کارگر

کارگر

Çarşamba, 18 Eylül 2019 07:39

Şehriyar’ın Vefatı

1906 - ö. 18 Eylül 1988), Asıl adı Muhammed Huseyin Behcet-i Tebrizî olan şair, şiirlerinde kullandığı Şehriyar mahlası ile tanınır. Azeri Türklerinden olan İranlı şair, şiirlerini hem Azeri Türkçesi, hem de Farsça yazmıştır.
 

İran Türklerinden olan Şehriyar,1906'da Tebriz'de doğdu. Babası Mirismail Ağa Hoşgenabî, bir avukat ve hattattır. İlköğrenimini doğduğu şehirde tamamlayan şair, Medrese-i Talibiye'de aldığı Arapça ve Arap edebiyatı eğitiminin yanı sıra, Fransızca öğrendi. Çocukluk yılları baba yurdu olan Karaçemenin Hoşgenap kasabası Heydarbaba köyünde geçmiştir. Köyleri adını eteklerinde kurulduğu Heydarbaba dağından almıştır. Orta Okul’dan sonra Tahran’a giderek liseyi bitirmiştir.1921 yılında Tahran'a gelerek Dar-ül Fünun okulunda tıp eğitimi almaya başlar. Şehriyâr, doktorluk eğitiminin son sınıfında sonu olmayan bir aşka tutulur, 1924 yılında aşkının peşinden Horasan'a gider ve tıp fakültesinin son sınıfından mezun olamadan ayrılır. 1935 yılında Tahran'a geri dönerek memuriyet hayatına atılıp, İran Ziraat Bankasında çalışmaya başlar.[1]

Şairliğinin ilk zamanlarında “Behcet” mahlasını kullanmış, sonraları iki defa Hâfız falına bakarak kendisi için bir mahlas istemiş, faldan aşağıdaki iki beyit çıkınca, mahlasını “Şehriyâr” olarak değiştirmiştir.

“Felek devlet zikkesini Şehriyâr’ların adına bastırdı.

“Kendi memleketime gidip kendi Şehriyar’ım olayım.”

Şehriyar önsözünü dönemin bilinen şairlerinden olan, Nafisi ve Muhammed Tagi Bahar'ın yazdığı ilk şiir kitabını 1929 yılında yayınlar.

Şehriyar 1934 yılında çok sevdiği babasını kaybedince ruhsal bir bunalıma girmiştir. Babası Hacı Mir Aga Hoşgnâbî’ 1934 yılında ölmüş ve Kum şehrine gömülmüştür.[2]Babasının ölümü Şehriyar için son derece zor gelmiş ve bunalıma kapılmıştır.Bu sıkıntılı yıllarını atlatmasında annesinin büyük yardımı olur. Bu ızdıraplı ruh halinin tesiri ile çocukluk yıllarının geçtiği bölgeye gider ve doğduğu yerlerin çok değiştiğini görür. Annesinin de Şehriyar'a Farsça değil kendi dilinde şiirler yazmasını arzu etmesinden dolayı Heydar Baba'ya Selam şiir'i doğacaktır. Şehriyâr, genç yaşında evlendi. Bu evlilikten bir kızı oldu. Çalıştığı bankadan emekli olunca daha sakin bir hayat sürmeye başladı.

Şiirlerinde şair Hafız, Sadi, Fizuli, M.P. Vaqif, M.E. Sabir'den etkilenmeler mevcut olan şair, ana dilinde kaleme aldığı Heyder Babaya Salam şiiri ile Türkiye'de ve Sovyetler Birliğindeki Türk Cumhuriyetlerinde de büyük bir üne kavuştu.Şehriyar İran'da 1979 yılında yapılan İslam devrimini destekledi. Haydar Babaya Selam şiirinin 76 kıt’alık birinci bölümü 1964’te Ahmet Ateş, 49 kıt’alık ikinci bölümü de 1971’de Prof.Dr. Muharrem Ergin tarafından ülkemizde yayınlanmıştır.

Birinci Pehlevî iktidarında Şehriyar, Horasan’a sürülmüş; ikinci Pehlevî hükümeti döneminde ise örtülü muhalefeti dolayısıyla korkular içinde hep tedirgin yaşamıştır. !979 yılındaki İran devrimini desteklediği bilinmektedir.“Humeyni İnkılâbı”ndan sonra dindarlığından ilham alarak din yolundaki bilgisizlik ve kayıtsızlığa karşı Azerî Türklerinin suskuluğunu ana dillerinde neşriyatın olamamasına bağlar. Bu sebeple inkılâbın ilk yıllarında çıkmaya başlayan yirmi beş yıldan beri yayınını sürdüren Varlık dergisini “Türkçenin Azatlık Kuşu” olarak vakfederek alkışlar. Şehriyar, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Kaçarların yıkılışına ve Meşrutiyet hareketine; gençlik ve orta yaş döneminde I. Ve II. Pehlevî idaresine ve ihtiyarlık döneminde ise 1979 inkilâbına tanık olmuştur.[3]

Türk dünyasının özellikle de Azeri şiirinin en büyük şairlerinden birisi olan Şehriyar, asıl ününü Farsça şiir söyleme sahasında yakalamış olmasına rağmen, Türk dünyasında tanınmış olmasını “Haydar Baba’ya Selam” şiirine borçludur. Şairin dört ciltten oluşan külliyatının dördüncü cildi, Türkçe şiirleri­nin toplandığı kitaptır. Bu ciltte toplam 74 şiir yer almaktadır. Şehriyar’ın Türkçe divanında göze çarpan en önemli özellik, hiç şüphesiz onun kendi halkına, adet, gelenek-göreneklerine, anadili olan Türk Diline önem vermiş ve üstün görmüş olmasıdır. Örneğin, “Türk’ün Dili” isimli şiirinde bunu açıkça dile getirmektedir. “Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümü, ilk defa 1331/1952 yılında Tebriz'de “Hakikat Yayınevi” tarafından basılmıştır. İkinci bölümü de ondan kısa bir süre sonra basılıp ya­yınlanmıştır. Birinci bölüm 76 kıtadan, ikinci bölüm ise 49 kıtadan ibarettir. Dr. Yusuf Gedikliye göre Haydar baba'ya Selam adlı şiiri 1953 te yazılmış, 1954 te basılmıştır. [4]

Muharrem Ergin, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin tümünü, bu şiire nazire olarak yazılan bir kısım şiirlerle birlikte 1971 yılında “Azeri Türkçesi” adıyla yayınlamıştır. İran’da ün kazanmış bundan dolayı da çağdaş dönemin Hafız'ı olarak bilinmektedir. Türkçe konuşan halklar ara­sında tanınmasıyla şiirleri dilden dile dolaşıp şarkı ve türküler halinde sazlar eşliğinde okunur. Azerbaycan ve Türk edebiyatı için Şehriyâr, her şeyden önce “Hay­dar Baba” şairidir. Bu eserin kaleme alınması, hem şairin hayatında bir dö­nüm noktası hem de Azeri Edebiyatında yeni bir merhalenin başlangıcı oldu. Halk arasında sahip olduğu bu derin ve sarsılmaz saygıyı ve sevgiyi bu şii­riyle kazandı. Dr. Yusuf Gedikli'nin kitabının son baskısında Şehriyâr'ın toplam 92 Türkçe şiiri yer almaktadır. Bu da Şehriyâr'ın Türkçe şiirlerinin bu güne kadar var olanlarının tümünün bir arada toplanmış halidir. Gedikli, 1996 yılına kadar gerek İran'da gerekse Azerbaycan'da yayınlanmış olan tüm şiirlerini bir araya getirerek yeniden yayınlamıştır.

İranlı kaynaklar: Şehriyâr'ın son derece hassas bir kalbi'nin olduğunu en ufak bir iyilik veya güzellik karşısında etkilenir ve aldanırdı ki haddi hesabı yoktu. Aynı ölçüde en ufak bir ilgisizlik ve kötülük karşısında son derece sıkıldığını yazar. İranlı kaynaklar şehriyarın edebi yönünü şu şekilde izah etmektedirler: " Firdevs’inin doğasını ve destansı ruhunu; Nizami'nin meclisleri süsleyişini, Sanayi’nin hikmetini, Mevlevi'nin irfanını, Sadi'nin inceliğini ve ifade gücünü; Hafız'ın sadakatini ve aynı zamanda gazellerindeki gizliliğini; İrec'in akıcılığı ve sadeliğini yansıtıyordu. Eserlerinin her biri duygusal, insani veya felsefi muhteva ve kapsam açısından ya da şairin kendine özgü tarzını göstermesi açısından değerli ve hatırı sayılır eserlerdendirler." [5]

Şehriyâr, 83 yıllık yaşamından sonra 18 Eylül 1988'de Tahran'da Mehr hastanesinde akciğer iltihabı ve kalp yetersizliğinden 1988 yılında vefat etmiş, Tebriz’de Şairler Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Şairin ölüm günü, O'nun anısına, İran'da Milli Şiir Günü olarak kutlanmaktadır.[6]

Şairin vefatından sonra 1992 yılında Kültür ve İslami İrşad Bakanlığı tarafından uluslararası düzeyde Tahran'da Üstat Şehriyar’ı Anma Konferansı düzenlenmiştir. Bu konferansa İranlı şair ve yazarların yanı sıra Azerbaycan, Türkiye, Tacikistan ve başka birkaç Ortaasya ülkesinden düşünürler ve Şehriyâr'ı sevenler de katılmıştır

Şairin yetiştiği saha Güney Azerbaycan sahasıdır. Şair İran’ın Tebriz kenti civarında yaşayan Azeri-Türk asıllı bir şairdir. Farsça yazdığı şiirlerle İranlılar tarafından çok sevilerek İranlıların " çağdaş Hafız " olarak nitelendirebileceği kadar İran'da tanınan şair annesinin ısrarı ile Türkçe şiirler de yazmaya başlamıştır. Haydar Baba'ya selam şiirini ana dilinde yazarak Türk Dünyasının tamamında adını duyurmuştur. Şehriyâr, tasavvuf ile ilgilendiği gibi, Kur’an ayetlerini, levhalara yazarak, “Hat Sanatı”nda da söz sahibi olduğunu göstermiştir.

Hayatı ve şiirleri hakkında en kayda değer çalışmalardan birisi: Muhammed Hüseyin Şehriyar. 2005. Seçilmiş Eserleri. (Çev. H. Billuri) Bakı: Avrasiya Pres (Azerbaycan) künyeli eserdir.

 

 

EDEBİ KİŞİLİĞİ

Şehriyar'ın anne ve babası İran’da yaşayan i Azeri- Türk asıllı bir ailedir. Türk asıllı olmasına rağmen İran edebiyatçıları tarafından İran’ın Melik’üş-Şuera’ sı olarak sıfatlandırılan şair, İranlılar açısından da çok önemli bir isim olarak görülmekte, Melik’üş-Şuera’ olarak adlandırılmasının yanı sıra, günümüz İran şiirinin Hafız'ı, Sadi'si olarak değerlendirilmektedir.

Özellikle Haydar Baba'ya adlı şiiri bütün Türk dünyasında çok önemli bir yankı yaratmıştır. Bu yankıya Şehriyar'ın Haydar Baba'ya Selam adlı şiiri hakkında bir inceleme yapan Hasan Aydın şu şekilde temas eder "Azerbaycan Edebiyatında da büyük bir canlanmanın oluşmasına, insanların kendi edebiyatlarına önem vermesine, kendi yurtlarına karşı daha duyarlı olmasına yol açtı."[7]

Haydar Baba’ya Selâm şiiri çocukluk günlerini, köylerdeki gelenekleri, köy hayatını anlatan bir şiirdir. Şiirde duru, açık ve özlem dolu bir dille anlattığı hayat, herhangi bir Türk köyünün sosyal ilişkilerini, törelerini, geleneklerini aktarır.

Şehriyar'ın yetiştiği Güney Azerbaycan sahasında Hasanoğlu, Fuzûlî, Tebrizli Saib, Tesir, Vidadi Zakir ve Vakıf’ gibi önemli şairler yetişmiştir. Şehriyar bu halkanın tanınmış son şairidir. Şiirlerinde Azerbaycan edebiyatının dil özelliklerini, geleneksel şiir kültürünü, şekil ve söyleme biçimini başarıyla dile getiren şair içten ve yalın bir Azeri diliyle yazdığı şiirlerinde, atasözlerine, deyimlere, âşık tarzı şiirin kalıplarına ustaca yer vermiştir. Azerbaycan âşık şiirinin dil, sanat ve deyiş zevkini başarıyla idrak etmiş ve uygulamıştır. Söyleyiş doğallığı ve içtenliği ile haklı bir şöhrete ulaşmıştır. Şehriyarın şiirlerini kültürel değerler yönünden inceleyen Prof. Dr. İsa Özkan onun hakkında şu izlenimler içindedir:"Şehriyar, İran’daki Türk edebiyatında dili kullanma biçimiyle yenilikçi bir öncüdür. Âşık tarzı şiire, geleneksel söz kalıplarına, atasözleri ve deyimlere müracaatı ile yeni bir çığır açmış, Güney Azerbaycan Türkçesini ayağa kaldırmış, kültürü sanatkârane biçimde işleyerek mahallîden evrensele ulaşmıştır"[8]

Şairin Gazel, kaside kıta türünde Türkçe ve Farsça yazdığı pek çok şiir bulunmaktadır. Şiirlerini dört ciltte toparlayan şehriyarın son çildi Türkçe yazdığı şiirlerinden oluşmaktadır. Şairin şiirleri ülkemizde de basılmıştır.

Şairin hayat tarzı, doğup büyüdüğü Tebriz, Huşgenab, Kayış-kurşak, Şengül-abad ve Azerbaycan Türklerinin yaşadığı diğer coğrafyalarla çevrelenir. XX. yüzyılın son çeyreğine kadar sözlü olarak yaratılıp yaşatılan kültür ile örf, âdet ve geleneklerin şekillendirdiği toplum düzeni, bu bölgenin hayat dinamiğini oluşturur. Onun şiirlerinde ses ve anlam mükemmel bir uyum içindedir. Şehriyar’ın şiiri, edebî bir form olmanın ötesinde, içinde şekillendiği coğrafya ve zihniyetin bütün kültürel değerlerini barındırır.[9]

Şehriyar'ın şiirlerinde sosyal konular ve didaktik gayretlerde görülür. "Maarifimiz" adlı şiirinde geri kalmış ülkelerdeki eğitim sistemini eleştirmesi bu görüşümüze destek olacak şekildedir. Bu şiirinde Şehriyâr, eğitimdeki niteliksizlik yapıya, mankurtlaştırma-sömürgeleştirme sürecine dikkat çekmektedir. Şehriyâr'ın zarif söz incelikleri, Azerî ve Fars şiirine olan hakimiyeti, ona özel bir şöhret, özel bir şir vadisinde şiirler kazandırdı. İran İslam Cumhuriyeti Dini Lideri Ayetullah Hâmeney, Şehriyâr'ın sanatsal sorumluluğunu güzel bir biçimde şu şekilde beyan etmiştir: " Şehriyâr'ın en parlak hüneri, tarihi görevini tanımış ve tüm varlığıyla samimi bir şekilde yerine getirmiş olmasıdır." Şehriyarın şiirlerini Türkiye'ye tanıtan Muharrem Ergin, şehriyar’ın edebi yönü ve önemi hakkında şu ifadeler de bulunmuştur. “Şehriyar’ın şiiri, adeta bir destan gibi, büyük bir Türk muhitinin seçkin kültür değerlerini çok canlı, renkli ve coşkun bir üslûp içinde aksettirmektedir.”

Kızı Meryem İran, FHA Fars haber ajansına verdiği demeçte babasının kişiliğini şu şekilde anlatmıştır: " Babam çok cömert biriydi, üniversiteden aldığı maaşı bile savaş zedelere hediye ederdi. Babamın kardeşi vefat etmişti ve babam henüz evlenmemişti ve bu yüzden kardeşinin çocuklarına bakıyordu ve sonunda da kardeşinin evini çocuklarına verdi." Meryem'in verdiği bilgilere göre şaire Tahran da bir ev verilmek istenmiş Şehriyar evi kabul etmemiş ve bunun yerine ve kendisine bir iyilik yapılacaksa Türkçe yazdığı şiirlerin yayınlanmasına izin verilmesinin sağlanmasını talep etmiştir. “ [10] Bu haberdeki ayrıntılar, şehriyar'ın Türkçeye ve diline verdiği değeri göstermesi bakımından son derece manidardır.

Şehriyarın şiirleri geleneksel değerleri modern ve içten bir yaklaşımla modern şiir dünyasına aktarma yönünden dikkat çeker. Azerbaycan bayatı, türkü ve aşık şiirinin şekil, içerik ve söylem biçimine yeni içerik unsurları ve söyleme özelliği kazandırdığı muhakkaktır. Şiirlerinde iran ve Azeri şairlerinin tekniklerine vakıf olarak Türk kültürüne ait folklorik zenginlikleri başarıyla uyarlayabilmesi, onu çok özel bir şair haline getirmiştir. Sözlerimizi Prof. Dr. İsa Özkan'ın, Şehriyar'ın edebi yönü hakkında yaptığı şu tespitlerle bitirelim: " Şehriyar’ın şiirini kalıcı kılan unsurların başında geleneksel kültürün fevkalâde ustalıkla işlemesi gelir. Onun şiirinde geleneksel kültür unsurları temel yapı taşıdır. Bu yapı taşını dinî kıssalar, Azerî âşık hikâyeleri ile özellikle Türk dilinin mecazları oluşturur."[11]

Şehriyar gazel, kaside, mesnevi ve kıt`a tarzındaki şiirlerde sergilediği yeteneğin dışında dört alanda büyük bir sanat örneği göstermiştir. Farsça yazdığı Ali ey rahmet abidesi renkli tabloların oluşturulmasında, kesin şairane vasıflarda Taht-i Cemşid adlı eseri, dili ve güncel terimleri ve argo dilini Haydar babaya selam eserinde kullanması ve duygusal eserlerin yaratılmasında Vay anam ve Haydar baba kıt`aları, bu dört özelliğini yansıtır. Şehriyar`ın Farsça olarak 28 bin ve Azeri Türkçesinde 3 bini aşkın beyit şiiri bulunmaktadır. [12]

Şiirleri

Aman Ayrılıg

M A A R İ F İ M İ Z

El Kimin

Heydar Baba'ya Selam

Hayder Baba’ya 2

Yar Kasidesi

Geldin, ben sana kurban olayım, ama şimdi neden?

Ulduz sayarak gözlemişem her gece yarı

Getme Tersa Balası

Türkiye’ye Hayalî Sefer

Kafkazlı Kardaşlar ile Görüş

 

edebiyatvesanatakademisi

 

[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Muhammet_Hüseyin_Şehriyar

[2] www.irankulturevi.com, Muhammed Huseyin Behcet-i Tebrizî, şehriyar

[3] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültrel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23–38.)

[4] Dr. Yusuf Gedikli, Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, Ötüken yayınları, s.115.)

[5]  www.irankulturevi.com )

[6]  www.irankulturevi.com )

[7] HASAN ALMAZ, ŞEHRİYAR’IN TÜRKÇE DİVANI VE HAYDAR BABA’YA SELAM ŞİİRİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME,www.karakoyunlu.net/kategori.asp?id=19 )

[8] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültrel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23–38.)

[9] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültürel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23-38.

[10]  http://www.tumgazeteler.com/?a= 5563657&cache=1)

[11] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültrel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23–38.)

[12] Anonim, Şair Şehriyar`ın yaşamının bilinmeyen yönleri, http://www.tumgazeteler.com/?a=5563657&cache=1

 İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei Japonya Başbakanı Şinzo Abe’yi kabulünde, ABD Başkanı Donald Trump’ı, mesajına cevap verecek kadar şayeste bulmadığını belirtti.
Japonya Başbakanı Abe Tahran temaslarının devamında İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei tarafından kabul edildi.

Başbakan Abe İmam Hamanei’ye ABD Başkanı Trump’ın mesajını sunmak istediğini belirtti.

İmam Hamanei ise şöyle karşılık verdi:

Bizim sizin iyi niyetinizden ve ciddiyetinizden kuşkumuz yok. Ancak ABD başkanına gelince, ben Trump’ı hiç bir mesajlaşmaya şayeste bilmiyorum ve ona verecek hiç bir cevabım da yok ve vermeyeceğim de.

İmam Hamanei ayrıca Trump’ın İran rejimini değiştirmek istemediği sözleri yalan olduğunu, Trump eğer yapabilseydi bunu yapmaktan asla çekinmeyeceğini, fakat bunu yapamayacağını vurguladı.

Amerika ile müzakere konusunda da İmam Hamanei, İran Bercam çerçevesinde Amerika ile geçmişteki müzakerelerinin acı deneyimini bir daha asla tekrar etmeyeceğini, hiç bir akıllı ve hür millet baskı altında müzakere etmeyi kabul etmeyeceğini kaydetti.

 Allahın Adıyla
Dünyaya musallat sulta sistemi yer yüzünde vuku bulan her olayı, her gelişmeyi kendi siyasal literatürüne göre tanımlamakta, yorumlamakta, dünya kamuoyuna buna göre yön vermekte ve kontrolü altında tuttuğu kuruluşlar aracılığı ile kendi görüşünü dünya halklarına dayatmaktadır.
Sulta sistemine teslim olmayan veya onlarla uyum içinde davranmayan ülkelere, milletlere yasaklananlar uluslararası sulta sisteminin başını çekenler için mubahtır. Örnek olarak nükleer silahların üretilmesi, denenmesi ve hatta bu alanda araştırma yapılması, hammadde sağlama girişimleri uluslar arası sözleşme ve kurallara göre yasaktır. Ama onlar her yıl yenilerini geliştirmekte, üretmekte, denemekte ve depolamaktadır.
Başka ülkelerin sivil/barışçıl nükleer araştırma ve enerji teknolojisini elde etme faaliyetlerini engelleyen müstekbir güçler kendileri nükleer teknolojiyi enerji üretimi, ziraat, tıb, gemicilik vb alanlarda kullanmakta ve başkalarına vermekten de kaçınmaktalar.
Kendileri askeri alanda en modern silahlar üretmekte, ama başka ülkelerin ülke savunması için ihtiyaç duydukları silahları üretmelerine ve hatta kendilerinin izni olmadan başka ülkelerden satın almalarına bile tahammül edememektedir. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi almasıyla ilgili koparılan yaygara bunun en açık örneğidir. Kendileri her türlü füze üretmekte, ama İran’ın kısa ve orta menzilli füzeler üretmesini bölge ve dünya barışına tehdit olarak lanse etmekteler.
Kendileri 2 bin km , 10 bin km ötelerden gelip bölge ülkelerinin içişlerine müdahale etmekte beis görmüyorlar. Ama İran gibi ülkelerin komşu ülkeler halkları ve hükümetlerinin yardım çağrısına koşmasını bölge barışına tehdit olarak yorumlamakta, İran’ı öcü olarak göstererek bölgedeki kukla rejimleri silahlandırmakta, Müslüman halklar arasında düşmanlık icat etmektedirler. Bu gibi çifte standartları, müdahale örneklerini askeri, ekonomik, siyasal, medya ve kültürel birçok alanda görmek mümkündür.
Hiç kuşkusuz bütün bu baskılar, tehdit ve komplo planlarının amacı bölgedeki uğursuz sultalarını sürdürmeye yöneliktir.
ABD ve müttefikleri son birkaç haftadır bir yandan bölgede gerginliği tırmandıracak girişimlerini artırırken öte yandan İran’dan gerginliği artıracak teşebbüslerden kaçınmasını istemekteler. El ele vermiş, sözleşmiş olarak İran’ın petrol de dahil kendi ürünlerini ihraç etmesini açıkca engellerken İran’dan elini kolunu bağlayıp tepki vermeden beklemesini istemekteler.
İçinde bulunduğumuz haftada önce Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve ardından Japonya başbakanı Şinzo Abe’yi İran’a gönderen ABD İran’ı yeniden müzakere masasına davet ediyordu.

Sulta sisteminin temsilciliğinde Tahran’a giden bu iki ülke temsilcisi bölgede artan ABD-İran gerilimi konusunda uyarıda bulunarak, Ortadoğu'da barışın inşa edilmesi için Tahran'ın yapıcı bir rol üstlenmesi gerektiğini, vurguladılar. ABD’nin bölgeye müdahalesini, bölgede savaş atmosferi oluşturmasını normal bir hak olarak gören her iki ülke temsilcisi bölgenin asli unsuru İran’ı gerginliği artırmaktan kaçınmaya davet ettiler.
Hala Amerikan emperyalizminin resmen işgali altında bulunan(her iki ülkede 2.Dünya savaşından beri onlarca Amerikan askeri üssü ve onbinlerce askeri bulunmaktadır) Almanya ve Japonya temsilcileri dört yıl süren nükleer görüşmeler sonunda imzalanan nükleer anlaşmadan ayrılan ABD’ye karşı bir söz etmezken İran’dan anlaşmaya bağlı kalmasını istediler.
İran’la nükleer anlaşmayı imzalayan 5+1 ülkelerinin anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmemelerini Amerikan baskılarına bağlayan bu ülkeler buna rağmen İran’dan taahhütlerini tek yanlı olarak yerine getirmesini istiyorlar. Kısacası “biz seni boğalım ama sen yine de sesini çıkarma” diyecek kadar küstahça bir tavır sergilemekteler.
Halbuki nükleer anlaşmayla verilen tavizler İran ekonomisini zalimce yaptırımlardan kurtarmak içindi. Yaptırımlar kaldırılmadığı gibi anlaşma öncesinde uygulanandan daha şiddetle yaptırımlar başlatılmış oldu. Bütün uyarılara rağmen sulta sisteminin şeytani mahiyetini idrak etmekten yoksun İranlı maslahatçı diplomatlar müzakereler sonunda imzaladıkları anlaşmayla ülke ekonomisi üzerindeki yaptırımları kaldıramadıkları gibi bu ülkenin nükleer teknolojideki ilerleme hızını da kendi elleriyle kestiler.
Dünyanın mustaz’af halklarının umut kaynağı İslam İnkılabının ilkeleri, müstekbirlerle uzlaşmayan duruşu üzerinde şüphe oluşturulması da telafisi zor sonuçlardan biridir.
İran bu şeytani güçlerle 3-4 yıl boyunca masaya oturarak edindiği tecrübenin acısını/ayrı bir ifadeyle yaptığı hatanın olumsuz sonuçlarını son zamanlarda ülke ekonomisinde daha çok hissederken bu anlamsız davetleri haklı olarak geri çevirmektedir.
İmam Hamanei , Japonya Başbakanı Şinzo Abe’yi kabulü sırasında sulta sisteminin temsilcileriyle yapılan nükleer görüşmeler ve varılan anlaşmayı acı tecrübeler olarak nitelerken bununla bir yandan ABD ve müttefiklerine güvenilemiyeceğini, bu tür görüşmelerin tekrarlanmıyacağını belirtirken bir yandan da müzakere heyetinin oyuna geldiğini, hata yaptığını açıklamakta bir beis görmedi.
İran’ın, İslam İnkılabının zafere ulaştığı 1979 yılından beri geçen kırk yıl içerisindeki başarı ve yenilgilerine yeniden göz atarsak; başarıların, zaferlerin inkılabın ilkelerine bağlı kalındığı dönemlerde kazanıldığı, yenilgilere ise ilkelerden taviz verilerek izlenen uzlaşma taktikleri dönemlerinde uğranıldığıyla karşılaşırız.
İmam Hamanei bu gerçeği şu meşhur sözüyle ilan etmiş bulunuyor: “Uzlaşmanın bedeli direnişin bedelinden daha ağırdır”.
İmam Hamanei işte bu uzlaşmasız inkılapçı ilke doğrultusunda Trump’ın Japonya başbakanı ile gönderdiği mesajı alıp cevap vermek bir yana duymak bile istememiş, sulta sisteminin baş temsilcisini mesajlaşmaya layık görmediğini belirtmiştir. Bu inkılapçı duruş karşısında ne yapacağını şaşıran Japon başbakanı ise mesaj mektubunu acemice arkasına gizlemek zorunda kalmıştır. İnananlar için eşsiz bir izzet ve müstekbirler için ise eşsiz bir zillet örneğidir bu.
İslam İnkılabı, Direniş Cephesi ve bunlara umut bağlamış dünyanın mustaz’af halkları İmam Hamanei’nin bu örnek inkılapçı duruşu ile hiç kuşkusuz yeni bir can ve izzet kazanmıştır.
Şeytani cephe gücünü mustaz’af halklara tahakküm eden iktidar/makam/servet düşkünü yöneticilerinin zaafından, korkaklığından ve uzlaşmacı duruşlarından almaktadır.
Ülkenin maslahatı adı altında ABD gibi müstekbir güçlere verilen ödünler sürdürüldüğü sürece ülkelerin siyasal, askeri ve ekonomik gerçek bağımsızlığa ulaşmaları mümkün değildir. Halkına güvenen ve direniş stratejisini seçen hiçbir ülke ve hükümet müstekbir güçler karşısında yenilgiye uğramamıştır.
İmam Hamanei’nin Japonya Başbakanı Şinzo Abe ile görüşmesi sırasında sarfettiği sözler bir tür mücadele manifestosu, ilkeler mecmuası olup tekrar tekrar okunması, üzerinde düşünülmesi gerekir.

Ziya Türkyılmaz

İsrail Cumhurbaşkanı resmi konutu Beit HaNassi'de düzenlenen anma töreninde konuşan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'ın 10 gün içinde uranyum limitini geçme açıklaması üzerine bu ülkeye ek yaptırım çağrısında bulundu.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus da İran'nın nükleer anlaşmadaki uranyum üretim limitini aşmaması uyarısında bulunarak, "İran'ın nükleer silah edinme şantajını tolere etmeyeceğiz. Nokta." dedi.
 

The Jerusalem Post gazetesinde yer alan habere göre İran'ın '300 kilogram zenginleştirilmiş uranyum rezervini geçmek için geri sayım başladı ve 10 gün içinde bu limiti geçeceğiz' açıklaması üzerine, Kudüs'ün Talbiya semtinde yer alan İsrail Cumhurbaşkanı resmi konutu Beit HaNassi'de düzenlenen bir anma töreninde konuşan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'a ek yaptırım çağrısında bulundu.

Netanyahu, konuşmasında "İran'ın bunu gerçekleştirmesi dahilinde, uluslararası kamuoyu 2015'te yapılan nükleer anlaşmada yer alan yaptırımları İran üzerinde uygulamalı" ifadelerini kullanarak, İsrail'in İran'ın nükleer silah sahibi olmasına izin vermeyeceğini de konuşmasında belirtti. Netanyahu, ayrıca, İsrail'in İran'ın saldırgan tutumuna karşı olan ABD, BAE ve diğer ülkelerin tarafında yer aldığını sözlerine ekledi.

 

 

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus, İran'nın nükleer anlaşmadaki uranyum üretim limitini aşmaması uyarısında bulunarak, "İran'ın nükleer silah edinme şantajını tolere etmeyeceğiz. Nokta." dedi.

Sözcü Ortagus, bakanlıkta düzenlenen günlük basın brifinginde gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Tahran'ın nükleer anlaşmadaki uranyum üretim limitini aşacağını açıklamasına ilişkin soruya Ortagus, söz konusu açıklamanın "şantaj" olduğunu ve bundan şaşkınlık duymadığını söyledi.

Ortagus, "Başkan (Donald Trump) tam da bu yüzden İran ile yapılan nükleer anlaşmanın yerine yeni ve daha iyi bir anlaşma yapılması gerektiğini söylüyor ancak İran'ın nükleer silah edinme şantajını tolere etmeyeceğiz. Nokta. ABD yönetimi, (İran'ın) nükleer silah edinmesi konusundaki atacağı en ufak adıma maksimum yaptırımlar ile cevap verecektir."

 

TAHRAN ÜLTİMATOM VERMİŞTİ

İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, 10 gün sonra ülkesindeki zenginleştirilmiş uranyum stokunun 300 kilogramı geçeceğini belirterek, nükleer anlaşmadaki limitin aşılacağını açıklamıştı.

2015'te imzalanan nükleer anlaşmaya göre Tahran yönetimi, elinde 300 kilogram işlenmiş uranyum biriktiğinde bunu yurt dışına çıkarmakla yükümlü.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise 8 Mayıs'ta yaptığı açıklamada, ABD’nin yaptırımlarına karşılık 60 gün içinde İran'ın nükleer anlaşmadaki çıkarları korunmazsa zenginleştirilmiş uranyum seviyesini artıracaklarını duyurmuştu.

Pazar, 02 Haziran 2019 06:51

ABD İran’a saldıracak mı?

  ABD’nin İran’a karşı hamlelerini bu ülkeye karşı saldırı hazırlığı olarak gören değerlendirmeler var. Ancak biz bu değerlendirmelere katılmıyoruz.Bize göre bu hazırlıklar bir savaş hazırlığı değil, tersine savaşamayacakolanın, saldırmadan bir şeyler elde edebilme çabasıdır... 

Peki, ABD ne elde etme peşinde?

‘Yüzyılın anlaşması’ hazırlığı 
Trump’ın İran kuşatması, doğrudan İsrail’le ilgili. Daha somut söylersek,ilan etmeye hazırlandığı “yüzyılın anlaşması”yla ilgili. 
ABD, İsrail-Filistin barışı için hazırladığını duyurduğu “yüzyılın anlaşması”nı ilan etme sürecinde, karşıtlarını buna mecbur etmenin hamlelerini yapıyor aslında... 
Ki yüzyılın anlaşması dedikleri, gerçekte Filistin’in işgal edilmiş topraklarını İsrail’e verme ve “Geniş İsrail”i Ortadoğu’ya kabul ettirme dayatmasıdır aslında...
İran’a karşı Suudi Arabistan-İsrail ittifakı da, İran’a karşı Arap NATO’su inşası da, Kudüs’ü başkent ilan etmek de, işgal altındaki Suriye toprağı olan Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğini tanıma kararı da, İran Devrim Muhafızları’nı terör örgütü listesine almak da, Obama’nın İran’la yaptığı nükleer anlaşmayı bozmak da, İran’a ekonomik ambargo uygulamak da, bölgeye uçak gemisi ve ağır bombardıman uçakları yollamak da, 1500 asker göndereceğini ilan etmek de, PYD’yi İran’a karşı Irak- Suriye sınırında kullanmak üzere tahkim etmek de... 
Hepsi İsrail’e Ortadoğu’da büyük kazanç getirecek “yüzyılın anlaşması”nı rayına oturtma hedefiyle ilgili öncelikle. Kuşkusuz başka hedefler de içeriyor kimi hamleler. 
500 bin askerle Irak’ta zafer kazanamayan ABD’nin, 1500 askerle, hatta sevk etmesi mümkün olsa 500 bin askerle bile İran’a diz çöktüremeyeceğini Trump da çok iyi biliyor elbette!

Stratejik savunmada taktik atak
Durum ABD için aslında şudur: ABD’nin hegemonyası bir süredir iniştedir ve ABD egemen güçleri bu inişe karşı iki çözüm önermektedir. ABD’de bir kanat geri çekilip içeride güç biriktirmeyi, bir kanat da hâlâ en büyük askeri güce sahip olmanın avantajıyla savaş çıkarılmasını istemektedir. 
Savaş isteyen bu kanada göre savaş, tam olarak çıkılamayan 2008 krizinin ilacı ve 10 yıl sonra baş edilemeyecek güçlere karşı bugünün son fırsatıdır. 
İşte Trump, bu iki kanadın 10 yıldan fazla zamandır sürdürdüğü mücadelenin bir sentezidir. Bu sentezde geri çekilme de vardır, vekâlet savaşları da; gümrük duvarlarını yükseltme de, müttefiklerine bile ekonomik ambargo uygulama da… 
Fakat ABD için esas olan, ülkenin artık stratejik savunmada olduğugerçeğidir. Hamleler, stratejik savunmada taktik atak olmaktan öteyegeçemeyecektir. 
Bu, kuşkusuz her şeyden önce ekonomik güce dayalı bir gerçekliktir.
Nedir o gerçeklik? Somut rakamlarla anlatalım:

ABD güç kaybediyor 
ABD’nin dünya ekonomisindeki payı 1980 yılında yüzde 24.5’ti. Aynı yıl Çin’in payı sadece yüzde 2.1’di. 
ABD’nin 2000 yılındaki payı yüzde 21.9’a düşerken, Çin’in payı yüzde 11.2’ye yükseldi. 
15 yıl sonra, 2015’te ABD’nin payı yüzde 15.8’e geriledi. Çin ise yüzde 17.3 ile ABD’nin önündeydi. 
Sonraki her yılda ABD’nin payı gerilerken, Çin’inki yükselmeye devam etti. 
Yani ABD artık en büyük ekonomik güç değil, en büyük ticarete de sahip değil! Askeri gücünün hâlâ en büyük olmasını bu açığı kapatmanın aracı olarak değerlendirmeye çalışıyor sadece. 
Ancak bu çaba, Bolton-Pompeo ikilisinin temsil ettiği sınıfa Ortadoğu’da savaş çıkarabilme olanağı tanımıyor. Tam da o nedenle Trump bu ikiliyi dengelemeye çalışıyor, açık açık savaş lobisinden şikâyet ediyor... 
Ve ABD’nin İran’a saldırmasının nasıl bir felaket getireceğini öngören “eskiyetkililer” de Bolton-Pompeo ikilisine itiraz ediyor.
Eski ulusal güvenlik uzmanları ve generallerden oluşan bir grup, Trump’a yazdıkları bir mektupla, İran’la yaşanan gerilimden endişe duyduklarını ifade ettiler örneğin.


ABD kaybeder
Kısacası ABD’nin İran’a saldırma olasılığı, güç analizi yapıldığında mümkün görünmüyor. Tarih elbette güç analizine uymayan delice hamlelere de sahne oldu. 
Ancak belirtelim: Böylesi bir delilik, ABD’ye çok ağır bir yenilgi tattıracaktır!

CUMHURİYET

Pazar, 02 Haziran 2019 06:48

Dünya Kudüs Günü

İslam İnkılabı Kurucusu Rahmetli İmam Humeyni Siyonist Rejim İsrail ve Amerika'nın bölgeye yönelik hedeflerinden haberdar olmasından dolayı Ramazan ayının son cumasını Kudüs günü olarak adlandırarak böylece dünya Müslümanlarının Filistinliler ile dayanışma içerisinde olduğunu daha açık bir şekilde gözler önüne sermek istemiştir.

Rahmetli İmam Humeyni Kudüs günü ile ilgili şöyle buyurmuşlardır:" Kudüs günü sadece Filistin günü değildir. Süper güçlere İslami memleket ve topraklarda artık ilerleyemeyeceklerini göstermek günüdür. Kudüs günü tüm süper güçlere İslam'ı artık sultaları altına alamayacakları, habaset dolu işbirlikçileri ve uşakları sayesinde artık Müslüman ülkelere hüküm süremeyecekleri konusunda uyarmak günüdür. Kudüs günü İslam'ın canlanması günüdür."

Kudüs'ün kaderi bugün tarihi ve hassas bir geçitte, zor bir sınavdan geçmektedir. Bu da Filistin milletinin kaderini belirleyecektir.

Sohbetimizin devamında şimdi de Kudüs'ün önemini gözden geçirip bir sonraki bölümde ise Yüzyılın Anlaşması çerçevesinde İslami hüviyetin yok edilmesi için yapılan planları irdelemeye çalışacağız.

 60 yılı aşkın bir süredir Filistin ülkesi ve diğer İslami toprakların bir kısmı Siyonist İsrailliler tarafından işgal edilmiştir.

15 Mayıs günü Yevm-ül Nekbe yani Nekbe Günü olarak da bilinen Filistin'in 948 yılında Siyonist Rejimi tarafından işgal edilişinin yıldönümü günüdür.

Büyük felaket anlamına gelen Nekbe kelimesi, Filistinlilerin hatırasında iki kötü ve acı olayı hatırlatmaktadır:" İlki korsan İsrail Rejiminin 1948 yılında kurulması ve ikincisi de 800 bini aşkın Filistinlinin ana vatanlarından ihraç edilmesi.

 Nekbe, o yıllarda Filistinlilerin başına gelen faciaların simgesi olmasının yanı sıra son onyıllarda bu millete çektirilen çileler ve zorlukların da sembolüdür. Gerçekte Nekbe Günü insani bir trajedinin yanı sıra Filistinlilerin kültürel, ekonomik ve siyasal temellerinin büyük bir bölümünün de tahribi ve yok edilmesinin göstergesidir. Tüm bunlar ise gayrı meşru bir hükümetin kurulması ve varlık göstermesi ile gerçekleşmiştir.

 Tüm bu yıllar boyunca Filistin halkı ya avarelik çekmiş ya işgal altındaki topraklarda ayrımcılığa ve şiddetli tehditlere maruz kalmış ya da Gazze Şeridinde topyekun bir kuşatma ile karşı karşıya kalmıştır.

Gayrı meşru Siyonist Rejimi 1948 yılındaki kuruluşundan beri her daim iki önemli hedef peşinden koşmuştur:"

İlk hedef, işgalci olmalarına karşın meşruiyet kazanmaktı. Bu hedef şimdiye dek gerçekleştirilememiştir çünkü Filistin direnişi, Siyonist İsrail Rejiminin meşruiyetini ciddi sorunlar ile karşı karşıya bırakmıştır.

Siyonist İsrail'in ikinci hedefi ise Müslümanların ilk kıblesi sayılan Beytül Muhaddes'e musallat olup Kudüs ve Filistin topraklarının İslami hüviyetini yok etmek istemesidir.

 Beytül Mukaddes 1967 yılından beri Siyonist İsrail'in işgali altındadır.  Ancak Kudüs, sadece kutsal bir mekan veya sembol olmayıp aynı zamanda da Müslümanların birliğinin de temel taşıdır.

Mecid-ül Aksa ile ilgili İslami rivayetlerde bu cami Mescid-ül Haram ve Mescidi Nebevi'den sonra  İslam'ın üçüncü en kutsal camii olarak adlandırılmıştır. Şimdi ise Müslümanların ilk kıblesi olan bu cami işgal olunmuş ve yok edilmek istenmektedir.

 Kudüs'e musallat olup bu kutsal mekanın İslami hüviyetinin değiştirilmeye çalışılıp Filistin topraklarının Yahudileştirilmesi Siyonistler için her daim stratejik bir hedef olarak görülmüştür. Tabii onlar bu hedefe varmak için defalarca büyük yenilgilere uğramışlardır.

 Siyonist Rejim İsrail şimdiye dek Lübnan Hizbullah'ı ve Filistin Direniş Grupları karşısında dört önemli savaşı kaybetmişlerdir. 33 Günlük Savaş, 22 Günlük Savaş ve 8 Günlük Savaşlarda Direniş güçleri Siyonist İsrail askeri güçlerine göre daha az donanımlı olmasına rağmen zafere ulaştılar. Bu zaferler, Gazze'de çıkan 51 Günlük savaşta daha açık bir zaferle taçlandırıldı.

 Siyonist İsrail Rejiminin Lübnan ve Gazze direniş grupları karşısındaki aralıksız yenilgileri İsrail ve en önemli destekçisi Amerika'nın gücünün ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne serdi.

Siyonist İsrail'in bölgedeki durumunun vahimleşmesi ile Amerika provokatif girişimleri ile Siyonist Rejimi bu yok olma bataklığından kurtarmaya çalışıp bu doğrultuda Filistin topraklarının hüviyetinin değiştirilmesi sürecini hızlandırdı.

Amerika bu amaç doğrultusunda Kudüs'ü Siyonist Rejim İsrail başkenti olarak tanıyıp böylece İslam aleminin nefretini ve kızgınlığını arttırmak istedi.

 Amerika Kongresi 23 Ekim 1995'te Amerika büyükelçiliğinin Telaviv'den Kudüs'e taşınması kararını onayladı. Bu karar, Kudüs'ün Birleşmiş Milletler Teşkilatı kararlarına göre işgal altında sayılmasına rağmen alındı. BMT Güvenlik Konseyi Aralık 2016'daki kararında şöyle bir vurguda bulundu:" Beytül Mukaddes ile ilgili Haziran 1967 öncesinde çizilen sınırlarda hiçbir değişiklik tanınmayacaktır. Ancak iki taraf müzakereler sonucunda bu konuda anlaşabilirler. "

 Amerika Birleşik Devletleri, uluslararası kurallara ve anlaşmalara aykırı olan bu anormal girişimi ile bir kez daha uluslararası kararlara ve anlaşmalara saygı duymadığını gözler önüne serdi.

Trump da tüm Amerika devlet adamlarının kuralsız tavırları gibi aynı Siyonist düşünceler doğrultusunda Kudüs'ü Siyonist İsrail başkenti olarak tanıyarak uzun bir geçmişe ve dini değerlere sahip olan İslam aleminin ayrılmaz ve önemli bir parçasını korsan ve işgalci bir rejime verip bu işgalciliği pratikte tanımış oldu.

Halbuki Kudüs Filistin başkenti olarak hala Filistin hüviyetinin ve tüm Filistinlilerinin simgesi olmaya devam etmektedir. Filistin topraklarını işgal edenler bu toprakları yutarak bir milletin hüviyetini ebediyen yok etmek istiyorlar.

Tabii bölgesel meselelerde yumuşak davranıp Siyonistlere karşı tolerans gösterilmesi ve de bu rejimin işgalciliği karşısında uzlaşma tavrı sergileyip onların yalan vaatlerine kanmak da Amerika, Siyonist Rejim İsrail ve Suudi Arabistan yetkililerinin Filistin meselesi karşısında daha da cesaret bulmalarına yol açmıştır.

 Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah işgal altındaki Kudüs'ün Amerika tarafından Siyonist İsrail başkenti olarak tanınmasına tepki olarak ifşaat mahiyeti taşıyan konuşmasında kimi Arap ülkelerinin bu alanda kusur ettiklerini eleştirerek şöyle bir açıklamada bulundu:" Amerika için Siyonist İsrail'den değerli bir ortak yoktur. Amerika'nın Arap ve Müslüman ortaklarının Trump gözündeki değeri var mıdır? Gerçekte hiç değeri yoktur. Amerika için, Siyonist İsrail'den ve bu rejimin çıkarlarından daha değerlisi yoktur. "

Seyyid Hasan Nasrullah'ın tabiri ile hali hazırda Balfour bildirisinden yüz yıl sonra bu bildirinin ikinci nüshası da yayımlanmıştır.

 Gerçekte Siyonist İsraillilerin onyıllarca peşinden koştukları hedefler şimdi Trump tarafından bir anda onlara verilmiştir. Bu ise İslam alemi için büyük bir tehlikedir. Trump gerçekte müzakerelerin tabutuna son çiviyi de çaktı. Çünkü Filistin'in kalbi ve hüviyeti Kudüs'ün çıkarılmasından sonra artık Filistinden bir şey geriye kalmayacaktır.

Kuşkusuz mazlum Filistin halkının büyük bir zulümden kurtarılması, insani, dini ve ahlaki bir görevdir. Bu doğrultuda ise tüm insanlık toplulukları, uluslararası toplum üyeleri olarak bu yönde adım atmaları şart.

 Uluslararası arenada Birleşmiş Milletler Teşkilatı Anlaşmasında da vurgu yapılan milletlerin kendi kaderini belirleme hakkı dünyaca kabul gören bir haktır. İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei ise 2000 yılında Filistin'in kaderinin belirlenmesi için referandum yapılması önerisini yapmıştı.

 İmam  Hamenei üniversite hocaları ve araştırmacılarını kabulünde yaptığı konuşmada Avrupalıların Siyonist İsrail'in Gazze ve Kudüs'teki cinayetleri karşısındaki sessizliğini eleştirerek şöyle bir hatırlatmada bulunmuşlardı:" Her zaman, tarihi Filistin ülkesinde yönetimin belirlenmesi için dünyaca kabul gören kamuoyuna başvurma yöntemine gidilmesine vurgu yapmışız. Yani en az 80 yıldır bu topraklarda yaşayan tüm Filistinliler, işgal altındaki topraklar içinde veya dışında olsun, ister Müslüman, ister Yahudi, ister Hristiyan'ın referanduma katılmasını istedik."

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamenei sözlerine şunları da eklediler:" Birleşmiş Milletler Teşkilatında da tescil edilen İran İslam Cumhuriyetinin bu önerisi uluslararası kurallar ve normlarla uyuşmuyor mu acaba? O zaman Avrupalılar neden bunu anlamak istemiyorlar?

Pazar, 02 Haziran 2019 06:45

Türkiye ile Birlikte Mücadele Ediyoruz

İran’ın Ankara Büyükelçisi Mohammad Farazmand önceki gün iftarda basın mensuplarıyla bir araya geldi.

 İran’ın Ankara Büyükelçisi Mohammad Farazmand önceki gün iftarda basın mensuplarıyla bir araya geldi. İftar sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Büyükelçi Farazmand, ABD’nin İran’a ambargo uygulamalarından İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Türkiye’ye ziyaretine, terörle mücadeleden ABD’nin Suriye’den çekilmesine kadar birçok konu hakkında soruları yanıtladı. ABD ile gerilimin daha başında ABD’nin İran'a saldırmaya cesaret bulamayacağı yönünde kanaat getirdiklerini ifade eden Farazmand, “Bu nedenle en başından beri müzakere istemedik. Herhangi bir savaş olmayacak. Olaylar başladığından itibaren gitgide sert tutumlarını bırakmak zorunda kaldılar. Bugüne kadar ABD'liler sert tutumdan vazgeçtiler, biz haklı çıktık. Trump artık İran'da Hükümet'i değiştirmek değil Hükümet'le müzakere etmek istediğini söyledi. İran olarak son 40 yıldır yaptığımız; sert direniş ve bunu ucuz olarak satmamak oldu. ABD askeri müdahaleyi zor görüyorsa, geri adım atıyorsa İran'ın tutumunun doğru olduğunu gösteriyor” dedi.


‘İRAN’LA İŞBİRLĞİ YAPAN HERKESE BASKI YAPIYORLAR’

ABD’nin uluslararası anlaşmadan tek taraflı olarak çekildiğini (P5+1) söyleyen Farazmand, şunları ifade etti: “ABD'nin İran'a karşı tutumunda sürekli baskılar var. Bu baskılar sadece İran'a karşı değil. İran ile işbirliği yapan ülkelere de yöneliktir. Bunların başında tabi Türkiye geliyor. ABD resmi bir masayı terk etmiş bulunuyor. Yaptırımlarla ilgili Türkiye buna karşı tutumunu açıkça ortaya koydu. Türkiye ile içiçe geçmiş ilişkiye sahibiz. İran'ın her zamanki stratejisi Müslüman ve bölge ülkeleriyle birlikteliktir. İran'ın bölge ülkeleriyle birlik stratejisi doğru çıkacaktır. İran ve Türkiye ABD'ye karşı geri adım atmadı. Geri adım atanlar zor durumda bulunuyorlar. İlişkileri korumak adına ve ticareti 2019'da 2018'e göre daha az tutmamak için çabalıyoruz. Ambargoya dahil olan ürünler üzerinden azalanı yaptırımlara dahil olmayan ürünler üzerinden dengeliyoruz. Yaptırımların içermediği ürünlerle ilgili Türkiye İran ticaretin daha da arttığını görüyoruz.”

‘ORTAK GÜVENLİK KOMİTELERİ VAR’

Terörle mücadele konusuna da değinen Büyükelçi Farazmand, “Terörle mücadelede Türkiye ile farklı düşüncemiz yok. Bütün terör örgütleri bastırmalıdır. Kazanımlar sağlamamalıdırlar. İran Türkiye İşçileri bakanlıkları arasında ortak güvenlik komitesi var. Aktif olarak devam ediyor, günlük sahada faaliyetlerine devam etmektedir. Irak'ın kuzeyinden terör saldırıları geldi İran'a. Bu konuda Irak’ın merkezi hükümetiyle işbirliği yapmak istiyoruz. Bu kendi içimizin ve güney kentlerimizin güvenliği için önemli” ifadelerini kullandı.

‘ABD MENFAATİ İÇİN DEAŞ’I DA DESTEKLER’

Farazmand, ABD’nin Suriye’den çekilme süreciyle ilgili de şöyle konuştu: “Bizim Türkiye ile birkaç yıl içinde Suriye hususunda Astana ve çeşitli platformlarda ikili görüşmeler ve istişarelerimiz söz konusu. Suriye sorunu ile ilgili Türk dostlarımızla görüşmelerde kırmızı çizgimiz yok. Suriye'de büyük bir kriz söz konusu idi. Hiç kimse kazanmadı bu krizden. İran ve Türkiye olarak her zaman sıkı bir görüşme içinde olmuşuzdur. Dışişleri Bakanı Dr. Zarif, Şam'dan Türkiye'ye geldi. Görüşmelerinin neticelerini Türk dostlarıyla paylaştı. ABD'nin Suriye başta olmak üzere bölgedeki varlığını kabul etmiyoruz. ABD bulunduğu bölgede barışın sağlanmasına katkı sağlamamıştır. Afganistan’dan Kuzey Afrika'ya kadar AB'nin Irak'taki askeri müdahalesi de bu ülkede gerilimin artmasına neden oldu. ABD menfaatleri doğrultusunda DEAŞ'ı bile destekler. ABD'nin Suriye'de kalması konusunda kendi içinde farklı politikalar var. Ama bu bölgeyi terk etme kanaatine varacaklar. ABD'nin desteğini alanlar da bu desteğin de ileride olmayacağını görecek. Suriye, İran ve Türkiye hükümetleri kendi sorunları için,

Suriye'nin doğusu için çok daha iyi mekanizmalar geliştirebilir. Açık ve net söylüyoruz ki ABD'nin bu bölgedeki varlığını desteklemiyoruz. Suriye ve Suriye'nin doğusundan da çekilmelidir.”

RUSYA İLE GERLİM İDDİASI

İran ile Rusya arasında gerilim yaşandığına dair iddiaların sorulması üzerine Farazmand şu yanıtı verdi: “Böyle bir iddiayı duymadım. İran, Rusya, Türkiye Astana'nın üç ortağıdır. Her konuda aynı fikirde olsaydık zaten görüşmeye gerek olmazdı. Farklı düşünceleri birbirine yakınlaştırmaya çalışıyoruz. Üç taraf da Astana işbirliğini geliştirme konusunda kararlı. Parlamentolar seviyesinde de süreç başladı. Parlamentoların dış politika başkanları sürece dâhil oldu. Türkiye ile İran arasında diploması kanalları sonuna kadar açıktır. Mevcut koşullardan da çok memnunuz. Kendi içimizdeki milletvekilleri, parlamento olsun nükleer konuları veya diğeri konuları tartışmaya açabilir ancak Türkiye ile ilişkilerin gelişmesi yönünde herkes hem fikirdir. Türkiye arasındaki İran arasındaki ilişkiyi bir ekosisteme benzetiyorum. Herhangi bir zarar olması durumunda ekosistemin kendi içinde gerekli aletler mevcuttur. Ekosistemden faydalanarak ilişkilerimiz her şeye rağmen güçlü kalmıştır. İki ülke de milli menfaatleri koruma noktasında çok güçlü. Bazı ülkeler güvenlik için halkına dayanmak yerine dış güçlere yaslanıyorlar. Bu da hem o ülke için hem de bölge için istikrarsızlık getirir.”

 Abdel Bari Atvan şunları yazdı: ‘Yaşanan son çatışmalarda Gazze Şeridinden fırlatılan direnişin füzeleri, Yüzyılın Anlaşmasını başarısızlığa sürükledi ve yine bu füzeler, Lübnan, Irak, Suriye ve İran direniş eksenlerinin füzeleriyle birlikte, Golan tepelerini, Kudüs’ü ve Suriye’deki işgal altındaki bütün toprakları kurtaracaktır.’

Arap Dünyasının önde gelen analistlerinden Abdel Bari Atvan, Rey el-Yevm Gazetesindeki yazısında, Siyonist Rejimin peşinden giden Arap ülkeleri liderlerinin Mekke’de düzenlenen toplantıdaki konuşmalarını sert bir dille eleştirirken, Seyyid Hasan Nasrallah’ı övdü ve Nasrallah’ın Dünya Kudüs Günü münasebetiyle yaptığı konuşmaya değindi ve “Biz neden Seyyid Hasan Nasrallah’ın konuşmalarını, Mekke’deki toplantıya katılan liderlerin konuşmalarına tercih ettik ve bundan da asla pişman değiliz” diye yazdı.

Abdel Bari Atvan yazısında aynı zamanda Seyyid Hasan Nasrallah’ın direnişin füze gücü hakkında yaptığı konuşmaları dikkate alarak, “Acaba Hizbullah çok yakında Güney Lübnan’daki fabrikalarında keksin ve dakik füzeler üretip Lübnan hazinesinin kurtuluşuna katkıda mı bulunacak?” sorusunu yöneltti.

Abdel Bari Atvan şu ifadelerde bulundu: ‘Amerika’nın kendisi her türlü gelişmiş savaş uçağı ve füzeyi işgalci İsrail hükümetine verirken ve büyük bir küstahlıkla 300’den fazla nükleer başlığa, kimyasal ve mikrobiyal silahlara sahip olan Dimona Nükleer Santralinin faaliyetlerini desteklerken, direnişe hangi füzeyi üretip üretemeyeceğini dayatmaya hakkı yoktur.

Yaşanan son çatışmalarda Gazze Şeridinden fırlatılan direnişin füzeleri, Yüzyılın Anlaşmasını başarısızlığa sürükledi ve yine bu füzeler, Lübnan, Irak, Suriye ve İran direniş eksenlerinin füzeleriyle birlikte, Golan tepelerini, Kudüs’ü ve Suriye’deki işgal altındaki bütün toprakları kurtaracaktır ve bu konunun sadece zamana ihtiyacı vardır.

İster Yemenli olsun ister Filistinli ve isterse de Lübnanlı, güç ve caydırıcılık denklemleri, Trump’ı dehşete düşürdü ve bölgede bir savaş yaşanma ihtimali azaldı. Çünkü başta Amerika Başkanı ve korku içinde olan Arap müttefikleri olmak üzere herkes, bu defa direnişin vereceği karşılığın çok sert ve yıkıcı olacağını anladılar. Çünkü böylesi bir savaş, bölgedeki son savaş ve hatta bütün savaşların annesi olacaktır.’

Geçtiğimi günlerde Gazze’de düzenlenen Uluslararası Filistin İntifadasına Destek Konferansında, özellikle İran ve Hamas Hareketi arasındaki stratejik koalisyonun sonuçları vurgulandı.

 30 Mayıs'ta Gazze Şeridi'nde düzenlenen Uluslararası Filistin İntifadasına Destek Konferansında, Filistin İslami Direniş liderleri tarafından önemli duruşlar sergilendi ve bu, öneminin ve sonuçlarının değerlendirilmesi gereken bir konudur.
 

Toplantıdaki en önemli konuşmalardan biri, Gazze'deki Filistin İslam Direnişinin Komutanı Yahya Sinvar’ın açıklamalarıydı. Sinvar konuşmasında, bu hareketin ve diğer direniş gruplarının İsrail’le geçmişteki ve gelecekteki çatışmalarını değerlendirdi ve Hamas'ın 2014 savaşı sırasında işgal altındaki bölgelere 170’den fazla roket fırlattığını ve yeni bir savaş yaşanması halinde bu sayının onlarca katı füzenin İsrail’e fırlatılabileceğini söyledi.

 Sinvar açıklamalarında, önceki savaşlarda fırlatılan bazı füzelerin İran yapımı olduğunu ama diğer füzelerin İran’ın mali ve teknik desteği ile Gazze’de üretildiğini vurguladı.

 Yahya Sinvar şu ifadelerde bulundu: ‘Arap Dünyasındaki ülkelerin Filistin direnişini yalnız bıraktığı bir durumda, eğer İran’ın desteği olmasaydı, direniş ekseni bu ölçüde bir güce sahip olamazdı. Direnişi destekleyenler dostlar safındadır ve Kudüs şehrini satma pazarlığına oturanlar da düşman safı içerisinde yer almaktadır.’

 Bu açıklamaların en önemli sonuçlarından biri, Filistin'deki çatışmalarda direnişin stratejik rolü ile bölgesel direniş ekseninin ana direklerinden biri olan İran’a karşı, ABD’nin propaganda saldırıları arasındaki güçlü bağlantıda görülebilir. Diğer önemli bir konu da Filistin'deki en büyük direniş eksenlerinden biri olan Hamas tarafından Suudi-Birleşik Arap Emirlikleri-Bahreyn eksenine düşman safında yer verilmesidir.

 

İran ile Hamas arasında Stratejik Koalisyon

Suriye krizinin başlaması ve bu savaşın aniden, bölgesel ve uluslararası çok yönlü bir çatışmaya dönüşmesi ve bunun sonucunda İran ile Hamas arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar, bazılarının iki taraf arasındaki ilişkilerin kesin olarak bittiğini düşünmesine neden oldu. Gerçek şu ki, birçok bölgesel taraf, bu ilişkileri kendi çıkarları doğrultusunda kesmek istiyordu. Suriye'deki düşman kampı bunu Filistin meselesinin İran'ın elinden gitmesinin nedenlerinden biri olarak görüyordu. Ayrıca, bu ilişkilerin kesilmesiyle birlikte, Hamas'ı gelecekte Siyonist rejimle uzlaşmaya zorlanabileceklerini zannediyorlardı.

Bazıları da Hamas’ın İhvan-ı Müslümin ile olan ilişkilerinden dolayı, Amerika ile anlaşmaya gireceğini ve İhvan’ın bölgedeki uluslararası bir hareketine doğru yöneleceğini ve böylelikle direniş ekseninden çıkacağını düşünüyorlardı.

 Sinvar’ın son açıklamaları, Suriye krizinin büyük bir öneme sahip olmasına rağmen, İran'la Hamas arasındaki ilişkileri kesmediğini ve İran'ın bu harekete verdiği askeri desteğin artık füze gönderilmesiyle sınırlı olmadığını ve artık daha da önemli bir boyuta ulaşıp, İran'ın füzelerin nasıl üretilip geliştirildiğine ilişkin deneyimlerini aktardığını ve bunun asla durmayacağını göstermiştir. Bu, Tahran'ın Hamas'ı İsrail'le mücadele sürecinde stratejik ortağı olarak gördüğü ve ne kadar önemli olursa olsun mevcut ihtilafların bu stratejik ortaklığı değiştiremeyeceği anlamına geliyor.

 Öte yandan, bu konu, Hamas'ın da bu ilişkiyi sürdürmeye meyilli olduğunu ve bu konunun Hamas için stratejik bir boyuta sahip olduğunu kanıtlamıştır. Bölgedeki gelişmeler de Filistin direnişinin kabiliyetlerini sürekli olarak arttırdığını, bununla birlikte bu hareketin düşman İsrail karşısında silahlı direnişi vurguladığını gösteriyor.

 Sinvar’ın, Arap ülkeleri yalnız bıraktıktan sonra İran’ın tek destekçileri olduğu yönündeki açıklamaları, Arap halkı arasında Tahran’ın duruşundaki dürüstlüğü ve siyasetindeki şeffaflığı ve Amerika ve İran arasındaki çatışmaların boyutunun arttığını da göstermektedir.

 

İran’ın Filistin’e olan desteğinden dolayı yapılan İran karşıtı saldırılar

Siyonist rejimin ve onun Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump hükümeti içindeki ideolojik müttefiklerinin İran karşıtı kışkırtıcı politikalar izlenmesindeki rolü herkes tarafından bilinmektedir. Çoğu analist bu rolün, Lübnan ve Filistin’deki direniş eksenlerinin askeri ve füze yeteneklerinin geliştirilmesiyle ilgili olduğunu düşünüyor. Siyonist Rejim ordusunun, Gazze ile yaşanan son çatışmalarında ne kadar aşağılandığını ve bu çatışmaların İsrail içinde ve bölge ve dünya boyutunda ordunun imajı üzerinde nasıl yıkıcı bir etkisi olduğunu bilmeyen var mı? Bunu bilmeyen biri, Siyonistlerin İran’a olan kin ve nefretinin boyutu hakkında kesin bir bilgi sahibi olamaz.

Sinvar aynı zamanda Körfez ülkeleri kamplarını, Filistin davasını bir kenara bırakmak ve Kudüs’ü satmakla suçladı ve bu konunun da kendi içinde özel sonuçları vardır. Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca Hamas, tüm Arap ve İslam ülkeleriyle daha iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Suriye savaşından önce Hamas’ın İran ile ve aynı zamanda Türkiye ve Katar ile bir koalisyonu vardı ve her zaman Mısır ve Arabistan’la da ilişkilerini düzeltmeye çalıştı. Ancak, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'deki rejimlerin yaklaşımları bu politikayı sürdürmek için hiçbir yol bırakmadı. Şu anda, bu rejimler, Filistin davasının düşman kampına resmen girdiler ve Gazze'den Tahran'a kadar uzanan direniş ekseninin karşısında yer aldılar.

Pazar, 02 Haziran 2019 06:36

Kudüs Günü Nedir?

 Mukaddes Filistin toprakları ve Kudüs işgal edildiği günden beri, dünyanın her yanında, işgal bölgelerine sürüler halinde göç eden Yahudiler, kendiler için vaat olunmuş İlahi gazaba uğramanın eşiğine gelip dayanmışlardır.


Merhum İmam Humeyni bu İlahi misyonun ifası için ümmetin hazır olmalarını istemiş, her an tetikte bulunmaları ve gaflete dalmamaları için rahmet ayı olan Ramazan'ın son Cuma gününü, "Kudüs Günü" olarak ilan etmiş, bütün Müslümanlarının kalplerinin Kudüs'ün kurtarılması için çarpmalarını sağlamıştır.
Kudüs'ün kurtarılmasını mukaddes bir vazife olarak telakki eden, bunu İslam İnkılabının büyük hedefleri arasına kabul eden merhum imam Humeyni ve mübarek izleyicileri, her yönden olduğu gibi, bu yönden de İslam'ın ve Müslümanların izzetini koruyup yüceltmeyi başarmış ve kıyamete kadar devam edecek, mukaddes bir çığır açmışlardır…

Kudüs Günü, mukaddes Kudüs'ün ve Filistin'in kurtarılması, İlahi hükümlerin, gerçek hürriyet ve adaletin o bölgelerden başlayarak tüm yeryüzüne hükümran kılınması amacıyla ilan edilmiştir.
Kudüs Günü, bu ulvi gayenin ve mukaddes mefkürenin temel dinamiklerinden biri olsun diye ilan edilmiştir.
Kudüs Günü, dünya Müslümanlarını uyandırmak ve her daim teyakkuz durumunda olmaları için ilan edilmiştir.


Merhum İmam'ın söz konusu mesajı şöyledir:

Bismillahirrahmanirrahim
Ben uzun yıllar boyunca gâsıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan'da Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar.
Ben bütün müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum.
Ve bütün dünya Müslümanlarına, Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve ve Kadir günlerinden sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü "Kudüs Günü" olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum.
Allah Teala'dan müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.
ehlader