کارگر

کارگر

 İslam Devrimi Lideri İmam Seyyid Ali Hamanei, İran milletinin uluslararası arenada cesur ve istikbar karşıtı ve iç arenada tedbirli, hikmet ve ahlak sahibi bir cumhurbaşkanına ihtiyacı olduğunu belirtti.

Cumartesi günü İran genelinde seçilen binlerce örnek işçi ile görüşmesinde gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine temas eden İmam Hamanei, seçimleri milli iktidarın önemli bir göstergesi niteledi ve İran milletinin uluslararası arenada istikbara karşı duran cesur ve iç arenada programı, hikmet, tedbir ve direniş ekonomisine inancı olan, ayrıca ahlaklı ve gerçeklere uygun mantıklı şiarları savunan bir cumhurbaşkanına ihtiyacı olduğunu kaydetti.

İran’ın kalkınmasının da büyük ve hamaset nitelikli bir çıkış gerektirdiğini vurgulayan İmam Hamanei, siyasi hamasetin iktisadi hamasetle birlikte olduğunu ve her biri öteki takviye ederek koruduğunu vurguladı.

Siyasi hamaseti halkın siyaset ve ülkenin yönetiminde bilinçli varlık sergilemesi şeklinde tanımlayan İmam Hamanei, siyasi hamasetin en bariz örneği önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunu ve ilahi Tevfik sayesinde zamanında ve halkın coşkulu katılımı ile düzenleneceğini vurguladı.

Seçimleri önemli ve milli iktidarın simgesi niteleyen İmam Hamanei dinamik, canlı ve neşeli ve ilahi iradeye dayanan ve Allah’ın desteğinden emin olan bir milletin başta seçim arenası olmak üzere tüm alanlarda muzaffer olacağının altını çizdi.

İmam Hamanei, seçim arenasına ayak basmak isteyen adayların meseleyi doğru biçimde değerlendirerek karar vermelerini, sonuçta karar verecek tarafın da İran milleti olduğunu vurguladı.

İran’da seçimlerin sağlam yapıldığına vurgu yapan İmam Hamanei, İmam Humeyni’nin (ra) de defalarca vurguladığı üzere anayasa kollama ve koruma konseyinin seçimlere aday olan kişilerin yetkinliğini adil, tarafsız ve basiretli üyeleri ile incelenmesinin mübarek bir durum olduğunu ifade etti.

İmam Hamanei, konseyin incelemesinden sonra bu kez halk adaylıkları onaylanmış Salih insanların mazisini, söz ve sloganlarını irdeleyerek birini Cumhurbaşkanı olarak seçeceğini bunun da yasal ve uygun ve mübarek bir yöntem olduğunu kaydetti.

Halkın seçimlere yönelik katılımını azaltma çabasının İran milletinin düşmanlarının siyasi hamaseti engelleme bağlamında kurduğu komplo olduğunu vurgulayan İmam Hamanei, istikbar perdesinin arkasında saklanan tasarımcıların bunca yıllık düşmanlığın ardından hala İran milletini ve imanını ve direnişini tanıyamadıklarını vurguladı.

Günümüzde pratikte kapitalist ekonominin yanlış ve yetersiz olduğunun anlaşıldığını kaydeden İmam Hamanei, bugün Avrupa’da ve bir başka türlü Amerika’da görülen tepkilerin kapitalist düzenin yanlış bir yol olduğunun en somut delili olduğunu ve Batı’da yaşanan şimdiki olaylar daha yolun başı sayıldığını ve şartlar Batı için daha da kötüleşeceğini, zira kapitalist ekonomi çökme sürecine girdiğini vurguladı.

Kaynak: MHA

 

Cumartesi, 27 Nisan 2013 08:31

Suriye ve Türkiye

İstanbul’da gerçekleşen Suriyenin dostları toplantısından Suriye muhalefetine destek kararı çıkmıştı. Rusyanın Suriyenin düşmanları olarak nitelediği bu toplantının ardından Suriye Devlet Başkanı Esad da bir açıklama yaptı.

Türkiye ve Batı tarafından desteklenen muhaliflerin 23 ayrı ülkeden geldiğini ifade eden Esad, ardındaki halk desteği sayesinde hepsiyle mücadele edebildiklerinin altını çizdi.

Esad, eğer ABDnin ve İsrailin dediklerini kabul etse idi, Suriye işgal edilmeyecekti. Ancak o dik durdu, ülkesini ve halkını ezdirmedi.

Üçüncü yılını devam ettiren Suriye meselesi Türkiye’nin son dönemdeki en kötü dış siyaset örneklerinden biri. Müslüman Suriye’nin işgale direnişi aslında sıradaki Türkiye’nin korunması manasına da geliyor. Ancak Esad’a yardımla elde edeceği menfaati göremeyen Türkiye için, muhalifleri desteklemek birkaç açıdan büyük zararlar doğurdu.

Birincisi, topyekûn Hıristiyan batının birleşerek taarruz ettiği Suriyeye yapılan Haçlı savaşından başka bir şey değildir. Türkiye maalesef bu Haçlı savaşında Hıristiyan dünyanın safında yer alarak Müslüman dünyanın kendine olan güvenini bitirmiştir.

İkincisi, Suriye işgali, halen devam eden BOPun bir parçasıdır. Eş başkanlığını Türkiyenin yaptığı bu çalışma tamamlanırsa ülkemizde de sınırların değişeceği muhakkaktır.

Üçüncüsü ve en önemlisi, Arap Baharı adı ile devam eden Büyük Ortadoğu Projesinde nihai hedef, Büyük İsrailin kurulmasıdır.

Arz-ı mevud inancına göre, Güneydoğu topraklarımızın da içinde bulunduğu bölge de dahil olmak üzere Suriye, Irak ve ülkemiz toprakları Büyük İsrail’in oluşması için gereklidir.

Bunun ilk adımı Kürdistanın varlığıdır. Bugün adım adım yaşadığımız süreç onun hayata geçirilme çabalarıdır.

Enteresandır, Türkiye Kürdistanın kurulmasına gönüllü yardım etmektedir.

Türkiye, BOPun son halkası Türkiyenin parçalanmasına iradesi ile müdahil olmaktadır.

Ve Türkiye, coğrafyasındaki Müslüman devletleri yok ederek var olacak büyük İsraile icraatları ile destek olmaktadır.

Sizce, Türkiye bu yanlıştan ne zaman dönecek?

Prof. Dr. Haydar Baş

FBI, Boston Maratonu bombalamalarının doğrudan içinde olduğunun açığa çıkması gibi görünen durum karşısında sarsıntı geçirirken, “tesadüfen” Batı manşetlerine FBI’a dair bir dizi “başarı” hikâyesi düştü.

 Bunların arasında Kanada'da, “İran'daki El Kaide üyeleri” tarafından desteklenen teröristlerin işi olduğu aktarılan bir terör saldırısının, varsayılan “engellenmesi” de var. Globe and Mail, "Kanada, El Kaide'nin İran'da üslenmiş üyeleri olduğu düşüncesinde ABD'ye katılıyor” başlıklı haberinde şunları ifade etti:

"Kanada polisinin Pazartesi günü Kanada'da gözaltına alınan iki terör şüphelisinin İran'daki El Kaide üyeleri tarafından desteklendiğini iddia etmesi, pek çoklarına sürpriz gibi geldi.

Sünni temelli El Kaide ve Şii İran, İslam'ın tarihsel olarak birbirine zıt düşmüş farklı kollarına ait. Fakat son yıllarda ABD yetkilileri formel olarak, İran'ın El Kaide üyelerinin kendi topraklarında faaliyet göstermesine izin verdiğini iddia ettiler.”

Gerek ilk bakışta gerekse derin incelemelerle varılacak sonuçlar itibariyle bu iddia bütünüyle saçma, gerçekliğe aykırı bir iddiadır ve Batı yapısının küresel kamuoyunu elinde tutmasının aracı olan mutlak kibrin göstergesidir. Gerçekte Batı, ABD, Suudi Arabistan ve özel olarak İsrail, El Kaide'yi İran, Suriye,Lübnan, Cezayir, Libya, Rusya Malezya, Endonezya ve ötesindeki ülkelerin hükümetlerini zayıflatmak veya yıkmak amacıyla desteklemiş ve varlığını sürdürmesini sağlamıştır.

Daha özel olarak İran konusunda Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh, 2007 yılında New Yorker'da yayınlanan “Yeni Yönelim: Yönetim'in yeni politikası terörizmle savaşta düşmanlarımızdan mı yararlanıyor?” başlıklı makalede şunları belirtecekti:

“Bush yönetimi, ağırlıklı olarak Şii İran'ı köşeye sıkıştırmak için Ortadoğu'daki önceliklerini yeniden belirlemeye karar verdi. Yönetim, Lübnan'da İran'ın desteklediği Şii Hizbullah'ı zayıflatmak için örtülü operasyonlarda Sünni Suudi Arabistan hükümetiyle işbirliği yapmaya başladı. ABD aynı zamanda İran ve Suriye'yi hedefleyen örtülü operasyonlarda da aktif olarak yer aldı. Bu faaliyetlerin yan ürünü, İslam'ın militan bir yorumunu benimseyen, ABD'ye muhalif, El Kaide'ye sempati besleyen aşırılıkçı Sünni grupları desteklemekti.”

Hersh daha sonra 2008'de yine New Yorker'da yayınlanan "Savaş alanına hazırlık: Bush Yönetimi İran'a karşı gizli hareketlerini hızlandırıyor” başlıklı makalesinde, ABD'nin El Kaide'yle bağlantılı değil, El Kaide'nin kendisi olarak tanımlanan terör örgütlerini desteklediği, silahlandırdığı ve finanse ettiği yönünde sert bir ithamda bulundu.

Amerika'nın El Kaide'ye verdiği destekle ilgili olarak yazıda şunlar belirtiliyordu:

“Yönetim, İran'daki muhalif grupların geçmişte Amerikan çıkarlarına karşı faaliyet yürüttüğüne inanmak için yeterli neden olsa bile, bu gruplara güvenmeyi istemiş olabilir. Yaklaşık yirmi yıl Güney Asya ve Ortadoğu'da çalışmış eski bir gizli CIA görevlisi olan Robert Baer bana, örneğin Beluci unsurların kullanılmasının sorunlu olduğunu söyledi. Baer, ‘Beluciler Tahran'daki rejimden nefret eden Sünni köktencilerdir, ama onları El Kaide olarak da tanımlayabilirsiniz' dedi. ‘Bunlar inançsızların – bu örnekte Şii İranlıların – kafasını kesen kişiler. İronik olan şu ki, 1980'lerde Afganistan'da yaptığımız gibi, yine Sünni köktencilerle çalışıyoruz.' 1993'te Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanmasındaki rolü nedeniyle mahkûm olan Remzi Yusuf ve 11 Eylül saldırılarını önde gelen planlayıcılarından biri olduğu düşünülen Halid Şeyh Muhammed'in her ikisi de, Beluç Sünni köktencilerdir.”

Yazı, şu ifadelerle devam ediyordu:

“İran'da bugün en aktif ve en fazla şiddete başvuran rejim karşıtı gruplardan biri, İran Halkı Direniş Hareketi olarak da bilinen ve kendisini İran'daki Sünnilerin hakları için mücadele eden bir direniş gücü olarak tanımlayan Cundullah'tır. Nasr bana, ‘Bu, destekçilerinin Taliban ve Pakistanlı aşırıcılarla aynı medreselere gittiği habis bir Selefi örgüt' dedi. ‘Bunların El Kaide ile bağlarının olduğundan şüphe ediliyor ve aynı zamanda uyuşturucu ekimiyle bağlantılı oldukları düşünülüyor.' Cundullah, Şubat 2007'de Devrim Muhafızları'nı taşıyan bir otobüsün bombalanmasının sorumluluğunu üstlendi. Muhafızlar'ın en az yedi üyesi öldürüldü. Baer'e ve basındaki haberlere göre Cundullah, İran'da ABD desteği alan gruplar arasında yer alıyor.”

Bu sinsi komplonun, açıkça El Kaide bayrağı altında faaliyet yürüten ABD destekli teröristlerin Suriye halkına ve Suriye devletinin en yakın müttefiki olan İran'a karşı korkunç bir mezhepçi kan banyosu yaratmaya kilitlenmiş olduğu Suriye'de oynandığı görülebiliyor. Suriye çatışması, Hersh'in 2007-2008 gibi erken bir tarihte açığa çıkardığı entrikaların bugün canla başla hayata geçirildiğini açığa ifşa ediyor.

Açıktır ki, yıllardır özellikle İran hükümetini devirmek üzere El Kaide'yi destekleyen Batı olduğu halde ABD ve Kanada'nın, İran'ın El Kaide'yi kendi sınırları içinde bir şekilde barındırdığı şeklindeki iddiaları, aşırı derecede saçmadır. Gerçekte Batı, El Kaide'nin hem İran içindeki hem de periferideki varlığını son kertede İran hükümetini yıkmak için kullanırken, aynı terör örgütlerini yurtiçinde iktidarını sağlamlaştırmak ve genişletmek üzere, Batı halkları arasında felç edici bir korku yaratmak için de kullanmaktadır.

Press TV

Tony Cartalucci Çev: Selim Sezer

medyasafak

 

Cumartesi, 27 Nisan 2013 05:58

Irak'taki Çatışmaların Sebebi

Bismillah

Suriye hükümeti beklenin ötesinde direniş göstererek Batı müstekbirliği ve bölgedeki müttefik ve kuklalarının hesaplarını altüst etti. ABD ve İsrail’in aksine bölgesel aktörler açıkca ilan ettikleri üzere bütün hesapları nı birkaç hafta veya bir kaç ay üzerine yapmışlardı. Suriye hükümeti devrilecek ve Batı müttefiki bölge rejimleri Suriye’de işbaşına getirecekleri yeni hükümet aracılığıyla bölgedeki nüfuz alanlarını artıracak ve direniş cephesinin güçlenmesini engelliyeceklerdi. Ama gelişmeler hayal ettikleri gibi olmadı. Bu planlarının Suriye’de onbinlerce insanın canından olmasına ve yüzbinlerce insanın evini yurdunu bırakarak komşu ülkeler sığınacaklarını ve kendi başlarına bela olacağını iyi hesaplasalardı belki daha ihtiyatlı davranırlardı.

ABD, AB ve İsrail ise mevcut durumdan haddinden fazla memnunlar. Çünkü direniş cephesinin önemli bir ülkesi Suriye’de iç savaş başlatılmış olup daha uzun süre savaşan taraflar arasında barış sağlanması mümkün gözükmüyor. Böylece önemli bir düşman devre dışı bırakıldığı gibi tarafları destekleyen bölge ülkeleri arasında da husumet ve düşmanlık git gide derinleşiyor. Bölge üzerindeki sultasını sürdürmeyi ve derinleştirmeyi planlayan Batı emperyalizmi için bundan daha iyi bir durum tasavvur edilebilir mi?

Suriyeli muhalifleri askeri, lojistik, siyasal ve ekonomik açılardan açıkca destekleyen Türkiye hükümeti , Suudi Krallığı ve Katar Şeyhlği’nin mevcut durumdan memnun olduğu söylenemez. Çünkü Suriye hükümeti bekledikleri sürede yıkılmadığı gibi bugün silahlı çatışmanın başladığı 2011 Martından daha güçlü durumdadır. Gönüllü halk güçlerinin ordunun yanında muhaliflere karşı direnişe katılmaları Suriye rejimini psikolojik olarak da güçlendirmiştir. Suriye güçlerinin son haftalarda önemli birçok cephede üstün konuma gelmeleri en fazla da Türkiye hükümeti ve Suudi rejimini kaygılandırmaktadır. ABD ve NATO’nun doğrudan müdahalesini istemeleri ve muhaliflere daha çok silah yardımı yapılmasında ısrarlı olmaları da bu kaygıdan kaynaklanmaktadır.

Muhaliflerin yanındaki bölgesel aktörlerin bu ısrarına rağmen başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi Suriye’ye doğrudan askeri müdahale konusunda pek de aceleci gözükmüyor. Çünkü uzun yıllardan beri tasarladıkları planlarının gerçekleşmesi için şartların daha çok olgunlaşması gerekir. Planları bellidir: BOP çerçevesinde Ortadoğu’ya yeni bir dizayn vermek, İsrail’le müttefik olacak büyük Kürdistan da dahil yeni ülkecikler oluşturmak, enerji kaynakları üzerinde tam sulta kurarak Çin gibi yeni ekonomik güçlere üstünlük sağlamak ve Batı’nın çıkarlarına tehlike oluşturan İran eksenli direniş cephesini yenilgiye uğratarak İsrail’in temsilciliğinde İslam ülkelerine uzun süreli tam bir sulta kurmak.

Batı’nın bu planlarının gerçekleşmesi için sadece düşmanlarının değil bölgesel müttefiklerinin de zayıflatılması gerekir. Bugünlerde stratejik müttefik ve bölgesel lider diye aldatılan ülkeler halklarının Batı emperyalizmi için potansiyel düşman olduğunu çok iyi biliyorlar. Öyleyse bugün Suriye içinde olduğu gibi bölge sathında da düşmanlıkların, cepheleşmelerin derinleştirilmesi gerekir. Bunun için en kolay silah tarihi reflekslerin kaşınması, yani mezhep taassubunun hortlatılmasıdır. Bugün ülkemiz de dahil dünya sathında Şia aleyhinde sürdürülen eşi az görülür düzeydeki propagandaların Telaviv ve Washington’da planlandığından bir zerre şüpheniz olmasın. Gafil yerli medya ve kalemler ise çoğu defa bilmeyerek bu planları gönüllü olarak uygulamaktadırlar. Suriye iç savaşıyla birlikte zirveye çıkarılan Şia düşmanlığı yeni bir olgu değil, İslam İnkılabı’nın İran’da zafere ulaşmasından hemen sonraki vahdet çağrılarından vahşete kapılan İslam düşmanlarının Şii-Sünni düşmanlığını hortlatmak için Batı’nın akademik merkezlerinde başlatılmış oldukları çalışmaların sonuçlarıdır. Geçmişte de bu silaha defalarca başvurdular ama hep başarısız kaldılar. Allah’ın inayetiyle bu son komplolar da yenilgiye uğrayacaktır.

Irak ve Lübnan’daki son gelişmeleri işte bu komplolar çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Direniş cephesinin önemli kollarından biri durumundaki Hizbullah’ı Suriye iç savaşına çekmek için son sırlarda Lübnan’da Şiilerin yaşadığı köy ve kasabalar bombalanmaktadır. Hizbullah ise komplonun farkında olarak gösterdiği sınırlı tepkiyle Lübnan-Suriye sınır bölgelerindeki kışkırtıcılara ağır bir darbe indirmeyi başarmış ve sınırın önemli bir bölümünden uzaklaştırmış bulunuyor. Uluslararası siyonizmin kontrolündeki kitle iletişim araçları ise Hizbullah’ın bu sınırlı operasyonunu Hizbullah Suriye’ye girdi olarak göstererek Şiilere karşı Sünni taasubunu tahrik etmek için çırpınıp duruyor. Amaç, daha önce de defalarca işaret ettiğimiz üzere, Suriye’deki iç savaşı Şii-Sünni savaşı olarak tanıtarak uğursuz hedeflerine giden yoldaki engelleri kaldırmaktır.

Irak’ta da son sırlarda isyanların, terör operasyonlarının artması aynı yöndeki komploların bir uzantısıdır. Seçimle işbaşına gelmiş bir hükümet uygulamalarından dolayı diktatörlükle suçlanacaksa dünya üzerinde diktatör olmayan hükümet yoktur demektir. Güven oyu alacak kadar meclis desteğine sahip bir hükümet dünyanın neresinde muhaliflerine bakanlık, başbakan ve cumhurbaşkanlığı yardımcılığı, eyalet valiliği gibi kilit makamlar verir? Fazla uzağa gitmeye gerek yok, ülkemizde Alevilere ve Şiilere nüfusları oranında hangi makamlar verilmiştir şimdiye kadar?! Kabinede tek bir Şii bakan var mıdır? Bırakın bakanlığı tek bir il valisi olan Şii var mıdır? Iğdır gibi nüfusunun ekseriyeti Şii olan bir ilde bırakın valiyi kaç tane Şii genel müdür vardır? Halbuki Irak’ta toplumun her kesiminin yönetime katılmasını sağlamak için nüfusun yüzde 15’ini oluşturan Sünni Araplara muhalefette olmalarına rağmen meclis başkanlığı, cumhurbaşkanılığı ve başbakan yardımcılıkları, eyalet valiliği, bakanlıklar gibi her düzeyde makamlar, yetkiler verilmiştir.

Ama bunca toleransa rağmen padişahlık, krallık ve diktatörlük dönemlerinin efendisi konumundaki Irak’lı Sünni Araplar yeni döneme tahammül edemedikleri için değil Irak üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan komşu ülkeler rejimlerinin tahrikiyle yasal hükümete karşı kışkırtılmaktadırlar. Perde arkasındaki asıl planlayıcı ABD olmakla birlikte Türkiye’nin hayalperest dışişleri bakanının belirlediği dış siyaseti uygulayan hükümet ile ABD’nin en sadık kuklası Suudi krallığı ve Amerikan üssü durumundaki Katar emirliği Irak’taki karışıklığın sorumlusu durumundadır. Onlarca terör operasyonunun planlayıcısı ve yüzlerce kişinin katili olarak yargılanan ve hüküm giyen El-Haşimi’yi inatla ve sırf Sünni olduğu için ağırlayan ve destekleyen hükümet Irak’ta masum kanlarının dökülmesine ortaktır.

Tarihte eşine az rastlanır bir bağnazlıkla sırf Vahabi olmadıkları için müslüman kitlelerin öldürülebileceğine dair müftülerince fetvalar hazırlatan, teröristleri eğitip teçhiz eden ve bölge ülkelerine sevkeden Suudi rejimi Suriye ve Irak’taki cinayetlerin baş sorumlularındandır.

Suriyedeki Nusra Cephesi ile Irak’taki islami Devlet adlı terör örgütleri Amerikan emperyalizminin hizmetindeki El-Kaide terör örgütünün kolları durumunda olup son sıralarda Suriye’de ağır kayıplar verince Irak’ta katliamlarını sıklaştırmaya başladılar. Yani Irak, Suriye, Lübnan ve bütün bir bölgedeki bu terör örgütleri perde arkasındaki birinci ve ikinci dereceden güçlerin maşası olarak onların planlarını uygulamaktadırlar. Pakistan ve Afganistan’da olmuyorsa Suriye, Suriye’de olmuyorsa Lübnan ve Irak’ta katliam makinesi olarak kullanılmaktadırlar.

ABD’nin hedefi Suriye krizini etrafa yaymak, Sünni-Şii savaşı çıkararak bölge müslüman halklarını bir birinin canına salmak ve yukarıda değindiğimiz uğursuz hedeflerine ulaşmaktır. Bu şum planlara yardım eden Suudi rejimi gibilerin kaybedecekleri bir şey yoktur, çünkü bunların kuruluş felsefesi ümmet arasına fitne ve ayrılık sokmaktır. Miadları dolunca tarihin çöplüğüne süpürüleceklerinden şüpheniz olmasın. Türkiye gibi bölgenin önemli ve yerleşik bir ülkesine boş vaadler – Ortadoğunun liderliği, enerji yollarının kontrolü vb- uğruna komşu ülkelerin iç işlerine karışmak, mezhep fitnesini tırmandırmak ve işlenen cinayetlere ortak olmak yakışmamaktadır. Türkiye devletinin bütün kurumlarıyla “zararın neresinden dönlürse kardır” sözü uyarınca bu hayalci siyasetlere bir son vermeleri ve izzet ve üstünlüğü ABD’nin desteğinde aramaktan vazgeçmesi umulur.

Y. ZİYA T.YILMAZ

25 Nisan 1980 tarihinde İran’ın Tebes çölünde ne olmuştu ?  25 Nisan Tebes mucizesinin yıldönümü : Amerika’nın İran’da bozguna uğradığı gün

 Her yıl 25 nisan gününde İran milleti, Amerikan ordusunun Tebes çölünde ilahi ve gaybi yardım sayesinde bozguna uğradığı günü şükranla kutluyor.25 Nisan 1980 tarihinde İran'da, Hicaz yarımadasında vuku bulan tarihi bir olayı çağrıştıran bir hadise yaşandı.

Bundan 14 asır önce Yemen kralı Ebrahe, insanların Kabe etrafında tavaf ederek ibadet ettiklerini duyduğunda büyük bir öfkeye kapıldı ve bu yüzden kutsal Kabe binasını yıkarak Hicaz halkını, kendisinin inşa ettiği bir tapınağa yönelmesini ve böylece Mekke'nin merkez olma konumunu yok etmeyi hedefledi.

Ebrahe önünde fillerin hareket ettiği büyük bir ordunun başında Mekke'ye saldırdı. Ebrahe ordusuna karşı koyamayan Mekke halkı çevredeki dağlara sığınırken yüce Allah'ın iradesi başka bir şekilde tecelli buldu. Birden gök yüzünde bir yığın kuş belirledi ve yukarıdan bıraktıkları özel taşlarla Ebrahe'nin ordusunu ve fillerini yok etti. Bu kuşlar yüce Allah tarafından saldırgan düşmanı yok etmekle görevlendirilmişti.

25 Nisan 1980 tarihinde Hicaz yarımadasında vuku bulan bu hadisenin benzeri İran'da yaşandı. Bu kez Carter başkanlığındaki Amerika yönetimi, İran'a saldırı emrini verdi. Bu saldırı gece yarısı ve özel gelişmiş silahlarla donanmış olan Amerikalı komandolarca başlatıldı ve dev C-130 uçakları ve askeri helikopterler bu operasyonu destekledi.

Amerikalı özel güçlerden oluşan 90 komando, Kartal Pençesi adlı operasyon çerçevesinde Tahran'da tutuklu bulunan Amerikalı casusları kurtarmalıydı. Söz konusu Amerikalı casuslar, İslam inkılabının zaferinden sonra Amerika'nın eski büyükelçilik binasında İran milleti ve İslam inkılabı aleyhinde casusluk faaliyetleri yürütüyordu. Ancak kendilerini imam Humeyni çizgisini izleyen öğrenciler olarak adlandıran bir grup müslüman öğrenci 4 kasım 1979 tarihinde casusluk yuvasına dönüşen Amerika büyükelçiliğini ele geçirerek Amerikalı casusları tutukladı. Bu mekanda ele geçirilen belgeler, elçiliğin casusluk üssü olarak kullanıldığını açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

Amerikalı casusları kurtarmak için İran topraklarına saldıran Amerikalı güçler, aylarca özel eğitime tabi tutulmuştu. Amerikalı komandolar ilkin Amerika'nın Arizona çölünde ve daha sonra iklim bakımından İran'a benzerlik arz ettiği için Mısır'da defalarca kurtarma operasyonunun tatbikatını yaptı. Bu çalışmalar ve ellerindeki gelişmiş teçhizata güvenen Amerikalı komandolar, operasyon için düğmeye basmıştı. Bu arada İran içinde de inkılap karşıtı örgütler Kartal Pençesi operasyonunda işbirliği yapmak için hazırlanmıştı. Ancak ta baştan Amerikalı askerleri İran'ın Tebes çölüne indirmesi gereken uçak ve helikopterlerin arasında iki helikopter teknik arıza yaptı. Buna karşın operasyon sürdürüldü ve geriye kalan uçak ve helikopterlerle komandolar Tebes çölüne indirildi ve Tahran'a doğru yola çıkmak için hazırlıklara başlandı.

Fakat ne var ki Tebes çölünde, 14 asır önce Mekke'de yaşanan olay tekrarlandı ve yüce Allah'ın iradesi saldırganların planlarını suya düşürdü.

Tebes çölünde de bir helikopter teknik arıza yaptı ve operasyonun devamına katılamadı. Planlanan operasyon için en az 6 helikopter gerektiğinden Amerika dönem başkanı operasyonunun durdurulmasını ve uçakların ve helikopterlerin geri dönmesini emretti. Carter bu saldırının yenilgi ile sonuçlandığını düşünürken İran'dan gelen bir başka haber onu tam bir şoka sürükledi. Dönüş sırasında Tebes çölünde başlayan kum fırtınası sonucunda bir uçakla bir helikopter bir birine çarpmış, çarpışma sonucu büyük bir patlama yaşanmış ve alevler Tebes çölünde geceyi adeta gündüze çevirmişti. Bu olayda 8 komando da helak oldu ve geriye kalanlar büyük bir panik içinde Tebes çölünden kaçmak zorunda kaldı.

O dönemde bu operasyonu destekleyen ve beyaz sarayda milli güvenlik danışmanlığını yürüten Berjinski, Carter'in bu habere tepkisi şöyle anlatıyor:

Carter bu haberi duyunca yaralanmış bir yılan gibi olmuştu.

Böylece yüce Allah'ın iradesi bir kez daha asi, kibirli ve sultacı güçlere haddini bildirmiş ve onları onca gelişmiş teçhizatları ile birlikte hezimete uğratmıştı.

İslami İran kurucusu imam Humeyni (ra) Amerika'nın İran'a saldırısını uluslararası yasaların ihlali olduğunu belirterek şöyle buyurdu:

Onlar Tebes'e geldi ve zannettiler ki buraya güç indirebilirler ve sözde rehineleri kurtarmak bahanesi ile İran'ı yeniden ele geçirebilirler. Ancak yüce Allah kum fırtınası gönderdi ve onları hezimete uğrattı.

İmam Humeyni Allah'a tevekkül ve gaybi yardımlara iman meselesinin batılı devletlerin, idrak çerçevesinin dışında olan olan konular olduğunu belirtti. İran milletinin despot şah rejimine karşı mücadelesi ve yine dayatılan 8 yıllık kutsal savunma yıllarında da çok kez bu tür gaybi yardımlar yaşanmıştır.

 Gerçekte bu ilahi bir vaattir ve kim ve hangi millet Allah yolunda adım atarsa yüce Allah da ona veya o millete yardımcı olur.

Amerikalı askerlerin İran'a saldırılarında hezimete uğramaları saldırgan güçler için büyük bir derstir. Bu operasyon ayrıca İran milletine de ecnebilerin her türlü muhtemel saldırısına karşı hazırlıklı olması gerektiği dersini verdi. Bu yüzden İran milleti Saddam ordusunun saldırıları karşısında 8 yıl direndi ve bir çok batılı ve Arap ülke tarafından desteklenen Saddam'ı perişan ederek hezimette uğrattı. O günden beri İran İslam cumhuriyeti, başta Amerika ve siyonist rejim olmak üzere artan tüm dış tehditlere karşın askeri savunma gücünü geliştirmiş bulunuyor, öyle ki günümüzde uzmanlar İran'ı bölgesel bir güç ve Ortadoğu bölgesinin en büyük gücü olarak görüyor.

 

İslami iran yerli bilimadamları sayesinde bu gün en gelişmiş askeri uçakları, çeşitli füze, denizaltı, top, tank, helikopter ve diğer stretajik askeri teçhizat üretebiliyor. İran'ın ürettiği karadan karaya füzeleri 2 bin km menzilli olup karadan havaya karadan denize füzeleri ile de havadan ve denizden gelen tehditlere karşı koyabiliyor. Bu arada İran'ın ürettiği insansız uçaklar da düşman mevzilerinin tespitinde görev yaparak ülkenin savunma hattına hizmet veriyor.

İranlı uzmanlar bu güne kadar çok sayıda yeni deniz aracı üretti ve İran'ın hız tekneleri düşmana göz açtırmıyor. İran ayrıca denizaltı üretimininde büyük bir yol katetmiş bulunuyor.

Çağdaş dünyada elektronik savaş, klasik savaşlarda önemli bir yeri işgal ediyor ve üstün elektronik teçhizatlar, düşmanın elektronik sistemlerini devre dışı bırakmak ve askeri üstün sağlamak bakımından büyük önem arz ediyor. Bu doğrultuda İran ordusu kendisi en gelişmiş elektronik teçhizatla donatmış bulunuyor. İran milleti ve silahlı kuvvetleri en başta yüce Allah'a tevekkül ediyor ve O'nun desteğine güveniyor. Nitekim yüce Rahman Kuran-ı Kerim'de savunma gücünüzü azami seviyeye yükseltin şeklinde buyuruyor. Yüce Allah Enfal suresinin 60. ayetinde tüm gücünüzü seferber edin ve böylece Allah'ın düşmanlarını korkutun diye buyuruyor.

 

 

 

Bu ilahi emre uymak, bu güne kadar İran İslam cumhuriyeti için önemli getirileri olmuştur.

Amerika ve siyonist rejim özellikle son yıllarda nükleer silah konusunu bahane ederek İran'ı askeri saldırı ile tehdit etmiş, ancak her defasında Allah'a tevekkül eden İran milleti ve yetkililerinin kesin tavrı ile karşılaşmıştır. Bunun dışında İran düşmanları bu ülkeye saldırdıkları takdirde İran'ın yüksek savunma gücü itibarı ile bu saldırının bir nevi intihar girişimi gibi olacağını çok iyi bilmektedir. Bu yüzden bundan önce defalarca İran'ı askeri saldırı ile tehdit eden siyonist rejim son günlerde bir kez daha geri adım atmış bulunuyor ve bu rejimin elebaşı İran'a saldırının ahmakça bir hareket olacağına itiraf ediyor.

Tebes hadisesi, askeri yüzleşmelerde sadece askeri gücün belirleyici olmadığı bağlamında ve bunun dışında diğer bazı konuların söz konusu olduğu ve yüce Allah istemediği takdirde hiç bir şeyin olmayacağı bakımından çok iyi bir ders sayılır.

 

 

İngiliz Shell Petrol Şirketi iki milyar dolardan fazla parayı geri ödeyecek

İran Petrol Bakanı Rüstem Kasımi, Tahran uluslararası petrol fuarının kulisinde yaptığı açıklamada Shell firması ile anlaşmaları çerçevesinde AB ve BM'den bu firmanın borçlarını ödemesi doğrultusunda alınan izin belgelerinin ardından borçların kapatılması için anlaşmaya vardıklarını kaydetti.

 İran Petrol Bakanı, İngiliz Shell Petrol Şirketi ve İran arasında yapılan anlaşmada AB’nin izniyle bu şirketin İran’a olan iki milyar dolardan fazla borcunun ödeneceğini bildirdi.

İngiliz Shell Petrol Şirketi’nin İran’a olan iki milyar dolardan fazla borcu hakkında MHA’ya konuşan İran Petrol Bakanı Rüstem Kasımi,”Avrupa Birliği’nin İran’a yaptırım uygulama kararı alması ardından Shell Petrol Şirketi İran’dan petrol alımını kesti ve halihazırda bu şirkete petrol satılmamaktadır”dedi.

İran'a dayatılan petrol ambargosuna da temas eden Bakan Kasımi, yaptırımların aşamalarınden söz etti.

Yaptırımların, uyarı, caydırıcı ve felç edici olmak üzere üç aşamalı olduğunu belirten Kasımi, Batı'nın felç edici yaptırımların İran petrol sektörünü felç edeceğini iddia ettiğini, oysa sonuçta yenik düşen tarafın yine Batı olduğunu vurguladı. 

Kasımi, bugün İran'ın ürettiği petrolün yaptırımlardan önceki dönem kadar ve hatta daha fazlasını petrol gemilerine ihtiyaç duymaksızın dünyanın her yerine ihraç edebildilecek güçte olduğunu kaydetti.

Kasımi ayrıca Kuzey Kore'nin de İran'dan petrol talebinde bulunduğunu ifade etti.

 

 

Cumartesi, 20 Nisan 2013 06:34

İran’ın en yeni İHA’ları

 Tahran’da düzenlenen Ordu günü askeri geçit töreninde İran’ın en yeni İHA’ları da görücüye çıktı.

Tahran’da düzenlenen Ordu günü askeri geçit törenine İran’ın en yeni İHA’ları da katıldı.

İran’ın en gözde İHA’sı Serir, radarlara yakalanmama özelliğine sahip.

Serir ayrıca her türlü ışına karşı korunan, uzun menzilli silah, mühimmat ve kamera taşıyan bir İHA.

Askeri geçit töreninde ayrıca hava savunma birliklerinin en yeni bataryası, S-200 füze savunma sistemi ve Şahab ve Samen radarları da boy gösterdi.

 

Samanyolu TV'de yayınlanan "Osmanlı'da Derin Devlet" adlı diziden dolayı İran'ın Ankara Büyükelçiliği kanal yönetimine protesto mektubu gönderildi.

 TRT'de istenen izlenme oranlarına ulaşamayarak STV'ye transfer olan "Bir Zamanlar Osmanlı: Kıyam" dizisi, ismi "Osmalı'da Derin Devlet" şeklinde değiştirilerek geçtiğimiz hafta yayın hayatına başladı. "Patrona Halil İsyanı'nın içyüzünü" anlatılacağı belirtilen dizide, ilk bölüme Osmalı Padişahı ve Safevi Şahı arasında geçen diyaloglar damga vurdu.

"Osmanlı'dan İran'a tokat gibi cevap"

16. yüzyılda geçen dizinin ilk bölümünde, söz konusu dönemde İran'da kurulu olan Safevi Devleti ile Osmanlı arasında toprak ihtilafı konu edildi. İran Şahı I. Thamasp elçisi aracılığıyla Osmanlı Padişah'ı 3. Ahmet'ten 6 eyaleti geri vermesini istiyor. Sultan 3 Ahmet İse elçinin önüne bir kaya parçası koyarak şöyle diyor, "Bunu Şah Tahmasp'a götür ve ona de ki 'Bu şehri İstanbul ki bir misli bahardır bir sergine yekpare acem mülkü fedadır." İran Şahı ise bu mesajı getiren elçiyi ölüme gönderiyor.

İşte bu sahneler, bir kaç gündür dinci sitelerde "Osmanlı'dan İran'a tokat gibi cevap!" başlığıyla yayıldı. Öte yandan, İran'ın Ankara Büyükelçiliği, diziyle ilgili olarak STV yönetimine protesto mektubu gönderdi.

"Bu tip kışkırtıcı meseleler iki ülke halkının da zararına"

İran Devlet Televizyonu'nun haberine göre, Müslüman Türk ve bölge halkının dayanışma ve kardeşlik ilişkilerini geliştirmeye muhtaç olduğunu kaydeden İran Elçiliği, "Nifak ve kötümserliğe neden olabilecek bu tip kışkırtıcı meselelerin iki ülke halkının yararına olmayacağı" ifade etti. “Kışkırtıcı olduğu ve iki ülke halkı yararına olmadığı” kaydedildi. İran Büyükelçiliği, dizide, “İranlılar ve Şii Müslümanların inançları ile ilgili doğru olmayan bilgilere yer verildiğini Mektupta "dini değerlere bağlı" kimliğiyle bilinen bir kanalın, Şiilik ile ilgili yanıltıcı propaganda yapmasının da beklenmedik bir davranış olduğu ifade edildi.

İran'ın Ankara Büyükelçiliği daha önce de Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde İran karşıtı propaganda yapıldığı suçlamasıyla RTÜK'e şikayette bulunmuştu.

 

 ABD'nin "İran'a karşı savaş seçeneği masamızdadır" sözüne tokat gibi bir yanıt da İran silahlı kuvvetler komutanı tümgeneral Ataullah Salihi'den geldi.

Ataullah Salihi şöyle dedi:

"Biz söylenen sözlere göre hareket etmeyiz. Onların işe yaramaz sözleri bizim için tehdit olamaz.Bunlar yalnızca kendi medyaları için malzemedir."

Salihi, ABD'nin, 2014'te uluslararası sulardaki ilk denemesini İran Körfezi'nde test edeceğini açıkladığı yeni geliştirdiği lazer topu hakkında ise şöyle dedi:

"Savaş hazırlığı silah ile olmaz. Onlar daha önce de atom silahı gibi silahlara sahipti. Ama yeni silahları ile bile, İran İslam Cumhuriyetiyle savaşmaya cesaret edemezler.

Eğer ahmaklık eder de, İran karşıtı tehditlerini hayata geçirirlerse, cevap vermekte bir an dahi gecikmeyiz!"

 

 Mısır halkının büyük bir çoğunluğu, İhvanu’l Müslim’in ve Mısırlı düşünürler, Mısır ile İran ilişkilerinin yeniden başlamasına ve ilişkilerin normalleşme sürecine girmesine destek verirken, Mısırlı Selefi ve gerici gruplar Suudi Arabistan ve Katar’dan aldıkları ilhamla Mısır’ın çeşitli şehirlerinde Şia karşıtı toplantılar düzenlemekte. Düzenlenen konferans ve toplantılarda Mısırla İran ilişkilerinin düzelmesi halinde Mısır’da Şia nüfuzunun artma tehlikesinin olduğunu halka ilga etmekteler.

 

Şia fobi doğrultusunda düzenlenen programlar çerçevesinde Mısırlı selefi gruplar “Eş- Şia hum ul- Aduv Fehzuruhum” (Şialar düşmandır, onlardan sakının) adında bir toplantı yaptı. Toplantıya “Şeyh Muhammed İbrahim Mansur”, “Şeyh Muhammed Ferid”, “Şeyh Hüseyin Ebu’l Hayr” ve “Şeyh Saad Zulhef” adlı Mısırlı âlimler katıldı.

Abna'nın haberine göre Toplantı Cumartesi günü (13 Nisan 2013) Mısır’ın Kuzey Batısında yer alan Kantara şehrinde düzenlendi. Mısır eski Parlamento üyesi ve Mısır Anayasa Hazırlama Komisyonu üyesi Muhammed İbrahim Mansur yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Şialar, ilk aşamada Ehlibeyt’in sevgisinin gerekliliğini ve mazlum olduklarını tebliğ ediyor, sonraki aşamada ise ‘Her kim Ehlibeyt’in sevgisine sahipse her ne yaparsa yapsın! Cennete gidecektir, aksi durumda her kim Ehlibeyt’in (a.s) sevgi ve muhabbetine sahip değilse cehenneme gidecektir.’ Gibi şüphelerle tebliğde bulunarak Müslüman halkın genelini kendi taraflarına çekmektedir.

Şia mektebi öğretilerinin çekiciliğini ve Ehlibeyt mektebinin Mısır’da halk arasında nasıl yayıldığını itiraf eden İbrahim Mansur, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Son dönemlerde çok sayıda Şia unsurlarını ülke genelinde çeşitli bölgelerde tespit ettik.

İbn Teymiye öğretim okulunda hadis üstadı olan Şeyh Muhammed Ferid de “Humeynizm”in inanç ve akaitte şaz ve nadir olduğunu iddia ederek şunları söyledi: “Şia konusu oldukça zorlu ve Şiaların tehlikesi son derece çoktur. Her kim Şialar konusunda gevşeklik gösterirse onların tarihinden habersizdir demektir.”

Toplantının bir diğer konuşmacısı olan Şeyh Saad Zulhef, Şialara iftira atarak şu iddialarda bulundu: Şialar, (İmam) Hüseyin’i (a.s) öldüren kimselerdir!!! Ve her zaman Müslümanlara ihanet etmişlerdir!!!

Son olarak Şeyh Hüseyin Ebu’l Hayr, kendince fotoğraflarla ve Sine vizyon gösterisi eşliğinde Şiaların inanç ve akaidini sorguladı.

Şeyh Ebu’l Hayr, iftiralarla dolu klipinde, insanların Şia mektebinden uzak durmaları için asırlar önce İslam düşmanları tarafından hazırlanan ithamlarına yer vererek öz Muhammedî İslam olan Ehlibeyt mektebini karalamaya çalıştı. Şeyh Ebu’l Hayr, Şiaların daha önce defalarca cevap verdiği iddialardan birini gündeme getirerek şu ifadeleri kullandı: “Şialar, Kur’an’ın Hz. Peygambere (s.a.a) nazil olmadan önce (Hz.) Ali’ye vahiy olduğuna inanmaktadırlar!!

Bilindiği gibi Mısır halkının büyük bir çoğunluğu, İhvanu’l Müslim’in ve Mısırlı düşünürler, Mısır ile İran ilişkilerinin yeniden başlamasına ve ilişkilerin normalleşme sürecine girmesine destek verirken, Mısırlı Selefi ve gerici gruplar Suudi Arabistan ve Katar’dan aldıkları ilhamla son zamanlarda “Şialara karşı uyanık olunuz”, “Şia, gelecekteki tehlike”… gibi isimlerle Mısır’ın çeşitli şehirlerinde Şia karşıtı toplantılar düzenlemekte ve düzenlenen konferans ve toplantılarda Mısırla İran ilişkilerinin düzelmesi halinde Mısır’da Şia nüfuzunun artma tehlikesinin olduğunu insanlara ilga etmektedirler.

Bu doğrultuda Mısırlı Selefi âlimlerden ve “Sahabeyi Savunanlar” adlı cemaat üyelerinden Hazim İsmail, Mısırlı Şia âlimlerden “Ahmed Rasim En- Nefis’le Mısır televizyon kanalı En-Nahar’da “Ahiru’n Nahar” (Gün sonu) adlı programdaki münazarasında haddini aşarak Şialara münafık ve Mecusi yakıştırmasında bulunarak şunları söyledi: “Şialarla anlaşıp teamülde bulunacağıma İsrail’le anlaşıp teamülde bulunmayı tercih ederim!”

Peygamber ve Ehlibeyt âşıkları olan Şialara karşı düşmanlığını saklamayan Selefi şeyh sözlerini şu şekilde gerekçelendirmeye çalıştı: “İsrailliler Yahudi ve ehli kitaptırlar. İslam Peygamberi (s.a.a) Yahudi ve Hıristiyanlarla ilişki ve anlaşmalara sahipti, ancak Mecusilerle değil!!” (Bu bedbaht şeyhe göre öz Muhammedî İslam olan Şia mektebi taraftarları Peygamber ve Ehlibeytine düşmanlık besleyenleri sevmedikleri ve sırf kendileri gibi düşünmedikleri için Mecusi sayılmakta!!)