
کارگر
İslam Devrimi Lideri: İran'ın Askeri ve Bilimsel İlerlemesi Daha da Hızlanacak
İslam Devrim Lideri Ayetullah Hamanei, habis ve cani Siyonist rejim tarafından şehit edilen bazı vatandaşlarımız, yetenekli komutanlarımız ve önde gelen nükleer bilim adamlarımızın kırkıncı günü münasebetiyle bir mesaj yayınladı.
İslam Devrimi Lideri'nin mesajının tam metni şöyle:
Bismillahirrahmanirrahim
İran’ın başı dik olan halkı!
Aralarında yetenekli askeri komutanlar ve önde gelen nükleer bilim adamlarımızın da bulunduğu aziz vatandaşlarımızın şehadetlerinin kırkıncı günü geldi. Bu darbeyi, İran halkının alçak ve inatçı düşmanı olan habis ve cani Siyonist yönetim vurdu. Kuşkusuz, Şehit Bakıri, Selami, Raşid, Hacizade ve Şadmani gibi komutanların ve diğer askerlerin, ayrıca Şehit Tehrançi ve Abbasi gibi bilim adamlarının ve diğer bilim insanlarının kaybı her millet için ağırdır. Ancak aptal ve dar görüşlü düşman hedefine ulaşamadı. Gelecek, hem askeri hem de bilimsel ilerlemenin, Allah'ın izniyle geçmişten daha hızlı bir şekilde yüce ufuklara doğru ilerleyeceğini gösterecektir.
Şehitlerimiz, şehitliğin yüce mertebesine ulaşma ihtimalinin az olmadığı bir yol seçmişlerdi ve sonunda tüm fedakârların arzu ettiği şeye kavuştular; bu onlara mübarek olsun; fakat bunun acısı İran halkı için, özellikle şehit aileleri ve onları yakından tanıyanlar için zor ve ağırdır.
Bu olayda bazı parlak noktaları da açıkça görmek mümkün. Birincisi, geride kalanların dayanıklılığı, sabrı ve motivasyonlarının güçlü olması, ki İran İslam Cumhuriyeti'ndeki gelişmeler dışında böylesi bir durum hiç görülmemiştir. İkincisi, şehitlerin komutası altındaki kurumların sebatı ve istikrarı, ki bu ağır darbenin, fırsatları yok etmesine ve onların ilerlemesini durdurmasına izin vermediler. Üçüncüsü ise, İran halkının mucizevi direnişinin görkemi, onların birliği, ruhsal sağlamlığı ve meydanda topyekun direniş konusundaki sarsılmaz kararlılıklarında ortaya çıkmıştır. İslami İran, bu olayda bir kez daha temellerinin sağlamlığını göstermiştir. İran düşmanları boşuna uğraşıyorlar.
İslami İran, Allah'ın izniyle her geçen gün daha da güçlenecektir.
Önemli olan, bu gerçeği ve bunun omuzlarımıza yüklediği görevi ihmal etmememizdir. Ulusal birliği korumak hepimizin görevidir. Bilim ve teknolojide gerekli ivmeyi sağlamak bilimsel elitlerin görevidir. Ülkenin ve milletin onurunu ve itibarını korumak konuşmacıların ve yazarların tavizsiz görevidir. Ülkeyi ulusal güvenlik ve bağımsızlığı koruma araçlarıyla giderek daha fazla donatmak askeri komutanların görevidir. Ülke işlerini ciddiyetle takip etmek ve sonuçlandırmak tüm sorumlu yürütme organlarının görevidir. Manevi irşad, gönülleri aydınlatmak, insanlara sabır, sakinlik ve metanet tavsiye etmek din adamlarının görevidir. Ve devrimci coşkuyu, heyecanı ve bilinci korumak hepimizin, özellikle de gençlerin görevidir. Aziz ve Rahim olan Allah herkesi muvaffak etsin.
İran halkına selam olsun, şehit gençlere, şehit kadın ve çocuklara, tüm şehitlere ve onların kederli yakınlarına selam olsun.
Ves selâmu aleyküm ve rahmet'ullah
Seyyid Ali Hamanei
25 Temmuz 2025
Siyonist Askerleri Arasında İntihar Ve Psikolojik Kriz
Savaşın psikolojik etkileri nedeniyle 12.000'den fazla askerin savaş alanına dönememesi, savaş devam ettikçe katil İsrail ordusu içinde artan psikolojik zorlukların altını çiziyor.
Siyonist gazete Yediot Ahronot, bilgi sahibi kaynaklara dayanarak, 7 Ekim 2023'te savaşın başlamasından bu yana psikolojik sorunlardan muzdarip İsrail askerlerinin sayısında önemli bir artış olduğunu ortaya koydu.
Gazete, özellikle gençler arasında olmak üzere ordu saflarında depresyon ve psikolojik rahatsızlık vakalarındaki gözle görülür artış ışığında, şu anda 10.000'den fazla İsrail askerinin psikolojik tedavi gördüğünü bildirdi.
Söz konusu gazete, 3.600 askerin travma sonrası stres bozukluğundan muzdarip olduğunu, 2024 yılında 9.000 askerin daha savaş bakanlığına giderek "psikiyatrik hasta" olarak tanınma talebinde bulunduğunu bildirdi.
Rapora göre, savaşın başlangıcından bu yana 18.000 asker fiziksel ya da psikolojik engellerden muzdarip oldu ve bu da ordu saflarında uzun vadeli bir krizin habercisi.
Mehr haber ajansının haberine göre, raporlar, savaşın patlak vermesinden bu yana hastanelere, aralarında ağır psikolojik krizlerden muzdarip çok sayıda askerin de bulunduğu yaklaşık 19.000 yaralı askerin geldiğini gösteriyor.
Gazete, resmi kaynaklara dayandırdığı haberinde, tahminlere göre asker ve siviller arasındaki psikiyatrik hasta sayısının 2028 yılına kadar 50.000'e ulaşabileceğini, bunların çoğunun Gazze'de savaşan ve çeşitli derecelerde psikolojik desteğe ihtiyaç duyacak kişiler olduğunu belirtti.
Veriler ayrıca resmi sağlık yetkililerine göre savaşın başlangıcından bu yana 54 İsrail askerinin intihar ettiğini ortaya koydu.
Savaşın psikolojik etkileri nedeniyle 12.000'den fazla askerin savaş alanına dönememesi, savaş devam ettikçe işgalci İsrail ordusu içinde artan psikolojik zorlukların altını çiziyor.
Siyonist İsrail rejimi, 7 Ekim 2023'ten bu yana saldırı düzenlediği Gazze Şeridi'nde on binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine yol açtı.
Açlık bir savaş silahı, insani yardım ölümcül bir tuzak / Hilal Elver'in analizi...
BM eski Gıda Hakkı Özel Raportörü ve BM Dünya Gıda Güvenliği Komitesi’nin (CFS) Yüksek Düzeyli Uzmanlar Paneli (HLPE) üyesi Hilal Elver, Gazze’de İsrail'in açlığı savaş silahına dönüştürmesini AA Analiz için kaleme aldı.
Gazze Şeridi’nde sivil halka yönelik korkunç ve soykırım boyutundaki saldırının ikinci yıldönümü yaklaşırken, uluslararası hukukun ve insan haklarının sistematik biçimde yok sayıldığına ve insani hukuk prensiplerinin İsrail tarafından savaş silahına dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz. Uluslararası ceza hukukuna göre, çatışma ve savaş anında gıda ve suya erişimi engellemek açık bir savaş suçudur. Ancak Gazze’deki kitlesel açlık _kısa sürede insan eliyle yaratılmış bir kıtlığa dönüşen bu tablo_modern çağda benzeri görülmemiş bir trajediyi temsil ediyor.
Gazze’de yalnızca gıda ve suya erişim kasıtlı olarak engellenmiyor; insani yardım da bir savaş aracına dönüştürülüyor, baskı unsuru olarak kullanılıyor ve toplu şekilde cezalandırmanın bir yöntemi haline geliyor. Krizin bu kadar görünür olması, savaş suçlarına dair güçlü ve somut kanıtların varlığı, sivillerin, özellikle kadın ve çocukların yaşadığı ağır acılar ve güçlü aktörlerin cezasızlığı, bu durumu hem insani normların çöküşünü gösteren bir sınav hem de uluslararası hukuk tarihinde eşi benzeri görülmemiş trajik bir istisna haline getiriyor.
Gazze’ye yönelik abluka ve halkın açlığa mahkum edilmesi yeni bir durum değil. Bunun uzun bir geçmişi var ve diğer çatışma kaynaklı kıtlıklarla karşılaştırıldığında çok daha karanlık bir geleceğe işaret ediyor. 2007’den bu yana Gazze, İsrail’in ablukası altında. İsrail, abluka yıllarında Gazzelileri yalnızca hayatta kalma sınırında tutacak kalori miktarını sistematik olarak hesapladı ve bu uygulamaya “Gazze Diyeti” adını verdi. Savaşın başından beri İsrail, halkın temel ihtiyaçlarına dair ayrıntılı bilgiye sahipti ve 21 ay boyunca yeterli gıda ve temiz suya erişimi bilinçli bir şekilde engellemeyi bilerek planladı.
Dünyadaki diğer çatışma alanlarından farklı olarak Gazze’de, savaş alanından kaçış mümkün değil. Bütün Gazze Şeridi bir savaş alanına dönüşmüş durumda ve 2,3 milyon Filistinlinin tamamı düşman olarak görülüyor, topluca cezalandırılıyor ve askeri hedef haline getiriliyor. İnsani yardım konvoyları, yükleriyle birlikte sınır kapılarında bekletiliyor ancak geçişlerine izin verilmiyor. Yiyecekler ise açlıktan kıvranan ailelerin gözleri önünde, bazen bir kilometreden daha yakın mesafede çürümeye terk ediliyor.
Gazze’deki bütün bu koşullar nedeniyle kıtlık hızla yayıldı; önce kuzeyde, ardından merkezde ve en nihayetinde güneyde. 2023 Aralık ayında, kış yaklaştığında, evlerin ve yerleşim alanlarının büyük kısmı yıkılmıştı. Halkın çoğu çadırlarda veya yıkıntıların arasında yiyecek, su, pişirme imkanı, ısınma ve hijyen olmadan yaşamaya çalışıyordu. Uzun süredir felaket düzeyindeki yaşam koşulları, çökmüş sağlık sistemi, düzensiz ve son derece yetersiz insani yardımların, kitlesel yetersiz beslenmeye ve yaklaşan bir kıtlığa kısa zamanda yol açtığını hep birlikte gördük.
Bilinçli hedef alma taktikleri
İsrail, Gazze’de açlığın bir silah olarak kullanıldığına dair BM ve sivil toplum kuruluşlarının raporlarını defalarca reddetti. ABD hükümeti de açık uyarıları ve çok sayıda somut kanıtı görmezden geldi. Aylar boyunca Batılı ülkelerin çoğu Gazze için "kıtlık" veya "soykırım" kelimelerini kullanmaktan özellikle kaçındı. Açlık değerlendirmelerinde küresel otorite kabul edilen BM Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması (IPC), artan delillere rağmen faillerin siyasi baskısı nedeniyle hala Gazze’de resmi olarak kıtlık ilan edemedi. Bilimsel verilere dayanan BM Özel Raportörlerinin açıklamaları ve Uluslararası Adalet Divanı’nın "kıtlık ihtimali" uyarısı yapan çok sayıda ara kararı da dikkate alınmadı. Bunun yerine İsrail güçleri, yardım konvoylarına ve un çuvalı almaya çalışan sivillere yönelik saldırılarını artırdı. Bunlar rastlantısal kayıplar değil, bilinçli hedef alma taktikleriydi.
Günden güne kötüleşen durum en nihayetinde felakete dönüştü. 2 Mart 2025’te, ateşkesin bozulmasından sonra İsrail, tüm uluslararası insani yardımların Gazze’ye girişini durdurdu ve yalnızca kendi kontrolündeki militarize, insanlık dışı bir dağıtım sistemi üzerinden bir yardım sistemi geliştirdi. Böylece Mart 2025, zulmün yeni bir evresinin başlangıcı oldu. Yiyecek ve sudan yoksun geçen iki ayın ardından, İsrail ordusunun denetimi altında, ABD, özel şirketler ve paralı askerlerle birlikte, uzun süredir planlanan bir yapıyı hayata geçirdi: Gazze İnsani Yardım Vakfı (GHF) .
Bu yeni sistem, BM’ye ait 400’den fazla sivil dağıtım noktasını ortadan kaldırarak, özellikle seçilmiş güvenliksiz bölgelerde yalnızca dört dağıtım merkezini hayata geçirdi. İnsanlık, tarafsızlık, ayrım gözetmeme ve bağımsızlık gibi temel insani ilkeler tamamen yok sayıldı. BM kurumları ve uluslararası yardım kuruluşları, özelleştirilmiş, militarize edilmiş ve ölümcül derecede aldatıcı bu yapının parçası olmayı reddetti.
En başından beri korkulan senaryo gerçeğe dönüştü. Bu dağıtım noktalarında, İsrail’in keskin nişancı saldırılarında binden fazla kişi hayatını kaybetti, 5 binden fazla kişi yaralandı. İnsanlar, tehlikeli ve bozuk yollarda saatlerce yürüyerek bu merkezlere ulaşıyor, kavurucu güneşin altında bekliyor ve GHF’nin kapıları keyfi olarak kapatmasından önce yalnızca 11 dakikada 25 kilo un alabilmek için çabalıyorlar. Ancak çile burada bitmiyor. Çıkışta, çoğu zaman saldırılar devam ediyor, birçok kişi İsrail askerleri, özel güvenlik birimleri veya silahlı gruplar tarafından vuruluyor. Gazze’de siviller, keskin nişancı kurşunuyla ölmek ya da açlıktan ölmek arasında bir seçim yapmaya zorlanıyor. Bugün, sözde insani yardımın izinden gitmek bile ölüm fermanı anlamına geliyor.
İsrail savaş suçunda sınır tanımıyor
20 Temmuz 2025’te, İsrail tankları ve keskin nişancıları Zikim geçişinde 25 kamyondan oluşan Dünya Gıda Programı konvoyuna saldırarak BM’in bölgeye yardım sokmasını durduruyor. Yiyecek bekleyen 100’ün üzerinde Filistinli hayatını kaybediyor. Bu durum artık insaniyetin karanlık bir parodisi haline geldi, açlık bir savaş aracı, yardım ise ölümcül bir tuzak oldu. Yiyecek arayan siviller, hayatta kalma çabaları nedeniyle katlediliyorlar. Henüz resmen ilan edilmemiş olsa da, kıtlık artık Gazze’de tartışmasız bir gerçek haline geldi. BM’in gıda güvencesi gözleme sistemi IPC harekete geçemeyecekse varlığının ne anlamı var? Son birkaç gün içinde, aralarında bebeklerin de bulunduğu 100’den fazla kişi açlıktan ölmeye başladılar. İnsani yardım çalışanları ve sağlık personeli, bitkinlik ve yetersiz beslenme nedeniyle yıkılıyor, görevlerini yapamaz hale geliyorlar. Her gün 10 ila 15 kişi açlığa yenik düşüyor.
Açlık sessiz bir ölümdür, acımasızlığı gizler. Toplumsal bir işkenceye dönüşür. İnsanlar yardım isteyecek gücü bulamaz, çocuklar ağlamayı bırakır. Aynı zamanda en acı verici ölümlerden biridir; beden yavaş yavaş kendi kendini tüketir. Önce çocuklar etkilenir ve hayatta kalabilenler bile ömür boyu fiziksel ve zihinsel hasarla yaşar. Gazze’deki kıtlığın izleri nesiller boyunca silinmeyecek.
Ölü sayısı bile artık siyasi bir savaş alanına dönüşmüş durumda. İsrail, Gazze’nin sağlık otoritelerini rakamları abartmakla suçluyor; oysa saygın araştırma kurumları çok daha yüksek tahminler bildiriyor. Temmuz 2024’te, önemli bir sağlık dergisi olan The Lancet, ölüm sayısının 186 bini aşabileceğini öngörmüştü. Nedeni ise ölümlerin büyük bir kısmının açlık, susuzluk ve soğuğa maruz kalma, bulaşıcı hastalığa yakalanma gibi dolaylı nedenlerden kaynaklanması idi. Yine, uluslararası alanda saygın bir yeri olan Oxfam örgütü ise son 100 günde Gazze’de günlük ölüm oranının 250’nin üzerinde olduğunu ve bunun 21. yüzyıldaki herhangi bir çatışmadaki en yüksek sayı olduğunu rapor ediyor.
Acilen kalıcı bir ateşkes sağlanmadığı ya da uluslararası toplum anlamlı bir adım atmadığı takdirde, Gazze daha da vahşi bir ölüm alanına dönüşecek ve Açlık Oyunları’nın gerçek hayattaki bir versiyonunu izleyeceğiz. Bir zamanlar yalnızca distopik bir kurgu gibi görünen sahneler, bugün gözlerimizin önünde ürkütücü bir gerçeğe dönüşüyor. Bütün bu gerçekleri öğrenmek, yaymak ve toplumdaki adalet ve insaniyet bilincini artırmak Gazze’deki bu acımasız ölümleri durdurmaya yetecek mi?(Hilal Elver/AA)
Husiler, İsrail’le ticaret yapan tüm gemilere yönelik saldırılarını “şiddetlendireceklerini” açıkladı
Yemen’deki Husiler, İsrail’le ticaret yapan tüm ticari gemilere yönelik saldırılarını “şiddetlendireceklerini” açıkladı.
Husiler, pazar günü yaptığı açıklamada, “şirketin milliyetine bakılmaksızın” İsrail ile ticaret yapan tüm şirketlere ait gemilere saldırı düzenleyeceğini duyurdu. Duyurunun Gazze’de yaşananlarla ilgili yapıldığı belirtildi.
İsrail’in kıtlığı dayattığı Gazze Şeridi’nde son 24 saatte 1’si çocuk 14 Filistinlinin daha açlıktan hayatını kaybettiği, açlık nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısının 147’ye çıktığı bildirildi.
Husiler, İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma karşı Filistin halkının yanında olduğunu ilan etti.
Yunan gemileri batırılmıştı
Husi milisleri, temmuz ayı başında, Aralık 2024’ten bu yana ticari gemilere yönelik ilk saldırılarında İsrail’e giden Yunan gemileri Magic Seas ve Eternity C adlı iki gemiyi batırdı. Husi saldırıları, Asya ile Avrupa arasında Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı’nı kullanan gemi sayısını önemli ölçüde azalttı ve birçok gemi sahibi, daha uzun olan Ümit Burnu rotasına yöneldi.
Husiler pazar günü, “düşmana karşı askeri destek operasyonlarını tırmandırmaya ve askeri ablukanın dördüncü aşamasını uygulamaya karar verdiklerini” açıkladı.
Açıklamada, “Bu aşama, İsrail düşmanının limanlarıyla iş yapan tüm şirketlere ait gemileri, şirketin milliyetine bakılmaksızın hedef almayı içeriyor” denildi.
Durumu yakından takip eden bir kaynağa göre, İsrail’in Eilat Limanı’na giderken hedef alınan Eternity C gemisinin mürettebatından en az 11 kişi hala Husiler tarafından Yemen’de alıkonuluyor.
Husilerin İsrail’i ve İsrail’le ticaret yapan ülkeleri hedef alan saldırıları başarılı oluyor. Nitekim, İsrail’in güneyindeki Eilat Limanı Husiler’in uyguladığı deniz ablukası ve biriken borçlar nedeniyle önümüzdeki günlerde tamamen kapanacak.
İsrail Limanlar ve Denizcilik Otoritesi, Eilat Limanı’ndaki tüm operasyonların 20 Temmuz itibarıyla durdurulacağını duyurmuştu.
ABD gemileri yeniden hedef olabilir
Financial Times’a konuşan EOS Risk Group’un danışmanlık başkanı Martin Kelly, pazar günkü açıklamanın Husi milislerinin “niyetinde bir değişiklik” olduğunu gösterdiğini söyledi.
“Yakın dönemde bazı saldırılar görebiliriz” dedi.
Anonim kalmak koşuluyla konuşan bir başka deniz güvenliği uzmanı, Gazze’de kötüleşen insani krizin uluslararası alanda yaygın bir endişe yarattığına dikkat çekti.
Saldırıların gerekçesi olarak Gazze’deki durumun öne çıktığını söyledi.
Bu arada Husiler, ABD ile görünürde bir ateşkes uyguluyor ve ABD’nin Yemen’deki Husi varlıklarına saldırmaması karşılığında ABD bağlantılı gemilere saldırmaktan kaçınıyor. Uzmanlara göre son açıklama doğrultusunda bu durum değişebilir.(Ajanslar)
İran İstihbarat Bakanlığı'ndan NATO istihbaratıyla 12 günlük savaş açıklaması
İran İstihbarat Bakanlığı, İsrail ile 12 Haziran tarihinde başlayan ve 12 gün süren savaş esnasında ve sonrasında yürütülen istihbarat faaliyetlerine ilişkin kapsamlı bir bildiri yayımladı.
"NATO istihbaratına karşı sessiz savaş" başlığıyla yayımlanan bildiride, söz konusu savaşın Siyonist rejim ve ABD öncülüğünde rejimi devirme ve İran'ı bölme amacı taşıyan topyekûn bir saldırı olduğu, ancak bu planın bozguna uğratıldığı ifade edildi.
Bakanlık, bu süreçte Siyonist rejime karşı aktif saldırı operasyonları düzenlendiğini, hassas keşifler yapıldığını, suikastların önlendiğini, casusların ve terör örgütü üyelerinin yakalandığını, silah sevkiyatlarının engellendiğini ve büyük siber saldırıların püskürtüldüğünü duyurdu.
"Hedef, hükümeti devirmek ve İran'ı bölmekti"
Bakanlığın açıklamasına göre, 12 günlük savaş, İran'ın nükleer ve savunma kabiliyetlerini hedef alan sınırlı bir askeri harekât değil, tam teşekküllü bir savaş planıydı.
Tesnim ajansının haberine göre bildiride, bu planın "Amerikan-Siyonist şeytani ve düşman cephe" tarafından yürütüldüğü ve askeri, güvenlik, istihbarat, bilişsel savaş, yıpratma eylemleri, suikast, sabotaj, istikrarsızlaştırma ve iç karışıklık çıkarma gibi hibrit unsurları içerdiği belirtildi.
Planın nihai hedefinin "ülkeyi boyun eğdirme ve teslim olmaya zorlama, İslam Cumhuriyeti rejimini devirme ve büyük İran'ı bölme" olduğu kaydedildi.
Açıklamada, bu savaşın hazırlık sürecinde müzakere girişimleri, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Guvernörler Kurulu'nun yayımladığı karar, yoğun propaganda ve psikolojik harp gibi yöntemlerin kullanıldığı ifade edildi.
Ayrıca CENTCOM, Pentagon ve Batılı teknoloji şirketlerinin uydu, siber, sinyal takibi, kuantum hesaplama ve yapay zekâ gibi en son teknolojik imkânlarının da seferber edildiği vurgulandı.
İşgal altındaki topraklarda operasyonlar
İstihbarat Bakanlığı, savunma faaliyetlerinin yanı sıra Siyonist rejime karşı "benzeri görülmemiş bir hibrit istihbarat saldırısı" başlattığını duyurdu.
Bakanlık, güvenlik gerekçesiyle sınırlı bilgi paylaştığını belirterek öne çıkan faaliyetleri şöyle sıraladı:
— İşgal altındaki topraklarda bulunan çeşitli şehirlerde Siyonist rejimin çıkarlarına karşı çok sayıda saldırı ve istihbarat (saldırgan casusluk) faaliyeti yürütüldü. Rejimin askeri ve güvenlik birimlerinin en iç katmanlarından operasyonel unsurlar devşirilerek kendilerine verilen görevleri yerine getirmeleri sağlandı. Rejimin bazı İsrailli unsurları tespit edip alıkoymasına rağmen, görevlerin daha büyük ve hassas kısmının halen devam ettiği belirtildi.
— Savaştan haftalar önce Siyonist rejimin "nükleer bilgi hazinesine" yönelik istihbarat saldırısından elde edilen çok gizli belgelerden faydalanıldı. Bu sayede onlarca kilit askeri merkez, silah tesisi, hava savunma sistemi, rafineri, enerji santrali ve nükleer, kimyasal, biyolojik araştırma laboratuvarının hassas ve noktasal koordinatları silahlı kuvvetlere iletildi.
— Tahran, Elburz, Kazvin, Erak, İsfahan, Fars, Kirman, Huzistan, Zencan, Mazenderan, Batı Azerbaycan ve Kürdistan vilayetlerinde Mossad ile bağlantılı 20 casus, operasyonel unsur ve destek elemanı yakalandı.
— Ülkenin iktisadi, mali ve sanayi alanlarında sabotaj eylemleri hazırlığında olan rejimle bağlantılı birkaç unsur tespit edildi.
— Savaş sırasında 23 devlet yetkilisine yönelik suikast planı ile savaştan önceki aylarda 13 benzer komplo ortaya çıkarılarak toplamda 35 üst düzey sivil ve askeri yetkilinin hayatı kurtarıldı.
Terör ve ayrılıkçı örgütlere darbe
Bildiride, savaş sırasında terör örgütlerinin de harekete geçirildiği belirtilerek şu bilgilere yer verildi:
— Ülke içinde 3 IŞİD emiri ve 50 tekfirci terörist, intihar yelekleri ve savaş silahlarıyla birlikte yakalandı.
— Güneydoğu sınırları yakınında İran'a girmeye hazırlanan 300 yabancı teröristin konumu tespit edilerek hareketleri engellendi.
— Suriye'de bulunan ve İran'a karşı eylem hazırlığındaki yaklaşık 150 tekfirci unsurun planları önlendi.
— Münafıklar örgütünün Tahran, Batı Azerbaycan, Sistan ve Belucistan, Kazvin ve Hürmüzgan gibi vilayetlerde faaliyete geçen "isyan merkezleri" adlı hücrelerine darbe vuruldu.
— Kürtlerin yaşadığı vilayetlerde eylem hazırlığındaki iki terör örgütünün şehir içi hücreleri çökertildi.
— Sistan ve Belucistan'da terör eylemi hazırlığındaki bir örgüte mensup ana unsurlar ve teknik destek ekipleri yakalandı.
Darbe planları ve istismarcı tarikatlar etkisiz hale getirildi
Bakanlık, iktidar değişikliği ve toplumsal ayrışma yaratmaya yönelik girişimlerin de engellendiğini açıkladı:
— Hain Pehlevi hanedanının sürgündeki üyesi Rıza Pehlevi merkezli, ABD ve Siyonistlerin "kukla devlet" kurma planı deşifre edildi.
— Mossad komutasındaki monarşi yanlılarının 1 Temmuz'da Tahran'a silahlı timler göndererek terör eylemleri düzenleme planı, 23 ilde 122 paralı askerin yakalanmasıyla engellendi.
— Siyonist-monarşist yapılardan kripto para ile ödeme alan ve yıpratma eylemleri için görevlendirilen 65 kişilik bir grup yakalandı.
— Merkezi işgal altındaki topraklarda (Hayfa) bulunan Siyonist Bahailik tarikatının artan faaliyetleri izlenerek ülke genelinde projeye hizmet eden unsurlar yakalandı.
— Siyonist Hristiyanlık propagandası adı altında faaliyet gösteren ve Mossad'a bağlı bir hücrenin 53 üyesi silahlarıyla birlikte yakalandı.
— Ünlü sanatçı, sporcu ve medya figürlerini hedef alan bir ağ kurma girişimi, çifte vatandaşlığa sahip bir organizatörün yakalanmasıyla engellendi.
— Siyonist-terörist International kanalının ülke içindeki 98 operasyonel unsuru gözaltına alındı veya sorgulandı.
Silah ve teçhizat sevkiyatları engellendi
Açıklamada, terör örgütlerinin savaş için yoğun silah ve mühimmat depoladığı belirtilerek, 12 günlük savaş esnasında Kürdistan vilayetine sokulmaya çalışılan 6 ana sevkiyata başarılı bir operasyon düzenlendiği ifade edildi.
Operasyonlarda çok sayıda havan topu, tüfek bombası, Kalaşnikof, el bombası ve tabanca ele geçirildi.
Ayrıca Sistan ve Belucistan ile Kirman'da büyük silah ve mühimmat depolarına baskınlar düzenlenerek RPG-7 roketatarları ve çeşitli otomatik silahlar bulundu.
İstihbarat Bakanlığı, bildirinin sonunda, tüm bu komplolara rağmen 6 isimsiz mücahit şehit verilmesine karşın düşmanın ülke güvenliğine yönelik tek bir başarılı eylem gerçekleştiremediğini vurguladı.
Bu başarının Allah'ın inayeti, Devrim Lideri Ayetullah Ali Hamenei'nin direktifleri ve İran halkının kahramanca duruşu sayesinde elde edildiği belirtildi.
Açıklamada, halkın şüpheli durumları bildirme konusundaki desteğinin bir destan olduğu ifade edilerek, "Bu büyüklük karşısında saygıyla eğiliyoruz," denildi.
Bakanlık, ABD ve Siyonist rejimin hamlelerinin devam ettiğini ve son olarak Zahidan'da yaşanan terör saldırısının bunun bir örneği olduğunu belirterek, halkın şüpheli durumlara karşı teyakkuzunu sürdürmesi çağrısında bulundu.(Tesnim)
Gazze ve insanlığın iflası / Naşit Tutar yazdı...
"İslam coğrafyasının bir mahallesi olan Gazze’de insanlar her gün açlıktan ölüyor. Bunun vebali, sorumluluğu, diyeti tüm ümmetin, ama özelde liderlerin üzerinedir."
Gazze'de yaşananlar, bir çatışma sonucunda yaşanan dramın ya da bir savaştan arta kalan yıkım ve trajedinin çok ötesine geçmiş, Hitler’in Alman Nazizm’ine, Mussolini’nin İtalyan Faşizmine, hatta Kızıl Kmerler ve Pol Pot’un Kamboçya’daki insan tarlalarına rahmet okutacak bir düzeye ulaşmıştır. Bu, sistematik bir yok etme planının, göz göre göre işlenen bir soykırımın, tüm teknolojik imkanlar ve uluslararası anlaşmalarla yasaklanmış türden silahlar kullanılarak bir halkı toptan imha etme kararlılığının kanlı sahnesidir.
İşgalci terör rejiminin Gazze’ye yönelik aylardır sürdürdüğü saldırılar, sadece şehrin fiziki yapısını haritadan silmekle kalmamış, insan onurunu, vicdanını, ahlakını ve en temel insani değerleri yerle bir etmiştir. Gazze, bombaların enkaza çevirdiği derme-çatma yapılardan ya da çadırlardan kurtulanların bu kez açlıktan öldüğü, çocukların ağlamaya bile derman bulamadığı, bebeklerin açlıktan iskelet haline geldiği bir toprak parçasına dönüştü. Dünya ise bu vahşeti ya izleyerek ya sessiz kalarak ya da en kötüsüyle bu vahşeti meşru görerek suç ortağı oluyor.
Birleşmiş Milletler gibi küresel yapılar, kuruluş amaçlarını unuturcasına pasif bir seyir izliyor. İnsan haklarından, uluslararası hukuktan, barıştan bahseden tüm uluslararası kurumlar, terör rejiminin vahşi ambargolarına, yardım konvoylarını engelleyip malzemeleri imha etmesine, sağlık hizmetlerini hedef almasına karşı kör ve sağır. Gazze'ye bir damla suyun, bir lokma ekmeğin, bir kutu ilacın ulaştırılmasını sağlayamayan bu kuruluşların ne için var olduğunun ciddi ciddi sorgulanması gerekiyor. Dünya, küçücük bir yapının, bir terör varlığının esiri olmuş durumda ve en küçük bir eleştiri durumunda onun nasıl tepki vereceği korkusuyla susmayı tercih ediyor. Böyle bir dünya varsın yıkılsın, böyle bir dünya kıyameti çoktan hak etmiş çünkü.
İslam coğrafyasının tam ortasında toprak hırsızlığı yaparak terör estiren işgal rejiminin, ümmetin bir parçası olan Gazze’de yaşattığı zulmün asıl müsebbibi maalesef yine İslam ümmetinin koltuk sevdalısı korkak liderleridir. Bayrakları, marşları, sınırları, orduları olan onlarca İslam ülkesi, binlerce minaresinden yükselen ezanlarla her gün kardeşlikten, yardımlaşmadan bahsederken, Gazze'nin yok oluşuna, Gazze’li bebeklerin açlıktan yükselen feryatlarına cevap verme iradesinden çok çok uzakta. Hiçbir anlamı ve yaptırım gücü olmayan kınama mesajlarıyla, birkaç diplomatik açıklamayla, belki de halklarını susturacak düzeyde esip gürlemelerle çocukların açlığı dinmiyor, susuzluğu bitmiyor, hastalıkları ve yaraları iyileşmiyor. En acısı da bunca vahşete rağmen bazı İslam ülkelerinin halen terör rejimiyle milyarlarca dolarlık ticaretlerini sürdürmeye devam etmeleri, enerji anlaşmalarını sürdürmeleri, savunma iş birlikleri ve siyasi yakınlıklar tesis etmeleridir.
Söylem düzeyinde en sert açıklamaları yapan ülkelerden biri Türkiye olmasına, Cumhurbaşkanı'ndan bakanlarına kadar pek çok isim israilin saldırılarını en ağır ifadelerle eleştirmesine rağmen bir türlü eyleme geçilmemesi, ne yazık ki Gazze için bir şey ifade etmiyor. Gazze halkının nefes almasını sağlayacak etkili bir politika izlenmediği müddetçe söylemlerin sert olması, kamuoyunun gazını almaktan başka bir işe yaramıyor.
Rivayete göre Hz. Ömer, bir mahallede açlıktan ölen kimse olunca, “O mahalle halkına ölenin diyeti (kan bedeli) ödetilsin” diye hükmetmiştir. İslam coğrafyasının bir mahallesi olan Gazze’de insanlar her gün açlıktan ölüyor. Bunun vebali, sorumluluğu, diyeti tüm ümmetin, ama özelde liderlerin üzerinedir. O halde ister birey ister devlet olsun, vicdanımızı, insanlığımızı ve sorumluluğumuzu hatırlamak zorundayız. Gazze sadece bir şehir değil, Müslümanlığımızın vicdan testidir. Gün gelecek, çocuklarımız bize bu sessizliğimizin sebebini sorduklarında, verecek cevabımız olacak mı?
Unutmayalım ki bugün sustuklarımız, mahşerde cehenneme yuvarlanmamızın sebebi olacaktır.(Naşit Tuatr/Doruhaber)
İlahi Mukadderatın Kısımları
“Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.” Ra’d, 39
Ayetler ve rivayetlerden elde edilenlere göre ilahi mukadderat iki türlüdür:
1 – Maslahatı daimi olan işlerdir. Zira Allah’ın kanunları da daimi ve ebedidir. Şu ayetlerde işaret edildiği gibi: “Benim katımda söz değiştirilmez.” [1] “Her şey O’nun katında bir ölçü iledir.” [2] Bu tür mukadderatlar levh-i mahfuzda sabittir. “O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır.” [3] Ve sadece Allah’ın izniyle ve ancak Allah’a yakın olanlar levh-i mahfuzdan haberdardırlar: “O, gözde meleklerin gördüğü, yazılı bir kitaptır.” [4]
2 – Kesinliği olmayan, insanların davranış ve eylemlerine bağlı olan edinimlerdir. İnsanların günahlarından tövbe etmesi, affedilme maslahatını beraberinde getirir. Ya da sadaka vermek, belanın defedilmesiyle birliktedir. Zulüm ve eziyet ortaya çıkardığı fesattan ötürü ilahi kahrı da yanında taşır. Yani Allah Teâlâ, yarattığı âlemin idaresinde eli bağlı bir şekilde durmamaktadır ve sahip olduğu hikmet ile sonsuz ilmiyle şartların değişmesi suretinde kanun ve nizamında da değişiklik yapabilmektedir. Bu değişikliğin – haşa – Allah’ın cehaleti, görüşünün değiştiği ya da pişman olduğu anlamına gelmediği çok açıktır. Kuşkusuz bu değişim, hikmet esasına göre ve şartların farklılaşmasından ya da bu işin döneminin son bulduğu içindir.
Kur’an bu yönde birçok örnek sunmuştur. Bu örneklerden bazıları şöyledir:
1 – “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim.” [5] İnsan gönülden dua etmesiyle kendisine yararlı olacakları elde edebilir, alınyazısını değiştirebilir.
2 – “Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.” [6]
3 – “O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.” [7]
4 – “Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırdı.” [8]
5 – “Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık.” [9]
6 – “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” [10]
7 – “Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” [11]
8 – “Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de döneriz.” [12]
Soru: Eğer Allah’ın ilmi zatının aynı ise ve değişmesi mümkün değilse öyleyse O’nun ilminde var olan ne var ise eylem merhalesine gelmelidir. Aksi takdirde bu cehaletten başka bir şey değildir.
Cevap: Allah’ın ilmi; düzenin illetleri ve sebepleri esası üzerinedir. Şöyle ki, eğer bu vesileden istifade edilirse şu neticenin doğacağını, başka bir nedenden de başka bir sonucun hasıl olacağına O’nun ilmi vardır. Allah’ın ilmi, sebep ve nedenlere bağlı olan ilminden ayrı değildir.
ehlader
- - - - - - - - - - - -
[1] Kaf, 29
[2] Ra’d, 8
[3] Buruc, 22
[4] Mutaffifin, 20 – 21
[5] Mü’min, 60
[6] Talak, 1
[7] Rahman, 29
[8] Saf, 5
[9] A’raf, 96
[10] Ra’d, 11
[11] Furkan, 70
[12] İsra, 8
Kötü Ahlakın Doğuracağı Sonuçlar
Resulullah (s.a.a) ve Ehlibeyt imamlar kötü ahlak hakkında şöyle buyurmuşlardır:
Resulullah (s.a.a): "Kötü ahlak bağışlanmaz bir günahtır." (1)
Resulullah (s.a.a): "Şüphesiz kul, kötü ahlakı sebebiyle cehennemin en alt katına düşer." (2)
Resulullah (s.a.a) kendisine, "Falan şahıs gündüzleri oruçla ve geceleri ibadetle geçiriyor ama aynı zamanda kötü ahlaklı biridir. Komşularına diliyle eziyet etmektedir" diye söylenince şöyle buyurmuştur: "Onda hayır yoktur, o ateş ehlindendir." (3)
İmam Ali (a.s): "Kötü ahlak hayatın kararma ve nefsin azap görme sebebidir." (4)
İmam Sadık (a.s): "Şüphesiz kötü ahlak, sirkenin balı bozduğu gibi ameli bozar." (5)
Kötü Ahlakın Akıbeti
İmam Ali (a.s): "Ahlakı kötü olanın ailesi kendisinden utanır." (6)
İmam Ali (a.s): "Tahammülü az olanın rahatlığı da az olur." (7)
İmam Ali (a.s): "Ahlakı kötü olanın rızkı daralır." (8)
İmam Sadık (a.s): "Et, et bitirir. Kim kırk gün et yemezse ahlakı kötü olur." (9)
Gazap ve Öfke
Müminlerin Emiri Ali (a.s) hikmetli sözlerinde, gazap ve öfke hakkında şöyle buyurmuştur:
"Gazap öyle bir kötülüktür ki onu serbest bıraktığın takdirde helak eder." (10)
"Gazap beyinsizlerin merkebidir." (11)
"Gazap kinin gizli ateşlerini körükler." (12)
İmam Sadık (a.s): "Gazap her kötülüğün anahtarıdır." (13)
Allah Resulü (s.a.a): "Gazap şeytandan bir közdür." (14)
Müminlerin Emiri Ali (a.s): "Gazap akılları bozar ve insanı doğruluktan uzaklaştırır." (15)
Hz. Ali (a.s) bu şeytani halete şiddetli bir saldırıda bulunarak şöyle buyurmuştur: "Öfkesine hâkim olamayan kimse bizden değildir." (16)
İmam Bakır (a.s): "Kim öfkesini boşaltmaya gücü yettiği halde öfkesini yenerse Allah da kalbini kıyamet günü güvenlik ve iman ile doldurur." (17)
İmam Ali (a.s): "Kim gazabının önünü alırsa, Allah da ayıplarını örter." (18)
Hz. Ali (a.s) vefalı dostu Harisi Hemdani'ye şöyle yazmıştır:
"Öfkeni yut, kudretin olduğunda bağışla, gazaplandığın zaman yumuşak davran, gücün olduğu halde bağışla ki, senin için hayırlı bir akıbet olsun." (19)
Hz. İsa (a.s) ise kendisine gazabın sebebi sorulunca şöyle buyurmuştur: "Kibir, zorbalık ve insanları küçük görmek." (20)
Üstünlük Taslamak
Kötü ahlaklardan biri de üstünlük taslamak ve böbürlenmektir. Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez." (21)
Müminlerin Emiri Ali (a.s), üstünlük taslamak ve böbürlenmek hakkında şöyle buyurmuştur:
"Böbürlenmekten daha büyük ahmaklık yoktur." (22)
Hz. Ali (a.s) başka bir hikmetli sözünde ise şöyle buyurmuştur: "Böbürlenmeni bırak, kibri terk et ve mezarını hatırla." (23)
Hz Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Âdemoğluna böbürlenmek yakışır mı hiç! İlki nutfe, sonu ise leştir. Kendine rızık verememekte ve ölümünü def edememektedir." (24)
İmam Seccad (a.s) Sahife-i Seccadiye'nin on dokuzuncu duasında Hak Teâlâ’nın huzuruna şöyle arz etmektedir: "Beni üstünlük taslamaktan koru."
_____
1- Meheccet'ul-Beyza, 5/93
2- a.g.e
3- Bihar, 71/394
4- Gurer'ul-Hikem, 5639. H.
5- Kafi, 2/321
6- Gurer'ul-Hikem, 8595. H.
7- a.g.e 9192. H.
8- a.g.e 8023. H.
9- Kafi, 6/309
10- Mizan'ul-Hikmet, c. 7, s. 231
11- a.g.e c. 7, s. 230-231
12- a.g.e
13- a.g.e
14- a.g.e
15- a.g.e
16- a.g.e
17- Kafi, c. 2, s. 110
18- Mizan'ul-Hikmet, c. 7, s. 236
19- a.g.e
20- a.g.e
21- Lokman/18
22- Mizan'ul-Hikmet, c. 7, s. 414
23- a.g.e
24- Bihar'ul-Envar, c. 73, s. 294
29 Ülke Gazze İçin İsrail'i Kınadı: ABD Açıklamayı İğrenç Olarak Değerlendirdi ve Rahatsız Oldu
İrlanda, Avustralya Kanada, Japonya ve Avrupa ülkelerinden oluşan 29 ülke, 'Gazze'deki savaşın derhal sona ermesini talep ettikleri ortak açıklama yaptı. 'Sivillerin sivillerin insanlık dışı şekilde öldürülmesini' kınayan ortak açıklamaya ABD'nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee'den yanıt geldi: "İğrenç"
Gazze'de yaşanan acıların sert bir dille yansıtıldığı ortak bildiride "Yardımın damla damla verilmesini ve çocuklar da dahil olmak üzere en temel ihtiyaçları olan su ve yiyeceğe ulaşmaya çalışan sivillerin insanlık dışı şekilde öldürülmesini kınıyoruz. Yardım almaya çalışırken hayatını kaybeden Filistinli sayısının 800'ü aşması dehşet vericidir" ifadeleri yer aldı.
İsrail'i insani hukuka çağıran 29 ülke, "İsrail hükümetinin sivil halka temel insani yardımı reddetmesi kabul edilemez" ifadelerini kullandı.
Ancak ABD Başkanı Trump tarafından İsrail'e Büyükelçi olarak atanan Mike Huckabee ise bu ortak açıklamaya şu yorumlarda bulundu:
"İğrenç! 25 ülke Hamas'ın vahşileri yerine İsrail'e baskı yapıyor! Gazze'nin tek bir sebebi var: Hamas HER teklifi reddediyor. İsrail'i suçlamak mantıksız. İsrail, 25 ülkenin Gazze savaşının sona ermesi çağrısında bulunduğu açıklamayı reddetti."
Siyonist İsrail'in Gazze Şeridi'ne 7 Ekim 2023'ten bu yana düzenlediği saldırılarda çoğu kadın ve çocuk olmak üzere en az 59 bin 29 Filistinli şehit oldu, 142 bin 135 kişi de yaralandı.
Katil İsrail’in kara saldırılarına başladığı 27 Ekim 2023'ten bu yana Gazze’de öldüğü açıklanan İsrail askeri sayısı 451 oldu.
İran Hükümet sözcüsü İran Kızılayı’nın Gazze’ye insani yardım göndermek için harekete geçeceğini belirtti.
İran Hükümet sözcüsü Fatıma Muhacirani, bugün Salı günü "12 Günlük Kutsal Savunma Sonrası Hükümet Eylemleri" konulu basın toplantısında şunları söyledi: Bu savaşta 102 kadın şehit, 38 çocuk şehit, 5 kurtarma görevlisi, 18 sağlık çalışanı, 34 öğrenci ve 5 eğitimci olmak üzere toplam 1062 şehit verdik.
İran Hükümet sözcüsü şunları söyledi: Bu savaşta 16 ilde 36 okul, 219 sanayi tesisi, 22 üniversite profesörünün evi, 7 hastane ve 11 ambulans vuruldu, 8.000 konut çeşitli derecelerde hasar gördü.
İran Hükümet sözcüsü, İsrail'in Gazze'deki iğrenç suçlarıyla ilgili olarak şunları kaydetti: Gazze'de yaşanan ve bakılması bile mümkün olmayan manzaraları sadece seyredenlere yazıklar olsun; Gazze halkının suçu ne ki bu suçlar kendilerine karşı işleniyor? Sadece insan adını taşıyan suçlulara yazıklar olsun. Gazze halkının böyle açlıktan ölmesi tüm dünyanın acısıdır. İran Kızılayı insani yardım göndermek için harekete geçecek ve bu yardımın bu insanlara ulaşmasını umuyoruz.
Tesnim haber ajansının haberine göre Muhacirani, düşmanın tehditleri ve olası bir çatışmaya hazırlıklı olunup olunmadığıyla ilgili bir soruya yanıt olarak: "Siyonist rejimin kafasına saldırma hevesinin düşmemesini umuyoruz, çünkü bir dahaki sefere daha sert bir tokat yiyecek. Gerekli hazırlıkları yaptık’ ifadelerini kullandı.
Savaşın devam edip etmeyeceğine ilişkin bir soruya yanıt olarak Muhacirani: ‘Yetkililer savaşa tam hazırlıklı olmalı ve durum, insanların normal hayatlarına devam edebilmeleri için uygun olmalı. Bu apaçık saldırganlık normalleştirilmemeli ve hepimiz insanların hayatlarına dönmelerine yardımcı olmalıyız.’ dedi.
İsrail’in İrana karşı 12 Günlük Savaşının 7 Açık Mesajı
Son 12 günlük İsrail’in İrana karşı savaş bir tarafta İran İslam Cumhuriyeti, diğer tarafta Amerika ve onun azılı köpeği Siyonist rejim ve bazı Avrupa ülkelerinin yer aldığı bir çatışmaydı. Bu savaş, çok önemli sonuçlar doğurdu. İran bir kez daha caydırıcılık gücünü dünyaya gösterdi. Halkın ulusal birliği ve toplumsal dayanışması, içsel güce güvenmenin önemi ve savunma ile askeri kapasitenin giderek artan şekilde geliştirilmesinin gerekliliği, bu 12 günlük dayatılmış savaşın diğer kazanımları arasındaydı. Bu kısa yazıda, 12 günlük savaşın bazı sonuçlarına değinmeye çalışacağız:
1. Bir ülkenin caydırıcılık gücü, düşman saldırılarını karşılıklı tehdit yoluyla önleme kabiliyetine bağlıdır. Bu son savaşta İran, her türlü tehdide karşılık verebilme gücüne sahip olduğunu açıkça ortaya koydu. Örneğin, saldırılara karşı balistik füzeler ve insansız hava araçlarının kullanılması, bu caydırıcılığın göstergesiydi. Bu, İran yetkililerinin ifadesine göre, ülkenin bu savaşta sadece askeri gücünün %30'undan azını kullandığı ve ileri düzey askeri teknolojilerinin önemli kısımlarını henüz açığa çıkarmadığı halde gerçekleşmiştir.
New York Times, İran’ın bu son savaştaki askeri gücüne değinerek şöyle yazdı: ‘İran, Batı Asya'da bir askeri güç olarak, savunma kabiliyetini geliştirmek için ileri teknolojilerden yararlanmayı başardı. Önemli bir diğer husus ise Batı'nın propagandasına rağmen, Demir Kubbe, Davud'un Sapanı, THAAD vb. sistemlerin İran’ın insansız hava aracı ve füze saldırılarını engelleyememiş olmasıdır. Batılı kaynaklara göre, Siyonist rejim ilk kez Tel Aviv ve Hayfa’daki bazı merkezî bölgeleri tahliye etmek zorunda kalmıştır ve bu daha önce hiç yaşanmamıştır.
2. Bu son savaşın önemli kazanımlarından biri de İran’daki ulusal birlik ve beraberliğin güçlenmesiydi. Bu savaş, halk arasındaki dayanışma duygusunun güçlenmesiyle, ülke tarihinde bir dönüm noktasına dönüştü. BBC World bu bağlamda yayınladığı bir haberde şunları vurguladı: “İran halkı, silahlı kuvvetleri destekleyerek dış tehditler karşısında birlik olduklarını gösterdi.”
Bu ulusal birlik, yalnızca silahlı kuvvetlerin moralini artırmakla kalmadı, aynı zamanda İran toplumu ülke savunması ve bağımsızlığın korunmasının önemini daha iyi anladı.
İran halkı, bu savaşta askeri, emniyet, güvenlik ve istihbarat güçlerini kapsamlı şekilde destekledi ve dış tehditler karşısında birleşik ve bir bütün olarak hareket etti. Bu destek, yürüyüşler, mitingler ve büyük çaplı törenler şeklinde kendini gösterdi ve ülkeyi savunma yönünde milli iradeyi açıkça ortaya koydu. Ayrıca, başta devlet televizyonu olmak üzere yerli medya ve sosyal medya kullanıcıları bu birliği güçlendirmede önemli bir rol oynadı ve halkı ulusal birlik ve dayanışmaya teşvik etti.
3. Bu son savaştan çıkarılacak diğer önemli ders, iç güce güvenmenin önemidir. İran İslam Cumhuriyeti onlarca yıldır savunma ve askeri teçhizat üretiminde önemli bir düzeyde kendi kendine yeterlilik kazanmıştır. Bu kendi kendine yeterlilik, İran’ın dış ülkelere bağımlı olmadan savunma ihtiyaçlarını karşılayabilmesini sağlamaktadır. Örneğin, 12 günlük savaş boyunca İran, yerli füze sistemlerini etkili bir şekilde kullanmıştır. The Guardian bu konuda yayımladığı bir yazıda şöyle demiştir: “İran, yerli teknolojileri kullanarak savunma gücünü büyük ölçüde artırmış ve bölgenin güvenilir bir askeri gücü olarak tanınmıştır.”
Bu çabalar, ekonomik yaptırımlar ve uluslararası baskılar ortamında bile İran İslam Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve ulusal güvenliği koruma yönündeki kararlılığını ortaya koymaktadır.
Şu habere dikkat edin: “ABD Savunma Bakanlığı kısa süre önce “LUCAS” adlı yeni bir insansız hava aracını tanıttı. Bu İHA, İran yapımı Şahid-136’ya son derece benzemektedir. F-35 savaş uçaklarını üretenler tarafından tasarlanan bu İHA, İran’ın ileri askeri teknolojilerinin açıkça kopyalandığının bariz bir örneğidir.
4. Kamuoyu hatırlayacaktır ki, İran’daki belli bir siyasi akım, yıllar boyunca “geleceğin dünyası füze değil, diyalog dünyasıdır” iddiasında bulunmuştu. Şimdi düşünün ki, eğer İran’da yönetim bu düşünceyi hayata geçirse ve savunma gücünü zayıflatmış olsaydı, şu an ne durumda olurduk?!
Bu dayatılmış savaş, bir kez daha gösterdi ki savunma sanayinin geliştirilmesi ve bu alandaki araştırma ve geliştirme çok hayati bir meseledir ve bu nedenle şöyle denilmektedir: “Barış istiyorsan, savaşa hazır olmalısın.” Bu özlü söz tarih boyunca çeşitli kültürlerde tekrar edilmiş ve uluslararası ilişkilerde, ülkelerin askeri ve savunma politikalarında temel bir ilke olmuştur.
Örneğin, İHA’lar ve yapay zekâ destekli sistemler gibi yeni teknolojilerin savaş operasyonlarında kullanılması, askeri kuvvetlerin isabet oranını ve etkinliğini artırabilir. Bu nedenle, bu alanda sürekli araştırma ve geliştirme yapılmalı, araştırma merkezleri kurulmalı, üniversitelerle iş birliği sağlanmalı ve uzman insan gücü yetiştirilmelidir.
Burada düşünülmesi gereken husus şu ki, “geleceğin dünyası diyalog dünyasıdır, füze değil” diyen o siyasi akım hâlâ aktiftir ve bu kez de “her ne pahasına olursa olsun müzakere” iddiasıyla yine yanlış yönlendirme yapmaktadır.
5. 12 günlük savaşın diğer en önemli sonuçlarından biri, Batı Asya’daki güç dengesinin değişmesidir. Bu savaş gösterdi ki İran, bölgesel bir güç olarak savunma ve askeri kapasitesini önemli ölçüde artırmıştır. Aslında İran, ileri teknolojileri ve yerli kapasiteleri kullanarak Batı Asya’daki güvenlik denkleminde kilit oyunculardan biri haline gelmiştir.
Bu savaş aynı zamanda küresel düzenin değişiminin en yeni belgesidir. Son savaşta, her ikisi de nükleer silah sahibi olan terörist Amerika hükümeti ve gayrimeşru Siyonist rejim İran’a saldırdı. Ancak sonunda, batı ve İbrani medyası bile bu iki saldırgan ülkenin ateşkes için yalvardığını itiraf etti.
Bu savaşta, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ikinci kez, Batı Asya’da terör devleti Amerika’ya ait bir üs (Katar’daki Al-Udeyd Üssü), İran tarafından saldırıya uğradı. Daha önce de Aynü’l Esed Üssü İran tarafından füzelerle hedef alınmıştı. Şimdiye kadar hiçbir ülke Amerika'nın saldırılarına karşılık olarak onun üslerini vurma cesareti göstermemişti.
Bu askeri cevaba karşı bölge halkları, İslam dünyası ve hatta Doğu ile Batı’daki halklardan gelen olumlu tepkiler, İran’ın konumunu daha da güçlendirdi. Bu savaş boyunca Batı medyası da İran’ın askeri gücünü kabul etmek zorunda kaldı.
6. Bu son savaşın bir diğer kazanımı da toplum bilincinin artması ve düşmanı tanıma yetisinin güçlenmesidir. Savaş başlamadan önce, Batılı devletler özellikle de Amerika ile ilişkilere dair çeşitli ve bazen çelişkili görüşler vardı. Bazı kişiler, bu devletlerin İran’a karşı sergilediği kabul edilemez ve düşmanca davranışları göz ardı ederek onlara karşı olumlu bakışa sahipti. Ancak Siyonist rejimin vahşi saldırısı başladığında, halk Amerika liderleri ve Avrupa üçlüsünün (İngiltere, Fransa, Almanya) gerçek yüzünü daha iyi gördü. Bu artan bilinç, 12 günlük savaşın kırılma noktalarından biri sayılmaktadır.
7. Son 12 günlük savaş, Siyonist rejimin siyasi ve uluslararası konumunu derinden etkiledi. Bu savaş ayrıca, küresel toplumun İran’ın haklı konumunu daha iyi anlamasında da etkili oldu. Savaşta, Siyonist rejim sivil altyapılara ve yerleşim bölgelerine saldırarak bir kez daha uluslararası düzeyde yoğun protestolara maruz kaldı. Bu esnada İran, kendi haklarını savunan bir ülke ve bölgesel güç olarak pozisyonunu güçlendirdi.
Bugün, devletlerin ve katil ve suçlu rejimlerin yıkıcı ve câni eylemleriyle orman kanununun egemen olduğu bir dünyada, ancak askeri güç ve onurlu diplomasi saygı uyandırır.
Mesud Ekberi/Keyhan