کارگر

کارگر

Allah’ın adıyla

İslam ümmetinin gerek tarih sürecinde ve gerekse çağdaş zamanlarda duçar olduğu en büyük iç musibet, künhü taassup ve cehaletten oluşan, akılları dumura uğratıp ruhları canavarlaştıran mezhepçilik fitnesidir. İslam tarihine kısa bir göz atanlar göreceklerdir ki, ümmetin mezhep fitnesine verdiği kurbanlar ve ödediği bedeller, Haçlı Seferleri ve Moğol İstilasına karşı verilenlerle yarışır durumdadır.

Oysa İslam dünyasının hem iç sorunlarının halli ve hem de küresel müstekbirlerin tasallutundan kurtulabilmek için yegane çıkış yolu “vahdet”tir. Etnik ve mezhebi ayrışmalar zahirde ve batında sadece “şeytan”ı memnun etmektedir. Zira tefrika şeytandan, vahdet ise Rahman’dandır.

Bu noktada her Müslümanın öncelikli görevi vahdeti tesis etmek ve korumaktır. Vahdete aykırı duruş serdetmek ve hele de mezhepçilik elbisesini kuşanmak, düşmanın (emperyalizm ve siyonizm’in) kılıcını keskinleştirmektir. Bu noktada İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamaney’in sözünü hatırlamamak mümkün değil. O şöyle buyurmuşlardı: “Vahdeti kim bozarsa haindir! İslam’a ve Müslümanlara ihanet etmiş olur. Kim olursa olsun. Şii de olsa Sünni de olsa sonuç aynıdır…”

Hiç kuşkusuz akıl sahipleri açısından bu söylediklerimiz itiraz götürmeyecek gerçeklerdir. Ama maalesef son yıllarda ülkemizde “mezhepçilik” bazı eller tarafından sürekli kaşınıyor. Üzülerek ifade etmeliyiz ki, Türkiye’de sürekli artan bir trendde siyasi çevrelerden dinsel yapılara, akademik dünyadan medyaya kadar çok geniş bir yelpazede etkin ve yetkin şahsiyetler, cemaat ve kanat önderleri, gazeteciler, akademisyenler mezhepçi bir dil kullanıyorlar. Sanki bazı kirli eller, yedi başlı canavarı uyandırarak kazanımlar elde edebilecekleri hülyasındalar.

Bu noktada şu soruya cevap aramak gerekiyor: “Mezhepçilik fitnesini kim, niçin körüklüyor?”
Mezhepçiliğin körüklenmesinin her çevre için farklı sebepleri olduğunu düşünüyorum. Ancak önce bir genel tespit yapmalıyız. Zira bu genel tespit irdeleyeceğimiz özel sebepleri de anlamamızı kolaylaştıracaktır kanaatimce.

İki binli yılların hemen başında “iktidar, imkan ve makam”la tanışan Türkiye İslamcılığının sağlam ve derin bir “ilmi, irfani, ahlaki, kültürel, siyasi” zeminde oturmadığı kısa zamanda faş oldu. Zira İslamcılık, “iktidar, imkan ve makam”a yön ve şekil veremedi. Bilakis “iktidar, imkan ve makam” İslamcılığa yön ve şekil verdi. Bu tespitin sağlamasını yapmak için Türkiye İslamcılığının son on yıllık savrulma macerasına göz atmak yeterli olacaktır.

Sığ ve yüzeysel fikri yapı, ritüellerin kutsanmasından oluşan din algısı kısa zamanda Türkiye İslamcılığını “Yeni Osmanlı” olarak ifadelendirilen “ben” merkezciliği açığa çıkardı. “Ben” demek “hak” demekti. Böylece doğal olarak “benim ulusum kutsaldır ve benim mezhebim hakkın kendisidir” algısı taraflara kendiliğinden aşılanmış oldu ki, bu birinci aşama idi. İkinci aşama da ise; “Benim gibi olmayan bana karşıdır. Bu kutsal projenin düşmanıdır ya da karşıtıdır” algısı yaygınlaştı.

İç gelişmelere paralel yürüyen başka bir gerçeklik daha vardı. Suriye Vekalet Savaşı, Irak olayları, Yemen iç savaşı ve Bahreyn direnişi başta olmak üzere Ortadoğu’da örtülü ve seyreltilmiş olarak devam eden dünya savaşında konum olarak Türkiye’nin “Atlantik (ABD – AB ve dolaylı olarak İsrail) Cephesi”ni seçmiş olması ve kağıt üzerinde çok kazançlı gözüken hayallerin sahada karşılık bulamaması, olup biteni izah etme ve yapılanları meşrulaştırma için kamuoyunu domine edecek bir argüman bulunmasını gerektiriyordu…

Bu genel tespitlerden sonra şimdi “mezhepçilik fitnesi”nin körüklenmesinin özel sebeplerine geçebiliriz.

1- Dinsel yapı ve kurumların ilmi, fikri, irfani, felsefi yetersizliklerini bastırma çabası. Kitle iletişim araçlarının hiç olmadığı kadar hızlanıp yaygınlaşması “Ehl-i Beyt” kaynaklı bilgileri tarihte hiç olmadığı kadar açığa çıkarıp tartışılır hale getirdi. Bu zamana kadar bir tür “mektep içi tartışma” şeklinde yürüyen etkileşim bir anda “mektepler arası etkileşim”e dönüştü.

Ehl-i Beyt’ten sudur eden bilgi, “dinsel yapı ve kurumlar”ın ne kadar sığ ve yüzeysel olduğunu aşikar etmeye başladı. Bu durumda bu yapıların yapabileceği iki şey vardı; ya bu bilgiler ışığında inanç dünyalarını yeniden gözden geçireceklerdi ya da kendi mevcut konum ve pozisyonlarını korumak için taassup yoluna sapacaklardı. Maalesef kahir ekseriyetle ikincisi tercih edildi. Sığ ve yüzeyselliği gidermek yerine “mezhepçilik” yapılarak hâlihazırı korumak yolu seçildi.

2- İslamcı çevrelerin Amerikancı ve NATO’cu duruşlarını gizleme çabası. Türkiye İslamcıları, küçük istisnalar dışında ”İslam’ın talepleri ve kendi eski söylemleri”ni yok sayarak gerek bölgesel ve gerekse küresel meselelerde bir zamanlar “Büyük Şeytan” olarak tanımladıkları Amerika ve yine bir zamanlar “Haçlı Ordusu” olarak adlandırdıkları NATO’nun yanında konumlandılar. Amerika’nın vicdanına sığınmaktan sakınmadılar. Vatan sınırlarını NATO sınırı olarak adlandırmaktan çekinmediler.
Ve onlar bu durumda iken Amerika ve NATO karşısında varoluşsal mücadele veren örnekler de ortada idi…

İşte bu durumu hem kendi vicdanlarına ve yönlendirdikleri taraftarlarına ve hem de coğrafya da etki etmek istedikleri halklara izah etmeleri gerekiyordu. Yapılması gereken yanlışı sorgulamak ve tutturulmuş yanlış yoldan dönmekti. Ancak Türkiye İslamcılığı yanlıştan dönmek yerine bu tarihi günah ve hatalarını örtmek ve yaptıklarını meşrulaştırmak için mezhepçi bir söylemi seçti. Mezhepçi bir söylem ile suçlarını bastırmaya ve bu tarihi günahın sorumluluğunu başkalarına atfetmeye koyuldular.

3- Emperyalizm, (doğal olarak Siyonizm) ve Vahhabizm ile birlikte yürütülen Ortadoğu faaliyetlerini meşrulaştırma çabası. Türkiye İslamcılığının son on yıllık macerasına bir göz atılırsa başta Suriye olmak üzere Irak, Bahreyn, Yemen, Libya ve Lübnan’da emperyalizm (yani Amerika) ile tam bir uyum içerisinde olduğu görülür.

Uzun süre “İslami ve insani kavramlarla süslenmiş” söylem dolayısıyla geniş kitleler bu hakikati göremediler. Ancak bu gerçeklik, süreç ilerledikçe gerek iç kamuoyunda ve gerekse tüm bölge halkları nezdinde belirgin bir hakikate dönüştü.

Bu yanlış yoldan geri dönmek için ele geçen tüm tarihi fırsatlarda olmaz hayaller uğruna heba edildi. Nihayetinde iflas denilebilecek bir noktaya ulaşıldı. Coğrafya da “Suud ve Katar”dan başka dostumuz kalmadı. Bu reel durumun sorumluluğunu üstlenmek ve yeni sorgulamalarla yeni yollar açmak gerekiyorken Türkiye İslamcılığı, bu durumdan kurtulmanın yolu olarak “mezhepçilik” argümanını seçti.

4- Ortadoğu’da ki kan ve gözyaşı deryasının vicdani sorumluluğundan kurtulma çabası. Son yıllarda Ortadoğu bir nevi cehenneme döndü. Tüm coğrafya ele alındığında milyonları bulan can kaybı, on milyonlarca mülteci, harap edilmiş yurtlar, çiğnenmiş kutsallar ve kirletilmiş namuslar… resim bundan ibaret.

Bu resmin sorumluluğu kime ait? Türkiye İslamcılığı bu sorunun sorulmasına bile karşı. En kör vicdanları bile kanatan ve yaralayan bu kan ve gözyaşı deryasının açığa çıkmasında sorumluluklarının olup olmadığını sorgulamaya bile cesaret edemiyorlar. Peşinen suçlu ilan edilmiş! Öteki ülke ve öteki mezhep!

….
Peki, bu hastalığın bir panzehri var mı? Bu sıkışmışlık ve tükenmişlikten bir çıkış yolu var mı?
Evet, mutlak ve yegane bir çözüm yolu var: “Vahdet”! İslam dünyasının tüm dertlerinin dermanı “vahdet”tedir. Vahdet, insanların kendi mezheplerinden vazgeçmesi ya da ihdas edilecek yeni bir mezhepte buluşulması değildir. Vahdet, herkesin kendi mezhebi inanç ve fıkhını yaşarken İslam’ın ve ümmetin ortak sorunları karşısında ortak yaklaşım ve sorumluluk kuşanmasıdır.

Ortak düşmana karşı ortak duruş! Ortak düşman bellidir: Emperyalizm, Siyonizm! O zaman vahdetin anlamı şudur: “ Emperyalizm ve Siyonizm ile iş tutmak İslam’a ve ümmete ihanettir! Emperyalizm ve Siyonizm’e karşı direnmek ise ümmeti ve İslam’ı muhafaza etmektir. Emperyalizm ve Siyonizm’e kaşı yapılan her türden savunu ise İslam’ı ve ümmeti savunmaktır!”

Son sözümüz ise şudur: “Mezhepçilik yedi başlı bir ejderhadır. Musibettir. Fitnedir. N’olur onu uyandırmayın! Herkes sorumluluğunu kuşanmalıdır. Her türden cemaat, ulus ve mezhep çıkarı, İslam’ın ve ümmetin maslahatı karşısında bir hiç hükmündedir. Ümmet, pratik bir gerçekliktir. Ve bizim ümmete karşı yaklaşım ve sorumluluğumuz da pratik ve somut olmalıdır…”

Muntazar Musavi / Rasthaber

Nijerya'daki Şiilerin katledilmesi ardından bu ülkenin Tahran Maslahatgüzarı dışişleri bakanlığına çağrıldı.

Önceki akşam dışişleri bakanlığına çağrılan Nijerya'nın Tahran Maslahatgüzarı, bu ülkedeki Şiilere yönelik düzenlenen katlima girişimlerine şiddetle itiraz edildi.

Nijerya'daki Şiilerin lideri Şeyh Zekzaki'nin evine yönelik yapılan baskın sonusunda onlarca Şii mensubunun şehit düşmesi ardından İran bu ülkeye itirazlarını dile getirdi.

 Nijerya ordusu, geçtiğimiz günlerde ülkenin kuzeybatısında Kaduna eyaletinin Zaria kentinde Nijerya İslam Hareketi'ne karşı operasyon düzenledi.

Nijerya İslam Hareketi Lideri Şeyh Zakzaki’nin evine düzenlenen saldırı sonucu çok sayıda Şii müslüman şehit düştü. Alınan haberlere göre, şehitler arasında NİH’nin bazı üyeleri ve Şeyh Zakzaki’nin muhafızları da yer alıyor.

Bu saldırıda yaralı ve şehit düşenlerin sayısına ilişkin net bir istatistik verilmemektedir.

 

Nijerya İslam Hareketi Üyesi:Nijerya Şiiliğin yayılmasını engellemek istiyor

Nijerya İslam Hareketi Üyesi Hasan Bala, “Şiiliğin ülke genelinde yayılmasını engellemek için Nijerya Ordus Şeyh Zakzaki'nin evine saldırdı” dedi.

Nijerya ordusu, pazartesi öğlen saatlerinde ülkenin kuzeybatısında Kaduna eyaletinin Zaria kentinde Nijerya İslam Hareketi'ne karşı operasyon düzenledi.

Nijerya İslam Hareketi Lideri Şeyh Zakzaki’nin evine düzenlenen saldırı sonucu çok sayıda şii müslüman şehit düştü.

Alınan haberlere göre, şehitler arasında NİH’nin bazı üyeleri ve Şeyh Zakzaki’nin muhafızları da yer alıyor.

Bu saldırıda yaralı ve şehit düşenlerin sayısına ilişkin net bir istatistik verilmemektedir.

Konuyla ilgili Nijerya İslam Hareketi Üyesi Hasan Bala Mehr Haber Ajansı’na verdiği demeçte, “Nijerya Ordusu Şiiliğin bu ülkede yayılmasından endişeleniyor. Şeyh Zakzaki evine düzenlenen saldırıdan amaç İmam Humeyni (r.a) düşüncesindeki Şiiliğin yayılmasını engellenmektir” dedi.

‘Nijerya Ordu Komutanı’na İslam Hareketi’nin suikast girişimide bulunmuş olduğuna dair iddialar sözkonusudur. Bu tür iddialar nereden kaynaklanmakta?’ sorusu üzerine Hasan Bala, “Bu bazı yayın kuruluşlarının ileri sürdüğü boş iddialardan başka bir şey değildir. Ülkedeki Şii müslümanları hedef almak isteyen Nijerya Ordusu bu olayı meşrulaştırmak için bir bahane aramaktadır. Dolayısıyla bu tür iddiaların hangi amaçla öne sürüldüğü apaçıktır” ifadelerini kullandı.

Şeyh Zakzaki’nin eşi ve oğlunun şehadet haberinin yalan ve dayanaksız olduğunu da ifade eden Bala, “Şeyh Zakzaki ve onun aile üyeleri hayattadır, lakin onların durumundan şu an haberimiz yoktur. Nijerya Ordu güçleri Şeyh’in evini kuşatmışlar. Biz onların son durumundan haberdar olmaya çaışıyoruz” açıklamasında bulundu.

İran Meclisi, Nijerya'da Şiilerin katliamını kınadı

İslami Şura Meclisi'ndeki 214 milletvekili, ortak bir açıklama yaparak, Nijerya'daki Şiilerin katliamını kınadılar.

İRİB’in haberine göre, İran İslami Şura Meclisi üyeleri bugün açık oturumun ardından bir açıklama yaparak, Nijerya askerlerince bu ülkedeki mazlum Şiilerin vahşice katliamının milyonlarca Müslüman ve hür insanların onurunu rencide ettiğini belirttiler.

Açıklamanın devamında, bir süredir Afrika ve dünyanın diğer noktalarında benzeri cinayetler işleyen sapık Selefi-Tekfirci grubunca Müslümanlara yönelik yapılan saldırı ve katliamın devamında bu cinayetin gerçekleştiğine dikkat çekilerek, bu olayın arkasında ABD ve Siyonist rejimin desteğinin yer aldığı kaydedildi.

İran Meclisi üyeleri, büyük İran halkının bu vahşi saldırıyı kınadığını vurgulayıp, son sıralarda İran'a gelen Nijerya Cumhurbaşkanı'ndan özel komite oluşturmak suretiyle bu cinayetin sorumlularını adalete teslim etmesini ve büyük din adamı Şeyh İbrahim Zakzaki'nin serbest bırakmasını ve yıkılan Hüseyniyelerin yeniden inşa edilmesini istediler.

Taklit Mercii Ayetullah Nuri Hemadani, Ayetullah Safi Golpeyegani Alevi ve Kum İlmiye Havzası Hocalar Topluluğu da, Nijerya'daki Şiilerin katliam edilmesini kınayan açıkalamalar yaptı.

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı, "Bugün UAEK Yönetim Kurulu'nda bütün yaptırımların kaldırılma günüdür. Dosyamız kapatılacak ancak İran'ı beraat ettirmeyecekler" dedi.

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salehi bugün Tahra'da yaptığı açıklamada, " Bugün UAEK Yönetim Kurulu'nda bütün yaptırımların kaldırılma günüdür. Dosyamız kapatılacak ancak İran'ı beraat ettirmeyecekler, çünkü bizi beraat ettirseler bizim onlardan taleplerimiz olacak" diye açıkladı.

İran nükleer programı dosyasının UAEK Yönetim Kurulu gündeminden çıkarılması, İran devletinin politik duruşundan kaynaklanan büyük bir kazanımdır" diye konuştu.

İran'ın potansiyel bir güç olduğuna işaret eden Salehi, nükleer müzakereler boyunca İran'ın bütün yapısının korunduğunu ve Arak ağır su reaktörü, Fordo ve Natanz nükleer tesisleri gibi yapıların ortadan kaldırılmadığını belirtti.

İran'ın kabul ettiği sınırlamaların nükleer programa hasar vermediğini dile getiren Salehi, "Bundan önce biz %20 yakıt için yaklaşık 6 milyon dolar harmak zorundaydık, ancak bugün 4 milyon dola gibi bir sermaye ile %20 yakıt üretme fabrikası inşa ederek Batı'nın şaşırmasına neden olmuşuz" diye vurguladı.

%20 yakıt üretiminin milletin iradesinin göstergesi olduğunu söyleyen Salehi, Tahran reaktörünün bir milyon hastayı tedavi edebileceğini ve nükleer programın standart şekilde uygulanması takdirde İran'ın sanayi açısından gelişeceğini kaydetti.

Salehi sözlerinin sonunda İran'ın 2016 yılı bütçesinin İslami Şura Meclisi'nde onaylanmaya başlayacağını da belirterek, İslami Şura Meclisi'nden nükleer mesele bütçesinde titiz davranarak düşmana geçit vermeye özen göstermesini istedi.


 
Dِِin dedik, şirk ,küfür, Tağut, puta tapıcılık derken, kavramlar tükendi. İslami kesim artık İslami olmayan kavramlar üzerinde günceli konuşuyor. Ve acımasız ve bir o kadar da, emperyalistlere kul-köle olmaya hevesli milyonlarca insan…

Her Müslüman devlet, sırtını bir emperyaliste dayamış ve diğerine efelenmeye, kabadayılık taslamaya çalışıyor. İslami değerler, söylemler, argümanlar, farz ve sünnet ötelenmiş, onun yerine, savaş araç ve gereçlerinden tutun da, İslam’ın haram ve günah saydığı tüm davranış ve uygulamalar artarak devam ediyor. Kucağına oturduğu efendisinin,dini,meşrebi,amacı,artniyeti onu ilgilendirmez. O savaş öncesiydi,Gavur, sünnetsiz falan söylentileri. Efendim Gayri-Müslim, Siyonist falan, kandırıktan söyleniliyormuş.. Bu Cehennem,bu savaş, bu katliam, bu duyarsızlık, doyumsuzluk nedir? Bu kötülük, bu cehalet, bu öldürme hırsı, bu cinayetler Cennet’e götürür mü? BOP nedir? Büyük Olsun Projesi mi? Arkana bak ey Müslüman? Gerçekten de arkanızdan büyükler var. Gerçekten de istek-arzu ve şehvetten tutuşan sizler, partnerlerinizi bulmuşsunuz. Gazanız mübarek ola.. Savaşın, öldürün, kesin, çalın, çırpın, tekbirler getirin, tekfir edin biri birinizi. Malınız-mülkünüz, namusunuz, ırzınız helaldir biri birinize.Ama sakın arkanıza bakmayınız, çünkü arkanızda dostunuz, emperyalist amcalarınız olduğunu biliyorsunuz. Onlara güvenin,onlar sizi cennete kadar götürüp teslim edeceklerdir. Büyük Olsun Projesi (BOP) çerçevesinde, Ortadoğu’yu büyük belalar beklemektedir. Bütün bu büyük kötülükleri örtmek için de küfür kaçınılmazdır. Bu küfrün rengi,söylemi İslami olmalıdır ki, zaten öyledir. Bu coğrafyadaki katliamları, paylaşımları, soygunları,talanları ve zulmü örtebilecek ne var? Elbette DİN! “Ekmek elden,su gölden” Silah,tank,top,bomba,uçak,füze Emperyalist dostlardan. İstihbarat onlarda, strateji onlardan, siyaset onlardan, Cennet’teki Huri ve Gilmanlara bir an önce kavuşmak isteyenler de Müslümanlardan…

Dini söylemler Fitne, hac, zekat,iyilik, doğruluk, namaz ve Allah’a kulluk da yine bizden. Madem ortaklık, madem arkana adam almışsın, adil olmak gerekir. Büyük Olsun Projesi harika! Proje tıkır tıkır yolunda. Cennet’e gitmek isteyen milyonlarca genç.İşin rantını yiyen ve yiyecek onbinlerce tüccar. Ele geçirilecek bir o kadar ganimet. Ülkelerin zenginliği ve geleceği de kodaman amcaların.Eh, onların şeyi ile savaşa giriyorsan, pastanın büyüğü elbette onların olacak. Haydi bakalım, fetvalar, çirkinlikler, Allah’a dayandırmalar, alimane açıklamalar, ayetli açılışlar, hadisli açılımlar, anlaşmalar ve iftiralar… Doğru hangisi, yanlış nerede? Müslüman kim, kafir nerede? Ayet-hadis-sünnet kimin tekelinde? Allah kimden yana, peygamberimiz kimin yanında? Sahi siz kimi kandırıyorsunuz? Cihat dediğiniz şey, göbek ve cüzdan şişirmek mi? Yoksulların kanından beslenip, din adına tüccarlık mı yapmaktır? Ortadoğu’da bir savaş ve girmediği kılık kalmadı. Haydi diyelim, Esad Alevi. Kaddafi ve Saddam hangi din ve mezhepte idiler? Arap baharı, özgürlük, özgürleşme ve mezhep savaşları.

Asi gençlik ve özgürlükten karanlığa doğru giden bir yazgı. Talan ve katliam. Cennet ve Cehennem. Arz ve talep, işte Halep! Böyle gelmiş, böyle gidecek mi? İslam’a karşı İslam, Müslüman’a karşı Müslüman, Dine karşı Din savaşlarının farkına varabilecek miyiz? Hangi ipe ve kimin ipine tutunacağız? Nuh’un gemisi yerine, bilmem kaçıncı filoya binmek mi gerekiyor? Bu savaşın adı ne, Kuran Aletleri’nin takılacağı yer belirlendi mi? Galiba tarih tekerrür ediyordur.

Rıza BAKIRLI

 

Suriye'deki iç krizin başlangıç günlerinde İran, yeni yaratılan tehditlere karşı kendi ulusal güvenliğini korumak için Beşar Esad hükümetine yönelik tamamen destekleyici bir politika benimsedi.

İran buna paralel olarak, Batı'nın Batı Asya bölgesindeki baskısını engellemek için Rusya ve Çin'le ittifak yaptı ve dış politikalarını buna uygun şekilde ayarladı. Bu düşüncelerin ışığında, Suriye'nin İran açısından taşıdığı stratejik önem, aşağıdaki dört prensip çerçevesinde izah edilebilir:

1) SURİYE BATININ BATI ASYA’DAKİ NÜFUZUNA KARŞI BİR DİRENİŞ EKSENİ

Suriye, üç nedenden ötürü bölgesel ve uluslararası güçler açısından özel bir önem taşıdı: I. Suriye'nin Batı Asya'daki stratejik merkeziliği; II. Suriye ile Arap-İsrail çatışmaları arasındaki bağ; III. Bölgede Selefi Siyasal İslam ve bu eğilimin büyümesi nedeniyle yaşanan alarm hissi. Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında çökmesi sonrasında ABD kendisini uluslararası polis gücü ve küresel hegemonik güç olarak ortaya koydu ve liberal demokrasinin değerlerinin dünyada yayılması çağrısı yaptı. Ancak zamanla, ABD'nin uluslararası arenadaki bir nebze ayrıcalıklı hale gelmiş pozisyonuna ciddi şekilde meydan okundu. Washington'un vardığı sonuç, Westphalia sisteminden çıkan bir geçişin çözüm olduğu şeklinde oldu. Bir başka deyişle ABD, küreselleşme aşamasına geçmek için 1648 yılından beri uluslararası sistemin hakim söylemi olan ve en önemli ilkesi “egemenlik ilkesi” olan Westphalia sisteminden (*) ayrılmaya ihtiyaç duyuyor. Bu sistemin temel ilkesi doğrultusunda, hiçbir ülkenin egemenliğinin ihlal edilmemesi gerekiyor. 11 Eylül öncesinde egemenlik, uluslararası ilişkilerin en önemli prensiplerinden biriydi ve ihlali ancak savaş ve saldırganlık yoluyla mümkündü. Ancak ABD ve NATO'nun Afganistan'a (2001), Irak'a (2003), Libya'ya (2011) düzenlediği saldırılar ve şu andaki Suriye'ye saldırma girişimleri, Washington'un ulusüstü yönetimi ve Westphalia sisteminden çıkışı düşündüğünü gösteriyor. Aynı zamanda, Batı Asya'daki yeni gelişmeler düşünüldüğünde Suriye, Batı için azami önem taşıyor. Jeopolitik risklerin kesişim noktasında bulunan ve Ürdün, İsrail, Lübnan, Türkiye ve Irak'la sınırları olan Suriye, aynı zamanda da bölgedeki ana su yollarının ve boru hatlarının kesişim noktasında yer alıyor ve Rusya'yla kapsamlı bir işbirliği var. Rusya, Batı Asya'da önemli bir sığınak işlevi gören Akdeniz kıyıları üzerinde, Suriye'nin Tarsus limanında gelişmiş bir askeri üs kurdu. Genel olarak Suriye Batı için uzun vadeli amaçlara erişmenin bir aracı işlevi görecektir. Ancak burada hayati önemde olan şey, İran'ın bölgedeki, özellikle de Suriye'deki Batı hedeflerinin yerine getirilmesini engellemek için Suriye ve Rusya'yla istikrarlı bir anlaşma çerçevesinde hareket ediyor olmasıdır.

2) HİZBULLAH’LA VE İSRAİL İLE ÇATIŞMA HATTIYLA OLAN BAĞIN MUHAFAZA EDİLMESİ

Tarihsel arka plan oluşturan olayları düşünmek gerekirse, Hafız Esad hiçbir zaman İsrail rejimini tanımamış ve bu rejimle müzakereye girmeyi reddetmişti. Bu yaklaşım ve İsrail rejiminin yok edilmesine duyulan inanç, Şam'la İran arasındaki ilişkileri geliştirdi. İran'daki 1979 İslam Devrimi'ni izleyen yıllarda İsrail rejimi karşıtlığı, İran'ın temel dış politika yönelimlerinden biri oldu ve bu durum Tahran ve Şam arasında yakın ilişkilerin gelişmesine yol açtı. Bu karşıtlığa ilave olarak İran'ın Suriye'yle olan ilişkilerini geliştirmesini sağlayan bir diğer temel faktör, Suriye'nin Lübnan'daki Hizbullah karşısındaki duruşu ve ona yönelik politikalarıydı. İsrail rejimi karşıtlığına paralel olarak Hizbullah her zaman Suriye hükümeti tarafından desteklendi. Prensip olarak, İsrail rejimine karşı aynı dış politika çizgisinin izlenmesi ve Lübnan'daki Hizbullah'a verilen destek, İran ve Suriye arasındaki yakınlaşmanın ana nedeni olarak görülebilir. Bu yakın bağlar, İran ve Suriye'nin İsrail rejimine karşı güvenliğinin sağlanmasıyla paraleldir. Bu anti-Siyonist stratejilerde Lübnan Hizbullahı İran ve Suriye'nin dış politikasında kilit bir rol oynamaktadır. İran ve Suriye tarafından desteklenen Hizbullah, İsrail rejimine siyasi ve askeri bir darbe indirebilir. İran ve Suriye arasındaki ilişkiler, özellikle güvenlik açısından ve bölgede Şii nüfus barındıran ülkelerin korunması açısından azami önemdedir.

3) SURİYE ARAP ULUSALCILIĞININ VE İRANLI İSLAM KİMLİĞİNİN TEMAS NOKTASI

Ulus, ulusalcılık ve ulusal hükümet, İslam dünyasının tarihinde yeni olgulardır. Avrupa ülkelerinin dünya üzerindeki top yekün hakimiyetinin ardından küresel sistemin Avrupalılaştırılması Batı'nın gündemine konuldu ve Batı Asya'nın Arap ülkeleri modern dünyanın parçası haline geldi. Bu açıdan, İran için en önemli nokta, İran ulusal kimliği ile Batı Asya'ya hakim olan Arap ulusalcılığı arasındaki uyumsuzluktu. Arap ulusalcılığı ideolojisi, Araplarla İran arasındaki ilişkiler imkansız hale getirmişti. Ancak Hafız Esad iktidara geldiği zaman, uzun süre pan-Arapçılar tarafından yönetilmiş olan ve artık sadece sekülarizmle yönetilen bir ülke, Baas partisinin Pan-Arapçılık politikalarını terk etti ve bu durum İran için son derece stratejik bir konum yarattı: bu şekilde İran Suriye'deki etkisini arttırabilecek ve Suriye'deki seyreltilmiş Arap ulusalcılığı ile İran-İslam kimliği arasında bir bağlantı tesis edebilecekti. Bu, iki ülke arasında Arapların yaygın muhalefetiyle karşılanan farklı siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmalarla dolu bir ilişkiler tarihi yarattı; bu durum ise Suriye'yi ve Batı Asya'daki mevcut durumu İran İslam Cumhuriyeti için bir güvenlik meselesi haline getirdi. Arap ülkelerinin Batı'yla olan ittifakı ise Batı kapitalizminin Batı Asya'daki etkisini çarpıcı düzeyde arttırdı. İran tarafından desteklenen Suriye, Batı'nın liberal demokrasisine karşı bir siper olmaya devam edebilir; bu ise İran'ın dış politikasındaki temel meselelerinden biri ve İran'ın Batı Asya'daki güvenlik yapısının sacayaklarından birisidir.

4) İDEOLOJİK SAVUNMA VE SALDIRI STRATEJİSİ

İdeolojik savunma-saldırı stratejisi, İran'ın Suriye müdahalesindeki tutarlı pozisyonunu meydana çıkarmakta ve temel olarak uluslararası topluma, İran'ın Suriye'de kalıcı bir varlığının olduğunu göstermektedir. Pek çok uzman ve analist, İran'ın Esad'a verdiği desteğin kademeli olarak azalacağına ve İran'ın en azından yeni hükümet lehine tutum alarak pozisyon değiştireceğine inanıyordu. Ancak İran tam tersine, Suriye'ye verdiği desteği azaltmadığı gibi, bölgesel denklemlerdeki değişimler Devlet Başkanı Beşar Esad yönetimindeki mevcut hükümet lehine olacak derecede Suriye'ye tam destek vererek herkesi şaşırttı. Savunma-saldırı stratejisi, hem Suriye hükümetini yerinde tutacak hem de kendi güvenliğini sağlayacak şekilde eş zamanlı olarak savunma veya hücum stratejisi izlemeye olanak veren bir stratejidir. Bu şekilde, İran, Batı'nın süre giden sert ve yumuşak savaşlarına karşı pasif bir savunma benimsemekten imtina edebilir. Fakat İran aynı anda hem bir savunma tarzı benimseyip Suriye'nin jeopolitik ve stratejik konumuna uygun bir şekilde Suriye'yi sağlam bir savunma bariyerine çevirmekte, hem de ağır savunma maliyetlerini azaltmak için dolaylı olarak hücum politikaları uygulamaktadır.

(*)Westphalia sistemi: 1648 yılında imzalanan Westphalia Barışı otuz yıl savaşlarını sona erdiren ve savaşın içerisine dahil olan bütün tarafları ortak bir mutabakatta buluşturan bir sonuçtur.

fa.abna24.com/service/iran/1021/archive.html  

Yücel Tünel

İran'dan Türkiye'ye devam eden doğalgaz sevkiyatına işaret eden İran Gaz Şirketi'ndeki bir yetkili, geçen yılda Türkiye'ye 9 milyar metreküp doğalgazın sevkiyatı yapıldığının bilgisini verd.

İran gazının Türkiye'ye ihracatı yapıldığı terminal müdürü Sadık Ekberpur, 25 yıllığına yapılan anlaşma gereği İran'ın Türkiye'ye günlük 30 milyon metreküp doğalgaz vermeye yükümlü olduğunu ifade etti.

Ekberpur, son beş yılda İran'dan Türkiye'ye yapılan gaz sevkiyatında kaydadeğer artış meydana geldiğini hatırlatarak, 2014 yılında Türkiye'ye 9 milyar meteküp doğalgazın sevkiyatı yapıldığının bilgisini vererek, Türkiye'ye gaz vermekte kendini yükümlü olarak bilen İran'ın, bu ülkeye 10 milyar metreküp doğalgaz vermeye çalışacağını ve bu bağlamda Güney Pars Ortak Gaz meydanlardan Türkiye'ye intikalı düşünülen 1800 km doğalgaz hattının inşasının başlanmasına vurgu yaptı. 

İran gazının Türkiye'ye ihracatı yapıldığı terminal müdürü Sadık Ekberpur, BOTAŞ uzmanları da bulunduğu söz konusu terminalde ihracatı yapılan gazın kalite kontrolü yapıldığını dile getirerek, Türkiye'nin tükettiği gazın yüzde 30'u İran'dan temin edildiğini hatırlattı.

Ekberpur, Türkiye'ye günlük 40 milyon metrküp doğalgazın ihracatı gerçekleşmesi için gerekli kapasiteler mevcut olduğunu kaydetti.

İran Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı Cihangiri, komşuların güvenliğini, İran'ın güvenliği olarak gördüklerini ifade etti.

İRİB'in haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı İshak Cihangiri Türkmenistan'ın Tarafsızlığın deklare etmesinin 20. yıldönümü dolaysıyla Aşkabat'ta düzenlenen merasimde yaptığı konuşmada, İran ve Türkmenistan'ın ikili münasebetlerini geliştirmek için kararlı olduğuna vurgu yaparak, her ülkenin güvenliğini, çevre bölgenisi güvenliğini sağladığına işaretle, çevresinde karışıklık olan herhangi bir ülkenin tam güvenliğine sahip olmadığı veya güvenliğini zorlukla sağladığını kaydetti.

Cihangiri, İran ve Türkmenistan'ın ilişkilerinin kürtürel ve tarihi bağlardan dolayı her daim bütün alanlarda gelişmekte olduğunu ve iki ülke cumhurbaşkanlarının iradesi ve kararlılığıyla sürdürülebilir bir biçimde devam ettiğini ifade etti.

İran Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı, İran'ın Türkmenistan'ın tarafsızlık politika izleme kararı aldığı girişimine destek veren ilk ülkelerden olduğunu hatırlatarak, Tahran'ın Aşkabat'ın bu kararını ikili ilişkilerin gelişmesi ve pekişmesi ve ortak sınırların dostluk, kardeşlik, huzur, güvenlik ve barış sınırlarına dönüşmesi adına olumlu bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.

Cihangiri ayrıca, İran İslam Cumhuriyeti'nin terörizmle mücadelede kararlılığına vurgu yaptı, dünyada terörizmle mücadele ihmal edilirse, bütün ülkelerin bundan telafisi imkansız zararlar göreceğini belirtti

Erdoğan ve Cihangiri bir araya geldi
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri ile görüştü. 

Tarafsızlık Konferansı'na katılmak ve çeşitli temaslarda bulunmak üzere Türkmenistan'a giden Cihangiri, Erdoğan'ın ikamet ettiği otelde, basına kapalı görüşmesini gerçekleştirdi. Görüşme yaklaşık 20 dakika sürdü.

Cihangiri, konferansta yaptığı konuşmnasından sonra Gürcistan ve Hırvatistan Cumhurbaşkanları ile bir araya gelerek düşünce teatisinde bulundu.

Irak, BM Güvenlik Konseyi'ne mektupla başvurarak, Türk askerlerinin Irak'tan bir an önce koşulsuz olarak çekilmesini talep etti.

Sputnik'in haberine göre, Irak'ın BM Daimi Temsilcisi Muhammed Ali el-Hakim tarafından BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı'na sunulan mektupta, Türk askerlerinin Irak'ta bulunmasının "uluslararası hukukun açık ihlali" olduğu savunularak, Konsey'den, Türk askerlerinin Irak topraklarından çekilmesi ve bir daha Irak'ın egemenliğini ihlal etmemesini Türkiye'den talep etmesi istendi.

Mektupta, sorunun diplomatik yollarla ve iki ülke arasında diyalogla çözülmesi için Irak'ın çaba gösterdiği ancak "Türkiye'nin askerlerini çekme konusunda ikna edilemediği" iddia edildi.

"Irak'ın, Türkiye'nin agresif eylemini durdurmak ve kendini savunmak için gerekli her türlü önlemi alma hakkı vardır" ifadeleri kullanılan mektupta, konunun, komşuluk ilişkilerini bozma ve bölge ile uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturma riski olduğu savunuldu.

Mektupta, IŞİD'e karşı mücadele için askeri eğitim ve malzeme yardımının karşılıklı anlaşmalar temelinde ve Irak'ın egemenliği ve anayasasına saygı içinde olması gerektiği savunuldu.

Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, Irak Dışişleri Bakanlığı'na, Türkiye'yi Musul'daki askeri varlığından dolayı BMGK'ya şikayet etmesi için talimat vermişti.

Rusya Devlet Başkanı Putin, “Askerlerimizi tehdit eden her hedefi hemen imha ediniz” 

Savunma Bakanlığı yetkilileriyle bir araya gelen Rusya lideri Putin, Suriye operasyonlarını değerlendirerek, her tehdide çok sert cevap verilmesini istedi. Savunma Bakanı Şoygu da askeri faaliyetler hakkında bilgi verdi.

Sputniknews’un haberine göre, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Savunma Bakanlığı'nın üst düzey komutanlarına hitap etti:

Rus Hava Kuvvetleri, Suriye’de teröristlere büyük darbe indirdi. Hava Kuvvetleri’mizin faaliyetleri olumlu bir değerlendirmeyi hak ediyor.

Askerlerimize yeniden provokasyon düzenlemeye kalkışacak herkesi uyarıyorum. Suriye’deki askerlerimizin ve üssümüzün güvenliği için gereken tüm ek tedbirleri aldık. Üssümüzün güvenliği hava savunma sistemleri ile güçlendirildi. Tüm hava operasyonlarımız, savaş uçakları eşliğinde gerçekleştiriliyor. Çok sert davranmanızı emrediyorum. Rus askerlerini ya da sahadaki askeri yapılarımızı tehdit eden her hedefi hemen imha edin. Aynı zamanda teröristlerin yok edilmesiyle ilgilenen her devletle işbirliği yapın.

IŞİD, Rusya için doğrudan tehdit teşkil ediyor. Bizim esas amacımız- Rusya’yı doğrudan hedef alan tehdidin önüne geçmektir. Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan gelen militanlar da dahil Suriye’deki teröristler, bu ülkeyi gerçek bir üsse çevirdi. Planlarının ne olduğu çok açık: Güçlenmek ve yeni bölgeleri ele geçirmek istiyorlar. Çöpe atacak paramız yok. Askeri anlamdaki giderlerimiz dikkatli bir şekilde denetlenmeli.

Suriye operasyonunda son teknoloji ürünü silahları kullanan Rus Hava Kuvvetleri ve Deniz Filosu, teröristlerin alt yapısına büyük darbe indirdi. Bu sayede Suriye’deki durumun değişmesi sağlandı.

İran'ın BM temsilcisi ve büyükelçi Gulam Ali Huşro, dün, 'şiddet ve aşırıcılıktan arınmış dünya' başlıklı tasarıyı BM genel kuruluna bir öneri olarak sundu.

İRİB'in haberine göre, İran'ın BM temsilcisi ve büyükelçi Gulam Ali Huşro, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, şiddet ve aşırıcılıktan arınmış bir dünyaya kavuşmak için ülkelerin ve BM genel kurulunun öneriye destek vermeleri gerektiğini belirterek, şiddet ve terörün ilahi dinlerde kesinlikle yeri olmadığını ve ayrımcılık, nefret tohumları ekmek ve kışkırtmak, ilahi dinlere yönelik hakaret ve saldırıların kabul edilemez olduğunu bildirdi ve her türlü teröre karşı bütün ülkelerin ve uluslar arası toplumun ortaklaşa mücadele etmesi gerektiğini söyledi.

İranlı yetkili, aşırıcılık ve şiddete dayalı düşüncelerin özellikle de son iki yılda daha da arttığını belirterek, Irak ve Suriye'de vahşi terörist grupların, Paris, Beyrut, Ankara, Mısır ve son olarak Amerika ve dünyanın diğer noktalarında yaptıkları terörist saldırıları kınadı.

Hoşru, dine ilişkin her türlü şiddet ve terörün kabul edilemez olduğunu belirterek, ilahi dinlerin takipçilerine yönelik saldırı ve hakarette bulunanların gerçekte teröristlere yardımcı olup onlarla işbirliği yaptıklarını ifade etti.