
کارگر
Ayetullah Hatemi: Türkiye, Amerika'nın yıpranmış ipine sarılmış
Suriye'deki takfirci teröristlerin anası Suudi Arabistan olduğunun altını çizen Tahran Cuma namazı hatibi, Türkiye'nin, Amerika'nın yıpranmış ipine sarıldığını söyledi.
Bu haftanın Tahran Cuma namazı, Tahran İmam Humeyni(r.a) musallasında, Ayetullah Seyyid Ahmed Hatemi'nin imamlığıyla eda olundu. Hutbesinin ikinci kısmında yüzlerde Şii mensubunun Nijerya'da şehit düşürülmesine işaret eden Tahran Cuma namazı hatibi, Nijerya yönetiminin bu gibi girişimleri başta Siyonist rejimine olmak üzere DAEŞ ve Bokoharam gibi tekfirci teröristlerin yararına olacağını ifade etti.
Ayetullah Ahmed Hatemi, Nijerya yönetiminine hitapta bulunarak, Nijerya yönetiminin bu gibi girişimleri Siyonist bağlantılı olduğunu konuşmasına ekledi.
Hutbesinin devamında PMD olarak adlandırılan İran nükleer dosyasının Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun nezdinde kapatılmasına işaret eden Ayetullah Hatemi, söz konusu dosyanın kapatılmasından dolayı İran Cumhurbaşkanı'na ve nükleer müzakereci heyetine teşekkürlerini dile getirerek, 12 yıl boyunca İran'a yönelik yalanlar savrulan 5+1 ülkelerinin bu yalanları uluslararası topluma taşınarak İran milletinin hakkının korunmasını talep etti.
Tahran Cuma namazı hatibi, bu başarının İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei'nin yol gösterici tutumları doğrultusunda elde edildiği dolaysıayla, seçimler için siyasi amaçlı olarak kullanılmamasına uyarıda bulundu.
Hutbesinin diğer bölümünde Türkiye'nin Irak'a yaptığı askeri çıkarmaya işaret eden Tahran Cuma namazı hatibi Ayetullah Hatemi, "Amerika'nın yıpranmış ipine sarılan Türkiye, ABD'nin verdiği rota doğrultusunda Rus uçağını düşürdü ve Irak'a askeri çıkarma yaptı"diye konuştu.
Amerika'nın, bölge ülkelerini araç olarak kullandığına dikkat çeken Ayetullah Hatemi, "Amerika, uşaklarının kullanım tarihi sona erdikten sonra onları peçete gibi dışarı atar"dedi.
Tahran Cuma namazı hatibi, konuşmasının devamında, Suudi Arabistan tarafından kuruluan sözde terörizm karşıtı koalisyona işaret ederek, DAEŞ aleyhinde oluşturulan bu koalisyonu siyasi bir mizah olarak niteledi. Ayetullah Hatemi, başta Suriye'de olmak üzere İslam dünyasındaki tekfirci teröristlerin anası Suudi Arabistan olduğunu kaydetti.
Ayetullah Hatemi, terörizmle mücadelede verdiği sözde çabalar dolaysıyla Nijerya kralını tebrik eden Suudi karalın aklını kaçırdığını konuşmasına ekledi.
Savunma Bakanı: "İmad" konvansiyonel bir silahtır
Savunma Bakanı General Dehkan, İran'ın kendini savunmak amacıyla "İmad" füzesi de dahil tüm konvansiyonel silahlardan yararlanacağını bildirdi.
İRİB Dış Yayınlar Servisinin bildirdiğine göre, dün Malik Eşter teknik üniversitesi araştırmalar ve teknoloji festivali açılış töreninde konuşan İran İslam Cumhuriyeti Savunma ve Silahlı Kuvvetler Lojistik Bakanı General Hüseyin Dehkan, sulta düzeninin İran İslam Cumhuriyetinin kendini savunma amaçlı silahlar ve teknoloji elde etmesini kesinlikle istemediğini ve bunu engellemek için de tüm imkanlarını kullandığını ifade etti.
"KOEP kabul edildiği günden şimdiye kadar hatta tek bir gün, tek bir saat, tek bir an bile muhtelif deneylerimize ara verilmemiş, kendi tatbikatlarımızı, savunma sanayi üretim ve araştırmalarımızı sınırlandırmamışız. Çünkü savunmayı kendi kesin hakkımız olarak görmekteyiz ve ülkemizi savunmak amacıyla her türlü konvansiyonel silahtan yararlanacağız" ifadalerini kullanan General Dehkan, İran İslam Cumhuriyeti’nin savunma alanında sürekli bir gelişme içinde olmak istediğini, bunun için de düşman'ın sürekli olarak İran'ın önüne engeller çıkardığını söyledi.
Tuğgeneral İsmaili: Düşmanın istihbarat hakimiyeti sıfır
"Bölge dışı ülkeler İran çevresinde güveliksizlik çıkarmak peşindeler"diyen Hatem'ül Enbiya Hava Savunma Karagahı Komutanı, düşmanın İran üzerindeki istihbarat hakimiyetinin iddia etmesine sıfır olduğunu söyledi.
Erak Hava Savunma Akademisi'nin mezuniyet töreninde konuşan İran İslam Cumhuriyeti Hatem'ül Enbiya Hava Savunma Karagahı Komutanı Tuğgeneral Ferzad İsmaili, hava savumna karargahının ülkeyi korumasına yönelik 24 saatlık çalışmaları ve görevlerini anlattı.
Tuğgeneral İsmaili, savunma techizatları bakımından İran'ın hiçbir ülkeye bağlı olmadığının altını çizdi.
Konuşmasının bir bölümünde bölgede yaşanmakta olduğu gelşmelere işaret eden ve bölge dışı ülkeler İran çevresinde güveliksizlik çıkarmak peşinde olduklarını ifade eden Hatem'ül Enbiya Hava Savunma Karagahı Komutanı, düşmanın İran üzerindeki istihbarat hakimiyetinin iddia etmesine rağmen sıfır olduğunu söyled
Şeyh İbrahim Zekzaki ve Nijerya'da Şiilik Akımı
Nijerya ordusunun Zaria kentinde Şeyh İbrahim Zekzaki'nin evine düzenlenen baskında ölü sayısı yüzlerle ifade ediliyor.
Pazar günü Nijerya ordusu, Zari kentinde bulunan ve bir programa katılan Şeyh İbrahim Zekzaki'nin tutuklanması için, programın düzenlendiği mekana operasyon düzenledi.
Operasyonda yüzlerce Müslüman Şii, ordu tarafından katledilirken İbraim Zekzaki, eşi ve çocuğu hakkında ne yazık ki kesin bir bilgiye ulaşılamıyor.
Geçen yıl Ramazan ayında Kudüs günü yürüyüşlerinde buna benzer bir olay yaşanmış, yine yüzlerce Müslüman öldürülmüş ve Şeyh İbrahim Zekzaki'nin üç oğlu da şehitler arasında yer almıştı. Yaşanan bu faciaya rağmen, Şeyh İbrahim Zekzaki önderliğindeki İslami Hareket, halkı sukunete çağırmış ve olayların büyümesini engellemişti.
Ancak her defasında Nijerya'da yaşayan Müslümanların yüzde 10-20sini oluşturan Şii Müslümanlara karşı yürütülen bu tür operasyonlar, dünya kamuoyunda gerektiği ilgiyi görmüyor ve şimdiye kadar defalarca yaşanan bu olaylar medya ve basın organları tarafından örtbas edilmeye çalışılıyor.
Nüfusunun yüzde 50si Müslüman olan Nijerya'da 1980lerde faaliyetlerine başlayan İslami Hareket ve bu hareketin başındaki İbrahim Zekzaki, ülkede Ehlibeyt mektebinin tanınmasında ve halkın bu mektebe yönelim göstermesinde çok önemli bir role sahip. Yaklaşık 30 yıldır faaliyetlerini sürdüren İslami Hareket, ülkede 15 milyon kadar Müslüman'ın Ehlibeyt mektebiyle tanışmasına ve bu mektebe bağlanmasına vesile oldu.
Afrika'da diğer birçok ülkede olduğu gibi şiddetin ve kanın durmadığı bir ortamda şu ana kadar adı kanlı eylemlerle anılmayan ve devlete karşı herhangi bir ayaklanmada yer almayan İslami Hareket, özellikle Nijerya'nın orta kuzey kesiminde oldukça faal durumda.
Yıllar içinde milyonlarca Müslüman'ın Ehlibeyt mektebine kazandırılmasında önemli katkıları olan bu hareket, ne yazık ki selefi-vahabi düşünceli Arap ülkelerin ve bunların başında Suudi Arabistan'ın dikkatini çekmiş durumda. Ülkede son yıllarda adından söz ettiren ve kanlı eylemleriyle tanınan Boko Haram vb. terör örgütleri, İslami sloganlarla ve Arabistan gibi İslam'a değil de Siyonist rejime hizmet eden ülkelerden aldıkları finansal güçle ülkede eylemlerine rahatlıkla devam edebiliyor.
Şimdiye kadar binlerce masum insanın ölümünden sorumlu olan bu terör örgütü karşısında, içlerinde Amerikan ordusundan askerlerin de bulunduğu Nijerya ordusu dikkate değer bir başarı göstermezken, İslami Hareket gibi kültürel ve toplum içinde yer edinmiş hareketlere karşı baskılarını gün geçtikçe artırabiliyor.
Nijerya ülkesi, diğer bazı Afrika ülkelerinde olduğu gibi darbeler ve iç çatışmalarla dolu bir ülke. Nijerya'nın yeni devlet başkanı Muhammadu Buhari yakın zamanda İran'ı ziyaret etmiş ve dini lider İmam Hamaney'le bir görüşme yapmıştı. Görüşmede İmam Hamaney, terörizme karşı batılı ülkelerin özellikle Amerika gibi ülkelerin desteğini beklemenin yanlış olduğunu, bunun yerine İslam ülkelerinin kendi aralarında iş birliği yapmaları tavsiyelerinde bulunmuştu.
Ancak ülkede ordu-devlet arasındaki kopukluğun bir türlü düzeltilemediği şu durumda, daha çok ABD ve İsrail yanlısı olan ordunun resmi devleti görmezden gelerek bu tür kanlı eylemlerde bulunması bölgedeki durumun vahametini ortaya koyuyor.
Afrika kıtasında Şiilik akımının öncüsü olabilecek bir hareketin her zaman kendileri için tehlike arz ettiğini ve bunun gelecekte kendi misyonlarının sonu olacağını bilen iki düşman sistem (-Kapitalist ve -Selefi,Vahabi) bu hareketin engellenmesi için her türlü şiddete ve insanlık dışı baskılara baş vurabiliyor.
Neden Şeyh Zakzaki hedefte?
Allah’ın adıyla
Neden Cumhurbaşkanı Buhari ve bugünkü Nijerya hükümeti Şeyh Zakzaki’yi hedefliyor?
Hem dışsal ve içsel faktörler vardır.
Dış faktörler:
1.Batı Emperyalizmi ve Siyonistler
“Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan makyaj. Onların yeryüzünde en güçlü ulusları içermektedir, hepsi ulusları ve kaynaklarını kontrol etmek istiyor. Nijerya Afrika kıtasında en çok nüfusa sahip büyük bir ülke. Nijerya Emperyalizm uşaklığı tam yapan bir liderlik tarafından yönetiliyor.Ülkenin tüm potansiyellerinin ahlaksızca sömrülmesine izin veriliyor.
Şeyh Zakzaki bir dizi anti-emperyalizm kimlik bilgilerine sahip ve sürekli faaliyetleri halkını bu yönde uyandırmak. Bu onun ilk ‘günah’ı.
2.Şeyh Zakzaki’ nin sonraki ‘günah’ı Pro-Filistin faaliyetlerdir.
Batı emperyalizmi Filistin’I gündeminin başına alan bütün söz ve faaliyetleri susturmak ister. Şeyh Zakzaki Filistin davasına verdiği desteğin en belirgin kurbanları 3 oğlunun Nijerya ordusu tarafından geçen yılki Pro-Filistin mitinginde katledilmesidir.
3. Emperyalistlerin gerçek sponsorları olan Boko Haram’a karşı direnişidir.
4.Bir başka konu, Batı emperyalizminin İslam dünyasında kendi emperyalist gündeme büyük bir tehdit olarak İran’ı kabul etmiş olması ve bağlantıları ile savaş ilan etmesidir. Tüm İran yanlısı gruplar hedef onlara, standart bir politikadır. Ya doğrudan onları hedef veya onları dolaylı kuklaları olan ev sahibi hükümetleri kullanarak hedefe koyar.
İç Faktörler:
Sonra artık iç faktörleri göz önünde bulunduralım. İlk konu Suudi Arabistan hükümeti tarafından desteklenen mezhepçilik politikaları… Bu mezhepçilik politikaları Sünni ve Şii toplulukları olan tüm ülkelerde teşvik edilmektedir. Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerde yüzbinlerce masumun katliamının asıl nedeni.. Nijerya tekfirci yönetiminde Suudi- sponsorluğu tarafından mezhepçilik tam olarak desteklenir ve Batı emperyalizmi tarafından desteklenmesinin de bu yüzden olduğunu anlamak zor değil.
Vahabizm; bu Vahabiler bazı yetkili askeri ve diğer pozisyonlarda bulunurlar, bu durum kuzey Nijerya’da daha yaygındır.
Bir diğer faktör Nijerya’da güçlü ve iyi organize olmuş Siyonist İsrail lobisinin olması. Eski Nijerya Cumhurbaşkanı Goodluck Jonathan’ın ve özellikle Nijerya askeri ve diğer güvenlik kurumlarının Nijerya’da siyonist rejim İsrail infiltrasyon destekli bir Hıristiyan-Siyonist olduğunu bilmemiz gerekir.
Suudi ve Siyonist İsrail yanlısı grupların Şeyh Zakzaki ve liderliğini yaptığı İslami Harekete karşı kini birleştirilmiştir. Onu Nijerya’da kendi çıkarları için büyük bir tehdit olarak kabul ederler.
Sonuç:
Şeyh İbrahim Zakzaki onun İslami Hareketi yılgınlık göstermeden, bıkıp usanmadan yola devam ederken sıkıntılara katlanmalı ve sabırlı olmalıdır. Onlar efsanevi barışçı duruşu korumak zorundadır ve emperyalizmin bu köpeklerine onları kışkırtmak için izin vermemeliyiz. Akıl ve ikna yoluyla ancak başarılabilir.
Allah kaderlerini Emperyalist/siyonistlere teslim etmeyen direnişçilere, mustaz’aflara zafer nasip edecektir elbet.
Yavuz Kaya
“Mezhepçilik” fitnesini kim niçin körüklüyor?
Allah’ın adıyla
İslam ümmetinin gerek tarih sürecinde ve gerekse çağdaş zamanlarda duçar olduğu en büyük iç musibet, künhü taassup ve cehaletten oluşan, akılları dumura uğratıp ruhları canavarlaştıran mezhepçilik fitnesidir. İslam tarihine kısa bir göz atanlar göreceklerdir ki, ümmetin mezhep fitnesine verdiği kurbanlar ve ödediği bedeller, Haçlı Seferleri ve Moğol İstilasına karşı verilenlerle yarışır durumdadır.
Oysa İslam dünyasının hem iç sorunlarının halli ve hem de küresel müstekbirlerin tasallutundan kurtulabilmek için yegane çıkış yolu “vahdet”tir. Etnik ve mezhebi ayrışmalar zahirde ve batında sadece “şeytan”ı memnun etmektedir. Zira tefrika şeytandan, vahdet ise Rahman’dandır.
Bu noktada her Müslümanın öncelikli görevi vahdeti tesis etmek ve korumaktır. Vahdete aykırı duruş serdetmek ve hele de mezhepçilik elbisesini kuşanmak, düşmanın (emperyalizm ve siyonizm’in) kılıcını keskinleştirmektir. Bu noktada İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamaney’in sözünü hatırlamamak mümkün değil. O şöyle buyurmuşlardı: “Vahdeti kim bozarsa haindir! İslam’a ve Müslümanlara ihanet etmiş olur. Kim olursa olsun. Şii de olsa Sünni de olsa sonuç aynıdır…”
Hiç kuşkusuz akıl sahipleri açısından bu söylediklerimiz itiraz götürmeyecek gerçeklerdir. Ama maalesef son yıllarda ülkemizde “mezhepçilik” bazı eller tarafından sürekli kaşınıyor. Üzülerek ifade etmeliyiz ki, Türkiye’de sürekli artan bir trendde siyasi çevrelerden dinsel yapılara, akademik dünyadan medyaya kadar çok geniş bir yelpazede etkin ve yetkin şahsiyetler, cemaat ve kanat önderleri, gazeteciler, akademisyenler mezhepçi bir dil kullanıyorlar. Sanki bazı kirli eller, yedi başlı canavarı uyandırarak kazanımlar elde edebilecekleri hülyasındalar.
Bu noktada şu soruya cevap aramak gerekiyor: “Mezhepçilik fitnesini kim, niçin körüklüyor?”
Mezhepçiliğin körüklenmesinin her çevre için farklı sebepleri olduğunu düşünüyorum. Ancak önce bir genel tespit yapmalıyız. Zira bu genel tespit irdeleyeceğimiz özel sebepleri de anlamamızı kolaylaştıracaktır kanaatimce.
İki binli yılların hemen başında “iktidar, imkan ve makam”la tanışan Türkiye İslamcılığının sağlam ve derin bir “ilmi, irfani, ahlaki, kültürel, siyasi” zeminde oturmadığı kısa zamanda faş oldu. Zira İslamcılık, “iktidar, imkan ve makam”a yön ve şekil veremedi. Bilakis “iktidar, imkan ve makam” İslamcılığa yön ve şekil verdi. Bu tespitin sağlamasını yapmak için Türkiye İslamcılığının son on yıllık savrulma macerasına göz atmak yeterli olacaktır.
Sığ ve yüzeysel fikri yapı, ritüellerin kutsanmasından oluşan din algısı kısa zamanda Türkiye İslamcılığını “Yeni Osmanlı” olarak ifadelendirilen “ben” merkezciliği açığa çıkardı. “Ben” demek “hak” demekti. Böylece doğal olarak “benim ulusum kutsaldır ve benim mezhebim hakkın kendisidir” algısı taraflara kendiliğinden aşılanmış oldu ki, bu birinci aşama idi. İkinci aşama da ise; “Benim gibi olmayan bana karşıdır. Bu kutsal projenin düşmanıdır ya da karşıtıdır” algısı yaygınlaştı.
İç gelişmelere paralel yürüyen başka bir gerçeklik daha vardı. Suriye Vekalet Savaşı, Irak olayları, Yemen iç savaşı ve Bahreyn direnişi başta olmak üzere Ortadoğu’da örtülü ve seyreltilmiş olarak devam eden dünya savaşında konum olarak Türkiye’nin “Atlantik (ABD – AB ve dolaylı olarak İsrail) Cephesi”ni seçmiş olması ve kağıt üzerinde çok kazançlı gözüken hayallerin sahada karşılık bulamaması, olup biteni izah etme ve yapılanları meşrulaştırma için kamuoyunu domine edecek bir argüman bulunmasını gerektiriyordu…
Bu genel tespitlerden sonra şimdi “mezhepçilik fitnesi”nin körüklenmesinin özel sebeplerine geçebiliriz.
1- Dinsel yapı ve kurumların ilmi, fikri, irfani, felsefi yetersizliklerini bastırma çabası. Kitle iletişim araçlarının hiç olmadığı kadar hızlanıp yaygınlaşması “Ehl-i Beyt” kaynaklı bilgileri tarihte hiç olmadığı kadar açığa çıkarıp tartışılır hale getirdi. Bu zamana kadar bir tür “mektep içi tartışma” şeklinde yürüyen etkileşim bir anda “mektepler arası etkileşim”e dönüştü.
Ehl-i Beyt’ten sudur eden bilgi, “dinsel yapı ve kurumlar”ın ne kadar sığ ve yüzeysel olduğunu aşikar etmeye başladı. Bu durumda bu yapıların yapabileceği iki şey vardı; ya bu bilgiler ışığında inanç dünyalarını yeniden gözden geçireceklerdi ya da kendi mevcut konum ve pozisyonlarını korumak için taassup yoluna sapacaklardı. Maalesef kahir ekseriyetle ikincisi tercih edildi. Sığ ve yüzeyselliği gidermek yerine “mezhepçilik” yapılarak hâlihazırı korumak yolu seçildi.
2- İslamcı çevrelerin Amerikancı ve NATO’cu duruşlarını gizleme çabası. Türkiye İslamcıları, küçük istisnalar dışında ”İslam’ın talepleri ve kendi eski söylemleri”ni yok sayarak gerek bölgesel ve gerekse küresel meselelerde bir zamanlar “Büyük Şeytan” olarak tanımladıkları Amerika ve yine bir zamanlar “Haçlı Ordusu” olarak adlandırdıkları NATO’nun yanında konumlandılar. Amerika’nın vicdanına sığınmaktan sakınmadılar. Vatan sınırlarını NATO sınırı olarak adlandırmaktan çekinmediler.
Ve onlar bu durumda iken Amerika ve NATO karşısında varoluşsal mücadele veren örnekler de ortada idi…
İşte bu durumu hem kendi vicdanlarına ve yönlendirdikleri taraftarlarına ve hem de coğrafya da etki etmek istedikleri halklara izah etmeleri gerekiyordu. Yapılması gereken yanlışı sorgulamak ve tutturulmuş yanlış yoldan dönmekti. Ancak Türkiye İslamcılığı yanlıştan dönmek yerine bu tarihi günah ve hatalarını örtmek ve yaptıklarını meşrulaştırmak için mezhepçi bir söylemi seçti. Mezhepçi bir söylem ile suçlarını bastırmaya ve bu tarihi günahın sorumluluğunu başkalarına atfetmeye koyuldular.
3- Emperyalizm, (doğal olarak Siyonizm) ve Vahhabizm ile birlikte yürütülen Ortadoğu faaliyetlerini meşrulaştırma çabası. Türkiye İslamcılığının son on yıllık macerasına bir göz atılırsa başta Suriye olmak üzere Irak, Bahreyn, Yemen, Libya ve Lübnan’da emperyalizm (yani Amerika) ile tam bir uyum içerisinde olduğu görülür.
Uzun süre “İslami ve insani kavramlarla süslenmiş” söylem dolayısıyla geniş kitleler bu hakikati göremediler. Ancak bu gerçeklik, süreç ilerledikçe gerek iç kamuoyunda ve gerekse tüm bölge halkları nezdinde belirgin bir hakikate dönüştü.
Bu yanlış yoldan geri dönmek için ele geçen tüm tarihi fırsatlarda olmaz hayaller uğruna heba edildi. Nihayetinde iflas denilebilecek bir noktaya ulaşıldı. Coğrafya da “Suud ve Katar”dan başka dostumuz kalmadı. Bu reel durumun sorumluluğunu üstlenmek ve yeni sorgulamalarla yeni yollar açmak gerekiyorken Türkiye İslamcılığı, bu durumdan kurtulmanın yolu olarak “mezhepçilik” argümanını seçti.
4- Ortadoğu’da ki kan ve gözyaşı deryasının vicdani sorumluluğundan kurtulma çabası. Son yıllarda Ortadoğu bir nevi cehenneme döndü. Tüm coğrafya ele alındığında milyonları bulan can kaybı, on milyonlarca mülteci, harap edilmiş yurtlar, çiğnenmiş kutsallar ve kirletilmiş namuslar… resim bundan ibaret.
Bu resmin sorumluluğu kime ait? Türkiye İslamcılığı bu sorunun sorulmasına bile karşı. En kör vicdanları bile kanatan ve yaralayan bu kan ve gözyaşı deryasının açığa çıkmasında sorumluluklarının olup olmadığını sorgulamaya bile cesaret edemiyorlar. Peşinen suçlu ilan edilmiş! Öteki ülke ve öteki mezhep!
….
Peki, bu hastalığın bir panzehri var mı? Bu sıkışmışlık ve tükenmişlikten bir çıkış yolu var mı?
Evet, mutlak ve yegane bir çözüm yolu var: “Vahdet”! İslam dünyasının tüm dertlerinin dermanı “vahdet”tedir. Vahdet, insanların kendi mezheplerinden vazgeçmesi ya da ihdas edilecek yeni bir mezhepte buluşulması değildir. Vahdet, herkesin kendi mezhebi inanç ve fıkhını yaşarken İslam’ın ve ümmetin ortak sorunları karşısında ortak yaklaşım ve sorumluluk kuşanmasıdır.
Ortak düşmana karşı ortak duruş! Ortak düşman bellidir: Emperyalizm, Siyonizm! O zaman vahdetin anlamı şudur: “ Emperyalizm ve Siyonizm ile iş tutmak İslam’a ve ümmete ihanettir! Emperyalizm ve Siyonizm’e karşı direnmek ise ümmeti ve İslam’ı muhafaza etmektir. Emperyalizm ve Siyonizm’e kaşı yapılan her türden savunu ise İslam’ı ve ümmeti savunmaktır!”
Son sözümüz ise şudur: “Mezhepçilik yedi başlı bir ejderhadır. Musibettir. Fitnedir. N’olur onu uyandırmayın! Herkes sorumluluğunu kuşanmalıdır. Her türden cemaat, ulus ve mezhep çıkarı, İslam’ın ve ümmetin maslahatı karşısında bir hiç hükmündedir. Ümmet, pratik bir gerçekliktir. Ve bizim ümmete karşı yaklaşım ve sorumluluğumuz da pratik ve somut olmalıdır…”
Muntazar Musavi / Rasthaber
Nijerya'nın Tahran Maslahatgüzarı dışişleri bakanlığına çağrıldı
Nijerya'daki Şiilerin katledilmesi ardından bu ülkenin Tahran Maslahatgüzarı dışişleri bakanlığına çağrıldı.
Önceki akşam dışişleri bakanlığına çağrılan Nijerya'nın Tahran Maslahatgüzarı, bu ülkedeki Şiilere yönelik düzenlenen katlima girişimlerine şiddetle itiraz edildi.
Nijerya'daki Şiilerin lideri Şeyh Zekzaki'nin evine yönelik yapılan baskın sonusunda onlarca Şii mensubunun şehit düşmesi ardından İran bu ülkeye itirazlarını dile getirdi.
Nijerya ordusu, geçtiğimiz günlerde ülkenin kuzeybatısında Kaduna eyaletinin Zaria kentinde Nijerya İslam Hareketi'ne karşı operasyon düzenledi.
Nijerya İslam Hareketi Lideri Şeyh Zakzaki’nin evine düzenlenen saldırı sonucu çok sayıda Şii müslüman şehit düştü. Alınan haberlere göre, şehitler arasında NİH’nin bazı üyeleri ve Şeyh Zakzaki’nin muhafızları da yer alıyor.
Bu saldırıda yaralı ve şehit düşenlerin sayısına ilişkin net bir istatistik verilmemektedir.
Nijerya İslam Hareketi Üyesi:Nijerya Şiiliğin yayılmasını engellemek istiyor
Nijerya İslam Hareketi Üyesi Hasan Bala, “Şiiliğin ülke genelinde yayılmasını engellemek için Nijerya Ordus Şeyh Zakzaki'nin evine saldırdı” dedi.
Nijerya ordusu, pazartesi öğlen saatlerinde ülkenin kuzeybatısında Kaduna eyaletinin Zaria kentinde Nijerya İslam Hareketi'ne karşı operasyon düzenledi.
Nijerya İslam Hareketi Lideri Şeyh Zakzaki’nin evine düzenlenen saldırı sonucu çok sayıda şii müslüman şehit düştü.
Alınan haberlere göre, şehitler arasında NİH’nin bazı üyeleri ve Şeyh Zakzaki’nin muhafızları da yer alıyor.
Bu saldırıda yaralı ve şehit düşenlerin sayısına ilişkin net bir istatistik verilmemektedir.
Konuyla ilgili Nijerya İslam Hareketi Üyesi Hasan Bala Mehr Haber Ajansı’na verdiği demeçte, “Nijerya Ordusu Şiiliğin bu ülkede yayılmasından endişeleniyor. Şeyh Zakzaki evine düzenlenen saldırıdan amaç İmam Humeyni (r.a) düşüncesindeki Şiiliğin yayılmasını engellenmektir” dedi.
‘Nijerya Ordu Komutanı’na İslam Hareketi’nin suikast girişimide bulunmuş olduğuna dair iddialar sözkonusudur. Bu tür iddialar nereden kaynaklanmakta?’ sorusu üzerine Hasan Bala, “Bu bazı yayın kuruluşlarının ileri sürdüğü boş iddialardan başka bir şey değildir. Ülkedeki Şii müslümanları hedef almak isteyen Nijerya Ordusu bu olayı meşrulaştırmak için bir bahane aramaktadır. Dolayısıyla bu tür iddiaların hangi amaçla öne sürüldüğü apaçıktır” ifadelerini kullandı.
Şeyh Zakzaki’nin eşi ve oğlunun şehadet haberinin yalan ve dayanaksız olduğunu da ifade eden Bala, “Şeyh Zakzaki ve onun aile üyeleri hayattadır, lakin onların durumundan şu an haberimiz yoktur. Nijerya Ordu güçleri Şeyh’in evini kuşatmışlar. Biz onların son durumundan haberdar olmaya çaışıyoruz” açıklamasında bulundu.
İran Meclisi, Nijerya'da Şiilerin katliamını kınadı
İslami Şura Meclisi'ndeki 214 milletvekili, ortak bir açıklama yaparak, Nijerya'daki Şiilerin katliamını kınadılar.
İRİB’in haberine göre, İran İslami Şura Meclisi üyeleri bugün açık oturumun ardından bir açıklama yaparak, Nijerya askerlerince bu ülkedeki mazlum Şiilerin vahşice katliamının milyonlarca Müslüman ve hür insanların onurunu rencide ettiğini belirttiler.
Açıklamanın devamında, bir süredir Afrika ve dünyanın diğer noktalarında benzeri cinayetler işleyen sapık Selefi-Tekfirci grubunca Müslümanlara yönelik yapılan saldırı ve katliamın devamında bu cinayetin gerçekleştiğine dikkat çekilerek, bu olayın arkasında ABD ve Siyonist rejimin desteğinin yer aldığı kaydedildi.
İran Meclisi üyeleri, büyük İran halkının bu vahşi saldırıyı kınadığını vurgulayıp, son sıralarda İran'a gelen Nijerya Cumhurbaşkanı'ndan özel komite oluşturmak suretiyle bu cinayetin sorumlularını adalete teslim etmesini ve büyük din adamı Şeyh İbrahim Zakzaki'nin serbest bırakmasını ve yıkılan Hüseyniyelerin yeniden inşa edilmesini istediler.
Taklit Mercii Ayetullah Nuri Hemadani, Ayetullah Safi Golpeyegani Alevi ve Kum İlmiye Havzası Hocalar Topluluğu da, Nijerya'daki Şiilerin katliam edilmesini kınayan açıkalamalar yaptı.
Salehi: UAEK, İran'ı beraat ettirmeyecek
İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı, "Bugün UAEK Yönetim Kurulu'nda bütün yaptırımların kaldırılma günüdür. Dosyamız kapatılacak ancak İran'ı beraat ettirmeyecekler" dedi.
İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salehi bugün Tahra'da yaptığı açıklamada, " Bugün UAEK Yönetim Kurulu'nda bütün yaptırımların kaldırılma günüdür. Dosyamız kapatılacak ancak İran'ı beraat ettirmeyecekler, çünkü bizi beraat ettirseler bizim onlardan taleplerimiz olacak" diye açıkladı.
İran nükleer programı dosyasının UAEK Yönetim Kurulu gündeminden çıkarılması, İran devletinin politik duruşundan kaynaklanan büyük bir kazanımdır" diye konuştu.
İran'ın potansiyel bir güç olduğuna işaret eden Salehi, nükleer müzakereler boyunca İran'ın bütün yapısının korunduğunu ve Arak ağır su reaktörü, Fordo ve Natanz nükleer tesisleri gibi yapıların ortadan kaldırılmadığını belirtti.
İran'ın kabul ettiği sınırlamaların nükleer programa hasar vermediğini dile getiren Salehi, "Bundan önce biz %20 yakıt için yaklaşık 6 milyon dolar harmak zorundaydık, ancak bugün 4 milyon dola gibi bir sermaye ile %20 yakıt üretme fabrikası inşa ederek Batı'nın şaşırmasına neden olmuşuz" diye vurguladı.
%20 yakıt üretiminin milletin iradesinin göstergesi olduğunu söyleyen Salehi, Tahran reaktörünün bir milyon hastayı tedavi edebileceğini ve nükleer programın standart şekilde uygulanması takdirde İran'ın sanayi açısından gelişeceğini kaydetti.
Salehi sözlerinin sonunda İran'ın 2016 yılı bütçesinin İslami Şura Meclisi'nde onaylanmaya başlayacağını da belirterek, İslami Şura Meclisi'nden nükleer mesele bütçesinde titiz davranarak düşmana geçit vermeye özen göstermesini istedi.
ARZ VE TALEP, İŞTE HALEPİslam’a karşı İslam, Müslümana karşı Müslüman savaşlarının farkına varabilecek miyiz?
Dِِin dedik, şirk ,küfür, Tağut, puta tapıcılık derken, kavramlar tükendi. İslami kesim artık İslami olmayan kavramlar üzerinde günceli konuşuyor. Ve acımasız ve bir o kadar da, emperyalistlere kul-köle olmaya hevesli milyonlarca insan…
Her Müslüman devlet, sırtını bir emperyaliste dayamış ve diğerine efelenmeye, kabadayılık taslamaya çalışıyor. İslami değerler, söylemler, argümanlar, farz ve sünnet ötelenmiş, onun yerine, savaş araç ve gereçlerinden tutun da, İslam’ın haram ve günah saydığı tüm davranış ve uygulamalar artarak devam ediyor. Kucağına oturduğu efendisinin,dini,meşrebi,amacı,artniyeti onu ilgilendirmez. O savaş öncesiydi,Gavur, sünnetsiz falan söylentileri. Efendim Gayri-Müslim, Siyonist falan, kandırıktan söyleniliyormuş.. Bu Cehennem,bu savaş, bu katliam, bu duyarsızlık, doyumsuzluk nedir? Bu kötülük, bu cehalet, bu öldürme hırsı, bu cinayetler Cennet’e götürür mü? BOP nedir? Büyük Olsun Projesi mi? Arkana bak ey Müslüman? Gerçekten de arkanızdan büyükler var. Gerçekten de istek-arzu ve şehvetten tutuşan sizler, partnerlerinizi bulmuşsunuz. Gazanız mübarek ola.. Savaşın, öldürün, kesin, çalın, çırpın, tekbirler getirin, tekfir edin biri birinizi. Malınız-mülkünüz, namusunuz, ırzınız helaldir biri birinize.Ama sakın arkanıza bakmayınız, çünkü arkanızda dostunuz, emperyalist amcalarınız olduğunu biliyorsunuz. Onlara güvenin,onlar sizi cennete kadar götürüp teslim edeceklerdir. Büyük Olsun Projesi (BOP) çerçevesinde, Ortadoğu’yu büyük belalar beklemektedir. Bütün bu büyük kötülükleri örtmek için de küfür kaçınılmazdır. Bu küfrün rengi,söylemi İslami olmalıdır ki, zaten öyledir. Bu coğrafyadaki katliamları, paylaşımları, soygunları,talanları ve zulmü örtebilecek ne var? Elbette DİN! “Ekmek elden,su gölden” Silah,tank,top,bomba,uçak,füze Emperyalist dostlardan. İstihbarat onlarda, strateji onlardan, siyaset onlardan, Cennet’teki Huri ve Gilmanlara bir an önce kavuşmak isteyenler de Müslümanlardan…
Dini söylemler Fitne, hac, zekat,iyilik, doğruluk, namaz ve Allah’a kulluk da yine bizden. Madem ortaklık, madem arkana adam almışsın, adil olmak gerekir. Büyük Olsun Projesi harika! Proje tıkır tıkır yolunda. Cennet’e gitmek isteyen milyonlarca genç.İşin rantını yiyen ve yiyecek onbinlerce tüccar. Ele geçirilecek bir o kadar ganimet. Ülkelerin zenginliği ve geleceği de kodaman amcaların.Eh, onların şeyi ile savaşa giriyorsan, pastanın büyüğü elbette onların olacak. Haydi bakalım, fetvalar, çirkinlikler, Allah’a dayandırmalar, alimane açıklamalar, ayetli açılışlar, hadisli açılımlar, anlaşmalar ve iftiralar… Doğru hangisi, yanlış nerede? Müslüman kim, kafir nerede? Ayet-hadis-sünnet kimin tekelinde? Allah kimden yana, peygamberimiz kimin yanında? Sahi siz kimi kandırıyorsunuz? Cihat dediğiniz şey, göbek ve cüzdan şişirmek mi? Yoksulların kanından beslenip, din adına tüccarlık mı yapmaktır? Ortadoğu’da bir savaş ve girmediği kılık kalmadı. Haydi diyelim, Esad Alevi. Kaddafi ve Saddam hangi din ve mezhepte idiler? Arap baharı, özgürlük, özgürleşme ve mezhep savaşları.
Asi gençlik ve özgürlükten karanlığa doğru giden bir yazgı. Talan ve katliam. Cennet ve Cehennem. Arz ve talep, işte Halep! Böyle gelmiş, böyle gidecek mi? İslam’a karşı İslam, Müslüman’a karşı Müslüman, Dine karşı Din savaşlarının farkına varabilecek miyiz? Hangi ipe ve kimin ipine tutunacağız? Nuh’un gemisi yerine, bilmem kaçıncı filoya binmek mi gerekiyor? Bu savaşın adı ne, Kuran Aletleri’nin takılacağı yer belirlendi mi? Galiba tarih tekerrür ediyordur.
Rıza BAKIRLI
Suriye İran İçin Neden Bu Kadar Stratejik Önem Taşıyor
Suriye'deki iç krizin başlangıç günlerinde İran, yeni yaratılan tehditlere karşı kendi ulusal güvenliğini korumak için Beşar Esad hükümetine yönelik tamamen destekleyici bir politika benimsedi.
İran buna paralel olarak, Batı'nın Batı Asya bölgesindeki baskısını engellemek için Rusya ve Çin'le ittifak yaptı ve dış politikalarını buna uygun şekilde ayarladı. Bu düşüncelerin ışığında, Suriye'nin İran açısından taşıdığı stratejik önem, aşağıdaki dört prensip çerçevesinde izah edilebilir:
1) SURİYE BATININ BATI ASYA’DAKİ NÜFUZUNA KARŞI BİR DİRENİŞ EKSENİ
Suriye, üç nedenden ötürü bölgesel ve uluslararası güçler açısından özel bir önem taşıdı: I. Suriye'nin Batı Asya'daki stratejik merkeziliği; II. Suriye ile Arap-İsrail çatışmaları arasındaki bağ; III. Bölgede Selefi Siyasal İslam ve bu eğilimin büyümesi nedeniyle yaşanan alarm hissi. Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında çökmesi sonrasında ABD kendisini uluslararası polis gücü ve küresel hegemonik güç olarak ortaya koydu ve liberal demokrasinin değerlerinin dünyada yayılması çağrısı yaptı. Ancak zamanla, ABD'nin uluslararası arenadaki bir nebze ayrıcalıklı hale gelmiş pozisyonuna ciddi şekilde meydan okundu. Washington'un vardığı sonuç, Westphalia sisteminden çıkan bir geçişin çözüm olduğu şeklinde oldu. Bir başka deyişle ABD, küreselleşme aşamasına geçmek için 1648 yılından beri uluslararası sistemin hakim söylemi olan ve en önemli ilkesi “egemenlik ilkesi” olan Westphalia sisteminden (*) ayrılmaya ihtiyaç duyuyor. Bu sistemin temel ilkesi doğrultusunda, hiçbir ülkenin egemenliğinin ihlal edilmemesi gerekiyor. 11 Eylül öncesinde egemenlik, uluslararası ilişkilerin en önemli prensiplerinden biriydi ve ihlali ancak savaş ve saldırganlık yoluyla mümkündü. Ancak ABD ve NATO'nun Afganistan'a (2001), Irak'a (2003), Libya'ya (2011) düzenlediği saldırılar ve şu andaki Suriye'ye saldırma girişimleri, Washington'un ulusüstü yönetimi ve Westphalia sisteminden çıkışı düşündüğünü gösteriyor. Aynı zamanda, Batı Asya'daki yeni gelişmeler düşünüldüğünde Suriye, Batı için azami önem taşıyor. Jeopolitik risklerin kesişim noktasında bulunan ve Ürdün, İsrail, Lübnan, Türkiye ve Irak'la sınırları olan Suriye, aynı zamanda da bölgedeki ana su yollarının ve boru hatlarının kesişim noktasında yer alıyor ve Rusya'yla kapsamlı bir işbirliği var. Rusya, Batı Asya'da önemli bir sığınak işlevi gören Akdeniz kıyıları üzerinde, Suriye'nin Tarsus limanında gelişmiş bir askeri üs kurdu. Genel olarak Suriye Batı için uzun vadeli amaçlara erişmenin bir aracı işlevi görecektir. Ancak burada hayati önemde olan şey, İran'ın bölgedeki, özellikle de Suriye'deki Batı hedeflerinin yerine getirilmesini engellemek için Suriye ve Rusya'yla istikrarlı bir anlaşma çerçevesinde hareket ediyor olmasıdır.
2) HİZBULLAH’LA VE İSRAİL İLE ÇATIŞMA HATTIYLA OLAN BAĞIN MUHAFAZA EDİLMESİ
Tarihsel arka plan oluşturan olayları düşünmek gerekirse, Hafız Esad hiçbir zaman İsrail rejimini tanımamış ve bu rejimle müzakereye girmeyi reddetmişti. Bu yaklaşım ve İsrail rejiminin yok edilmesine duyulan inanç, Şam'la İran arasındaki ilişkileri geliştirdi. İran'daki 1979 İslam Devrimi'ni izleyen yıllarda İsrail rejimi karşıtlığı, İran'ın temel dış politika yönelimlerinden biri oldu ve bu durum Tahran ve Şam arasında yakın ilişkilerin gelişmesine yol açtı. Bu karşıtlığa ilave olarak İran'ın Suriye'yle olan ilişkilerini geliştirmesini sağlayan bir diğer temel faktör, Suriye'nin Lübnan'daki Hizbullah karşısındaki duruşu ve ona yönelik politikalarıydı. İsrail rejimi karşıtlığına paralel olarak Hizbullah her zaman Suriye hükümeti tarafından desteklendi. Prensip olarak, İsrail rejimine karşı aynı dış politika çizgisinin izlenmesi ve Lübnan'daki Hizbullah'a verilen destek, İran ve Suriye arasındaki yakınlaşmanın ana nedeni olarak görülebilir. Bu yakın bağlar, İran ve Suriye'nin İsrail rejimine karşı güvenliğinin sağlanmasıyla paraleldir. Bu anti-Siyonist stratejilerde Lübnan Hizbullahı İran ve Suriye'nin dış politikasında kilit bir rol oynamaktadır. İran ve Suriye tarafından desteklenen Hizbullah, İsrail rejimine siyasi ve askeri bir darbe indirebilir. İran ve Suriye arasındaki ilişkiler, özellikle güvenlik açısından ve bölgede Şii nüfus barındıran ülkelerin korunması açısından azami önemdedir.
3) SURİYE ARAP ULUSALCILIĞININ VE İRANLI İSLAM KİMLİĞİNİN TEMAS NOKTASI
Ulus, ulusalcılık ve ulusal hükümet, İslam dünyasının tarihinde yeni olgulardır. Avrupa ülkelerinin dünya üzerindeki top yekün hakimiyetinin ardından küresel sistemin Avrupalılaştırılması Batı'nın gündemine konuldu ve Batı Asya'nın Arap ülkeleri modern dünyanın parçası haline geldi. Bu açıdan, İran için en önemli nokta, İran ulusal kimliği ile Batı Asya'ya hakim olan Arap ulusalcılığı arasındaki uyumsuzluktu. Arap ulusalcılığı ideolojisi, Araplarla İran arasındaki ilişkiler imkansız hale getirmişti. Ancak Hafız Esad iktidara geldiği zaman, uzun süre pan-Arapçılar tarafından yönetilmiş olan ve artık sadece sekülarizmle yönetilen bir ülke, Baas partisinin Pan-Arapçılık politikalarını terk etti ve bu durum İran için son derece stratejik bir konum yarattı: bu şekilde İran Suriye'deki etkisini arttırabilecek ve Suriye'deki seyreltilmiş Arap ulusalcılığı ile İran-İslam kimliği arasında bir bağlantı tesis edebilecekti. Bu, iki ülke arasında Arapların yaygın muhalefetiyle karşılanan farklı siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmalarla dolu bir ilişkiler tarihi yarattı; bu durum ise Suriye'yi ve Batı Asya'daki mevcut durumu İran İslam Cumhuriyeti için bir güvenlik meselesi haline getirdi. Arap ülkelerinin Batı'yla olan ittifakı ise Batı kapitalizminin Batı Asya'daki etkisini çarpıcı düzeyde arttırdı. İran tarafından desteklenen Suriye, Batı'nın liberal demokrasisine karşı bir siper olmaya devam edebilir; bu ise İran'ın dış politikasındaki temel meselelerinden biri ve İran'ın Batı Asya'daki güvenlik yapısının sacayaklarından birisidir.
4) İDEOLOJİK SAVUNMA VE SALDIRI STRATEJİSİ
İdeolojik savunma-saldırı stratejisi, İran'ın Suriye müdahalesindeki tutarlı pozisyonunu meydana çıkarmakta ve temel olarak uluslararası topluma, İran'ın Suriye'de kalıcı bir varlığının olduğunu göstermektedir. Pek çok uzman ve analist, İran'ın Esad'a verdiği desteğin kademeli olarak azalacağına ve İran'ın en azından yeni hükümet lehine tutum alarak pozisyon değiştireceğine inanıyordu. Ancak İran tam tersine, Suriye'ye verdiği desteği azaltmadığı gibi, bölgesel denklemlerdeki değişimler Devlet Başkanı Beşar Esad yönetimindeki mevcut hükümet lehine olacak derecede Suriye'ye tam destek vererek herkesi şaşırttı. Savunma-saldırı stratejisi, hem Suriye hükümetini yerinde tutacak hem de kendi güvenliğini sağlayacak şekilde eş zamanlı olarak savunma veya hücum stratejisi izlemeye olanak veren bir stratejidir. Bu şekilde, İran, Batı'nın süre giden sert ve yumuşak savaşlarına karşı pasif bir savunma benimsemekten imtina edebilir. Fakat İran aynı anda hem bir savunma tarzı benimseyip Suriye'nin jeopolitik ve stratejik konumuna uygun bir şekilde Suriye'yi sağlam bir savunma bariyerine çevirmekte, hem de ağır savunma maliyetlerini azaltmak için dolaylı olarak hücum politikaları uygulamaktadır.
(*)Westphalia sistemi: 1648 yılında imzalanan Westphalia Barışı otuz yıl savaşlarını sona erdiren ve savaşın içerisine dahil olan bütün tarafları ortak bir mutabakatta buluşturan bir sonuçtur.
fa.abna24.com/service/iran/1021/archive.html
Yücel Tünel