کارگر

کارگر

Suriye’de 19 Farklı Ülkeden Getirilerek Savaşan Teröristler Ne Olacak?                                                         

Suriye şu anda bir tarafında halk, diğer tarafında El Kaide gibi terörist gruplara bağlı silahlı teröristlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Suriye’de halka ve devlete karşı savaşan El Kaide gibi terör örgütlerine bağlı silahlı terör grupları direk olarak Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve bölge üzerinde planları olan ülkeler tarafından finansal ve askeri olarak desteklenmektedir. Ayrıca silahların terörist gruplara ulaşması için İsrailli askeri şirketler aktif olarak çalışmaktadır.

 Suriye devlet ve milletine karşı savaşan terörist tekfiri gruplar 19 farklı ülkeden ülkeye giriş yapmıştır. Bunlardan bazıları Arap ve yabancı ülkelerde ömür boyu hapse mahkum olan mahkumlar! Bu kişiler hapisten çıkarılarak Suriye devletine karşı savaşmaları için kendilerine bir şans verilmektedir.

Suriye devleti geçen ay 19 farklı ülkeden gelerek ülkede kaos ortamı yaratan kişilerden 108 tanesinin ismini yayınladı. Yayınlanan listede: Afganistan, Cezayir, Azerbaycan, Çat, Mısır, Irak, Türkiye, Ürdün, Kuveyt, Libya, Lübnan, Pakistan, Filistin, Katar, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Yemen ve Çeçenistan gibi ülkelerin adı bulunuyor.

Halbuki olaylar daha önce Suriye halkının Beşşar Esad hükümetine karşı bir başkaldırısı ve ayaklanması olarak dünyaya tanıtılmakta ve halkın Suriye devletini istemediği yaygaraları kopartılıyordu. Şu anda tüm bunların Suriye devletini içeriden taşeronlar aracılığı ile masrafsız (Paralar Suudi Arabistan ve Katar gibi Arap ülkelerinden çıkmaktadır!) ve askeri güç kullanmadan (askerler Müslüman devletlerden getirilmekte ve Müslümanlar Müslümanlar eliyle kırdırtılmaktadır) İsrail için parçalanma tezgahı olduğu net olarak ortaya çıkmış bulunuyor.

ABNA

İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Ahmed Vahidi, Suriye'ye her türlü askeri güç gönderildiği haberini yalanladı.

Konu ile ilgili çıkan asılsız haberlere tepki gösteren Tuğgeneral Ahmed Vahidi, İran yönetimi Suriye krizine karşı ilkeli bir politika izlediğini ve Suriye'ye askeri güç göndermeye inanmadığını belirtti.

Tuğgeneral Vahidi Suriye düşmanlarının bu tür yalan iddialarla bölge ve dünya kamuoyunu kandırmaya ve Suriye yönetiminin teröristlere karşı zaferinden saptırmaya ve bu zaferlerde Suriye milleti, devleti ve ordunun rolünü küçümsemeye çalıştığını vurguladı.

Tuğgeneral Vahidi, aslında başka ülkeleri Suriye'ye müdahale etmekle suçlayan devletlerin Irak ve Afganistan'da savaş suçu işlemek ve Filistin ve Lübnan'da Siyonist İsrail'in cinayetlerine destek vermekle bölgeyi savaş alanına çevirdiklerini ve Ortadoğu'da savaş ve şiddeti tırmandırmaktan başka amaçları olmadığını ifade etti.

 

 

 Türkiye Dışişleri Bakanı’nın sözlerine tepki gösteren İran İslami Şura Mecisi Başkanı, Türkiye yanlış hesaplamalarını İran’a ve Hizbullah’a mal etmemesi gerektiğini ifade etti.

Mehr haber ajansı parlamento muhabirinin bildirdiğine göre, bugünkü meclisin açık oturumunda konuşan İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, Suriye arenasında Haz. Zeynep’i(s.a) koruyan Hizbullah’ı takdir ederek, bugünkü Yezidiler Peyğamber(s) efendimizin kabrini bile tahrip etmek niyetinde olduklarını dile getirdi.

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun İran’a yönelttiği suçlamalara tepki gösteren Laricani, Türkiye yanlış hesaplamalarını İran’a ve Hizbullah’a mal etmemesi gerektiğini ifade etti.

Suriye meselesi bir içi mesele olduğunu, bu sorunun içten çözülmesi gerektiğini ve aşırı gruplara silah göndererek bölgedeki ateşin daha alevleneceği İran’ın bu tezini hatırlatan İslami Şura Meclisi Başkanı, durumu yanlış analiz edenler ileriye doğru kaçarak başkaları suçlamadan vazgeçmeleri gerektiğinin altını çizdi.

Laricani, “Bölge güvenliği için etkin rol almayı istekli olan Türkiye yönetimi mezhebi çatışmaların önüne geçmeli ve onu daha da alevlendirmemeli”diye konuştu.

 

 

Muhammed b. Marid şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sa­dık aleyhi selâm) Allah Azze ve Celle’nin "Rahman, arş'a istiva etmiştir."[1] (Ta-ha, 5)” ayetinin anlamı soruldu.

Buyurdu ki: “Her şeye karşı eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir.”

Abdurrahman b. Haccac şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah'a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm), "Rahman, arş'a istiva etmiştir." ayetini sordum.

Buyurdu ki: “Her şeyde eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir. Uzak bir şey O'na uzak olmaz ve yakın bir şey O'na yakın olmaz. Her şey O'na göre eşit konumdadır.”

 Selman-ı Farisî'ye dayandırılan uzun bir hadiste Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve âlih) vefatından sonra Hıristiyanların lideri “Caslik” yüz kişiyle birlikte Medine’ye gelerek Ebu Bekir’e bazı konular hakkında sorular sordu. Onlara cevap veremediğinden onları Emirü’l Müminin’e (aleyhi selâm) yönlendirdiler. Onlar, sorularını sorarak cevaplarını aldılar. Caslik’in sorduğu sorulardan biri de şuydu: “Bana rabbinden haber ver: o nerededir ve nerede idi?” Emirü’l Müminin Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Celalet sahibi olan Allah mekânla vasfedilmez. O olduğu gibidir ve olduğu gibi kalacaktır. Bir mekânda değildi ve bir yerden başka bir yere hareket etmedi. Mekân onu kapsamaz, bilâkis her zaman sınırsız ve keyfiyetsizdi.”

 Dedi ki: “Doğru söyledin. Şimdi de bana rabbinden bahset: acaba O dünyada mıdır, yoksa ahrette mi?” Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Rabbimiz dünyadan önce daima vardı ve her zamanda olacak. O, dünyayı yönetip, ahireti bilendir. Dünya ve ahiretin Onu kapsadığı doğru değildir. O, dünya ve ahirette olan şeyleri bilir.” Dedi ki: “Doğru söyledin. Allah sana rahmet etsin. Sonra şöyle sordu: “Bana rabbinden haber ver: acaba O mu bir şeyi yükler, yoksa bir şey mi Ona yükletilir?” Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Kuşkusuz rabbimiz Celle Celaluhu, yükler, ama yüklenmez.” Nasranî dedi ki: “Bu nasıl olur? Biz İncil’de şöyle okumaktayız: “Rabbinin arş’ını o gün (kıyamet günü) sekiz (melek) başlarının üstünde taşırlar.” Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Arşı melekler taşır. Arş, senin sandığın gibi, taht benzeri bir şey değildir. O sınırlanmış, yaratılmış, plânlanmış bir şeydir. Senin Rabbin Azze ve Celle onun malikidir. Bir şeyin üzerindeki bir şey gibi onun üzerinde değildir. Meleklere onu taşımasını emretti. Onlara verdiği kudretle arş’ı taşırlar.” Nasranî dedi ki: “Doğru söyledin, Allah sana rahmet etsin.”

 Hasan b. Musa el-Haşşab, hadis rivayet ettiği adamlarının bazısın­dan, onlar da Ebu Abdullah’dan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmişlerdir:

 İmam'a Allah Azze ve Celle’nin: "Rahman, arşa istiva etmiştir. (Taha, 5)” ayetiyle ilgili bir soru soruldu. Buyurdu ki: “Her şeye karşı eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir.”

 Ebu Basir şöyle rivayet etmiştir:

 Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah Azze ve Celle’nin bir şeyden veya bir şeyin içinde ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse küfre girmiştir.”

Dedim ki: “Bunu bana açıkla.”

 Buyurdu ki: “Bir şeyin O'nu kapsamasını veya bir şeyin O'nu korumasını ya da bir şeyin O'nu geçmesini kastediyorum.”

 Diğer bir rivayette İmam’ın (aleyhi selâm) şöyle buyurduğu belirtiliyor:

 “Allah'ın bir şeyden olduğunu iddia eden kimse, O'nu sonradan olma bir varlık konumuna indirmiş olur. Allah'ın bir şeyin içinde olduğunu ileri süren kimse, O'nu bir alanla sınırlandırmış olur. O'nun bir şeyin üzerinde olduğunu söyleyen bir kimse, O'nu taşınır bir şey durumuna düşürmüş olur.”

Mukatil b. Süleyman şöyle rivayet etmiştir:

 Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) Allah Azze ve Celle’nin: "Rahman, arşa istiva etmiştir." (Taha, 5) ayetinin ne anlama geldiğini sordum şöyle buyurdu: “Her şeye eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir.”

 Aynı senetle Hammad şöyle rivayet etmiştir:

 Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah Azze ve Celle’nin bir şeyden veya bir şeyin içinde ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse yalan söylemiştir.”

 Mufaddal b. Ömer, şöyle rivayet etmiştir:

 Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah Azze ve Celle’nin bir şeyden veya bir şeyin içinde ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse şirk koşmuştur.” Sonra şöyle buyurdu: “Allah'ın bir şeyden olduğunu iddia eden kimse, O'nu sonradan olma bir varlık konumuna indirmiş olur. Allah'ın bir şeyin içinde olduğunu ileri süren kimse, O'nu bir alanla sınırlandırmış olur. O'nun bir şeyin üzerinde olduğunu söyleyen bir kimse, O'nu taşınır bir şey durumuna düşürmüş olur.”[i]

 ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1]—Sonra arşa kuruldu..." (A'raf, 54) ayeti ile buna benzer ayetlerin anlamı hakkında farklı görüşler vardır. Selefîlerin çoğu, bu ve benzeri ayetlerin müteşabih oldukları ve bu itibarla bunlara ait bilginin Allah'a havale edilmesi gerektiği görüşündedirler. Bunlar dinî gerçekleri incelemeyi, Kur'ân'ın ve sünnetin zahirinin arka plânını irdelemeyi bidat sayarlar. Oysa bu konuda akıl onları hatalı gördüğü gibi, Kur'ân ve sünnet de kendilerini onaylamıyor. Çünkü Kur'ân, Allah'ın ayetleri hakkında akıl yürüt­meyi ısrarla teşvik eder, Allah'ı ve ayetlerini yeterli derecede anlamaya çağırır. Bunun için düşünmeyi, değerlendirmeyi, irdelemeyi ve aklî delillere başvurmayı özendirir. Mütevatir hadisler de bu ayetlerle aynı paralelde mesajlar verirler. Bir şeyin öncülünü, başlangıcını emredip sonucunu yasaklamak anlam­sız olur. Bunlar, Kur'ân'ın ve sünnetin gerçeklerini incelemeyi yasaklayan kimselerdir. Hatta Kelâm il­minin konularını incelemeyi bile yasaklarlar. Oysa kelâm ilminin işi, dinin gerçeklerini zahirî anlamla­rıyla kabul edip onları sıradan halkın anladığı şekliyle korumaktan, sonra da onları dindarların kabul et­tiği yaygın önermelerle savunmaktan ibarettir. "Rahman arşa istiva etti." ifadesi ile de "mülkü ihtiva etti." anlamı kastedilmiştir. Bu, eşyaya nitelik verme bilgisidir. [el-Mîzan, c.8, s.210-211; c.2, s.504]

-------------------------------------------------------------------------------

[i] - Şeyh Saduk (r.a) konu hakkında şöyle buyurmaktadır: Teşbih ekolüne mensup olanlar Allah azze ve celle’nin: “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde (evrede) yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten… (A’raf, 54)” bu ayetini kendilerine delil olarak getirmektedirler. Ancak bu ayette teşbih ekolüne delalet eden bir kanıt bulunmamaktadır. Aziz ve celil Allah’ın “Sonra Arş’a istiva eden…” sözünden maksadı yani Allah, sonra Arş’ı göklerin üstüne taşıdı anlamındadır. Allah ona istiva etmiş ve onun malikidir. Allah azze ve celle’nin ayetindeki “sonra”dan maksadı yani Allah Arş’ı bulunduğu mekâna taşıdı anlamındadır. O’nun taşıması istiva anlamındadır. “İstiva” kelimesini istila anlamında almak doğru değildir. Çünkü Allah Tebareke ve Teâlâ’nın mülk ve eşyaya istilası sonradan elde edilen ve hadis bir olay değildir. Bilakis daim bir şekilde tüm şeylere malik ve musallattı. Aziz ve celil Allah “istiva” kelimesini “sonra” kelimesinden sonra getirmesinin anlamı O’nun Arş’ı mecazi olarak üste taşıması anlamındadır. Aziz ve celil Allah’ın: “Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye kadar sizi deneyeceğiz. (Muhammed, 31)” ayetinde de aynı şekildedir. “Ne’lemu= Belirleyinceye” kelimesini “hatta= kadar” kelimesiyle birlikte zikretmesinin anlamı şudur: Yani mücahitler cihat etsinler ve biz bunu biliyoruz. Çünkü ‘hatta’ kelimesi Arap dilinde sonradan oluşturulan fiiller dışında kullanılmaz. Allah azze ve celle’nin eşyaya olan ilmi de sonradan oluşmuş hadis bir fiil değildir. Allah azze ve celle’nin buradaki şu sözüyle: “Arş’a istiva etti” cümlesini “sonra” kelimesinden sonra getirerek şunu demek istemiştir: Allah istiva etmesi için Arş’ı yükseltti. Buradaki kastı oraya oturması, yerleşip kurulması anlamında değildir. Allah için cisim olduğu ve herhangi bir bedene sahip olduğu düşüncesi caiz değildir. Allah bu tür yakıştırmalardan münezzeh, yüce ve büyüktür.

yorumlar

Bismihi Teala

İBN-İ TEYMİYYE’YE GÖRE ALLAH’IN ELİ VARDIR VE HER İŞ YAPMAK İSTEDİĞİNDE ELİNİ KULLANMAKTADIR.

1. İbn-i Teymiyye Allah’ın ‘el’i olduğunu ve ‘el’ini her iş yapmak istediğinde kullandığını iddia etmektedir. Bakın bu iddiasını ‘Risale-i Tedmüriyye’ adlı kitabının 92. ve 93. sayfasında nasıl dile getirmektedir:

 والكبد والطحال ونحو ذلك هي أعضاء الأكل والشرب، فالغني المنزّه عن ذلك. منزّه عن آلات ذلك. بخلاف اليد، فإنّها للعمل والفعل، وهو سبحانه موصوف بالعمل والفعل...... وهو سبحانه منزّه عن الصاحبة والولد وعن آلات ذلك وأسبابه

Bu metnin Türkçe tercümesi aynen şöyledir: (lütfen dikkatlice ve tekrar, tekrar okuyunuz.) ‘ Ciğer, dalak ve benzeri organlar yemek ve içmekle ilgilidir. (Yemek ve içmekten münezzeh olan) Allah bu organlarda da münezzehtir. Oysa ‘el’ böyle değildir. O, iş ve eylem yapmakla ilgilidir. Yüce Allah iş ve eylem yapma özelliğine sahiptir. (O halde bu, yani, Allah’ın iş ve eylem yapma özelliğine sahip olması onun ‘Kemâl’ sıfatlarındandır. İş yapabilen, yapamayandan daha mükemmeldir.) Yüce Allah, eş ve çocuk sahibi olmaktan ve bunların meydana gelmesine sebep olacak olan organlardan da münezzehtir.’ İbn-i Teymiyye Külliyatı, cilt: 3 sayfa: 76 (İstanbul 1988 Tevhid yayınları)

Link: http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kulliyatlar/ibniteymiyyekitapligi/

İBN-İ TEYMİYYE ‘KÜRSÜ’NÜN, ALLAH’IN AYAKLARININ KOYDUĞU YER OLDUĞU İDDİASINI HARARETLE DESTEKLİYOR.

2. İbn-i Teymiyye , çok beğendiği ve takdir ettiği bir kişiden alıntı yaparak ‘Kürsü’nün Allah’ın ‘ayaklarının’ koyduğu yer olduğunu kabul ve iddia ediyor. İşte İbn-i Teymiyye ‘Risale-i Hameviyye’ adlı kitapta şöyle diyor:

[ قال ابن تيمية في باب الإيمان بالكرسي: ومن قول أهل السنّة: أنّ الكرسي بين يدي العرش وأنّه موضع القدمين

Bu cümlenin Türkçe tercümesi ise şöyledir. [[İbn-i Teymiyye ‘Risale-i Hameviyye’ adlı kitabın ‘Kürsüye iman’ başlıklı bölümde şöyle diyor: Muhammed oğlu Abdullah dedi ki: ‘Ehli sünnet’in! görüşlerinden birisi de: ‘Kürsü’, ‘arşın’ önündedir, ve o ‘Kürsü’ iki ayağın konulduğu yerdir. ]] Bu sözün daha açık manası şudur: (Haşa) Allah, ‘Arş’ta oturmaktadır ve iki ayağını da ‘Kürsü’ye koymuştur. Dikkat edilirse İbn-i Teymiyye, yukarıda da söylediğim gibi kendisinin ‘ehl-i sünnet’ olduğun iddia etmekte ve ‘kürsü’ hakkındaki bu cüretkâr ve yakışıksız sözlerini de ‘ehli sünnetin görüşü olduğunu söylemektedir

Kitap temini için Bakınıuz: (Ehli Sünnetin Muhaliflere Cevabı ) http://www.guraba.com.tr/Guraba-Yayinevi/Akide/Ehli-Sunnetin-Muhaliflere-Cevabi.html

Bazı İslâm alimleri, İbn-i Teymiyye gibi düşünenleri şöyle diyerek sıkıştırırlar: Eğer Allah (haşa) ‘arş’ta olsaydı, bu durumda yüce Allah yarattıklarına muhtaç olurdu. İbn-i Teymiyye, kendisine bunları söyleyen İslâm alimlerini kendince şunları söyleyerek susturmaya çalışıyor: [[ Durum böyle olduğu halde şimdi nasıl oluyor da Allah, ‘arşın’ üzerinde oturuyorsa, ‘arşına’ muhtaç olduğu ve ‘arş’ çöktüğü takdirde Allah’ın yuvarlanacağı vehim edilebilir? Bütün eksikliklerden arınmış olan yüce Allah, zalim ve münkirlerin söylediklerinden çok yücedir.]] (İbn-i Teymiyye Külliyatı cilt: 3 sayfa: 50 İstanbul, 1988)

Muhammed b. Abdu'l Vehhab' tarafından yazılmış olan "Fethu'l-Mecid ala Şerhu Kitabi't-Tevhid" adlı eserinin

Şeyhülislam İbn Teymiye derki:

"İşte Allah'ın Kitabı baştan sona dek, aynı şekilde Rasulü'nün Sünneti, sahabe ve tabiinin ve müçtehid imamların sözleri tamamen bunlarla doludur. Hepsi de, Allahu Teala'nın her şeyin üstünde, semavatın üstünde, Arş'ının üzerinde istiva etmiş olduğunu naslarıyla ortaya koymakta ve açıkça belirtmektedirler.

İbn Vehb demiştir ki:

"Biz İmam Malik'in yanında idik. Bir adam geldi ve:

"Ey Ebu Abdullah! Rahman'ın Arş'a istivası nasıldır?" dedi. İmam Malik (r.a.) başını eğdi, buram buram terlemeye başladı ve dedi ki:

"Rahman Arş'a istiva etti. Tıpkı nefsini vasfettiği gibi. Bu bakımdan "nasıl" diye sorulmaz. Çünkü, "nasıl" ondan aldırılmıştır. Sen bid'at sahibi birisin. Çıkarın onu." (Beyhaki sahih bir isnadla İbn Vehb'ten rivayet etmiştir)

Buhari, Salih'inde der ki:

"Mücahid dedi ki:

"İstiva; 'Arşı'nın üstünde yükseldi' demektir."

İshak b. Rahuye de der ki:

"Bir çok müfessirden dinledim, şöyle diyorlar:

"Rahman Arş'a istiva etti" demek, "yükseldi, üstüne çıktı" demektir."

Muhammed İbn Cerir Taberi de, "Rahman Arş'a istiva etti" ayetiyle ilgili olarak şöyle demiştir:

"Yükseldi,üstüne çıktı. Bunun şahitleri, örnekleri sahabe, tabiin ve tebei tabiinin sözlerinde bir hayli çoktur. İşte bunların birisi de Abdullah b. Revaha'nın sözüdür. Der ki:

"Allah'ın vaadinin hak, kafirlerin yerinin de ateş olduğuna tanıklık ederim. Aynı zamanda Arş, suyun üstünde dolaşmakta, Arş'ın da üstünde alemlerin Rabbi Allah'ımız. Meleklerin onu taşımakta olduklarına da şehadet ederim."

Ebu Amr Talemneki, "Kitabul Usul" adlı eserinde der ki:

"Ehli Sünnetten müslümanlar arasında, Allah'ın zatıyla Arş'ının üzerinde istiva ettiği konusunda icma vardır."

Yine bu kitapta der ki:

"Ehli Sünnetin icmaına göre, Allah, mecazi manada değil, gerçek anlamda Arş'ının üzerinde istiva etmiştir."

Daha sonra kendi senediyle Malik'ten, onun şu sözünü aktarır:

"Allah göktedir, ilmi ise her yerdedir."

Sonra yine aynı kitapta der ki:

"Ehli Sünnetten müslümanların icmaına göre, nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir" kavlinin manası ve Kur'an'da buna benzer ifadelerin manası, bunun Allah'ın ilmi olduğudur. Allah zatıyla göklerin üstündedir, Arş'ının üstünde nasıl dilerse öyle istiva etmiştir."

İşte bu, onun kitabındaki lafızdır.

"Evzai'den şöyle söylediğini dinledim:

"Biz -tabiundan çok sayıda kişi- şöyle derdik:

"Gerçekten Allah Arş'ın üstündedir. Sıfatlarıyla ilgili olarak Sünnette gelene iman ederiz." (Beyhaki 'Sıfat' kitabında tahric etmiştir, ravileri sika imamlardır)

Kaynak :http://www.ayetler.com/data/kitaplar/kitap.htm (buradan indirilebilir İçindekiler - 4. Bölüm - ALLAH (C.C.)'I GEREKTİRDİĞİ GİBİ TAKTİR ETMEK Başlıklı bab)

Kitabı " http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=584010&sa=140498140 " buradan teminde edilebilir...

İBN-İ TEYMİYYE’YE GÖRE, ALLAH BELLİ BİR YÖNDE (ARŞ’TA) BULUNUYOR VE ALLAH’IN BELLİ BİR HACMİ VARDIR.

3. İbn-i Teymiyye, Allah’a bir yön tayin ederek, (haşa) onun belli bir yönde bulunduğunu ve belli bir hacminin olduğunu iddia ediyor. Bakınız İbn-i Teymiyye, ‘Minhac-ussünne’ isimli kitapta neler söylüyor:

[ وإذا ردّ ذالك تعيّن أن يكون في الجهة. فثبت أنّه في الجهة علا التقدرين ]

Manası ise şöyledir: [[…… Bunu reddettiği zaman onun (Allah’ın), belli bir yönde olduğu kesinleşmiş olur. Her iki durumda da onun (Allah’ın) belli bir yönde olduğu ispatlanmış olur.]]

İbn-i Teymiyye’nin Allah hakkındaki düşüncelerini özetlemek gerekirse, İbn- Teymiyye Allah’ı cisimleştirerek müşahhas hale getirmek istemektedir. Bulunduğu çevrede yaşayan Hıristiyanların inanç, felsefe, düşünce, kültür ve geleneklerinin etkisinde kalarak Hıristiyanların ‘İlâh’ına benzer bir ‘Allah’ şekillendirme gayreti içerisinde olduğu ortaya çıkmaktadır. İşin garip tarafı bu inanç ve düşüncesini ispatlamak için geçmişe yönelik yalan, çarpık ve zorlama deliller yoluyla referanslar ortaya koymaya çalışmakta ve bütün bu görüşlerin ‘Ehli sünnet’in görüşleri olduğunu iddia etmektedir. Ehli sünnet alimlerinin ‘inanç’ ve ‘itikat’la ilgili görüş ve düşüncelerini ve bu husustaki delillerini açıkladığı kitapları okuyan herkesin ‘Ehli sünnet’ alimlerinin İbn-i Teymiyye’nin savunduğu görüşlerden ne kadar uzak olduklarını ve bu düşünceleri reddettiklerini ve hayatları boyunca bu fikir, inanç ve düşüncelerle mücadele ettikleri göreceklerdir.

Hizbullah'ın mezhepçilikle suçlanmasına tepki gösteren Nasrallah, "Biz, Bosna Hersek'te Sünnileri savunmak için savaşmıştık" dedi.

Lübnan İslami Direnişi Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, "Biz, Sünnileri savunmak için Bosna Hersek'te savaşmıştık" diyerek, son dönemde Hizbullah'ı hedef alan mezhepçilik suçlamalarına tepki gösterdi.

Nasrallah'ın konuşmasının geniş özetini sunuyoruz:

Sizlerin zafer bayramınızı, işgalden kurtuluş bayramınızı kutluyorum.

Şuan, tüm şehitleri, kurbanları, ailelerini, yaralıları, fedakarlıkları, özgürlüğüne kavuşan esirleri, halkımızı, topraklarında direnen ailelerimizi, ordu, halk ve direnişten kurbanlar verenleri, Filistinlilerden ve Suriyelilerden kurbanlar verenleri saygıyla anıyoruz.

Bu yıl kutlamalara ev sahipliği yapan Batı Beka ehlini özellikle de selamlıyorum. Bu güzel toprakların halkı, büyük şehitler verdiler, büyük fedakarlıklarda bulundular.

25 Mayıs 2000, Allah'ın günlerinden bir gündür, Allah'ın rahmetinin, bereketinin, yardımının, desteğinin direnen halkımız üzerinde tecelli ettiği bir gündür. Allah'ın öfkesinin Siyonist işgalciler üzerinde tecelli ettiği bir gündür.

Böylesine bir gün, direniş ve kurtuluş bayramı oldu. Bu gün bizim zihinlerimizde canlı kalmalı ve gelecek nesillere de aktarılmalıdır. Çünkü bugünde derin bir ulusal tecrübe, büyük fedakarlıklar, dersler, ibretler, acılar, umutlar vardır. Çünkü bugün, şerefli aziz bir geleceğe acılan yoldur.

Böylesine bir günde, Filistin direnişinin gücüyle İsrail'in Gazze'den çıkışı ve Irak direnişinin gücüyle de Amerika'nın Irak'tan çıkışı gibi asrımızda olan olayları da hatırlamamız gerekiyor. Bu günler, Amerika-Siyonist proje tarafından hedef alınan tüm ümmetin bayramına dönüşmelidir.

Nekbe ve Nekse gibi acı günleri de unutmamamız gerekiyor. Muasır tarihimizde, Nekbe de Nekse de zaferler de var. 1948'deki Nekbe sadece Filistin'in değil tüm Arap ve Müslümanların, bölgedeki tüm Hristiyan ve Müslümanların Nekbe'sidir. Sadece bir halkı ilgilendiriyormuşçasına yaklaşmak hatadır.

Ders çıkarmak için Nekse gibi acı olayları hatırlamamız gerekiyor. Bazıları bu tür olayları unutmamızı istiyor. Çünkü bizlerin hatırasız, tarihsiz ve davasız kalmamızı istiyorlar.

Biz bu yıl direniş ve kurtuluş bayramını kutlarken bazı tehlikelerle karşı karşıyayız. Bu tehlikelerin başlıca iki tanesi şunlardır. Birincisi İsrail'dir, İsrail'in amaçları ve projeler.. İkincisi ise Suriye'de meydana gelen olaylar, evlerimizin kapılarımızın önünde tekfirci hareketlerin ortaya çıkmasıdır.

Kuzeye ve güneye bakmak zorunda kaldığımız günleri yaşıyoruz. Güneye bakmamız gerekiyor çünkü İsrail, projelerine devam ediyor. 2006 savaşından itibaren kendisini yeni savaş için eğitiyor, hazırlıyor. 2006 Temmuz savaşından sonra İsrail, 1., 2., 3., 4. dönüm noktası .. tatbikatları yaptı. İç cephe düzeyinde yapılan bu tatbikatlara herkes katıldı.

İsrail, Pazar günü yine iç cephe tatbikatı yapacak. Ama bu defa, tatbikatı "Dönüm Noktası 7" yerine "Sağlam Cephe 1" tatbikatı olarak adlandırdılar. Bununla savaşa hazır olduklarını kastediyor.İsrail, her gün Lübnan'ı tehdit ediyor, her gün hazırlıklarını üst düzey derecede tutuyor, Suriye'ye saldırıyor ve tehdit ediyor.

Bugün, açıkça konuşacağım. Çünkü vakit, başları toprağa gömme zamanı değil. Vakit, başları dik tutma ve fırtınalara karşı mücadele etme zamanıdır. İsrail, 2006 Temmuz'undan beri iç cephesini güçlendirir ve savaş için hazırlık yaparken bizler ne yaptık? Devlet ne yaptı? Halk ne yaptı? Hepimiz, güçlü ve kadir bir ordu istiyoruz. Fakat ordunun hazırlığında, silahlandırılmasında nereye geldik?

Biz bu soruları sorunca, ya cevap alamıyoruz ya da Amerika'nın ordunun silahlandırılmasına veto uyguladığını söylüyorlar. Bu doğru. Ordunun silahlandırılması yasak. Suriye'nin de S-300'e sahip olması yasak. Çünkü Arap devletlerine stratejik silahların satılması durumunda, dengeler değişecek. Lübnan ordusunu silahlandırmıyorlar. Çünkü ordumuz, milli bir ordudur. Silaha sahip olması halinde direniş gibi savaşacaktır. Çünkü ordudaki asker ve subaylar, bu vatanın evlatlarıdır. Lübnan İç Cephe Sorumlusu kim?Lübnan'da düşmanın saldırısına karşı hazırlık kesinlikle yok! Ne sığınaklar ne güvenlikli odalar var.

İsrailliler, Lübnan sınırında yerleşim merkezleri inşa ediyor. Dünyanın farklı bölgelerinden gelen Yahudiler, hazırlıyor ve eğitiyor. Çünkü onların rolü, sınır şeridinin güvenliğidir. Bizde ise sınırda yüzyıllardır var olan köyler var. Devletten beklenen, burada yaşayanları korumasıdır.

Bir kaç hafta önce İsrail, Golan'daki yerleşimcilerin silahlandırılmasını konuşuyor. Bizim sınırdaki halkımızın elinde ise silahları var. Bizdeki siyasiler ise sınırdaki köylerimizdeki halkın elinde bulunan silahların yasadışı olduğunu söylüyor ve toplanması çağrısı yapıyor. Sorun, Lübnan devletinin İsrail'e düşman muamelesinde bulunmamasıdır.

Bugün Lübnan, İsrail'i Güney Lübnan'dan çıkarabilecek ve 2006 Temmuz'unda olduğu gibi mücadele edebilecek güce sahiptir. Direniş, 2006'dan beri silahlanmaya devam ediyor, savaşa hazırlanıyor. İsrail'i Lübnan'a baktığında korkutan da direniştir. Lübnan'da çok sayıda kişinin direnişten nasıl kurtulabileceğini düşünüyor olmasına rağmen.

Direnişin silahını toplamayı düşünenler, bunu asla başaramayacaklar. Çünkü İsrail'e karşı savaşan direnişe, halk kucak açmaktadır. Devlet, şuan direnişin yaptığı görevi yerine getirinceye kadar silah bırakmayacağız. Çünkü şuanda devlet, Sayda'daki şehidin cenazesini bile koruyamayacak güçtedir.

Güçlü ve adil bir devletin kurulması halinde o devletin emri altında savaşacağız.

Burada gerçek bir tehdit var, İsrail hazırlığını sürdürüyor ve gelişmeleri takip ediyor.

Direnişteki sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edeceğiz. Baskılar ve karalama kampanyaları bizi yıldıramaz.

Direniş, ülkesini savunmaya devam edecek, başı dik olarak kalacaktır.

Devletin varlığı, herhangi bir boşluk ve kaostan efdaldir.

Devlette boşluk istemediğimizin delili, milletvekili seçimi için adaylarımızı 60 Kanun'a göre sunmamızdır.

Lübnan'ı Suriye'deki kanlı çatışmalardan uzak tutalım. Eğer biz, Suriye'de savaşmak isteseydik savaşırdık.

Trablus'taki çatışmalar durmalıdır. Bu çatışmalarda ufuk gözükmüyor. Ordunun Trablus'ta hakimiyetini sağlaması gerekiyor.

Suriye'de yaşanan olaylar gerçekten de çok önemli.

Suriye liderliği, en başında diyalogu kabul etti fakat muhalefet, yanlış verilere dayanarak hareket ettiği için diyalogu reddetti.

Suriye'nin maruz kaldığı saldırıda karar sahibi olan Amerika'dır, destekçisi de İsrail'dir. El-Kaide'de buna dahil oldu.

Suriye'ye karşı uluslararası bir savaş sürüyor.

Hizbullah'tan çok az bir grubun Suriye'de bulunması, Suriye Dostlarını rahatsız etti. Fakat Suriye'de bulunan binlerce silahlı, Suriye Dostları'nı rahatsız etmiyor.

Krizin çözümü için kabul edilebilir öneriler gündeme geldi, Suriye liderliği bu önerileri kabul etti fakat bölge ülkeleri reddetti.

Suriye'deki silahlı gruplara önderlik eden, tekfirci akımlardır.

Bazı Arap devletleri, hem Suriye rejiminden kurtulmak hem de tekfircilerden kurtulmak için tekfircilerin kendi topraklarından Suriye'ye geçişini kolaylaştırıyor.

Tekfirci cemaatlerin, Lübnan'a sınır olan şehirlerde kontrolü ele geçirmesi, tüm Lübnanlılar için tehlike oluşturmaktadır.

Suriye'de savaşanlar, Tekfirci Irak İslam Devleti'nin uzantılarıdır.

Suriye, direnişin sırtıdır, destekçisi olmuştur. Direniş, sırtına vurulan darbe karşısında elleri kolları bağlı durmayacaktır.

Eğer Suriye düşerse, Filistin gider.

Hizbullah'ın, Amerika, İsrail ve tekfircilerin bulunduğu cephede durması mümkün değildir.

Biz bu duruşumuzla, Lübnan'ı, Filistin'i ve Suriye'yi savunuyoruz.

Hakkımızdaki karalama kampanyaları, Suriye'ye müdahalede bulunsak da bulunmasak da durmayacaktır.

AB'nin bizi, terör listesine alma tehdidi, bizi ilgilendirmiyor.

Bosna Hersek'te Müslümanları savunmak için savaştık. Orada Şiiler yoktu Sünniler vardı.

Biz şuan yeni bir merhaledeyiz. Biz, yolu sürdüreceğiz ve her şeye katlanacağız. Size her zaman zaferler vaadettiğim gibi yine yeniden zaferler vaadediyorum.

 

 

 Allah’ın adıyla…

Emperyalizmin Ortadoğu’daki yeni stratejisinin “mezhep çatışması” üzerine kurulduğu artık gizli değil… Ortadoğu’ya hakim olabilme ve özellikle de İsrail’in güvenliğinin sağlanması için başvurulan yeni taktik bu: Orada bulunan ülkelerin birbirleri ile “kavgalı” olması ve kendi içişlerinde de büyük karmaşalar yaşanması… Özellikle Suriye’yi düşürme ve direniş aksını koparma girişimi de mezhep ayrımı üzerine kurulmuş, itiraz edecek olanların itirazına “kulak verilmemesi” için “mezhebi kimlik” özellikle ön plana çıkarılmış… Bu cümleden olarak, Esad üzerinden Alevileri aşağılama ve ötekileştirme, İran ve Hizbullah üzerinden de Şiilik ve Şiileri hedef tahtasına oturtma ameliyesi sonuç vermiş, dün “Ümmetin kahramanları” olarak selamlananlar, bu gün “baş düşman” olarak addedilmeye başlanmış… Ülkeler, ülkelerin yöneticileri artık mezhepleri ile beraber anılıyor. Özellikle de Şii olanlar… Bunlar artık sıradanlaştı…

Bu çok tehlikeli oyun, bütün hızıyla ülkemizde de sahneleniyor… Suriye'de “taraf” olmanın verdiği psikoloji o kadar sarmalamış ki yöneticileri ve yandaşlarını, bu yangının bırakın farkına varmayı, odun taşıyıcısı konumuna itecek söylem ve eylemleri görmüyorlar bile… Ülkemizde 15 milyon civarında bir Alevi nüfusu var… Yöneticilerimizden tutun, medyaya kadar herkesin kullandığı dilin, verdiği tepkinin hassasiyetleri gözetecek şekilde olması gerekmez mi?... Ama ne gezer? Bizzat Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik, Suriye politikalarını eleştiren Kılıçdaroğlu’na; "Acaba Sayın Kılıçdaroğlu mezhep yakınlığı dayanışmasıyla mı Suriye’ye bu manada sahip çıkıyor" diye çatmakta bir beis görmüyor. Hükümete yakın medya, özellikle de Nurcular cemaati ile ilişkili olanlar Esad, İran ve Hizbullah üzerinden öyle mezhebi argümanlar kullanıyorlar ki, mezhebi karışıklık çıkarmak için özellikle mi gayret gösteriyorlar diye sorası geliyor insanın… Her gün, mutlaka bir vesileyle içinde "Şiilik, Şiiler, Aleviler" barındıran cümlelerle mezhebi hassasiyetleri kaşınıyor, tahrik gücü yüksek söylemlerle yorumlar yapılıyor. Televizyon dizileri de bu anlamda "önemli işlevler" icra ediyor... "Kurtlar Vadisi" gibi, "Derin Devlet Osmanlı" gibi hükümete yakın kanallarda gösterilen diziler işin tuzu biberi... İnternet medyasında ise durum daha vahim… Yazıların altına alınan yorumlar tam bir fecaat… Özellikle kendilerini "İslamcı" ya da en azından "Muhafazakar" olarak addeden sivil toplum kuruluşları da bu korodan geri kalmıyorlar... Birkaç gün önce bir “İslamcı” sivil toplum kuruluşunun başkanının Şiilik ile ilgili açıklamaları yenilir yutulur cinsten değil…

Bütün bunlara rahmet okutacak başka bir gelişme var…Suriye’nin Lübnan sınırında bulunan Kusayr kasabasında Suriye askerlerinin sağladığı askeri başarının acısıyla, ülkemizde bulunan Özgür Suriye Ordusu sözcüsü Abdulhamit Zekeriya, El Arabiya televizyonuna yaptığı açıklamada; Kusayr’ın Suriye yönetiminin eline geçmesi durumunda Suriye’deki Şiilerin ve Alevilerin “haritadan silineceğini” söylemiş… İşin vahim olan kısmı, bu açıklamayı Türkiye’den yapmış olması…

Reyhanlı’daki katliam üzerine hükümet yandaşı medyanın, açıkça Alevi düşmanlığı yapması ve bazı ellerin de “Alevileri kışkırtmak” üzere faaliyette olması sizi de dehşete düşürmüyor mu? Bu ülke mezhep çatışmasından az mı çekti? Onca acı yetmedi mi?

Bir başka husus daha… Halkının yarıdan fazlası Şii olan Iğdır ile ilgili yine bir “İran casusluğu” masalı dillendirildi geçende… Hürriyet Gazetesi tarafından servis edilen ve İstanbul’da, masa başında hazırlandığı, basit ve komik içeriğinden de kolayca anlaşılan haber (1), Iğdır Valiliğince de resmen yalanlandı (2) . Iğdır’da, “kritik noktalarda bulunan bürokratlardan, İran’dan getirilen kadınlarla muta nikâhı yapılarak bilgi sızdırıldığı, bu yolla “casusluk”yapıldığı” iddiası üzerine Iğdır Valiliği bir basın açıklaması yapmış ve haberin içeriğinin asılsız olduğunu belirtmiş. Valiliğin açıklamasından da anlaşılacağı gibi, bu bir " Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak ve Örgüt faaliyeti Çerçevesinde Göçmen Kaçakçılığı Yapmak, Fuhşa Yer temini ve Aracılık Etmek, Rüşvet Almak ve Vermek " suçlarına yönelik bir operasyon… Böyle bir operasyondan devşirilen haberin mahiyeti dehşet verici değil mi?... Habere "İran" ve " Muta nikahı" gibi Şiiliği çağrıştıran unsurlar özellikle katılmış... Ve haberin altına da “muta nikahının” Şiilere ait bir uygulama olduğu özellikle belirtilmiş… Iğdır Valiliğinin hassasiyeti takdire şayan. Ancak bu tür haberlerin neden ısrarla yapıldığı, ne gibi oyunlar tezgâhlandığı, bununla kimin ne amaçladığı, sorusu da orta yerde duruyor…

Iğdırlılar, Iğdır Valiliğinin yaptığı resmi açıklamayı yeterli görmüş ve bu yalan haberi sadece yerel gazetelerde yayınlamakla yetinmişlerdi. Ancak 24.05. 2013 tarihli Sabah gazetesi, bu olayı ısıtıp, yeniden servis edince, bu haberin hiç de “öylesine” yapılmış bir haber olmadığı düşünülmeye başlandı…(3)

Sabah adlı yandaş gazete, yukarıda da belirttiğimiz haberi, çok daha allayıp pullayarak vermiş… Gösterdiği kaynak ise çok ilginç: 11 Mayıs tarihli Hürriyet Gazetesi’nin, yukarıda da belirttiğimiz haberi… Ancak, Sabah gazetesi hızını alamadığından olacak, Hürriyet’in o haberinde yer almayan bir çok ayrıntı da eklemiş… Ne kadar ilginç değil mi? Kaynağın kendisinde olmayan bilgiler!... Mesela Hürriyet’in haberinde hiçbir isim geçmezken, Sabah’ın haberi isimlerle ve o isimlerin açıklamaları ile dolu… “Soruşturma Dosyasına giren” diye belirtilen açıklamalar, neden kaynak gösterilen haberde yok? Eğer bu soruşturma dosyası, bizzat Sabah gazetesi tarafından ele geçirildiyse, neden kaynak olarak Hürriyet gazetesi gösteriliyor?!

Hürriyet’in haberinde olmayan bir başka ayrıntı da “Grup muta” haberi!... Muta nikahı ile ilgili hiçbir bilgileri olmayan bu masa başı kalemşörlerin, Şiileri karalamak, kötülemek, aşağılamak için yapmayacakları şey yok herhalde… Bunlar Allah’tan korkmuyorlar, ama insanlardan da mı utanmıyorlar? Zaten haberin başlığı da “Sabaha kadar Muta”!...Haber kaynağını dahi gölgede bırakacak bu uydurmalarla ne amaçladıkları az çok belli değil mi?

Sabah’ın haberinde, ilginç bir ayrıntı daha var! Diyor ki Sabah; “Ajanlık yaptığı iddia edilen İranlı 10 kadın ise sınırdışı edildi.”… Ajanlık yapanlar ne zamandan beri sınır dışı ediliyor? Ajanlık büyük bir suç değil midir? Bu ne çelişki? Yalanları içinde gizli…

Haberden; “Kritik yerlerdeki bürokratlar”dan kastın Asker ve polisler olduğu anlaşılıyor. Iğdır’da “Şii” olan asker ve polis mi var ki; onlar “muta nikahı”na inansınlar ve muta yapsınlar?!... Hani muta, sadece Şiilere has bir inançtı?!...

Yani neresinden tutsan orası dökülen bu haberin, 13 gün sonra yeniden hem de daha çirkef, daha rezil bir şekilde, iftiralara yeni ve katmerlisini ekleyerek servis edilmesi neyin işaretidir? Ne amaçlanıyor? Ne yapılmak isteniyor? Bir inancın, İslam fıkhıyla ilgili bir ayrıntının bu kadar alçakça ve iğrenç bir şekilde örselenmesi, o inanca sahip vatandaşların, diğerleri gözünde “öteki” duruma düşürülmesi kimin işine yarar? Iğdır'ın adının, ikide bir böyle uyduruk "casusluk" haberleriyle gündeme getirmenin arkaplanı nedir?

Bilindiği gibi geçen yıl Eylül ayında da yine Iğdır’da “casusluk” ile ilgili manipüle haberler yapılmış, Iğdırlı Caferilerin İran adına casusluk yaptıkları iddia edilmiş, ancak konu ile ilgili onca soru işaretinin yanında, sanıkların hiç birisinin Caferi-Şii dahi olmadığı anlaşılmıştı… (4). Ve şimdi de bu haber…

Haberler bitmiyor ki!... İşte haber 7’den bir başka haber: “ Kim bir Sünniyi öldürürse cennete girer”… (5)

Suriye'nin Kusayr kasabasında Suriye askerleri ile çarpışan muhaliflerin açıklamalarını içeren haber, hedef tahtasına yine Hizbullah üzerinden Şiileri oturtuyor... Haberde Hizbullah militanlarına ait olduğu iddia edilen bazı eşyalar gösteriliyor ve bu eşyalardan çıkarılan sonuca göre Hizbullah militanlarının "inançları gereği", "sünni öldürerek cennete girmek için" Kusayr'a geldikleri özellikle vurgulanıyor... Verilen videoda, gösterilen eşyaların Hizbullah elemanlarına ait olduğuna dair hiç bir belirti yok. Sadece bazı kağıtlar, bazı yazılar, bazı yeşil renkli şeritler gösterilip, bunların Hizbullah'tan "ganimet alındığı" ve bu eşyaların Hizbullah'ın Suriye'de savaştığının delilleri olduğu iddia ediliyor... Hiç bir inandırıcılığı olmayan bu iddialar bir yana, bizi asıl dehşete düşüren, o eşyalar içinde olduğu iddia edilen bir kitapçıkla ilgili iddia!... Haberde de başlık olarak bu kısım öne çıkarılmış. Haberin o kısmı şöyle:

"Hizbullah örgütünden elde edilen bu ganimetlerde ise Kusayr'da Hizbullah'ın varlığının kanıtı olarak gösteriliyor. Ganimetler arasında 'Cennet'in anahtarı' diye bir kitap ta var. Bu kitapta ise 'Kim bir sünni öldürürse cennete girer' diye uydurma bir hadis var."

"Cennetin Anahtarı" adlı kitap dedikleri, Şia'nın meşhur dua kitabı Mefatih'ul Cinan! Mefatih'ul Cinan'ın anlamı "Cennet'in Anahtarları"... Bir dua kitabı olan Mefatih'ul Cinan'da "Kim bir Sünni öldürürse cennete girer" diye bir hadis asla yok! Zaten bir hadis kitabı olmayan Mefatih, dua ve münacaatlar, Ziyaretnameler, Üç aylarda ve yılın diğer günlerinde yapılması tavsiye edilen ameller ve okunacak zikir ve dualar içermekte... Nereden buldukları belli olunmayan bir kitap üzerinden, o kitapta asla olmayan bir ibareyi, "Şiilerin inancı" diye pazarlamak hangi dine, hangi inanca sığar? En önemlisi de Haber 7 bu uydurma bilgiyi, araştırmadan, soruşturmadan nasıl böyle iştahla verebilir? Şiileri sevmeyebilirsiniz!... Ama iftira atmanın ne büyük bir vebal olduğunu da mı bilmezsiniz? Sizde hiç Allah korkusu yok mu? Selefilerin, hergün onlarcası yayınlanan vahşet görüntülerini örtmek için mi bu çabanız?

Ey yandaş basın! Bu şekilde, yalanlarla, iftiralarla tahrik ettiğiniz vatandaşlarınızın, yarın yapabilecekleri taşkınlıkların oluşturacağı yangının bu ülkeye hiç bir faydasının olmayacağını hesap edemiyor musunuz?

Son söz, Allah korusun ülkemizi de içine alabilecek "mezhep kavgası" yangınına odun taşımak yerine, bu yangını en azından kendimizden uzak tutmak ve acısını bizzat yaşayarak gördüğümüz bu fitneye karşı uyanık olmak hepimizin vazifesi... Ama en çok da icra gücünü elinde tutanların, halkı yönlendirme gücüne sahip olanların...

Allah basiretimizi açık etsin...

---------------

(1) 11 Mayıs 2013, Hürriyet gazetesi

(http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23254147.asp)

(2) Yeşil Iğdır Gazetesi, Pazartesi, Mayıs 13 2013

(http://www.yesiligdir.com/igdir-duyuru-haberleri-son-duyurular/item/11899-igd-r-valiliginden-gazete-haberlerine-bas-n-ac-klamas.html).

(3) 24.05.2013, Sabah Gazetesi

http://www.internethaber.com/sabaha-kadar-muta-nikahi-1000-tl-538926h.htm

(4) http://www.rasthaber.com/yazar_13629_491_igdir-siileri-ajan-ha.html

(5) 24.05.2013 haber 7 sitesi

http://www.haber7.com/ortadogu/haber/1030392-kim-bir-sunniyi-oldururse-cennete-girer

MUHSİN KÜÇÜKER

 

 

TV Net'te yayınlanan 2 Görüş programına katılan AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, programın sunucusu Gürkan Hacır ile Suriye konusunda polemiğe girdi.

Canlı yayında Esad güçlerinin Suriye halkına kimyasal silah kullandığını anlatan Metiner, sunucu tarafından bunun tam tersinin olduğunu belirtmesi üzerine gergin anlar yaşandı.

Metiner’in “Sen Esad'ın avukatı mısın?” sözlerine sinirlenen program sunucu Gürkan Hacır'ın Metiner’e cevabı“Ben Amerika’nın İsrail’in uşağı olacağıma Müslüman Esad'ın yanında olurum“ oldu.

Gerilimin arttığı dakikalarda suskun kalmayı tercih eden Mehmet Metiner “Sözün bittiği yerdeyiz”demekle yetindi.

 

HABERİN VİDEOSU İÇİN...

http://video.rasthaber.com/123_34970_-abd-ve-israilin-usagi-olacagima-musluman-esad-in-yaninda-olurum-.html

 

Cumartesi, 25 May 2013 09:47

"Niye Kuseyr?"

" (El Menar)Sitesinde verdiği demeçte Cabir, Suriye ordusunun Kuseyr'de kontrolü sağlamayı başarması ile Humus savaşının bittiğini belirtti. Cabir'e göre bu avantaj ile Suriye ordusu Humus'tan, Asi'nin doğusu boyunca Lazkiye'ye kadar uzanan bölgede kontrolü sağlayacaktır."

 

Suriye'deki ''küresel savaş'', Lübnan sınırından 15 km., Humus merkezden 35 km. uzaklıkta, silahlı muhalefetin kalesi olarak görülen ve stratejik bakımından önemli bir yer olan Kuseyr'de devam ediyor.

 Kuseyr, Suriye krizi boyunca, silahlı grupların Humus'taki savaşlarına kaynak sağladıkları bir karargah konumundaydı. Humus, saha ve nüfus bakımından Suriye'nin en büyük kentidir. Şam'ın ve sahil bölgelerinin Humus'a bağlandığı yolların kesişim noktası olan Kuseyr, sınıra yakın bir nokta olmasından dolayı da Lübnan ve Suriye arasında tarihsel olarak ticaret merkezi olmuştur. Dolayısı ile bir çok faktörden dolayı Kuseyr stratejik bir noktadır.

 Suriye ordusu, silahlı grupları bölgeden tamamen temizlemek üzere Kuseyr'e girmiş durumda. Emekli Tuğgeneral Haşim Cabir'e göre, Kuseyr'i kontrol altına alan taraf, Humus'un kırsal bölgelerini, ardından da tüm Humus'u kontrolü altına alır. Sitemize verdiği demeçte Cabir, Suriye ordusunun Kuseyr'de kontrolü sağlamayı başarması ile Humus savaşının bittiğini belirtti. Cabir'e göre bu avantaj ile Suriye ordusu Humus'tan, Asi'nin doğusu boyunca Lazkiye'ye kadar uzanan bölgede kontrolü sağlayacaktır.

 Kuseyr'in, Suriye'nin diğer illeri ile var olan bağlantılarından dolayı önemli ve stratejik bir nokta olmasının da ötesinde, bazı taraflar rejimi burada ''mezhebe dayalı bir devlet'' kurmaya çalışmakla suçluyor. Cabir, bu mantığa karşı çıkarak ''Rejimin buna yönelik bir çabası yoktur ve ayrıca bölünme rejimin çıkarına değildir'' dedi. Cabir, bunun aksine kentlerin birbirine daha çok bağlayan operasyonlar, bölme projelerine karşı en güzel cevap olmuştur dedi.

 Bir diğer emekli Tuğgeneral İlyas Hana ise sitemize verdiği demeçte, Suriye ordusunun Kuseyr'deki savaşının rejimin çıkarına ilerlediğini ve ordunun silahlı muhalefete çok büyük bir darbe vurduğunu belirtti. Ordunun bu bölgede kontrolü sağlaması ile birlikte, Şam'dan Lübnan sınırına, Asi Nehri vadisinden Humus'a ve sahile kadar olan bölge güvenli alan ilan edilebilir. Hana'ya göre Humus, Kuseyr'de zafer kazanılmadan tamamen geri alınamazdı. Humus'u geri almanın yolu Kuseyr'den geçiyor. Kuseyr'in kontrol altına alınması demek bir sonraki adımın Humus temizliği olacağı anlamına gelir.

Amerikan New York Times gazetesi, Suriye ordusunun Kuseyr kazanımının, stratejik bir başarı olduğunu yazdı. Ordunun ilerlemesiyle eşzamanlı olarak karşı tarafta silahlı muhalefetin de tehlikeli bir gerileme yaşadığını belirten gazete, Suriye ordusunun, Rus-Amerikan uzlaşısından sonra gelen barış müzakarelerine daha güçlü bir pozisyonla oturmak amacı ile daha büyük kentleri ve bölgeleri geri kazanma hazırlığı içinde olduğunu yazdı.

 New York Times, Kuseyr savaşının, hem ordunun hem de muhalefetin kaderini belirleyecek en önemli çatışma olduğunu yazarken, Kuseyr'in düşmesinin, Humus'un tamamında olayların biteceği anlamı gelmediğine dikkat çekti. Ordu -kuzey ve doğu bölgelerde silahlı muhalefetin kontrolü altındaki yerleri geri kazanmak için gerçekleştireceği askeri operasyonların yolunu açan- kentin batısındaki kontrolünün öneminin farkında.

Tuğgeneral Cabir, Suriye sahasının ''küresel savaş sahası'' haline geldiği tespitinden yola çıkarak, “istihbarat servisleri ve uzantılarıyla sahada var olan Batılılar, Kuseyr'de de varlar” dedi. ''Savaşların anası'' diye tabir ettiği Kuseyr savaşının, bu istihbarat servislerini buraya topladığına dikkat çeken Cabir, buna rağmen Batı medyasının iddia ettiği gibi İsrail'in, Kuseyr'e asker gönderdiğine inanmıyor

 Cabir, İsrail'in Suriye'de herhangi bir tarafın kazanmasını istemediğini belirtiyor: ''İsrail; Suriye'nin askeri, beşeri, siyasi, altyapısal ve maddi olarak kan kaybedişini mutlulukla izliyor. İsrail, Suriye'de daha çok kanın akması için, istihbaratı ile Suriye'ye her gün müdahale edip kışkırtmalarda bulunarak ateşi daha çok alevlendirmeye çalışıyor.''

 Albay Emin Hatit, bir makalesinde, Kuseyr savaşının, düşmanın tasfiyesi anlamına geldiğini ifade etti. Hatit, Suriye krizinin ömrünün kısaldığına ve düşmanın bir çöküş yaşadığına dikkat çekiyor. Hatit, bu savaşın kesin bir şekilde şu üç duruma yol açtığını düşünüyor:

 1- Lübnan'ın, silahlı çeteleri destekleme rolü devre dışı kaldı. Özellikle Akker, Arsel ve Bekaa yolu ile Trablus'tan Kuseyr'e uzanan yardım yolları ve köprüleri yıkıldıktan sonra, muhalifler stratejik ve operasyonel avantajlarını kaybettiler. Kuseyr onlar için, lojistik destek sağlayan faal durumdaki bir ana karargah idi. Suriye'nin orta bölgeleri, Hama ve Şam için en çok Kuseyr'e ihtiyaçları vardı.

2- Kuzeydeki silahlı gruplar ile orta ve güney hattaki silahlı grupların arası ayrılmış oldu. Kuzey ve güney arasında herhangi bir hareketlilik veya güç desteği sağlama imkanları devre dışı bırakıldı. Bu durum, Suriye ordusu ile ilerideki savaşlarında onlara büyük sorunlar yaratacaktır.

 3- Kuseyr yenilgisinin yarattığı umutsuzluk ve hayal kırıklığı, silahlı grupların dağılıp parçalanmasına neden olacaktır. Kuseyr'in ele geçirilmesinden sonra ortaya çıkan askeri sırlar ve ayrıntılar, Suriye'yi savunan güçlere verilen manevi desteğin ivme kazanarak artmasına neden olacaktır.

 

Suriye muhalefetinin ilk toplantısı 31 Mayıs 2011’de Antalya’da yapıldı. Peşinden farklı muhalif grupları toplayan Suriye Ulusal Konseyi 23 Ağustos’ta İstanbul’da kuruldu. Sonrasındaki süreci hep birlikte yaşadık. 24 Şubat 2012’de Suriye Dostları ilk kez Tunus’ta toplandı. İkinci toplantı 1 Nisan’da İstanbul’da yapıldı. Bu toplantılara katılan 100’den fazla ülkenin temsilcileri daha sonra beş sefer bir araya geldiler. Son toplantı çarşamba günü çekirdek bir grupla (11 ülke) Ürdün’ün başkenti Amman’da yapıldı.

Peki ne oldu?

 Başından beri ‘Esad gitsin’ diyenler Amman’da ABD’nin talimatıyla müthiş bir manevra yaparak ‘Esad kalabilir ama yetkilerini geçici hükümete devretsin’ deyiverdiler.

Bir gün sonra yani önceki gün üç sefer görevinden istifa edip tekrar ikna edilen Suriye Ulusal Koalisyonu Başkan El-Hatip dünyadan haberi yokmuş gibi ‘Esad 20 günde gitmeli’ dedi. Oysa aynı El-Hatip şubat sonunda ‘Esad ile görüşmelere hazırım’ demişti. Demiş ama muhalifler de birbirine girmişti. Bu kavga salı günü muhaliflere ev sahipliği yapan Madrid’de devam etti. Tıpkı iki gündür İstanbul’da devam ettiği gibi. Tıpkı önceki gün Kahire’de toplanan Arap Birliği Suriye Komitesi’ne katılan Arap bakanlar arasında ortaya çıkan kavga gibi. Herkes şaşkın.

Çünkü herkes Büyük Patron ABD’nin talimatına uymak zorunda.

Özetle Suriye sorunu artık farklı bir zeminde tartışılıyor. Rusya- ABD anlaşması çerçevesinde...

KOLAY OLMAYACAK

Yani Esad ile muhalifler bir araya getirilecek ve önümüzdeki yıl yapılacak başkanlık seçimine kadar Esad iktidarda kalacak. Bu sürecin kolay olduğunu söylemek elbette kolay değil. Birçok ülke, güç ve grup bu süreci baltalamak için elinden geleni yapacaktır. Başarırlar mı bilinmez ama kesin olan şey ABD ve Rusya Suriye’deki çözümün er ya da geç siyasi olması konusunda anlaşmış durumda. Yani ABD Moskova’nın başından beri savunduğu çizgiye gelmiştir. Gelmiştir çünkü ABD ve müttefiki ülkelerin tüm çaba, plan ve hesabı tutmamıştır.

Tıpkı bizdeki süper zekâ Ortadoğu uzmanlarının hesapları gibi. Tıpkı yandaş ve mandaş medya ve medyacıların hesapları gibi. Çünkü hiçbiri ne Suriye ne de bölge gerçeklerini biliyordu. Dünya gerçekleri ise hiç. Bilenler de bunların ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ne anlama geldiğini bilenler ise anlamlarını kavrayamıyorlardı.

HESABI KİM VERECEK?

Oysa biraz tarih ve coğrafya bilenler Suriye’de olayların bu noktaya geleceğini bilir. Bu gerçeği yüzlerce kez bu köşeden ve televizyon programlarından anlatmaya çalıştım. Bundan rahatsız olanlar televizyonlarda bana ambargo uyguladı. Oysa bir gazeteci olarak ben yalnızca gerçekleri anlattım. İki yıl aradan sonra söylediğim her şey en ince detayına kadar kanıtlandı.

Peki o zaman ölen ve yaralanan yüz binlerce insanın hesabını kim verecek?

Yurtiçinde ve dışında göçmen durumuna düşen milyonlarca insanın dramını hangi vicdan kabullenecek? Yıkılan yüz binlerce evin anısını kim ve nasıl yeniden yaşatacak?

Yoksa bu bizim coğrafyanın kaderi midir?

Yoksa her şey ‘Nasıl olsa bu insanlar unutur’ diyen Batı’nın büyük oyunu mudur?

Eğer öyleyse o zaman biz neden ve nasıl bu kadar saftirik oluyoruz?

Yoksa her şey ‘tamamen duygusal’ mıdır?

YAZININ DEVAMI İÇİN...

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/nereden-nereye/haber-209340

İran Dışişleri Bakanlığı, İran'ın Suriye'de asker bulundurduğu yönündeki iddiaları yalanladı.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü Abbas Irakçı, İran'ın ve Lübnanlı direniş örgütü Hizbullah'ın Suriye’de askeri güç bulundurduğuna dair ortaya atılan iddialar üzerine “İran güçleri hiçbir zaman Suriye’de bulunmadı” açıklamasında bulundu.

Perşembe günü Ürdün’ün başkenti Amman’da yapılan Suriye’nin Dostları Grubu Toplantısı’nda İran ve Hizbullah’tan asker ve militanlarını bir an önce Suriye’den geri çekmeleri çağrısı yapılmıştı.

İran devlet televizyonuna konuşan Sözcüsü Abbas Irakçı ise, “Suriye’nin gerçek düşmanları, bu ülke halkını kışkırtmak ve gelişmelerin yanlış yola sapması maksadıyla bu tip iddialarda bulunuyorlar. İran askerleri hiçbir zaman Suriye’de bulunmadı” ifadesini kullandı.

Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili de açıklamada bulunan Irakçı,“Suriye krizinin askeri çözümü yoktur, çözüm siyasidir. Sorun, Suriye devleti ve terörist olmayan gerçek muhaliflerle yapılan geniş kapsamlı diyalogla giderilebilir. Türkiye’nin yaptığı çabalar da bu yönteme yaklaşırsa olumlu karşılanır ”diye konuştu.