buraya gelmek için ikinci bir dile ihtiyaç olmadığını anlıyorum. Bize bu kadar yakın bu ülkeye neden bu kadar geç geldim diyorum kendi kendime...
İSLAM MEDENİYETİ MERKEZLERİNDEN
İran’ın önemli şehirlerinden biri de Kum. Başkent Tahran’a karayolu ile iki saatlik mesafede. Kum kentini önemli kılan Şii inancının din adamlarının yetiştirildiği en önemli merkezlerden biri olması. Kent yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor. İnanç turizmi açısından bu kenti önemli kılan ise 12 İmamların 8.’si olan İmam Rıza’nın kız kardeşi Seyyide Masume’nin türbesinin bu kentte olması. Kentte medrese eğitiminin yanısıra merkezi Tahran’da olan Azadi Üniversitesi’ne bağlı tıp, hukuk ve fen fakülteleri de bulunuyor. Seyyide Masume türbesi oldukça büyük, ışıl ışıl mermerlerle kaplı yerler... Kadınlar içeride türbeye dokunmak ve dua etmek için neredeyse yarışıyor.
Türbenin önünde kadınlar arasındaki konuşmaya kulak misafiri oluyoruz, sevgililer günü hakkında konuşuyorlar ve eşlerinin kendilerine ne alacakları konusundaki meraklarını paylaşıyorlar birbirleriyle. Onları duyunca kadın ve sevgililer günü dünyanın neresinde olursa yerinde aynı diye geçiriyorum içimden...
MEŞHED...
Yaklaşık 10 saatik eğlenceli bir tren yolculuğu ile bu kente ulaşıyoruz. İran’da inanç turizminin merkezi olan Meşhed kentinde, İslam inancındaki 12 İmamların 8.’si olan İmam Rıza’nın türbesi bulunuyor. Aslında sadece İmam Rıza değil, dünya edebiyatına iz bırakan Firdevsi de bu kentte yatıyor.
Meşhed’de ilk ziyaret adresimiz İmam Rıza türbesi oluyor. Türbe gerçekten büyük ve ihtişamlı, içindeki ayna süslemeleri göz kamaştırıyor. Burada dünyanın her ülkesinden ziyaretçi görmek mümkün. Türbe alanının içerisinde bulunan müze ise görülmeye değer. Üç katlı müze içinde el dokuması halılar ve tarihi eserler ayrı ayrı katlarda sergileniyor.
Türbeden çıkar çıkmaz kendimizi, gümüş takıların, kıymetli taşların, çeşit çeşit baharatlar ve şekerlerin satıldığı çarşıda buluyoruz...
TAHRAN’DAN DÖNÜŞ
Bir haftalık ziyaretin ardından İran’dan ayrılırken bu kadar yakın iki ülke halkı neden bu kadar birbirinden uzak kaldı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki, biz İran’ı ve İranlıları ne kadar tanımıyorsak yanıbaşımızdaki komşularımız bizi o kadar yakından tanıyor.
‘GAZETECİLER DOĞRUYU SÖYLEMELİ’
Kum ziyaretimizde Türkçe konuştuğumuzu duyan tatlı bir amca “Şehrimize hoş geldiniz, ben de Türk’üm” diyor. Gazeteci olduğunumuzu öğrenince de güzel bir nasihat veriyor bize: “Gazeteciler doğruyu söylemeli, hakikat yolundan ayrılmayın, mesleğinize sarılın, doğruyu söylemek erdemdir ve sizin kutsal bir mesleğiniz var.” Hemen arkasından Tayyip Erdoğan’ın Suriye politikasını eleştirip, “Suriye, İran, Türkiye halkları bir millettir. Bu sorunlar bitecek ve biz yeniden bir bütün olacağız” diyerek yanımızdan ayrılıyor.
İRAN’DA BİR EV ZİYARETİ...
Başkent Tahran’da bir eve konuk oluyoruz. Davet özel, davet eden yeni evli bir çift. İran’ın öğrendiğim ilk geleneği oluyor bu. Yakın akrabalar yeni evlenen çiftin evini ziyaret ediyor ve sofralar bu özel gece için kuruluyor.
Yer sofrasında kadın, erkek tüm aile üyeleri ile birlikte oturuyoruz. Kaymaklı arpa çorbasının tadı damağımda kalıyor. İnce ve buharda pişmiş yağsız safranlı pirinç pilavının kokusu tüm odayı sarıyor ve yanında İranlıların çok sevdiği bir kebap var “Cuce Kebap”, bizim tavuk şişten tek farkı yine safranla terbiye edilmiş olması... Tatlı olarak rengarenk jölelerin olduğunu görüyorum, farklı tasarımlarla çiçek bahçesine çevirmiş sofrayı... İranlıların tatlı olarak çoğunlukla jöle tükettiklerini öğreniyorum.
EFSANE KOMUTAN
Türbeye yakın bir noktada yüksekçe bir elektrik trafosu, duvarları rengarenk ve portrelerle dolu... Dikkatimizi çekiyor burası ve oraya doğru ilerliyoruz. Trafonun bir duvarında dünyadaki tüm müslüman devletlerin bayrakları var. Diğer taraftaki portreler usta ressamlar tarafından yapılmış gibi kusursuz... Lübnan Hizbullahı lideri Nasrallah, İran’lı General Kasım Süleymani, Nijeryalı Şii Müslümanları lideri Şeyh Zakzaki ilk göze çarpanlar. Aralarında İran-Irak Savaşında hayatlarını kaybeden İran Savunma Bakanı Dr. Mustafa Çemran ve önemli saydıkları kişilerin portreleri var.
Erbakan İran’da Anıldı
Necmeddin Erbakan vefatının yıldönümü münasebetiyle Vahdet Davetçisi sıfatıyla Tebriz’de anıldı. Bu programda Tebrizli genç gazeteci Hamid Kutsiazer ve İran’ın Türkiye Kültürel işler eski ataşesi Hasan Şebani konuşma yaptılar.
Hamdi Kutsiazer: Siyasi çalışmaların Erbakan düşüncesinde aynen cihad anlayışında olduğunu vurgulayıp batıl ve zulüm karşısında mücadelenin nerede ve nasıl olursa olsun Erbakan’ın düşüncesinde hak yolunda olan bir cihad niteliği taşıyor dedi.
Kutsiazer: Erbakan; zulme karşı duyarsız olmayı zalimle mazlumlara zulmetmekte ortaklık gibi değerlendiriyor. Aynı halde O, siyasi mücadelelerde basireti elden kaçırmamak konusunda çok hassas davranmıştır. 1982’de Müslüman Kardeşlerin Hafız Esad’a karşı ayaklanmasının karşısında durması ve İslam dünyasında demokratik yollara ve çabalara daha fazla önem vermesi onun siyasi dünya görüşünün ne kadar geniş ve ileri görüşlü olduğunu gösteriyor. O, sözlerinin devamında Erbakan’ın siyasi alanda ne kadar uygun bir üslup kullandığını, bunun bütün siyasiler için örnek olduğunu söyledi.
Devamında Hasan Şabani bir konuşma yaptı. Hasan Şabani’de Erbakan’ın ileri görüşlülüğünü vurgulayıp, Suriye konusunu örnek gösterdi.
Hasan Şabani: Erbakan; Suriye konusunda, Suriye düşerse Türkiye İsrail’le sınır komşusu olacak, sonunda Türkiye’nin bölünmesi ile en büyük zararı Türkiye görecektir. Bundan sonra İsrail, Türkiye’yi İran’a karşı kendi çıkarları için kullanacak. Şabani, Erbakan’ın D-8 düşüncesini örnek göstererek, Erbakan’ın İslam dünyasının; ekonomik, sosyal ve siyasi vahdeti konusunda pratik düşüncelere sahip olduğunu vurguladı. Bundan dolayı Siyonizm ve batı cephesi onun bu çabalarını tehlikeli bulup sonunda 28 Şubat darbesiyle O’nu iktidardan uzaklaştırıp, akla gelmeyecek zulümleri yaptılar.
Bu programda merhum Erbakan ile ilgili filmleri ve video klipler gösterildi. Programa halk tarafından büyük ilgi gösterildi.
Ünlü yönetmen Ferecullah Silahşör vefat etti
İran sinemasının dünyaca ünlü oyuncu, senarist ve yönetmeni Ferecullah Silahşör tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.
İran sinemasının dünyaca ünlü oyuncu, senarist ve yönetmeni Ferecullah Silahşör'ün (63), tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdiği bildirildi.
Türkiye'de de yayınlanan Hazreti Yusuf ve Ashab-ı Kehf dizilerinin yönetmeni Silahşör, akciğer kanseri tedavisi gördüğü hastanede bu sabah vefat etti.
Sinema hayatına 1983 yapımı Nasuh Tövbe filminde aktör olarak başlayan Silahşör'ün yönetmen, yapımcı, senarist veya oyuncu olarak yer aldığı yapımlar ise şu şekilde:
Porsuk (1986), Gece Uçmak (1987), İnsan ve Silah (1989), Hazreti Eyüb (1994), Tepetaklak Dünya (1998), Ashab-ı Kehf (1998), Hazreti Yusuf (2008)
Imam Hamanei, Ferecullah Silahşör için başsağlığı diledi
İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, İranlı ünlü yönetmen Ferecullah Silahşör’ün ölümü münasebetiyle başsağlığı mesajı yayımladı.MHA- İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei’nin Bilgilendirme Sitesi’nin haberime göre, bugün gözlerini hayata yuman ünlü yönetmen Ferecullah Silahşör adına başsağlığı diledi.
Imam Hamanei’nin yayımladığı başsağlığı mesajının metni şöyle:
“Bismillahirrahmanirrahim
Islam İnkılabı’na bağlı değerli sanatçı Ferecullah Silahşör’ün hayatını kaybetmesinden dolayı ailesi ve kalanlarına başsağlığı diliyorum. Ülke sınırlarını aşan ve İran sinemasını dünya genelinde saygın bir konuma gelmesini sağlayan sanatçının yapıtları, Silahşör’ün isminin sonsuza dek anılmasına neden olacaktır inşallah.
Merhum için Allah’tan rahmet ve yakınlarına sabır diliyorum.
Seyyid Ali Hamanei
27 Şubat 2016”
Ruhani: İran, İsviçre ile ilişkilerini geliştirmekten yana
Cumhurbaşkanı Ruhani, “İran İslam Cumhuriyeti, İsviçre ile ilişkilerin gelişmesine sıcak bakıyor” dedi.
İran-İsviçre heyetlerarası görüşmelerde konuşan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bir basın konferansı düzenledi. Cumhurbaşkanı Ruhani, İran-İsviçre ilişkilerinin 140 yıllık bir geçmişe sahio olduğunu belirterek, “Bugün nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesi ve yaptırımların kalkmasının ardından, ikili ilişkilerin artırılması için çok uygun bir fırsat yakalamış bulunuyoruz” diye konuştu.
İsviçre’nin potansiyel ve kapasitesine işaret eden Ruhani, “Nükleer müzakereler boyunca İsviçre, yapıcı evsahipliği gözler önüne serdi” diye açıkladı. Nükleer anlaşmanın ardından İran’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne daimi üye olmak için fırsatın ortaya çıktığının altını çizen Cumhurbaşkanı Ruhani, “Bölgesel ve ekonomik potansiyellere baktığımızda İran İslam Cumhuriyeti bu örgütte yapıcı rol üstlenebilir” diye belirtti.
Sanayi, tarım, taşımacılık ve demiryolu alanlarından İran ve İsviçre’nin ilişkilerini geliştirmesi için gereken zemine sahip olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Ruhani, iki ülke arasında üniversitelerarası işbirliğin de gelişebileceğini vurguladı.
İran ve İsviçre’nin bölgesel meselelerin çözümüne yönelik daha çok istişarede bulunmaları gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Ruhani, “Özellikle Ortadoğu bölgesinde istikrar ve güvenliğin sağlanması ve tehlikeli terör örgütleri ile mücadele etmek için bütün ülkeler çaba sarfetmelidir” açıklamasında bulundu.
Bugün bölge ülkelerine sıkıntı yaratan teröristlerin yarın kuşkusuz Avrupa ülkelerinin de başını derde sokacağına işaret eden Ruhani, teröristlerin dünyanın dört bir tarafında durdurulması için işbirliği yapılmasını istedi.
İsviçre Konfederasyonu Başkanı Johann Schneider-Ammann da gazeticlerin sorularını yanıtladığı basın toplantısında, ikili ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini dile getirerek, “İran çok eski kültürü ve İsviçre yeni bilim ile kendilerinin kalkınması için ortak yol bulabilir ve ilişkilerini geliştirebilir” dedi.
Bölgesel sorunların ve terörizmin kökünün kazılması için ortak bir çözüm yolu bulunması gerektiğini söyleyen Schneider-Ammann, “İran İslam Cumhuriyeti ile İsviçre bu doğrultuda güzel ilişkiler kurabilir” diye konuştu.
İsviçre’nin İran’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması için İran’ı destekleyeceklerini kaydeden Schneider-Ammann, İran’ın katılması durumunda bu örgütün daha etkili olacağının altını çizdi.
Imam Hamanei: Bazı Avrupa ülkelerinin çıkarı, savaş çığırtkanlığında
islam İnkılabı Rehberi, “İsviçre’yi barışü dostluk ve işbirliği merkezi olarak biliyoruz, ancak bazı Avrupa ülkeleri kendi çıkarlarının savaş çıkarmakta olduğunu düşünüyor” dedi.
Bu akşam İsviçre Konfederasyonu Başkanı Johann Schenider-Ammann ile görüşme yapan İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, iki ülkenin eski ilişkilerine ve İsviçre devletinin İran kamuoyu nezdindeli olumlu imajına değinerek, “İran-İsviçre ticaret hacmi düşüktür ve İsviçreli işadamları İran’ın bol potansiyellerine bakarak ticaret hacminin artmasına vesile olabilir” diye konuştu.
Isviçre’nin yaptırımların uygulanmasında bazı Batı ülkeleri ile birlikte hareket etmemesine ve işbirliğin artmasına yönelik bulunan kültürel zeminin olduğuna işaret eden Imam Hamanei, “İsviçre’yi eskiden beri barış, dostluk ve işbirliği merkezi olarak biliyoruz. Ancak bazı Avrupa ülkeleri böyle değiller ve menfaatlerinin savaş çıkarmak ve anlaşmazlık yaratmakta yattığını sanıyorlar” diye açıkladı.
İran halkının bazı Avrupa devletlerinin özellikle Saddam rejimine sağladıkları füze ve savaş teçhizatını verdiğini unutmadığının altını çizen Imam Hamanei, “Bu davranışlardan dolayı halkımızın beyninde iyi bir imaj oluşmadı, ama İsviçre’ye karşın böyle bir algımız yoktur” diye ifade etti.
Iran İslam Cumhuriyeti devletinin iki ülke arasında imzalanan anlaşmaları tam şekilde desteklediğini söyleyen Imam Hamanei, “Önemli olan, ciddi ve kararlı işbirliği ve irade ile bu sözleşmelerin uygulanmasıdır” açıklamasında bulundu.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de bulunduğu bu görüşmede İsviçre Konfederasyonu Başkanı Johann Schneider-Ammann da İran’I ziyaret ettiğinden dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirerek, ikili ilişkilerin geçmişinden bahsetti. Schneider-Ammann, “İran’da bulunduğumuzdan ve ikili ilişkilerin gelişmesine tanık olduğumuz dolayı gurur duyuyoruz” dedi.
İki İsviçre bilim ve ekonomik heyetinin de bu ziyarette bulunduğuna işaret eden Schneider-Ammann, “Bu ziyarette İran-İsviçre geniş kapsamlı ilişkilerinin yol haritası hakkında fikir alışverişinde bulunduk ve bu yol haritası sayesinde ikili ilişkilerin gelişmesini umuyoruz” diye vurguladı.
Dünya genelinde büyük sorunların bulunduğuna da değinen Schneider-Ammann, “Bu istikrarsızlık ve sorunlar bugün Avrupa’ya sıçrayarak İsviçre’nin çevresine yayılmışlar ve bu sorunların giderilmesi için işbirliğine ihtiyacımız var” diye ekledi
İran evi yıkılan Filistinlilere 30 bin dolar yardım edecek
“İslam Cumhuriyeti asla Filistin davasını ve halkını yalnız bırakmayacaktır. İmam Humeyni’nin ümmeti her zaman Filistin direnişinin yanında olacaktır”
Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA -İran’ın Lübnan Büyükelçisi Muhammed Fathali bir basın toplantısı düzenleyerek İsrail tarafından “Kudüs intifadasında” evleri yıkılan Filistinlilere 30 bin dolar yardım edeceklerini açıkladı.
“İslam Cumhuriyeti asla Filistin davasını ve halkını yalnız bırakmayacaktır. İmam Humeyni’nin ümmeti her zaman Filistin direnişinin yanında olacaktır” diyen Fathali, karadan denize Filistin topraklarının, şehitlerin kanlarıyla kurtulacağını söyledi.
Hamas’ın uluslararası ilişkiler müdürü Usame Hamdan bir teşekkür konuşması yaparak “İranlı kardeşlerimize teşekkür ederiz. Hem şu anda yaptıkları yardımı hem de şimdiye kadar yapmış oldukları yardımları unutmayacağız ve teşekkür ederiz” diye konuştu.
İran seçime hazır
İran İslam cuhuriyeti İçişleri Bakanı, ülkede seçim kurul görevlilerinin yarın tüm yurtta seçimleri düzenleme konusunda tüm hazırlıkları tamamladıklarını bildirdi.
İRİB ikinci kanalında katıldığı bir programda konuşan içişleri bakanı Abdurrıza Rahmani Fazli, seçimlerin, ülkenin milli iktidar ve istikrarının yeniden ispatlanması ve ülkenin kalkınması yönünde var olan iradenin sergilenmesi yönünde bir fırsat olduğunu belirterek, ülke genelinde 52 bin seçim bölgesi ve 120 bin oy sandığı ve bir milyonun üzerinde seçim görevlisinin yarınki seçimlerin başarılı bir şekilde yapılması için gerekli hazırlıkları yaptıklarını bildirdi.
seçimlere müdahale amacıyla İngilizlerin komplo içinde olduklarını belirten içişleri bakanı, İngiliz güdümlü bazı yayın kuruluşlarında İran'da kaçınılmaz olarak iki kutubun var olması, bunlardan birinin İngiliz yandaşı ve bir diğerinin ise İngiltere karşıtı olması gerektiği meselesinin propaganda edildiğini, ancak ülke içinde kesinlikle hiç kimsenin İngiltere'nin yandaşı olmadığını söyledi.
Rahmani Fazli yapılan anketlerde en düşük katılımın %70'in altında olmayacağını gösterdiğini belirtti.
Şiiliğin Var Oluş Feselefi
Allah’ın Adıyla
Son zamanlarda Türkiye toplumunda Şiiliğin “siyasi bir çekişmeden doğduğu“ algısı oluşturulmaya çalışılıyor. Bazen kelami ve fıkhi konular gündeme getirilerek, ihtilaflı konular tartışmaya açılıyor, bazen de dünyadaki siyasi gelişmeler gölgesinde İran/Şiilik tartışma konusu yapılıp Şiilik hakında yanlış bilgiler sunularak karalama yarışına giriliyor.
Gündemde olan bu konu iki alanda ele alınması gerekir; birincisi deliller ışığında Şiiliğin ortaya çıkış tarihi ve inançlarının beyan edilmesi ( kelami tartışma), ikincisi Şiiliğin var oluş felsefesi ( tarihi/siyasi tartışma).
İkinci konu, birinci konunun temelini oluşturduğundan önce “Şiiliğin var oluş felsefesi“ ortaya koyulmalı ki Şiiliğin ilkeleri, inançları, fıkhı v.s. alanlardaki öğretilerinin hakikatı hangi temel üzerine oturtulduğu anlaşılsın.
Şiiliğin var oluş felsefesi Nübuvvetin hikmetine bağlıdır; peygamberlerin gönderiliş felsefesinin ne olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Yaratılış felsefesi özellikle de insanlık tarihinin felsefesi beyan edilmeden nübuvvet, risalet ve son Peygamber sonrası dönem ve İslam tarihi doğru tahlil edilemez. Yanlış analizler, İslami öğretiler ve İslam ümmetinin kaderinin yanlış temel üzerine inşa edilmesine sebep olacaktır.
Peygamberlerin mirası
Hz. Adem’den (as) hz. Resul-u Ekrem‘e (s.a.a) kadar bütün peygamberlerin hedefi şirk, küfür ve putpersetliği yok edip “Tevhidi“ hakim kılmak, tağutları terk edip hidayet önderleri olan peygamberlerin “Risaletine“ itaati sağlamak ve yaratılış hikmetinini ortaya çıkacağı “Meada“ yöneltmektir.
Peygamberler üç alanda miras bırakmışlardır:
1-Evrensel bir din medeniyeti; tevhid, nübuvvet, mead ve dini hayat menifestosunu beyan eden evrensel İslam hukuku/şeriatı.
2-Toplumu yönetme mühendisliği; din medeniyetini hakim kılacak siyaset, idare, devlet sistem modeli.
3-İlahi hedefe ulaşmadaki strateji ve ilkeler; zamanın ve mekanın şartlarına göre küfür, şirk ve taağutla mücadelede ilkeler ve stratejiler.
Hatem-ul Enbiya Resulullah (s.a.a) sonrası İslam ümmeti arasında birinci alanda bir sorun yaşanmadı, ama ikinci alanda hemen peygamber sonrasında, üçüncü alan ise asırlardır sorun yaşanmaktadır.
Yani İslam hukuku ve anayasası çerçevesinde toplumun yönetim mühendisliğini, idare sistemini veya müdüriyetini kim belirleyecektir? sorusu gündeme geldi. Bu sorunun cevabında ümmet arasında iki düşünce tarzı ortaya çıktı.
a)Tevhidi dünya görüşü: Toplumun müdüriyeti ilahi kaynaklı olmalı, yani toplumu idare edecek sistemi ve şahsı Allah belirler. İlahi hükümleri tahriften koruyacak ( muhafız), tefsir ve beyan edecek ( mübeyyin), icra edip uygulayacak ( yönetici ve hakim) kişiyi belirlemek Allah’ın yetkilerindendir.
b)Beşeri dünya görüşü: Nübuvvet sonrası vahiy kesildiği için toplumu yönetecek şahıs ve sistemi belirleme insanlara bırakılmıştır. Artık vahyin gelmesine ihtiyaç yoktur, vahiy bütün insanlar içindir, özel bir beyan edene, müfessire gerek yoktur, yönetici seçmek konusu da ümmete bırakılmıştır.
Beşer tarihi boyunca “tevhidi dünya görüşünü“ savunan peygamberler olmuş, karşısındakiler ise beşeri dünya görüşünü savunan Nemrutlar, Firavunlar ve din adını kullanan taağutlar olmuştur.
Hatem-ul Enbiya Resul-u Ekrem sonrası birinci görüşü savunan ve devam ettiren Şiilik peygamberlerin varisi olduğunu, miras aldığı din medeniyetini hedefe ulaştırma misyonunu üstlendiğini ilan etmiş ve savunmuştur. Gadir-i Hum’a da bu mesajın, bu görüşün resmen ilanı olarak bakmıştır.
Şiiliğin, tarihi seyrinde İslam’ın ortaya çıkışının daha ilk gününden günümüze kadar hiçbir değişim ve tahrife uğramamasının yanısıra itikad, fıkıh ve siyaset alanında ilerleyerek din medeniyetini kemale doğru günümüze kadar aktarması, bu mektebin zamansal ve bölgesel olmadığını gösterir.
Şiiliğin var oluş felsefesi de, insanın yaratılış felsefesi ve nübuvvetin hikmetinin gölgesinde varlığını sürdürür.
Şiilik herhangi bir vakıa sonucunda veya bir kavga ve savaşın neticesinde ortaya çıkmış değildir.
Şiilik, birilerinin bir araya toplanıp karar vererek ortaya çıkarabilecekleri bir inanç değildir. Yani Şiilik siyasi bir çekişmeden doğmamıştır.
Birilerinin karşısına alternatif olarak çıkarılacak kadar basit, sıradan bir ekol de değildir.
Şiiliğin karşıtlığı veya alternatifi Ehli Sünnet değildir. Şiiliğin karşıtlığı beşeri ideoloji ve sistemlerdir. İslam ümmeti arasında ise Şiiliğin karşıtlığı ikinci görüşü savunanlar olarak ortaya çıkmıştır.
Nübuvvet dönemi sonrası İslam toplumunun yönetimini belirleme merkezi pratikte beşerleştirildi, yani insanların yetkisine verildi. Böylece İslam toplumunda saltanat, padişahlık, şahlık, krallık, sultanlık gibi düzenlerin önü açılmış oldu.
İşte Peygamber sonrası nübuvvetin mirascısı Şiilik olduğu için karşısına alternatif olarak beşeri sistemler çıkarıldı.
Ehli Sünnet, Resulullah’tan (s.a.a) iki asır sonra itikadi ve fıkhi mezheb olarak ortaya çıktı. Ve bu alandaki mirası yaşatma çabasını gösterdiler. Geçen bu zaman zarfında Ehli Sünnetin İslam ümmetinin yönetimi hakkında herhangi bir teorisi olmamıştır. Ehli Sünnet alimlerinin önde gelenleri İslam ümmetine musallat olan Emevi ve Abbasi saltanatlarını İslami yönetim olarak görmediklerinden onların yönetiminde görev almaktan kaçınmışlardır.
Günümüzde müslümanların çoğunluğunu oluşturan Ehli Sünnet öz olarak Şiilikten ayrı bir düşünce tarzına sahip değildir. Ehli Sünnet itikadının özünde de beşeri sistemlerin meşruiyetlerinin olmadığı yatmaktadır.
Şiilik ve Ehli Sünnet arasında ortak inanç; Tevhid, Nübuvvet ve Mead ilk günden günümüze kadar korunmuş, fıkıh alanındaki teferruatta ayrılıklar ise Kur’an ve Sünnet dışındaki dini kaynakların farklılığı, içtihad ve taklidin ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu ayrılık noktaları Ehli Sünnet mezheplerinin kendi arasındaki içtihad farklılığından daha fazla değildir.
Ehli Sünnet mezhepleri itikad ve fıkıh alanlarında yoğunlaşmasına rağmen siyasi alanda teoriler üretememiştir ve neticede hakim otoritelerin gölgesinde İslam’ın itikadi ve fıkhi öğretilerini korumayı tercih etmişlerdir.
Şiiliğin, genelde insanlığın özelde müslüman toplumunun idaresiyle ilgili olarak önerdiği tevhidi görüş sistemi karşısında aciz kalan beşeri sistemler hakimiyetlerini meşrulaştırmak için yine dini kullandılar. Ve Şiiliğin karşısında Ehli Sünnetin arkasına saklandılar. Beşeri dünya görüşünü savunanlar, siyaseti dinden ayırdılar. Siyasetin dinden ayrılması iddia edildiğinin aksine yeni değildir ve kökleri Peygamber sonrası döneme kadar uzanmaktadır. Sonraları ise belli bir siyasal sistem teorisi bulunmayan Sünniliği kanatları altına alan gayri meşru iktidarlar aslında bu yolla kendi hayatlarını dini kisve görüntüsü altında garantiye aldılar.
Emeviler, Abbasiler ve daha sonra iktidara konan handan ve sülalelerin hiç birisi Sünni devleti olarak ortaya çıkmamışlardır. İktidarı ele geçirdikten sonra sultalarını sürdürmek doğrultusunda işlerine gelen mezhepleri resmileştirmeye, desteklemeye ve yaymaya koyuldular. Çünkü bu saltanatların hiçbirisinin din derdi yoktu. Ülkeler fethedip hükümranlık alanlarını genişletmeye öncelik veren bu b iktidarların peygamberlerin mirasına sahip çıkıp insanlığı kemale ulaştırma diye bir endişesi asla olmamıştır.
İslam ümmeti arasında ortaya çıkan ihtilaf Allah’ın varlığında değildi, Peygamberin nübuvvetinin kabulü veya reddi de sözkonusu değildi, Mead/Kıyamet inancı da inkar edilmiyordu. İhtilaf tamamen siyasi bir konuydu; Peygamberlerin mirasına sahip çıkma, onların siretini, yolunu devam ettirme konusuydu.
Şiilik, peygamberlerin mirasının varisi olarak var olmuştur, peygamberlerin mirasını taşıma misyonunu üstlenmek için varlığı gerekliydi. Dolayısıyla Şiilik beşerin yaratılış hikmeti ve nübuvvetin felsefesi ile uyum içinde var olmuştur.
Şiiliği „Hatemiyet“ doğurmuştur. Yani Şiilik, insanın yaratılış hikmetini ilahi öğretilerle beyan edip hakim kılmak isteyen hidayet önderlerinin siretinin nübuvvet sonrası yorumudur.
Resulullah’ın (s.a.a) hatem-ul enbiya/ son peygamber olması, peygamberliğin bittiği anlamına gelmez. Resulullah’ın (s.a.a) peygamberliği kıyamete kadar sürecektir. Peygamberlerin getirdiği ve Resulullah’ın (s.a.a) kemale ulaştırdığı ilahi dini, yani din medeniyeti mirasını koruyacak, zamana göre beyan edecek ve sonunda hakim kılacak bir varisi olmalıdır. Şiilik bu misyonu üstlenmek için var olmuştur. Din medeniyeti zamanın gereksinimine göre ilmi olarak beşeri toplumlara sunulmalıdır.
Şiiliğin, imamet ve velayetin ilahi kaynaklı olduğunu iddia etmesinin sebebi budur. İmametin manası şudur; ilahi kaynaklı olan imametin üç özelliği vardır; a) İmametin, Kur’an ve Sünnetten sonra dinin kaynağı olması, b) İmamların dini hatasız beyan ve tefsir etmesi, c) din medeniyetini tamamen dünyaya hakim kılacak olması; ilahi hükümlerin İslam‘ın devlet şemsiyesi altında pratize edilmesi.
Realitede bunlardan geçekleşmeyen sadece üçüncüsüdür yani ilahi hükümler İmamet devleti şemsiyesi altında pratize edilemedi. Diğer ikisi en mükemmel bir şekilde yerine getirilmiştir. Tarih boyunca Şiilik İslam‘ın ilmi önderliğini, irfan ve ahlaki önderliğini ve iktidarda olmasa da siyasal liderliği sürdürmüştür. Çünkü beşeri sistemler karşılarında sadece Şiiliği engel görüyorlardı ve günümüzde de kendi medeniyetleri karşısında tek engel görmektedirler.
Realitede ümmetin idaresinin İslam‘ın öngördüğü model ile gerçekleşmemesi, realitenin hak olduğunu göstermez. Peygamber sonrasından günümüze kadar var olan, realitede hakim olan beşeri sistemleri meşru göstermek için kılıf uydurmak veya tevcih etmek ona hakkaniyet kazandırmaz. Bu açıkca, din medeniyetini devre dışı bırakmak, sıratı mustakimden saptırmak ve peygamberlerin mirasını tahrif etmek demektir.
Şiiliği, Şiiliğin varoluş felsefesi bilinmeden ve kırmızı çizgileri, yani temel ilkeleri öğrenilmeden tanımak mümkün değildir.
Kısaca anlatmak istediğimiz şudur; Günümüzde Şiilik tanınmak isteniyorsa ortaya çıkış felsefesi ve temel ilkeleri tanınmalıdır. Şiiliğin her öğretisi ve iddiası bu temeller üzerine bina edilmiştir:
1-Şiilik, Peygamberlerin mirasçısıdır.
2-Din medeniyetini bütün dünyaya hakim kılmak Şiiliğin yegane nihayi hedefidir.
3-Dinin hukuk ekseninde siyasal İslam sistemi oluşturulmalıdır. Çünkü İslam’ın devleti kurulmadan din medeniyetinin hakimiyeti mümkün değildir.
4-Nihayi hedefe ulaşana kadar İslam ümmetinin ilmi önderliği devam ettirilmelidir.
5-Din medeniyetinin karşısındaki bütün ideolojiler taağuttur.
6-Tağutlara karşı mücadele nebevi siret ile olmalıdır.
Şiilik bu temeller üzerine var olmuştur. Tarih boyunca Şii ulema bu temelleri beyan etme ve din medeniyetinin öğretilerini bu temel üzerine inşa etmeye çalışmışlardır.
Sabahattin Türkyılmaz /RASTHABER
‘Erdoğan, Esad’ın devrilmeyeceği gerçeğiyle yüzleşmeli’
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın yakın zamanda devrilmeyeceği ‘acı gerçeğiyle’ yüzleşmesi gerektiğini söyleyen eski üst düzey CIA yetkilisi Graham E. Fuller, Erdoğan’ın kişisel çıkarlarıyla Türkiye’nin ulusal çıkarlarının benzerlik taşımadığını belirtti.
Consortiumnews.com’a yazdığı yazıda, Türkiye’nin mevcut dış politikasını ‘fiyasko’ olarak nitelendiren Fuller, “İronik olansa işleri bu hale getiren Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ekibinin, 10 yıl önce yeni, yaratıcı ve başarılı bir dış politika için alışılmadık adımlar atan aynı ekip olması” dedi.
Türkiye’nin, İran, Irak, Rusya, Çin, ABD, Avrupa Birliği, Suriye ve Ortadoğu’daki Kürtlerle ilişkilerinin zarar gördüğünü belirten eski CIA yetkilisi, “Bunun yerine Suudi Arabistan’la şaibeli, tehlikeli ve geleceği olmayan bir koalisyona giriştiler” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bu durumu tamir edebilmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Esad gitmek zorunda’ planının başarısız olduğuyla yüzleşmesi gerektiğinin altını çizen Fuller, sonrasında ise Ankara’nın Suriye’ye barışı getirmek için verilen çabaya ortak olması ve Riyad’ın ‘Şam’ın büyük bir Sünni ordusu tarafından ele geçirilmesi’ yönündeki ‘absürd hayali’ni reddetmesi gerektiğini belirtti.
Suudi Arabistan’la bağları koparan bir Türkiye’nin İran, Irak ve Rusya’ylaolan ilişkilerini de düzeltmesi gerektiğine dikkat çeken Fuller, şöyle devam etti:
Moskova’nın Suriye denklemine girmesi gerçeği, Ankara’nın fikirlerini ve buradaki hareket kabiliyetini azalttı. Ve Ankara Rusya’yı diplomatik olarak yenemedi. Dahası, sevin ya da sevmeyin Moskova, Suriye’de politik bir çözümü zorlamak için iyi bir konumda.”
Hamas yetkilisi: İran-Hamas ilişkileri stratejiktir
Hamas Hareketi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı, İran ve Hamas ilişkilerinin stratejik olduğunu ve bazı kirli ellerin bu ilişkileri bozmaya çalıştığını söyledi.
Mehr Haber Ajansı’na demeç veren Hamas Hareketi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Osama Hamdan, İran ile Hamas arasında ciddi anlaşmazlıkalrın olduğuna dair yayınlanan haberlere tepki gösterdi.
Hamdan, “Hamas Hareketi’nin İran’la ilişkiler konusundaki duruşu apaçık ve stratejik olarak sırf siyasi ilişkilerden öteye geçmektedir” diye konuştu.
Iran ve Hamas ilişkilerinin iyi olduğu, ancak bazı kirli ellerin bunu tahammül edemediğini belirten Hamdan, “Kimileri İran-Hamas ilişki düzeyinden rahatsız olduğu için aramızı bozmak için ellerinden geleni esirgemiyorlar” diye açıkladı.
Al-Arabiya Kanalı’nda yayınlanan ve Musa Abumarzuk’a ait olduğu söylenen ses kaydının cımbızlandığını ve yayının direct bir şekilde İran-Hamas ilişkilerini hedef aldığını aktaran Hamdan, “Bazı kirli eller bu ses kaydını yayınlamaya kalkışarak İsrail’in durumu kötüye kullanmasına neden olmuşlardır. Ses kaydını yayınlayan birçok basının İsrail’e ait olduğunu görüyoruz. Geçen günlerde de İsrail dışında kimse bu meselenin üzerinde yoğunlaşmamıştır” vurgulamasında bulundu.
Böyle işleri gerçekleştirenlerin asıl amaçlarının İran-Hamas ilişkilerine son vermek olduğunu kaydeden Hamdan, “İran’la ilişki düzeyimiz böyle konuların çok ötesinde ve Tahran’ın da bu duruma karşı gösterdiği tutum tamamen kardeşçe olmuştur. Tahran böyle bir ses kaydın yayınlanma amacının net olarak ikili ilişkileri zedelemek olduğunu biliyor. Öte yandan Hamas liderleri de ses kaydı konusunda İran ile aynı düşünceyi paylaşıyor” açıklamasında bulundu.
Hamdan sözlerinin sonunda Hamas’ın kimilerinin emellerine ulaşmasına izin vermeyeceğinin altını çizerek, “İran-Hamas ilişkileri çok boyutlu olduğundan dolayı eskisi gibi devam ediyor ve bir anlaşmazlık ortaya çıktığı zaman ise çözüm bulmaya çalışıyoruz. Hedefimiz ilişkileri zayıflatıp ona darbe indirmek değildir” diye ekledi.