کارگر

کارگر

Pazar, 08 Ağustos 2021 03:39

İsrail’le Amerika’ya Anında Misilleme

 Bir zamanlar ABD ve İsrail’e karşı koyabilmek imkansızdı. Buna cüret edebilecek tek ülke Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ydi, Çin bile tek başına buna kadir değildi.


Zira bu ikisi, etle kemik gibi birbirinden ayrılmaz 2 güçtü ve arkalarına da neredeyse başta İngiltere gelmek üzere Batılı ülkelerin tamamı ve dünyanın da bayağı önemli bir karma gücünü almışlardı.
Hatırlayın, koca Fransız Profesör Roger Garaudy, daha 20 yıl önce, İsrail’i eleştirdiği için Paris’te, mahkemede, hakimin gözleri önünde Yahudi gençlerin saldırısına uğramıştı.
   ***

ABD’yi konuşmaya bile gerek yok, kim ona karşı çıkacak ve eleştirecek olsa anında “komünist” damgası yiyordu.
Bu nedenle de biz de dahil, ülkelerin milliyetçi hükümetleri, genellikle ABD’yi dost görür, en azından, “komünistlere karşı tek direniş imkanı” olarak değerlendirirdi.
   ***
Bunun ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu anlamamız maalesef uzun sürdü.
ABD’nin de Sovyetler kadar tehlikeli, hatta bu ikilinin, aynı makasın 2 ağzı gibi hareket edip dünyayı nasıl haraca bağladıklarını anlamamız bir ömür aldı..
   ***
İsrail’e gelince; o da, tamamı başkalarından çaldığı topraklardan ibaret olan küçücük yüzölçümü ve minnacık nüfusuyla bütün rapları, hatta neredeyse bütün hükümetleri korkutan bir güçtü.
Çünkü arkasında ABD, İngiltere ve dünya merkez bankası vardı…
ABD’nin bilerek eksik verdiği tank ve savaş uçaklarını İsrail modernize edebiliyordu..
Yani ülke ve devletler ABD eliyle ona böyle yaklaştırılıp mahkum ediliyordu.
   ***
90’lı yıllarda PKK’ya karşı aldığımız tankların modernizesi ve İHA’ların İsrail organizasyonunu merak edenler açıp bir baksın..
   ***
Arkasına ABD ve Avrupa’yı alıp Arap ülkelerini 6 günde yenilgiye uğrattı..
Malezya’yı bitirdi bitirecekti ki, o ülkenin yiğit evladı Mahathir Muhammed göğsünü siper etti ve ülkesini son anda ipten kurtardı..
   ***
Filistinlilerin başına neler getimedi ki… Hâlâ da getiriyor..
4 Arap ülkesinin yularını ele geçirip “normalleşme” diye yutturdu.
Elindeki siyon sermaye gücüyle çoklarını dize getirip boynuna yular geçirdi…
Ama epeydir ABD’nin de İsrail’in de ipliği pazara çıktı ve mahallede yetişen gözükaralar bu ikisiyle ciddi şekilde dalaşmaya başladı…
   ***
Bunlardan biri de İran…
Son 5 yılda 20’den fazla ABD ve İsrail SİHA’sını , gemisini ve savaş uçağını vurdu…
Tarihte ilk kez olmak üzere, ABD’nin Vincent Savaş Gemisini Fars Körfezi’nden hemen çıkmaya zorladı.
ABD savaş gemisini ele geçirip Conileri esir aldı ve ABD savaş filosunun güvertesinde namaz kılan askerlerinin fotoğraflarını dünyaya servis edp ABD’yi öfkeden deliye çevirdi.
Biz de dik durduk çokça… ABD’nin CİA papazını derdest etmek herkesin haddine değildi, 15 Temmuz ihaneti, Halkbank olayı, Kuzey Suriye, Afrin, Fırat’ın doğu ve batısındaki harekatlar, Kartal, Pençe ve özellikle Gabar operasyonları…
Bunlar ABD’nin bu topraklarda pek karşılaşmadığı şeylerdi..
ABD’den dayak da yedik, şimdi de epey birlikte hareket  eden müttefikleriz –en az görünüşte- ama bu saydıklarım da az-buz şeyler değil…
   ***
Dayak yemekten mahvolan Irak kendisini toparlar toparlamaz parlamentodan ABD işgaline son!” kararı çıkardı ve derhal uygulamaya koydu
   ***
İran’ın indirdiği ABD ultra modern SİHA’larının sayısı ila maşallah
Daha 2 yıl önce, değeri 220 milyon dolar olan ve dünyada sadece 2 adet bulunan ABD’nin dev İHA'sı RQ-4C’i İranlılar Fras Körfezi sınırlarını çiğner çiğnemez vurdular…
Dalaşma, İran’ın önemli 2 komutanını ve ABD’nin de Suriye’de dev bir askeri üssüyle çok sayıda komutanını kaybetmesiyle biraz yatıştı.
   ***
Bu hafta İran, Mosad’ın güçlü bir kolunu çökertmeyi başardı ve İran’ın Güney bölgesinde oynanan su oyunlarını deşifre etti.
Son olay dün gerçekleşti:
Lübnan El-Alem Televizyonu, , Hint Okyanusu'nun kuzeyinde işgal rejimine ait nakliye şirketinin gemisine yapılan saldırının Tel Aviv'in geçen hafta Suriye'ye düzenlediği hava saldırısına misilleme olarak gerçekleştirildiğini duyurdu.
Yani İran saklayıp gizlemeden "ben yaptım" diyor, vurursan böyle vurup indiririm" dedi...
Dünyada ilk kez İsrail böyle bir misilleme gücü ve kararılılığıyla karşı karşıya...Dengeler çoktan değişmiş meğer...
Keser çoktan dönmüş...
Tel Aviv'in geçen hafta Suriye'nin Kusayr ilçesindeki el-Debaa Havaalanı'na yönelik saldırısına karşılık Hint Okyanusu'nun kuzeyinde işgal rejiminden bir şirkete ait petrol tankeri hedef alındı.

Dün Umman açıklarında işgal rejiminden milyarder Ofer'e ait Zodiac Maritime şirketine bağlı 'MT Mercer Street' adlı petrol tankeri saldırıya uğramıştı.

Saldırıda biri Romanya vatandaşı ve diğeri Birleşik Krallık vatandaşı olan iki mürettebat hayatını kaybetmişti.

İşgal rejimi Dışişleri Bakanı Yair Lapid konuyla ilgili yaptığı açıklamada, saldırıyla ilgili İran'ı suçlamış ve Tahran'a sert karşılık verilmesi çağrısında bulunmuştu.
Geçen ay da Suriye’de birkaç İsrail uçağı düşürüldü..
E, artık karizma kalmadı o ikilide..
Bölge ülkeleri uyandıkça, emperyalizmin gücü de, etkisi de azalmaya mahkumdur..
Yeter ki el ele, akıl akıla verelim..
Sağlıcakla kalın

İsmail Bendiderya 

Pazar, 08 Ağustos 2021 03:34

Nefis Tezkiyesinde İlk Adım

Aldığınız her nefeste ve attığınız her adımda nefsi ıslah işi daha da zorlaşmaktadır...


- ...Ne zamana kadar gaflet uykusunda kalacak, fesat ve mahva gömülmeye devam edeceksiniz? Allah'tan korkun! İşlerin akıbetinden çekinin! Gaflet uykusundan uyanın! Henüz uyanmış değilsiniz siz, ilk adımı atmış değilsiniz daha! Bu yolda, nefsin ıslahında atılacak ilk adım uyanıştır.[1] Ama siz uykudasınız; gözler açık, gönüllerse uykuda.

Gönüller uykulu ve kalpler, işlenen günahların etkisiyle paslanıp kararmamış olsaydı doğru olmayan söz ve davranışlarınızı böylesine rahatça ve lakaytça sürdürmezdiniz asla. Ahiretle ilgili mevzularla ahiretin o korkunç akabelerini biraz düşünseydiniz üzerinizdeki ağır mesuliyet ve vazifelere daha fazla önem verirdiniz.

Sizin bir başka dünyanız da var; bir ahiret ve kıyamet de var sizin için (yani hiçbir hesap vermeyecek ve döndürülüp hesap vermeye getirilmeyecek olan diğer yaratıklar gibi değilsiniz siz). Niçin ibret almıyorsunuz? Niçin uyanmıyor, niçin kendinize gelmiyorsunuz? Neden bunca rahat bir şekilde kendi Müslüman kardeşlerinizin gıybetini yapıyor, onları çekiştirip duruyor, sözlerine gizlice kulak veriyorsunuz? Gıybet için uzanan bu dilin kıyamet günü başkalarının ayakları altında çiğnenip ezileceğini biliyor musunuz? “Gıybetin, cehennem köpeklerinin yalağı olduğundan[2] haberiniz var mı? Bu ihtilafların, bu düşmanlıklar, kıskançlıklar, kötümserlikler, bencillikler, gurur ve kibirlenmelerin ne kadar kötü akıbetleri olduğunu hiç düşündünüz mü? Bu rezil ve haram amellerin akıbetinin cehennem olduğunu ve ebediyen cehennem ateşinde kalmakla sonuçlanabileceğini biliyor musunuz?

İnsan, acısız hastalığa yakalanmaya görsün. Acı, insanı tedaviye doğru sev keder; doktora, hastaneye götürür insanı, acısı olmayan hastalıksa bilinemeyeceğinden çok tehlikelidir. İnsan ancak iş işten geçtikten sonra farkına varır böyle hastalıkların. Psikolojik hastalıkların acısı olsaydı şükretmek gerekirdi, çünkü insanı tedaviye sevk ederdi bu. Ama ne yazık ki bu hastalıkların acısı yoktur. Gurur ve bencillik hastalığı acısızdır. Diğer günahlar da öyledir, hiçbir acı hissettirmeksizin kalbi ve ruhu çürütüverir. Bu hastalıkların acısı olmadığı gibi, görünüşte tatlıdır da; gıybet sohbetleri meselâ, bir hayli koyudur! Bütün günahların kökü olan nefsine düşkünlük ve dünyaya düşkünlük[3] zevk vericidir aynı zamanda! Su hastalığına yakalanan insanı[4] yine su öldürür, ama yine de son nefese kadar su içmekten zevk alır. İnsan bir hastalıktan zevk alır, üstelik acı da duymazsa elbette ki tedavi olmaya çalışmayacak ve bunun öldürücü olduğunu ne kadar söyleseniz de inanmayacaktır.

İnsanoğlu dünyaperestlik ve zevkine düşkünlük hastalığına müptelâ olur da dünya sevgisi kalbinde yer ederse dünya ve dünyalıktan başka şeylerden usanıp bıkar. Maazallah, Allah'a, Allah'ın kullarına, O'nun peygamberleri, velileri ve meleklerine düşmanlık duyar, kin ve nefret besler ve melekler, Münezzeh Yüce Allah'ın emriyle onun canını almaya geldiklerinde büyük bir nefret ve usanç duygusu kaplar içini, çünkü Yüce Allah ve meleklerinin onu sevgilisinden (dünya ve dünyevî işler) ayırmak istediklerini görür. Binaenaleyh bu durumda, Hak Teâlâ'ya düşmanlık duyup O'na nefret besleyen bir halle dünyadan göçmesi mümkündür!

"And olsun asra ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amelde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka."[5]

Bu surede sadece "salih amelde bulanan müminler" istisna edilmiştir. Salih amelse, ruhla uyumlu olan ameldir. Oysaki insanın amellerinin çoğu ruhla değil vücutla uyumlu ve mutabıktır. Üstelik tavsiyede bulunmak diye bir şey de yok maalesef. Dünya sevgisi ve nefse düşkünlük size böyle galebe çalacak ve hakikatleri anlamanızı engelleyip amellerinizi Allah için ihlâslı kılmanızı önleyecekse, sizi hakka ve sabra tavsiyeden alıkoyup hidayete ulaşmanıza mani teşkil edecekse hüsran ve ziyandasınız demektir, hem dünyanız, hem ahiretinizi kaybetmiş olursunuz. Çünkü hem gençliğinizi kaybetmiş, hem cennet nimetleri ve uhrevî iyiliklerden mahrum kalmışsınızdır, dünyanız da yoktur artık. Allah’ın cennetine sokulmayacak olanlar, ilahî rahmet kapılarının yüzlerine kapalı bulunduğu ve cehennem ateşinde ebediyen kalacak olanların hiç olmazsa bir dünyası var, onlar dünya nimetlerine sahipler, ama siz.

Allah göstermesin, dünya sevgisi ve nefse düşkünlüğün sizde giderek artmasına ve şeytanın imanınızı elinizden almasına yol açacak bir noktaya gelmekten sakının. Şeytanın bütün çabasının, insanın imanını çalmaya yönelik olduğunu söylerler[6]. Onun geceli gündüzlü bütün çabaları ve kullandığı gereçler hep insandan imanı kapıp kaçmak içindir. Sizin imanınızın sabit kalacağına dair kimse senet imzalamış değildir. Sizin imanınız pekâlâ 'emanet bir iman' olabilir[7] ve sonunda şeytan onu elinizden alıverir de Allah (c.c) velilerine karşı düşmanlıkla göçersiniz dünyadan. Bir ömür boyu Allah’ın nimetlerinden faydalanmış, İmam-ı Zaman'ın (a.s) sofrasına oturmuş olduğunuz halde işin sonunda, Allah göstermesin, imansız olarak ve velinimetinize düşman olarak can vermiş olursunuz sonra.

Eğer dünyaya bir ilginiz, alakanız, sevginiz varsa onu söküp atmaya çalışın. Bu dünya bütün gösteriş ve alımına rağmen, sevmeye değmez aslında; binaenaleyh, şu görünüşteki yaşam gereçlerinden mahrum kalmanın ne kadar değersiz olduğu ortada zaten. Sizin dünyada gönül verip bel bağlayacağınız neyiniz var? İşte, alt tarafı bir cami, mihrap, medrese veya evin bir köşesidir sizinki; iş böyleyken, kalkıp da cami veya mihrap için birbirinizle rekabete tutuşup ihtilaf yaratmanız ve toplumun bozulmasına sebebiyet vermeniz doğru mudur? Kaldı ki; dünya ehli gibi müreffeh ve şaşaalı bir hayatınız olsa ve Allah göstermesin, ömrünüzü ayyaşlık ve eğlenceyle geçirseniz bile, ömrünüzün sonunda bütün bunların tatlı bir rüya gibi gelip geçmiş olduğunu, ama neticeleri ve mesuliyetlerinin hiçbir zaman yakanızı bırakmadığını görürsünüz. Çabucak gelip geçiveren bu tatlı görünümlü hayatın (tabi çok tatlı geçerse eğer!) sonsuz azap karşısında ne değeri var sahi? Dünya ehlinin azabı bazen sonsuzdur. Kaldı ki, dünyayı ele geçirdiğini ve onun bütün nimetleri ve yararlarından faydalanabildiğini zanneden dünya ehli tamamen yanılmaktadır.

Herkes dünyaya kendi yaşadığı ortam ve şartların penceresinden bakmakta, bu nedenle de dünyayı kendi gördüğünden ibaret zannetmektedir. Bu cisimler (kâinat) insanoğlunun ele geçirmiş olduğunu zannettiği, keşfettiğini ve kat ettiğini sandığı şeyden çok daha geniş ve kapsamlıdır. Bu dünyanın bunca eşyasına rağmen rivayette dünyaya rahmet nazarıyla bakılmadığı[8] geçer. O halde Allah, rahmet nazarı buyurduğu ve rahmetle baktığı öteki dünyanın nasıl olduğuna bakmak gerekir. İnsanı davet ettiği 'Azamet Madeni'nin ne olduğu ve nasıl olduğuna bakmak gerekir. İnsanoğlu azamet madeninin ne olduğunu anlayamayacak kadar küçüktür.

Siz eğer niyetinizi halis hale getirirseniz, amel ve davranışınızı ıslah edip düzeltirseniz, nefs ve mevki düşkünlüğünü yüreğinizden söküp atarsanız yüce makamlar ve büyük dereceler sizler için hazır ve amade hale gelir. Allah'ın salih kulları için öngörülüp hazırlanmış olan makam ve derece karşısında bütün dünya ve dünyalıklar, olanca suni alıcılıklarına rağmen beş para etmez. Böyle yüce makamlara ulaşmaya çalışın, hatta elinizden gelir de becerebilirseniz kendinizi öylesine yetiştirip ilerleyin ki bu yüce makamların da önemini aşın. Bu gibi şeylere ulaşabilmek için ibadet etmeyin Allah'a, ibadet ve büyüklüğe layık olduğu için ibadet ve kulluk edin O’na[9] ve O'nun azameti karşısında secdeye kapanıp toprağa baş koyun. İşte o zaman nur perdesini yırtmış ve azamet madenine ulaşmışsınız demektir. Bu amel ve davranışlarınızla, sürdürmekte olduğunuz bu yolla böyle bir makam ve dereceye ulaşabilir misiniz?

İlahî akıbetlerden kurtulmak, o dehşetli akabelerden sıyrılmak ve cehennem ateşinden yakayı kurtarmak kolayca mümkün mü olacak sanıyorsunuz? Pak İmamların ağlayışları ve Hz. İmam Seccad'ın (a.s) inleyişlerinin öğretme amacıyla olduğunu ve böyle yaparak başkalarına Allah’a nasıl yakarılması gerektiğini öğretmek istediğini mi sanıyorsunuz siz? Sahip oldukları onca yüce makam ve Allah indindeki o büyük derecelerine rağmen yine de Allah korkusuyla ağlıyordu onlar, önlerinde bulunan ve kat etmeleri gereken yolun ne kadar çetin ve tehlikeli olduğunu biliyorlardı çünkü. Zorluklardan, çetinliklerden, bir tarafı dünya, diğer tarafı ahiret olan ve cehennemden geçen Sırat’tan geçmenin zorluklarından haberdardı onlar. Kabir, berzah ve kıyamet âlemleriyle, bunların korkunç akabelerini biliyorlardı. İşte bu nedenledir ki hiçbir zaman rahat edemediler ve daima ahiretin şiddetli cezalandırmalarından Allah'a sığındılar.

Bu dayanılmaz ve dehşet verici akabeler için ne hal çaresi düşündünüz, ne tür bir kurtuluş yolu buldunuz? Ne zaman kendinizi ıslah edip düzeltmeyi düşünüyorsunuz?

Gençlik çağında bulunduğunuz, gençliğin enerjisini taşıdığınız, güçlerinize hâkim olduğunuz ve bedeni zaafa henüz yenik düşmediğiniz şu çağınızda kendinizi düzeltip nefsinizi ıslah etmeyi düşünmezseniz, canınızı ve vücudunuzu zaaf, güçsüzlük, halsizlik ve gevşekliğin kapladığı; irade, kararlılık ve direniş gücünü yitirdiğiniz ve günah yükleriyle kalbinizi alabildiğine karartmış olacağınız yaşlılık çağında kendinizi nasıl düzeltecek, nefsinizi nasıl ıslah edeceksiniz?

Aldığınız her nefeste, attığınız her adımda, ömrünüzü geride bıraktığınız her lahzada bu ıslah işi daha da zorlaşmaktadır; zaman geçtikçe zulmet ve mahvınızın artması muhtemeldir. Yaş ilerledikçe insanın saadetine engel olan bu işler artmakta ve insanın bunlarla baş edebilme gücü azalmaktadır. O halde, biliniz ki yaşlandığınızda nefsinizi ıslah edip kendinizi düzelterek, fazilet ve takva elde edebilmeniz zorlaşacaktır; o zaman tövbe edemeyeceksiniz, çünkü 'tövbe ediyorum' demekle tövbe edilmiş ve Allah'a dönülmüş olmaz; bilakis, samimi bir pişmanlık duymak ve günahı terk etmeye azmetmek gerekir[10]. Pişmanlık duyma ve günahı terk etme azmi; 50-60 yıl boyunca gıybet ve yalanla iştigal edip saçlarını günah ve Allah'a isyan yolunda ağartanlar için gerçekleşecek şey değildir.

Gençler oturup da yaşlılık tozunun saçlarını başlarını ağartmasını beklemesinler. Biz yaşlandık, yaşlılığı gördük, getirdiği zorluklarla sıkıntıları biliyoruz. Siz gençken bir şeyler yapabilirsiniz, gençliğin enerji ve iradesine sahipken nefsanî isteklerinizi, dünyevî iştahlarınızı ve hayvanî eğilim ve emelleri kendinizden uzaklaştırabilirsiniz. Ama eğer gençken kendinizi düzeltip nefsinizi ıslah etmenin bir yolunu bulmazsanız, yaşlandığınızda iş işten geçmiş olur artık.

Gençken düşünün bunu; yaşlılık ve ihtiyarlık çağına bırakmayın. Gencin kalbi latif ve melekutîdir, fesat saikleri zayıftır onda; ama yaş ilerledikçe günahın kökü kalpte iyice sağlamlaşıp güçleniverir, öyle ki, onu kalpten söküp atmak imkansız hale gelir. Rivayette de geçtiği gibi: İnsanın kalbi ilkin ayna gibi saf, dupduru ve nurânidir; işlediği her günahla birlikte oraya siyah bir nokta düşer[11] ve derken kalp kararıverir ve öyle bir hale gelebilir ki Rabbine karşı günah işlemeden geçirdiği bir tek gece veya gündüzü olmaz; yaşlanınca da kalbini önceki haline getiremez artık. Allah göstermesin, eğer kendinizi ıslah etmez de kararmış kalpler ve günaha bulaşmış gözler, kulaklar ve dillerle dünyadan göçerseniz Allah'ın huzuruna nasıl çıkacaksınız? Tertemiz ve pak bir halde size ısmarlanmış olan bu emaneti kirletmiş ve rezil etmiş bir halde nasıl geri vereceksiniz? Size verilmiş olan şu gözle kulak, emrinize verilmiş olan şu elle dil, yaşamınızı sürdürdüğünüz bütün şu organ ve azalarınız hep Yüce Allah'ın emaneti olup tertemiz ve dürüst olarak sizlere verilmiştir. Eğer günaha bulaşırsa kirleniverir, Allah göstermesin, eğer haramlarla kirlenecek olursa rezalete bulaşmış olur. Bu emaneti geri vereceğiniz zaman "Emanet böyle mi korunur, bu mudur emaneti korumanın usulü?" diye sorabilirler sizden. "Biz bu emaneti böyle mi bırakmıştık size?! Şu kalbi size verdiğimizde nasıldı? Size verdiğimiz göz böyle miydi? Size verdiğimiz şu organlar ve vücut azalarınız böyle kirlenmiş ve günahlara bulaşmış mıydı?"

Bu sorular karşısında ne cevap vereceksiniz? Size bıraktığı emanetlere böylesine hıyanet etmiş olarak nasıl çıkacaksınız Rabbinizin katına?

Sizler gençsiniz, gençliğinizi bu yola koymuşsunuz, üstelik dünyevî açıdan pek yararı da yok size; bu kıymetli vakitleri ve gençliğinizin baharını Allah yolunda belli ve mukaddes bir gaye için harcarsanız zarar etmeyeceğiniz gibi dünya ve ahiretiniz de temin olur. Ama eğer durum ve gidişatınız şimdi görülmekte olan bu minval üzere giderse gençliğinizi boşa harcamış, ömrünüzün baharını boş yere geçirmiş olursunuz; öbür dünyada da Yüce Allah'ın katında kesinlikle sorumlu tutulacak ve hesaba çekileceksiniz. Kaldı ki, bozucu ve fesat yaratıcı bu amel ve davranışlarınızın cezası sadece öbür dünyayla da kısıtlı değil; bu dünyada da çetin zorluklar, sıkıntılar ve türlü türlü felaketlere uğrayacak, bela ve bedbahtlık girdabına yakalanacaksınız. ehlader

İmam Humeynî (r.a)

Dipnot

[1] Metinde Arapçası geçiyor.
[2] Emir’el Mü’minin Hz. Ali’nin (a.s) Nevfel Bekâli’ye bir vaazında şöyle buyurduğu geçer: “Gıybetten sakın, çünkü gıybet, cehennem köpeklerinin yalağıdır.” bkz: Vesail’uş Şia c: 8, s. 600, Kitab’ul Hacc “Ahkam-ı Aşere” Bapları, 152. Bab 16. Hadis.
[3] “Dünya sevgisi bütün günahların ana nedenidir.” EbuAbdullah İmam Hüseyin (a.s) bkz: Usul-u Kâfi c: 4, s. 2’de, İman ve Küfür Kitabında “Dünya Sevgisi ve Hırsı...” Babı 1. Hadis ve Usul-u Kâfi c: 3, s. 197, aynı kitap “zemm’uddünya ve’l zohd-i fihâ” Babı, 11. Hadis, Bihâr’ul Envâr, c: 70, s. 1 ve c: 74, s. 178.
[4] Suya doymama hastalığı: Mostesğî, istisğâ kelimeleriyle orjinal metinde geçmektedir.
[5] Asr Suresi.
[6] Şeytan dedi ki: “Sen beni azdırdığın için ben de Senin kullarını doğru yoldan alıkoyacağım” A’raf, 16. Ali bin İbrahim’in tefsirinde A’raf suresinin 17. ayetinin tefsirinde “insanlar hidayet yolunda yürüdüklerinde şeytan onları dinden çıkarmaya çalışır.” bkz: c:1 s. 224 ve Burhan Tefsiri c: 2, s. 5.
[7] Ehl-i Beyt’den (a.s) ulaşan bir rivayette En’am suresinin 98. ayetinde geçen “müstakar” ve “müstavda” için şu açıklama yapılmıştır: İnsanların imamı “sabit ve kalıcı” ve “geçici, emanet olarak verilmiş” olmak üzere ikiye ayrılır. Muhammed bin Fuzeyl’in İmam Musa bin Cafer Hazretlerinden (a.s) naklettiği üzere: “Müstakar iman ve ondan kaynaklanan şey kıyamete kadar kalıcıdır ve sabittir. Müstavda iman ve ondan kaynaklanan şeyse Allah tarafından, ölmeden önce insandan geri alınır.” Bk: Ayâşi Tefsiri c: 1, s. 401. Ayrıca, Nehc’ul Belağa’da da aynı mazmun geçer: “İmanın bir kısmı vardır ki kalplerde kalır, sabittir; bir kısmı da vardır ki ölüm anı gelip çatıncaya kadar kalplerle göğüs arasında emanet bırakılmıştır-ölüm anında geri alınır-” bk: Nehc’ul Belâga, 231. Hutbe.
[8] Rivayetin tam metni şöyle: “Allah Azze ve Celle’nin nezdinde dünyanın hiçbir kıymeti yoktur. Allah Teâlâ’nın yarattığı ve hakkında bize bilgi verilip haberi bize ulaşmış yaratıklar arasında dünyadan daha fazla gazaba uğramış olanı yoktur; Allah Teâlâ dünyayı yarattığı andan itibaren ona rahmet nazarında bulunmamıştır. (rahmeti hakedici bir halini görmemiştir.)” bkz: Bihar’ül Envâr c: 70, s. 110, İman ve Küfür Kitabının 122. Babı, 109. Hadis.
[9] İmam Sadık (a.s) Hazretlerinden şöyle rivayet olunmuştur: “İbadet üç türlüdür: Bir grup vardır ki Allah Azze ve Celle’ye korkudan ibadet eder, bu kölelerin ibadetidir. Bir grup ise ödül ve sevaba ulaşmak için ibadet eder, bu da ücretlilerin ibadetidir. Bir grup da vardır ki Allah Azze ve Celle’ye sevgi ve aşkla ibadet eder, bu hür insanların ibadetidir ki bütün ibadetlerden üstündür.” bkz: Vesailu’ş Şia c: 1, s. 45, “Mukaddeme’t-ül İbadet” Bapları, 9. Bab, 1. Hadis ve Usul-u Kâfi c: 3, s. 131, İman ve Küfür Kitabı, İbadet Babı, 5. Hadis.
[10] Müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyururlar: “Şüphe yok ki istiğfar ve tövbe illiyyin derecesidir: Bunun da altı şartı vardır: Birincisi, geçmişten pişmanlık duymadır. İkincisi bir daha o geçmişi asla tekrarlamamak azmiyle dönüş ve -hata işlemekten- vazgeçiştir...” bkz: Nehc’ul Belaga s: 1281, 409. Vecize. Daha fazla bilgi için bkz: Kırk Hadis Şerhi: İmam Humeyni (r.a) 17. Hadis.
[11] İmam Bâkır’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Her kulun kalbinde beyaz bir nokta vardır. Bir günah işlediğinde oraya siyah bir nokta konar, sonra tevbe ederse o siyah nokta yok olur. Ama eğer günaha devam ederse orası siyah noktalarla dolar ve tamamen kararır. O beyaz nokta tamamen karardığında o kalbin sahibi bir daha asla iyilik ve doğruluğa dönemez.” Bkz: Usul-u Kâfi c. 3, s. 274, İman ve Küfür Kitabı, Günah Babı, 20. Hadis.

Pazar, 08 Ağustos 2021 03:29

Allah Resulünün Hz. Ebuzer'e Tavsiyeleri

Ey Ebuzer! Sana ettiğim tavsiyeyi koru, dünya ve ahirette mutlu olursun.


 Ebu'l Esved Dueli şöyle diyor: Ebuzer Cundeb İbn-i Cûnede'nin (r.a) sürüldüğü yer olan Rebeze'ye vardım. O bana şöyle bir rivayet nakletti: Günlerden bir gün sabahleyin mescitte Allah Resulü'nün (s.a.a) yanına vardım. Mescitte Allah Resulü (s.a.a) ve onun yanında oturan Ali (a.s) dışında kimseyi görmedim. Vakti ganimet saydım ve Allah Resulü'ne şöyle arz ettim:

“Ey Allah Resulü! Babam ve anam sana feda olsun. Bana bir tavsiyede bulun ki Allah onun vesilesi ile bana fayda versin.”

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu:

Evet, sen ne kadar yüce bir insansın ey Ebuzer! Şüphesiz sen biz Ehli Beyt'ten sayılırsın. Sana bir vasiyette bulunuyorum. Öyleyse onu hıfzet (ve amel et). Zira bu vasiyet, hayrın yollarını ve yordamlarını kapsamaktadır. Neticede eğer sen bu vasiyeti hıfzeder ve amel edersen, dünya ve ahiretin hayrı senin için olur.

Ey Ebuzer! Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet et. Eğer sen O'nu görmesen de O seni görüyor. Bil ki Allah'a ibadetin başlangıcı (ilk merhalesi) O'nu Tanımaktır. O, evveldir ve O'ndan önce hiçbir şey yoktur. O, tektir ve O'nun ikincisi ve eşi yoktur. O, bakidir son olmadan (ebedidir). Gökleri, yeri ve o ikisinde ve o ikisinin arasında olan her şeyi O yarattı. O, çok lütfeden ve haberdar olandır. Ve O her şeye kadirdir…

Daha sonra bana iman etmek ve yüce Allah'ın beni müjdeleyici, uyarıcı, O'nun izniyle Allah'a davet eden ve aydınlatıcı bir meşale olarak tüm insanlara gönderdiğine itiraf etmek.

Daha sonra Allah'ın onlardan her türlü kiri giderdiği ve onları tertemiz kıldığı benim Ehli Beyt'ime muhabbeti tavsiye ediyorum.

Bil ki ey Ebuzer! Şüphesiz aziz ve celil olan Allah, Ehli Beytimi benim ümmetimin içinde “Nuh'un Gemisi” gibi karar vermiştir. Her kim ona binerse kurtulur ve her kim de ondan yüz çevirirse boğulur. Ve yine Ehli Beytim, İsrail oğullarının içindeki “Hitte Kapısı” gibidir. Her kim o kapıdan girerse âmândadır.

Ey Ebuzer! Sana ettiğim tavsiyeyi koru, dünya ve ahirette mutlu olursun.

Ey Ebuzer! İki tane nimet vardır ki insanların çoğu onlar hakkında ziyandadırlar: Sağlık ve feragat.

Ey Ebuzer! Beş şeyden önce beş şeyin ganimetini bil. İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalığından önce sağlığını, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul olmadan önce feragatini ve ölümünden önce hayatını ganimet bil.

Ey Ebuzer! Sakın uzun arzularınla işlerini geciktirme. Çünkü bugün senindir ve yarın senin değildir. Eğer yarının olursa, bugünde olduğun gibi ol. Eğer yarının olmazsa, bugünün ihmalkârlığı için pişman olmazsın.

Ey Ebuzer! Nice güne başlayan vardır ki günü tamamlamazlar ve nice yarını bekleyenler vardır ki yarına varmalar.

Ey Ebuzer! Eğer ecele ve sana doğru nasıl gelişine baksan, arzuya ve onun aldatışına düşman kesilirdin.

Ey Ebuzer! Dünyada garipmişsin gibi ya da yoldan geçen birisi gibi ol ve kendini kabirlerin ashabından say.

Ey Ebuzer! Sabahladığında, kendine akşama varacağın ümidini verme ve akşamladığında ise kendine sabaha varacağın ümidini verme. Hastalanmadan önce sağlığından ve ölmeden önce hayatından faydalan. Çünkü yarın isminin ne olacağını bilmiyorsun.

Ey Ebuzer! Günah halinde ölümün sana gelip çatmasından kork. Öyle bir halde ne geçmişi telafi etmek için fırsat vardır, ne tövbe için ve dünyaya yeniden dönmek için imkân vardır, ne senden sonrakiler (varislerin) bıraktıklarından dolayı seni överler ve ne de öndeki (yüce Allah) meşgul olduklarından (günahlarından) dolayı seni mazur görür.

Ey Ebuzer! Ondan kaçanın uyuduğu cehennemin ateşi gibi ve onu isteyenin uyuduğu cennet gibi bir şey görmedim.

Ey Ebuzer! Ömrün hakkında, dirheminden ve dinarından daha fazla cimri ol.

Ey Ebuzer! Sizden her biriniz, tuğyan ettiren zenginlik ya da (Allah'ı) unutturan fakirlik ya da bedeni bozan hastalık veyahut ta işten düşüren ihtiyarlık veya aniden ulaşan ölüm ya da fitneci deccal ya da korkunç ve acı olan kıyamet dışında bir şeyi mi bekliyor?

Ey Ebuzer! Kıyamet günü Allah'ın yanında yeri en kötü olan ilminden faydalanmayan âlimdir. Her kimi ilmi, insanların yüzüne vurmak için talep ederse, cennetin kokusunu alamaz.

Ey Ebuzer! Her kim ilmi, insanları atlatmak için talep ederse, cennetin kokusunu alamaz.

Ey Ebuzer! Bilmediğin bir şey hakkında soru sorulduğunda, “Bilmiyorum” de, (olumsuz) etkilerinden kurtul. Bilmediğin bir şey hakkında insanlara fetva verme, kıyamet gününde Allah'ın azabından kurtul.

Ey Ebuzer! Kıyamet günü cennet ehlinden bir grup, cehennem ehlinden bir gruba bakar ve şöyle derler: Sizi cehenneme götüren şey ne idi? Hâlbuki bizler, sizin terbiyeniz ve öğretmeniz neticesinde cennete gittik. Onlar şöyle derler: Biz hayra emrederdik ama ona amel etmezdik.

Ey Ebuzer! Şüphesiz övgüsü celil olan Allah'ın hakları, kulların onları yerine getirebileceklerinden daha büyüktür. Allah'ın nimetleri de kulların onları sayabileceklerinden daha çoktur. Lakin sizler sabah akşam tövbe ederek O'na dönün.

Ey Ebuzer! Sizler gece gündüz geçtikçe azalan ömürler ve korunan amellere sahipsiniz. Ve ölüm, aniden gelir. Herkim hayır ekerse, ümit edilir ki hayır biçsin ve her kim de şer ekerse ümit edilir ki pişmanlık biçsin. Her çiftçi, ektiğini biçer.

Ey Ebuzer! Yavaş hareket edenin nasibini başkası alamaz ve hırslı olan da ona takdir edilenden daha fazlasına ulaşamaz. Her kime bir hayır verilmişse şüphesiz onu Allah vermiştir ve her kim de bir şerden korumuşsa şüphesiz Allah onu korumuştur.

Ey Ebuzer! Takvalılar efendiler, fakihler önderlerdir ve onlarla oturmak ilmin ve faziletin artmasına sebep olur. Mümin günahını başının üstünde duran ve üzerine düşmesinden korktuğu bir kaya gibi görür. Kâfir ise günahını burnunun önünden uçup geçen bir sinek gibi görür.

Ey Ebuzer! Şüphesiz mübarek ve yüce olan Allah bir kula hayrı dilediğinde, onun günahlarını gözlerinin önünde canlanmış bir şekilde ve günahı da ona ağır bir vebal olarak karar kılar. Bir kula da şerri dilerse ona günahlarını unutturur.

Ey Ebuzer! Günahın küçüklüğüne bakma. Lakin kime karşı isyan edildiğine bak.

Ey Ebuzer! Müminin nefsinin günahtan duyduğu rahatsızlık bir serçenin tuzağa düştüğünde duyduğu rahatsızlıktan daha şiddetlidir.

Ey Ebuzer! Her kimin sözü fiiliyle uyum içinde olursa, (saadetten) payına ulaşmıştır. Ve her kimin sözü fiiliyle muhalif olursa (mükâfatların alınacağı zaman) kendisini kınayacaktır.

Ey Ebuzer! Şüphesiz insan, işlemiş olduğu günahtan dolayı (takdir edilmiş rızkından) mahrum kalır.

Ey Ebuzer! Senin için onda bir fayda olamayan her şeyi terk et; sana faydası olmayan şey hakkında konuşma ve dilini paranı koruduğun gibi koru.

Ey Ebuzer! Şüphesiz senası celil olan Allah, bir grubu cennete götürür ve onlara o kadar nimet verir ki onlar artık yorulurlar. Onlar kendi üzerlerinden yüksek derece olan bir gruba bakarlar, onları tanırlar ve şöyle derler:

Ey Rabbimiz! Onlar bizim kardeşlerimiz ve biz dünyada onlara birlikte idik. Neden dolayı onları bize üstün kıldın? Onlara şöyle denir:

Heyhat, heyhat! Sizler tok olduğunuzda, onlar açtı; Sizler susuzluğunuzu gidermiş olduğunuz halde, onlar susuz idi; sizler uyuduğunuz halde, onlar ibadet için kalkıyorlardı ve sizler evlerinizde otururken, onlar Allah için dışarı koşuyorlardı.

Ey Ebuzer! Senası celil olan Allah, gözümün aydınlığını namazda karar vermiştir. Namazı bana, aça yemeği ve susuza suyu sevdiği gibi sevdirmiştir. Aç, yemek yediğinde doyar ve susuz su içtiğinde susuzluğu gider. Ama ben namazdan asla doymuyorum.

Ey Ebuzer! Her ki gece gündüz vacip namazların dışında on iki rekât sünnet namaz kılarsa, Allah'ın boynunda onun için cennette bir evin olması vacip haktır.

Ey Ebuzer! Namazda olduğun müddetçe, cebbar olan padişahın kapısını çalıyorsun. Her kim padişahın kapısını çok çalarsa, ona açılır.

Ey Ebuzer! Bir mümin namaza durduğunda, Arş'la onun arasını kapsayan iyilik onun üzerine yağar ve Allah ona şöyle nida eden bir meleği görevlendirir: “Ey Âdemoğlu! Eğer namazda senin için ne olduğunu ve kiminle münacat ettiğini bilseydin, asla ondan vazgeçmezdin.”

Ey Ebuzer! Kıyamet günün de bayraktar olanların hoş haine! Onlar bayrağı alırlar ve insanlardan önce cennete giderler. Bil ki onlar seher vakitlerinde ve diğer vakitlerde herkesten önce mescitlere gidenlerdir.

Ey Ebuzer! Namaz, dinin direğidir ve (Allah'ı anan) dil daha büyüktür. Sadaka, günahları yok eder ve (insanlara faydalı olan) dil daha büyüktür. Oruç, ateşe karşı bir siperdir ve (günahlardan korunan) dil daha büyüktür. Cihad, şeref ve izzettir ve dil (ile yapılan cihat) daha büyüktür.

Ey Ebuzer! Cennete derecelerin arası, yerle gök arası gibidir. Kul yukarı bakar ve neredeyse gözlerini kör edece bir nur parlar ve şöyle der: “Bu nedir?” Ona şöyle söylenir: “O, senin falan kardeşinin nurudur.” O, şöyle der: “Falan kardeşim? Biz onunla dünyada birlikte amel ederdik. Ne oldu da benden üstün kılındı?” Ona şöyle denir: “O, amel olarak senden daha üstündü.” Daha sonra onun kalbine rıza karar koyulur ve o da (kendi makamına) razı olur.”

Ey Ebuzer! Dünya, müminin zindanı ve kâfirin cennetidir. Mümin onda geceyi ancak hüzün içinde sabahlar. Nasıl hüzünlenmesin ki? Şüphesiz senası celil olan Allah onu cehenneme sokacağına dair vaade bulunmuştur ama onu cehennemden çıkaracağına dair vaade bunmamıştır. Mümin, hastalıklar, musibetler ve acı olaylarla karşı karşıya gelir. Zulüm görür ama kimse ona yardım etmez. Bundan dolayı da Allah'tan sevap diler. Mümin, dünyadan ayrılıncaya kadar hüzünlüdür. Dünyadan ayrıldığında ise, rahatlığa ve keramete çıkar.

Ey Ebuzer! Allah, uzun hüzün gibi bir şeyle hiçbir zaman ibadet olunmadı.

Ey Ebuzer! Her kime onu ağlatmayacak bir ilim verilmişse, şüphesiz ona faydası olmayan bir ilim verilmiştir. Zira aziz ve celil olan Allah Kuran'da âlimleri şöyle vasıflandırmıştır: “şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kuran) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar. Ve derlerdi ki: Rabbimizi tespih ederiz. Rabbimizin vadi mutlaka yerine getirilir. Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kuran okumak) onların huşusunu artırır.”[1]

Ey Ebuzer! Her kim ağlayabilirse, ağlasın ve ağlayamayan ise (en azından) kalbine hüznü aşina kılsın ve onu zorla da olsa ağlatsın. Zira katı kalp, Allah'tan uzaktır. Ama onlar bunu şuurunda değildirler.

Ey Ebuzer! Mübarek ve yüce Allah şöyle buyuruyor: Bir kul için iki korkuyu ve iki güveni bir araya getirmeyeceğim. Eğer dünyada benden güvende olursa kıyamet günü onu korkutacağım ve eğer dünyada benden korkarsa, kıyamet gününde ona güven vereceğim.

Ey Ebuzer! Kıyamet gününde kula günahları sunulur ve o şöyle der: Bilin ki ben (amelimin akıbetinden) korkardım. Neticede bağışlanır.

Ey Ebuzer! İnsan iyi bir amel eder ve ona itimat ederek küçük sayılan günahları işler ve sonunda Allah'ın huzuruna ondan gazaplı olduğu bir halde gelir. Bir insan da kütü amel eder ama onun akıbetinden de korkar. Böyle birsi de kıyamet günü güvende olduğu halde Allah'ın huzuruna gelir.

Ey Ebuzer! Bir kul günah eder ve o günahın sebebine cennete gider. Şöyle dedim: Nasıl olur bu babam anam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü! Şöyle buyurdular: O kimse, o günahı, sürekli gözlerinin önünde karar kılar ve o günahtan kaçarak aziz ve celil olan Allah'a tövbe eder. Ve sonunda da cennete gider.

Ey Ebuzer! Zeki olan, kendi nefsini edep eden ve ölümden sonrası için amel edendir. Aciz kimse ise nefsine ve nefsinin isteklerine uyduğu halde aziz ve celil olan Allah'tan ümitleri olan kimsedir.

Ey Ebuzer! Bu ümmetten ilk olarak kaldırılacak olan sıfat, emanetdarlık ve huşudur. Öyle ki artık bir tek huşu eden dahi görülemez.

Ey Ebuzer! Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki eğer dünyanın Allah katında bir sivrisineğin ya da bir sineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire bir içimlik bile su içirmezdi.

Ey Ebuzer! Dünya melundur ve onda olan her şey de melundur, ancak onunla Allah'ın rızasının talep edildiği müstesna. Allah'a dünyadan daha çok nefret edilecek bir şey yoktur. Allah onu yaratı ve daha sonra da ondan yüz çevirdi. Kıyamet kopuncaya kadar da ona bakmayacaktır. Aziz ve celil olan Allah'a O'na imandan ve O'nun terk etmeyi emrettiği şeyi terk etmekten daha sevimli bir şey yoktur.

Ey Ebuzer! Şüphesiz mübarek ve yüce olan Allah kardeşim İsa'ya şöyle vahiy etti: Ey İsa! Dünyayı sevme. Zira ben onu sevmiyorum. Ahireti sev. Zira o, dönüş yurdudur.

Ey Ebuzer! Şüphesiz Cebrail dünyanın hazineleri ile renkli bir katırın üzerinde bana geldi ve ban şöyle dedi: Ey Muhammed! Bu dünyanın hazineleridir. Ondan istifade etmen, senin rabbinin katındaki nasibinden bir şeyi eksiltmeyecektir. Ben şöyle dedim: Ey habibim Cebrail! Benim ona ihtiyacım yoktur. Doyduğun zaman rabbime şükrediyorum ve acıktığımda ise O'ndan istiyorum.

Ey Ebuzer! Aziz ve celil olan Allah bir kula hayrı dilediğinde, onun dinde fakih (derin anlayışlı ve düşünceli) ve dünyada da zahit kılar ve ona nefsinin ayıplarını gösterir.

Ey Ebuzer! Dünyada züht içinde yaşayan her bir kul için Allah hikmeti onun kalbinde sabit kılar; dilini o hikmetle konuşturur; ona dünyanın ayıplarını, derdini ve devasını gösterir ve onu dünyadan salim olarak esenlik yurdu alan ahirete çıkarır.

Ey Ebuzer! Kardeşini dünyada zahitçe yaşadığını görürsen ona kulak ver. Zira o, hikmeti ilga ediyor. Ben şöyle dedim: Ey Allah'ın Resulü! İnsanların en zahidi kimdir? O, şöyle buyurdu: “Kabirleri ve kabirde çürümeyi unutmayan; dünyanın fazla ziynetini terk eden; baki kalanı fani olana tercih eden; yarını kendi günlerinden (ömründen) saymayan ve kendisini ölülerden sayandır.”

Ey Ebuzer! Mübarek ve yüce olan Allah bana mal toplamam için vahiy etmedi. Lakin bana şöyle vahiy etti: “Rabbini hamd et ve secde edenlerden ol. Yakin gelinceye kadar rabbine ibadet et.”

Ey Ebuzer! Şüphesiz ben kaba elbiseler giyiyorum; yerde oturuyorum; parmaklarımı yalıyorum ve eyersiz merkebe biniyor ve arkama da birsini bindiriyorum. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.

Ey Ebuzer! Mal ve şeref sevgisi, insanını dini için, bir sürüye saldıran ve sabaha kadar zarar veren iki tane yırtıcı kurttan daha çok zarar vermesinden daha çok dinini ortadan kaldırır. O iki kurt, o sürüden bir şey geriye bırakmazlar ki. Ebuzer diyor ki şöyle dedim: Ey Allah'ın Resulü! Acaba Allah'tan korkanlar, huzu edenler, mütevazı olanlar ve Allah'ı çokça zikredenler mi insanlardan en önde cennete girecekler?

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Hayır, lakin Müslümanların fakirleri, insanların boyunlarına basarak cennete girerler. Cennetin hazinedarları onlara şöyle derler: Yerinizde kalın, hesap vermeden geçemezsiniz. Onlar şöyle derler: Neden dolayı hesap verelim. Allah'a yemin olsun ki biz bir şeye malik olmadık ki bağışta bulunduk mu ve adaletle davrandık mı diye hesap verelim. Bize fazladan bir şey verilmedi ki cimrilik mi ettik yoksa elimiz açık mıydı diye hesap verelim. Lakin bizler rabbimize ibadet ettik ve sonunda rabbimiz bizi davet etti ve biz de ona icabet etik.”

Ey Ebuzer! Şüphesiz dünya, kalpleri ve bedenleri meşgul eder. Şüphesiz mübarek ve yüce olan Allah, bizlere nimet olarak verdiği helal şeyden sorguya çekecektir. Haram olarak elde ettiklerimizin hesabı nasıl olacak?

Ey Ebuzer! Övgüsü yüce olan şüphesiz ben beni sevenlerin rızkını yetecek kadar olması ve bana buğzedenlerin mal ve evladının çok olması için Allah'a dua ettim.

Ey Ebuzer! Dünyada züht içinde yaşayıp ahirete yönelenlerin hoş haline! Onlar, yeryüzünü kendilerine mekân olarak, toprağı sergi olarak ve suyu da kendilerine güzel koku olarak seçmişlerdir. Allah'ın kitabını kedilerine şiar (iç elbise) olarak ve duayı da disar (üst elbise) olarak seçmişler. Ve dünyayı da borç olarak vermişlerdir.

Ey Ebuzer! Ahiretin ekini, salih ameldir ve dünyanın ekini ise mal ve evlatlardır.

Ey Ebuzer! Şüphesiz Rabbim bana haber verdi ve şöyle buyurdu: “İzzetime ve celalime yemin olsun ki ibadet edenler, ağlamanın benim katımdaki değerini idrak etmediler. Şüphesiz ben cennetin üst derecesinde onlar için hiç kimsenin onda ortak olmayacağı bir saray yapıyorum.” Ebuzer diyor ki ben şöyle arz ettim: Ey Allah'ın Resulü! Müminlerin hangisi daha zekidir? Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ölümü en çok zikreden ve onun için en güzel hazırlanan.”

Ey Ebuzer! Nur kalbe girdiğinde açılır ve genişler. Ben şöyle arz ettim: Bunun alameti nedir, babam anam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü! Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ebedi yurda (ahirete) yönelme, aldatıcı yurttan (dünyadan) kenara çekilme ve ölüm gelip çatmadan onun için hazırlanma.”

Ey Ebuzer! Allah'tan sakın ve Allah'tan korkuyormuş gibi görünerek insanlara karşı riya etme. Neticede kalbin günahkâr olduğu halde, insanlar sana saygı göstersinler.

Ey Ebuzer! Senin için her şeyde hatta uyku ve yemekte de niyet olması gerekir.

Ey Ebuzer! Allah'ın celali senin sinende yüce olmalıdır. O'nu cahil insanların zikrettiği gibi basit zikretme. Onlar köpekle karşılaştıklarında derler ki Allah'ım, onu benden uzaklaştır ve domuzla karşılaştıklarında derler ki Allah'ın onu benden uzaklaştır.

Ey Ebuzer! Allah'ın, korkudan sürekli kıyamda duran melekleri vardır. Başlarını (aşağı indirmişler ve) Sur'a üfleninceye (kıyamete) kadar kaldırmazlar. Hep birlikte şöyle derler: Münezzehsin ve sana hamt olsun. Bizler sana layık olduğun şekilde ibadet etmedik.

Ey Ebuzer! Eğer bir insanın yetmiş peygamberin ameli kadar amel de olsa kıyamet gününde gördüğü şeyin şiddetinden amelini az sayacaktır. Eğer cehennemin irininden bir kova güneşin doğduğu yere dökülse, güneşin battığı yerdeki insanların kafaları kaynar. Eğer cehennem bir defa coşsa, bütün yakınlaştırılmış melekler ve gönderilmiş peygamberler dizüstü çökerek şöyle derler: Rabbim, beni kurtar, beni kurtar. Hatta öyle ki İbrahim İshak'ı unutur ve şöyle söyler: Ey Rabbim! Ben senin Halil'in İbrahim'im, beni unutma.

Ey Ebuzer! Eğer cennet ehli kadınlardan birisi, zifiri karanlık bir gecede dünyanın gökyüzüne doğarsa, bedir (ayın on üçüncü) gecesindeki ayın dünyayı aydınlatmasından daha üstün bir şeklide dünyayı aydınlatır. Onun yaydığı güzel kokuyu, bütün yeryüzü ehli alır. Eğer cennet ehlinin elbiselerinden bir elbise bugün dünyada sergiye koyulsa, ona bakan herkes bayılır ve gözler onun güzelliğini görmeye dayanamaz.

Ey Ebuzer! Cenaze teşyiinde, savaş anında ve Kuran okunduğunda sesini alçalt.

Ey Ebuzer! Bir cenazeyi teşyi ettiğinde, tefekkür ve huşu ile aklın onunla meşgul olsun. Bil ki sen de ona katılacaksın.

Ey Ebuzer! Bil ki her şey bozulduğunda, tuz onun ilacıdır. Ama tuz bozulduğunda, onun ilacı yoktur. Bil ki sizlerde iki tane (kötü) ahlak vardır: Gülünecek bir şey olmadan gülmek ve yanlışlık olmadan tembellik etmek.

Ey Ebuzer! Tefekkürle kılınan sıradan iki rekât namaz, kalbi teveccühün olmadan bir gece ibadetinden daha hayırlıdır.

Ey Ebuzer! Hak, ağır ve acıdır ama batıl hafif ve tatlıdır. Nice bir anlık şehvet, uzun hüzünler doğurur.

Ey Ebuzer! İnsan fıkha ve kâmil anlayışa, insanları mübarek ve yüce olan azametinin yanında (idraki olmayan) develer olarak görmedikçe, ulaşmaz. Daha sonra kendi nefsine döner (bakar) ve kendisini onlardan daha hakir bulur.

Ey Ebuzer! İnsanların tamamını, dinlerinde ahmaklar ve dünyalarında akıllılar olarak görmedikçe imanın hakikatine ulaşamazsın.

Ey Ebuzer! Hesaba çekilmeden önce nefsini hesaba çek. O, senin yarın kıyamette hesabını daha kolay eder. Ölçülmeden (tartılmadan) önce nefsini ölç (tart). Kıyamet gününde Allah'ın huzuruna çıkmak için hazırlıklı ol. Öyle ki hiçbir şey Allah'a gizli değildir.

Ey Ebuzer! Allah'tan hayâ et. Kuşkusuz ben, canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki tuvalete her gittiğimde başımı örtüyorum ve benimle birlikte olan iki melekten utanıyorum.

Ey Ebuzer! Cennete girmeyi istiyor musun? Arz ettim: Evet, babam sana feda olsun. Şöyle buyurdu: Arzunu kısalt, ölümü iki gözünün önüne dik ve Allah'tan hakkıyla hayâ et. Ebuzer diyor ki şöyle arz ettim: Ey Allah'ın Resulü! Hepimiz Allah'tan hayâ ediyoruz. Şöyle buyurdu: O, hayâ değildir. Lakin Allah'tan hayâ etmek, kabirleri ve harabeleri (ya da onda çürümeyi), karını ve onu doldurulanı ve başı ve onun ihtiva ettiği şeyi unutmamaktır. Her kim ahiret yüceliğini isterse, dünya ziynetini terk etmelidir. Eğer böyle olursan, Allah'ın vilayetine ulaşmışsın.

Ey Ebuzer! Yemek için yeterli olan tuz kadar iyilikle birlikte olan dua da yeterlidir.

Ey Ebuzer! Amel etmeden dua eden kimsenin misali, yaysız ok atan kimsenin misali gibidir.

Ey Ebuzer! Kuşkusuz Allah, kulun salih olmasıyla evlatlarını ve evlatlarının evlatlarını salih kılar ve onu evinde ve evinin etrafında olanları da o, onların içinde olduğu müddetçe korur.

Ey Ebuzer! Kuşkusuz aziz ve celil olan senin rabbin üç kişi ile meleklere karşı övünür: (Birincisi), bir çölde ezan okuyan ve daha sonrada kamet getirip namaz kılan kimse ile meleklere karşı övünür. Rabbin melekler şöyle buyurur: (Ey melekler!) Benim kuluma bakınız, namaz kılıyor ve benden başkası onu görmüyor. Sonra yetmiş bin melek iner ve onun arkasında namaz kılarlar ve onun için ertesi güne kadar onun için istiğfar ederler.

(İkincisi), gece kalkıp tek başına namaz kılan, secde eden ve sonra da secdede uyuyan kimse ile Allah meleklere karşı övünür. Yüce Allah şöyle buyurur: (Ey melekler!) Benim kuluma bakınız, onun ruhu benim yanımdadır ve cesedi ise secde halindedir.

(Üçüncüsü ise), cihat meydanında, yaranları kaçmış ve o ayakları sabit olarak cihada devam eden ve sonunda da şehit edilen kimse ile Allah melekler karşı övünür.

Ey Ebuzer! Her bir insan eğer yeryüzünden bir noktaya anlını koyup secde ederse, o nokta mutlaka kıyamet gününde onun için şahadet verir. Ve yine eğer bir topluluk bir yerde konaklarsa, o yer ya onlara salâvat gönderir ya da lanet eder.

Ey Ebuzer! Hiçbir sabah akşam yoktur ki yerin bazı noktaları diğerlerini şöyle nida eder: Ey benim komşum! Bugün senin üzerinde yüce Allah zikredildi mi ya da bir kul sana alnını koyup Allah için secde etti mi? Bazıları evet der ve bazıları da hayır. Evet diyen kendisiyle övünür ve sevinir ve kendisini komşusuna karşı daha üstün görür.

Ey Ebuzer! Eğer bir genç, dünyayı ve dünyanın boş şeylerini terk eder ve gençliğini Allah'a itaatte geçirir de ihtiyarlarsa, Allah ona yetmiş iki sıddıkın mükâfatını verir.

Ey Ebuzer! Gafiller içerisinde Allah'ı zikreden cihattan kaçanlar içerisinde cihat eden kimse gibidir.

Ey Ebuzer! Salih bir kimseyle oturmak, yalnızlıktan daha hayırlıdır; yalnızlık, kötü bir kimseyle oturmaktan daha hayırlıdır. Hayırlı bir şeyi beyan etmek, suskunluktan daha hayırlıdır; suskunluk kötü bir şeyi beyan etmekten daha hayırlıdır.

Ey Ebuzer! Mümin dışında bir kimseyle birlikte olma. Yemeğini takvalı kimse dışında bir kimseye yedirme; sen de fasık kimselerin yemeğini yeme.

Ey Ebuzer! Allah yolunda sevdiğin kimseye yemeğini yedir ve seni aziz ve celil olan Allah yolunda seven kimsenin de yemeğini ye.

Ey Ebuzer! Kuşkusuz aziz ve celil olan Allah her konuşanın dilinin yanındadır. O halde insan Allah'tan sakınmalıdır ve ne dediğini de bilmelidir.

Ey Ebuzer! Fazla sözleri terk et. Sözden onunla senin hacetini ulaştıracak miktarı yeter.

Ey Ebuzer! Bir insana yalan olarak, duyduğu her şeyi söylemesi yeter.

Ey Ebuzer! Hiçbir şey, uzun süreli olarak zindana atılmaya dilden daha çok müstahak değildir.

Ey Ebuzer! Yaşlı bir Müslüman'a, Kuran'ı bilen ve ona amel edene ve adil hâkime saygı göstermek yüce Allah'ı yüceltmedendir.

Ey Ebuzer! Her bir kulun ahlakı kötü olduğu müddetçe, sürekli Allah'tan uzaklığı artar.

Ey Ebuzer! Dilini korumayan kimse herhangi bir ameli yerine getirmemiştir (salih amelleri boşa gitmiştir).

Ey Ebuzer! Süreklin (insanların) ayıpları arayan, onları öven, kınayan ve cedel eden olma.

Ey Ebuzer! Kulun ahlakı kötü olduğu müddetçe, sürekli Allah'tan uzaklaşır.

Ey Ebuzer! Güzel ve temiz söz sadakadır. Ve yine namaz için attığın her adım sadakadır.

Ey Ebuzer! Her kim Allah'a davet edene icabet ederse ve güzel bir şekilde Allah'ın mescitlerini imar ederse, Allah tarafından onun sevabı cennettir.

Ebuzer şöyle diyor: Şöyle arz ettim: Babam anam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü! Allah'ın mescitleri nasıl imar edilir?

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdular: Onlarda ses yükseltilmez; batıl işlere dalınmaz; alış veriş yapılmaz. Mescitte olduğun müddetçe boş şeyleri terk et. Eğer böyle yapmazsan, kıyamet gününde sakın ola mutlaka ve mutlaka kendinden başkasını kınamayasın.

Ey Ebuzer! Kuşkusuz yüce Allah, mescitte oturduğun müddetçe sana, aldığın her nefes karşılığında, cennette bir derce verir; melekler sana salâvat gönderirler; senin için her nefesin karşılığında, on iyilik yazılır ve senden on kötülük silinir.

Ey Ebuzer! Şu ayetin hangi şey hakkında indiğini biliyor musun? “Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan sakının ki kurtuluşa erişebilesiniz.” Arz ettim: Hayır, babam anam sana feda olsun. Şöyle buyurdular: “Namazdan sonra (diğer) namazı beklemek hakkında inmiştir.”

Ey Ebuzer! Zorluklarda (soğuk havada olduğu gibi) abdesti kâmil ve güzel almak, (günahların) keffarelerinden biridir. Mescide çok gidip gelmek de sizin (ayette geçen) “ribat”tır (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun).

Ey Ebuzer! Mübarek ve yüce olan Allah şöyle buyuruyor: “Kuşkusuz kullarım içerisinde bana en sevgili olan, benim için birbirlerini seven kimselerdir. Onların kalpleri mescitlere bağlıdır ve seher vakitlerinde istiğfar edenlerdir. Onlar öyle kimselerdirler ki yeryüzü ehli için cezalandırmayı irade ettiğimde, onları hatırlarım ve o cezayı onlardan kaldırırım.”

Ey Ebuzer! Üç şey dışından mescitte oturmak boştur: Namaz kılanın Kuran okuması, Allah'ı zikretmek ve bir ilim hakkında soru sormak.

Ey Ebuzer! Takvaya amelden çok önem ver. Çünkü takvayla olan bir amel az değildir. Kabul olan bir amel nasıl az olabilir ki? Aziz ve celil olan şöyle buyuruyor: “Allah (ameli) ancak ve ancak takva sahiplerinden kabul eder.”[2]

Ey Ebuzer! Bir insan, kendi nefsini, ortağın kendi ortağını hesaba çekmesinden daha sıkı hesaba çekmedikçe takvalılardan olmaz. Neticede yemeğinin, içeceğinin ve elbisesinin nereden geldiğini bilmelidir. Helalden midir yoksa haramdan mı?

Ey Ebuzer! Her kimin malı nereden kazandığı umurunda olmazsa, aziz ve celil olan Allah'ın da onu nereden cehenneme sokacağı umurunda olmaz.

Ey Ebuzer! Her kimi insanların en değerlisi olması mutlu ediyorsa (en değerlisi olmak istiyorsa), öyleyse aziz ve celil olan Allah'tan sakınsın.

Ey Ebuzer! Sizlerden, senası yüce olan Allah'a en sevgili olan, O'nu en çok zikredendir; Allah'ın katında sizlerin en değerlisi, O'ndan en çok sakınanadır; Allah'ın azabından en çabuk kurtulanınız da O'ndan en şiddetli korkanınızdır.

Ey Ebuzer! Kuşkusuz takvalılar, (genelde) kaçınılmayan bir şeyden şüpheye düşmemek için ondan sakınan kimselerdir.

Ey Ebuzer! Her kim Allah'a itaat ederse, kuşkusuz Allah'ı zikretmiştir. Gerçi namazı, orucu ve Kuran tilaveti az olsa da.

Ey Ebuzer! Dinin aslı (kökü) veradır (günahlardan ve şüphelerden kaçınmadır) ve başı da itaattir.

Ey Ebuzer! Günahlardan kaçınan ol ki insanların en çok ibadet edeni olasın. Sizin dininizin en hayırlı kısmı günahlardan kaçınmaktır.

Ey Ebuzer! İlmin fazileti ibadetin faziletinden daha hayırlıdır. Bil ki sizler eğer o kadar namaz kılsanız ki beliniz bükülse ve o kadar oruç tutsanız ki çöp gibi olsanız, ancak günahlardan kaçınarak size faydası olur.

Ey Ebuzer! Dünyada vera (günahlardan ve şüphelerden kaçınma) ve züht ehli, gerçekten de onlar Allah'ın evliya kullarıdırlar.

Ey Ebuzer! Her kim kıyamet günü üç şeyi kendisiyle birlikte getirmezse, kuşkusuz hüsran etmiştir. Ebuzer diyor: O üç şey nedir? Babam anam sana feda olsun. Peygamber Efendimiz (s.a.a) cevabında şöyle buyurdular: “Onu aziz ve celil olan Allah'ın haram kıldığı şeylerden engelleyen vera; cahilin sefihliğini onunla reddettiği hilim ve onun vesilesi ile insanlarla iyi geçindiği güzel ahlak.”

Ey Ebuzer! Eğer insanların en güçlüsü olmak seni sevindiriyorsa (en güçlüsü olmak istiyorsan), öyleyse Allah'a tevekkül et. Eğer insanların en değerlisi olmak seni sevindiriyorsa (en değerlisi olmak istiyorsan), o halde Allah'tan sakın. Eğer insanların en zengini olmak seni sevindiriyorsa (insanların en zengini olmak istiyorsan), öyleyse aziz ve celil olan Allah'ın elinde olana kendi elinde olandan daha fazla güven.

Ey Ebuzer! Eğer insanların hepsi şu ayeti alsalardı, kuşkusuz onlara yeterdi: “Kim Allah'tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona hesap etmediği yerden rızık verir. Kim Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Şüphesiz Allah, her şey için bir ölçü koymuştur.[3]

ehlader

[1] İsra suresi, 107-109. ayetler.

[2] Maide suresi, 30. ayet.

[3] Talak suresi, 2-3.

Pazar, 08 Ağustos 2021 03:22

Mübahele Olayı

Mübahele Ayeti: “Artık sana gelen bunca İlimden sonra, onun hakkında seninle çekişip-tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.” (Al-i İmran-61)

Mübahele Nedir?

Mübahele “Behl” veya “Buhl” kökünden olup serbest bırakmak ve bir şeyin kayıt ve bağını kaldırmak anlamındadır. Dolayısıyla kendi haline bırakılan, yavrusunu serbestçe emzirmesine müsaade edilen ve memeleri torbaya bırakılmayan hayvana “Bahil” (serbest bırakılmış) denir ve duada ise aynı kökten olan “ibtihal” kelimesi yalvarış ve işi Allah Teâlâ’ya bırakmak anlamında kullanılmaktadır.

Ancak bazen bu kelimenin helak olma, lanetleme ve Allah’ın rahmetinden uzaklaşma anlamlarında da kullanıldığını görüyoruz. Bunun sebebi ise kulu kendi haline bırakmayı bu sonuçlar izlediği içindir. Mezkûr ayette geçen “İbtihal” kelimesinin anlamı ise, önemli dini bir mesele hakkında birbirinin sözünü kabul etmeyen iki kişi bir yerde toplanarak Allah-u Teâlâ’ya yakınmaları ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini ve cezalandırmasını istemeleri şeklinde birbirlerini lanetlemesidir.

Necran Hristiyanlarını İslam’a Davet

Bu olay Zilhicce ayının 24 ya da 25’de o zamanlara Medine’nin dışında ancak günümüzde şehrin sınırları içinde yer alan bir yerde gerçekleşmiştir. Mübahelenin yapıldığı yere daha sonraları Sehle mescidi inşa edildi. Sehle Mescidi ile Mescidü’n-Nebi’nin arası yaklaşık 2 km’dir.

Resulullah (s.a.a) Medine’de olduğu yıllarda dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarına ve dini merkezlere adamlar gönderip, mektuplar yazarak insanları İslam’a davet ediyordu. Hicaz ve Yemen sınırlarında yer alan Necran’a da bir elçi göndererek onları İslam’a davet etti. Necran, Arap yarımadasında bulunan tek Hıristiyan bölgeydi, bazı sebeplerden dolayı putperestliği bırakarak Hıristiyan olmuşlardı. Resulullah (s.a.a) onların piskoposu “Ebu Haris’e şu anlamda bir mektup yazarak onları İslam’a davet etti:

“İbrahim, İshak ve Yakub’un Rablerinin adıyla. Allah’ın Resulü Muhammed’den Necran piskoposuna! İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un Rabbine hamd ediyor ve sizleri kullara tapmaktan Allah’a tapmaya davet ediyorum. Sizi Allah’ın kullarının velayetinden çıkarak Allah’ın velayetine girmeye davet ediyorum. Benim davetimi kabul etmezseniz, İslam hükümetine cizye (vergi) vermek zorundasınız, aksi takdirde sizi tehdit eden tehlikeyle uyarıyorum.” (Bihar’ul Envar, C.21, S.285)

Bazı kaynaklarda Resulullah’ın (s.a.a) mektubunda kitap ehlini tek Allah’a tapmaya davet eden ayeti de eklediği kaydedilmiştir.

Necran piskoposu Resulullah’ın (s.a.a) mektubunu alınca onu dikkatle okudu ve bu konuda bir karara varmak için Necran’ın ileri gelenleri ve dini şahsiyetleriyle bir toplantı düzenledi. Bunun üzerine Necran’ın ileri gelenleri ve bilginlerinden altmış kişilik bir heyet Medine’ye giderek Hz. Muhammed’le (s.a.a) yakından görüşüp peygamberliğini ispatlamak için ortaya koyduğu delilleri incelemek üzere seçildi.

Bu heyetin başında üç din adamı vardı:

1-Piskopos Ebu Haris b. Alkama: Rum kilisesinin Hicaz’daki resmi temsilcisiydi.

2-Abdullmesih: Heyetin başkanıydı, akıl, tedbir ve işbirliğiyle meşhurdu.

3-Eyhem: Necran halkının saygı duyduğu yaşlı bir adamdı.

Necran heyeti ikindi vaktinde mescide girerek Resulullah’a selam verdiler. Necranlılar ipek elbiseler giymiş, parmaklarında altın yüzükler ve boyunlarında da haç vardı. Onların bu durumları; -o da Resulullah’ın (s.a.a) mescidinde- Resulullah’ı rahatsız etti ve Resulullah (s.a.a) onların kendisiyle konuşmalarını kabul etmedi. Onlar Resulullah’ın niçin rahatsız olduğunu bilmediklerinden meseleyi daha önceden tanıdıkları Osman b.Affan ve Abdurrahman b.Afv’a sordular. Onlar, bunun cevabını ancak Ali b.Ebi Talib (a.s) bilebilir dediler. Hz. Ali’ye (a.s) müracaat ettiklerinde buyurdu ki: “Siz ilk önce elbiselerinizi değiştirmeli ve sade elbiselerle Resulullah’ın huzuruna çıkmalısınız, ancak bu durumda Resulullah tarafından kabul edilirsiniz.”

Necran heyeti sade elbiseler giyip parmaklarındaki altın yüzükleri çıkardılar ve Resulullah’ın huzuruna çıkarak selam verdiler. Resulullah saygıyla onların selamına cevap verdi ve onların getirmiş oldukları bazı hediyeleri de kabul etti. Hıristiyanlar müzakereye girmeden önce namaz vakti olduğunu söyleyerek Resulullah’tan (s.a.a) izin istediler, Resul-i Ekrem (s.a.a) namazlarını Medine mescidinde ve doğuya doğru durarak kılmalarına müsaade etti.(Sire-i Halebî, C.3,S.239)

Necran Hıristiyanlarıyla Müzakere ve Mübadeleye Davet

Necran temsilcileriyle Resulullah’ın (s.a.a) konuşmalarının bir bölümüne değiniyoruz:

Resulullah: “Ben sizi tevhit dinine, bir ve tek Allah’a tapmaya ve O’nun emirlerine teslim olmaya davet ediyorum.” (Daha sonra onlara Kuran’ı Kerim’den birkaç ayet okudu.)

Necran heyeti: “İslam’dan maksadın, âlemlerin yegâne Rabbine imansa biz daha önceden iman etmiş ve onun hükümleriyle amel ediyoruz.”

Resulullah: “İslam’ın alametleri var ve sizin bazı hareketleriniz gerçek İslam’ı kabul etmediğinizi gösteriyor. Haç’a taptığınız, domuz etinden sakınmadığınız ve Allah’ın oğlu olduğunu söylediğiniz halde yegâne Allah’a taptığınızı nasıl söyleyebilirsiniz.”

Necran heyeti: “Biz onu (Hz. İsa’yı) ilah biliyoruz; çünkü o ölüleri diriltiyor, hastalara şifa veriyor, çamurdan kuş yapıp onu uçuruyordu ve bütün bu işler onun bir ilah olduğunu gösteriyor!”

Resulullah: “Hayır! O, Allah’ın yarattığı bir kuldur, onu Meryem’in rahmine yerleştiren O’dur ve bu gücü de Allah ona vermişti.”

Necranlı heyetten biri: “O, Allah’ın oğludur; çünkü annesi Meryem hiç kimseyle evlenmeden onu doğurdu; dolayısıyla babası Allah’tır.”

O sırada vahiy inerek Resulullah’a (s.a.a) dedi ki:

“Onlara de ki; İsa’nın (a.s) durumu bu açıdan (yaratılış) Âdem’in (a.s) durumu gibidir; (Allah Teâlâ) onu sonsuz gücüyle anne ve babası olmaksızın topraktan yarattı. Onu topraktan yarattı, sonra ona ol demesiyle o da hemen oluverdi.” (Al-i İmran-59)

Babasının olmaması onun Allah’ın oğlu olduğuna delilse o halde Hz. Âdem buna daha layıktır; çünkü Âdem’in ne annesi vardı ne de babası!”

Necran heyeti: “Sizin sözleriniz bizi ikna etmiyor.”

O sırada Mübahele ayeti nazil oldu ve Resulullah’a (s.a.a) kendisiyle tartışan, cedelleşen ve hakkı kabul etmeyen kimseleri mübaheleye davet etmesi emredildi; bunun üzerine Resulullah (s.a.a); “O halde gelin Allah’a yalvaralım ve lanetini yalancıların üzerine kılalım!” buyurdu.

Bunun üzerine her iki taraf meseleyi mübaheleyle halletmeye karar verdiler ve bir gün sonra her iki tarafın mübaheleye hazır olması kararlaştırıldı.

Mübahele ayetinde Allah Teâlâ Resulullah’a (s.a.a) emrediyor ki; bütün bu delillerden sonra artık yine Hz. İsa (as) hakkında seninle tartışmaya ve cedelleşmeye kalkışırlarsa onları mübaheleye davet et ve de ki; “Çocuklarını, kadınlarını getirsinler, sen de çocuklarını ve kadınlarını götür ve Allah Teâlâ’nın yalancıyı rezil etmesi için dua edin!”

Yukarda söylendiği şekilde mübahele, o zamana kadar Arapların arasında benzeri olmayan bir durumdu ve bu davet Resulullah’ın (s.a.a) davasının doğruluğunu açıkça gösteriyordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisinden son derece emindi ve yüzünde hakkaniyetinin belirtileri çok belirgindi. Tam anlamıyla Allah Teâlâ ile ilişki ve irtibatı olmayan bir kimsenin böyle bir olaya teşebbüs etmesine imkân var mı? Muhaliflerini çağırarak, gelin Allah’a yalvaralım ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini isteyelim ve siz sonuçta Allah Teâlâ’nın yalancıyı nasıl cezalandırdığını çok beklemeden hemen göreceksiniz.

Kesinlikle böyle bir işe girişmek çok tehlikelidir ve eğer duası kabul olmayacak olur da muhalifler cezalandırılmazsa bunun sonucunda mübaheleye davet eden kişi rezil olacaktır sonunda. İşin sonucuna kesinlikle güvenmeyen akıllı bir kimse bu tehlikeyi görmezlikten gelerek böyle bir işe girişebilir mi? İşte bu yüzdendir ki, Resulullah’ın (s.a.a) onları mübaheleye davet etmesi, kendisinin ve getirdiği dinin hak olduğunu açıkça ispatlıyordu.

Hadislerden anlaşıldığına göre mübaheleden bahsedilince Necran Hıristiyanlarının temsilcileri bu konuda etraflıca düşünmek için Resulullah’tan (s.a.a) kendilerine zaman tanımasını istediler. Kendi ileri gelenleriyle görüşüp danıştılar ve sonuçta psikolojik bir noktadan kaynaklanan bir karara vardılar ve kendi adamlarına dediler ki: “Muhammed’in (s.a.a) gürültü çıkararak, kalabalık bir grupla mübaheleye geldiğini görürseniz korkmayın, onunla mübahele edin! Çünkü bu onun iddiasının asılsız olduğunu gösterir; ancak kendi yakınlarından sadece özel birkaç kişiyle ve küçük çocuklarıyla mübaheleye geldiğini görürseniz bilin ki o Allah’ın peygamberidir ve iddiası da haktır. İşte o zaman onunla mübahele etmek tehlikelidir; bu durumda mübaheleden sakının!”

Hıristiyanlar önceden kararlaştırılmış şehrin dışındaki yere gittiler ve Resulullah’da (s.a.a) torunu Hüseyin kucağında, Hasan’ın elini tutmuş, Fatıma arkasında ve Ali’de Fatıma’nın arkasında hareket ettiği bir halde mübahele yerine ilerliyordu. Resulullah (s.a.a) Ehlibeyt’ine (a.s):“Ben dua ettiğim zaman siz de âmin deyin” diye tenbih ediyordu.

Necran piskoposu Resul-i Ekrem’in (s.a.a) yanında gelenlerin kim olduğunu sorduğunda dediler ki: “Bu amcasının oğlu, kızı Fatıma’nın kocası ve kendi yanında herkesten daha sevimli olan Ali’dir, bu ikisi kızı Fatıma’nın Ali’den olan çocuklarıdır ve bu kadın ise insanlar arasında en çok sevdiği kızı Fatıma’dır.”

Fahr-i Razi Tefsir-i Kebir’inde diyor ki: “O gün Resulullah (s.a.a) yünden dokunmuş siyah bir elbise giymişti…”

Necran Hıristiyanları bu etkileyici manevi sahneyi görünce dehşete kapıldılar; Resulullah (s.a.a) ciğer parelerini, en aziz kimselerini getirmişti mübahele için; masum yavrucuklarını getirmişti. Bambaşka bir heybet ve haşmet vardı gelenlerin simalarında; bu hareketiyle sadece kendisini tehlikeye atmayı göz önüne almakla kalmayıp biricik kızını ve torunlarını da getirmişti. Hak olduğundan en küçük bir şüphesi olsaydı azizleri ve en çok sevdiği kimseler için Allah’ın azabına razı olmazdı. Resulullah’ın (s.a.a) sadece kendisi şahsen Hıristiyanların başlarıyla lanetleşmesi gerekirken Ehlibeyt’inden en yakınlarını da mübaheleye getirmesi davasının hak olduğunun açık bir belirtisiydi. Allah-u Teâlâ herkesin kalbine karısının çocuklarının sevgisini yerleştirmiştir; öyle ki herkes kendi canını tehlikeye atarak onları korumaya çalışır. Ancak kendisini korumak için onları tehlikeye atmaya razı olmaz. Dolayısıyla ayette de ilk önce çocukları, ikinci sırada kadınları ve en sonda da nefisleri zikredilmiştir; güya Resulullah (s.a.a) onları mübaheleye davet ederek: “Gelin ey Hıristiyanlar! Tüm varlığımızla birbirimizle lanetleşelim ve Allah’ın lanetini tüm yalancıların üzerine kılalım; öyle ki bu lanet çoluk-çocuğumuzun da üzerine olsun. Sonuçta yalancının soyu yeryüzünden kesilsin ve batıldan bir eser bile kalmasın.”

Bu manzarayı gören Necran piskoposu dedi ki: “Ben öyle çehreler görüyorum ki, Allah’tan en büyük dağları yerinden koparmasını, dağıtmasını isteseler duaları hemen kabul olur ve dağlar dağılıverir. Bu nurlu çehrelerle mübahele edecek olursak hepimiz yok oluruz ve Allah’ın azabı yeryüzündeki bütün Hıristiyanları kapsamına alabilir ve kıyamet gününe kadar dünyada bir Hıristiyan bile kalmaz.”

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Mademki lânetleşmekten kaçındınız, öyleyse Müslüman olmak suretiyle onların sahip oldukları hak ve sorumluluklara siz de sahip olun.”

Bunu da reddettiklerinde, Hz. Peygamber (s.a.a) onlara: “O hâlde ben sizi savaş meydanına davet ediyorum.” karşılığını verdi. Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu meydan okuması üzerine şöyle dediler: “Bizim Araplarla savaşacak gücümüz yok. Biz seninle, bize saldırmaman ve bizi dinimizden döndürmeye zorlamaman şartı ile barış anlaşması yapmak istiyoruz. Teklif ettiğimiz bu anlaşmanın şartı olarak sana bin tanesi Safer ve bin tanesi Recep ayında olmak üzere yılda iki bin top kumaş elbise ile otuz tane demirden yapılmış normal zırh vermeyi taahhüt ediyoruz.”

Hz. Peygamber (s.a.a), Necranlı Hıristiyanlar ile bu şartla anlaşma yaptıktan sonra şunları söyledi: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, yok olmak, Necran halkının üzerine inmek üzereydi. Eğer lânetleşselerdi, çarpılarak maymunlara ve domuzlara dönüşeceklerdi. Vadileri tutuşup üzerlerine ateş yağdıracaktı. Necran bölgesinin halkı, ağaç tepelerindeki kuşlara varıncaya kadar, yok olacaktı. Hıristiyanların üzerinden bir yıl geçmeden hepsi helâk olacaklardı.”

Böylece Necran Hıristiyanlarının temsilcileri Müslümanlığı kabul etmeden beldelerine döndüler.

Tefsirci Ayyaşi’den nakledilmiştir ki: Resulullah (s.a.a) mübahele günü mübahele için yanında götürdüğü dört kişiyi siyah renkteki abasının altına alarak şu ayeti okudu: “Ey Ehlibeyt! Doğrusu Allah pisliği sizden gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı diler.” (Ahzab-33)

Pazar, 08 Ağustos 2021 03:10

Seyyid İbrahim Reisi yemin etti

 İslami İran Cumhurbaşkanı, yemin metnini İran İslami Şura Meclisi'nde okudu.

 İran'da 18 Haziran'da yapılan 13. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak ülkenin 8. Cumhurbaşkanı olan İbrahim Reisi, yemin ederek resmen görevine başladı.

İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi'nin okuduğu yemin metninde şu cümleler yer aldı:

''Cumhurbaşkanı olarak Kur'an-ı Kerim ve İran halkının huzurunda, İslam Cumhuriyeti sistemini ve ülkenin anayasasını koruyacağıma, üstlendiğim sorumlulukları yerine getirmek için tüm gücümü ve yetkileri  kullanacağıma, İran halkına karşı hizmet edeceğime ve ülkeyi ayağa kaldırmaya, ilerletmeye, din ve ahlakı yaymaya, hak ve adaleti destekleme ve yaymaya, zorbalıktan, zulümden kaçacağıma,  Anayasa'nın millet için tanıdığı hakların ve kişilerin özgürlük ve onurunu destekleyeceğime yemin ederim.'' 

Seyyid İbrahim Reisi'nin yemin metninde, ''ülkenin sınırlarının ve siyasi, ekonomik ve kültürel bağımsızlığının korunmasında Allah'ın izniyle ve İslam Peygamberi'ne tabi olmak üzere her türlü tedbiri almaktan çekinmeyeceğine, milletin kendisine emanet ettiği mukaddes bir emanet olarak, salih ve vefalı bir mütevelli gibi muhafaza edeceğine'' yer verildi. /

Pazar, 08 Ağustos 2021 03:06

Derin gerçek ve derin yalan

Deep fake. Sanal gerçek, artırılmış gerçek. Aslında “Gerçek” nedir? “Gerçek” ve “Hakikat” ilişkisi!.


Mesela 1. İnönü savaşı, Anadolu’nun fethi, İstanbul’un fethi, Çanakkale savaşı büyük ölçüde kurgulanmış gerçeklerden oluşan bir hikaye. Eğitim ya da Media üzerinden kitleler hayali şeylere inandırılabiliyor. Eskiden uluslararası sistemin, devletin, Media ve sermayenin, STK’ların elindeydi ya da bunlar üzerinden güçler hiyerarşisine göre toplumlar manipüle ediliyordu.
Bu yöntemle hainler kahraman, kahramanlar hain ilan edilebiliyordu.
Mesela soğuk savaş dönemi tam bir kurgu idi aslında. Aynı ülkenin çocuklarını birbirine kırdırdılar. Onların kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet ürettiler.
Sovyetlere karşı Çin komünizmine yol veren kimdi? İnsanlık 300 yıldır lanetli bir yalanın kıskacında. Eğer bugün de uyanmazsak korkarım, tarihin en büyük uyku dönemlerinden birine gireceğiz. Yeni bir dünya savaşının ardından siber diktatörlükte bu kez siber köleler olarak değil, nesneler olarak, üretilen bir metaya dönüştürüleceğiz.
Z kuşağını, saniyede 300.000 km’lik ışık hızı ile aldatıyorlar. Yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat vaad ediyorlar. Şeytan “ölümsüzlük” vaad ediyor. Allah ise “her nefsin ölümü tadacağını” haber veriyor. Milli eğitimin sembolü niye meş’ale! Ya da olimpiyatlardaki meş’ale neyi anlatır. “Ateş” neyi simgeler? Aydınlanma felsefesi, güç. Promete, Pandora!!. Promete put yapan bir Titan’dır Yaptığı putlara can da veriyordu. İlk klonlama Klonoid’ler, Kimera’lar onun sanatıdır.
Tanrılar tanrısı Zeus söz dinlemeyen Tanrılarla savaşmak için, öcünü alsın diye güçlü ve savaşçı erkeği o yaratmış, ateşi de onun almasına yardım ederek, tanrısal bilgi ve bilgelikle Promete üzerinden insanı yeryüzüne salmış. O ateşi ışık olarak kullanacak, ateş olarak düşmanları ve hayvanları korkutacak, taşı eritecekti.. Diğer tanrılar da Promete’den öç almak için ilk dişi olan Pandora’yı yaratmıştır. Kadın ve erkek artık Tanrıların öç alma aracıdır. Prometeus adı kelime anlamı olarak “Öç alma” anlamına gelen antik Helen dilinde Tisis’den gelir.
Milli Eğitimdeki, Olimpiyatlardaki yani “Eğitim/Kültür ve Spor”un sembolü ateş bu Şeytani oyunu sembolleştirir. Şeytan ve Cehennem zaten Ateşle ilgilidir. “Aydınlanma” da bu “Şeytani oyun”un bir tezahürü olarak çıkar ortaya. Bu anlamda “Aydın” bu anlamda Promete’nin mirasçısı rolündedir. Görevi “yeryüzünde bir cennet” ve “ebedi bir hayatın sırrı”nı bulmaktır. Doktor, Eczacı, İktisatçılar ve Mühendisler bu işin Simyacılarıdır, bu senaryoya göre.
“İnsan Hakları”, “Demokrasi,” “Ulus devlet“ yok artık. 19.YY sonunda oluşan kavramlar ve kurumlarla şekillenen ideolojiler, politik hedeflerin miadı doldu artık. “Global Reset” sonrası “Yeni Normal” dönemin kavram ve kurumları çok farklı olacak. Bilimi, teknolojisi, insanı, dini, ahlakı, iktisadı da! “Trans Humanizm” var.. “Biz” yok “ben” var. “BİREY” var din, ahlak ve gelenekten bağımsız. Kod adımız GENDER. Cinsiyetimiz bile artık “toplumsal”. Yani değişken.
“Chemtrails”e inanmayabilirsiniz ama, Elon Musk (LA) güneş ışığını yansıtarak dünyada aydınlık ya da yangın çıkarma planları yaparken Bill Gates (LA) güneşin önüne iyonize bir perde oluşturma planları yapıyor. Boş verin bunları, daha keyifli oyunlar, eğlenceli kurgu filmler ve alışveriş yapmanızı sağlamak için Facebook’un uzaydan internet sağlama ekibini satın alan teknoloji devi Amazon da, dünya çevresine 3236 uydu yerleştirdi. Uydular 500 km’den az uzaktaki alçak irtifa uyduları 30Ghz ile internet sağlayacak. Çin ise 6G test uydularını geçen sene göndermişti. Starlinkler bu ay başında aktif edildi. Bu yangınların Starlinklerle ilgisi olabilir mi!. İnternet ve cep telefonları artık ulusal şirketlerin elinden alınıyor ve uluslararası sistemin kontrolüne geçiyor. Küresel ısınma yalanı, iklim değişikliği bahanesi ile tüm benzinli araçların yasaklanması ve tüm araçların elektrikli olmasını isteyecekler.. Yeni araçlar zaten bu uydulara bağlı olacak. Bunun için Elon Musk dahil birçok uydu firması zaten daha önce yazdığım gibi izin ve onayları aldı. Aslında bunlar projenin ufak bölümü, asıl amaç insanlarla ilgili her şeyi ülkelerden bağımsız uzaydan kontrol ve takip etmek. Her insanı numaralandırma bile bu projenin parçası. Gayeleri herkesi ve her işi tek bir merkezden yönetmek. İnsanları takip için kullandıkları cihazların, kayıtlı kişinin kullandığından emin olmak için bile şifreleri kaldırılıp, sadece biyolojik doğrulama ile girişe izin vermeye çalışıyorlar.
Şu an istedikleri kişinin hesabını nasıl kapatıyorlarsa, yakın gelecekte aynısını kişinin interneti ve tüm cihazları için yapabilecekler. Avrupa’da kaosun ilk işaretler ortaya çıkmaya başladı. Türkiye’de patladı patlayacak. Almanya henüz beklemede, çünkü eylülde seçimler var. Almanlar 1 ay beklesinler. Çözümü kaosu çıkaran küreselciler bulacak! Küresel ısınma, iklim değişikliği, depremler, güneşteki patlamalar, bin yılda bir gerçekleşen tabii bir olay. Birileri bunu kullanarak yeni dünya düzenini dayatmak istiyor.
Bu CoVID komplosu Ankara’nın başını çok ağrıtacak. Bu şişenin içinde ne var, ver inceleteyim diyorum vermiyorlar. Ama bu sıvıdan dolayı bir zarar olursa sorumluluk bana ait diye imzalamamı istiyorlar. Bu ne dine, ne ahlaka, ne hukuka uyar. İmzalamamı istediğiniz belgenin üstünde ne yazdığını okumamı engeller gibi, orada anlatılanlarla, o “mal”ın aynı ya da gayrı olup olmadığını bilmek istiyorum. Bu anlayışla gümrükte de işlem yapamazsınız, hiçbir mal da alamaz ve satamazsınız. Ama böyle bir komedi yaşanıyor ülkemde. Allah’tan korkun, kuldan utanın ya hu!
Küresel ısınma, iklim değişikliği, çevreci senaryolar, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları kendi yalanlarını gizlemek için bunlar birer makyaj malzemesi. Ağuyu gizlemek için kavanoza katılan bal. Ülkemde yaşananlara bakıyorum da üzülüyor insan. Memleket yanıyor, olanları savunan ve eleştiren birileri siyasi rand peşinde. Birileri kuklacıları bırakıp kuklalarla uğraşıyor. “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür”. “Ol mahiler ki, derya içredir de deryayı bilmezler”. Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarih bir toplumun tecrübeler birikimidir. Ortak hafızasıdır. Ve tarih ders alınmazsa tekerrür eder. Önümde 1993 yılı gazete kupürleri var. Sıvas olaylar, ardından Başbağlar. İsmail Nacar’ın röportajları var, farklı bir gözle değerlendiriyor olayları. Bu gibi durumlarda hedef gösterilen kişi, topluluk, örgütlere dikkat. O kişi ve örgütler o işi yapmaz değil, ama gerçek bundan ibaret değil. Onları öne çıkaranlar bu şekilde kendilerini gizlerler. Hoş artık gizlemeye de gerek görmüyorlar. Yine PKK kartı kullanacaklar. FETÖ diyecekler. Gladio denecek, JİTEM denecek, Türk İntikam Tugayları diyecekler, Dini çevrelerden birilerini bulacaklar ya da uyduracaklar. Kalkancı’yı, Emire’yi hatırlayın. 28 Şubat öncesi, sırası, sonrasını hatırlayın. Feraset sahibi aynı çukura tekrar düşmemeli.
MI6, CIA, MOSSAD yok değil. Ama bunların Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, STK, Bürokrasi, Akademi içindeki uzantılarına da dikkat! Kaç PKK var biliyor musunuz? MOSSAD’ın, CIA’nın, Rusların PKK’sı ayrı. İçimizdeki FETÖ’cüler, dışımızdakilerden daha tehlikeli. Sahi, THK’nın o yönetim kurulunu kim nasıl belirledi?. Bundan sonra Adliye, Mülkiye, Maliye, Sosyal Media’ya dikkat. Sadece orman yangınını gözünüze çok yaklaştırırsanız arkasındaki bir ormanı kaybedebilirsiniz. Selâm ve dua ile.

Abdurrahman Dilipak

Afganistan, asırlarca kanlı savaşlara sahne oldu. Bu ülkede büyük medeniyetler, büyük imparatorluklar kuruldu ve yıkıldı.


Bu ülkeye bazı tarihçilerin “imparatorların mezarlığı” demesinin nedeni budur.
CİA-Mosad-MI6 ürünü olan IŞİD’in bu ülkede ne işi olabilir şimdi?
Düşünelim…
   ***
Afganistan, insan yaşamının en az 50.000 yıl önce başladığı nadir medeniyet merkezlerinden biridir.
Bu topraklarda kurulan ilk medeniyetin tarihi tam 9 000 , evet, dokuzbin yıl öncesine uzanır: Oğus-Helmend medeniyeti..
O dönemde bu ülkeye “Ariana” denildiği tarihte kayıtlıdır, bu da Pers-Ahameneşler imparatorluğu demektir…
Batıdan da buraya ilgi oldu; Grek imparatorluğundan Büyük İskender’e kadar herkesin ilgi odağıydı..
Ve tabi ki Moğol istilalarını da alabildiğine yaşadı..
Neden mi?
Bu ülke ipek yolu üzerinde bulunuyor ve önemli medeniyet ve devletlerle komşu durumda..
Ayrıca, bol elmas ve yakut-zümrüt madenleri var.
33 milyon nüfusu ve 650 bin km2’ lik yüzölçümüyle GSYİH’i kişi başına yaklaşık 2500 dolar…
Buna rağmen uzun yıllar Sovyetler, sonra da ABD’nin işgalinde kaldı.
   ***
Afgan halkı ilginç etnik yapısıyla dikkat çeker:
Peştunlar %42
Tacikler %27
Hazaralar %10
Özbekler %9
Türkmenler %2
Aymaklar %1
Araplar %1
Beluçlar %1
Nuristaniler %1
Diğer %1
   ***
Bu kavimler uzun yıllar birbiriyle kardeşçe yaşadı ve ne zaman ki Batılı emperyalistler bu bölgelere indi, Afganistan da kan gölüne döndü, iç savaşlar ve çatışmaları körükleyen sömürücü batılılar bu ülkeye nefes aldırmadılar.
Çünkü Afganlar savaşçı ve çetin bir millettir.
İngilizlerin Suud, Hint ve Pakistan eliyle beslediği aşırıcı ve tekfirci unsurlar son yıllarda burada da yuvalandı.
Önceleri Sovyetlerle savaşan ve ABD tarafından desteklenen Taliban grubunun bugün fraksiyonlara ayrılma nedeni bu emperyal müdahelelerdir.
Taliban’ın şeriat adına sergilediği uygulamalar ise, bizim din anlayışımızla zerrece bağdaşmamaktadır.
   ***
ABD'nin öncülüğünde NATO'nun çekildiği Afganistan'ın büyük bölümünde silahlı hakimiyet sağlayan Taliban'ın Çin'le teması da ayrı bir olay!
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Taliban'ın Katar'daki Siyasi Bürosunun Başkanı Molla Abdul Gani Birader dahil 9 kişilik Taliban heyetini kabul etti..
Aslında hiç kimse, Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesini ve 2001 öncesindeki İslami Emirliği yeniden tesis etmesini istemiyor..
Ama onu rakinin kullanmasını da istemiyor.
Burada Pekin'in derdinin Uygur 'ayrılıkçılar' ve tekfirciler olduğu apaçık ortada…
İyi de, biz bu denklemin neresindeyiz ve bu hengame içinde askeri üniformalı Afganlar neden ve kimlerin organizesiyle birdenbire bizim topraklarımızda bitivermeye başladı??!!
   ***
Batı emperyalizmi; komünizm yıkıldıktan sonra İslam’ı “düşman” ilan etti ve İslam topraklarına göz dikti.
İran,Irak,Türkiye, Yemen, Sudan, Malezya, Suriye ve diğerlerinin yaşadığı acıların nedeni budur.
Irak’la Suriye’de peydahlanan CİA tandanslı El Kaide-IŞID tekfirci örgütünün varlığının arkasında ABD-İngiltere-İsrail üçlüsü vardır.
Bu tekfirci örgütün nasıl katliamlar işlediğini gördük…
Ülkemizi “küfür diyarı” ve Cumhurbaşkanımızı da “kafir” ilan etti, askerimizin kafasını kesip yaktı… Müslümanları köle ve cariye pazarlarında satışa çıkardı, Besmeleyle Müslümanların başını koyun gibi kesti ve bunu da haşa, “İslam” diye internette dünyaya servis ederek Batının asırlardır yapamadığı İslam düşmanlığı ve Müslümandan nefret ortamını bir çırpıda oluşturdu!!
   ***
Şimdi bu örgüt, her nasılsa Afganistan’da!!!…
Orada Taliban’ın aşırıcı kollarıyla harmanlanıyor şu an..
Hani; o bir “Irak-Şam” coğrafyası adına kurulmuştu???
Şimdi birdenbire Afganistan’da…
Neden acaba?
(Ülkemizde son günlerde gazetelere yansıyan haber ve görüntüler işte bunun için tedirgin edicidir ve acilen gereken tedbirlerin alınması elzemdir)
   ***
Tam da ABD’nin Afgan işgalinde hezimete uğrayıp bu ülkeden çekildiğini açıkladığı zamanlarda her nasılsa Taliban birdenbire Afganistan’ı ele geçirmeye başlayıveriyor..
Tıpkı IŞİD ve fraksiyonlarının Suriye ve Irak’ta yaptığı gibi..
Açıkçası; ABD, çekildiği yere IŞİD’i bırakmıştı, şimdi de Taliban’ını bırakıyor!
Taliban’ın hepsi aynı değil çünkü, gerçekten ABD’yle de savaşan mücahit Taliban da var.
Ama tersi de var…
   ***
Son günlerde medyaya ilginç bir haber düştü.
Rusya ordusu Çarşamba günü yaptığı uyarıda, IŞİD teröristlerinin Suriye, Libya ve diğer bazı ülkelerden Afganistan’a getirildiği uyarısında bulundu.
Bu, yabana atılır cinsten bir uyarı değildi.
Moskova yönetiminin Afganistan’ın durumu hakkında yaptığı uyarıların devamında gelen bu uyarı, ABD’nin bölgedeki kumpaslarını anlatmaya yeterli…
   ***
Rusya ordusu IŞİD teröristlerinin Suriye, Libya ve diğer bazı ülkelerden Afganistan topraklarına intikal ettirildiği uyarısını yaparken çok ciddi bir kanlı oyunu da deşifre ediyor aslında..
Rusya ordusunun bu konudaki uyarısının, son haftalarda işgal ve terör devleti Amerika’nın, 20 yılın ardından Afganistan işgaline son vermeye karar verdiği (!) ve bunun üzerine bu ülkede hükümet güçleriyle Taliban örgütü arasında çatışmaların şiddetlendiği ve halen de devam ettiği bir sırada gündeme gelmesi bölgedeki bütün devletler ve ülkeler için hayati bir uyarı olarak algılanmalıdır.
Sağlıcakla kalın efendim.

İsmail Bendiderya 

İran, İsrail’e ait bir petrol şirketinin Umman Körfezi’nde saldırıya uğramasından sonra Tel Aviv’in ‘İran’ı vururuz’ tehditlerine karşı ‘bizi sınamayın’ şeklinde cevap verdi

Umman açıklarında geçen hafta bir İsrail gemisinin saldırıya uğradığı duyurulmuştu. Gemiyi işleten şirket, iki mürettebat üyesinin hayatını kaybettiğini açıklamış, İsrail ve İngiltere olaydan İran’ı sorumlu tutmuştu.

İSRAİL TEHDİT ETMİŞTİ
Olaydan sonra ilk resmi açıklamayı İngiltere Savunma Bakanlığı yapmış, bölgede bir İsrailli ticari geminin Umman açıklarında saldırıya uğradığını duyurmuştu. İngiltere ordusuna bağlı Birleşik Krallık Deniz Ticaret Operasyonları isimli bilgi servisi tarafından yapılan kısa açıklamada da, olayın Umman’ın Mesire Adası’nın kuzeydoğusunda perşembe gecesi geç bir saatte meydana geldiği belirtilmişti.

İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz ise, İran’ın “Sadece İsrail için değil bölge ve dünya içim tehlike” oluşturduğunu iddia etti. İsrailli bir şirkete ait gemiyi hedef alan 29 Temmuz’daki saldırıya atıfta bulunan Gantz, “İran, bölgesel ve uluslararası bir problem. Dünya, cuma günü bunun bir örneğine şahit oldu. Bu, herkese olabilir.” ifadelerini kullandı. Aynı röportajda İsrailli Bakan, “İsrail, İran’ı vurabilir mi?” sorusuna ise “evet” demişti.

Öte yandan İsrail Başbakanı Bennett 3 Ağustos’ta olayla ilgili yaptığı açıklamada, ülkesinin İran’a karşı tek başına harekete geçebileceğini iddia ederek, “Bütün Orta Doğu’yu ateşe verirken Tahran’da sakince oturamazlar. Bu iş bitti.” demişti.

‘BİZİ SINAMAYIN!’
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, İsrail Başbakanı Natali Bennett ve Savunma Bakanı Benny Gantz’ın Tahran’a yönelik askeri saldırı tehditlerine cevap verdi. İsrail’in ülkesine yönelik saldırı tehditlerini “uluslararası hukukun açık ihlali” olarak niteleyen Hatibzade, “Bu tür kötü niyetli davranışlar, Batı’nın, İsrail’e körü körüne desteğinden kaynaklanmaktadır.” dedi. Hatibzade, “İran’a karşı yapılacak her türlü aptalca girişim, çok kararlı bir yanıtla karşılanacaktır. Bizi sınamayın.” açıklamasında bulundu.

DEVRİM MUHAFIZLARINDAN DA TEPKİ
İran Devrim Muhafızları Başkomutanı İran’ın İslam Devrim Muhafızları Başkomutanı Hüseyin Selâmi, İsrail’i kastederek “İran’ı tehdit eden ülkelerin, savunma ve saldırı yetenekleri hakkında gerçekçi bir anlayış geliştirmeleri gerektiğini” söyledi.

Selâmi, “Savunma politikalarımızda ve stratejilerimizde, herhangi bir noktada herhangi bir düşmandan tolere edilebilir, katı ve kararlı bir yanıt vermemizi engelleyecek bir durum yoktur.” şeklinde konuştu.

REİSİ YEMİN ETTİ: DIŞA BAĞIMLI EKONOMİDEN KURTULACAĞIZ
İran’da 18 Haziran’da yapılan 8. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini oyların yüzde 62’sini alarak kazanan İbrahim Reisi, önceki gün yemin ederek görevine başladı. 115 ülkeden 265 temsilcinin katılığı törene Türkiye’den Meclis Başkanı Mustafa Şentop ve Ak Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un olduğu heyet katıldı.

EKONOMİ VE YOLSUZLUK VURGUSU
Reisi, yemin töreninde yaptığı konuşmada İran’ın ambargoların kaldırılması yönünde verilecek diplomatik planları desteklediğini söyledi.

AMBARGO VURGUSU
İslami Şura Meclisinde düzenlenen yemin töreni sonrası açıklamada bulunan Reisi, ambargo ve baskı politikalarının İran milletinin haklarından vazgeçmesine sebep olmayacağını belirtti.

İran’ın bölgedeki gücünün güvenlik sağlayıcı olduğunu ifade eden Reisi, İran’ın bölgesel gücünün ülkelerde barış ve istikrarın destekçisi olduğunu ve sultacı güçlere karşı gelmek için kullanıldığını söyledi.

Bölge krizlerinin bölge içi görüşmeler ve milletlerin haklarının temini ile çözülmesi gerektiğini ifade eden Reisi, yabancıların bölgeye müdahalelerinin sorun çözmediği gibi bir sorun oluşturduğunu söyledi.

Reisi, “Ben kardeşlik ve dostluk elimi bölgenin tüm ülkeleri özellikle komşulara doğru uzatıyorum ve ellerini sıkıyorum.” dedi.

İran nükleer programının barışçıl olduğunu ifade eden Reisi, “İran İslam Cumhuriyeti İslam İnkılâbı Rehberi fetvası ile resmi olarak nükleer silahları haram saymaktadır ve bu silahların İran savunma stratejisinde yeri yoktur.” dedi.

İran aleyhindeki ambargoların ortadan kaldırılması gerektiğini ifade eden Reisi, bu hedefi gerçekleştirecek her hangi bir diplomatik planı desteklediklerini ve İran açısından ülkeler ve komşuları akrabaları sayıldığını söyledi.

Kendi hükümetinin en önemli dış politika önceliğinin komşu ülkelerle ilişkilerin gelişmesi olduğunu ifade eden Reisi, diplomasi ile bölge ülkeleri arasındaki irtibatların daha da artması gerektiğini söyledi.

 İran'ın yeni seçilen cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, İsmail Haniye ve Ziyad el-Nehale ile ayrı ayrı görüştü.
 

İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, Cuma günü Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye ile yaptığı görüşmede, kendisine Kudüs'ün kurtuluşu ve Filistin işgalinin sona ermesi konusundaki ümit verici tutumu için teşekkür ederek, "Bugün direnişin büyük zaferinin işaretleri ortaya çıktı ve Kudüs Kılıcı Savaşı bu zaferin alametlerinden biriydi." açıklamasında bulundu.

İran Cumhurbaşkanı, "Kudüs Kılıcı Operasyonu inisiyatifin direnişin elinde olduğunu gösterdi. Bu operasyonda direniş güçleri, siyonist düşmana karşı alanı o kadar daralttı ki, ne siyonistlerin kendileri ne de destekçileri bunu düşünmüyordu bile. Bu zaferin en önemli mesajı, Filistin'deki direniş teorisinin cevap verdiği ve cevap vereceğidir. Filistin'in ve bölgenin geleceğini belirleyen şey mücahitlerin mücadelesi ve cihatçı güçlerin direnişidir." dedi.

Seyyid İbrahim Reisi, İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistinli mücahitleri her zaman destekleyeceğini vurgulayarak şöyle dedi: "Bu politikadan asla şüphe etmedik ve şüphe etmeyeceğiz. Bize göre Filistin, İslam dünyasının ilk meselesi olmuştur ve olacaktır."

Hamas hareketinin siyasi büro başkanı İsmail Haniye de toplantıda yaptığı konuşmada, Filistin'in ve dünyanın her yerindeki direnişçi ve mazlum Filistin halkından Seyyid İbrahim Reisi'ye tebrik ve selam mesajı getirdiğini belirterek şu açıklamada bulundu: "İran İslam Cumhuriyeti ve İmam Humeyni (r.a), İslam Devrimi'nin zaferinin başlangıcından bu yana Filistin meselesine önemli derecede ilgi göstermişlerdir."

İsmail Haniye, "ABD'nin, Siyonist rejimin ve diğer bazı ülkelerin İran'a karşı düşmanca tavırlarının birçoğunun direniş hareketlerini desteklediğinden ve ABD'nin Filistin planlarını reddetmesinden kaynaklandığını biliyoruz. Hamas hareketi, ABD'nin ve Siyonist rejimin düşmanca politikalarına karşı İslam Cumhuriyeti'ndeki kardeşlerinin yanındadır." dedi.

İran Cumhurbaşkanı, Filistin İslami Cihad Genel Sekreteri Ziyad Nehale ile de aynı gün bir görüşme gerçekleştirdi. Seyyid İbrahim Reisi, Ziyad Nehale ile yaptığı görüşmede de Filistin'in mazlum halkının saldırı ve cinayetler karşısında desteklenmesi gerektiğini, İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistin'i desteklemekten çekinmediğini ve her zaman bu mazlumların haklarını savunacağını ifade etti.


İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei'nin katılımıyla yeni cumhurbaşkanı seçilen İbrahim Reisi için düzenlenen cumhurbaşkanlığı devir teslim töreni gerçekleşti.

Koronavirüs önlemleri çerçevesinde sağlık prosedürlerine uygun olarak düzenlen törene resmi makamlar, üst düzey siyasi ve askeri yetkililer de katıldı.

İbrahim Reisi için düzenlenen cumhurbaşkanlığı devir teslim töreninde eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Yargı Erki Başkanı Muhsini Ejei, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Galibaf, Dışişleri Bakanı Zarif, İslam Devrimi Lideri'nin Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti, Fars Dili ve Edebiyatı Akademisi Başkanı Gulam Ali Haddad Adil, eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Said Celili, eski Milletvekili Ali Rıza Zakani, eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhsin Mihralizade ile eski Merkez Bankası Başkanı Abdunnasır Himmeti hazır bulundu.

 

Bu törenin başında İçişleri Bakanı Rahmani Fazli, 13. cumhurbaşkanlığı seçiminin süreciyle ilgili hazırladığı raporu sundu. Ardından İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei’nin imzaladıkları yeni seçilen cumhurbaşkanının görev hükmü, Devrim Lideri'nin Özel Kalem Müdürü Hüccetül-İslam Muhammedi Golpaygani tarafından okundu.

Yeni seçilen cumhurbaşkanının görev hükmünde şu ifadelere yer verildi:

"Siyasi ve sosyal bir sınama olan seçimlerde İran'ı bir kez daha gururlandıran alîm ve kâdir Allah'a şükrediyorum. Büyük İran milleti, karmaşık ve zor şartlarda anlamlı ve onur verici şekilde sandığa giderek ülke yönetiminde halk oylamasının egemenliğini gösterdi ve aynı zamanda halkın içinden gelen, ilim, takva ve hikmet ile yöneticilikte parlak bir geçmişi olan asil bir şahsiyet seçerek, adalet, kalkınma, özgürlük ve saygınlık yönünde ilerleyen devrimin yolunu takip etme konusundaki kararlılığını göstermiş oldu.

Bugün hizmeti bekleyen ve her alanda atılım yapmaya hazır olan aziz vatanımız, ülkenin açık ve gizli yeteneklerini seferber edebilen ve özellikle de gençlerin yeteneklerini değerlendirebilen, işinde becerekli, devrimci, bilgeli ve cesur bir yönetime ve aynı zamanda üretimin önündeki engelleri kaldırma, ulusal para birimini güçlendirme ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya olan toplumun orta ve alt katmanlarını güçlendirme politikasını izleyebilen, mantıksal bir kültür politikasıyla İran milletinin maddi ve manevi yükselişinin yolunu açıp ülkenin hak ettiği konuma doğru hareketini hızlandırabilen bir yönetime ihtiyacı vardır."

 

İran'da eski Yargı Erki Başkanı Seyyid İbrahim Reisi, 18 Haziran'da yapılan 13'üncü Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak ülkenin 8'inci Cumhurbaşkanı olmuştu.