
کارگر
Mescid-i Aksa Kıyamda; Binlerce Filistinli Katıldı
Mescid-i Aksa’da, el-Halil’deki İbrahim el-Halil Camii’nde ve Nablus’un Eski Belde semtindekiler başta olmak üzere Batı Şeria’daki camilerde bugün (16 Eylül Cuma) “Büyük Fecir-Şehitler Fecri” etkinliklerine ve sabah namazına binlerce kişi katıldı.
İşgalcilerin Mescid-i Aksa’yı Yahudileştirme planlarına ve Yahudi yerleşimcilerin baskın çağrılarına karşı Mescid-i Aksa’yı korumak amacıyla başlatılan “Büyük Fecir” kampanyası kapsamında bu sabah Mescid-i Aksa’da kılınan sabah namazına çok sayıda kişinin katıldığı bildirildi.
El-Halil’in Eski Belde semti de bu sabah “Büyük Fecir” kampanyası kapsamında İbrahim El-Halil Camii’nde sabah namazı kılmaya gelen çok sayıda Filistinliyi ağırladı.
İbrahim El-Halil Camii’nde kılınan sabah namazından sonra Filistinli üç çiftin nikahları kıyıldı, ilahiler ve marşlar eşliğinde cemaate sıcak içecekler ikram edildi.
Cenin’de de Kabatya beldesi sakinleri Eski Camii’de kıldıkları sabah namazıyla şehitlerin yolundan yürümeye devam edeceklerini vurguladı.
Batı Şeria’daki camilerde sabah namazı kılmaya gidenlerin tekbir getirdikleri ve direniş lehine sloganlar attıkları belirtildi.
İşgalcilerin kirli planlarına karşı koymak amacıyla düzenlenen “Büyük Fecir” faaliyetleri ilk kez Kasım 2020’de El-Halil kentindeki İbrahim El-Halil Camii’nde gerçekleştirilmişti.
Filistin Enformasyon Merkezi
İran: Amerikan Zorbalığı Karşısında Geri Adım Atmayacağız
İran Cumhurbaşkanı İran ve Çin arasındaki stratejik işbirliğini iki ülkenin kapsamlı kalkınma iradesinin bir işareti olarak değerlendirdi ve şunları söyledi: İran İslam Cumhuriyeti, Amerikan zorbalığına karşı hiçbir şekilde geri adım atmayacak.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile Özbekistan'ın Semerkant kentinde düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinin oturum aralarında bir araya geldi.
Ve iki taraf, ekonomik işbirliğini geliştirmek için ikili ilişkilerle ilgili en önemli konular hakkında görüştü ve kararlar aldı.
Bu toplantıda İbrahim Reisi, Devlet Başkanını ve Çin Halkını Ulusal Halk Günü'nü kutlarken, İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyelik sürecinde bu ülkenin yapıcı tutumlarını takdir etti, ‘ İran İslam Cumhuriyeti, tüm düşmanlıklara rağmen ilerlemesini ve gelişmesini hiçbir zaman durdurmadı ve sürdürecektir’ ifadelerini kullandı.
Ayetullah Reisi, İran ve Çin arasındaki kapsamlı stratejik işbirliği programını iki ülkenin kapsamlı ilişkiler geliştirme iradesinin bir işareti ve sembolü olarak değerlendirdi ve şunları söyledi:
‘Petrol ve enerji, transit, tarım, ticaret ve yatırım alanlarındaki geniş kapasiteler, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi ve geliştirilmesi için çok uygun bir platformdur.’
İran Cumhurbaşkanı Reisi, Amerikan ve Avrupa partilerinin ambargoyu kaldırma taahhütlerindeki iddialarına atıfta bulunarak, şunları vurguladı: İran İslam Cumhuriyeti, Amerikan zorbalığına karşı hiçbir şekilde geri adım atmayacak.’
Ayrıca bu toplantıda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası meselelerdeki bağımsız duruşunu övdü ve şunları söyledi:
‘İran ve Çin arasındaki ilişkiler stratejik ilişkilerdir ve herhangi bir uluslararası gelişmeden bağımsız olarak gelişmeye devam edecektir.’
Bu toplantıda Xi Jinping, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'yi Çin'i ziyaret etmeye resmen davet etti.
YORUMLAR
İran Cumhurbaşkanı Reisi ŞİÖ Zirvesi'nde İkili Temaslarda Bulundu
İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, Özbekistan’ın Semerkant kentinde yapılan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi'ndeki ikili temasları kapsamında Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko ile görüştü.
Mehr'in haberine göre İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi’ne katılmak üzere geldiği Semerkant ziyaretinin üçüncü gününde devlet başkanlarıyla ikili temaslada bulunuyor. Reisi bugün Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko ile bir araya geldi.
Reisi Semerkant'ta ikili temasları kapsamında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ve Şanghay İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri Zhang Ming ile de görüşmüştü.
Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet Başkanları 22. Toplantısı, bugün Özbekistan’ın tarihi Semerkant şehrinde başladı.
ŞİÖ üyesi ülkelerin bu toplantıdaki gündemi, Batı’nın ekonomik ve ticari yaptırımlarına karşı ticari bir birliktelik sağlamak ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dolarına karşı ulusal para birimlerine güçlendirmek.
İran, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Resmen Üye Oldu
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Devlet Başkanları 22. Toplantısı, Özbekistan’ın tarihi Semerkant şehrinde başladı.
İlk olarak ŞİÖ üyesi ülkeler liderlerinin katılımıyla başlayan toplantıda Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, açılış konuşması yaparak toplantının gündemi hakkında bilgi verdi ve toplantının başarılı geçmesini diledi.
Mirziyoyev, İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne resmen üye olduğunu duyurdu.
Zirveye, örgüte üye Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, Hindistan Başbakanı Narendra Modi, gözlemci ülkeler Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, Moğolistan Cumhurbaşkanı Ukhnaa Khurelsukh, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, davetli liderler Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Serdar Berdimuhammedov ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev katıldı.
ŞİÖ üyesi ülkelerin bu toplantıdaki gündemi, Batı’nın ekonomik ve ticari yaptırımlarına karşı ticari bir birliktelik sağlamak ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dolarına karşı ulusal para birimlerine güçlendirmektir.
İki gün sürecek zirvenin sonunda toplantının sonuçlarını ve üye ülkelerin gelecek politikalarını aktaracak Semerkand Bildirisi yayımlanacak./tesnim
ABD için çember hızla daralıyor
Son bir yılda yaşananlar...
Afganistan, Ukrayna, Tayvan, Suriye, …
Olayların hızına yetişilmiyor.
Her krizin arkasında ABD var.
Her taşın altından o çıkıyor.
Tek derdi dünya hegemonyası.
AMA…
Ama işi çok zor.
Krizleri başlatan ABD.
Ancak hepsi ters tepiyor.
Sürekli vurguluyoruz.
Son bir yılda aldığı yenilgiler…
Afganistan’dan kaçışı…
Kabil Havaalanındaki görüntüler…
Yıllarca konuşulacak.
Ukrayna’da hesabı tutmadı.
ABD derin devleti durumun farkında.
Ya Tayvan olayı…
Amerikalılar bile “aptalca” buluyor.
Tahran ve Soçi zirveleri sonrası,
Suriye’de Fırat’ın doğusunda da telaş var.
Türkiye, Rusya, İran, Suriye birlikteliği ürkütüyor.
ABD DENETİMLİ ÖRGÜTLER
İş sadece bunlarla sınırlı değil.
ABD’nin kurduğu uluslararası örgütler.
Hepsi zayıflıyor.
Yerlerini başkaları alıyor.
ABD denetiminde olmayan örgütler.
ABD her yolu denese de sonuç alamıyor.
Rüzgar tersten esiyor.
İşte onlardan bazıları:
ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ).
Şu anda askeri bir yanı yok.
Daha çok işbirliği ve dayanışmayı kapsıyor.
5 üye ile kurulmuştu.
O nedenle “Şanghay Beşlisi” de deniyordu.
Şu anda 9 üyesi var.
Sayı az gibi görünüyor.
Ama ŞİÖ’yü çıkarın, dünya büyümüyor, küçülüyor.
Eskiden “ABD öksürürse dünya zatürre olur” denirdi.
Şimdi tam tersi bir durum söz konusu.
Pandemi sürecinde gördük.
ŞİÖ ülkelerinde üretim yavaşladı.
Tüm dünyada fabrikalar durma noktasına geldi.
Bu arada, ŞİÖ’ye üyelik sırası bekleyen de çok
ÖZBEKİSTAN ZİRVESİ
Pandemi nedeniyle ara vermişlerdi.
Yüz yüze görüşmüyorlardı.
Dün liderler Özbekistan’da bir araya geldiler.
15 ülkenin lideri buluştu.
Amerika’ya mesaj…
İlk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan da katıldı.
BÜYÜK ÇÖZÜM
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek.
ŞİÖ’yü özetle şöyle değerlendirdi:
“Şanghay İşbirliği Örgütü…
Herhangi bir ittifakın alternatifi değil.
İnsanlığın büyük çözümü.
Asya uygarlığının yükselişi çağına girdik.
Empreyalist-kapitalist sistem çıkmaza girdi.
Şimdi insanlığın önüne yeni bir program geldi.
Hümanist, kamucu, barıştan yana.
Milletlerin bağımsız olduğu…
Paylaşımcı bir uygarlık programı.
Milli Demokratik Uygarlık diyelim.
Bu, Kemalist Devrim'in de programı.
Çöken sistemin alternatifi.”
BRİCS
İlk başta 4 ülkeden oluşuyordu.
Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya.
BRİC diye anılıyordu.
2011 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti(South Africa) de katıldı.
BRİCS oldu.
Yeryüzünün 3’te birine sahip ülkeler.
Dünya nüfusunun yüzde 45’ini oluşturuyor.
2018 yılı itibarıyla GSYİH toplamı 18 trilyon dolar.
Tarımdan, sanayiye…
Her alanda çözüm önerisi sunuyorlar.
ŞİÖ gibi BRİCS’in de önü açık.
Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan'ı da istiyorlar.
Çok sayıda ülke ile yoğun ilişki içindeler.
Etkisi her geçen gün büyüyor.
GELİŞMELER HIZLI
Bunlar sadece ikisi.
Çok sayıda yeni kuruluş var.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov.
“Doların rolünü azaltmak önceliğimiz” dedi.
Bu sadece Rusya’nın değil,
Çin’in, İran’ın, Türkiye’nin, … de talebi.
Her yerde buna uygun adımlar atılıyor.
Dünyada gelişmeler çok hızlı.
Amerika için çember daralıyor.
Bu arada, Çin-Rusya ittifakı da güçleniyor.
İsmet Özçelik
İsmet Özçelikİsmet Özçelik
ABD için “en kötüsü” oluyor.
İmam Hamanei: Herkes Emperyalizmin Politikaları Karşısında Uyanık Olmalı
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Dünya Ehlibeyt Kurultayı 7. Genel Kurulu üyelerini kabul etti.
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei bu görüşmede, "Dünya Ehlibeyt Kurultayı önemli bir merkezdir. Ehl-i Beyt'e (a.s) bağlı olan merkez İslam dünyasında benzeri olmayan bir büyüklüğe sahiptir" dedi.
Bu kurultayın üyelerinin omuzlarında ağır bir sorumluluk olduğunu vurgulayan İmam Hamanei, "Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı Ehl-i Beyt'in öğretilerini yayma merkezi olmalıdır" ifadesini kullandı.
İmam Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti'nin diğer ülkelerin içişlerine karışmadığını vurgulayarak, "Sultacı güçlerin İran karşıtı suçlamalarının asıl sebebi İslami düzenin ilerlemesini engellemede başarısız olmasıdır." açıklamasını yaptı.
İslam İnkılabı Lideri, İran'ın emperyalizme karşı büyük mücadele verdiğini ifade ederek, herkesin emperyalizm politikaları karşısında uyanık olması gerektiğine vurgu yaptı.
İmam Hamanei, "İslami düzen, sultacı ve hegemonik düzeninin yedi başlı ejderhasına karşı dimdik durdu. İsitkbar güçlerinin temsilcileri İran’ın birçok planlarını çökerttiğini itiraf etti." dedi.
ABD'nin emperyalizmin başında olduğunu anlatan İnkılap Lideri, "İmam Humeyni (r.a) Kur'an-ı Kerim'den ilham alarak, herkese İslam toplumları arasındaki gerçek olmayan ayrım çizgilerini bir kenara bırakmayı ve tek bir ayrım çizgisini kabul etmeyi öğretti. Bu çizgi İslam dünyası ile istikbar arasındaki çizgidir. Bu inanca dayanarak Filistin'e destek İslam Devrimi zaferinin ilk günlerinde beri gündeme alındı ve rahmetli İmam var gücüyle Filistin meselesinin yanında durdu. İran İslam Cumhuriyeti de İmamın çizdiği siyasi yolu takip etmektedir." diye konuştu.
İslam İnkılabı Lideri konuşmasının önemli bir kısmında ise İran karşıtı ve Şia karşıtı propagandif çalışmalara değinerek "Bu tür propagandanın kaynağı, Amerika'nın, planlarının İslam Cumhuriyeti tarafından etkisiz hale getirilmesinden kaynaklanıyor." dedi.
İmam Hamanei gerçek çizginin İslam ve emperyalizm çizgisi olduğunu, İslam aleminde, mezhep, ırk, fırka ve aşiret çizgisinin gerçek olmadığını, tek gerçek çizginin İslam alemi ile küfr ve istikbar sınırlarında olduğunu vurguladı.
İslam İnkılabı Lideri sözlerine şunları da ekledi: "Her zaman İslam ülkelerini Şia-Sünni, Arap Acem meselelerine ve diğer araları açan çizgilere aldırış etmemelerini, ilkelere ve temellere uymaya çağırdık. Bazı ülkelerde halihazırda görülen Şia-Sünni, Arap Acem, Şia-Şia ve Sünni-Sünni çatışmaları için kışkırtmaları ve planlamalar Amerika denen büyük şeytanın siyasetidir. Buna karşı uyanık olmalıyız."
İslam İnkılabı Lideri ayrıca İslam Cumhuriyetini diğer Müslüman ülkelerin içişlerine müdahale konusunda suçlayıcı iddialara tepki olarak da "İslam Cumhuriyeti başka ülkelere müdahil olmuyor. Sultacıların ithamları ise İslam Cumhuriyeti'nin önemli başarılarını önlemedeki acziyetinden ve güçsüzlüğünden kaynaklanıyor." vurgusunda bulundu.
Mukteda es-Sadr siyasi faaliyetinin sona erdiğini duyurdu
Irak'taki Sadr Hareketi lideri Seyyid Muktedi es-Sadr, son olarak yasadışı talepler ve siyasi partilerin kendisiyle anlaşmazlığı üzerine siyasi faaliyetten çekildiğini duyurdu.
Irak'taki Sadr hareketinin lideri Seyyid Muktedi es-Sadr, Ayetullah Seyyid Kazım Haeri'nin(Hayri) hiçbir zaman liderlik ve otorite iddiasında bulunmadığını ve geri çekilmeyeceğini açıklamasının ardından Pazartesi sonsuza kadar siyasi faaliyetlerine son verdiğini duyurdu.
Sadr hareketinin ve Mukteda es-Sadr'ın birçok destekçisinin taklit mercii olarak bilinen Ayetullah Seyyid Kazım Hüseyni Ha'eri, bugün hastalık ve yaşlılık nedeniyle makamdan istifa ettiğini açıklayarak dolaylı olarak Mukteda es-Sadr'a ve Mukteda es-Sadr'a hitap etti. Irak halkı arasında bölünmeye neden olan Sadr hareketini şiddetle eleştirdi.
Mukteda es-Sadr'ın açıklaması ise şöyle dedi: "Ayetullah Hayri de dahil olmak üzere birçok kişi, Tanrı'nın lütfu ve babamızın lütfuyla elde ettiğimiz bu liderliğin, onların lütfu veya emriyle elde edildiğini düşünüyor."
Sadr; Necef Eşref'in dini otoritenin ana koltuğu olduğunu vurguladı ve hiçbir zaman yanılmazlık, içtihat ve hatta liderlik iddiasında bulunmadığını ve kendisini sadece "iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaya çalışan biri" olarak gördüğünü ve bundan başka bir amacı olmadığını da sözlerine ekledi. Sadr, Şii siyasi güçlerin neden olduğu bazı çarpıklıkları düzeltmek" ve "onları milletlerine yaklaştırmak" istediğini ekledi.
Sadr, "Ayetullah Hayri’nin istifasının ve bu açıklamayı yayınlamasının şahsi iradesi olmadığını bilsem de artık siyasi işlere karışmayacağımı ve bundan sonra da arenadan ve tüm makamlardan tamamen çekileceğimi beyan ederim. Sadr hanedanının türbesi, müzesi ve miras enstitüsü hariç, bütün kuruluşlarımızı da kapatacağım."dedi.
Sadr; "ölsem veya öldürülürsem bana Fatiha okuyun" dedi.
Ayetullah Hayri’nin Mukteda es-Sadr'ın son aylarda ve haftalardaki eylemlerine yönelik eleştirisi, dün Necef Eşref'teki en yüksek Şii otoriteye yakın din adamlarından Seyyid "Raşid el-Hüseyni"nin halktan gelen bir soruya cevaben geldi. Sadr hareketinin destekçileri, son dönemde parlamentoya ve ülkenin yargı sistemine karşı yapılan protesto ve gösterilere yolsuzluğa karşı bir "devrim" olarak tepki göstererek, "Her devrimci eylem, ortaya çıktığı anda masum İmam (a.s) tarafından yönlendirilmelidir. Meşruiyetimizi otoriteden almalıyız..."
Seyyid "Raşid el-Hüseyni"nin bu sözleri Mukteda Sadr'ın destekçileri tarafından sosyal ağlarda ağır saldırılarla karşılandı.
Bir ayı aşkın süredir Irak'taki Sadr hareketi, siyasi farklılıklar nedeniyle yandaşlarını protestoya sevk ediyor. Bu hareket, parlamento binasını işgal ederek ülkenin siyasi sürecini durdurdu ve yeni hükümetin kurulmasını geciktirdi. Aynı zamanda Sadr yanlıları bu ülkenin en önemli yargı kurumu olarak Irak Yüksek Yargı Konseyi binasında oturarak Irak'taki tüm yargı kurumlarının kapatılmasına neden oldu.
Seyyid Muktedi es-Sadr'a yakın bir isim olan "Muhammed Salih El-Iraki" de Sadr yanlısı isyancıların Yüksek Yargı Konseyi binası önünde toplanmasını destekledi ve "Irak halkının yolsuzluğa karşı devrimi" olduğunu iddia etti ve son olarak hükümeti de tehdit etti. Çarşamba günü bu ülkenin halkı isterse devrimin devam edeceğini belirterek, "Halk devrimi sürdürmeye ve yozlaştırıcıları zayıflatıp yok etmeye karar verirse, düşünmedikleri bir ani adım daha atacağız" demişti.
Sadr Hareketi Taraftarları Yeşil Bölge'den Çekiliyor
Irak'taki siyasi gelişmelerin ardından Sadr hareketi liderinin siyasi görevden emekli olduğunu açıklamasıyla birlikte Irak sokaklarında tansiyon yükseldi. Hareket ve Irak güvenlik güçlerinin arasında yaşanan çatışmada ölenlerin sayısı 30’a yaralananların sayısı ise 700’e yükseldi.
Buna karşılık, Mukteda Sadr, açlık grevine başladığını duyurdu.
Yetkililer ülkede sokağa çıkma yasağı getirirken Mukteda Sadr taraftarlarına şiddete son verilmesi çağrısında bulundu ve bir ssat içinde meclisten ve sokaklardan çekilmelerini söyledi.
Sadr hareketinin destekçileri an be an Yeşil Bölge'den çekilmeye başladı.
Sadr, Pazartesi günü Twitter hesabından yaptığı açıklamada, siyasetten çekildiğini açıklamıştı.
Doğu Azerbaycan-Tebriz’den Türkiye’ye beyaz eşya satışı başladı
FHA- Doğu Azerbaycan Sanayi, Madencilik ve Ticaret Teşkilatı Başkanı Tebriz üretim birimlerinin düşük maliyetli fiyatı ve beyaz eşya ürünlerinin çeşitliliğini ihracat artışının ana nedeni olarak açıkladı.
FHA- Tebriz Uluslararası Fuarı'nda 30. uluslararası ev aletleri ihtisas sergisini ve 25. uluslararası ısıtma, soğutma ve havalandırma sistemleri ihtisas fuarını ziyaret etti. Bu sabah Tebriz'i ihracatın artmasındaki ana etken olarak belirleyerek, "Tebriz'deki beyaz eşya sanayi birimleri, ilin iyi sanayi kapasitelerinden biri olan üretimi artırma konusunda büyük bir yeteneğe sahip.
Tebriz'de üretilen ürünlerin artan kalitesi, üretim fiyatının düşmesi ve ev aletlerinin çeşitliliği, komşu ülkelere önemli ihracatlara yol açtı.
Parnian sözlerine şöyle devam etti: Şu anda beyaz eşya üretim birimleri, düşük fiyatlı ve yüksek kaliteli çeşitli ürünler üretiyor.
Doğu Azerbaycan Sanayi, Maden ve Ticaret Teşkilatı Başkanı şunları ekledi: Bu yılın ilk üç ayında buzdolabı ve soğutucu gibi beyaz eşya ürünleri Türkiye'ye 780.000 dolar değerinde ihraç edildi ve bu da genel olarak beyaz eşya sektörleri için iyi bir pazar oluşturdu. .
Bu fuarın halk tarafından çok iyi karşılandığına işaret ederek, "Bu fuarda Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Tahran, Horasan Razavi, İsfahan, Kum, Alborz ve Kazvin illerinden firmalar ile Türkiye'den firmalar yer alıyor , Çin ve Güney Kore de burada ürünlerini sergileyecek.
Dernek milletvekillerinin huzurunda gerçekleştirilen bu ziyarette, bazı sergiciler ve ekonomi aktivistleri il güvenlik teşkilatı başkanına sorunlarını ve sorunlarını dile getirdiler ve bu kapsamda soruşturma ve inceleme yapılmasına karar verildi.
İran’ın kaliteli yerli üretimi sayesinde İran’dan Türkiye’ye beyaz eşya satılması, ABD’nin bütün yaptırım ve ambargolarının İran milletinin azmi karşısında yetersiz kaldığının da bir göstergesi.
Güçlü Suriye'yi ne biz isteriz ne İsrail
FHA- Orta Doğu'da ve hususiyetle Suriye'de din/mezhep taassubunu dikkate almadan bir hâl yolu bulamazsınız.
FHA- Bir de İsrail'i dikkate alacaksınız. İsrail'le Suriye bitişik. Suriye'nin İsrail'i çekindiren bir uzantısı ise Lübnan. İsrail, Suriye'nin Lübnan'la hiçbir surette güçlü bir bağ kurmasını istemez. Lübnan, güçlü bir Suriye'nin etkisine girmeye hazırdır. Geçmişte girmişti de. Bunun bizzat zararını gördük. PKK'nın iki merkezi vardı. Biri Şam, biri de Lübnan-Bekaa. Ve ikisi de Suriye gizli servisi Muhaberat'ın kontrolündeydi. PKK, Beşşâr'ın babası Hafız Esad zamanında kol kanat saldı. Biz o kolları kanatları kırmak için yılları heba ettik.
Suriye iç savaşı sürerken, 2015'te, İsrail'in Jerusalem Post gazetesinde Gideon Sa'ar ve Dr. Gabi Siboni imzasıyla çıkan yazıda Suriye'nin bütün bir devlet olarak ortadan kalktığı, yakın bir gelecekte de yeniden birleşmesinin mümkün görünmediği görüşlerine yer verildi.
Her iki yazar da İsrail'de yakından takip edilir. Gideon Sa'ar Likud Partisi'nde önde gelen politikacı. İçişleri Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı da yaptı. Gabi Siboni bir albay.
Suriye'nin etnik temelli ayrışmalarından bahsediyor ama ben bunu daha çok "mezhep farklı devletlere ayrışma olarak" görüyorum. Yazarlar tabiî olarak Türkiye faktörünü hesaba katmadılar. Ayrışmadan bahsedildiğine göre, bu ayrışmayı Türkiye'nin kontrolündeki bölgeler olarak da düşünmeliyiz. Siyasîlerimizin "Suriye'nin toprağında gözümüz yok." gibi laf etmeleri boşuna. Onlar da biliyorlar, Suriye'nin bütünlüğünden bahsedilemez. Biz girebildiğimiz yerleri berkitmeliyiz. Diğer bölgelerde de ağırlığımızı hissettirmeliyiz.
İsrailli yazarlar biraz uçmuşlar: Suriye'nin 4 bölgeye bölünebileceğini söylüyorlar. Kıyıda Alevî [Nusayrî] devleti, güneyde Cebelü'd-Dürzi ve Ürdün sınırında Dürzî devleti, kuzeyde Kürt devleti ve geri kalan bölgelerde de Sünnî devleti tasavvur ediyorlar.
Suriye, Fransa mandasıyken beş ayrı otonom bölge vardı. Ama sonra onlar birleşti. Şimdi şartlar farklı. Devreye İran ve Türkiye girdi. ABD ve Rusya'yı saymıyorum. Onlar geçici. Kalıcı olan iki ülke: Türkiye ve İran. İkisini da mezhep bağlantılarını dikkate alırsak Suriye'den vazgeçmeleri mümkün değil. İran neyse... Suriye ile arasında Irak var. Ama Türkiye, ne mezhep olarak, ne etnisite olarak kendi rızası ışında bir varlığa müsamahası olur.
CHP'nin önceki genel başkanı, tecrübeli siyasetçi, ta 2012'de şimdi de geçerli görüş serdediyor:
"Suriye'de ortaya çıkan iç savaş tablosunu sadece bu ülkenin iç dinamikleriyle açıklamak mümkün değil. Bu olay sadece köhnemiş bir dikta rejimine karşı demokrasi ve özgürlük isteyenlerin mücadelesi değildir. Açık bir şekilde dışarıdan düğmeye basılmıştır. Suriye rejiminin reaksiyonunun da ölçüsüz olması bu ülkeyi bir iç savaşa sürüklemiştir. Suriye'de yaşananlar Türkiye'yi çok yakından ilgilendirir."
Deniz Baykal, iç çatışmayı mezhep çatışmasına bağlıyor:
"Suriye'de yaşananlar mezhep çatışmasıdır. İç savaşın kimliği budur. Türkiye bu savaşta taraf haline gelmeye başladı. Türkiye, başlangıçta Irak'ta çatışmaların mezhep savaşına dönüşmemesi için büyük gayret gösterdi. Ama bugün Irak'ta da Türkiye bir mezhep çizgisine sürüklenmiştir. Suriye de zaten mezhep savaşının tarafı haline gelmiştir." (Röp. Fikret Bila, "TBMM acilen toplanmalı", Milliyet, 1.08.2012)
Baykal teşhisi baştan doğru koymuştur. Özellikle CHP yönetimi "Esad" derken onun sözlerini akıllarında tutmalıdır.
Aslan tekin
Hüseyni Kıyam Sırasında Mekke, Medine ve Kufe’deki Durum Nasıldı?
Bismillah
İmam Hüseyin (as) diyor ki:
“Ben ceddim Resulullah’ın ümmetini ıslah ve emri bil marufu(dinini) ihya etmek/ diriltmek için kıyam ettim”
İmam Huseyin(as) neyi ıslah ve ihya etmek istiyordu? Ümmete ve dine ne olmuştu da düzeltmeye ve diriltmeye ihtiyacı vardı? İslam’ın o zamanki merkezleri Mekke, Medine, Basra, Şam ve Kufe’deki toplumsal, ahlaki ve siyasal durum incelenmeden İmam’ın kıyamına neden olarak ileri sürdüğü bu söz anlaşılamaz.
Kerbela’da 61/680 yılında Muharrem ayının onuncu günü/ Aşura günü zirvesine ulaşan Hüseyni Kıyam’ın tüm nesillere yönelik çok sayıda mesajı vardır. Hüseyni Kıyam tarih felsefesi, siyaset, toplum bilim, ahlak ilmi, askeri-hamaset, edebiyat-duygusallık gibi bir çok dalda incelenmiş ve incelenmeye devam edilecektir. Anlamak istiyorsak, tarihten ders çıkarmak istiyorsak araştırmaktan, incelemekten ve tekrar tekrar değerlendirmekten başka çaremiz yoktur.
Hüseyni Kıyam sadece Müslümanlar arasında değil insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan, idraki/anlaşılması oldukça zor bir olay ve olgudur. Geçmişte ve zamanımızda olayın derinliğine inmek, hikmetini kavramak, toplumsal/siyasal düzen için dersler çıkarmak çok az kişiye nasip olsa da olayın duygusal yönünü anmak ve zamanımıza kadar yaşatmanın önemi de yadsınamaz.
Başta ülkemiz olmak üzere dünyanın çeşitli yanlarında Hüseyni Kıyam’ın ruh ve hakikatini şiir, mersiye ve genel olarak matem merasimleriyle canlı tutan ve bizlere ulaştıranlara şükran borcumuz vardır. Ama bütün bu çabalar Hüseyni Kıyam’ın duygusal yönünü anlatmakla sınırlı kalmış ve kıyamın asıl amacını ihtiva eden yönleri henüz toplumsal çapta anlaşılabilmiş/anlatılabilmiş değildir.
Takdir edilir ki, İmam Hüseyin(as) ona mersiyeler okunup, merasimler düzenlenip ağlanılsın diye kıyam etmemiş ve yeryüzüne gelmiş geçmiş en aziz ve reşid topluluk olan ashabını/yaranlarını bunun için feda etmemiştir. İmam Hüseyn’in kıyamının hedefleri konusunda şimdiye kadar birçok görüş ileri sürülmüşse de genelin kabul ettiği şudur ki; İmam’ın hedefi vazifesini yerine getirmek/iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, tahrif edilmiş İslami değerleri ihya etmek, davete icabet ederek tağuuti saltanatı yıkmak ve zevk u sefaya dalmış/yozlaşmış toplumun uyanışı için güçlü bir mesaj vermek/şok etkisi oluşturmaktı.
Hüseyni Kıyamı tüm yönleriyle özet olarak açıklamak bile aylarca yıllarca zaman gerektirirken bizim gibilerin birkaç yazıyla kıyamın hedeflerini ortaya koymak gibi bir iddiamız asla olamaz. Ama karınca kararıyla da olsa bazı karanlık noktaları aydınlatmaya çalışmayı da görev bilmeliyiz. Ola ki, araştırmacılar ve kalemi güçlü olanlar bu hatırlatmaları dikkate alarak şimdiki ve gelecek nesilleri Hüseyni Kıyam’ın hedefleri konusunda aydınlatmayı başarırlar, inşallah.
Şimdi birkaç soruyla kıyam öncesi durumla ilgili bazı hususlara değinelim:
Kıyam zamanında Mekke ve Medine’nin toplumsal siyasal durumu nasıldı?
Niçin başka bir şehir değil de Kufe? Mekke, Medine ve Basra’yla karşılaştırıldığında Kufe’nin farkı neydi?
Cemel, Sıffin ve Nehravan savaşları sırasındaki sapma ve yozlaşmayı isyancıların geçmişine bakarak anlamakta zorlanan, onbinlerce müslümanın kanının döküldüğü savaşları “ictihad farkı” olarak tevil edenler gibi Hüseyni Kıyamı bir iktidar savaşı olarak gören ve başka nedenlerden dolayı anlamakta zorlananlar da İslam toplumunun 30 yıl gibi kısa bir süre içerisinde İslami değerlerden uzaklaşabileceğine inanamıyorlar.
İmam Hüseyin’e nispet edilen bir rivayette Hazret şöyle buyurur: “Benim zamanımda marufla münker yer değiştirdi.” Yani kötülük iyiliğin yerine geçti, kötü işler iyi, iyi işler kötü olarak görüldü. İmam Huseyin zamanında toplum nifak/ikiyüzlülük aşamasını geride bırakarak daha tehlikeli bir aşamaya girmişti. Medine ve Mekke’de artık alenen şarap içiliyordu, evlerden çalgı ve kadın şarkıcı sesleri yükselmeye başlamıştı.
Zina konusunda duyarlılık zayıflamıştı. Bunun en açık örneği Muaviye’nin Ziyad ibn Ubeyd’i kendi kardeşi olarak ilan ederek bundan sonra Ziyad’a Ubeyd’in oğlu değil Ebu Süfyan’ın oğlu değin, çünkü Ziyad babamla annesi Mercane’nin gizli ilişkisinden dünyaya gelmiştir, diyor ve bu münkerin halife tarafından ifşa edilmesi karşısında kimseden ses çıkmıyordu. Kısacası Emeviler İslami değerleri ortadan kaldırmak ve cahiliye döneminin adetlerini geri getirmek için açıktan faaliyet gösteriyor, Ebuzer ve Ammar gibi birkaçı dışında sahabelerden de kimse buna tepki göstermiyor veya gösteremiyordu. Hatırlatmak gerekir ki, Ziyad, Yezid tarafından Kufe’ye vali olarak atanan ve Kufe ordusunu Kerbela’ya gönderen baş katil Ubeydullah’ın babasıdır.
Ebu’l Ferec İsfahani “El-Eğani” adlı kitabında şöyle yazar: “ Hicri 60’lı yıllarda (İmam Hüseyin’in imamet yıllarında) hacc ibadetini yerine getirmek için Mekke’ye gelen hacılar, tavaf sırasında şarap da içiyorlardı… ”
Ahlaki laubalilik ve yozlaşmaya kayıtsız kalındığı gibi siyasal açıdan da Emevilerin oluşturduğu korku ve baskı ortamına kimse karşı çıkacak cesareti gösteremiyordu. Artık nasihat edecek, karşı çıkacak Ebuzer , Ammar ve Salman da yoktu.
İmam Huseyin(as) işte böyle bir zaman ve ortamda Yezid gibi birine biyat edemeyeceğini ilan ediyor ve “Ben ceddim Resulullah’ın ümmetini ıslah ve emri bil marufu(dinini) ihya etmek/yeniden diriltmek için kıyam ettim” diyerek ümmetin doğru yoldan çıktığını ve dinin tahrif edildiğini haykırıyordu.
Peki nasıl oldu da genel olarak toplum ve özel olarak dünün mücahitleri kısa sürede böyle duyarsız, tepkisiz ve yozlaşmış bir duruma gelmişti?
Bilindiği üzere ikinci halifenin iş başına gelmesiyle birlikte futuhat/başka ülkeleri fethetme yöntemi tebliğ-irşad ile İslamı’ı tanıtma yayma yöntemi yerine geçmiş ve kısa sürede geniş ülkeler Müslümanların kontrolüne geçmişti. Fethedilen her bölgeden elde edilen ganimet ve haraç müthiş bir servet yığılmasıyla sonuçlanmıştı. Ganimet dağıtımı Pegamber (sa) ve birinci halife Ebubekir dönemindekinin aksine katsayı sistemine göre dağıtılmaya başlandı. Yani İslam’a girme geçmişi, muhacirden olma, savaşlara, gazvelere katılım sayısı vb ölçütlere göre dağıtılınca İslam’a ilk giren sahabelerden bazıları aniden müthiş servetlere sahip olmuştu.
Misal olarak Abdurrahman bin Afv ilk muhacirlerden olup Ensar’ın yardımıyla hayatını sürdürmüşken vefat ettiğinde servetinin miktarı hesaplanamayacak kadar fazlaydı. Bir rivayete göre öldüğünde dört eşinden birinin isteği üzerine mirasın acil olarak bölünmesine karar verilmiş ve sahip olduğu geniş araziler ve çiftlikler dışında sadece sahip olduğu altınlardan bu eşinin hissesine (1/32) 80.000 altın sikke düşmüştür. Yani 2.560.000 altın sikkeye sahipmiş. Mesudi, “ Muruc ez-Zeheb” adlı kitabında şöyle kaydeder: “ Ravi diyor ki, Abdurrahman bin Afv’ın altınlarını Mescid-i Nebi’nin ortasına yığdılar, ben Mescid’de durduğum yerden baktığımda Mescid’in öte tarafını göremiyordum.”
Bu sadece bir örnek olup ülkeler fethetme döneminde ganimet toplama savaşa katılmanın ilk saiki haline gelmişti. Şöyle ki, Cemel Savaşında Ayşe, Talha ve Zubeyr’in komuta ettiği ordu yenildikten sonra Emir’el Müminin Ali’nin ordusundaki askerler ganimet toplamak ve müslüman kadınları kızları esir edip cariye edinmelerine izin verilmeyince şaşırmışlardı. Yani ganimetsiz, cariyesiz savaş düşünemeyecek duruma gelmişlerdi. Bu misal bile Peyamber’in(sa) irtihailinden daha 30 yıl geçmeden ortaya çıkan sapmanın derinliğini göstermekte değil midir?
Mekke ve Medine başta olmak üzere önemli İslam beldelerinde servet bolluğunda, şehvet ve zevk u safa içinde boğulan sahabe ve tabiinin –istisnalar da vardı elbet- Peygamber’in (sa) getirdiği ilahi dinin Emevilerce değiştirilmesine duyarlı olmaları veya tepki göstermeleri beklenemezdi elbet.
İmam Huseyin (as) işte böyle bir ortamda Medine’den çıkmış, İslami beldelerden Hacc ibadeti için toplanmış Müslümanlara Mekke’de durumu anlatmaya çalışmış ve herhangi olumlu bir cevap alamamış ve Kufelilerin davetine icabet etmek için yeniden Kuzey’e doğru yoluna devam etmişti.
Peki Kufe nasıl bir yerdi? Kufeliler niçin İmam’ı davet etmişlerdi?
Kufe bir şehir halini almadan önce İkinci Halife Ömer zamanında sürdürülen fetihlerde ordunun toplanma merkezi olarak seçilmiş ve zamanla birlikte doğu, kuzey ve batıya doğru genişlemede büyük bir garnizona dönüşmüştü. Dicle ve Fırat nehirleri sayesinde sulak ve verimli arazilerin ortasında bulunan bu bölge kısa sürede Yemen, Hicaz ve başka bölgelerden göçlerle o zamanki en büyük şehrin oluşmasına tanık olmuştu. Beni Esed, Beni Temim gibi büyük Arap kabilelerine ilaveten Arap olmayan anlamında mevali olarak adlandırılan İranlı Müslümanların da göçüyle Kufe yeni kurulmuş çok uluslu bir şehir haline gelmişti.
Geçmişe dayalı belli bir gelenek ve kültüre sahip olmayan Kufe kabilelerin ve ulusların sayısı oranında kozmopolit, çoklu bir kültürel yapıdaydı. Ama savaşa hazır olma, ganimet toplama, yeni bölgelere hakim olma, beytülmaldan pay alma ve kabilelerini her açıdan güçlendirme konusunda ortak özelliklere sahiptiler.
Peki Kufeliler Şii miydiler?
Şiiliği Ehlibeyt’in(as) velayetini kabul etmek olarak düşünürsek bu tip Şiilerin sayısının birkaç yüz kişiyi geçmediği söylenebilir. Bunlar açısından İmam, Allah ve Resulü(sa) tarafından tayin edilmiştir, ister devletin başında olsun ister makamı gasbedilmiş olsun. Bunların Kufe’de halk tabanında bir rolleri yoktu denilebilir. Çünkü farklı kabileler içinde azınlık durumundaydılar. Ve çoğu defa kabilenin ortak kararı dışına çıkamıyorlardı.
Şiiliği İmam Ali’nin(as) halifeliğini, ilmi üstünlüğünü, komutanlıktaki üstünlüğünü kabul etmek olarak düşünürsek, nüfusun önemli bir bölümünün bu grupta olduğu söylenebilir. Emirelmüminin zamanında olduğu gibi İmam Hasan ve İmam Huseyin zamanında bunların geneli olmasa da ileri gelenleri savaşta ve barışta gerekli gördükleriinde kendi görüşlerini ve maslahatçılığı ileri sürebiliyorlardı. Muslim ibn Akil’i Kufe’de yalnız bırakan ve Hüseyni Kıyama katılmadıkları için pişman olan Tevvabin bu kategoride değerlendirilebilir. İmam Huseyn’e mektup yazıp Kufe’ye davet edenlerin çoğu bu gruptaki Şiilerdi. Süleyman ibn Sured’i bu grubun en belirgin şahsiyeti olarak görebiliriz. Kerbela şehidlerinden Habib ibn Mezahir ve Müslüm ibn Avsece’nin birinci grupta mı yoksa bu ikinci grupta mı olduğu konusunda farklı görüşler vardır.
Üçüncü bir grup ise önceki üç halifeye biyat ettikleri ve meşruiyetini kabul ettikleri gibi İmam Ali ‘ye de biat etmiş ve çıkarları korunduğu sürece savaşlarda İmam ali’nin yanında yer almış kesimlerdi. Güçlü Kindi kabilesinin lideri Eş’as ibn Kays gibi kabile reisleri ve çoğu Kur’an karisi olan Haricilere bağlı topluluklar bu grupta bulunuyordu. Kufe nüfusunun ekseriyetini bunlar oluşturuyordu. Bunlardan bazıları da İmam Huseyn’e davet mektubu yazmış ve hatta kendilerini İmam’ın şiisi/taraftarı (Şebes ibn Rebii vb) olarak tanıtmışlardı. Bu gruptakiler öteden beri iktidarın Şam’dan Irak’a, Irak’ın o zamanki merkezi Kufe’ye aktarılması yanlısı olarak Yezid’i halifelik makamına uygun görmüyorlardı. Bunlar hakkaniyet değil iktidar özlemi çeken ve iktidardan yararlanmak isteyen kesimlerdi.
Dördüncü bir grup ise sayıları çok olmasa da Emevilerin desteği ile Kufe’de bulunan, hükümetin nimetlerinden yararlanan ve Şam hükümeti lehine çalışanlardı.
Kufe şehri yukarıdaki açıklamalar ışığında eksik yanlarına rağmen Medine, Mekke, Basra ve Şam’dan toplumsal faaliyetler bakımından daha canlı, siyasal açıdan daha ileri ve dini duyarlılık bakımından daha az yozlaşmış durumdaydı. Hangi saikle olursa olsun Emevi zulmüne karşı sözde de olsa direnişe hazır olmalarını açıklamaları bile öteki şehirlerden biraz daha önde olduğunu gösteriyor.
Bu makalede İmam’ın sözünün dayandığı tarihi gerçekleri, kıyam öncesi İslam toplumunun düştüğü müptezel durumu bir nebze olsun açıklamaya çalıştık. Kufe halkının İmam Huseyn’i davet etmelerine ve O’na biyat etmelerine rağmen verdikleri sözde durmadıkları ayrı bir tarihi gerçek olup ayrı bir makalede incelenmesi gerekir. Bu konuve Kerbela’ya Ömer ibn Saad komutanlığında hareket eden grupların motivasyonlarını ayrı bir yazıda değerlendireceğiz inşallah.
Ziya Türkyılmaz