"İslam coğrafyasının bir mahallesi olan Gazze’de insanlar her gün açlıktan ölüyor. Bunun vebali, sorumluluğu, diyeti tüm ümmetin, ama özelde liderlerin üzerinedir."
Gazze'de yaşananlar, bir çatışma sonucunda yaşanan dramın ya da bir savaştan arta kalan yıkım ve trajedinin çok ötesine geçmiş, Hitler’in Alman Nazizm’ine, Mussolini’nin İtalyan Faşizmine, hatta Kızıl Kmerler ve Pol Pot’un Kamboçya’daki insan tarlalarına rahmet okutacak bir düzeye ulaşmıştır. Bu, sistematik bir yok etme planının, göz göre göre işlenen bir soykırımın, tüm teknolojik imkanlar ve uluslararası anlaşmalarla yasaklanmış türden silahlar kullanılarak bir halkı toptan imha etme kararlılığının kanlı sahnesidir.
İşgalci terör rejiminin Gazze’ye yönelik aylardır sürdürdüğü saldırılar, sadece şehrin fiziki yapısını haritadan silmekle kalmamış, insan onurunu, vicdanını, ahlakını ve en temel insani değerleri yerle bir etmiştir. Gazze, bombaların enkaza çevirdiği derme-çatma yapılardan ya da çadırlardan kurtulanların bu kez açlıktan öldüğü, çocukların ağlamaya bile derman bulamadığı, bebeklerin açlıktan iskelet haline geldiği bir toprak parçasına dönüştü. Dünya ise bu vahşeti ya izleyerek ya sessiz kalarak ya da en kötüsüyle bu vahşeti meşru görerek suç ortağı oluyor.
Birleşmiş Milletler gibi küresel yapılar, kuruluş amaçlarını unuturcasına pasif bir seyir izliyor. İnsan haklarından, uluslararası hukuktan, barıştan bahseden tüm uluslararası kurumlar, terör rejiminin vahşi ambargolarına, yardım konvoylarını engelleyip malzemeleri imha etmesine, sağlık hizmetlerini hedef almasına karşı kör ve sağır. Gazze'ye bir damla suyun, bir lokma ekmeğin, bir kutu ilacın ulaştırılmasını sağlayamayan bu kuruluşların ne için var olduğunun ciddi ciddi sorgulanması gerekiyor. Dünya, küçücük bir yapının, bir terör varlığının esiri olmuş durumda ve en küçük bir eleştiri durumunda onun nasıl tepki vereceği korkusuyla susmayı tercih ediyor. Böyle bir dünya varsın yıkılsın, böyle bir dünya kıyameti çoktan hak etmiş çünkü.
İslam coğrafyasının tam ortasında toprak hırsızlığı yaparak terör estiren işgal rejiminin, ümmetin bir parçası olan Gazze’de yaşattığı zulmün asıl müsebbibi maalesef yine İslam ümmetinin koltuk sevdalısı korkak liderleridir. Bayrakları, marşları, sınırları, orduları olan onlarca İslam ülkesi, binlerce minaresinden yükselen ezanlarla her gün kardeşlikten, yardımlaşmadan bahsederken, Gazze'nin yok oluşuna, Gazze’li bebeklerin açlıktan yükselen feryatlarına cevap verme iradesinden çok çok uzakta. Hiçbir anlamı ve yaptırım gücü olmayan kınama mesajlarıyla, birkaç diplomatik açıklamayla, belki de halklarını susturacak düzeyde esip gürlemelerle çocukların açlığı dinmiyor, susuzluğu bitmiyor, hastalıkları ve yaraları iyileşmiyor. En acısı da bunca vahşete rağmen bazı İslam ülkelerinin halen terör rejimiyle milyarlarca dolarlık ticaretlerini sürdürmeye devam etmeleri, enerji anlaşmalarını sürdürmeleri, savunma iş birlikleri ve siyasi yakınlıklar tesis etmeleridir.
Söylem düzeyinde en sert açıklamaları yapan ülkelerden biri Türkiye olmasına, Cumhurbaşkanı'ndan bakanlarına kadar pek çok isim israilin saldırılarını en ağır ifadelerle eleştirmesine rağmen bir türlü eyleme geçilmemesi, ne yazık ki Gazze için bir şey ifade etmiyor. Gazze halkının nefes almasını sağlayacak etkili bir politika izlenmediği müddetçe söylemlerin sert olması, kamuoyunun gazını almaktan başka bir işe yaramıyor.
Rivayete göre Hz. Ömer, bir mahallede açlıktan ölen kimse olunca, “O mahalle halkına ölenin diyeti (kan bedeli) ödetilsin” diye hükmetmiştir. İslam coğrafyasının bir mahallesi olan Gazze’de insanlar her gün açlıktan ölüyor. Bunun vebali, sorumluluğu, diyeti tüm ümmetin, ama özelde liderlerin üzerinedir. O halde ister birey ister devlet olsun, vicdanımızı, insanlığımızı ve sorumluluğumuzu hatırlamak zorundayız. Gazze sadece bir şehir değil, Müslümanlığımızın vicdan testidir. Gün gelecek, çocuklarımız bize bu sessizliğimizin sebebini sorduklarında, verecek cevabımız olacak mı?
Unutmayalım ki bugün sustuklarımız, mahşerde cehenneme yuvarlanmamızın sebebi olacaktır.(Naşit Tuatr/Doruhaber)