کارگر

کارگر

Salı, 17 Nisan 2012 07:11

İran’a Saldırı Olursa Ne Olur?

Azerbaycan’daki İsrail Askeri Üssü İddialarının Sızdırılması Ne Anlama Geliyor / İran’a Saldırı Olursa Ne Olur?

 

Siyonist rejimin İran’ın sınır komşusu Azerbaycan’da askeri üsleri olduğu haberlerinin geniş bir şekilde medyaya yansıması İran’a gizlice saldırı manevrasının yenilgisinden sonra bu haberin basına özellikle sızdırıldığı ihtimalini güçlendirmektedir.

Siyonist rejimin İran’ın sınır komşusu Azerbaycan’da askeri üsleri olduğu haberlerinin geniş bir şekilde medyaya yansıması İran’a gizlice saldırı manevrasının yenilgisinden sonra bu haberin basına özellikle sızdırıldığı ihtimalini güçlendirmektedir.

Raja Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre Amerika’da yayın yapan gazeteler içinde İran’ın nükleer meselesi hakkında birinci elden haber yayınlayan New York Times, 19 Mart’ta Amerikan ordusunun İsrail’e saldırı ihtimalinin sonuçları için gizlice askeri bir tatbikat yaptığını ve sınır bölgelerindeki bir savaşın yüzlerce can kaybına neden olacağı sonucuna vardığını yazdı.

New York Times’ın yazdığına göre bu merkezi tatbikata katılanlar ve bu tatbikatın sonuçlarından haberdar olanlar, bu savaşın özellikle Amerika’nın Ortadoğu, Körfez ve Güney Batı Asya’daki askeri kuvvetler komutanı Orgeneral James Ann Matisse için büyük bir sorun olacağına inandıklarını belirtmektedir. Bu tatbikat bu ayın sonunda bittiğinde Orgeneral James Ann Matisse danışmanlara: “Büyük bir ihtimalle İsrail’in ilk saldırısında bunun bütün bölge ve buradaki Amerika askerleri için çok tehlikeli sonuçları olacaktır” dedi. Bu, Amerika’nın İsrail saldırısını savunacağı ihtimalinin az olacağının açık bir mesajıydı.

Haaretz’in yazarlarından Amir Arena; askeri tatbikatla beraber Amerika’nın İsrail’i sürekli olarak füze savunma sistemi Demir Kubbe’nin (Iron Dome) bütçesinin temin etmemekle tehdit etmesi, İsrail’in gelecek bahara kadar İran’a saldırmayacağını garantilemektedir, diyor.

Bu haberin yayınlanmasından ve bazı Amerikan medya gruplarının İran’a olası saldırının sonuçları hakkında yaptıkları araştırmalardan sonra geçen günlerde İsrail’in Azerbaycan’da, yani İran’ın kuzeyinde bazı askeri üslerinin olduğu hakkında yeni bir haber medyaya sızdı. Bazı Amerikalı yetkililer tarafında medyaya sızdırılan bu haberin aslında, İran’ın nükleer dosyası için 5 artı 1 grubu ile yapacağı müzakereleri gündemde tutabilmek ve müzakerelerde İsrail’in öngörüden uzak ve başka ülkelerle uyum içinde olmadan her an bir delilik yapabilecek büyük bir tehlike unvanıyla dile getirilip İran’ın nükleer programlar karşısında Batılıların isteklerini kabul ettirmek için öne sürülen bir iddiadan ibaret olduğu tahmini güç kazanmaktadır.

İsrail’in Azerbaycan’da askeri üsleri olduğuna dair ilk haberleri Foreign Policy dergisi yayınladı. Ancak Azeri yetkililer anında buna tepki gösterdiler ve Azerbaycan savunma sözcülerinden biri Cuma günü yaptığı basın toplantısında, İsrail’in İran’a saldırmak için bu ülkenin topraklarını kullanma hakkı yoktur, dedi. Bu yetkili sözlerinin devamında kaynağı belli olmayan bu gibi haberlerin gayesi İran ile Azerbaycan arasında gerilim yaratmaktır, şeklinde konuştu.

Öte yandan şuanda Amerikalılar İran’ın Amerika ve İsrail blöflerini ciddiye almadığını da anlamış haldeler. İran’ın 1979-1980’deki rehine krizinde Beyaz Saray’ın koordinesinden sorumlu olan ve Ford, Carter ve Reagen dönemlerinde Milli Güvenlik Konseyinde çalışan Gary Sick, Cuma günü İsrail’in tek taraflı girişimi ve Amerika’nın çekincelerinin nedenlerini ele alarak şunları ifade etti: Böylesi bir savaş Başkan Bush ve Başkan Obama tarafında planlanan ambargoların işe yaramamasına neden olmakla beraber bu girişim Amerika’nın çok kötü bir durumda kalmasına ve dünyanın gözünde tecavüzcü olarak algılanmasına da sebep olacaktır.

Gary Sick kaleme aldığı yazısında şöyle demektedir: “Amerika, İran’a saldırması için ister başka ülkelerle İsrail’e yeşil ışık yaksın isterse yakmasın İsrail’in bütün uçaklarının ve bombalarının Amerika’da imal edildiği gerçeği unutulmasın.”

Sick daha sonra şöyle demektedir: “O gün, BM Güvenlik Konseyi İsrail’in saldırısını kınayacak taslağı incelemek amacıyla acil toplanacaktır. Eğer ABD bu taslağı veto ederse Amerika’nın İsrail ile işbirliği yaptığı şüphesi ortadan kalkmayacaktır. Gerçi Avrupa’nın bu taslağı savunması daha çok göze batacaktır. Bu konu uzun yıllardan beri planlanan ve hayata geçirilen ambargoların yok olması anlamına gelecektir. ABD ve AB savaş yerine felç edici ambargoları benimsediklerini hareketleriyle göstermektedir. Ancak savaşın başlaması durumunda bu faraziyenin hiçbir değeri kalmayacaktır. Tabii şuanda hiçbir şey belli değil. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve bu ülkedeki birçok yetkilinin İran’ın bu Yahudi ülkesine karşı ciddi bir tehdit oluşturduğu konusundaki ısrarları devam etmektedir. Ancak bu yakınlarda savaşın olmayacağı kesindir.”

Anthony Cordesman, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin sitesinde yayınlanan makalesinde İran’a yapılacak olası bir saldırının sonuçları hakkında ilginç tespitlerde bulunmaktadır.

Bu senaryoya (rapora) göre İran nükleer çalışmalarını askeri alana kaydırabilmek için askeri saldırıyı bahane edecek ve hava saldırısında nükleer santralinden geriye kalanları nükleer silah üretmek için kullanacaktır. İran’ın göstereceği bir diğer tepki de Tel Aviv’e, İsrail’in şehirlerine, askeri üslerine ve nükleer tesislerine balistik (Şahap 3) füzelerle saldırılar düzenlemek olacaktır.

Anthony Cordesman’a göre Tahran, İsrail’in bu saldırısını Amerika’nın yeşil ışık yakmasıyla gerçekleştirdiğini düşünecek, bu nedenle de Amerikan taraftarı Arap rejimleri aleyhinde İsrail saldırılarına karşı bir şey yapmadıkları şeklinde geniş siyasi propagandaya başvuracaktır. İran’ın müttefikleri olan Hizbullah ve Hamas gibi örgütler de İsrail’e saldıracaktır. İran Amerika’nın Fars Körfezindeki menfaatlerine darbeler vuracak ve hatta Hürmüz Boğazı’ndan petrol geçişlerini yasaklayacaktır. İran; Lübnan, Suriye ve Irak devletlerini İsrail ile düşman yapmak için bu ülkelerdeki nüfuzunu da kullanacaktır.

Anthony Cordesman, İran coğrafik açıdan Körfez ülkelerine karşı stratejik üstünlüğe sahiptir, diye devam ediyor. Şöyle ki, İran sahillerine yakın dağlar, askeri operasyonların radar kapsam alanını daraltabilir. İran topraklarındaki gerçek hedeflerin sahil ile uzaklıkları 500 kilometreden fazladır. Bu uzaklık savaş uçaklarını av haline getirir. İsrail’in ön saldırıda kullanabileceği en yakın noktadan diğer hedeflere uzaklığı 500 kilometreden fazladır.

Anthony Cordesman sözlerinin devamında şunları ifade etmektedir: Bunlara ilave olarak İran geniş bir alana sahiptir. Füzelerini ve nükleer tesislerini saklayabilir. İran’ın 2440 kilometrelik sahili küçük gemilerini ve diğer deniz teçhizatlarını saklamak için elverişli bir konum sağlamaktadır. Keza birçok adası ve deniz üssü de vardır. İran tehdidi klasik savaş alanıyla sınırlı değildir. Bilakis bölge ülkelerinin içişlerine müdahale edecek, silah intikal ettirecek ve bu ülkelerdeki grupları harekete geçirerek küçük saldırılar düzenleyecek ve altyapıları tahrip edecektir.

Söz konusu stratejist öngörülerini şöyle sürdürmektedir: Savaş başlayacağı zaman bunun milli ve küresel ekonomiye etkilerini kimse kestiremeyecektir. Her halükarda bilhassa Asya ülkeleri Fars Körfezi’nin petrol ve gazına bağımlıdır. Fars Körfezi’nin kapanması dünya ekonomisini tehdit edecek ve bu da Fars Körfezi’nden petrol geçişi güvenliği için geniş askeri tepkilere neden olacaktır. Şuanda bile Fars Körfezi petrol nakliyesi için tek yoldur. Zira Arabistan petrolünü Lübnan’ın Seyda şehrine ulaştırması kararlaştırılan boru hattı 1984’ten beri işlerini durdurmuştur. Aynı şekilde Irak ve Arabistan petrollerini Suriye ve Akdeniz limanlarına ulaştıracağı planlanan iki boru hattı da durmuştur. Buna ilave olarak Irak’ın petrollerini Türkiye’ye taşıyan boru hattı da geçen yıllarda defalarca kapatıldı. Arap Emirliklerinin Çin’in yardımıyla yapmaya çalıştığı ve Ebu Zebi’den petrolü alıp Hürmüz Boğazı’ndan sonraki noktaya aktarması planlanan boru hattının da İran’ın saldırısına maruz kalma olasılığı vardır. Umman’daki boru hattı için de böylesi bir ihtimal söz konusudur.

Anthony Cordesman bazı istatistikler göstererek şunları söylemektedir: Asya ülkelerinin enerji ihtiyaçları her gün artmaktadır ve bu ihtiyaçtan ötürü eğer Ortadoğu petrolünde her hangi bir sorun çıkarsa petrol fiyatları başını alıp gidecektir. Resmi istatistiklere göre askeri ve siyasi bir kriz olmasa bile 2020’ye kadar petrolün varil fiyatı 100 dolara ve ufak bir sorun çıkması durumunda ise 200 dolara çıkacaktır.

Sedat Baran tarafından medyasafak.com için çevrildi.

 

Dünya Ehlibeyt Kurultayı Genel Sekreteri Ayetullah Muhammed Hasan Ahteri: ‘Batılılar, Müslümanların Cehaletini Suiistimal Etmekte’

 

Ayetullah Muhammed Hasan Ahteri, Batılıların devamlı olarak İslam ülkelerinin geri kalmışlığını İslam’a yorarak, İslam’dan kaynaklandığı propagandasını yapmakta olduklarını belirterek şunları söyledi:

İslami İran bu iddiaları boşa çıkararak geri kalmışlığın nedeninin İslam olmadığını ortaya koymuştur. Batılılar her zaman insanların İslam’a olan cehaletini suiistimal etmiştir. Örneğin elli yıl kadar önce Almanya’daki Yahudiler Kur’an ayetlerinin ön ve arkasını söyler veya eksik bir şekilde ifade ederlerdi, hatta diyorlar ki Müslümanlar taharet için ilk önce ellerini kirletmektedirler, İslam’ı iyi bilmeyen kendi halkları da bunlara inanmaktadır. Bizlerin bu cehalet karşısında sorumluluğumuz vardır. O da İslam’ı tanıtmaktır…

Dünya Ehlibeyt Kurultayı Genel Sekreteri Ayetullah Muhammed Hasan Ahteri, Kur’an televizyon kanalında yayınlanan “Şeb-i Asuman” programına katıldı. Programda şunları söyledi: Batılılar kendi çıkarlarını korumak için İran halkının talepleri olan hak cephesiyle mücadele etmekte ve bu cephede bir gedik açılması için tüm imkanlarını kullanmaktadırlar. Bugüne kadar dünya kamuoyu İran’ın uluslar arası toplum karşısında duramayacağını tasavvur etmekteydi, ancak birçokları gördüler ki İslam Devrimi içeride kendisini iyi bir şekilde örgütleyerek bilimsel ve teknoloji alanında iyi bir konum elde etti. İşte bu önemli konu batılıların tasavvur etmedikleri bir durumdu.

Ayetullah Ahteri konuşmasını şöyle sürdürdü: Batılılar devamlı olarak İslam ülkelerinin geri kalmışlığını İslam’a yorarak, İslam’dan kaynaklandığı propagandasını yapmaktaydılar, ancak halklar İran Devrimine bakarak geri kalmışlığın nedenin İslam olmadığını anladı ve bundan dolayı Müslüman milletler ve gayri Müslim halklar İslam dinine dönmeye başladı.

Batılılar her zaman insanların İslam’a olan cehaletini suiistimal etmiştir. Örneğin elli yıl kadar önce Almanya’daki Yahudiler Kur’an ayetlerinin ön ve arkasını söyler veya eksik bir şekilde ifade ederlerdi, hatta diyorlar ki Müslümanlar taharet için ilk önce ellerini kirletmektedirler, İslam’ı iyi bilmeyen halkları da bunlara inanmaktadır. Bizlerin bu cehalet karşısında sorumluluğumuz vardır. O da İslam’ı tanıtmaktır. İşte bu bizim en önemli ve en ağır görevimizdir.

Bizler, Ehlibeyt (a.s) mezhebinin özellikleri olan etkileyici bir dil ve mantıkla İslam dinini tanıtmalıyız. Ve insanlara demeliyiz ki batılıların İslam diye insanlara anlattıkları yalandan başka bir şey değildir ve gerçek İslam’la çok farklılıklar arz etmektedir.

Kur’an-ı Kerim ve İslam dininin, hakkı batıldan ve doğruyu yanlıştan ayırmak için çeşitli yollar belirttiğine değinen Ayetullah Ahteri şöyle devam etti: Allah’ın ölçü karar kıldığı çok açık, umumi ve kapsayıcı ölçülerden biri akıldır. Allah, hakla batılı birbirinden ayırma görevi olan aklı bize bağışlamıştır. Dolayısıyla Kur’an’da “neden akletmiyorsunuz” gibi çok değişik ifadelerle ayetler vardır.

Bütün ilahi hükümlerde kendisine değinilen “akıl” ölçüdür. Elbette bunun anlamı herkesin heva ve hevesine göre hareket ederek “benim aklım bunu diyor” değildir. Bu konu mantık kuralları içinde, akli çözümlerle ve heva ve hevesten ayrı olarak ele alınmalıdır.

Allah’ın peygamberlerinin uyguladığı çözümlerden biri akılları işe koyarak keşfedilmemiş beşeri güçleri keşfederek onu gün yüzüne çıkarmaktır. Kur’an tefsir ve ayetlerindeki mütaariz (çakışan, çelişkili gözüken) ayetler ve hadislerdeki mütaariz rivayetlerde de akla başvurulmakta ve akıl ölçüleri doğrultusunda saf ve pürüzsüzleri pürüzlülerden ayrılmaktadır.

Bizler, Allah’ı da akıl yoluyla tanıyarak onun mevcudiyetine ulaşmaktayız. Akıldan ari bir şekilde buna ulaşmamız mümkün değildir. hadislerde de akıl, “evvel-u ma halakellah”; “Allah’ın yarattığı ilk şey” diye geçmiştir.

Başka ölçülerden biri de tecrübedir. İnsan bu konuya dikkat etmelidir. Ayrıca buna ilave olarak geçmiştekilerden ibret almak da ölçülerden biridir ki buda dikkat edilmesi gereken konulardandır.

Ayetullah Ahteri, “İslam’ı savunmak ve onu tebliğ etmek kimin görevidir?” sorusuna şu yanıtı verdi: İslam’ı savunmak herkesin vazifesidir. Din, herkes içindir. Herkes onu savunmalıdır. Her seviye ve düzeydeki müminler, dini güzel bir şekilde tanıtmak ve onu savunmak için sorumludur. Elbette bu konuda temel görev ulemaya düşmektedir. Onların bu konuda çok ağır sorumlulukları vardır.İmam Hamaney de defalarca ilmi havzalar, üniversiteler ve diğer insanların görevinin İslam dinini güzel ve etkili bir şekilde tüm dünyaya tanıtmak olduğunu söylemiştir.

Ayetullah Aheteri, “Çeşitli dinler arasında neden İslam dinine bu kadar saldırı olmaktadır” sorusuna ise şu yanıtı verdi: Bizler, dinlerin hakikatinin bir ve peygamberlerinin İslam olduğuna inanmaktayız, ancak Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) getirdiği dinin tüm dinlerin tamamlayıcısı ve tüm şartların riayet edildiği dindir. Bununla birlikte –Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi- geçmişlerini bildiğimiz bazı dinler şimdiki halihazırdaki dinlerden farklıdırlar ve onlarda değişiklikler yapılmıştır. Örnek olarak şu anki İncillerin hiçbirinde bir uyum ve hemahenklik yoktur.

Sonuç olarak şunu söyleyebilir ki İslam’a bunca saldırı ve düşmanlık onun hakikatine, şiar, slogan ve ilkelerinedir. Örneğin İslam ve Kur’an, zulme başkaldırıdır, ancak tahrif edilmiş dinlerde zulme başkaldırı görülmemektedir. Dolayısıyla İslam’ın bu düsturlarına karşı bir şey yapamadıkları ve onda tasarruf ve manipülasyona gidemedikleri için ona muhalefet etmekte ve saldırmaktadırlar.

 

Pazartesi, 16 Nisan 2012 10:13

İran ve Türkiye

BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan ile ateşkes konusunda anlaşan Beşşar Esad, baştan beri savunduğumuz “Esad halkının yanında ve Suriye’nin demokrasiye ihtiyacı yok” düşüncemizi haklı çıkarmıştır.

Demokrasi getirmek bir senaryodur ve Esad ile Suriye halkı bunu kabul etmemektedir.

Son gelen haberlerde muhaliflerin ateşkesi bozduğu ve bazı şehirlerde yine silah seslerinin duyulduğu bildiriliyor.

Muhaliflerin anlaşmaya rağmen silahlı isyana devam etmesi, Suriye’nin işgal edilmeden bırakılmayacağını göstermektedir. Zira muhalifler, Batının talimatları ile hareket etmektedirler.

BOP’un planları içinde yer alan İran, hem savaş istememekte, hem de tehditlere rağmen Suriye’nin yanında yer alarak dik duruşunu bozmamaktadır.

Suriye’ye olan tavrını değiştirmek için kendinden alınan petrolün azaltılacağını söyleyen AB’ye ve ABD’ye karşılık resti çeken İran, İtalya, İspanya, İngiltere’ye petrol akışını tamamen durdurmuştur.

Dahası kontrolünde bulunan Hürmüz Boğazı’nı da kapatmakla tehdit etmektedir. Bilindiği gibi dünya petrol ihracatının yüzde 35’i bu boğazdan yapılmaktadır.

İran’ın, dünyanın en büyük 18. ekonomisi olması bu direnişini güçlendirmektedir.

İran örneği göstermiştir ki, bağımsız bir ekonomi, en etkili tehdit olan ekonomik ambargoya rağmen ülkeleri ayakta tutabilmektedir.

Bunun bir ileri adımı savaştır ki, ne ABD ne de AB ülkeleri bunu göze alamazlar.

Türkiye’nin öne sürüleceği bir İran savaşına ise Türk halkı izin vermeyecektir.

Sınır komşumuz, son gelişmeler karşısında Türkiye’ye de Batıya karşı sergilediği tavrı takınmıştır: İsrail’in güvenliğini temin için ülkemize konuşlanmasına izin verdiğimiz Füze Kalkanı hakkında İran geçtiğimiz günlerde, “Eğer NATO kuvvetleri İran’a saldırırsa, ilk hedefimiz Türkiye’deki füze sistemi olacaktır” açıklamasında bulunmuştur.

Ve Türkiye’nin ABD adına hareket ettiğini her fırsatta vurgulamaktadır.

Bizce İran, Batıyı dize getirmiştir. Ucu kendine de dokunacak işgali kabul etmeyen bu tavrı ile Batının oyununu da engellemektedir.

Topyekün işgale hazır Hıristiyan Batıya karşı tek başına mücadele vermektedir.

Ne hazindir ki, İslam alemi Batının oyunları ile birbirinden koparılmıştır. Haçlı seferi olarak adlandırılan bu gidişat karşısında Hıristiyan Batı gibi tek yürek olamamaktadır.

Gelinen noktada Türkiye haçlının yanında ve Müslüman İran’a karşıdır.

Türkiye haçlının yanında ve Müslüman Suriye’ye karşıdır

Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretle, Suriye’ye olan baskının arttırılması yönünde telkinlerde bulunan Türk hükümeti, izlediği politikalarla İslam alemine karşı safta yer aldığını bir kere daha göstermiştir.

Müslüman Türk’ün safı bu değil, tarih boyunca olduğu gibi haçlının karşısında ve İslam’ın savunuculuğu olmalıdır.

Prof.Dr.Haydar Baş

16 Nisan 2012, yenı mesaj gaetesi

Siyonist “Haaretz” gazetesi, İsrail rejimi güçlerinin insan hakları aktivistlerine karşı gösterdikleri tavırlarına değinerek, bu rejimin belirsiz kaderi konusunda uyarıda bulundu.

Siyonist “Haaretz” gazetesi yayınladığı bir yorum yazısıyla ırkçı İsrail’in katetmekte olduğu mevcut süreç ve dünya çapında İsrail’e karşı duyulan nefret duygularının arttığı konusunda uyarıda bulundu.

Haaretz, söz konusu yazısının başında şöyle kaydetti: “Hiç kimse demokrasinin yok oluşu için hiçbir şey yapmıyor. Hiç kimse İsrail’in her gün biraz daha fazla iğrenç ve nefret uyandırıcı olmasını engellemiyor.”

Yazı daha sonra işgalci İsrail’in kuruluşu üzerinden 64 yılın geçmiş olmasına rağmen yaşanan sorunların öylece çözümsüz kaldıklarının altını çizerek “Hiç kimse İsrail’in 10 yıl sonra nasıl olacağını bilmiyor. Hatta kimileri İsrail’in 10 yıl sonra olabileceğine kuşkuyla bakıyor. Hiçbir ülkede böyle bir ortama rastlanmaz” diye ilave etti.

Yazının bir bölümünde de şöyle bir cümle dikkat çekiyor: “Geleceği olmayan, geçmişte kaybolan ve sadece bugünü düşünen bir rejim gerçekten geçici bir rejime benzer.”

İran Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu üyesi Haydarpur “Bizim, Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileriyle tarihi geçmişimizi şöyle bir gözden geçirmemiz lazım. BAE’ni gerçekte İranlılar kurdu” dedi.

İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyelerinden Haydarpur, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı ve bu ülkenin diğer yetkililerinin İran’ın 3’lü adalar takımıyla ilgili yaptıkları açıklamaları hakkında “Civan Online” muhabiriyle konuşurken, Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın en son Ebu Musa adasına yaptığı ziyaretine değinerek “Bizim bir kere BAE yetkilileriyle oturup tarihi geçmişimizi şöyle bir gözden geçirmemiz lazım. O zaman “Kavasim” adlı grubun Fars Körfezinin kuzey yakasından güney tarafına göç ettikleri ve böylece Birleşik Arap Emirliklerinin esasen İranlılar tarafından kurulduğu anlaşılır” dedi.

Haydarpur daha sonra “Fars Körfezinin güney yakası da İran’a aitti. Yani doğal olarak Fars Körfezi İran’ın bir parçasıydı. Dolaysıyla 3’lü adalar takımı da İran’a ait. Ama daha sonra bölünmeler oldu ve BAE ortaya çıktı” ifadesini kullandı.

Açıklamalarının devamında Ebu Musa, Büyük Tonb ve Küçük Tonb adalarının İran’ın bölünmez parçası olduğunu vurgulayan Milletvekili Haydarpur ayrıca “Anlaşılan BAE Dışişleri Bakanının tarihi bilinci kıt. Belki tarih kitabı bile okumamıştır. Yoksa, 3’lü adalar takımının İran’a ait olduğu lise kitaplarında bile yazılıdır” diye ilave etti.

Newyork Times gazetesi, İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamanei'nin fetvası, Batılı uzmanların analizlerini alt üst ettiğini yazdı.

CIA uzmanlarının İran'ın nükleer programını analizinde kullandığı bir kaynağın Ayetullah Hamanei'nin sözleri olduğunu belirten Newyork Times, bu sözler İran'ın diğer kaynakları gibi şaşırtıcı olduğunu yazdı.

Gazete, "acaba İstanbul müzakereleri İran'ın nükleer programını, Ayetullah Hamanei'nin üzerinde sıkı durduğu gibi, ilahileştirme çabası mı?" sorusunu gündeme getirdi.

Newyork Times, sadece Ayetullah Hamanei değil, İran'ın diğer alimleri de nükleer programdan söz ederken dini tutumlarını da gündeme getirdiğini, bu konu Batılı uzmanların doğru dürüst bir analiz yapmalarını engellediğini belirtti.

İslam inkılabı rehberinin nükleer silah haramdır, fetvasını hatırlatan Newyork Times, İran aynı zamanda barışçıl nükleer programından da asla sapmadığını kaydetti.

 

İran Nükleer Baş Müzakerecisi Celili “İran’ın yaptırımların kaldırılmasına karşılık olarak nükleer faaliyetlerini askıya alması gibi şeylerin söz konusu edilmesi geçmişte kalan bir edebiyat” dedi.

Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri ve Nükleer Baş Müzakerecimiz Said Celili dün İstanbul’da nükleer görüşmelerin ardından düzenlenen basın toplantısında muhabirimizin, “Görüşmelerin bu turunda 5+1 Grubu acaba esneklik gösterdi mi” şeklinde sorduğu sorusu üzerine “Bizim gördüğümüz yöneliş işbirliği için görüşme yapılmasıydı. Biz de bunu olumlu karşılıyoruz” dedi.

Celili daha sonra dünkü görüşmeleri, 2 tur öncekilere göre “ileriye yönelik” olarak değerlendirirken “Karşı taraf olumlu ve işbirliğinden yana bir eğilimle diyaloğa başladı. Bence burada bayan Ashton’un oynadığı rol dikkate değer” diye ilave etti.

İstanbul görüşmelerindeki Nükleer Baş Müzakerecimiz Celili ayrıca “İran’ın yaptırımların kaldırılmasına karşılık olarak nükleer faaliyetlerini askıya alması gibi mevzuların söz konusu edilmesi geçmişte kalan bir edebiyat” dedi.

Celili basın toplantısının kapanışında, Türkiye’nin görüşmelerin bu turu için ev sahipliği yapmasından dolayı takdir ve teşekkürlerini ifade etti.

AB Dış Politika ve Yüksek Güvenlik Temsilcisi Ashton İran’la 5+1 Grubu görüşmelerinin ardından düzenlenen basın konferansında “İran’ın nükleer program kullanma hakkı olmalı” dedi.

Avrupa Birliği(AB) Dış Politika ve Yüksek Güvenlik Temsilcisi Catherine Ashton dün, İran’la 5+1 Grubu görüşmelerinin ardından düzenlenen basın toplantısında görüşmeleri olumlu olarak değerlendirirken “İran’ın da barışçı nükleer programdan yararlanma hakkı olmalı” dedi.

Ashton daha sonra, görüşmelerin 2. Turunun gelecek 23 Mayıs’ta Bağdat’ta düzenleneceğini belirtti.

AB Dış Politika ve Yüksek Güvenlik Temsilcisi açıklamalarının devamında “Biz İran’ın ciddi olduğuna inandık. Biz aynı zamanda İran’ın uluslararası gerekli kurallara bağlı kalmasını takip edeceğiz” ifadesini kullandı.

Ashton ayrıca “Biz somut ve pratik girişimlerde bulunmakta ciddiyiz” vurgulamasında bulunmanın yanı sıra “Müzakere tarafları “adım adıma” sürecini izleyecekler” dedi.

İran Nükleer Baş Müzakerecisi Celili “Görüşmelerde gündeme getirilen şey İran halkının NPT’ye dayalı haklarının vurgulanışıydı” dedi.

Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri ve Nükleer Baş Müzakerecimiz Said Celili dün İstanbul’da 5+1 Grubuyla görüşmelerin ardından düzenlenen basın toplantısında muhabirlerin gündeme getirdikleri soruları cevaplandırdı.

Celili, El Minar muhabirinin basın toplantısının düzenlendiği yere asılan İranlı nükleer şehidlerini tanıtıcı bannerlere değinerek görüşmelerde bu şehidlerin de gündeme getirilip getirilmediğine ilişkin sorduğu sorusu üzerine “Biz her zaman şunu ilan ettik: Nükleer enerjinin barışçı amaçlar için kullanılması bizim gençlerimizin üzerinde durdukları kapasitelerdir. İran karşıtı yaptırım talepleri BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylananlar, İranlı bilim adamları için terör eylemleri düzenleyenler ve de insan hakları savunucusu olduklarını iddia edeler “nükleer enerji herkesin kesin hakkıdır” sloganına açıklık kazandırsınlar bakalım” karşılığını verdi.

Celili daha sonra Bağdat görüşmelerinde hangi eksenlerin yer alacağına ilişkin bir başka soruyu cevaplandırırken “İlk önce nükleer silahsızlanma, ikincisi İslam inkılabının bu konuyla ilgili net ve açık bakış açısı, üçüncüsü de, işbirliğine dair önemli bir eksen olan nükleer silahların geliştirilmesinin önlenmesi ve dördüncüsü de, NPT anlaşması üyelerinin kesin hakkı olan nükleer enerjinin barışçı kullanılması konusu olacak” dedi.

Nükleer Baş Müzakerecimiz Celili ayrıca “Görüşmelerde gündeme getirilen şey İran halkının NPT’ye dayalı haklarının vurgulanışıydı” diye ekledi.

 

 

İşgalci İsrail Başbakanı Netanyahu “Tahran’la 5+1 Grubunun Bağdat’ta yapacakları görüşme İran’a verilen bir hediye gibi. Zira zenginleştirme işini daha fazla sürdürebilecek” dedi.

Siyonist İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu dün yaptığı bir açıklamada, İstanbul’da İran’la 5+1 Grubu arasında gerçekleştirilen görüşme turunu eleştirerek, gelecek Mayıs ayında Bağdat’da yapılması kararlaştırılan görüşme turunu, İran’ın uranyum zenginleştirme işine daha fazla zamanı olması için bu ülkeye verilen bir hediye olarak tanımladı.

Avrupa Birliği’nin (AB) Dış Politika ve Yüksek Güvenlik Temsilcisi Catherine Ashton geçen Cumartesi günü İstanbul’da İran’la 5+1 Grubu arasında gerçekleştirilen görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, görüşmelerin bu turunu yararlı ve yapıcı olarak tanımladı ve bir sonraki görüşmelerin gelecek 23 Mayıs’ta Bağdat’ta düzenleneceğini söyledi.

Siyonis “Haaretz” gazetesinin bildirdiğine göre, Amerikalı Senatör Joe Lieberman’la görüşmesinde konuşan Netanyahu, 5+1 Grubunun İstanbul’da İran’la görüşmesinde aldığı kararlara itinasız bir şekilde “Bu müzakere caydırıcı olmadan İran’ın zenginleştirme işine daha fazla zamanı olması için ona zaman tanımış oldu. Bundan da benim ilk anladığım şu: İran’a bir hediye verildi” dedi.