
کارگر
Gazze’de Şehit Sayısı 21 Bini Aştı
Gazze'deki Sağlık Bakanlığı, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana sürdürdüğü saldırılarda öldürülen Filistinlilerin sayısının son 24 saatte 195 artarak 21 bin 110'a çıktığını duyurdu.
Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Eşref el-Kudra, yaptığı yazılı açıklamada, Gazze'deki son duruma ilişkin bilgi verdi.
Kudra, İsrail güçlerinin son 24 saatte Gazze Şeridi'nde 195 Filistinliyi daha öldürdüğünü belirtti.
Sağlık Bakanlığı Sözcüsü, Gazze'de 7 Ekim'den bu yana İsrail saldırılarında öldürülen Filistinlilerin sayısının 21 bin 110'a yükseldiğini, yaralı sayısının da 55 bin 243'e çıktığını kaydetti.
Siyonist Rejimin Katliamında 82. Gün; "Gazze'de Yaşanan Dehşeti Tarif Edecek Söz Kalmadı"
Siyonist İsrail ordusu, güneydeki Han Yunus ve Refah kentlerine saldırdı. Han Yunus'taki Filistin Kızılayı merkezini de hedef alınan noktalar arasındaydı. Savaş gemileri de Nuseyrat Mülteci Kampı'nın batısını bombaladı. Bir günde 241 Filistinli katledildi.
Bölgenin güneyindeki Han Yunus'ta iki evi bombaladı. Saldırılarda çok sayıda şehit ve yaralı olduğu açıklandı.
Han Yunus'taki Nasır Hastanesi çevresini de vuran İsrail ordusu, kent merkezini hedef alan top atışlarına devam etti.
İşgalci İsrail ordusu, Han Yunus'taki Filistin Kızılayı merkezini de vurdu. İletişim kesintilerinde kullanılan telsiz sistemi de saldırıda zarar gördü.
Filistin Kızılayı, internet ve iletişim kesintisi nedeniyle Gazze Şeridi’ndeki ekipleriyle temaslarının koptuğunu duyurdu.
Refah kentinde de bir ev bombaların hedefi oldu. Saldırıda en az 2 kişi şehit oldu, çok sayıda kişi de yaralandı.
İsrail ordusu Gazze'nin orta kesimindeki Bureyc Mülteci Kampı'na da top atışıyla saldırı düzenledi.
Bölgeden yoğun duman yükseldi.
Siyonist rejim ordusu denizden de saldırıyor. Savaş gemileri, Nuseyrat Mülteci Kampı'nın batısını vurdu.
Öte yandan Siyonist İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'daki Nur Şems mülteci kampına daha önce düzenlediği insansız hava aracı saldırısında şehit olanların sayısının altıya yükseldi.
Al Jazeera, Batı Şeria'da çok sayıda baskının devam ettiğini ancak “İsrail'in bu askeri operasyonlarının en büyüğünün Tulkarem'deki Nur Şems mülteci kampında olduğunu” söyledi.
"İsrailliler kampı tamamen kuşattı ve akşam erken saatlerde bir insansız hava aracı saldırısında altı Filistinli öldü, biri de ağır yaralandı" açıklaması yapıldı.
Gazze genelinde bir günde 241 Filistinli katledildi, 382 kişi yaralandı.
Gazze'deki insanlık dramı ile ilgili Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünden açıklama geldi.
Açıklamada, "Gazze'de yaşanan dehşeti tarif edecek söz kalmadı." denildi.
Siyonist İsrail'in saldırılarının en büyük mağdurunun Gazze Şeridi'ndeki siviller olduğu kaydedildi.
İftira İle İlgili Ayet ve Hadisler
İftira; töhmet, bühtan, itham etmek, yalan yere suçlamak gibi anlamlara gelir. İftira; gerçek olmayan, olumsuz bir durumu, bir suçu, bir günahı uydurmak suretiyle amaçlı olarak ve bilerek bir kimsenin üzerine yüklemeye çalışmaktır.
İftira atmak, İslam’a göre çok büyük günahlardan biridir. Bu nedenle Kur’an’da, Peygamber Efendimizin (s.a.a) hadislerinde ve Ehl-i Beyt’in (s) rivayetlerinde iftira atan kişi çok kınanmıştır. Şimdi bunlardan bazı örnekler sunulacaktır:
1. İftira olayı gerçekleştiği zaman bir takım olumlu yönleri olabilir. Örneğin dost ve düşman belli olur. Ancak her hangi bir iftirayı ilk uyduran kişi için çok büyük bir azap vardır; onu dinleyip inananlar ve iftirayı kabul edenler için de azap vardır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“O iftirayı atanlar kesinlikle içinizden bir gruptur. Bunu, kendiniz için bir kötülük olarak sanmayın. Tam aksine sizin için daha hayırlıdır. Onlardan her biri işlediği günahın cezasını çekecektir. İçlerinden önderlik yapıp günahın büyüğünü sahiplenen kişiye ise, büyük bir azap vardır.”[1]
2. İftirayı duyan kişiler, iftiraya maruz kalan kişi hakkında iyi zanda bulunmalıdırlar. Söz konusu olan suçu veya günahı işlemeyeceğini kalben kabul etmelidirler. Bu dinî ve insanî bir vecibedir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“İftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, "Bu, apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?”[2]
3. Bir insan müşrik ve putperest olabilir. Şirk de çok büyük bir günahtır. Ancak şirk koşan kişi tevbe ederse Allah Teala onu bağışlar. Lakin iftiraya maruz kalan kişi, iftira atan kişiyi bağışlamadığı sürece, istediği kadar tevbe etsin Allah tarafından bağışlanmayacaktır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Bir zaman o iftirayı dilden dile dolaştırıyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.”[3]
4. İftirayı duyan kişiler, iftiraya maruz kalan kişiyi, iftira atanın yüzüne karşı savunmalıdırlar. Her zaman Allah’ın her şeye şahit olduğunu bilmelidirler. Bu dinî ve insanî bir görevdir. Bugün bizim yanımızda başkasına iftira atan bir kişi, yarın da başkasının yanında bizim hakkımızda iftira atabilir. Bunu unutmamak gerekir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“İftirayı işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen münezzehsin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?”[4]
5. Birisi bir iftira ve bir yalan haber getirdiği zaman hemen ona inanmamak gerekir. Eğer önemli bir konu değilse iftira ve yalan haber kabul edilmemeli ve üzerinde durulmamalıdır. Ancak eğer önemli bir konu ise doğrusunu öğrenmek için diğer tarafla da konuşulmalıdır. Ona konunun aslı sorulmalıdır. Aksi takdirde biz de iftiraya ve yalan habere ortak olabiliriz, böylece suçsuz birilerine çok zararlar verebiliriz. Elbette bu vereceğimiz zararlardan dolayı hem bu dünyada hem de ahirette çok pişmanlıklar duyacağız, ancak iş işten geçmiş olacaktır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Eğer size bir fasık bir (yalan) haber getirirse, onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa kötülük dokundurursunuz da sonra yaptığınız şeylere pişman olursunuz.”[5]
6. Yahudilerin iman etmemelerinin ve kalplerinin mühürlenmesinin nedenlerinden biri iftira ehli olmalarıydı.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Aksine inkar etmelerinden dolayı Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık çok azı dışında onlar iman etmezler. (Bir de) küfre sapmaları ve Meryem’e büyük bir iftira söylemelerinden dolayıdır.”[6]
7. İftira atan kişi, eğer iftiraya maruz kalan kişi onu bağışlamazsa, mutlaka cehennem ateşinin içine girecektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kim mümin bir erkeğe veya mümin bir kadına bir iftira atarsa, ya da onda olmayan bir şeyi onun hakkında söylerse, Allah Teala kıyamet gününde onu, söylediği sözden arınıp çıkıncaya kadar, ateşten bir yığının içine atacaktır.”[7]
8. İftira atan kişi kıyamet gününde müflis olacak yani iflas edecektir, çünkü bütün sevaplarını kaybedecektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb: “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” dediler. Allah’ın Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnat ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.”[8]
9. İftira atan kişi fasık bir kimsedir. Fasık ise büyük günahlara mürtekip (işleyen, tabi) olan kimsedir. İslam fıkhına göre namazda ona iktida edilmesi (arkasında namaz kılmak) caiz değildir, mahkemelerde de şahitliği kabul edilmez.[9]
Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Fasık kimsenin dört alameti vardır; eğlenceyi sevmek, boş söz konuşmak, düşmanlık yapmak, iftira atmak.”[10]
10. İftira atmak kişinin akıbetinin kötü olmasına neden olur.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir gün: “İnsanı helâke sürükleyen yedi şeyden sakınınız!” buyurmuştu. Ashâb: “Ey Allah’ın Resulü! Onlar nelerdir?” diye sordular. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Allah’a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, -dinî bir ceza ile usûlünce öldürülen müstesna- Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı katletmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, hiçbir şeyden haberi olmayan iffetli Müslüman kadınlara zina iftirasında bulunmak.”[11]
Bu hadisteki iftirayı genel olarak kabul etmek gerekir. Başka biri ifadeyle “Kadınlara zina iftirasında bulunmak insanı helak eder, ama diğer iftiralar etmez” diye bir anlam çıkarmamak lazım. Bu sebeple, hangi iftira olursa olsun, kime iftira edilirse edilsin, iftira eden kişinin hayatı kötü bir şekilde sonuçlanacaktır, diye anlaşılmalıdır.
11. İftira atan kişi çok utanmaz ve arlanmaz bir kişidir. Dolayısıyla o her türlü günahı işleyebilecek ve diğerlerinin üzerine atabilecek bir durumdadır. Artık kural, kanun, edep, ahlak, din tanımaz bir hale gelmiştir.
İmam Ali (s) şöyle buyurmuştur:
“İftira atmak gibi bir arsızlık yoktur.”[12]
12. İftira göklerin ve yerlerin kaldıramayacağı kadar büyük bir suç ve günahtır. İftiraya maruz kalan kişinin üzerindeki ağırlığı ve baskıyı, gökler ve yerler taşıyamaz. Ancak Allah Teala mazlumun yanında olduğu için ona yardım eder, böylece bu ağır yükün altından kalkar.
İmam Ali (s) şöyle buyurmuştur:
“Suçsuz bir insana atılan iftira, gökten (ve yerden) daha büyüktür.”[13]
13. İftira atan kişi, zahiren Müslüman olabilir, namaz kılabilir, oruç tutabilir, hacca gidebilir, diğer dinî görevleri yapabilir; ancak iftira attığı için kalbinden inancı ve imanı yok olup gitmektedir.
İmam Cafer Sadık (s) şöyle buyurmuştur:
“Kim mümin kardeşine iftira atarsa, tuzun suyun içinde kaybolması gibi, iman da onun kalbinde kaybolur gider.”[14]
14. İftira atan kişi Allah’tan korkmuyorsa ve ahirete inanmıyorsa, en azından bu dünyasını düşünerek iftira atmamalı ve iftiracı bir kişi olmamalıdır. Çünkü bir ailenin, bir cemaatin, bir toplumun içinde birbirlerine karşı güvensizlik ve itimatsızlık varsa, kesinlikle onların içinde iftira ve töhmet gibi bir zehir yaygınlaşmış demektir. Eğer bir topluluğun içinde iftira ve töhmet bir zehir gibi yaygınlaşırsa, o topluluk yok olmaya mahkumdur. Neticede iftira atan kişi de bu durumdan zarar görecektir.
İmam Cafer Sadık (s) şöyle buyurmuştur:
"Şeytan, Hz. Musa’ya şöyle söylemiştir: ‘Eğer ben bir toplumu birbirlerine karşı güvensiz bir hale getirmek istersem, onların içinde iftirayı artırmaya çalışırım. İftirayı artırmak için ise gıybet ortamını hazırlamaya çalışırım."
- - - - - - - - - -
[1] Nur 11.
[2] Nur 12.
[3] Nur 15.
[4] Nur 16.
[5] Hucurat 6.
[6] Nisa 155-156.
[7] Uyunu’l-Ahbâri’r-Rıza, 2/33.
[8] Müslim, Birr 59.
[9] https://tr.wikishia.net/index.php?title/Büyük Günahlar.
[10] Bihar, 1/120.
[11] Buhârî, Vasâyâ, 23; Tıb, 48; Hudûd, 44; Müslim, Îmân, 145.
[12] Ğureru’l-Hikem, Hadis 4438.
[13] Bihar, 78/31.
[14] Kafi, 2/361.
Ensarullah Kızıldeniz'de Bir Ticari Gemiyi ve İsrail'e Ait Askeri Noktaları Hedef Aldı
Yemen Ensarullah Hareketi Askeri Sözcüsü Yahya Seri, Telegram hesabından yaptığı açıklamada, Kızıldeniz’de MSC UNITED isimli ticari gemiyi roketlerle hedef aldıklarını belirtti.
Geminin durumuna ilişkin bilgi verilmeyen açıklamada, mürettebatın Ensarullah tarafından açılan uyarı ateşini dikkate almaması üzerine geminin hedef alındığı kaydedildi.
Ayrıca Siyonist İsrail’in Kızıldeniz’in kuzeyindeki Akabe Körfezi kıyısında yer alan Eilat kenti ile işgal altındaki Filistin topraklarının diğer bölgelerindeki işgalci İsrail askeri mevkilerine insansız hava aracı ile saldırı düzenlendiği ifade edildi.
Katil İsrail'in Suriye'ye saldırısında Seyyid Rezi şahadete erdi
İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusu Halkla İlişkiler Bölümü, katil İsrail'in dün Suriye'ye düzenlediği saldırıda Sipahiler Ordusunun kıdemli Askeri Danışmanlarından Seyyid Rezi Musevi'nin şahadete erdiğini bildirdi.
Sipahiler Ordusu Halkla İlişkiler Bölümü, suriye'deki kıdemli Askeri Danışmanlarından Tuğgeneral Seyyid Rezi Musevi'nin, katil İsrail'in Şam'a düzenlediği saldırıda şahadete erdiğini bildirdi.
Sipahiler Ordusu Halkla İlişkiler Bölümü dün bu hadiseyle ilgili yayınladığı bildirisinde çocuk katili, işgalci İsrail Ordusunun Suriye'nin başkenti Şam'a düzenlediği füze saldırısında Sipahiler Ordusunun Suriye'deki kıdemli Askeri Danışmanlarından Tuğgeneral Seyyid Rezi Musevi'nin şahadete erdiğini kaydetti.
Sipahiler Ordusu bu bildirisinde, Şehid Seyyid Rezi'nin Suriye'de Şehid Hacı Kasım Süleymani'nin dava arkadaşlarından ve aynı zamanda Direniş cephesi Lojestik Destek Sorumlusu olduğunu hatırlattı.
Reisi: Siyonistler, Musevi'yi şehid düşürmenin bedelini öderler
İslami İran Cumhurbaşkanı Reisi, bu ülkenin Suriye'deki Askeri Danışmanı Seyyid Rezi Musevi'nin şahadeti nedeniyle verdiği mesajında "Bu girişim kuşkusuz İsrail rejiminin aciz kaldığının bir ifadesidir ve bu cinayetinin bedelini mutlaka ödeyecektir" diye kaydetti.
Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi, Suriye'deki Askeri Danışmanlarımızdan Tuğgeneral Seyyid Rezi Musevi'nin şehid düşürülmesi nedeniyle verdiği mesajında "Katil İsrail rejiminin Şam'a düzenlediği füze saldırısında Tuğgeneral Seyyid Rezi Musevi'nin şahadete ermesi nedeniyle İran halkı ve o şehidin İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusundaki yol arkadaşlarına başsağlığı diliyorum" diye kaydetti.
Ayetullah Reisi daha sonra "Şehid Hacı Kasım Süleymani'nin dava arkadaşlarından olan ve Suriye'de Ehl-i Beyt Haremi'nin korunmasında İslami Direniş ekseninin Danışmanı olarak bulunan ve İslami ulvi idealler yolunda şahadete eren bu kahraman askerimizin adı böylece ölümsüzleşti" diye yazdı.
Cumhurbaşkanı Reisi mesajının son bölümünde de, işgalci İsrail'in bu girişiminin kuşkusuz bu rejimin aciz kaldığının bir ifadesi olduğunu vurgulayarak "İşgalci İsrail rejimi bu cinayetinin bedelini mutlaka ödeyecektir" diye ilave etti.
Kenani: Şehid Musevi'e düzenlenen suikastın cevabını zamanında veririz
slami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kenani, katil İsrail'in şehid Seyyid Rezi'ye düzenlediği terör eylemini kınayarak "Bu girişime karşı uygun zaman ve mekanda karşılık verme hakkımızı saklı tutuyoruz" dedi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, İran İslam Cumhuriyetinin Suriye'deki kıdemli Askeri Danışmanı Tuğgeneral Seyyid Rezi Musevi'ye karşı düzenlediği suikast girişimini şiddetle kınayarak "Bu girişime karşı gerekli tedbirleri alma, uygun zaman ve mekanda cevap verme hakkımızı kendimize saklı tutuyoruz" diye vurguladı.
İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusu Halkla İlişkiler Bölümü dün yayınladığı bir bildiriyle, katil İsrail'in dün Suriye'ye düzenlediği saldırıda Sipahiler Ordusunun kıdemli Askeri Danışmanı Seyyid Rezi Musevi'nin şahadete erdiğini bildirdi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, katil İsrail'in bu girişimini bir terör eylemi diye tanımlayarak "Siyonist İsrail'in bu rezil ve alçakça terör girişimi, bu rejimin terörist mahiyetini bir kez daha dünyaya sergilemiş oldu" dedi.
“Filistin Milletinin En Büyük Zaferi, ABD'yi ve Batı'yı İtibarsızlaştırmasıdır"
İran İslam İnklıbı Rehberi İmam Hamanei, bugün İmam Humeyni (r.a) Hüseyniyesinde Kirman ve Huzistan halkıyla bir araya geldi.
İmam Hamanei’nin bu görüşmede yaptığı konuşmanın önemli başlıkları şöyle:
- Gazze savaşı iki açıdan benzeri görülmemiş bir savaştır. Siyonist rejim açısından benzersizdir çünkü böyle bir vahşet, suç, cinayet, kana susamışlık, çocuk öldürme, kötülük, zulüm, hastaların ve hastanelerin bombalanmasının eşi benzeri görülmemiştir. Filistin halkı ve direnişi açısından eşsizdir, çünkü böyle bir sabır, direniş görülmemiştir ve bu direniş düşmanı deli etmiştir. Bu insanlara su, yiyecek, ilaç ve yakıt ulaşmamasına rağmen dağ gibi ayaktadırlar ve teslim olmamaları onları zafere ulaştıracaktır. Çünkü Allah sabredenlerin yanındadır. Bugün zaferin işaretleri görülüyor.
- Siyonist rejimin teçhizat ve tesis bolluğuna rağmen yetersiz kalması bu eşsiz mücadelenin diğer önemli yönlerinden biridir. Bugün dünyada hiç kimse Siyonist rejim ile Amerika ya da İngiltere arasında ayrım yapmıyor, herkes onların bir ve aynı olduğunu biliyor. Amerika, bombardımanı kesmek ve ateşkes konusunda Güvenlik Konseyi kararını utanmadan veto ediyor, utanmadan. Bunların birbirinden farkı yoktur, bunların hepsi aynıdır.
- Yani neyi veto ediyor ve bu ne anlama geliyor? Yani çocukların, kadınların, hastaların, yaşlıların ve savunmasız insanların üzerine bomba atılması suçuna ortak oluyor. Bu olayla Amerika'nın itibarı zedelendi ve Batı medeniyetinin yüzündeki maske düştü.
- Filistin milletinin en büyük zaferi, Batı'yı, ABD'yi ve insan hakları konusundaki sahte iddiaları itibarsızlaştırmasıdır.
- Direnişe yardım etmek herkesin görevidir, Siyonist rejime yardım etmek ise suç ve ihanettir.
- Bazı İslam hükümetlerinin Siyonist rejime yaptığı yardımları Müslüman milletler unutmayacaktır.
- Suyun Gazze halkına ulaşmasını bile engelleyen Siyonist rejime mal, petrol ve yakıtın ulaşmasını engellemek İslami hükümetlerin sorumluluğudur.
- Müslüman milletler, hükümetlerinden katil Siyonistlerle her türlü ilişkiyi ve yardımı kesmelerini istemeli, ya da ilişkileri kalıcı olarak kesemiyorlarsa, en azından bu şeytani, zalim ve kana susamış rejimle olan ilişkilerini geçici olarak kesmeleri için baskı yapmalıdırlar.
- Bugün dünyanın vicdanı incinmiştir. Amerika ve Avrupa'da insanlar sokaklara çıkıyor ve bazı siyasi şahsiyetler, üniversite rektörleri ve bilim insanları hükümetlerinin Siyonist rejime verdiği desteği protesto ediyor, ancak buna rağmen bazı hükümetler bu acımasız rejime yardım etmeye devam ediyor.
- Zaferin hak cephesinin olacağından şüphe etmeyin, gaspçı Siyonist rejimin bir gün yeryüzünden silineceğinden şüphe etmeyin. Bu, gelecekte kesin olacak gerçeklerden biridir. Bu, Allah'ın güç ve kudretiyle, Allah'ın izniyle gerçekleşecektir ve Allah'ın izniyle siz gençlerin o günü kendi gözlerinizle görmesini umut ediyoruz.
NATO’nun ve İkiyüzlülerin Gazze Savaşındaki Rolü
Gazze savaşında Netanyahu ön cephede olsa da savaş odası Biden’ın kontrolündedir. Savaşı yöneten NATO’dur. Gazze’de İsrail askerleri yanında Amerikan, İngiliz ve Alman özel askeri birlikleri savaşmaktadır. Öteki NATO üyeleri ise doğrudan veya dolaylı olarak İsrail’e çeşitli alanlarda yardımlarını aralıksız sürdürmekte ve NATO üyesi olmanın gereği olarak katliama istemeden de olsa yardım etmek zorundalar.
ABD açıkça silah sevkiyatını sürdürürken, bazı NATO ülkeleri mali, bazıları enerji, bazıları medya alanında İsrail’i ayakta tutmak için üstlendikleri görevleri yerine getirmektedir. İsrail uluslararası Siyonizm’in temsilciliğinde Batı çadırının orta direğidir ve NATO bu direğin düşmesine asla tahammül edemez. Çünkü NATO üyesi olup da Batı sulta sisteminin yıkılışına kayıtsız kalmak mümkün değildir. NATO’yu sadece bir askeri birlik olarak görmek doğru olmayıp Batının güvenliğini, Batı sulta sistemini, Batı mali sistemini ve topyekün Batı uygarlığını ayakta tutma, medyayı yönlendirme görevini üstlenmiş bulunuyor.
Ukrayna’da Rusya karşısında açık bir yenilgi alan NATO, Batı Asya’daki üssü İsrail’i ayakta tutmak için mümkün olan her yola başvurmaya kararlıdır. Bunun için Gazze savaşında komuta merkezinin yönetimini üstlenmiş bulunuyor. Arada bir sivillere yönelik katliamların durdurulması vb açıklamaların Joe Biden veya öteki Batılı ülkeler yetkili makamlarına nispet verilmesi ise psikolojik savaşın bir parçasıdır.
Hamas ve İslami Cihad güçlerinin kahramanca direnişi karşısında Gazze’de ağır kayıplar veren Siyonist rejimin savaşı NATO yardımı olmadan sürdürecek takati kalmamıştır. Ancak savaşın bu aşamada ateşkesle sonuçlanmasının İsrail denilen terör çeteleri rejiminin dağılması anlamına geleceğini bilen ABD ve NATO’daki müttefikleri bunu önlemek için geçmişte olduğu gibi komplo planlarıyla yenilgiyi başarıya çevirmek peşindeler ve bunun için de bölgede yeterli sayıda işbirlikçi ve hain rejimler mevcuttur.
NATO üyesi olmadıkları halde iktidarlarını ABD’nin desteğine borçlu gören rejimler/iktidarlar da Direniş Cephesinin, bu cümleden HAMAS’ın zaferini engellemek için sözde çözüm diye sunulan komplo planlarına katkıda bulunarak NATO’nun safında İsrail’in yanında yer almış bulunuyorlar. Bunun en açık örneği BAE, Suudi Rejimi, Bahreyn Krallığı, Ürdün ve Mısır rejimleridir. Bölgedeki en büyük Amerikan askeri üssüne ev sahipliği yapan Katar Şeyhliği ise sıkıştığında İsrail’le HAMAS arasında aracılık yapması ve İsrail’in yıktığı yerlerin onarılmasına mali ödenek ayırması için bir maşa olarak kullanılmaktadır.
Yukarıda adını saydığımız ülke ve ülkecikler rejimleri görünürde Filistin Direnişini destekler gözükmekte, tahakküm ettikleri halkları ve kamuoyunu oyalamak, halkın gazını almak için her gün İsrail aleyhine sert demeçler vermekte, hatta bazen Direniş Cephesi lehine miting ve gösterilere izin vermekteyseler de gerçekte ise HAMAS’ın zafer kazanmasını kendi ikiyüzlü çehrelerini ifşa edeceği, huzurlarını bozacağı ve çıkarlarını olumsuz etkileyeceği için kesinlikle istemezler. Bunun en belirgin kanıtı ise on binlerce masum insanın katliamına, yaralanmasına ve evlerinin barklarının yerle bir edilerek öksüz bırakılmasına rağmen sanki hiçbir şey olmamışçasına İsrail ile her türlü açık gizli ilişiklileri ve işbirliğini sürdürmeleridir.
Filistin direnişinin yardımına koşan Lübnan Hizbullahı, Nasrullah Hareketi (Yemen’in Meşru Hükümeti) ve Irak Haşdi Şa’bi güçlerine bağlı mücahit gruplarının İsrail ve hamisi NATO ülkeleri askeri üslerine ve gemilerine yönelik saldırıları adı geçen rejimler yanında tahammül edilir gibi değildir. Bunun için de kontrolleri altında tuttukları medya kuruluşları aracılığıyla Direniş Cephesi’nden yapılan operasyonlar ya sansür edilmekte veya değersiz gösterilerek küçümsenirken kendi içi boş, hiçbir yaptırım değeri olmayan açıklamalarını abartarak halka yutturmakta ve kendilerini Filistin davasının hamileri olarak göstermekteler.
Direniş Cephesi bileşenlerinin 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonundan bu yana başta Lübnan olmak üzere çeşitli bölgelerde onlarca şehid vererek sürdürdükleri operasyonları beğenmeyenler, karalayanlar, daha doğrusu bilerek veya bilmeyerek NATO çizgisinde İsrail’e hizmet edenler gerçekte kendi acizliklerinin üzerini örtmeye çalışmakta ve çoğu kez de kıskançlıklarını ortaya koymaktalar.
Yemen Yüksek Siyasi Konseyi Üyesi Muhammed Ali el-Husi’nin bir gün önce söylediği gibi eğer daha iyisini yapabiliyorsanız hodri meydan, sizi engelleyen mi var?!
AKP Genel Başkanvekili Milletvekili Efkan Ala, Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada muhalefetin Gazze'yle ilgili tepkileri üzerine "Silah gönderebilsek göndermez miyiz? Siz ambargo nedir biliyor musunuz?" sözleri gerçekte Filistin davasını desteklemenin ne kadar ağır bir bedeli olduğunu gösteriyor. Bu bedeli onlarca yıldır ödeyen Direniş Cephesine Filistin davasında yardım etmeyenlerin en azından köstek olmayı bırakmaları gerekirken üstüne üstlük bir de Direniş Cephesine saldırmaları ne kadar iki yüzlü ve arsız olduklarının alametidir.
İsrail yaptığı bunca cinayet ve zulmün yükü altında kesinlikle ezilecek ve er geç dağılacaktır. Bu terör rejimini açık ve gizlide destekleyenler de bu yenilgiden nasipsiz kalmayacaktır. Çıkarlarını kaybetme kaygısıyla korkarak zulüm karşısında susanların ve iki yüzlülerin gerçek mahiyeti ise hiç kuşkusuz çok geçmeden ortaya çıkacaktır.
Ziya Türkyılmaz
Kime ve Nasıl Kulluk Etmeliyiz?
“Allah’ın kendine özgü ulûhiyeti” diye ifade edilen, kulluğun sadece Allah karşısında ve Allah için olması gerektiğini kabul ve itiraf etmek, İslam’ın ve bütün ilahi dinlerin en önemli fikri ve ameli ilkelerinden biridir. Yani ilah (ma’bud / ibadet edilen) yegâne zat Allah olmalı ve Allah’tan başka hiç kimseye ibadet ve kulluk edilmemelidir. (Ama ne yazık ki) Bir grup insan sürekli bu gerçeği doğru olarak algılamamış, bundan yanlış ve sınırlı sonuçlar elde etmiş ve bu yüzden de bilmeden Allah’tan başkasının kulluğuna duçar olmuştur.
Onlar “Allah’a ibadet” gerçeğinin sadece Allah’ı takdis etmek ve O’na yakarmak anlamında olduğunu zannetmiş ve sadece Allah’a namaz kılıp yakardıkları için de Allah’tan başkasına “ibadet” etmedikleri konusunda emin olmuşlardır. Kur’an ve hadis terminolojisindeki ibadetin geniş anlamını bilmek, bu düşüncenin temelsizliğini kendiliğinden açığa çıkarmaktadır. Kur’an ve hadis terminolojisinde ibadet; her makam ve güç tarafından insana sunulup yüklenilen her türlü emir, kanun ve sistem karşısında tam bir itaat ve teslimiyet içinde olmayı ifade etmektedir.Bu itaat ve teslimiyet ister takdis ve yakarış hissiyle olsun veya olmasın hiç fark etmez.
Bu esas üzere ilahi olmayan herhangi bir kudretin emir, kanun ve sistemlerini isteyerek ve teslimiyet içinde kabul edenler, o sistemlerin ve sistem sahiplerinin kulları konumuna düşer. Bu durumda ilahi kanunlar için de bir yer ayırır, ferdi ve toplumsal hayatının bir bölümünde Allah’ın emir ve kanunlarıyla amel ederse, müşrik (Allah ile birlikte başka birinde de ibadet eden kimse) olur. Bu bölümü ve alanı Allah’a özgü kılmazsa bu durumda da kafir (Allah’ın varlığının nurlu ve görünür gerçeğini görmezlikten gelen, inanç veya amel açısından inkar eden kimse) sayılır.
Bu İslami bilinç sayesinde “la ilahe illallah”[1] (Allah’tan başka ilah yoktur.) kelimesini davetlerinin ilk ilkesi kılan ilahi dinlerin ne dediğini, ne istediğini, ne ve kimle karşı karşıya olduğunu kolayca anlamak mümkündür.
Bu gerçek –ibadet anlamının gerçeği- İslami kaynaklar olan Kur’an ve hadislerde düşünen ve akıl sahipleri için hiçbir şüphe bırakmayacak ölçüde açık ve mütevatirdir. Örnek olarak bu konu ile ilgili Kur’an’dan iki ayet ile İmam Sadık’tan (a.s) bir hadis nakletmekle yetiniyoruz:
اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” [2]
وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى
“Şeytana ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, sadece Allah'a yönelenlere müjde vardır.” [3]
Ebu Basir, İmam Sadık’tan (a.s) (zamanındaki gerçek Şiilere hitaben) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
انتم هم، و من اطاع جبارا فقد عبده
“Tağuta itaatten kaçınanlar sizlersiniz. Her kim zalime itaat ederse ona ibadet etmiş olur.”[4]
وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Ve sadece senden yardım dileriz.”
Allahım! Senin düşmanlarından ve uluhiyet iddiasında bulunanlardan hiçbir yardım beklentisi içinde değiliz. Onlar Allah’ın uluhuyetini kabul etmedikleri için Allah’ın kullarına ve Allah yolunun yolcularına da yardım etmezler. Allah’ın yolu, Allah peygamberlerinin yoludur. Bu yol hak, adalet, kardeşlik, tüm insan bireyleri arasında dayanışma, birlikte yaşamak, insana değer vermek; ayrıcalıkları, zulümleri ve haksızlıkları ortadan kaldırmak üzere kurulu bir yoldur. Utanç dolu hayatlarını ve gaspa dayalı bütün imkanlarını tüm asil değerleri yok etmek üzere kuran Allah düşmanları ve uluhiyet iddiasında bulunan kimseler, Allah’ın kullarına nasıl yardım edebilir ki? Onlar Allah’ın kullarına karşı bitmek bilmeyen bir savaş ve amansız bir düşmanlık içindedirler. O halde sadece Allah’tan yardım dileriz. Bizlerde karar kıldığı irade ve akıl gücünden, hayatta kalmak ve yaşamak için bizlere verdiği araçlardan ve tanındıkları taktirde düşünce ve amelin çözümü olabilecek tarihi ve tabii kanun ve sünnetlerden, güçlü orduları olan ve insanlığa hizmet eden tüm kudret araçlarından yardım dileriz.
اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
“Bizleri doğru yola hidayet et.”
Eğer insanın hidayetten daha üstün ve hayati bir ihtiyacı olsaydı şüphesiz bu ihtiyaç Kur’an’ın başlangıcı olan ve namazın en önemli bölümü sayılan Hamd suresinde dua diliyle zikredilir ve Allah’tan bu konu ile ilgili olarak yardım dilenirdi.
Akıl ve tecrübe, ilahi hidayet vesilesiyle doğru, faydalı ve sorunları halledici bir mecrada yer alır ve bu akıl ve tecrübe hidayetten mahrumiyet sebebiyle de, eşkıyanın elinde bir kandil veya delinin elinde bir kılıç haline dönüşür.
Doğru yol o fıtri programın kendisidir. Bu program insanın doğal imkanları, eksiklikleri ve ihtiyaçlarını doğru bir şekilde temin etmesi esasınca göz önünde bulundurmuştur. Bu yol Allah’ın peygamberlerinin insanların yüzüne açtığı ve kendilerinin de ilk yolcusu ve öncüsü oldukları bir yoldur. İnsan bu yola koyulduğu taktirde düz yatakta akan bir su gibi, kendi kendine hiç bir güç ve kudret gösterisi olmaksızın insanlığın sınırsız yüceliş deryasından ibaret olan baş hedefine doğru yol alır. Bu program eğer insanların hayatında “toplumsal bir düzen” olarak yer alır ve hayata geçirilirse kendileri için refah, emniyet, özgürlük, yardımlaşma, karşılıklı sorumluluk, sevgi ve kardeşlik armağan eder ve insanlığın eskiden beri süre gelen tüm mutsuzluklarına son verir.
Lakin bu yol ve bu program nedir? Bu karmaşık pazarda herkes bir iddiada bulunmakta ve her grup, diğer grupları hatalı kabul etmektedir. Dolayısıyla bu kısa girişe uygun bir işaretle, ilk önce Kur’an açısından bu doğru yolun açıkça ortaya konması gerekir.
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ
“Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna”
Allah’ın nimetine mazhar olanlar ve kendilerine ilahi nimet verilenler kimlerdir? Hiç şüphesiz nimetten maksat en seçkin sahiplerinin sürekli olarak Allah ve insanlık düşmanlarının en yırtıcısı olduğu maddi mal, makam ve güç değildir. Maksat bu hiçbir değer ifade etmeyen oyuncaklardan, çok daha yüce bir nimettir. Nimet Allah’ın lütüf, inayet ve hidayetidir. Kendi gerçek değerini tanımak ve kendini yeniden bulmak nimetidir.
Kur’an’ın bir başka yerinde bu nimete mazhar olanlar tanıtılmış ve şöyle buyurulmuştur:
وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقًا
“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar[5], şehitler ve iyilerle berâberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!”[6]
O halde namaz kılan kimse bu cümlesiyle Allah’tan kendisini peygamberler, doğrular, şehitler ve salihlerin yoluna hidayet etmesini dilemektedir. Bu yol tarihte açık bir şekilde yer almış bir çizgi ve hedefi belli, yolcuları meşhur ve malum apaçık bir yoldur.
Bu yolun karşısında da belli ve yolcuları tanınmış bir başka yol vardır. Namaz kılan insan o yol ve yolcularını hatırlamakla o yola ayak basmamak ve o yöne sürüklenmemek hususunda kendisini uyarmakta ve bunu önceki duasının ardından şöyle beyan etmektedir:
غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ
“Gazaba uğramışların yoluna değil”
Kimler Allah’ın gazabına uğramıştır? Bunlar Allah yolunun tam karşısında başka bir yola ayak basan; habersiz, iradesiz ve zayıf yapılı halk yığınlarını veya bilgili ama eli bağlı ve esir kimseleri kendisiyle beraber o yola sürükleyen kimselerdir. Tarih boyunca insanların işlerini zorbalık ve zulümle veya hile ve aldatışla elinde bulunduran ve onları iradesiz, kukla ve mustaz’af varlıklar haline getiren kimselerdir.
İnsanları ahmaklaştırarak ve zorlayarak aşağılık ve rezilce işretlerini temin eden kimselerdir. Başka bir tabirle Allah’ın gazabına uğramış olanlar, batıl yolu cehalet ve habersizliği sebebiyle değil; inat, bencillik ve zorbalık yoluyla kat edelerdir.
Tarih gerçeğinde sürekli olarak bu grubu, dini hedeflerin varlık felsefelerine iptal çizgisi çizdiği ve ilk muhalefet adımını kendilerine doğru attığı dünyevi güç sahipleri ve üst sınıftan kimseler teşkil etmiştir. Bu iki grup -hidayete erenler ve gazaba uğramışlar- dışında yolları sonuç olarak gazaba uğramışların yoluna varan[7] üçüncü bir grup daha vardır. Sonraki cümlede halkın bu grubuna işaret etmektedir:
وَلاَ الضَّالِّينَ
“Sapmışların yoluna değil”
Bunlar da bilgisizlik ve bilinçsizlikle ve saptırıcı önderlere uyarak Allah’ın yolundan ve hakikatten ayrı bir yola koyulanlardır. Oysa doğru yolda olduklarını zannetmektedirler. Aslında onlar tehlikeli bir yola sapmışlar ve acı bir sona doğru yürümektedirler.
Bu grubu da tarihte açıkça görmek mümkündür. Cahiliye sistemlerinde gözleri kapalı ve başları önünde önderlerinin istek ve iradelerinin peşice gitmişler ve onların lehine hak ve adalet davetçileri ile Allah’ın dininin elçilerini hatalı kabul etmişlerdir. Hatta bazen onların karşısında durmuşlar ve bir an olsun bu akılsızca tutumlarını gözden geçirmeyi bile düşünmemişlerdir.
Bu tutumu akılsızca nitelendirmemizin sebebi ise bu işin tümüyle üst sınıfın lehine ve bu sapmışların zararına olduğu sebebiyledir.
Tam tersine gazaba uğramışların varlık ve haysiyetini kökünden kazıyan peygamberlerin daveti, tabiatı gereği mahrum, mustaz’af ve bu cümleden ahmaklaştırılmış sapıkların lehine ve yararınadır. Namaz kılan kimse bu iki metodu (gazaba uğramışların ve sapıkların metodunu) kendi kendisine hatırlamakla, kat etmesi gereken yol ve peygamberlerin kurtarıcı feryadı karşısında takınması gereken tutuma oranla oldukça hassas dikkatli ve gözetici bir halete bürünür. Ardından eğer hayat metodunda herhangi bir gelişim ve ilerleme görecek olursa, yeniden bu büyük nimetin şükranı olarak Allah’ı şükreder ve ona hamd ederek şöyle der:
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah’a mahsustur.”[8]
Böylece namazın büyük bir bölümünü bitirmiş olur. Bu söylediklerimiz Kur’an’ın girişi mesabesindedir. (Fatihat’ul Kitap)
Kur’an’ın girişi/önsözü, diğer her kitabın önsözü gibi bu kitabın bilgi ve ilim mecmuasının tümel programının bir göstergesidir. Aynı şekilde namaz İslam’ın küçük ve özet bir portresi ve kısacası, sözü edilen İslam ideolojisinin bir çok seçkin nokta ve hususiyetlerinin göstergesidir. Fatihat’ul Kitap da Kur’an bilgilerinin asıl çizgisinin ve seçkin noktalarının fihristi konumundadır ve çok önemli kılavuzluklarının özetini içermektedir. Tüm varlıklar ve alemler birbiriyle bağlantısı bulunan tek bir birim şeklindedir ve tümüyle alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.
Her şey ve herkes Allah’ın sevgi ve bağışına mazhardır. Müminler ise Allah’ın özel ve lütuf ve rahmetine hak kazanmışlardır:
الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ
“O rahman ve Rahimdir.”
İnsanın hayatı bu dünyadan sonra da, olduğu gibi devam eder ve sürüp gider. O alemde de mutlak hakimiyet şüphesiz Allah’a aittir:
مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
“O din Gününün sahibidir.”
İnsan, Allah’tan gayrisine ibadetten kurtulmalı ve Allah’ın tedbiri sayesinde insani özellikler ve insanlık yolunda özgürce ve kendi iradesiyle yaşamalıdır.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Sadece sana ibadet ederiz.”
Hayatın doğru yolunun mutluluk verici programını Allah’tan istememiz ve almamız gerekir:
اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
“Bizleri doğru yola hidayet et.”
Namaz kılan kimse dost ve düşmanlarının cephesini, her birinin tutumunu ve hedeflerini tanımalı ve her cephede imanına yakışır bir tutum içinde olmalıdır...
صِرَاطَ الَّذِينَ
“...kimselerin yoluna.”
SURE
Bu eğitici ve çok anlamlı dua ve yakarışın ardından namaz kılan kimse Kur’an’ın tam bir suresini tilavet etmelidir.
Bu işle namaz kılan kimse, özgürce ve kendi isteğiyle seçtiği Kur’an’ın bir bölümünü hatırasında canlandırmaktadır. Yani kendisine İslami bilgilerin yeni bir bölümünü takdim etmektedir.
Namazda Kur’an okumanın farizesi –nitekim İmam Ali b. Musa (a.s) Fazıl b. Şazan’a buyurduğu bir hadisinde de bunu dile getirmiştir. Kur’an'ı terkedilmiş olmaktan ve anlaşılmaz kılmaktan kurtarmakta ve hatıralarda, zihinlerde hazır bulundurmaktadır.[9]
Burada da biz genelde namazlarda okunan tevhid suresinin kısa bir tercümesini yapmakla yetiniyoruz.
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
قُلْ
De ki: (Ey Peygamber!)”
Kendin bil ve başkalarına da bu gerekli mesajı ulaştır ki:
هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
“O Allah bir tektir.” [10]
Dinlerin ve tahrif edilmiş inançlarının tanıttığı ilahlar gibi O’nun da ortak, denk ve rakibi yoktur. Dolayısıyla yaratılış sahnesi ilahların savaş ve çekişme meydanı değildir. Aksine alemdeki bütün sünnet ve kanunlar bir tek iradeden ve bir tek kudretten kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de yaratılış aleminde düzen, uyum ve uzlaşma hakimdir. Alemin doğal hareket, değişiklikler ve kanunları bir bütün olarak bir yöne, tek bir cihete doğru hareket halindedir. Bu arada sadece insan irade, seçim gücü ve karar alma kudretine sahip kılındığı için bu tümel kanunlara muhalefet edebilir, ayrı bir telden çalabilir ve ayrı bir ezgi tutturabilir. Hakeza hayatını tümüyle bu kanunlar esasınca da düzenleyebilir.
اللَّهُ الصَّمَدُ
“Allah samed'dir.”
Allah her şeyden müstağni ve her şey O’na muhtaçtır. Yani benim karşısında eğildiğim, kendisini ululadığım ve övdüğüm Allah, hayali tanrılar gibi meydana gelişi, hayatının devam edişi, varoluş gücü ve yaşama kudreti başkasının yardım, kontrol ve riayetine ihtiyaç içinde değildir. Zira başkasına muhtaç olan bir ilah insanın yüceltmesine ve ululamasına layık değildir. Çünkü bizzat kendisi insan gibi veya ondan biraz daha yüce bir varlık sırasında yer alır. İnsanın bu büyük ve derin varlığı ululaması, övmesi ve ibadeti; sadece hiçbir varlığa ve hiç bir unsura en küçük bir ihtiyacı olmayan; varlığı, güçlü oluşu ve sürekli var oluşu bizzat kendisinden kaynaklanan bir varlığa yakışır.
لَمْ يَلِدْ
“O doğurmamıştır.”
Bu Allah; tahrif edilmiş dinlerin hurafelerinde, şirk ile karışmış inançlarında ve hayallerinde tanıttıkları bir ilah değildir. Bu Allah Hıristiyanların ve müşriklerin hayali tanrısı değildir ki çocuğu veya çocukları olduğu düşünülsün. O her şeyi ve herkesi yaratan ve vücuda getirendir; onların babası değildir! Göklerde ve yeryüzünde yaşayan her şey onun kullarıdır; çocukları değildir.
İşte Allah’ın gerçek kullarını, Allah’tan başka herkesin ve her şeyin kulluğundan kurtaran şey, insan ve Allah arasındaki bu kulluk ve rububiyet orantısıdır. Zira kul iki efendiye birden köle olamaz.
Allah’ı varlıkların merhametli bir babası ve insanları onun çocukları zan edip Allah ve yaratıkları arasında kulluk ve rububiyet ilişkisini insana, insanın makamına ve yüceliğine layık görmeyenler, gerçekte Allah’tan gayrisine kulluk yolunu açmış olur ve kendileri de amel aşamasında dünyanın bir çok mürüvvetsiz efendilerinin kölesi, köleleştirme ve köle yetiştirmenin aleti haline gelirler.
وَلَمْ يُولَدْ
“Doğmamıştır.”
O bir gün olmayan ve başka bir gün varlık alemine ayak basan bir varlık değildir. O ne bir kimsenin doğurduğu, ne bir düşünce ve hayalin ürünü, ne bir sistem, sınıf ve insan hayatının şekillerinden bir şeklin mahsulüdür. O en üstün ve değerli gerçeklerdir. O bitmek bilmeyen bir gerçektir. Sürekli olmuş ve her zaman da var olacaktır.
وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَد
“Onun hiçbir dengi yoktur.”
Onu hiçbir şeye benzetmek mümkün değildir. Hiç kimseyi onun bir dengi ve benzeri bilmek mümkün değildir. Nüfuz bölgesi ve emrinin hakimiyet alanı olan bütün bir varlık alemini, onun ve başka birisinin arasında bölüştürmek mümkün değildir. Bu alemin bir bölümünü veya insan hayatının bir sahnesini O’ndan bilmek, diğer bir bölümünü ise başka birine tahsis etmek, canlı ve cansızların tanrılarına, veya uluhiyet veya kudret iddiasında bulunanlara bırakmak imkansızdır.
Bu sure adından da belli olduğu üzere gerçekten de tevhid suresidir. Tevhid ülküsü Kur’an'da baştan başa ve yüzlerce ayette çeşitli beyan ve ifadelerle zikredilmiştir. Bu surede son kez olarak özetle, dönemin yaygın olan şirk ve hurafe inançlarını göz önünde bulundurarak ve her türlü uluhiyet iddiasında bulunanları red eden bir ifadeyle yer almıştır. Bu sure bir açıdan Müslümanlara ve bütün varlıklara İslam açısından ibadet edilmeye ve övünmeye layık olan Allah’ı tanıtmaktır. Yegane olmayan,, alemdeki varlıklar arasında yüzlerce ve binlerce benzeri bulunan bir ilah, asla rububiyet ve uluhiyete layık değildir. Var olmak ve hayatını sürdürmek için her hangi bir güçlünün veya gücün yardımına muhtaç olan birisi beşere zorla yüklenilemez. İçi boş, muhtaç, vücuda gelmiş ve yok olması mümkün tanrılar karşısında boyun büken ve onları ululayan kimse gerçekte bu tutumuyla insani yücelikleri ayaklar altına almakta, kendisini ve insanlığı gerisin geriye döndürmektedir. Bu gerçek, tevhid suresinin en olumlu boyutudur ve insanın yaratıcısının nişanelerini ve ayrıcalıklarını sunmakta, tarihte yer alan tanrıların boş bir şey olduğunu ispat etmektedir.
Öte yandan Allah’a ibadet edenleri ve İslam’ı kabul edenleri de uyarmakta ve onlara Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında şüphe doğurucu ve vesvese verici akli araştırmalara girmemesini öğütlemektedir.
Allah’ı bu boş iddiacıları mukaddes rububiyet makamından kovabilecek en kısa sözlerle çağırmalarını, zikretmelerini ve felsefi oyunlar ile zihni kavramlar yerine tevhid inancından kaynaklanan sorumluluklarını düşünmelerini tavsiye etmektedir.
İmam Ali b. Hüseyin’den (a.s) nakledilen bir hadiste de yer aldığı üzere Allah-u Teala tarihin gelecekte bir grup araştırma meraklısı insanın geleceğini bildiği için bu sebeple tevhit suresini ve Hadid suresinin bazı ayetlerini –O kalplerde olanı bilir- nazil kılmış ve bu vesileyle Allah’ın zat ve sıfatını araştırmak için caiz olan sınırları böylece ortaya koymuştur. Dolayısıyla her kim bu sınırların ötesine uzanırsa kendisini helak etmiş olur.[11]
Adeta قُلْ هُوَ اللَّهُ “Kul huvallah...” (De ki: ...O Allah birdir) suresi namaz kılan kimseye şöyle demektedir: Allah bir tek, yüce ve en üstün bir kuvvettir. Zatı gereği müstağni ve ihtiyaçsızdır. Doğurmamış ve doğmamıştır. Eşsiz ve denksizdir. Sadece bu kadar! Allah’ın biliciliği, görücülüğü, hikmeti ve diğer sıfatları, Müslüman için bilmesi ve tanıması gerektiği ölçüde ve insanın hayatının şekillenmesinde ve ruhunun yüceliğinde etkili olduğu kadarıyla Kur’an’ın diğer ayetlerinde açıkça yer almıştır. Allah’ın zatı ve sıfatlarının niteliği hakkında bundan daha fazlasına dalma. Bundan daha fazla bilgiyi, zaten onunla amel ettiğin taktirde elde edersin. Tartışma ve zihni derinleşmeyle daha fazla bilgi elde etmeye çalışma. Daha çok bilgiyi, ruhunun batınında sefa ve ruhaniyet icad etme yoluyla ve tevhidin gerekleriyle amel etme vesilesiyle elde etmeye çalış.
...Peygamberler, sıddıklar, Allah’ın gerçek kulları, sadık ve arif muvahhitler işte hep böyle idiler.
Ayetullah Seyit Ali Hamanei
……………………………………………………………………….
[1]- Araf suresi 59 ila 158ç ayetler ile Hud suresi 50 ila 84. ayetlere müracaat ediniz ki bir çok büyük peygamberlerin dilinden, davetlerinin ilk başlangıcında bu şiar nakledilmiştir.
[2]- Beraat suresi, 31. ayet
[3]- Zümer suresi, 18. ayet
[4]- Nur’us Sakaleyn Tefsir-i, c. 5, s. 481; Zümer suresi 17. ayetin tefsirinde
[5]- İman iddialarını amelde ispat edip Allah ve peygamberi amelen tasdik edenlerdir.
[6]- Nisa suresi, 69. ayet
[7]- Bu konu Kur’an’da çeşitli ayetlerde ve çeşitli münasebetlerle çok anlamlı ifadelerle zikredilmiştir. Örneğin:
Şuara suresi, 91ila 102. ayetler
Sad suresi 58 ila 61. ayetler
İbrahim suresi, 21 ila 22. ayetler
Gafir suresi, 47 ila 48. ayetler
[8]- Bu cümleyi hamd süresinin sonunda söylemek müstehaptır.
[9]- Bu hadisin metni bu kitabın ikinci dipnotunda zikredilmiştir.
[10]- Veya “o Allah birdir.” Dolayısıyla bu ayette yer alan “huve” zamiri “makam” ve “ifade” içindir.
[11]- Nur’us-Sakaleyn, c. 5, s. 706, Usul-i Kafi’den naklen
İlahî Kurbiyetin Mertebeleri
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.” 1
Bu âyette Yüce Allah’ın, geniş bir anlam yelpazesi içeren bir ifadesi vardır. “Yükselme yollarının sahibi Allah tarafından.” Mearic, ‘uruc’ kelimesinden türemiştir. Uruc ise ‘yücelme mahalli’ anlamındadır. Allah katında bir kısım yükselme makamları ve dereceleri vardır. Bu mana Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde geçmektedir. Örneğin: “Allah katında onlar derece derecedir. Allah yapmakta olduklarını görendir.” 2
“Allah sizden iman etmekte olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.” 3
Dikkat ediniz ki, biz bu kelimeyi çokça kullanıyor veya kalpten niyet ediyoruz. Örneğin, “Bu namazı kılıyorum, kurbeten ilallah” diyoruz. Yani “Allah’a yaklaşmak için.” İnsanlar güncel hayatlarında kullandıkları bu itibarî anlamları yanlışlıkla Allah hakkında da kullanabilir ve bu mana ve mefhumların Allah’la ilgisi açısından doğru olduğunu sanabilirler. Hâlbuki söz konusu anlamlar Allah hakkında hakikîdir, itibarî ve arazî değil.
Örneğin biz şöyle diyoruz, “Falan şahıs filan makama çok yakındır.” Bu sözdeki maksadımız, acaba o şahsın o makama ‘mekân’ yönünden yakınlığı mıdır? Mekân yönünden mi herkesten daha yakındır? Eğer öyle olacak olsaydı, o makamın hizmetçisi o makama herkesten daha yakın olurdu. Oysaki mekân itibariyle o makamdan kilometrelerce uzakta olan birisinin, o makama daha yakın olması mümkündür.
Burada söz konusu yakınlıktan maksat, mekânsal açıdan değil, o şahsın manevî bakımdan daha fazla öncelik hakkına sahip oluşudur. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a.a.) Allah’a diğer insanlardan daha yakındır, diye söylenildiğinde, Allah’ın O’na lütuf ve ihsanının daha fazla olduğu kastedilmektedir.
Sadece insanlar değil, melekler dahi böyledir. Hiç bir melek mekân yönünden diğer melekten daha yakın değildir. (Yakınlık lütuf ve inayetten ibarettir). Kimileri öyle zannediyorlar ki, mana âlemindeki Allah’a yakınlık ve uzaklık da bu türdendir. Oysaki mana âleminde, gerçekten yakınlık dereceleri vardır. Durum sadece bununla sınırlı olmayıp âlem-i melekût ve âlem-i gayb, gerçekte rütbe ve dereceleri ihtiva etmektedir. Konu sadece inayet ve lütfun azlığı ve çokluğu değildir. Gerçekte insanın Hak Teâlâ’ya yakınlığı hakikîdir. Allah Teâlâ’ya derece derece yakınlaştıkça, vücudu Hak Teâlâ’nın nuruyla daha çok nurlanır. Bu nurlanma boyunca benliği ve yapısı da değişir. Vaziyeti, şekli, maneviyatı ve her şeyi değişir. Hatta biz amelimizle var oluyoruz.
“O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır).Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır.” 4
Tayyib sözünden maksat, sahih inançtır. Demek ki ‘tayyib söz’ Allah’a doğru yükseliyor. Ve sahih inancı yukarıya doğru yükselten sâlih ameldir. Veya ‘salih ameli’ yukarı çıkartan tayyib sözdür. Böylece sâlih amel yukarı doğru yükseliyor. Gayb âleminde, bu hissedilebilen gerçekler dışında, bir kısım gerçekleşen şeyler daha vardır. İşte Kur’an-ı Kerim’deki a’la-i illiyyîn (yukarıların yukarısı) ve esfele sâfilîn (aşağıların aşağısı) gibi ifadeler de bu vakalara işaret etmektedir.
Kur’an, şöyle buyuruyor: “Yükselme derecelerinin sahibi Allah’tan.” Melekler, hayvanlar, mevcudat, insanlar, herkes ve her şey, bu varlık âleminde özel yerlerini almışlardır. Şîa ve Sünnîlerin kabul ettikleri ve güvenilir kitapların yazdığı, Usûl-ü Kâfî’de de kaydedilen, oldukça da geniş manası olan bir hadis-i kudsî vardır. İmam (a.s.) o hadisi şöyle naklediyor:
“…Kulum nafileleri yerine getirmekle bana yaklaşır...” Bu hadiste ‘bi’n-nevâfil’ (nafileler ile) buyurmuş, ‘bi’lferâiz’ (farzlar ile) buyurmamıştır.
“Benim kullarım daima ve sürekli olarak nafileler vasıtasıyla bana yakın olup yaklaşırlar. Hatta benim muhabbetime mazhar olacak bir makama ulaşırlar.” Elbette bu söz, diğer kulların Allah’ın muhabbetinden uzak kaldıkları anlamına gelmemektedir. Yüce Allah şöyle buyurmak istiyor: “Bir kısım rahmet ve rahmaniyetim vardır ki, bütün insanları kuşatır. Bir kısım rahmet ve rahmaniyetim de vardır ki, hususî kullarımı kuşatmaktadır.”
Rahimiyetten murat, insanın belirli bir merhaleye ulaşmasıdır. Belirli bir sınıra ulaşmadığı müddetçe, kendi ayakları ile ileri gitme mecburiyetindedir. Belirli bir sınıra ulaşınca da merkezin kendi cazibesi onu kendisine cezp ediyor. Yani öyle bir merhaleye ulaşıyor ki, Allah’ın muhabbeti onu cezp ediyor, onu kapsıyor ve ilahî muhabbet eli onu kendine doğru çekiyor. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Öyle ki, artık benim sevdiğim (bir kul) olur. Sevdiğim (bir kul) olduğu zaman da ben onun kulağı olurum, onunla iştir; onun gözü olurum, onunla görür; ben onun eli olurum, onunla tutar, yakalar; beni çağırdığında çağrısına cevap veririm, benden (bir şey) istediğinde (istediğini) veririm.”
Allah Teâlâ o kulu dost edinince onun benliğinden ve hüviyetinden bir şey kalmıyor. Onun her şeyi Yüce Allah oluyor. Bu tertiple o, her şeyden vazgeçiyor ve her şeyi terk ediyor, onun için artık bir şey kendine kalmıyor. Maksadım şudur ki, sözünü ettiğimiz dereceler, yücelikler ve mertebeler işte bunlardır. İnsanın kendisine doğru yükseldiği bu mertebelerin sonu yoktur. İla nihaye ve ebedi olarak gitse dahi, bir merhaleye varıp da orada bitecek gibi bir cinsten değildir. Kapsamı büyüktür, kendisi de sonsuzdur. 5
--------------------------------------------
1 Mearic Sûresi, 1-3.
2 Âl-i İmran Sûresi, 163.
3 Mücadele Sûresi, 11.
4 Fatır Sûresi, 10.
5 Mutahharî, Mearic Sûresi’nin Tefsiri, s. 9-12.
Ceyş El Zulüm İran'ın güneydoğusundaki terör saldırısından sorumlu
Ceyş El Zulüm terör örgütü, İran'ın güneydoğusunda Rask'ta bir polis merkezine yaplan terör saldırısının sorumluluğunu üstlendi.
İranpress haber ajansının bildirdiğine göre Perşembe akşamı teröristler Rask polis merkezine saldırdı.
İran'ın Sistan ve Belucistan Valisi’nin Güvenlik ve Kolluk İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Rask'ta polis merkezine düzenlenen terör saldırısında 11 kişinin şehit olduğunu söyledi.
İran Yargı Erki başkanı Huccetulislam Golam Hüseyin Mohseni Ejei de Cuma günü bir mesajda şunları yazdı:
“İran İslam Cumhuriyeti'nin gücü ve otoritesi karşısında şaşkına dönen ve öfkelenen İslami İran’ın düşmanları, bir kez daha terör örgütleri içindeki paralı askerleri aracılığıyla, halkın güvenliğini ve huzurunu sağlamakla meşgul olan bir grup İran polisinin kanını döktüler.”
Huccetulislam Mohseni Ejei şunları vurguladı:
“İran'ın Sistan ve Belucistan ilinin yargı sistemi yetkilileri, küresel istikbara bağlı bu teröristlerin yakalanıp adalet önüne çıkarılması için güvenlik ve kolluk kuvvetlerine gerekli talimatları vermek ve gerekli her türlü tedbiri almakla yükümlüdür.”
Bu bağlamda İran'ın Pakistan Büyükelçisi Hasan Nuriyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin İslamabad Büyükelçiliği'nin Rask terör saldırısının takibini yaptığını söyledi.
BM, İran'ın Sistan ve Belucistan'ındaki terör saldırısını kınadı
BM sözcüsü Stephen Dujarric, örgütün Ceyş El Zulüm grubunun İran'ın Sistan ve Belucistan eyaletindeki Rask'taki polis karargahına yönelik terör saldırısını şiddetle kınadığını duyurdu.
İRNA haber ajansının bildirdiğine göre Stephen Dujarric Cuma akşamı yerel saatle bir bildiri yayınlayarak şunları kaydetti:
"BM, İran İslam Cumhuriyeti'nin Sistan ve Belucistan ilindeki polis merkezlerine bugün düzenlenen saldırıyı şiddetle kınıyor ve bu saldırının faillerinin yargılanması gerektiğini vurguluyor."
Dujarric sözlerine şunları ekledi:
"BM, yaslı ailelere ve İran İslam Cumhuriyeti halkına ve hükümetine en derin taziyelerini sunar ve yaralılara acil şifalar diler."
Ceyş El Zulüm teröristlerinin perşembe akşamı İran'ın güneydoğusundaki Rask kentindeki polis merkezine düzenlediği saldırıda 12 polis memuru şehit oldu.
Bu terör saldırısı ardından cumartesi günü İran'ın Sistan ve Belucistan eyaletinde yas ilan edildi.
Tümgeneral Selami: Filistin halkını sonuna kadar destekleyeceğiz
İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, İran milletinin sonuna kadar Filistin halkının yanında olacağını belirterek, “Bugün Amerika'nın sözde insan hakları ve demokrasisi Gazze'de görülmektedir.” dedi.
IRNA’nın haberine göre, İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, isimsiz şehitler için Tahran’da düzenlenen cenaze töreninde konuştu.
Tümgeneral Selami, “Şehitler bize iktidar ve ilerleme kazandırdı. İstikbarın komşu coğrafyalarımızda biriktirdiği ateşlerin göbeğinde bu milletin güven içinde yaşamasını sağladı. Bizim şehitlerimizin hediyesidir bu bize. Eğer bu şehitler olmasaydı bu topraklar defalarca işgal edilecekti ve tarih bizim için düşmanlarımız tarafından yazılacaktı ama bugün dünyada büyük bir güç olarak öne çıkıyoruz ve hiç kimsenin İran milletine meydan okumaya cesareti yok.” dedi.
Tümgeneral Selami, “İran milleti, vilayet, şehadet ve cihad nimetine sahiptir. Cihad sadece silahlı kuvvetlere mahsus değildir ve halkın şehitlerini anması bizim için sonsuz bir güç kaynağıdır.” ifadelerinde bulundu.
Tümgeneral Selami sözerinin devamında şunları kaydetti: “Amerika, İsrail ve müttefikleri geçmişin acı deneyimlerini tekrarlıyor. Afganistan'ın işgali onlara zafer getirdi mi? İşgal ettikleri Irak'ta kalabildiler mi? Yavaş yavaş bu topraklardan ayrılmak üzereler. Sizler 50 milyondan fazla insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı Amerika'nın iç sorunlarıyla uğraşmak yerine Suriye'de, Yemen'de, Irak'ta para harcadınız, başarısız oldunuz ve meydanı bırakmak zorunda kaldınız. ABD’li vatandaşların ödediği vergiler ülkenin sorunları çözmek yerine Suriye, Lübnan, Irak ve Afganistan'daki başarısız savaşlara harcandı.”
İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı, Amerika'nın ileri sürdüğü insan haklarının ve demokrasinin bugün Filistin topraklarında görülebildiğine işaret ederek, “Şehit düşen Filistinliler ölü değiller. Şehadet de ölümün sırrı değil, yaşamın sırrıdır. İmam Humeyni'ye (r.a.) göre şehadeti olan bir millet esarette kalmaz” diye konuştu.