کارگر

کارگر

İran İslam cumhuriyeti'nin BM daimi temsilcisi, Myanmar'da müslümanlara yönelik sürdürülen şiddet ve soy kırımın devam etmesinden kaygısını dile getirdi.

 İSNA Haber Ajansının bildirdiğine göre Myanmar müslümanlarının durumunu incelemek için toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı İİT üye ülkeler elçi ve temsilcileri toplantısında konuşan İran İslam cumhuriyeti'nin BM daimi temsilcisi "Muhammed Hazai", Myanmar'da demokratikleşme ve reform adı altında müslümanlara yönelik sürdürülen şiddet ve insan hakları ihlalinden duyduğu kaygıyı dile getirerek, Myanmar müslümanlarının savunulması ve onlara yönelik sürdürülen kıyımın durdurulması amacıyla İslam ülkeleri arasında ortak bir strateji ve kararnamenin belirlenememesini eleştirdi.

 Hangi ad altında ve bahane ile olursa olsun Myanmar'da müslümanlara yönelik sürdürülen dini ve etnik kıyımın affedilemeyeceğini belirten Hazai, müslümanlara yönelik sürdürülen katliama son verilmesi için Myanmar hükümetinin acil girişimlerde bulunması zaruretini açıkladı.

Myanmar'da insan haklarının daha fazla ihlal edilmesine yol açan uluslar arası topluluğun bu olaylar karşısındaki sessizliğini de kınayan İran temsilcisi, İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerinden BM Genel sekreteri ile temasa geçerek müslümanlara karşı sürdürülen insanlık dışı zulüm ve cinayetlere derhal son verilmesi için baskıda bulunmalarını istedi.

 

Perşembe, 23 May 2013 05:47

Tarih tekerrürden ibarettir

Bir siyasetçi için tutarlı ve istikrarlı olmak, kendi kültürü, tarihi ve inancı ile ters düşmeyen bir çizgi takip etmek en temel iki vasıftır. Bu bir siyasetçinin içte ve dışarıda saygınlığını devam ettirmesi için şarttır. Bu temel tespitlerden sonra, ülke gündemine baktığımızda şunları görüyoruz;

Sayın Başbakan ABDye giderken yaptığı açıklamada Reyhanlı saldırısı ile alakalı olarak fail Suriye hükümetidir dedi. Ancak ABD dönüşü ani bir tavır değişikliği ile herhangi bir şey söylemeden önce yargı kararını beklemek lazım noktasına geldi.

Peki, bu ani tavır değişikliğinin sebebi nedir? Bunun cevabını başbakanın ABDde yaptığı görüşmelerde aramak lazım... ABDnin Suriye konusuna bakışı belli .…

Baştan beri hadiseye doğrudan müdahil olmak istemiyor. (Bunda Rusyanın rolünün büyük olduğunun altını çizmekte fayda var) Bu iş için Türkiyeyi maşa olarak kullanıyor.

Rusyanın konuyu diplomatik mecraya taşıması ve bu hususta baskı yapması ile birlikte ABD, Türkiyeyi tamamen yalnız bıraktı. Şu anda dünya üzerinde Suriye konusunda Türkiye ile aynı çizgide politika belirleyen, doğrudan işgal ve müdahale isteyen bir ülke daha yoktur.

Bu öyle bir yalnızlık ki Türk milleti tarihinde ilk defa İslam dünyasının karşısında Haçlı âleminin yanında yer almıştır . Tarihin hiçbir döneminde Türkler böyle bir duruş sergilememiştir.

Bu noktada Sayın Selim Kotilin şu tespitlerine katılmamak mümkün değil: Eskiden haçlıları İslam dünyasına karşı kışkırtan papalıktı. Bugün ise Sayın Başbakan Amerikayı açıkça Suriyeye saldırmaya teşvik etme vazifesini yürütüyor. Yani eskiden papanın yaptığını bugün maalesef Sayın Başbakan yapmaktadır.

ABD dönüşü yaptığı açıklamada yalnız Türkiye’nin lojistik destek vermesi yetmez, ABD de Suriye’deki isyancı gruplara lojistik destek sağlamalıdır demesi bu hakikatin bir ispatı değil midir?

Başta da ifade ettiğimiz gibi bir siyasetçi için en önemli özelliklerden biri, belki de en önemlisi kendi tarihi, kültürü, medeniyeti ve inancı ile ters düşen icraatlara imza atmamasıdır. Zulmün ve haksızlığın yanında değil, karşısında yer almasıdır. Tarih haçlı âlemiyle işbirliği yaparak, Müslümanların karşısında saf tutan idarecilerin akıbetinin hayır olmadığını göstermiştir.

Hüseyin b. Ali bunların en bariz örneğidir. İşbirliği yaptığı İngilizler ona vaat ettiklerinin hiç birini vermedikleri gibi, Akabe kayalıklarında ölüme terk ettiler, hüsran ve ıstırap içinde hayatını tamamladı.

Saddam Hüseyin bir Ramazan Bayramı günü asılarak idam edildi.

İran Şahı Pehlevi son günlerini geçirecek bir ülke bulmakta zorlandı.

Hüsnü Mübarekin akıbeti ise belli değil.

Bunlar yıllarca Amerikayla işbirliği yapmış, iktidarları döneminde Amerikanın çok işine yaramış devlet adamlarıydılar…

Son olarak bir hatırlatma daha yapalım; Belki buna samimi bir ikaz demek daha doğru olur.

Tarih tekerrürden ibarettir…

Prof. Dr. Haydar Baş 23 Mayıs 2013

Perşembe, 23 May 2013 05:34

İRAN SEÇİMLERİ NİÇİN ÖNEMLİDİR?

 Bismillah

İran’da 14 Haziran 2013 tarihinde yapılacak 11. Dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak için başvuran 686 kişi arasından Anayasa Koruyucular Konseyi 8.inin yeterliliği/salahiyetine onaya verdiğini duyurdu . 

İran cumhurbaşkanlığı seçimleri çeşitli açılardan değerlendirmeye tabi tutulabilir. Bu değerlendirmede İran seçimlerinin dış dünyayla ilişkisi üzerinde duracağımız için muhtemel adayların hangi siyasal görüş ve partiyi temsil edecekleri konusunda daha önce aynı sütunda yayınlanan aşağıdaki makaleye başvurulması tavsiye edilir:

http://www.rasthaber.com/yazar_12003_37_iran-genel-secimleri-ve-mesajlari.html

Şu hususu da hatırlatmak isteriz ki, İran’daki siyasal parti ve grupları sınıflandırırken alışılagelmiş kriterler yerine bu ülkenin kendi iç dinamikleri ve özellikle de “velayet-i fakih” temel ilkesine yakınlık-uzaklık esas alınmalıdır. Bu ölçü dışındaki değerlendirmeler İran gerçeklerini yansıtamayacağı gibi muhatabın sağlıklı sonuçlar almasına da yardım etmez. Ayrı bir ifadeyle İran’daki siyasal akımları sınıflandırırken İslam, İslam İnkılabı, İmam Humeyni’nin çizgisi, Anayasaya bağlılık gibi genel kriterler yanında en belirgin ve tanıtıcı olanı “velayet-i fakih” ilkesini teoride kabul ve pratikte bu makama itaat ölçüsüdür.

Bu temel ilkeleri kabul etmeyen veya teoride kabul edip pratikte uymayan ve kendilerini reformcu, teknokrat, milliyetçi, İrancı vb adlar altında tanıtan çevreler kendi aralarında da alt gruplara ayrılmaktalar.

Bütün bu ölçüleri teoride ve pratikte kabul eden ve bağlı olan ilkeci parti ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları ise daha çok toplumsal adalet, ekonomik kalkınmada öncelikler, izlenecek yöntem ve uygulamadaki yöntem farklılıklarından kaynaklanır.

İran seçimlerinin dış ilişkiler açısından değerlendirilmesi:

Seçimler ister yaşadığımız bölgede olsun ister başka kıtalarda olsun halk kitlelerinin iradesini yansıtıyorsa her ülkede önemlidir. Bölgesel ve uluslararası arenada etkili bir ülkede yapılıyorsa seçimler daha bir önem kazanır. Öte yandan bir ülkede yapılacak seçimin sonuçları o ülkenin dış siyasetini radikal ve hatta kısmî derecede değiştirecek mahiyetteyse ister istemez büyük güçlerin ve komşuların da ilgi sahasına girer ve bu ülkedeki seçimlere müdahale etmeye kalkışırlar.

Atlas Okyanusunun öte yakasından, binlerce kilometre uzaktan gelip Ortadoğu bölgesindeki enerji kaynaklarını sultası altına almayı ulusal çıkarları olarak gören güçlerin bu bölgede yapılacak seçimlerde kendilerine kukla, olmazsa kendilerine yakın, bu da olmazsa en azından kendi siyasetlerine karşı çıkmayacak uzalaşmacı çevrelerin işbaşına gelmesine yatırım yaptıkları bilinen bir gerçektir.

Bu yatırımlar ülkeden ülkeye değişir. Bazı ülkeler vardır ki oradaki seçimlerin sonuçları sadece kendisiyle sınırlı kalmaz ve bütün bir bölgeyi ve hatta bütün bir dünyayı ilgilendirir. Ve işte İran’da yapılacak seçimler bu türdendir. İran ile Batı arasındaki ihtilaflı konular fazla olmakla birlikte üç konu vardır ki Batı’yı yakından ilgilendirmekte olup bu hususlarda Batı’ya yeşil ışık yakan İran’lı siyasetçiler desteklenmeye layık görülür: Direniş Cephesi, nükleer teknoloji ve ABD ile ilişki kurulması.

İran’da işbaşına gelen hükümetlerin geçmişte bölgesel ve uluslararası meselelerde izledikleri siyasetler ve yine iş başına gelmek için seçimler sırasında bu üç konuda seçim malzemesi olarak kullandıkları sloganlar incelendiğinde bu husus daha iyi anlaşılır.

İran’ın 2009 yılında düzenlenen 10. Dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yukarıda sıraladığımız kriterlere uyacağını resmen taahhüt etmesine rağmen seçim propagandası ve seçim sonuçlarına itiraz sırasında “Gazze ve Lübnan’a hayır, canımız İran’a feda” sloganını öne çıkaran reformistlerin adayı Mir Huseyin Musevi, böylece ABD ve İsrail’e açıkca göz kırpmakta, Batı’nın yardımlarını talep etmekteydi. Mesajı anında alan ve belki de daha önce perde arkasında varılan uzlaşma yönünde hareket eden Batı her alanda var gücüyle reformistleri desteklemekten çekinmedi. Batı emperyalizmi medya gücünü reformistlerin hizmetine sundu, bu yönde BBC ve VOA da dahil Farsça yayın yapan onlarca TV kanalını, internet imkanlarıyla seçimler öncesinde kitleleri yönlendirmek ve sonrasında ise aylarca İran’daki karışıklıkları sürdürmek için seferber etti. Çünkü Musevi ve yandaşları Gazze ve Lübnan’a hayır demekle İsrail’in varlığını, Filistin ve Lübnan’daki cinayetlerini onaylıyorlardı. Batı emperyalizmine karşı İslam inkılabının zaferiyle birlikte oluşmaya başlayan ve gittikçe güçlenen Direniş Cephesini ortadan kaldırmayı veya en azından zayıflatmayı planlıyorlardı.

Mir Hüseyin Musevi ve koalisyon ortakları olan Haşimi Refsancani, Kerrubi ve Hatemi’nin seçimi Batı’nın çok yönlü yardımları sayesinde kazanmış olsalardı ortaya çıkacak durumu kestirmek zor olmasa gerek. Cumhurbaşkanının ülke dış siyasetini tek başına değiştirmesi mümkün olmamakla birlikte “ velayet-i fakih” makamındaki Rehber’i özellikle de direniş cephesi hususunda sıkıntıya sokabilirlerdi.

Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin muhtemel adaylarından Haşimi Refsancani’nin daha kısa süre önce dört yıl önceki slogana benzer olarak “ Ma ba İsrail ser ceng nedarim. Hala arabha ceng kerdend ma komek mikonim= Bizim İsrail’le bir kavgamız/anlaşmazlığımız yoktur, Araplar savaşırsa biz de yardım ederiz” demesi Batı’nın ve İran içindeki uzantılarının desteğini almaya matuf sözlerdir. Daha aday adaylarının yetkinliği onaylanmamışken uluslararası siyonizmin kontrolündeki medya ve hatta ülkemizdeki yandaş medyanın Haşimi Refsancani’yi kendilerince bir ümit kaynağı olarak ön plana çıkarmalarını bu açıdan değerlendirmek gerekir. Refsencani ve koalisyon ortaklarının seçimlerde başarılı olup olmayacakları, başarılı oldukları takdirde Batı’nın ve Batı’ya endeksli bölgesel iktidarların beklentilerini yerine getirip getiremiyecekleri bir yana, seçim öncesinde böyle açıklamalar yapılması Batı’nın İran seçimlerinden beklentilerini ve adayların mahiyetini tanıtması açısından önemlidir.

Nükleer teknoloji konusu:

Batı’nın İran’la ilişkilerindeki önemli meselelerden biri bu ülkenin nükleer teknolojisinde kaydettiği ilerlemeler ve bunun nasıl engellenebileceği konusudur. Diyalog yanlısı(!) Muhammed Hatemi döneminde (1997-2005) İran’ın nükleer faaliyetlerini üç yıl boyunca askıya aldırttan ve maden çıkarmadan uranyum zenginleştirmeye kadar bütün bilimsel ve teknolojik çabaları temelden tatil ettirmeyi planlayan Batı 2005 yılında Ahmedinejad hükümetinin iş başına gelmesiyle bu uzlaşmacı siyasetlere son verildiğinin acısını unutmuş değil. O günden beri İran’a yönelik baskı ve yaptırımları artırdıkça İran’ın daha da ilerlediğine tanık olan Batı, gelecek cumhurbaşkanının kendi istekleri doğrultusunda hareket eder biri olmasa bile en azından uzlaşmacı bir tip olması için geniş çaplı propagandalara başlamış bulunuyor. Gelecek seçimlerin muhtemel adaylarından ve Hatemi dönemdeki Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Müzakerecisi Hasan Ruhani’nin nükleer faaliyetleri tamamen durdurmanın eşiğine getiren siyasetleri savunması bir yerde Batı’ya yaranmaya ve destek almaya yönelik çabalardandır. Refsancani’ye yakınlığı ile tanınan Hasan Ruhani’nin adaylığı onaylansa bile Refsancani lehine seçimlerden çekileceğine kesin gözüyle bakılıyor.

ABD ile ilişki kurulması:

İran ekonomisini felce uğratmak için son bir yıldan beri Batı ülkeleri tarafından petrol satışları ve dış ticareti engellemek amacıyla bankacılık dalında irtibatları kesmek de dahil artırılarak sürdürülen yaptırımlar enflasyonun seçimler eşiğinde artmasına sebep olmuştur. Bunu fırsat bilen bazı adaylar çıkış yolu olarak ABD ile uzlaşmak, ilişkileri normalleştirmek yolunu teklif etmekteler. Hatta Refsancani gibi bazı adaylar ülkedeki durumu “kriz ortamı” ve kendilerini “ülkeyi kurtarıcı” olarak tanıtmaktalar. Yine reformist kanattan olan Kevakibiyan gibi aday adayları ise seçildikleri takdirde ülkeyi krizden kurtarmak için altı ay içinde ABD ile ilişkileri normalleştirme sözü vermekteler.

İran’da son sekiz yılda ekonomik, bilimsel, uzay ve nükleer teknolojisi, gelirlerin ülke genelinde adil dağıtımı, mahrum halk kesimlerine yönelik yardımlar ve bayındırlık alanlarında büyük ilerlemeler kaydedildiği ortada iken bazı adayların bu kazanımları görmezden gelerek son bir yılda küresel kriz ve dış baskıların da etkisiyle ortaya çıkan enflasyonu bahane ederek kurtarıcı rolüne soyunmaları ve Batı’ya uzlaşma sinyalleri vermeleri iktidar özlemleri olarak değerlendirilmektedir.

Yukarıda saydığımız örnekler daha çok Batı’dan münfail/etkilenmiş ve mücadeleci çizgiden çıkmış çevrelerin görüşünü yansıtmaktadır. Buna karşılık İslam İnkılabının hedeflerine ulaşması için aynı konularda sabır, metanet ve sebat gösterilmesini isteyenler kesin olarak çoğunluktadır.

Bu son gruptakilere göre; Batı için nükleer teknoloji bir bahanedir. İran nükleer teknolojisini tamamen durdursa ve Libya gibi araç gereçleri bir gemiye doldurup ABD’ye gönderse bile Batı’yı razı edemez. Batı, İslam İnkılabı söyleminden vazgeçmediği, Batı’nın bölgesel plan ve siyasetlerini benimsemediği, İsrail’in varlığını kabul etmediği sürece İran’ı rahat bırakmayacaktır. Bu ilkelerden taviz verilmeyeceğine göre Batı emperyalizmine ve bölgesel uzantılarına karşı direnmekten başka çare yoktur.

Y. ZİYA T.YILMAZ

 

İran İçişleri Bakanlığı, Anayasa Koruyucular Konseyi cumhurbaşkanlığı adaylığına onay verdiği isimleri açıkladı.

Konsey, Cumhurbaşkanlığın adaya olmak için başvuran 686 kişiden 8'inin yeterliliği/salahiyetine   onay verdiğini duyurdu.

İran'da 14 haziran'da yapılacak seçimlerde 11. cumhurbaşkanlığı için aday olan isimler şunlar:

1- İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri Said Celili

2- Meclis Eski Başkanı Gulam Ali Haddad Adil

3- Devrim Muhafızları Eski Komutanı Muhsin Rızai

4- Nükleer Eski Başmüzakereci Hasan Ruhani

5- Cumhurbaşkanı Eski Yardımcısı Muhammed Rıza Arif

6-Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bakır Galibaf

7- Dışişleri Eski Bakanı Ali Ekber Velayeti

8- Petrol Eski Bakanı Muhammed Garazi

 

 

İran ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Said Celili, Suriye’ye savaşın faturasını sadece Suriye halkının değil Avrupa halkının da ödeyeceğini belirtti.

Celili İranlı ajansların Euronews şebekesine verdiği demeçten naklen, teröristlerle yanlış teati de bulunma ısrarının, Afganistan’dan binlerce km uzaklıktaki Avrupa sınırlarında yayılmalarına ittiğini, bunun da Avrupa halkı nezdinde korku ve endişe yaratması gerektiğini ifade etti.

Öte yandan Celili, İran’da düzenlenecek olan başkanlık seçimleri sonuçlarının İran’ın Uranyum İzotopları çalışmalarını etkilemeyeceğini belirterek İran silahlı kuvvetlerinin İran’a karşı gelecek herhangi bir saldırıya karşı koyma gücünde olduğuna dikkat çekti.

BRUCERDİ: Suriye'de şiddetin durdurulması için tek çözüm diyalogdur

Kendi yönünden İran Şura Meclisinde Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Komitesi Başkanı Alaaddin Brucerdi, Suriye'de şiddetin ve akan kanları durdurmanın tek yolu olduğunu belirtti.

Brucerdi dün Yeni Zelanda Başbakanı üst düzey müsteşarlarından Tim Webster’i Amerika ve bölgesel ortaklarının Suriye devletinin düşmesi üzerine kurdukları hesap ve analizlerinin bölge krizine yol açtığını, askeri projenin de başarısız olmasına nazaran, diyalog yoluyla siyasi çözümün bu ülkede kanların akmasını ve şiddetin sona ermesini garantileyeceğini vurguladı.

 

 

 İslami İran Cumhurbaşkanlığı seçimleri eşiğinde ülkeye silah ve gelişmiş casusluk cihazları sokmaya ve fitne çıkarmaya çalışan iki terörist grup çökertildi.

İslami İran İstihbarat Bakanlığı’nın basına yaptığı açıklamaya göre Cumhurbaşkanlığı seçimleri eşiğinde İran’ın Doğu ve Batı sınırlarından ülkeye silah sokmaya çalışan iki terörist grup çokertildi.

Bu husuata bir bildiri yayınlayan İslami İran İstihbarat Bakanlığı, İran milletine düşmanlık besleyenler, cumhurbaşkanlığı seçimlerine az bir süre kala çeşitli fitneler çıkarmak amacıyla tahrip edici eylemlere hazırılık yaptığını ve bu bağlamda İran İstihbarat Bakanlığı’na bağlı teşkilat tarafından bu komplolar takip edilip zamanında etkisiz hale getirildiğini bildirdi. 

Bildiride, en son su yüzüne çıkartılan komplo kapsamında ülkeye pek çok hafif silah gelişmiş casusluk cihazları sokulduğu tespit edilince ülkenin Doğu ve Batı sınırlarından bu silahları sokmaya çalışan iki terörist grup çökertildiğini belirtildi.

Bildiride ayrıca, İran’ın Kirmanşah ve Sistan Belucistan eyaletinde çok sayıda tabanca ve el bombası ele geçirildiğini ve teröristler tutuklanarak yargı mercilerine teslim edildiğinin bilgisi verildi.

 

 İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Baş müzakerecisi Said Celili ve Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton,  İstanbul'da bir araya geldi.

Görüşme sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Celili şöyle dedi:

"Olumlu görüşmelerde bulunduk. Görüşlerin bir birine daha da yakınlaşması için irtibatta olmayı kararlaştırdık."

Catherine Ashton ise şöyle dedi:

"Faydalı konularda konuştuk. Ama ismini müzakere bırakamayız. Daha çok sunulan öneriler hakkında müzakerelerde bulunduk.

Yakın zamanda, ileriki süreç hakkında temaslarda bulunacağız."

 

 

İSTANBUL - İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Müzakereci Said Celili, ’nin güvenliğine ülkesinin güvenliği gözüyle baktıklarını söyledi. İran’ın İstanbul Başkonsolosloğu’nda düzenlenen basın toplantısında gazetecilerin sorularını cevaplayan Celili, Reyhanlı’da meydana gelen terör olayından dolayı, üzüntüsünü dile getirdi.

Güvenlik ve emniyetin bir birine bağlı konular olduğunu ifade eden Celili,” Türkiye ile dostane ve kardeşlik üzerine kurulu ilişkilerimiz var. Biz Türkiye’nin emniyetini kendi emniyetimiz olarak biliyoruz. İran ile Türkiye sınırı da her zaman dostluk ve refah sınırı olmalıdır. Daha önce de belirttim, bölgedeki ülkeler güçlerini artırmak için güçlerini birleştirmeliler. Bu çerçevede Türkiye güçlü bir kapasiteye sahiptir. Irak’ta aynı şekilde bölgede güçlü bir ülke. Bu ülkelerle İran çok güçlü stratejik ilişkilere sahiptir. Dolayısıyla tüm kapasitelerimizi hakların ve bölgenin yakınlaşması içen kullanıyorduk. Kullanacağız. Ufak ihtilaflar olsa da bunları aza indireceğiz.” şeklinde konuştu.

Bölgede bir İslami uyanış olduğunu savunan Said Celli,”Mısır ,Tunus, Irak, Suriye çok büyük bir kapasite sayılır. Tabii bu kapasitelerin birleşmesi halklar için faydalı olur. Bu ülkeler arasındaki sınırlarda barış ve sükûnet olmalı. “ ifadesini kullandı.

SURİYE’NİN GELECEĞİNİ SURİYE HALKI BELİRLESİN

İran’ın Suriye yönetimi ile ilgili tutumunun değişip değişmediği konusunda ki bir soruyu cevaplayan Celili, “İran’ın politikası bellidir. Biz başından beri her türlü şiddeti ve silahlı yolları kınadık. Bunu tenkit ettik. Suriye'de tek çözüm var. Demokrasi yolu. Suriye’de milli görüşmeler olabilir. Bununla birlikte seçimler yapılmalı. Herkes bu zemini oluşturmak için çalışmalı. Ondan sonra diğer aşamada yardım edilsin ki Suriye'de seçim yapılsın. Sonuç olarak da Suriye'nin geleceğini Suriye halkı karar vermeli.”ifadesini kullandı.

BARIŞÇIL SÜRECİ DESTEKLİYORUZ

Türkiye’deki barış süreci ile ilgili bir soruyu cevaplandıran Celili şunları söyledi: “Biz Türkiye’de olsun Irak’ta olsun diğer ülkelerde olsun, birlik birliği artırabilecek adımları destekliyoruz. Dolayısıyla böyle bir hareket birlik ve beraberliği sağlayacaksa bu süreci destekliyoruz. Türkiye güvenliğini ve emniyetini kendi güvenliğimiz olarak görüyoruz. İran ve Türkiye arasında, iki halk ve hükümetler asındaki ilişkiler, stratejik boyutta”

Said Celili, İran’da 14 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağını açıklamıştı.

İran-Irak savaşında gazi olan Celili, 2007’den bu yana Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin başında yer alıyor. Celili, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e de yakın bir isim olarak biliniyor.

Celili adaylığını açıklamış olmasına rağmen, başvurusunun İran Anayasa Koruyucu Konseyi tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Konseyin önümüzdeki günlede seçimde yarışacak adayların yer aldığı listeyi açıklaması bekleniyor.

 Celili: Nükleer görüşmeleri sürdürmeye kararlıyız

İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Müzakereci Said Celili, İran'ın nükleer programı ile ilgili görüşmelerin sürdürmeye kararlı olduklarını ifade etti. Celili, İran'daki seçim sürecinin buna engel oluşturmayacağını söyledi. İran'da gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı adayı da olan Celili, yaptığı konuşmada; dün Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton il e yaptığı görüşmenin ayrıntılarının yanı sıra gündemdeki konuları değerlendirdi.

Celili, Almatı’da yapılan yoğun görüşmeler sonrasında sonuca varmak için Ashton’un kendilerinden süre istediğini cevabı almak için de İstanbul’da görüştüklerini söyledi.

Ashton ile nükleer görüşmeler konusunda ayrıntılar üzerinde durma fırsatı bulduklarını ifaden Celili,” Yeni öneriler üzerinde çalışmamız üzerinde anlaştık. Görüşmelerimizin devem etmesi kararını aldık. İran’ın barışçıl olarak uranyum zenginleştirme hakkının tanınması kaydıyla her türlü işbirliğine hazırız” dedi.

BU FIRSATI DEĞERLENDİRMEZLERSE ELLERİNDEN KAÇAR

Moskova’da yapılan görüşmelerde İran’ın kapsamlı öneriler ortaya koyduğunu ifade eden Celili,”Çok kapsamlı önerilerimiz oldu. Tüm alanları kapsayan önerilerdi bunlar. Almatı’da dediler ki ‘biz geniş çerçeve dışında adım adım süreci konuşalım.’ Biz belirli hususlar üzerinde de hareket edebiliriz. Bu adımlar karşılıklı esası üzerinde olabilir. Dün akşam görüştüğümüzde bu adımlar nasıl karşılıklı atılabilir. Burada nasıl bir denge oluşturulabilir onu konuştuk. Her zaman söyledik. O Fırsatları konuşmaz ve ele almazlarsa bu fırsatlar ele geçmez.” şeklinde konuştu.

İran'daki seçim sürecinin görüşmelere engel teşkil etmeyeceğini ifade eden Celili,"Seçimlerden sonra veya seçimlerden önce de görüşmeler gerçekleşebilir. Bizim akşamki görüşmemiz verimli oldu. Görüşmede çeşitli fikir ayrılıkları nasıl yakınlaştırırız onu ele aldık. Bu görüşlerimiz üzerinde durmayı kararlaştırdık. Görüşmelerin devam etmesi kararı alındı. Ne zaman onlar isterlerse, biz görüşmeleri yapmaya hazırız. İran seçiminden önce de sonra da olabilir. Çünkü bu tip görüşmeler, kapsamlı milli politikalar çerçevede olan görüşmelerdir. İran kamuoyu bu görüşmeleri destekliyor. Çünkü bu şahsa yada bir partiye özgü görüşmeler değil. İrtibat devam ettirerek gelecekteki görüşmenin çerçevesini belirleyeceğiz" diye konuştu.

Türkiye ve Brezilya’nın ortaya koyduğu taslağa da değinen Celili, Türkiye ve Brezilya’nın ittifak ettiği İran’ın nükleer programı ile ilgili bildirinin kabul edilmediğini hatırlattı.” İran uranyumum yüzde 20 zenginleştirme işlemini yaptı. Bizim tavsiyemiz siz ne zaman İran haklarını durdurmaya çalışsanız da İran kendi haklarını korumaya devam eder. Buna gücü var. Daha önce İran’ın bildirisi kabul edilmedi.” dedi.

 

“Diyorlar ki bizler sadece Allah’tan istemeliyiz, insanlardan değil. Eğer “Ya Resulallah”, “Ya İmam Hasan” “Ya İmam Hüseyin” dersek Allah’tan başkasından istemiş olduğumuzdan şirke düşmüş oluruz.” Bu şüpheye vereceğimiz cevapta şöyle deriz: Tevhit ve şirkin ölçüsünü sizin ve bizim elimize vermemişlerdir ki (Vahabi, selefiler gibi) her istediğimizi ‘ayn-ı tevhit’ ve her istemediğimiz şeyi ‘ayn-ı şirk” karar kılalım. Bilakis tevhit ve şirkin kendisine has ölçü ve mizanı vardır. O da Kur’an, sünnet ve akıldan alınmıştır. Şimdi enbiya ve evliyalardan dua isteğinde bulunmanın ‘aynı tevhit’ olduğunu ispatlamak için bir takım konulara değiniyoruz:

  

1. Eğer insanlardan bir şey istemek şirk olsaydı, o halde vahhabiler dahil yeryüzünde yaşayan tüm insanların müşrik olması gerekirdi. Çünkü tüm insanlar yaşantılarında birbirlerinden bir şeyler ister, baba oğuldan, üst astan, hasta doktordan…

Eğer bu tür isteklerin yaşayanlardan istendiği için şirk olmadığını, ancak ölülerden bir şey istemenin şirk olduğunu söylerlerse, bu cevap bir önceki konudan daha kötüdür. Zira ölüm ve yaşam şirk ve tevhidin ölçüsü değildir ki yaşayandan bir şey istemek ‘aynı tevhit’ ve aynı istek ölüden olursa şirk olmuş olsun, bilakis ölüm ve hayat isteklerin faydalı, faydasız veya etkili ve etkisiz olma ölçüsü olabilir, tevhit ve şirkin ölçüsü değil. Dolayısıyla: “ölüden” (elbette eğer ölüyse) bir şey istemek faydasızdır, şirk değildir.

2. Eğer insanlardan bir şey istemek şirkse ve yalnızca Allah’tan istenmesi gerekiyorsa öyleyse neden Kur’an’ın hükmü gereği insanlar Peygamberin (s.a.a) huzuruna gitmeye ve günahlarının bağışlanması için onlar hakkında dua etmesi için istekte bulunmaya görevlendirilmişlerdir? Kur’an şöyle buyurmaktadır:

{وَ لَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جاؤُكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَ اسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً}

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etse Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlar. (Nisa, 64)”

Bu ayette Allah biz Müslümanlardan O’ndan gayrisinden bizim için dua etmesi için istekte bulunmamızı istemektedir. Hatta Kur’an, münafıkları bile yermekte ve şöyle demektedir: “Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.” [1]

Hz. Yakub’un çocuklarının günahları belli olunca babalarına şöyle söylerler:

{يا أَبانَا اسْتَغْفِرْ لَنا ذُنُوبَنا إِنَّا كُنَّا خاطِئِينَ}،; “Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.” Babaları da cevabında şöyle söyler:

{سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي} ; “Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. (Yusuf, 98) bundan anlaşılmaktadır ki bu mesele insanın fıtratına yerleştirilmiştir. Eğer kendisi ve Allah arasında vasıta olması için yüce makam sahibi birinden bir şey isteniyorsa bu tevhidin ta kendisidir.

3. Tüm bu istekte bulunmaların yaşayanlar için olduğunu söylemek mümkündür, ancak bunun cevabı açıktır. Şehitlerden daha üstün olan enbiya ve evliyaları (imamları) ölüler olarak sanan onların hiçbir idrak ve düşüncelerinin olmadığına inan kişiler Kur’an’ın hilafına söz söylemektedirler. Kur’an açısından bırakın enbiya ve evliyalar, hatta Mesih’in elçilerine (havarilere) yardım eden kişi bile zindedir yaşamaktadır. Kur’an şöyle buyurmaktadır:

{قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قالَ يا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ * بِما غَفَرَ لِي رَبِّي وَ جَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ}

“Gir cennete! denildi. «Keşke, dedi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!» (Yasin, 26-27) Bu sözü söyleyen “Habib Neccar”dır. Kavmi onu taşlayarak öldürdükten sonra şöyle söyledi: “Ben artık cennetteyim ve ikrama mazhar olanlardanım.”

4. Eğer gerçekten bu dünyadaki bazı insanların hayatı olmasaydı, o halde “tedfin-i meyyit” töreninin bir parçası olan telkinin anlamı nedir? Meyyit (ölü) toprağın altına konulduktan sonra ona eğer iki melek gelirse onlara şöyle deyin diye hitap edilmektedir: “Allah (c.c) Rabbimdir…” [2]

5. Buhari kendi sahihinde “El-Meyyit Yesmeu Hafke’n Nial” adlı bir bab açmıştır. Yani “Ölü teşyii edenlerin ayakkabılarının sesini duyar” bu konuda rivayet nakletmektedir. Eğer gerçekten ölüm hayatın sonuysa, o halde meyyitin teşyii edenlerin ayakkabılarının sesini duymasının anlamı nedir?!

6. Tüm Müslümanlar teşehhütlerinde Peygambere (s.a.a) hitap ederek şöyle demektedirler: “Es-Selamu aleyke eyyuhe’n nebi”; “Selam senin üzerine olsun ey peygamber” eğer sizin deyiminizle ölüye hitap şirkse o halde Vahhabilerin kendileri de müşriktirler.

7. Vahhabilerin sorunu şudur ki şu ana kadar tevhit ve şirk için bir ölçü koymamışlardır. Ve dolayısıyla her tür nida ve dilekte bulunma veya Allah’tan başkası karşısında huzu ve tevazu etmeği tapmak (ibadet) olarak telakki etmektedirler. Eğer onun ölçüsünü açıklamış olsalardı, bütün sorunları hallolmuş olurdu. Şimdi özet olarak buna değiniyoruz:

İbadetin hakikati; insanın bir varlığın karşısında huzu etmesi veya ondan bir şeyi istemesidir, bunu yaparken de onun Allah olduğuna veya Allah’ın yaratığı olduğuna, ancak Allah’ın işlerini ona tefviz ve ihale ettiğine inanmasıdır. Örneğin yaratmak, dünyanın evirip çevrilmesi, rızık vermek… ancak insanın nida ve isteği o varlıkta bunların olmadığı inancıyla olursa tapma ve ibadet tahakkuk bulmaz. Özellikle eğer o insan, Allah katında makam ve mevki sahibi Allah’ın Salih kulları karşısında onlardan O’nun hakkında dua etmesini istemesi tevhitten başka bir şey değildir.

8. ‘Onlar yaşıyorlar, ancak onlarla olan ilişkimiz kesilmiştir’ sözünüz Peygamberin (s.a.a) sözüne aykırıdır. Peygamber, “Bedir” savaşında müşriklerin cesetlerini bir çukura attığında onlarla konuşmaya başladı. Yeni şirkten kurtulmuş Müslümanlar ‘ölülerin cesetleriyle mi konuşuyorsun?’ diyerek itiraz ettiler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«والذي نفس محمد بيده والله ما أنتم بأسمع لما أقول منهم»

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a andolsun ki sizler, benim söylediklerimi onlardan daha iyi duymuyorsunuz” [3]

Şafi olmalarına izin verilenler ve Hz. Peygamberin (s.a.a) kesin olarak şafi olması ve ondan dua isteğinde bulunulması tevhidin ta kendisidir.

9. Bu beylerin sözleri Ebu Bekir’in amel ve siyresine tam olarak aykırıdır. Peygamber efendimizin vefat ettiği haberi kendisine verildiğinde Hz. Peygamberin evine gelerek onu öptü ve ağladı. Sonra şöyle söyledi: “Anam, babam sana feda olsun ey Allah’ın peygamberi!...” bu nida ve istekten daha yüce bir istek olabilir mi: “Ey Allah’ın peygamberi” [4]

10. İster hayatta, ister öldükten sonra olsun ilahi velilerden (imamlar) dua isteğinde bulunmak izin verilmiş bir konu, belki ilahi bir emirdir. Zira Al-i İmran suresinin 64. Ayetinde Müslümanların peygamberden kendileri için Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmaları için emirde bulunması sadece dünyevi hayat için geçerli değildir. Bütün Müslümanlar bu ayetten umum ve mutlak kavramlarını anlamışlardır. Bundan dolayı onun kabrinin yanında onunla konuşmakta, dua isteğinde bulunmaktadırlar. Sahabelerde Peygamberin vefatından sonra bu ayete pratik olarak anlam kazandırmışlardır. Tüm dünya Müslümanları uzak ve yakından Allah Resulünün (s.a.a) kabrini ziyaret etmeğe koşmakta ve ondan dua ve şefaat isteğinde bulunmaktadırlar. Acaba Müslümanların on dört asırlık bu ittifakı hüccet ve kanıt değil midir?

Buhari rivayet etmektedir ki Hz. Âdem’den, Hz. Nuh’a, Hz. İbrahim’den, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya kadar büyük peygamberler Kıyamet günü, peygamber efendimizden şefaat isteğinde bulunacaklar ve şöyle diyeceklerdir:

“Ey Muhammed! Sen Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncususun, bize Rabbinin katında şefaat et, burada çıkmazda olduğumuzu görmüyor musun?” [5]

Bu, onun izin verilmiş Şafii olduğuna kanıttır. Allah, bu izni ona vermiştir:

{وَ لا يَشْفَعُونَ إِلاَّ لِمَنِ ارْتَـضی} ; “Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. (Enbiya, 28. Ayet)

Dolayısıyla şafiden dua ve şefaat isteğinde bulunmak izin verilmiştir. Hâlbuki Vahhabiler peygamberden şefaat isteğinde bulunmayı yasaklamış ve şirk olduğunu ilân etmişlerdir.

İlahi Evliyalara Tevessül Konusunda Mugalata

Bazen “Ahkaf” Suresinin 5. Ayetinden delil getirilerek Allah’tan başkasından dilekte bulunmanın yasak olduğu söylenmektedir, zira onlar bizlerin dileklerinden habersizdirler. Ayet ve tercümesi:

{وَ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ مَنْ لا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلی يَوْمِ الْقِيامَةِ وَ هُمْ عَنْ دُعائِهِمْ غافِلُونَ}

“Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler. (Ahkaf, 5.ayet)

Cevap

Tefsir birey türlerinden biride müşrikler için nazil olan ayetleri, Müslümanlar hakkında tefsir etmektir. Zikredilen ayet, kendi putlarının tanrısı olduğuna inandıkları ve onları küçük tanrılar olarak sanan ve büyük Allah’ın işlerinin onların elinde olduğuna inanan müşrikler hakkındadır. Kur’an bu hakikate değinerek şöyle buyurmaktadır:

{وَ جَعَلَ لِلَّهِ أَنْداداً لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِهِ...}

“Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. (Zümer, 8. Ayet)

Başka bir ayette müşriklerin nezdinde putların makamı şöyle anlatılmıştır:

{وَ مِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَنْداداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ}

İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. (Bakara, 167)

Dolayısıyla putları Allah’ın dengi ve benzeri olarak düşünmekte ve hatta onlara yardım etmesi için savaşlarda putları yanlarında götürmekteydiler. Kur’an bu hakikate şöyle işaret etmektedir:

{وَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ}

“Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler. (Yasin, 74)

Ayrıca izzet ve zilletin putların elinde olduğuna inanmaktaydılar. Kur’an, bu batıl düşünceyi onlardan şöyle nakletmektedir:

{وَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا}

“Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah'tan başka tanrılar edindiler. (Meryem, 81)

Dolayısıyla Kur’an bu şaşkın inatçı grup hakkında şöyle buyurmaktadır:

{وَ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ}

“Allah'ı bırakıp da başkalarını çağırandan daha sapkın kim olabilir?” müşrikler, risalet asrını muhatap alarak tahta ve metal putlardan hacetlerini istemekteydiler, halbuki onlar duymuyor ve görmüyorlardı.

Bunun muvahhitlerle ne alakası vardır? Onlar, ne imamların ve Salihlerin uluhiyetine ve Allahlığına inanmaktalar ve ne de Allah işlerini onlara havale etmiştir demektedirler. Bilakis onları Allah katında makam ve derece sahibi yüce insanlar olarak bilmektedirler ve eğer dua ederlerse Allah, onların dualarını ilahi dergahında kabul edecektir ve ayrıca onlar bizim konuşmalarımızı da duymaktadırlar.

Bu açıklamalarla bu iki çeşit duanın farkı aydınlanmış oldu: müşriklerin duası ve muvahhitlerin duası.

İlk olarak: Müşrikler, putları Allah’ın eşi ve dengi olarak sanmaktaydılar, ancak muvahhitler Allah hakkında eş ve benzer düşüncesine sahip değillerdir. Enbiya ve evliyaları Allah’ın yaratıkları olarak bilmiyorlar.

İkinci olarak: Müşrikler, Allah’ın işlerinin putlara havale edildiğini sanmaktaydılar, halbuki muvahhitler böyle bir tefvize inanmamaktadırlar. Allah’ı alemin evirip çevireni olarak bilmektedirler. Kur’an’da defalarca bu ayeti okumuşlardır: {يُدَبِّرُ الْأَمْرَ}،; “Alemin işlerini evirip çevirir (Yunus, 3 ve 31; Ra’d, 2 ve Secde, 5) ” ve buna inanmaktadırlar. Bu köklü farkların olmasına rağmen nasıl bu iki grubu birbirine benzetilebilir?

Üçüncü olarak: Onların putları taş ve ağaç parçalarından yapılmış ve cevap verecek duyma işlevleri bulunmamaktaydı, ama enbiya ve evliyalar bu dünyadan ayrıldıktan sonra o alemde has bir yaşam sürmektedirler. Dolayısıyla bizler Peygambere (s.a.a) selam vererek şöyle demekteyiz:

«السلام عليك أيّها النبي»; “Selam senin üzerine olsun ey Peygamber!” ve ziyaret namelerde ona hitap etmekteyiz. Aynı şekilde ayet ve rivayetler onların berzah yaşantısına tanıklık etmektedirler. Bu yüzden bu konudaki her türlü ayrımcılık Kur’an ve hadislerin kesin hükümlerini inkar etmek demektir.

Ayetullah uzma Cafer Subhani

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] -Münafıkun, 5. Ayet.

[2] -El-Fıkh ale’l Mezahibu’l Erbaa.

[3] -Sahihi Buhari, Kitab-u Cenaiz, Babu’d Duhul ale’l Meyyit, hadis: 1241.

[4] -Kitabu’l Mağazi, Bab-u Dua En-Nebi ale kuffari Kureyş, hadis: 3979.

[5] -Sahihi Buhari, Kitab-u Tefsir-i Kur’an, hadis: 4712; Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 248.

 

Perşembe, 16 May 2013 06:04

Bakara Suresi’nin Tefsiri (1 - 9)

بسم الله الرحمن الرحیم

الم (1)

1- Elif Lam Mim

(Kur’an’ın mukattaa harflerindendir. )

Tefsir

Mukattaa harfleriyle ilgili çeşitli görüşler vardır. Bu cümleden:

1- Kur’an’ın bu harflerden oluştuğunu kastetmektedir.

2- Bulunduğu her surenin başında, o surenin ismidir.

3- Allah’ın İsm-i A’zam’ıdır.

4- Yemin ve and içmedir.

5- Allah ile Peygamber arasında şifredir.

6- Surenin bütünün özüdür.

7- Kur’an’ın muhaliflerinin seslerini kesmektir.

Ama en güzel görüş, birinci görüştür.

 Kur’an’ın 114 suresinden 29 tanesi bu mukattaa harfleri ile başlamaktadır ve 24 yerde huruf-u mukattaa zikredildikten sonra Kur’an’dan ve mucize olduğundan bahsedilmektedir . .

Şura suresi mukattaa harflerinden “Ha, Mim, Ayn, Sin, Kaf” ile başlamıştır ve devamındaki ayette ise şöyle buyuruluyor: “Aziz ve hekim olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. ” Yani Allah’ın nebilere vahyi bu harflerledir. İnsanların kullandığı bu harflerden mucize bir kitap indirmiştir. Acaba insan da bu kitabın bir benzerini meydana getirebilir mi?!

Evet Allah Teala maddi nesnelerden insan yarattığı ve toprağın bağrında yüzlerce çeşit meyve, çiçek, ve bitki vücuda getirdiğ gibi, insanların elinde bulunan elifba harflerinden de bir mucize kitap indirmektedir. Ama bu insanlar sahip oldukları en son sanat gücüyle bile, bu toprak ve çamurdan sadece kerpiç ve tuğla yapmaktadırlar.

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ (2)

2- “O kitap (Kur’an), onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir hidayettir. ”

Tefsir

Gerçi Kur’an insanların tümünün hidayet vesilesidir “insanlar için bir hidayettir. ” Ama Kur’an’ın hidayetinden sadece ilahi söz karşısında ilgisiz kalmayanlar ve onu kabullenenler istifade edebilir. Bu kimseler Kur’an’ın delillerini ve burhanlarını işittikleri zaman Allah’a iman ediyor, namaz kılıyorlar ki sonraki ayetlerde işaret edilen hidayetin en yüce aşamasına nail olabilsinler. “İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. ”

O halde yolun başlangıcında hakkı kabul etmek için Kur’ani hidayeti kabule ortam sağlayan ve kendisinden iman ve salih amel hasıl olan genel bir takva gereklidir. İman ve salih amelin neticesi de Allah’ın felah ve kurtuluş diye tabir ettiği o yüce hedefe ulaşmaktır.

Kur’an’ın diğer ayetlerinde de hep insanların geneline ikaz edilmektedir. Örneğin: “İnsanlar için uyarıcı” [1] ve “alemler için uyarıcı” [2] ayetleriyle karşılaşıyoruz. Ama başka ayetlerde de şöyle buyurulmaktadır: “Sen ancak görmeden rablerinden korkanları uyarabilirsin. ” [3] veya “Sen ancak O’ndan korkanları uyarırsın. ” [4] Gerçi bütün insanlar uyarılmaktadır, ama sadece takva sahiplerine bu uyarı etki etmektedir. Nitekim güneş ışınları da herkes için hayırdır. Ama güneş ışınları sadece şeffaf varlıklardan geçebilir.

Diğer ayete teveccühen bu ayette var olan bir nükte de “şek” ve “reyb” kelimesi arasındaki farklılıktır. Orada şöyle buyuruyor: “Doğrusu onlar, su-i zanla karışık bir şüphe içindedirler. ” [5] Dolayısıyla bu ayette geçen “reyb” sui-zan ile iç içe olan şek ve şüpheye denilmektedir. Allah’ın kitabında su-i zan yoktur. Şek ve su-i zan insanların içinde ve ruhundadır. “Kalpleri şüpheye düşüp, şüphelerinde bocalayan kimseler” [6] Evet fıtrat temizdir; Kur’an’ın da tesiriyle insanı muttakilerden kılmaktadır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Kur’an oldukça azametli bir makama sahiptir. “O [7] kitap”

2- Kur’an peygamber zamanında toplanmış ve kitap haline getirilmiştir. Zira bu ayette Kur’an, “Kitap” diye tabir edilmiştir.

3- Önder insan; metot, davet ve program içeriği konusunda kesin ve metin olmalıdır. Nitekim “Onda şüphe yoktur” kelimesi Kur’an’ın istihkamını ve metanetini göstermektedir.

4- Kur’an’da bir çok şeye işaret edilmektedir. Ama asıl hedefi hidayettir. Nitekim ayet-i şerifede Kur’an’ın sadece “hidayet” özelliğinden söz edilmektedir.

5- Kur’an’ın tilavet ve kıraatinden sadece ruh ve canlarımız müsait ve hazır olduğu takdirde istifade edebiliriz. Kur’an ve Resulullah insanların tümü için hidayet vesilesidir. Ama amel makamında sadece layık, temiz ve takva sahibi kimseler nasiplenebilir. Nitekim bu yüzden şöyle buyurmuştur: “Muttakiler için hidayettir. ”

6- İnsanın kalp ve ruhunun temizliğiyle vahiy nurunu algılama ve hidayet arasında direkt bir ilişki vardır. Yani kalbi ne kadar temiz olursa, o ilahi nurdan faydalanması da o kadar fazla olacaktır. Kur’an takva ehlini; nur ve furkan sahibi, düşmanın hilelerinden kurtuluş ehli ve çıkmazlardan ve şaşkınlıklarından kurtulan kimse olarak nitelendirmektedir.

7- Kur'an saf ve temiz kalbe sahip olan muttakilere hidayet etmektedir. Kur’an’ın hidayetinden zalimler, fasıklar, ölü kalpliler, israf edenler ve yalanlayanlar asla nasiplenemezler. Kur'an onlar hakkında şöyle buyuruyor: “Hidayete erdirmez” [8] Evet nur sadece temiz şişeden geçer, çamurdan değil.

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ (3)

3- “Onlar, gaybe [9] iman ederler, namazı ikame ederler, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince infak ederler. ”

Tefsir

Kur’an bütün varlık alemini “gayb ve şahadet alemi” diye ikiye ayırmaktadır. Muttakiler bütün varlık alemine inanırlar, ama başkaları sadece hissettiklerine inanırlar. Allah’ı gözleriyle görmek isterler. Gözleriyle göremedikleri için de inanmazlar. “Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız” [10] Kıyamet hakkında da şöyle derler: “Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler” [11] Bu tür insanlar hayvanlık derecesinden çıkamamışlardır. Sadece hissettikleri şeylere inanırlar. Her şeyi hisleriyle derk etmek isterler. Ama muttakiler gayb alemine iman ederler. İman ilimden ayrı ve üstün bir şeydir. İmanın içinde aşk, alaka, tazim, takdis ve irtibat gizlidir. Ama ilimde bunlar söz konusu değildir.

Mesajlar ve Nükteler

1- İman amelden ayrı değildir. Ayeti şerifede gaybe imanın yanı sıra müminin ameli görevleri de zikredilmiştir: “Namazı ikame ederler ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. " Bütün bunlar takvanın gereğidir.

2- Allah karşısında huşu içinde olmak (namaz), fedakarlık, infak, yardımlaşma, ruhuna sahip olmak, başkalarının haklarına riayet etmek, aydınlık geleceğe ümit beslemek ve Allah’ın büyük mükafatına inanmak takvanın başlıca özelliklerindendir.

3- İmandan sonra en önemli amel namazı ikame etmek ve infakta bulunmaktır. Allah’a doğru seyreden ilahi bir toplumda ruhsal bunalımlar ve manevi eksiklikler namazla ortadan kalkar ve iyileşir, iktisadi boşluklar ve bozukluklar ise infak sayesinde ortadan kalkar.

4- Allah ile irtibat ve insanlarla irtibat birbirinden ayrı şeyler değildir. Namaz Allah’la irtibattır. İnfak ise ilahi bir niyetle insanlarla irtibat kurmaktır.

5- Namaz kılmak sürekli olmalıdır; geçici ve belli bir zamanda değil: “Namazı ikame ederler. ” [12]

6- Tüketimde, hatta infakta bile itidalli olmalıyız: “Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden” [13]

7- Allah’ın ihsan ettiği her şeyden (ilim, haysiyet, servet, sanat…) infak etmeliyiz. “rızıklandırdığımız şeylerden” [14]

8- İnfak helal maldan olmalıdır. Zira Allah herkesin rızkını [15] helalden takdir etmiştir. “Rızıklandırdığımız”

9- İnfak etmekle kibirlenmemeliyiz. Çünkü bütün nimetler Allah’ındır ve biz ondan sadece bir bölümünü infak ediyoruz.

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ (4)

4- “Onlar, sana indirilene de, senden önce indirilenlere de iman ederler; ahirete de yalnız onlar yakin ederler. ”

Tefsir

Temiz kalpli insanlar yaratılışın abes ve boş olmadığını ve bütün yaratıkların insanlara hizmet ettiğini akıllarıyla derk ederler. şüphesiz insan da boş yere yaratılmamıştır. Bunca kabiliyetler ve güçler sadece maddi hayatı yaşaması için takdir edilmemiştir. İnsan hayvanlardan yüce bir yolda yürümelidir. İnsanın bilgisi his ve akılla sınırlı değildir. Vahiy de muttakilerin iman ettiği bilgi yollarından biridir. İnsan yol seçiminde bir kılavuzu olmazsa şaşkınlık içindi bocalar. peygamberler insanın elinden tutmalı; mantık, mucize ve pratik yaşamıyla onu gerçek saadete sevk etmelidir. Muttakiler bütün peygamberlere ve ilahi programlarına iman ederler. [16]

Mesajlar ve Nükteler

1- Bütün peygamberlerin tek hedefi vardır. Bütün peygamberlere ve Semavi kitaplara iman etmek gerekir.

2- İslam ümmeti bütün semavi kitapların varisidir.

3- Gerçek takva ahirete yakin olmaksızın ortaya çıkamaz: “ Onlar ahirete de yakin ederler. ” [17]

4- Kur’an’a saygı diğer kitaplardan öncedir: “Sana indirilenlere ve senden önce indirilenlere”

5- “Senden önce” kelimesi “Senden sonra” kelimesi olmaksızın beyan edilmiştir. Bu da İslam ve Kur’an Peygamberinin hatemiyetinin ve son peygamber oluşunun göstergesidir.

أُوْلَـئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

5- “İşte Rablerinden bir hidayet üzere olanlar ve kurtuluşa erenler de bunlardır. ”

Tefsir

Allah-u Teala burada muttakilerin sonunun kurtuluş olduğunu zikretmektedir. Kurtuluş muttakilerin en yüce hedefidir. Kur’an’da bir çok ibadetlerden maksadın takvaya ulaşmak olduğu beyan edilmiştir. “Umulur ki takva sahibi olurlar” ve “Umulur ki takva sahibi olursunuz. ” [18] diye beyan edilmiştir. Bu ayet-i şerifede takvanın gaye ve hedefinin de kurtuluş makamına erişmek olduğu beyan edilmiş ve takva sahipleri “muflih”(felaha erişen) diye tanıtılmıştır. Bazı ayetlerde de şöyle beyan edilmiştir: “Allah’tan sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz. ” [19]

Kurtuluşa erenler kimlerdir?

Kur’an’da “Kurtuluşa erenler işte onlardır. ” cümlesi aşağıdaki şu özelliklere sahip olanlar hakkında kullanılmıştır:

· İyiliği emredip kötülükten sakındıranlar [20]

· Kıyamette iyilikleri çok olanlar [21]

· Peygambere imanın yanı sıra onu himaye edenler [22]

· Cimrilikten uzak olanlar [23]

· Toplumsal fesatları islah etmeye çalışanlar [24]

Mesajlar ve Nükteler

1- Hidayet Allah tarafındandır, “Rablerinden bir hidayet” [25]

2- Kurtuluş/Felah [26] , rüşt ve tekamülün son merhalesidir. Varlık aleminin yaratılış hedefi ibadettir. İbadetin hedefi takva ve takvanın nihayeti de kurtuluştur.

3- Kurtuluş çabasız olmaz, kurtuluşun bir takım şartları vardır. Bu cümleden Kur’an aşağıdaki hususlara işaret etmiştir.

· Kurtuluş için tezkiye gereklidir. “Kendini tezkiye eden kurtuluşa ermiştir. ” [27]

· Kurtuluş için cihad gereklidir. “Yolunda cihat edin ki kurtulasınız” [28]

· Kurtuluş için namazda huşu, boş şeylerden yüz çevirmek, zekat vermek, iffet, emanete riayet, ahde vefa ve namazda süreklilik gibi özellikler gereklidir. [29]

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ (6)

6- “Şüphe yok ki, küfredenleri, uyarsan da uyarmasan da birdir, iman etmezler. ”

Tefsir

Muttakileri tanıttıktan sonra şimdi de kafirleri tanıtmaktadır. Onlar hakkı gizlemede ve sapıklıkta ilahi ayetleri kabul etmeyecek ölçüde inatçıdırlar. [30] Elbette peygamberlerin davetleri karşısında yer alan inatçı kafirlerin söylediği söz şuydu: “İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir. ” [31]

Mesajlar ve Nükteler

1- Cahilane inat ve bağnazlık insanı cansız ve ruhsuz kılmaktadır.

2- Eğer ortam müsait ve münasip olmazsa peygamberlerin daveti de etkili olmaz.

Şair şöyle diyor:

“Yağmurun ki letafetinde şüphe yok,

bahçede lale yetiştirir, tuzlakta kuru ot”

3- İnsanlar hakkında yüzde yüzlük bir başarı beklemek doğru değildir. Nitekim diğer bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu inanmazlar. ” [32]

4- İnsanların bir kısmı inkarcı ve taş kalpli olduğu halde hazır kabiliyetleri de terk etmemek, unutmamak ve tebliğden/yol göstermekten el çekmemek gerekir. Nitekim Kur’an şöyle buyururuyor: “Müsrifsiniz diye bu Zikr’i (Kur’an’ı) sizden geri mi alalım” [33] Yani Allah hiçbir zaman bir kavmin isyan ve sapıklığı sebebiyle diğer kavimlerin hidayetinden vaz geçmez.

5- İnsan hakkı veya batılı kabullenmede, özgürdür. Nitekim onca öğüt ve delillere rağmen küfre düşmektedir.

6- Kafirler için tebliğ metodu uyarıcılıktır. Eğer bir zararı defetmek için insana yapılan uyarıcılık etkili olmazsa müjdenin de hiçbir etkisi olmayacaktır.

7- Önder ve davetçi bir insan her türlü inatçılıklara ve dik kafalılıklara hazırlıklı olmalı ve sabırla işini sürdürmelidir.

8- İnatçılık ve dik kafalılık kafirlerin özelliklerindendir. Nitekim İmam-ı Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Küfrün temeli hırs, kibir ve hasettir. ” [34]

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ (7)

7- “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir. ”

Tefsir

Bu ve daha önceki ayetler, muttakiler ile kafirlerin ruhsal durumunu kıyaslamakta, karşılaştırmaktadır. Muttakileri; ruhundaki açık kapılar ve ilahi hidayeti kabul eden amade kalpleri kurtuluşa erdirmiştir. Ama Allah inatçılık ve günahkarlıkları sebebiyle kafirlerin kalplerine ve kulaklarına hidayetten mahrumiyet mührünü vurmuş, gözlerine perde çekmiştir.

Mesajlar ve Nükteler

1- Küfür ve ilhad, kalp ve kulakların mühürleniş nedenidir.

2- Küfür sebebiyle insanın temel üstünlükleri yok olmaktadır.

3- Allah’ın cezası aynıyla mukabelede bulunmaktır. Küfrüyle hakkı anlayan ve örten kimsenin cezası göz, kulak, ruh ve fikrine perde gerilmesi, örtülmesidir.

İmam Rıza şöyle buyurmaktadır: “Mühürlenmek onların küfrünün neticesidir. ” [35]

4- Allah Kur’an’da kafirlerin kalbi hususunda tam dokuz sıfat beyan etmektedir.

· İnkar: “Onların kalpleri inkarcı... ” [36]

· Taassup: “Kalplerine taassubu... ” [37]

· Çevrilme: “Allah onların kalplerini (imandan) çevirmiştir. ” [38]

· Katılık: “Kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun” [39]

· Ölüm: “Ölülere duyuramazsın” [40]

· Paslılık: “ “Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir . ” [41]

· Hastalık: “Onların kalplerinde bir hastalık vardır” [42]

· Darlık: “Kalbini iyice daraltır. ” [43]

· Mühür: “Allah küfürleri sebebiyle o kalpler üzerine mühür vurmuştur. ” [44]

Birkaç Açıklama:

1- Kalbi hastalıkları Kur’an şu ifadelerle dile getirmiştir: Su-i zanla karışık şüphe, şek, inkar, gaflet, mühürlenme, kuşku, kir, katılaşma, galizlik

2- İnsanın kalbi değişkendir ve delili ise şu ayettir: “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme” [45]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Bu ayeti (Al-i İmran/8) sürekli okuyunuz ve böylece sapmalardan emanda kalınız. ” [46]

3- Kur’an’da yer alan kalpten maksat ruh ve hislerin merkezidir. Kur’an üç çeşit kalp zikretmektedir: selim, munib (dönen, yönelen) ve hasta kalp

Hasta Kalbin Özellikleri

· Allah’tan başka hiçbir şeyin olmadığı kalp: “Allah’tan başka hiçbir şey yoktur onda. ” [47]

· Hakk’a uyan, günahlardan tövbe eden ve Hakk’a teslim olan kalp [48]

· Dünya sevgisinden uzak olan kalp [49]

· Huzur ve güvene eren kalp [50]

· Huşu dolu kalp [51]

Ayrıca bilmek gerekir ki mümin bir insan hem Allah’ı zikrederek huzur bulur ve hem de O’nun kahır ve gazabından korkar. “İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer” [52] Valideyniyle sakinleşen ve aynı zamanda da onlardan korkan bir çocuk gibi.

Munib Kalbin Özellikleri

· Allah’ın zikrinden gafil olan ve rehberlik liyakati olmayan kalp: “Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma. ” [53]

· Bahane peşinde koşan kalp: “Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar. ” [54]

· Kasaveti olan kalp: “Kalplerini katılaştırdık. ” [55] Kalbin katılaşmasının; ahdi bozmak, uzun emel, fazla yemek, fazla konuşmak, kötü arkadaş ve haram lokma gibi bir çok nedenleri vardır.

· Paslanmak: “Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir. ” [56]

· Mühürlenmek: “İnkârlarına karşılık onların kalplerini mühürledi. ” [57]

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ (8)

8. “İnsanlardan, iman etmedikleri halde, “Allah'a ve ahiret gününe iman ettik” diyenler vardır. ”

Tefsir

Bu surenin başlangıcında Müminleri tanıtan dört ayet ve kafirleri tanıtan iki ayet yer almıştır. Bu ve sonraki on üç ayet ise üçüncü bir grubu tanıtmaktadır. Bu grubun ne ilk grup gibi nuraniyeti vardır, ne de ikinci grup gibi küstahlık ve cesareti. Bunlar ne hakiki imana ve ne de küfürlerini ortaya vurma cesaretine sahip olmayan münafıklardır. Münafıklar kaçmak için yuvalarına iki kaçış yolu yapan çöl fareleri gibidir. Açık bıraktıkları bir yoldan gidip gelmektedirler. Diğer yolu ise geçici olarak kapalı tutmaktadırlar. Tehlike hissettiği her an o kapalı kapıyı da açmakta ve kaçmaktadırlar. Bu gizli deliğin adı “nafıka” dır ki münafık da bu kelimeden türemiştir.

Mesajlar ve Nükteler

1- İman kalbi bir olaydır. İnsanın sadece açığa vurmasıyla ilgili değildir: “Onlar mümin değillerdir. ”

2- Usul-i Din’in (İslam’ın) şartlarında en önemli nükte Allah’a ve ahirete imandır.

3- Münafık ne gerçek imana sahiptir ve ne de küfrünü açığa vurma cesaretine.

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ (9)

9. “Bunlar Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler. ”

Tefsir

Münafıkların Allah’ı aldatmaya çalışmasından maksat ya ilahi din ve hükümleri alaya almalarıdır, ya da Resulullah’ı aldatmaya çalışmalarıdır. Nitekim Peygambere itaat ve biat da Allah’a itaat ve biattır. [58]

Allah kendi dinine karşı oynanan oyunları ve hileleri kendisine karşı yapılan hileler olarak kabul etmektedir. Kendisine verdiği ilaçları “kullandım” diyerek doktorunu aldatmaya çalışan kimse gerçekte kendini aldatmaktadır. Burada doktoru kandırmak insanın kendisini kandırmasıdır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Münafıklar kendilerini kurnaz, binbir surat olmalarını hile ve faydalı bir silah saymaktadırlar.

2- Kurnazlığın ve hilekarlığın cezası ve sonuçları bizzat sahibine dönmektedir.

3- İslam'ın münafıklara karşı tutumu, münafıkların İslam’a karşı tutumu gibidir. Münafık zahirde İslam’ı kabul eder, İslam da onu zahirde Müslüman kabul eder. Onun kalbinde iman yoktur, Allah da kıyamette ona gazap edecektir.

4- Münafık şuursuzdur, bu yüzden muhatabının, bütün sırları ve batını bilen [59] Allah olduğunu ve kıyamette bunları ifşa edeceğini bilmemektedir. [60]

5- Gerçek şuur ve bilinç insanı Allah’a ulaştıran bilinçtir. Nitekim rivayette de şöyle yer almıştır: “Gerçek akıl kendisiyle Allah’a ibadet edilen akıldır. ”

Ayetullah Muhsin Kıraati, Nur Tefsiri

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müddessir suresi, 36. ayet

[2] Furkan suresi, 1. ayet

[3] Fatır suresi, 18. ayet

[4] Naziat suresi, 45. ayet

[5] Hud suresi, 110. ayet

[6] Tevbe suresi, 45. ayet

[7] Arapça’da “Zalike”(O) uzağa işaret edatıdır. Dolayısıyla önümüzde olan Kur’an’a, “Zalike” ile işaret edilmesi Kur’an’ın ulaşılamayacak yüce makamını ifade etmektedir.

· [8] “Allah fâsık topluluğa hidayet etmez. ” (Tevbe suresi, 80. ayet)

· “Allah zulmeden kimselere hidayet etmez” (Maide suresi, 51. ayet)

· “Doğrusu Allah kâfirlere hidayet etmez. ” ( Maide suresi, 67. ayet)

· “Allah Şüphesiz yalancı ve inkârcı kimseye hidayet etmez. ” (Zümer suresi, 3. ayet)

· “Doğrusu Allah, aşırı yalancıya hidayet etmez” (Mü’min suresi, 28. ayet)

[9] Gayb Allah, melekler, ahiret ve Hz. Mehdi hakkında kullanılmıştır

[10] Bakara suresi, 55. ayet

[11] Casiye suresi, 24. ayet

[12] “Yukimune”(ikame ederler, kılarlar) kelimesi şimdiki veya gelecek zamana delalet eden bir fiildir. Aynı zamanda süreklilik ve devam manalarını da ifade eder.

[13] Ayette geçen “mimma” kelimesi Arapça olarak aslında, “minma”dır. “min”kelimesinin bir manası da “Bazı, bir bölümü”dür. Yani kendilerine verdiğimiz rızklardan bazısını, bir bölümünü -hepsini değil- infak ederler.

[14] Bu gibi hususlarda “ma” kelimesi Arapça’da “her şey” manasınadır.

[15] Rızık, yaşamak için ihtiyaç üzere verilen sürekli nimete denmektedir. Süreklilik ve ihtiyaç ölçüsü gibi manaları sebebiyle ihsan, ata, nasip, enam ve haz (hisse) gibi kelimelerden ayrılmaktadır. (et-Tahkik fi Kelimat’il-Kur’an c. 4 s. 114)

[16] Kurtubi Ebu Zer’den o da Peygamber’den şöyle nakletmektedir: “Allah 104 kitap nazil etmiştir: Hz. Şit’e indirdiği 50 sahife, Hz. İdris’e indirdiği 30 sahife, İbrahim’e indirdiği 10 sahife, Musa’ya Tevrat’dan önce indirdiği 10 sahife, Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan. ”

[17] Yakin mertebesi Hz. İbrahim’in ulaştığı mertebedir. “Böylece yakin edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu gösterdik. ” (Enam suresi, 75. ayet) Yakine ulaşmanın yolu ibadet ve kulluktur. “ve yakine erinceye kadar Rabbine kulluk et. ”(Hicr suresi, 99. ayet)

[18] Örneğin Kur’an’da şöyle zikredilmiştir: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz; umulur ki takva sahibi olursunuz. ” (Bakara suresi, 21. ayet) Hakeza “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, takva sahibi olasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı. ” (Bakara suresi, 183. ayet)

[19] Aşağıdaki ayetlerde de bu mana tekrarlanmıştır: Bakara suresi, 189. ayet, Al-i İmran suresi, 130. ayet, Maide suresi, 100. ayet

[20] Al-i İmran suresi, 104. ayet

[21] A’raf suresi, 8. ayet

[22] A’raf suresi, 157. ayet

[23] Haşr suresi, 9. ayet

[24] Al-i İmran suresi, 104. ayet

[25] Diğer bir ayette şöyle buyurulmuştur: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar. ” (Enam suresi, 125. ayet)

[26] Fellah, çiftçilere denmektedir. Yani bitkilerin yeşermesini ve büyümesini sağlayan kimse. Çiftçilere aynı zaman da küffar da denilmektedir. Zira onlar da tanelerin üzerini toprakla kaplamaktadırlar. Bu esas üzere müflih kurtuluş yolunda olan kimse, kafir ise hakkı örten kimsedir.

[27] Şems suresi, 9. ayet

[28] Maide suresi, 35. ayet

[29] Mü’minun suresi, 1-9. ayetler

[30] Küfür, örtmek ve görmezlikten gelmek manasınadır. Çiftçiye ve geceye kafir denmektedir. Zira çiftçi taneyi toprağın dibine gizlemekte, gece de fezayı örtmektedir. Küfran-i Nimet de nimetleri görmezlikten gelmektir. Dini inkar edenler ilahi ayet ve hakikatleri gizlediği için veya görmezlikten geldiği için kafir olarak adlandırılmıştır.

[31] Şuara suresi, 136. ayet

[32] Yusuf suresi, 103. ayet

[33] Zuhruf suresi, 5. ayet

[34] Sefinet’ül-Bihar c. 2, s. 484

[35] Tefsir-u Nur’is-Sekaleyn c. 1, s. 27

[36] Nahl suresi, 22. ayet

[37] Fetih suresi, 26. ayet

[38] Tevbe suresi, 127. ayet

[39] Zümer suresi, 22. ayet

[40] Rum suresi, 52. ayet

[41] Mutaffifin suresi, 14. ayet

[42] Bakara suresi, 10. ayet

[43] En’am suresi, 125. ayet

[44] Nisa suresi, 155. ayet

[45] Al-i İmran suresi, 8. ayet

[46] Tefsir-u Nur’is Sekaleyn c. 1, s. 319

[47] Tefsir-u Nur’is-Sekaleyn c. 4 s. 57

[48] Nehc’ül-Belağa 214. Hutbe

[49] Tefsir’us-Safi (İmam Sadık’tan)

[50] Fetih suresi, 4. ayet

[51] Hadid suresi, 16. ayet

[52] Enfal suresi, 2. ayet

[53] Kehf suresi, 28. ayet

[54] Al-i İmran suresi, 7. ayet

[55] Maide suresi, 13. ayet

[56] Mutaffifin suresi, 14. ayet

[57] Nisa suresi, 155. ayet

[58] “Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. ”(Nisa suresi, 80. ayet)

[59] “Allah gözlerin hainliğini ve gönüllerin gizlediğini bilir. ”(Mümin suresi, 19. ayet)

[60] “Gizliliklerin ortaya çıkacağı gün”(Tarık suresi, 9. ayet)