
کارگر
Terör rejimi saldırısında 103 şehit 700 yaralı
Siyonist İsrail rejimi savaş bakanı Moshe Yalon, Gazze’ye yönelik kara operasyonunun başlaması kararını verirken haber kaynakları da operasyonun başladığını bildirdiler.
Bu arada Amerika’nın siyonist İsrail’deki büyükelçisi korsan İsrail’in kara operasyonuna Amerika’nın desteğini bildirdi. Alınan haberlere göre, kara saldırılarının hemen ardından Filistinli direniş güçleri, Gazze’ye girmek isteyen ırkçı İsrail komando birliklerinin Gazze’ye nüfuzunu engellediler.
HAMAS’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, yabancı hava yolu şirketlerinden Tel Aviv’e uçuşları iptal etmelerini isterken Tel Aviv’deki havalimanına direnişçiler tarafından 4 füzenin isabet ettiği bildirildi. Gazze Sağlık Bakanlığı sözcüsü Dr. Eşref Kudra Gazze’ye yapılan siyonist saldırılar sonucu şehid ve yaralıların resmi rakamını açıkladı. Saat 17: 00 itibari ile yapılan açıklamada 103 şehid, 750 yaralı var.
Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, İsrail saldırılarına karşı düzenledikleri operasyonlara “Yenmiş ekin yaprakları” adını verdiklerini açıkladı.-
Tugayın sözcüsü Ebu Ubeyde, bir televizyon kanalında yayınlanan açıklamasında, “Düşmanın saldırısını sınırlı bir çatışma kabul ederek, kendisine gerçekte yapabileceklerimizin çok çok azıyla karşılık verdik” dedi.-
“Savaşı başlatanın, tehditler savurup sonra da saldıran ırkçı İsrail olduğunu; ancak ne zaman sona ereceğine onun karar veremeyeceğini” ifade eden Ebu Ubeyde, kendilerini, İsrailli komutanların iddia ettiği gibi 1 hafta 10 günlük bir operasyonun aksine çok uzun sürecek bir savaşa hazırladıklarını vurguladı.
Ebu Ubeyde ayrıca, ilk defa İsrail’in en uzak noktasını füzelerle vurduklarını sözlerine ekledi.
-
İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından yapılan yazılı açıklama, “İsrail, Gazze’de yaşayan sivillere yönelik terör saldırıları düzenlemekte, evleri yerle bir ederek, insanları kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden öldürmektedir. Biz bu düşmana karşı koymaya karar verdik. Sizleri İsrail’in 27. Askeri Hava Üssünün bulunduğu Ben Gurion Havaalanı’na uçmamanız konusunda uyarıyoruz” denildi.
İran: İsrail’in direniş karşısında yenilgiye uğraması kaçınılmazdır
İran İslam Cumhuriyeti İsrail rejiminin Filistin halkı aleyhine cinayetlerini artırmasını kınayarak, Gazze’ye yönelik saldırıların durdurulması ve Gazze ablukasına derhal son verilerek Gazze halkına her türlü insani yardımın yapılması için çaba gösterilmesini istedi.
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İslam ülkeleri liderlerine hitaben yayınladığı mesajında, mevcut koşullar göz önünde bulunarak, müslümanlar ve İslam ülkeleri arasında vahdetin her zamankinden daha zaruri olduğunu belirterek, Gazze’ye yönelik ırkçı İsrail rejiminin saldırıları, bu bölgeye yönelik devam eden ablukadan dolayı yaralıların tedavi imkanlarının kısıtlı olduğu ve Gazze’nin içinde bulunduğu durumun kaygı verici boyutlara ulaştığına dikkat çekti.
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, terörist rejimi İsrail’in küstah saldırılarına karşı kahramanca direnen Filistin halkının kendini savunması ve direnişinin meşru olduğunu belirterek; terör rejimi İsrail karşısında Filistin halkının direnişi ve iradesinin kırılmaz olduğuna vurgu yaptı ve korsan İsrail’in bu direniş ve irade karşısında ağır yenilgiye uğramasının da kaçınılmaz olacağına işaret etti.
Öte yandan İslami İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, BM genel sekreteri Ban Ki Moon, İslam İşbirliği Teşkilatı genel sekreteri İyad Medeni ve Arap Birliği genel sekreteri Nebil el’Urabi’ye yazdığı ayrı ayrı mektupta, terör rejimi İsrail’in Filistin halkına yönelik cinayetlerinin durdurulması için acil girişimde bulunmalarını istedi.
Zarif, korsan İsrail cinayetlerinin önlenmesi konusunda bölge ve uluslar arası toplum ile bütün uluslar arası kuruluşlara önemli görev düştüğünü belirterek, Filistin halkı karşısında bütün uluslar arası kuruluş ve insanlığın üzerine düşeni yerine getirmesi gerektiğini bildirdi.
Iran, Irak’a silah ve uçak göndermemiştir
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran’ın Irak’a silah ve uçak göndermediğini bildirdi.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, Irak ile savaş döneminden İran’a iltica eden savaş uçaklardan 7 adet Soho savaş uçağı Irak’a gönderildiği muhabirimizin sorusuna İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Efhem, İran’ın bu ülkeye hiçbir silah ve uçak göndermdiğini bildirdi.
Nükleer müzakerelede İran ve 5+1 grubu arasında devam eden ihtilaflarla ilgili sorusuna Efhem, adil ve sürdürülebilir bir sonuç almak için İran’ın süre bitimine kadar müzakere edeceğini dile getirdi.
Efhem, müzakereler yavaş ilerlediğini konuşmasına ekleyerek, karşı tarafın İran’ın barışçıl nükleer meselesine yönelik gerçekçi olmasını ümit ettiğini söyledi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, muhtemelen hafta sonunda müzakerelere katılacakları 5+1 ülkelerinin dışişleri bakanları istişarelerin süreci ve devamı konusunda bilgi almaya çalışacaklarını belirtti.
Anlaşma sağlamak için İran’ın azimli olduğunu hatırlatan Efhem, İran’ın amacı zaman kazanmak değil, amacı anlaşma sağlamak olduğunu, fakat buna ağır bedek önemeye yanaşmayacağını
Ramazan Dersler-3 İrfan Sofrası
Bismillahirrahmanirrahim
Ramazan ayının Allah’ın ziyafet ayı olduğu söylenir. Bu ayda Allah’ın ziyafet sofrası açılmıştır. Bu sofrada neler var? Hepimizin yararlanacağımız bu sofranın muhteva ve yiyecekleri nelerdir?
Bu ziyafette sunulan şeylerden biri oruçtur, biri Kur’an’dır, bir diğeri dualardır; günlük dualar, Ebu Hamzayi Somali duası, İftitah duası gibi nimetleri bu sofraya dizilmişler.
Bazıları bu sofranın yanından geçerken dikkatleri tamamen başka yerde olduğundan sofranın var olduğunu dahi görmezler; niceleri Ramazan ayının gelip gittiğinden dahi habersizdirler. Bazıları sofranın varlığından haberdarlar ama o kadar başka şeylere dalmışlar ve meşgaleleri o kadar çok ki sofraya oturmaya vakit bulamıyorlar. Kendilerini meşgul eden; iş, ticaret, zevk, şehvetin peşinde koşmak hoşlarına gidiyor, bu sofraya oturup onun nimetlerinden yararlanmaya fırsatları olmuyor.
Bazıları da vardır ki sofraya otururlar, sofradakilerin kadrini de bilirler ama kanaatkarlar, çok azla yetinip kalkarlar; sofraya oturup sadece bir yudum su içer, bir kaç lokma yeyip giderler. Bazıları ise iştahları fazladır hatta iştahlarından fazlasını almaya çalışırlar çünkü bu sofra maneviyat sofrasıdır, Allah’ın hazırlamış olduğu ilahi sofradır.
İnsan bu sofradan ne kadar yararlanırsa o kadar manevi makamı artar yaratılış hikmetine daha da yaklaşmış olur. Bu sofra maddi sofralardan farklıdır, maddi sofra insanın maddi ihtiyaçlarını giderip insanın hareketini sağlamak içindir, burda aşırı gitmek zararlıdır. Maneyiyat sofrasında ise böyle değildir, bu ilahi sofra bizim yaratılışımızın hikmeti manevi makamlara ulaşmak, ruhumuzu yüceltmek içindir. Maneviyat sofrası bizi bu hedefe ulaşma ortamını oluşturur ve hedefe varmayı kolaylaştırır dolayısıyla yararlanabildiğimiz kadar yararlanmalıyız.
Muhlis ve mümin kulların hallerini bize anlatırlar ve onların yaptıklarını bize nakl ederler malesef onların bu durumlarını gerektiği gibi anlamıyoruz ama gerçekten hayretler vericidir; sabah ezanına bir-iki saat kala kalkıyorlar, Ramazan ayının gecelerinde kalkıyor, gözyaşı döküyorlar. Mirza Cevadi Melikiyi Tebrizi hakkında anlatırlar gece kalkar, havuzun başında durup abdest alırken suya bakıp dua okuyup ağlarmış, suyu alıp yüzünü yıkarken dua okuyup gökyüzüne bakıyor yakarışta bulunarak ağlarmış, namaz kılmak için seccadesine oturana kadar ağlarmış. Gece namazını, teheccüd namazını maneviyat ve huzurlu bir hal ile büyük bir şefk ve zevkle kılarmış. Mirza Ali Gazi de aynı şekilde. Namazı, orucu, duları, Ramazan ayı, zikirleri hakkında kıssalar nakl ederler. Bunlar bizim için gerçek bir manada anlaşılmış değildir, bize sadece bir yol gösteriyor, hedefe ulaşmak için ışık tutuyorlar.
Dostlar dikkat etsinler, özellikle de Ramazan ayında Kur’an okumayı unutmasınlar. Kur’an hayatınızdan dışlanmasın, muhakkak Kur’an okuyun. Kur’an okurken biraz tedebbür de edilmeli ki okumanın faydası görülebilsin. Acele acele tedebbür etmeden okumak matlup değildir. Faydasız da değildir çünkü insanın Kur’an’ı Allah’ın kelamı olduğunu düşünerek okuması fazilettir, manasını anlamasa da bu okumanın kendisi Allah ile bir irtibat kurmadır. Böyle okuyanları engellememek gerekir ama şunun da beyan edilmesi gerekir ki emr edilen matlup ve beğenilen Kur’an okuma bu değildir. Matlup Kur’an okuma tedebbür ile okunan Kur’an’dır. Arapça bilenler okudukça ayetler hakkında düşünmeli, arapça bilmeyenler ise mealine bakarak tedebbür etmelidirler. Defalarca okumalı; iki dere, üç kere, beş kere ki insan ayetin manasını anlayabilsin. Ancak bu şekilde ayetler hakkında tedebbür edip anlayabiliriz, bunu deneyin, göreceksiniz.
Bir diğer maneviyat sofrasında bulunan ilahi nimet duadır. Bizim birçok muteber dualarımız var, bu dualar başka hiçbir yerde bulamayacağınız maarifi içermektedir. Sehifeyi Seccadiye’deki maarifi veya masum imamlardan nakl edilen me’sur duaların içeriğini hiçbir kaynak kitaplarında bulamazsınız; bu maarif dua diliyle beyan edilmişlerdir; bu maarifin tabiatı bu şekilde beyan edilmeyi gerektiriyor, başka bir dille beyan edilemezler. Bazı maarifler, duayla, necva ve Allah ile raz-u niyaz ile beyan edilebilir ancak. Dikkat edilirse, rivayetlerimizde hatta Nehc-ül Belağa’da bu gibi maarif çok az bulunur. Ama Sehifeyi Seccadiye, Munacat- Şabaniyye, Kumeyl duası, İmam Hüseyin’in arefe duası, İmam Seccad’ın arefe duası, Ebu Hamzayi Somali duası bu maariflerle doludur.
Dualardan gaflet etmeyin çok dua edin. Düşmanınız fazladır, omuzlarınızdaki yük ağırdır, muhalifleriniz çoktur. Bütün bunlara karşı sabır ve dayanma gerekir; tevessül ve Allah’dan yardım dilemek gerekir. Allah’tan yardım dilersek yılmaz ve yorulmaz bir ruh bizlere verir. İlahi nimetlerden biri de insana yorulmaz ve yılmaz bir irade vermesidir. Yol uzun olunca bazen insanın yürümeye gücü var, dizlerinde takat de var ama ruhu yorgun ve bitkin olduğundan yürüyecek hali yoktur. Bu ruh yorgunluğu insanı hedefe ulaşmaktan alıkoyar. Bu ruhi yorgunluk oluşmasın diye Allah’tan yardım dilemek gerekir, dua etmek gerekir.
Vesselamu aleykum verahmetullahi ve beraketuh.
İmam Hamanei
İmam Hamanei:Nükleer silah Amerika için bir bahane
Nükleer müzakereci heyetine uyarıda bulunan İmam Hamanei, nükleer silahı bahane eden Amerika’nın, İran’ın barışçıl nükleer teknolojisine karşı geldiğini ifade etti.
İmam Hamanei Pazartesi akşamı ülkenin askeri ve sivil yetkilileri ile görüşmesinde iç ve dış meseleleri değerlendirdi.
Konuşmasının bir bölümünde Amerika ve sultacı güçler tarafından sergilenen davranışa işaret eden İmam Hamanei, davranışları şeytan gibi olan Amerika ve sultacı güçlerin, tehdit ve hıslandırmakla ülkeleri korkutarak kendi sultası altına almaya çalıştıklarını, şeytanın ise tehdit ve hırslandırmakla insanın muhasebe sisteminin işlevini durdurmaya ve yanlış hesaplamaya doğru yöneltmeye çalıştığını ifade etti..
Düşmanın “askeri” tehdit ve “yaptırım” araçlarına işaret eden İslam İnkılabı Rehberi, yaptırımın direniş ekonomisi ile etkisizleştirilmesi gerektiğini, askeri tehditin ise ABD için maliyetli olması dolaysıyla sözde kalacağını belirtti.
İmam Hamanei, nükleer anlaşma yapılsa bile yaptırımların devam edeceğini söyleyen bazı ABD yetkililerinin bu yaklaşımına işaret ederek, “Daha önce de dediğimiz gibi bir bahane olan nükleer meseleden sonra sıra insan hakları, kadın hakları ve diğer meseleler ortaya atılacak” dedi.
İkinci araç yani askeri tehdide işaret eden İmam Hamanei, katliam, cinayet ve talan etmek gibi yöntemler Amerikanın uygulamaktan çekinmediği araçlardır. Ancak askeri tehdit Amerika’nın altından kalkamayacağı ağır maliyetli bir yoldur ve dolaysıyla İran milletinin bu tehdidi ciddiye almadığını vutguladı.
İran nükleer müzakereci heyetine uyarıda bulunan İslam İnkılabı Rehberi, nükleer silahı bahane eden Amerika’nın, gerçekte ise İran’ın barışçıl nükleer teknolojisine karşı geldiğini ifade etti.
İmam Hamanei, Amerika’nın zalim ve cani Saddam’a verdiği desteğe, ayrıca Amerika’nın İran yolcu uçağını düşürmesi ve günahsız yüzlerce kadın, erkek ve çocuğun ölümünden suçlu olmasına, Irak ve Afganistan’da yüz binlerce insanı öldürmesi ve sözde renkli devrimler adı altında buhranlar çıkartmasına temasla; Amerikalılar için milletlerin huzur ve güvenliğinin bir değerinin olmadığını ve kendi çıkarını tehlikede gördüğü anda, cinayet işlemekten bir an bile geri durmayacağını söyledi.
İmam Hamenei, Siyonist rejimi İsrail’in İran’a yönelik muhtemel saldırısının Amerika tarafından engellendiğine dair bazı çevrelerin sözlerine de işaretle; “Eğer bu sözler doğruysa demek ki Amerika, İran’a saldırıyı çıkarı doğrultusunda görmüyor ve İran İslam Cumhuriyeti de İran’a yönelik bir saldırıyı kimsenin yararına görmemektedir” diye konuştu.
Amerika’nın nükleer silahlara ulaşılması ihtimalinden dolayı kaygı duyduğuna dair bir açıklama yapma hakkının olmadığını, zira Amerika’nın bizzat bu silahları kullandığını ve şimdi de elinde birkaç bin nükleer bombanın bulunduğunu söyledi.
İmam Hamanei, başta Irak olmak üzere bölgedeki gelişmelere de temas ederek; Allah’ın izniyle Irak’ın mümin halkının fitne ateşini söndüreceğini ve bölge milletlerinin de her geçen gün maddi ve manevi açıdan ilerleyeceğini söyledi.
Iran ile 5+1 nükleer müzakereler
Zarif ve Ashton bir araya geldi
İran Dışişleri Bakanı ve AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Viyana'da devam eden nükleer müzakereler kapsamında bir araya geldi.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Viyana'da devam edeb nükleer müzakereler kapsamında bir araya geldi.
Bu görüşme nihai anlaşma metnin yazılması amacıyla gerçekleşti.
Temel ihtilaflar devam ediyor
İran nükleer müzakereci heyetine üye bir diplomat, temel siyasi ihtilaflar devam ettiğini söyledi. Mehr haber ajansı muhabirine konuşan İran nükleer müzakereci heyetine üye bir diplomat, nihai anlaşma metnin yazılması konusundaki mevcut ihtilafların giderilmesine yönelik çalışmaların devam ettiğini ifade etti.
Söz konusu diplomat, temel siyasi ihtilaflar devam ettiğini konuşmasına ekledi.
İran ve 5+1 grubu arasında nükleer müzakereler geçen Çarşamba günü Viyana’da başladı. Müzakereler 20 Temmuz’a kadar devem edecektir.
İran Irak'ın parçalamasına izin vermeyecektir
İran dışişleri bakanının Afrika ve Arap ülkeleri yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin Irak'ın parçalanması yönündeki siyonist planının gerçekleşmesine izin vermeyeceğini söyledi.
Abdullahiyan, el-Alem kanalına yaptığı açıklamada, İran İslam Cumhuriyeti'nin başta siyonist İsrail rejimi başbakanı Netanyahu olmak üzere siyonistlerin Irak'ı parçalamaya dayalı planlarının gerçekleşmesine izin vermeyeceğini dile getirirken, Irak Kürdistan bölgesinin bağımsızlığının dile getirilmesinin ise Kürdistan'ın onlarca yıl öncesine geri götürülmesinden başka bir sonucunun olmayacağını dile getirdi ve "İran, dostça Irak Kürdistan yetkililerine bu konuda açıklamalarda bulunmuştur'' dedi.
Abdullahiyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin Irak Kürtleri ile tarihi ilişkilerinin olduğunu ve aynı zamanda kardeşleri olduklarını hatırlatarak; bu ilişkilerin bu çerçevede kalmaya devam edeceğini söyledi.
İran dışişleri bakan yardımcısı, Irak'ta İranlı askeri danışmanların olduğuna dair her türlü haber ve iddiaları reddederken; Iraklı yetkililerin İran'dan terörle mücadele için silah satın alma talebinde bulunmaları halinde, İran'ın kesinlikle bu isteğe uluslar arası kanunlar ve anlaşmalar çerçevesinde cevap vereceğinin bilinmesi gerektiğini söyledi.
Amerika'nın bölgedeki hedeflerinin ve tutumlarının değiştiğine de temas eden Abdullahiyan, Amerika'nın Irak'ta yapılan parlamento seçiminin sonuçlarından memnun olmadığını ve sözkonusu seçimin sonucunu farklı bir şekilde göstermeye çalıştığını söyledi.
İran dışişleri bakan yardımcısı, Arabistan'ın Irak ve Suriye buhranlarındaki rolüne de temas ederek; İran'ın Arabistan'ın bölgedeki son gelişmelerdeki rolünü olumlu görmediğini ama Arabistan'ın bölgenin önemli bir ülkesi olarak yapıcı rolünün olabileceğini dile getirdi.
İmam Humeyni’ye atılan sahabelere ve Kur’an hakkındeki iftiralara cevaplar
İmam Humeyni’nin şahsına ve yazdığı kitaplara atılan iftiraları deşifre ediyoruz. Birazdan okuyacağınız yazıda İmam Humeyni’nin yazdığı Keşf’ul Esrar kitabında İmam’ın, sahabelere hakaret ettiği ve Kur’an’ın tahrif edildiği iddiasını delilleriyle çürüteceğiz.
Okuyacağınız yazı Milli Görüş Portalı’nın sitesinde yayınlanmıştır ve Milli Görüşçüler tarafından hazırlanmıştır. İmam’a atılan diğer iftiraları da delilleriyle birlikte çürüteceğiz inşallah. O yazı :
Humeyni ve Kur’an’ın Tahrifi İddiası
Ey inananlar! Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin, âdil olun. (Maide, 8)
Ey inananlar! Zannın çoğundan sakınınız, zira zannın bir kısmı günahtır. (Hucurat, 12)
İslâm alemindeki ihtilaf ve düşmanlıkların temelinde, cehalet ortamında oluşan mezhep taassubunun, körü körüne taklidin ve sonucunda peşin fikirlerin yer aldığı bir gerçektir.
Taklidi, dinin esası görerek, tahkikten ve düşünmekten peşinen istifa eden zihniyetlerde böylesine zaafların oluşmasını çok tabii bir sonuç olarak görmekteyiz. Ancak bu zaafın, İslâm âlemine yön verme iddiasında olan veya bu konumda görülen şahsiyetlerde de varolduğunu görmek gerçekten dehşet verici olmaktadır.
Yakın bir geçmişte, Mr. Hampher denen sözümona bir İngiliz ajanının hatıraları diye, dört- beş yayınevi tarafından, değişik isimlerle ve mal bulmuş mağribi aceleciliğiyle piyasaya sürülen tamamı uydurma bir kitap bu cehaletin güzel bir belgesidir. ‘İslâmı Nasıl Yok Edelim’ ismiyle de piyasa bulan ve hatta yerli basım bir Arapça versiyonu bile uydurulan Mahut Hampher’in Hatıraları’nı pazarlayan İslâm havarileri, Allah’ın şu azîm fermanına zerrece itibar etmemişlerdir:
“Ey inananlar, bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin. Cehaletle bir topluluğa fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olmayasınız diye.. (Hucurat: 6)
Gerçekten Mr. Hampher denen bir fasık var olsaydı ve müslüman bir topluluğun değer verdiği bir zatı karalamayı hedefleseydi, bu uydurmayı kaleme alan fasık veya fasıklar kadar gözükara davranamazdı. Çünkü eğer birazcık aklı varsa, akıllı insanları da kandırabilmek amacıyla daha usturuplu ve daha çelişkisiz iftiralar bulurdu.
Burada Mr. Hampher’in mevhum hatıralarının kıymet-ı ilmiyesi (!) üzerinde uzun-uzadıya duracak değiliz. Biraz basiret üzere okuyacak herkesin farkına varabileceği uydurmaları teşhire çalışmak bir bakıma malumu îlâm kabilinden olacağından bu kadar bir temasla yetiniyoruz.
Aşağıda vereceğimiz taassub örneğinde ise taraflar daha net olarak belli olup mevhum insanlardan oluşmuyor. Şöyle ki:
Müddetler: Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî ve ondan naklen Said Havva.
Müddea aleyh: Ayetullah Humeyni.
iddia: Humeyni, Kur’ân’ın tahrif edilmiş olduğu iddiasındadır.
Delil: Humeyni’nin Keşfu’l-Esrar isimli Farsça eseri.
Sonuç: iddia sabit olunca Humeyni kâfirdir.
Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî de, Said Havva da müslüman okuyucunun tanıdığı şahsiyetler olup her ikisinin de bir çok eseri Türkçe’ye çevrilmiştir. İşte bu meşhur her iki yazar da Ayetullah Humeyni’nin Müslümanların ellerindeki Kur’ân’ın tahrif edilmiş olduğunu iddia ettiğini ileri sürmüşler ve sonuçta onun küfrüne hükmetmişlerdir.
Şöyle ki:
Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî, Arapça kaleme aldığı ve birçok baskılarının yapıldığı anlaşılan Suretâni Mutedaddetân isimli eserinin (1410/1990, Cidde Baskısı) 52-53. sayfalarında Humeyni ve Görüşleri başlığı altında şöyle yazıyor:
“ İran devriminin bugünkü lideri, islâmi Hükümet diye isimlendirdiği yönetimin kurucusu ve Gaib İmam’ın Naibi Humeyni; Keşfu’l-Esrar isimli eserinde, Sahabe-i Kiramı (r.a), dünyaya köle olmuşlar, Allah’a karşı cüretkârlar, Kur’ân-ı Kerimi tahrif edenler ve sonuç olarak kâfirler olarak nitelemektedir, ki tercümesi aşağıdaki gibidir:
Dünya ve yönetimi elde etmekten başka Kur’ân ve İslamla ilgileri olmayan ve Kur’ân’ı yalnızca fasid niyetlerinin tahakkuku için bir vasıta edinen o insanlar (sahabeler) için; bu âyetleri (Hz. Peygamberden hemen sonra Hz. Ali’nin ve imamların hilafetine delalet eden âyetleri) Allah’ın Kitabı’ndan çıkarmak, böylece Semavi Kitabı tahrif etmek ve bu lekenin kıyamete kadar Kur’ân ve müslümanlar için baki kalmasını sağlamak amacıyla dünya ehlinin gözlerinden Kur’ânı sürekli olarak uzak tutmak kolay olmuştu. Yahudi ve Hıristiyanlara yöneltilen tahrif ithamları aynen kendileri için de sabittir. “
En-Nedvî, ilgili dipnotta, alıntının kaynağı olarak Keşfu’l-Esrar’ın 114. sayfasını verirken, bu kitabın baskı yeri ve tarihinin yazılı olmadığı, fakat Humeyni’ye aidiyetinde kesinlik bulunduğu yolunda mütalaalarını serdeder.
Said Havva ise, El-Humeyniyye isimli eserinin 19. sayfasında, Humeyni’nin Kur’ân tahrif edilmiştir diyenleri nasıl te’kid etmekte olduğunu isbat için şöyle yazıyor:
“ Farsça Keşfu’l-Esrar’ın 114. sayfasında Humeyni şöyle diyor:
Onlar için (Sahabe-i Kiram için), bu âyetleri Kur’ân’dan çıkarmak, Semavi Kitabı tahrif etmek ve Onu insanların gözünden uzak tutmak kolay oldu. Müslümanların, yahudi ve Hıristiyanlara yönelttikleri tahrif iddiası sahabe için de sabit olmuştur. “
Said Havva, dip notta bu alıntının, Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî’nin Suretâni Mutedaddetân isimli eserinin Uman baskısının 94. sayfasından nakledildiğini ifade ettikten sonra metinde şöyle devam eder:
” Humeyni’nin bu ifadeleri açık bir küfür ve İslâmı nakzetmektir. Birçok mucizeyi ihtiva eden Kur’ân’a karşı bu cür’et gösterilirse İslâmın hangi senedinin değeri kalır ve bundan sonra hangi senedi baki kalır? ” (El-Humeyniyye, s. 20)
Görüldüğü üzere, her iki müellifin de kaynağı Farsça Keşfu’l-Esrar kitabıdır. Yalnız Said Havva bu esere doğrudan başvurmamış, Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî’nin Arapça tercümesine istinat etmiştir. Fakat o alıntılamayı da motamot yapmadığı hemen görülmektedir.
Peki işin aslı nedir?
Farsça Keşfu’l-Esrar’da, gerçekten, Arapçası yukarıdaki gibi olan bir iddia geçmekte midir?
Elimizde, Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî’nin tarifine uygun, yani aynı baskı olduğu anlaşılan Farsça bir Keşfu’l-Esrar kitabı var. Kitab, gerçekten basım yeri ve tarihi konusunda bir bilgi ihtiva etmemekte, kapağında ise imam Ruhullah Musevi el-Humeyni’nin te’lifi olduğu yazılmaktadır. Ve 114. sayfasında da En-Nedvî ve Said Havva’nın alıntıladıklarına benzer ifadeler yer almaktadır.
Fakat çok dehşetengiz bir durum var!..
Önce Keşfu’l-Esrar kitabının konusu hakkında özet bir bilgi verelim, sonra da o dehşetengiz durumu izah edelim.
Keşfu’l-Esrar, İmam Humeyni’nin 1943′lerde te’lif ettiği bir kitap. Eser; 1945′te Fedaiyan-ı islâm tarafından öldürülen Ahmet Kesrevî’nin talebelerinden biri tarafından yazılan Binlerce Yıllık Esrar adlı kitaba cevap olarak yazılmıştır. (Güçlenen İslâm’ın Yankılan, John L. Esposito, s. 175-76, istanbul, 1989, Yöneliş Yayınları)
Eser bir polemik kitabıdır. Tenkid edilen kitap ve yazarın ismi verilmemekle beraber yer-yer tenkidi görüşler alıntılanarak şiî (Caferi) bakış açısıyla cevap verilmektedir. Humeyni’nin Şiîlik konusundaki gerçek inancını tahlil için eserin dürüst bir şekilde Türkçe’ye kazandırılmasının faydalı olacağına inanıyoruz.
Kitabın te’lifi esnasında 41 yaşında bulunan ve henüz Ayetullah olmadığı anlaşılan Humeyni, orada, şirk/tevhid, imamet, takiyye, velâyet-i fakıh, hums, islâm hukuku, nasih-mensuh vb. ana konularda Şiî akideye yöneltilen tenkitleri kendi ifadesiyle Kur’ân ve akıl kriterleriyle reddetmektedir. Kendilerinden olduğunu itiraf ettiği tenkitçileri yer-yer ibni Teymiyye’nin cahilane fikirlerine kapılan maceraperest kimseler, ya da beşer ailesinin en vahşileri, Necd’in ilim ve medeniyetten âri akılsız deve çobanları”nı taklit eden cahiller olarak niteler.
İşte bu polemik içerisinde ismini vermediği tenkitçinin şu sorusunu alıntılar:
“Eğer imamet mezhebin dördüncü aslı ise ve müfessirlerin iddia ettiği gibi Kur’ân’da birçok âyet bunu kanıtlıyorsa neden Allah bu kadar mühim bir hususu bir defa olsun Kur’ân’da sarahaten zikretmedi de bu kadar ihtilaflara sebep oldu ve bu kadar kanlar döküldü? (s.105) “
İşte bu soruyu uzun uzadıya cevaplamaya çalışan Humeyni, Keşfu’l-Esrar’ın 114. sayfasında aynen şöyle der:
İmamın isminin sarih olarak Kur’ân’da yer almış olması halinde şu (tehlike) de mümkün idi:
Dünya ve yönetimi elde etmekten başka Kur’ân ve İslamla ilgileri olmayan ve Kur’ân’ı yalnızca fasid niyetlerinin tahakkuku için bir vasıta edinen o insanlar, bu âyetleri Kur’ân’dan çıkarırlar, böylece Semavi Kitabı tahrif ederler ve dünya ehlinin gözlerinden Kur’ânı sürekli olarak uzak tutarlardı ve bu leke kıyamete kadar Kur’ân ve müslümanlar için baki kalır, Yahudi ve Hıristiyanlara yöneltilen tahrif ithamları aynen kendileri için de sabit olurdu.
Evet, okuyucunun, dehşetengiz dediğimiz hususun farkına varmış olduğunu sanıyoruz.
Yukarıda, Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî ve Said Havva’nın, Humeyni’nin küfrüne delil olarak alıntıladıkları ifadelerin, Bektaşi taktiklerine başvurmadan, yapılacak doğru bir tercümesi bundan ibaret.
Şimdi iki tercüme üzerinde insafla düşünelim: Yukarıda verdiğimiz (doğru) tercümeden Kur’ân’ın tahrif edilmiş olduğu iddiası çıkarılabilir mi?
Evet, aynı kitap, aynı sayfa ve yakın ifadeler. Fakat tam bir Bektaşi taktiği var: Tahakkuk etmeyen bir şart cümleciği olan imamın ismi sarih olarak Kur’ân’da yeralmış olsaydı varsayımından sonraki çıkarırlardı, tahrif ederlerdi., fiillerinin de tahakkuk etmedikleri gayet açık bir husus iken, şart cümleciğini attıktan sonra zaman kiplerini de çıkardılar, tahrif ettiler şeklinde değiştirmenin mazeretini bulmak mümkün görünmüyor.
En-Nedvi Farsça bilmiyor muydu? Said Havva ondan alıntılayıp Humeyni’nin küfrüne ferman çıkarırken Allah için bir endişe duymadı mı? Bu kabil soruların müsbet-menfi cevaplarını aramanın bu safhada bir yararı olamaz. Bunlar, kendilerine itimad eden binlerce insanı iğfal ettiklerinin farkında oldular mı acaba? Bilemiyoruz. Fakat İslam Aleminde cehaletin ve kör taassubun körüklediği böyle sayısız ihtilaf ve iftiraların varlığı bir gerçek.
Herhalde bütün bunları, ümmetimin ihtilafı rahmettir teranesiyle izah etmek mümkün görülemez.
Tenkid başka bir olay, iftira başka bir olay..
Ve sonuçta kârlı çıkan taraf batılın temsilcileri ve emperyalizm olmaktadır.
Fa’tabirû yâ uli’l-elbâb!.
Akıl sahipleri okuyup ibret almalılar..
Mahûd Hampher’ in hatıraları’nın bazı versiyonları aşağıdaki gibidir:
a) Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri, Doç. Dr. ihsan Süreyya Sırma, 1991, İstanbul, Beyan Yayınları (9. Baskı).
b) İslâmı Nasıl Yok edelim – Bir İngiliz Ajanının Hatıraları, Çev.: Nevzat Göktaş, 1991, İstanbul, Nehir Yayınları (3. Baskı),
c) İngiliz Casusu Mr. Hempher’in Misyonerlik Faaliyetleri, Çev.: Mehmet Can, 1990, istanbul, Ferşat Yayınları,
d) İngiliz Casusunun itirafları, Çev.: M. Sıddık Gümüş, 1991, İstanbul, İhlâs Yayınları, (3. Baskı),
e) İ’tirâfâtu’l-Câsûsi’l-İngilizi, 1991, İstanbul (Bir önceki tercümenin Türkiye’de uydurulup basılmış Arapça versiyonu. Görüldüğü üzere; yayıncılarımız, işi sıkı tutup bir çok baskı yaparak dînî gayretlerini esirgememişler. Bu yarışta akademik kariyeri (!) hamiyetli bir zatın öncülük etmesi ise gerçekten takdire şayan bir durum.
islamivahdet.com
İran bölgesel uyumu temsil ediyor
Ben bir gayrimüslim olarak, İran’ın mezheplerinden bağımsız olarak dünyadaki bütün Müslümanları destekleme şevkini çok çarpıcı buluyorum. Şii çoğunluklu ülkeyi, Sünni çoğunluklu Filistinlileri desteklemeye iten ve bu yüzden de Siyonistlerin İran’ın prensiplerinden nefret etmesine sebep olan, etnik kimlik veya mezhepten bağımsız olarak ayrımsız bütün Müslümanları destekleme kararlılığıdır.
Batı’nın Lübnan, Suriye ve Irak’taki şiddeti, ABD’nin bölgesel düşmanı İran tarafından bir biçimde kızıştırılmış mezhepçilik olarak betimlemesi, cehalete ve körlüğe dayanıyor.
Bu tip İran betimlemelerine bir örnek, ABD’li senatör John McCain’in 16 Haziran günü Irak hakkında yaptığı ve İran’ın Irak’ta süregiden çatışmada “dar bir mezhepçi gündem” izlediğini iddia ettiği açıklamada görülebilir. İran’ın, Irak’ın toprak bütünlüğünü ve sosyal birliğini koruyan güçleri desteklemesine rağmen böyle söyleniyor. İran’ın izlediği bu politika, mezhepçi bir politikanın yüz seksen derece zıttıdır ve İran hem Irak’ta hem de Suriye’de uzlaşma çağrıları yapmaya devam etmektedir.
İslam Cumhuriyeti’nin söylediği veya yaptığı hiçbir şey Sünnileri yahut herhangi bir başka dini grubu kasten tecrit etmemiş ve hedef almamıştır. Bu, İran’ın politikalarıyla ve dış politikasıyla da uyumlu değildir. İran çoğulcu ve hoşgörülü bir devlettir ve belki de bu tanıma şu anda bölgedeki bütün öteki devletlerden daha fazla uymaktadır. Gerçekte, eğer İran’ın dış politikası herhangi bir dinsel/mezhepsel terimle ifade edilebilirse, yalnızca “Müslüman yanlısı” olarak tanımlanabilir.
Ben bir gayrimüslim olarak, İran’ın mezheplerinden bağımsız olarak dünyadaki bütün Müslümanları destekleme şevkini çok çarpıcı buluyorum. Şii çoğunluklu ülkeyi, Sünni çoğunluklu Filistinlileri desteklemeye iten ve bu yüzden de Siyonistlerin İran’ın prensiplerinden nefret etmesine sebep olan, etnik kimlik veya mezhepten bağımsız olarak ayrımsız bütün Müslümanları destekleme kararlılığıdır. Bu özgün detayı vurgulamak önemlidir, çünkü İran’ın Sünnilere verdiği desteğin, Batı ve İsrail’in düşmanlığını çeken faktör olduğu anlamına gelmektedir. Böylesine kararlılıkla bütün Müslümanları destekleyen bir devlet nasıl mezhepçi olabilir?
Ben Batı’daki okuyucularımın bir anlığına, yazdıklarımı dikkatli bir şekilde düşünmelerini isterim. Mantık olarak, bir ülkenin aynı anda hem dünya çapındaki bütün Müsümanları desteklemeye kendisini adayıp hem de İslam içerisinde şiddete dayalı mezhepçi bir gündem izlemesinin mümkün olmadığını biliriz. Bazıları bu mesele hakkında yoğun bir şekilde yalan söylüyor.
Hakikat şu ki, eğer İran gerçekten mezhepçi olsaydı, şu anda Batı’yla ve İsrail’le herhangi bir ihtilafı olmazdı, çünkü Filistin’deki olaylara veya Siyonizm’in suçlarına hiçbir ilgi göstermiyor olurdu. Bu meseleleri tamamen bırakmış olması gerekirdi, çünkü bunlar doğrudan İranlıları veya Şiileri ilgilendirmiyor.
İran coğrafyasının hayli dışında olan Filistin, İran bakımından hiçbir mezhepsel çıkar sağlayamaz. İran’ın dünyanın bu bölgesine olan ilgisinin mezhepçilik veya İran’ın gücünün soğuk yayılmasıyla ilgisi olamaz, zira Filistinlilerin kaderinin, bölgede İran’ın gücünün saf veya reelpolitik yayılmasıyla bir ilgisi yoktur. İran, Filistinlileri bütün İslam’ı savunma adına desteklemek durumundadır – İran’ın çıkarlarıyla uyum yaratacak bir koşul veya İran’dan yayınlanan hükümlere bağlılık söz konusu değildir.
Eş zamanlı olarak hem İran’ın Filistinlilere verdiği desteğin, hem de varsayılan mezhepçiliğinin Ortadoğu’da istikrarın önünde tehdit oluşturduğunu söylemek hiçbir anlam taşımaz, çünkü bu iki iddia karşılıklı olarak birbirini dışlar. İran’ın bir taraftan mezhepçi olması ve dar öz çıkarlarıyla motive olması, diğer yandan da İran’a yönelik devasa Siyonist nefreti pahasına başka bir mezhepten, uzaktaki bir grubun üyelerini desteklemeye devam etmesi imkansızdır.
İran’ın öteki Müslüman ülkelere ve öteki Müslüman mezheplere yönelik politikası, tersine, fedakarlığa ve bölgesel uyum yönünde duyduğu güçlü arzuya dayanmaktadır. Ne yazık ki, pek çok başka Müslüman ülkenin politikaları, bizzat İslam’a karşı bir haçlı seferine girişmiş olan Amerika Birleşik Devletleri’ne kuklalık ve kölece hizmet tarafından belirlenmektedir. Bu ülkeler Müslümanlar arasında karmaşa, aşırıcılık, istikrarsızlık ve kendi kendine zarar verme ihraç etmekte ve İslam’ı ve insan haklarını görmezden gelen bencilce bir jeopolitik güç oyununun parçası olarak Müslümanları birbiriyle karşı karşıya getirmektedir.
İran’ın mezhepçi olduğu fikrinin yanlış olduğunu gösteren daha açık kanıtlar da var. Üniversite derslerinin çoğunda İran toplumu, başka kültürlere ve dini gruplara karşı alışılmamış derecede toleranslı bir toplum olarak betimlenir. İran’da başka inançlardan ve İslam’ın başka mezheplerinden, barış içinde yaşayan sayısız topluluk vardır. ABD ve İngiltere’deki ateşli İran karşıtı basın bile İran’da dini baskı uygulandığına dair kaydadeğer bir örnek bulamaz. Hiçkimse Şii İslam’ı kabul etmeye zorlanmaz. Kendi inançlarını paylaşmadıkları için Müslümanları aforoz eden İranlı tekfirciler yoktur. İran kültürü, toplumu ve yönetimi üzerine odaklanan bütün yetkin analizler, aynı şekilde çoğulcu ve hoşgörülü bir ülke sonucuna ulaşacaktır.
Bunu, İran’ı bencil mezhepsel amaçlar peşinde koşmakla suçlayan bir bölge ülkesi olan Suudi Arabistan’la karşılaştıralım. Suudi Arabistan kendisini, bölgesel etkisi İran tarafından ayaklar altına alınmış bir büyük güç olarak görmeyi seviyor, fakat rekabet yalnızca Suudi Arabistan’ın ateşli düşlerinde mevcut. Gerçekte Suudi Arabistan’ın sorunu İran değil, Suudi nüfuzunun ve gücünün düşlerini beslemek için var olan sözde Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi, lidersiz terörist imalatlarıdır.
Suudi Arabistan’da Şiiler baskı görür, Yahudilerden iğrenilir ve Hristiyanlar öldürülür. Dahası Suudi Arabistan Irak’ta varsayımsal olarak Sünni azınlık tarafından Şii çoğunluğa karşı yürütülen, Şiilere saldırma temelli mezhepçi obsesyonun yönlendirdiği, bütünüyle mezhepçi bir “ayaklanmayı” desteklemektedir.
Irak’ta ve Suriye’de, Sünnilerin çoğunluğundan destek görmemelerine rağmen bütün Sünnileri temsil ettiğini iddia eden Suudi destekli militanlardan türeyen tekfirci bir güç ideolojisi mevcuttur. Sünnilerin çoğunluğu onları desteklese bile bu barbar grupların yapacağı tek şey, çoğunluğa ve çoğulcu Irak devlet aygıtına karşı mezhepçi bir soykırım kampanyası yürütmek olurdu.
Şimdi bölgede mezhepçiliği gerçekte kimin yaydığıı düşünelim. Suudi Arabistan’ın retoriği açkça anti-Şii’dir. Suudi Arabistan’ın Şiilere karşı hiçbir saygısı olmadığı, yahut onlarla bir arada yaşama yönünde hiçbir arzusunun olmadığı konusunda kimsenin şüphesi yoktur. O halde burada Suudi Arabistan’ı daha derinden analiz etmeye yönelebiliriz. İsrail’e ve Amerika Birleşik Devletleri’ne bakalım.
Onlar bölgedeki mezhepçilikten kaygı duyuyor mu? Peki, mezhepçi anlatıyı kırmak için ne yapıyor? Hiçbir şey.
Resmi söylemler itibariyle ABD ve İsrail mezhepçilikten kaygı duyuyor ve bölgede bir tehdit olarak tanımlıyor. Fakat John Barrasso gibi ABD’li senatörler Irak’ın bölünmesi çağrısı yapınca ve İsrail buna Kürt bağımsızlığını destekleme retoriğini ekleyince, mezhepçiliğin gerçek akbabaları ifşa oluyor.
Irak’taki toplumsal yarılmalar, her aşamada Batı ve bölgesel kukla devletler tarafından kasten körüklendi. Onların mezhepçiliği teşvik etmesinin hiçbir sınırı yoktur. Gerçekte onların Irak’taki yegane anlatısı mezhepçiliktir ve çatışmayı körüklemek için mezhepçi dili kullanmaktadırlar.
Irak’ın bölünmesinin veya Esad’ın devrilmesinin tek muhtemel sonucu, uyumu gözetecek bir İslami düzen yerleştirilemezse, hükümetsiz alanlar, kaos ve derinleşen mezhepçiliğin getirdiği karanlık olacaktır. Hem Suriye’de hem de Irak’ta devleti desteklemek, şu anda mezhepçiliğe karşı tek güvenilir savunma biçimidir ve barışa değer veren herkes bunu anlamalıdır.
Bir rejim çoğulculuğu bırakma yönünde bir adım atıp mezhepçi topluluklara otorite verdiği zaman, mezhepçiliği desteklemiş demektir. İran hiçbir noktada bunu yapmamıştır. ABD ve müttefikleri ise bu tür ulusal parçalanmaları, bölgedeki kendi şiddete dayalı ve bölücü vizyonlarını beslemek için kullanıyor.
İran’ın mezhepçi olduğu iddiasına, İran’ın Filistinlilere olan desteği ve Irak, Suriye ve Lübnan’da birliğe ve barışa olan bağlılığı bağlamında baktığımız zaman, bu iddianın kabul edilemez bir yalan olduğu ortaya çıkar. Bölgedeki yegane mezhepçilik, tek taraflı olarak ve çekinmeksizin, Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgesel müttefikleri tarafından teşvik edilmektedir.
medyaşafak/
Harry J. Bentham/Press TV
-
"Düşman'ın temel planlarından biri bilimsel hareketi durdurmaktır"
Üniversite hocalarından kalabalık bir grubu kabul eden İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, bilimsel, üniversite, kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi alanlardan bir takım önemli konuları gündeme getirdiler.
Bu gruba hitaben bir konuşma yapan İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, İran ve İslam dünyasının gelecek kaderini belirlemede ana unsur olarak bilimsel hareketin ciddi, hızlı ve çok yönlü gelişmesi zaruretini hatırlatarak, bu önemli hedefin tahakkukunun, vatanın ve halkın kalkınması ve gelişmesine aşk besleyenlerin cihadvari faaliyet ve idareciliklerini gerektirdiğini söyledi.
Bu görüşmede fikirlerini açıklayan üniversite hocalarının düşüncelerinin yararlı ve çok iyi fikirler olduğunu belirten İmam Hamanei, burada gündeme getirtilen görüşlerden yetkililerin planlamaları ve fikir teatilerinde yararlanılacağını ve bu görüşlerin etkinliğinin hissedilmesi gerektiğini söyledi.
"Yıllarca ülkenin bilimsel hareketinin öneminin vurgulanması ardından halı hazırda ülkenin bilimsel hareketi büyük başarılar elde etmiş ve dünya çapında da tanınmıştır ve daha doğrusu İran İslam Cumhuriyetinin bilimsel hareketi tüm dünyada görücüye çıkmıştır" ifadesini kullanan İmam Hamanei bilimsel ilerleme alanında kaygılandırıcı bir hususu da hatırlatarak, uzun yıllar büyük mücahede, çaba ve uğraşılar sonucu şu anda yolun yarısına ulaşan ülkenin bilimsel hareketinin, gerileme veya duraksama noktasına duçar olmasının bu konuda en önemli kaygıyı oluşturduğunu söyledi.
Ülkenin bilimsel motor hızının yavaşlaması veya durmasının geri dönüşü de beraberinde getireceği uyarısında bulunan İmam Hamanei, "Eğer bu bilimsel hareket ve inkılap duracak olursa, onun geri getirtilmesi çok zor olur. Bunun için hepimiz tüm gücümüzle ülkenin bilimsel kalkınmasına katkıda bulunmalıyız" dedi.
Ülkenin bilimsel hareketinin durdurulmasının İslam Nizamı düşmanları cephesinin temel komplolarından biri olduğunu hatırlatan İmam Hamanei bu konuda sürekli olarak "Düşman" kavramını dile getirmesine açıklık getirerek, bazılarının düşman kavramının kullanılması ve tekrarlanmasına karşı hassasiyet gösterdiklerini, oysa Kur'anı Kerim'de de defalarca "Şeytan" ve "İblis" kavramlarının tekrarlandığını ve bunun taşıdığı mesajın ise şeytan ve düşman'ın hilesi karşısında gaflete düşülmemesi olduğunu söyledi.
İmam Hamanei şöyle dedi: "Düşman mevzuunu vurgulamak, ülke içindeki sorun ve noksanlıkların göz ardı edilmesi anlamında değildir, ama dış düşmandan gaflet etmek, bize çok büyük zarar verebilecek stratejik bir hata olabilir."