
کارگر
"ABD'nin Bölgeye Nüfuz Etmesine İzin Vermeyeceğiz!"
Tahran’da “İslam Hedeflerini İlerletmek için Sinerji ve Dayanışma” hedefiyle düzenlenen Dünya Ehlibeyt (a.s) Kurultayı 6. Genel Kurul Zirvesi’ne katılan İslam ülkeleri uleması, fikir sahipleri, medya mensupları ve uzmanları kabul eden İslam inkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney, bölgede müstekbirliğin plan ve komplolarına karşı mücadele etmenin Fi Sebilillah (Allah yolunda) cihad’ın açık bir örneği olduğunu hatırlatarak, Amerika’nın nükleer görüşmelerden sui-istifade ederek İran’a ekonomik, siyasi ve kültürel nüfuzda bulunmak istemesinin kesinlikle engelleneceğini söyledi ve “bölgede sulta düzeninin plan ve komploları, ihtilaf çıkarılması ve nüfuz etme gibi iki temele dayanmaktadır ve buna aralıksız karşı konulması, etkisiz bırakılması amacıyla saldırı ve savunma amaçlı sahih planlar” hazırlanmalıdır” dedi.
İslam İnkılabı Rehberi, “İslam Hedeflerini İlerletmek için Sinerji ve Dayanışma” hedefiyle düzenlenen Dünya Ehlibeyt (a.s) Kurultayı 6. Genel Kurul Zirvesi’ne değinerek, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Ehli Beyt’ine (a.s) itaat ve izinden gitmenin gerçekte İslam’ın yayılması, ilahi hükümlerin ikamesi, tüm yönleriyle Allah yolunda mücadele ve zalim ve zulümle mücadele etmek demek olduğunu belirterek, Allah yolunda mücahede ve mücadelenin sadece askeri savaş manasına gelmediğini, bilakis kültürel, ekonomik ve siyasi mücadeleyi de kapsadığını söyledi.
İmam Hamaney şöyle dedi: Bugün Allah yolunda mücadelenin açık örneği, İslami bölgede, özellikle de stratejik ve kritik batı Asya bölgesinde müstekbirliğin planlarının tanınması ve onlara karşı mücadele için gerekli planlamanın yapılmasıdır. Bu mücadele metodu savunma ve saldırı eksenli olmalıdır.”
Dünya müstekbirliğinin son yüz yıl içindeki komplolarını hatırlatan İslam inkılabı Rehberi, dünya müstekbirliğinin bölgedeki komplolarının uzun bir geçmişe sahip olmasına rağmen, İslam İnkılabının İran’da zafere ermesi ardından bu tecrübenin başka ülkelerde de gerçekleşmemesi amacıyla bu komplo ve baskıların daha da arttığını söyledi.
“İslam Cumhuriyeti nizamı 35 yıldan beri sürekli olarak, tehditler, yaptırımlar, güvenlik baskıları ve muhtelif siyasi komplolara maruz kalmıştır ve İran halkı artık bu baskılara alışmıştır” diyen İmam Hamaney, “elbette düşmanların Batı asya bölgesindeki baskıları, bundan birkaç yıl önce Kuzey Afrika bölgesinden başlayan İslami uyanış hareketinden sonra, düşman’ın içine düştüğü panikten dolayı daha da şiddet kazanmıştır. Onlar öyle zannediyorlar ki artık İslami uyanış hareketini sindirmişler. Ancak bu hareket sindirilecek türden değil, aynen devam edecek ve er veya geç kendi hakikatini gösterecektir” ifadesini kullandı.
Düşmanın Planları: 'ihtilaf çıkarmak' ve 'nüfuz oluşturmak'
Konuşmasının devamında mevcut şartlarda düşmanın planlarını açıklayan İslam inkılabı Rehberi İmam Hamaney, bu planın “İhtilaf çıkarmak” ve “Nüfuz” gibi iki temel üzerine kurgulandığını söyledi.
Düşmanın ihtilaf çıkarma yönündeki komplolarını hatırlatan İmam Hamaney, hükümetler arasında ihtilaf çıkarılması ve ondan daha tehlikelisi halklar arasında ihtilaf çıkarmanın dünya müstekbirliğinin gündeminde olduğunu belirtti.
Mevcut şartlarda ihtilaf çıkarmak için düşmanın, Şia ve Sünni gibi kavramlardan yararlandıklarına temasla, İngilizleri fitne ve ihtilaf çıkarma konusunda uzman ve Amerikalıları ise onların uzmanı niteleyen İslam İnkılabı Rehberi, “Amerikalıların, kurulmasında ellerinin bulunduğunu itiraf ettikleri tekfiri cabbar, hakaret eden sayısız grupların oluşmasında en önemli faktör halklar arasında zahirde var olan mezhebi farklılıklar ve ihtilaflardır. Ne yazık ki bir takım sade Müslüman da basiretsizliklerinden dolayı bu komplo ve plana aldanmışlar ve düşmanın komplosunun bir parçası haline gelmişlerdir” dedi.
Bu meselenin en açık örneğinin bugün Suriye meselesi olduğunu hatırlatan İmam Hamaney, Tunus ve Mısır’da tağuti devletlerin İslami sloganlarla devrilmesi ardından Amerikalılar ve Siyonistlerin bu formülden yararlanarak direniş ülkelerinin yok edilmesi yönünde de yararlanmak istediklerini ve bunun için de Suriye’yi hedef aldıklarını söyledi.
İmam Hamaney şöyle dedi: Suriye olayının başlamasından sonra basiretsiz Müslümanlardan bazıları planlanmış haritanın bir parçası konumuna gelerek, düşman cetvelini doldurmak suretiyle Suriye ülkesini mevcut duruma sürüklediler. Bugün Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve öteki ülkelerde vuku bulmakta olan ve ondan “mezhep savaşı” olarak söz edilmeye çalışılan şey aslında kesinlikle mezhep savaşı değildir, bilakis siyasi bir savaştır. Bugün en önemli sorumluluk ve görev, bu anlaşmazlıkların giderilmesi yönünde çaba harcamaktır.”
“Biz alenen ve açık bir şekilde İran İslam cumhuriyeti bölgedeki tüm İslam devletlerine dostluk eli uzatmaktadır ve Müslüman devletlerle hiçbir sorunu yoktur” ifadesini kullanan İslam İnkılabı rehberi, İran İslam Cumhuriyetinin kendi komşularının önemli bir kesimiyle dostça ilişkilere sahip olduğunu, bu arada bazı ülkelerin de anlaşmazlık içinde olduğunu, habasette bulunduklarını, ancak tüm bunlara rağmen İran İslam cumhuriyetinin bölge halkları, kendi komşuları ve İslam ülkeleri ile iyi ilişkiler üzerinde ısrarcı olduğunu söyledi.
İran İslam cumhuriyetinin siyasetlerinin kaynağının rahmetli İmam Humeyni’nin İslam İnkılabının zafere erdirmesinde ve istikrara kavuşturmasında kullandığı ilkeler olduğunu belirten İmam Hamanei konuşmasının devamında Allah Taala’nın Kur’an’ı Kerimdeki buyruğu olan “اشداء علی الکفار رحماء بینهم” Kafirlere karşı pek şiddetlidirler kendi aralarında ise merhamet sahibi ilkesinin, İslam nizamının sağlam ilke ve esaslarından olduğunu söyleyerek, “biz rahmetli İmam Humeyni’nin vermiş olduğu ders ve İslam cumhuriyetinin kesin çizgisi uyarınca müstekbirlikle uzlaşamayız, fakat Müslüman kardeşlere karşı ilkemiz dostluk ve refakattir. Biz mazlumun desteklenmesi konusunda mezhebine bakmıyoruz, Lübnan’da Şii kardeşlerimize yaptığımız desteğin aynısını Gazze’de Sünni kardeşlere de yaptık ve Filistin meselesini İslam dünyasının en öncelikli meselesi kabul ediyoruz” dedi.
Bugün İslam dünyasında ihtilafların körüklenmesinin kesinlikle yasak olduğunu, İran’ın, hatta Şii gruplar tarafından bile ihtilafa sebep olacak her türlü hareket ve davranışa karşı olduğunu ve Ehli Sünnet değerlerine hakareti açık bir şekilde kınadığını belirten İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının devamında ise Amerika’nın ikinci planının bölge ülkelerine nüfuz etmek ve etkisi altına almak olduğunu belirtti.
"Amerikalılar nükleer görüşmelerin sonucundan suistifade etmeye çalışıyor"
Amerika’nın nükleer görüşmelerin sonucundan sui-istifade etmeye çalıştığını da hatırlatan İslam inkılabı Rehberi, “Amerikalılar, şu anda ne İran’da ve ne de Amerika’da kabul edilip edilmeyeceği konumu belli olmayan anlaşmayı İran’a nüfuz etmek için bir araç olarak kullanmaya çalışıyorlar. Fakat biz bu yolu kesin surette kapatmış bulunuyoruz ve kendi yüksek tüm gücümüzle Amerikalılara, İran’da ekonomik, siyasi, kültürel nüfuzu veya siyasi varlığına müsaade etmeyeceğiz” dedi.
İran’ın bölgesel siyasetlerinin Amerika’nın bölgesel siyasetlerinin tam karşı noktasında bulunduğunu hatırlatan İmam Hamaney, onların bölge ülkelerini parçalayarak küçük ve itaatkar ülkeler oluşturmak istediklerini, ancak Allah’ın izni ve yardımıyla bunun tahakkuk bulamayacağını bildirdi.
"Suriye'nin bölünmesi Amerikaliların en belirgin amaçlarından"
İslam İnkılabı rehberi Amerika’nın Irak’ı parçalamaya çalışmasıyla ilgili daha önce yaptığı uyarıları hatırlatarak, o dönemde bazılarının bu sözler karşısında hayret ettiklerini, ancak bugün Amerikalıların açık bir surette Irak’ın parçalanmasından söz etmeye başladığını, Irak’ın ve ellerinden gelirse Suriye’nin bölünmesinin Amerikalıların en belirgin amaçlarından olduğunu, fakat bölge ülkeleri, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının İran İslam cumhuriyeti için büyük önem taşıdığını söyledi.
Konuşmasının devamında İran İslam cumhuriyetinin bölgesel siyasetlerinin ABD’nin siyasetleri ile açık bir tezat içinde olduğunu hatırlatan İslam İnkılabı Rehberi, “İran, bölgede direnişi bu cümleden Filistin direnişini tamamen müdafaa etmekte ve İsrail’e karşı mücadele veren ve Siyonist rejimi sindirmeye çalışan herkesi himaye edecektir” dedi.
"Biz İngiliz Şiilğini gerçekte Şiilik olarak kabul etmiyoruz"
İslam İnkılabı Rehberi, Amerika ve öteki tefrika çıkarıcı fitne merkezlerinin siyasetlerine karşı mücadele edilmesinin İran’ın diğer temel siyasetlerinden olduğunu hatırlatarak, “Biz propaganda merkezi ve üssü Londra olan ve müstekbirliğin yol açıcı rolünü ifa eden Şiiliği gerçekte Şiilik olarak kabul etmiyoruz” dedi.
"İran Bahreyn ve Yemen halkları ve tüm mazlumları müdafaa ediyor"
İslam İnkılabı rehberi ayrıca İran İslam cumhuriyetinin Bahreyn ve Yemen halkları da dahil tüm mazlumları müdafaa etmekte olduğunu hatırlatarak, asılsız iddiaların aksine İran’ın bu ülkelere her hangi bir müdahalesinin olmadığını, ama mazlum halkı himaye etmeyi sürdürdüğünü söyledi.
İslam İnkılabı Rehberi, şöyle devam etti: Mazlum Yemen halkı için üzülüyoruz, dua ediyoruz ve yapabileceğimiz her yardımı onlara yapıyoruz. Bir ülkeyi harabeye çeviriyorlar; siyasi hedefleri hamakat ile takip ediyorlar.
İmam Hamaney konuşmasının devamında, Pakistan ve Afganistan gibi İslam dünyasının öteki ülkelerinde de bir takım üzücü olayların vuku bulmakta olduğunu, bunun için Müslümanların basiret ve bilinçli bir şekilde hareket ederek bu sorunları tedavi etmeleri gerektiğini bildirdi.
İmam Hamaney konuşmasının bir diğer bölümünde ise İslami Radyo-Televizyonları Birliğini, korkunç Amerikan-Siyonist medya mafyası imparatorluğuna karşı koyma hususunda önemli bir merkez olduğunu belirterek, bu hareketin tamamen takviye edilmesi ve yaygınlaştırılması gerektiğini söyledi.
"Bölgenin geleceği Müslüman halklara aittir"
İmam Hamaney konuşmasının son bölümünde ise müstekbirlik ve onların uşaklarının tüm yaygaralarına rağmen kuşkusuz İslam’ın onur ve kudretinin, mücahid erkek, kadın ve gençlerin varlığı sayesinde aydın garantilenmiş olduğunu ve bölgenin geleceğinin Müslüman halklara ait olduğunu bildirdi.
Bu görüşmenin sonunda İslam inkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney konuklardan bazıları ile yakından görüşerek ayak üstü sohbette bulundu.
İslam İnkılabı Rehberinin konuşmasından önce Dünya Ehli Beyt Kurultayı Genel sekreteri Huccetul İslam Muhammed Hasan Ahteri, kurultayın 6. konferansıyla ilgili kısa bir açıklama sunarak, “İslam Hedeflerini İlerletmek için Sinerji ve Dayanışma” hedefiyle düzenlenen Dünya Ehlibeyt (a.s) Kurultayı 6. Genel Kurul Zirvesi’ne 30 ülkeden çok sayıda din alimi ve şahsiyetinin katılmasıyla düzenlendiğini bildirdi.
İslam Ülkeleri Radyo-Televizyonları Birliği Genel Sekreteri Huccetul İslam Kerimiyan da kısa bir rapor sunarak, medya alanında İslami değerler esasında yeni bir edebiyat ve söylemin oluşması yönünde çaba harcanması, genel güvenin kazanılması, insani güç eğitimine odaklanması, haber üretimi, dağıtımı ve yayımı için gerekli araç ve gereçlerin oluşturulması ve muhteva yönetmenliğinin oluşturulmasına çalışılmasının İslami Radyo ve Televizyonlar Birliğinin en önemli girişimlerinden olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Ruhani: Şii Hilali değil İslam Hilali istiyoruz
İran Cumhurbaşkanı Ruhani “İran’ın gücü bölge ülkelerinin hiçbirinin aleyhine değil. Biz bütün bölgenin barış ve istikrarı ile gelişmesinden yanayız” dedi.
6. Dünya Ehlibeyt Kurultayı açılış töreninde konuşan İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, düşmanın müslümanları gerçek İslam’dan ayırmak istediğine işaret ederek “Onlar dini şiddet kaynağı yapmaya çalışsa da bütün ilahi dinler insanı yüceltmek için ortaya çıkmıştır” dedi.
Kur’an-ı Kerim’de bütün cihat konulu ayetlerin ‘savunma’ sözcüğüyle başladığına değinen Ruhani “Kur’an-ı Kerim, Allah’ın adının söylendiği her yeri yani kilise, cami ve mabetleri savunmamızı istiyor” diye belirtti. Günümüz dünyasının barış ve direniş İslam’ını sevdiğini dile getiren Ruhani “İslam dini, kanun, hukuk, maneviyat ve ahlak dinidir ve aslında ahlakın yüceltilmesi için gönderilmiştir” diye ekledi.
Bugün İran İslam Cumhuriyeti’nin gücünü kendi mantığı, müzakere kabiliyeti ve yeni söyleminden aldığına vurgu yapan Cumhurbaşkanı “Bizim gücümüz silah kaynaklı değil, aksine gücümüzün temelinde mantık ve barış bayrağını dalgalandırmak yatmaktadır. Biz siyasi güç ve mantıkla dünya güçleri karşısında oturup onları milletimizin hakkını resmiyete tanımaya mecbur edebildiğimizi ispat ettik” diye konuştu.
Ruhani “Bizim için Iraklı, Lübnanlı ve Yemenli Şii ile Iraklı, Lübnanlı ve Yemenli Sünni arasında hiçbir fark yoktur. Biz herkes için barış ile güvenlik ve bütün bölgenin kalkınmasını istiyoruz. Bugünkü durum bütün müslümanlar için acı vericidir. Mezpehçilik ve katliam özellikle Ortadoğu’da her yeri kaplamış” diye hitap etti.
Şii Hilali değil İslam Hilali vardır
Ehlibeyt mektebinin Kur’an-ı Kerim’i ve İslam’ı doğru şekilde yorumlama mektebi olduğunu dile getiren Ruhani “İhtilaf yaratmak isteyenlerin tersine bizim Şii Hilali’miz yoktur, İslam Hilali vardır. Biz bütün müslümanlarla birlikte nifakın karşısındayız ve İmam Humeyni, Ehlibeyt taraftarlarının Sünnilerle nasıl kardeşçe yaşayabileceklerini gösterdi” diye vurgu yaptı.
Ruhani “İran toplumunda Sünniler, Şiilerle kardeş olmanın yanı sıra Şiirlerle birlikte devletimizi, İnkılap Rehberi’ni ve Anayasayı savunuyor ve sınır bölgelerimizde bile ülkemiz için iyi bir korucu gibi çalışıyorlar” ifadesini kullandı.
Bölge ülkelerinin bölünmesi, ABD ve İsrail’in çıkarına
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, ‘Zafer Günü’ konuşmasının ikinci bölümünde bölge ülkelerini hedef alan bölünme planlarına değindi.
Vadi el-Huceyr konferansında tarihi bir karar alınmış ve bölgenin bölünmesine karşı olunduğu ifade edilmişti. Gerçi bölge bölündü; ama her halükarda bu konferansta en iyi tavır alınmıştı.
Bugün yine burada toplanmışken bölgenin yeniden bölünmesine karşı çıkmalıyız. Bu, şu an Amerika ve İsrail’in bölgede şu an gerçekleştirmeye çalıştığı bir komplodur ve maalesef bazı bölgesel güçler de bilerek veya bilmeyerek kendilerine de zararı dokunacak bu planı uygulamakta ve izlemektedir.
Bugün her yerden haykırmalı, halklarımızı ve ümmeti uyarmalıyız. Bölge ülkelerini yeniden bölme ve parçalama planları bölgeyi uzun sürecek etnik ve mezhebi iç savaşlara sokuyor. Bunun bölge güçlerinin yıkımından, tahrip olmasından mültecilikten başka sonuçları yok.
Dolayısıyla İslam dünyasının alimleri, Müslüman ve Hıristiyan liderler, İslamcılar, milliyetçiler, laikler, tüm güçler ve hareketler, bu komplo karşısında yeni bir tavır almalıdır.
Eğer buna izin verirsek, eğer bu nesil buna izin verirse bölge yeniden bölünüp parçalanırsa, bunun etkileri sonraki nesillerde görülecek ve hepimiz Allah katında sorumlu olacağız.
ABD IŞİD’i toplumsal dokuyu değiştirmede kullanıyor
Bugün IŞİD, bilerek veya bilmeyerek bölgenin bölünüp parçalanmasına çalışıyor. Hatırlarsanız geçen yıl bu konuya değinmiş ve demiştim ki Amerika, terörle mücadelede asla ciddi değil.
Amerikalılar, IŞİD’i bölgenin toplumsal dokusunu değiştirmek, bölge devletlerini ve hükümetlerini yıkmak ve bölge haritasını değiştirmek için kullanmak istiyor.
Birkaç gün önce Ankara, ‘ABD bizden IŞİD’e karşı operasyonları durdurmamızı istedi’ diye bir açıklama yaptı. Neden? Acaba Suriye’nin ulusal egemenliğine saygıdan dolayı mı?
Hayır uluslararası koalisyonun Suriye’nin ulusal egemenliğine onuruna saygısı yok. Onlar, şu an IŞİD’in zayıflamasını istemiyorlar. Irak’ta kullandıkları gibi IŞİD’i Suriye’de de kullanmak istiyorlar. Nasıl?
John Kerry Doha’da şunu söyledi. Suriye’deki rejim IŞİD’e karşı mücadele edemez. IŞİD’e karşı koymamız için onun Şam’a ulaşmasını önlemeliyiz. Suriye’deki mevcut hükümet gitmeli, Suriye hükümeti ılımlı muhaliflere geçmeli.
Amerika, Suriye hükümetini devirmek için IŞİD’den siyasi olarak istifade ediyor. Ama o, yalan söylüyor. Nusra ve benzeri grupların dışında kalan “ılımlı muhalifler” IŞİD’e karşı koyabilir mi?
O diyor ki ılımlı muhaliflerin eğitilip donatılması projesi başarısız oldu. Türkiye’de eğitime alınacak 2 bin kişiden yalnızca 60’ı IŞİD’le savaşıyor. Dolayısıyla sen Suriye hükümeti yerine daha zayıf ve yetersiz birilerini yönetime getirmek istiyorsun.
Eğer ılımlı muhalifler, Suriye yönetimini ele geçirirse –şu hile ve nifaka bakın- dünya ona yardıma gelir, onu destekler ve IŞİD’e karşı savaşır.
Irak’a da hükümetinizi değiştirin size yardım edelim demişlerdi
Bu hile birkaç ülkede gerçekleşti. Irak içindeki siyasi ihtilafları bir kenara bırakıp bakın. Irak’a neler söylediler?
Dediler ki hükümetinizi değiştirin size uluslararası, bölgesel yardımlar ve Arap yardımları sınırsız olarak gelsin. Iraklılar hükümetlerini değiştirdiler. Bunun sebeplerine girecek değilim. Ama netice ne oldu?
Amerika’dan, bölge ülkelerinden, NATO’dan Arap ülkelerinden teröre karşı yardım alabildiler mi? Yoksa kendi iradeleriyle ve gerçek dostların yardımıyla mücadele eden Gönüllü Halk Güçleri’nin bulunduğu yerlerin dışında IŞİD daha da ilerlemedi mi?
Daha da öteye gidelim Irak’la Amerika arasında silah, mühimmat ve savaş uçağı anlaşmaları yok mu? Bu anlaşmalar uygulanmadı, halbuki Iraklıların silah ve mühimmat sorunu bulunuyor.
Daha da kötüsü Amerikalar ve Suudiler koordineli olarak petrol fiyatlarını düşürdüler ve Irak’ın bütçesi yarıya indi. Siz Irak’a hükümetinizi değiştirirseniz size yardım edeceğiz diye vaatte bulunmuştunuz. Peki sözünüzde durdunuz mu? Şimdi aynı oyunu Suriye için de oynuyorlar. Herkesin bu oyun ve hile karşısında uyanık olması gerekiyor.
ABD ve müttefikleri terörü araç olarak kullanıyor
Yemen’de teröre karşı savaşa girdiklerini söylemişlerdi; ama el-Kaide, IŞİD ile Yemen’in asli İslami ve milli güçlerine karşı müttefik oldular.
Amerika ve müttefikleri terörizmi taleplerini ve planlarını dayatmak için bir araç olarak kullanıyor. Bizler her yerde bu komplolara karşı koymalıyız. Çünkü Amerika’nın gerçek komplosu –ey dünya bizi onaylayın diyerek- bölme ve parçalamadır.
Irak’ın bölünmesi, Suriye’nin bölünmesi, bölgenin bölünmesi hatta Suudi Arabistan’ın bölünmesi... Çünkü bu Amerika’nın ve İsrail’in çıkarınadır. Bu, bölgede oluşan uyanış karşısında kullandıkları son araçtır.
Bu çerçevede Suriye yönetimine, ordusuna ve bizim de içinde olduğumuz müttefiklerine yönelik suçlamalara da kısaca değinmek istiyorum.
Bizim Suriye’nin bölünmesi için hareket ettiğimizi söylüyorlar. Asla böyle bir şey yok. Gerekirse bu konuda daha fazla açıklama yaparım; ama şimdilik size şu kadarını söyleyeyim.
Suriye halkı, ordusu ve ulusal güçleri 5 yıldır Haseke’de, Deyr ez-Zor’da, Dera’da, Suveyda’da Halep’te, İdlib’de, Şam’da, Humus’ta her yerde Suriye’nin tek parça ve birleşik olarak ayakta kalması için savaşıyordu. Onlar Suriye’nin tek parça halinde kalmasını istiyorlar ve Suriye’nin bölünmesi planına da teslim olmuyorlar.
Konuşmamın bu bölümünün sonunda bir kez daha 142. Gününü dolduran Yemen’e ve Yemen halkına yönelik Suudi-Amerikan saldırılarını, Amerika ve İsrail’in bölgedeki cinayetlerinden bile korkunç hale gelen bu vahşi gayri insani cinayetleri kınıyorum.
Ve diyorum ki bölgedeki daha önceki savaşlardan alınacak tecrübe Yemen’de de vardır. Yemen’in bir kenti veya bir yeri düşmüş olabilir; ama Yemen halkının inancı, iradesi, direnişi izzet ve onur duygusu ve işgalcilere karşı koyma azmi oldukça bu saldırganlar zafer kazanıp hedeflerine ulaşamayacak.
"Bizim 16 yaşında binlerce gencimiz var, sizin F-16 sayınız kaç?"
Şimon Perez’den Olmert kabinesinde bakan olduğu dönemde ifade ettiği bir şeyi size okuyayım. O, bunu Winograd Komisyonu’nda dile getiriyor.
O, “İsrail olması gerektiği gibi hazırlıklı değildi, inisiyatifi elinde bulundurmuyordu. Bizim zayıflıklarımız vardı” vs. diyor ve asıl konuya geliyor şimdi onu size kısaca okuyayım. “Fiyatı 100 milyon dolar olan F-16 ile 16 yaşındaki bir gençle savaşa gidilmez.” İşte bu Temmuz Savaşı’nın sonucudur.
Şimdi siz buna Gazze ve Yemen’i ve diğer savaşları da buna ekleyin. Özetle hava kuvvetleri savaşın sonucunu belirleyen şey değildir.
Sizin kaç F-16’nız var; bizim 16 yaşında binlerce gencimiz var. Onlarla nasıl baş etmeyi düşünüyorsunuz?
Kassam Tugayları Siyonist Rejim İHA’sını İndirmeyi Başardı
İzzettin Kassam Tugayları, Siyonist rejim’e ait bir adet insansız hava aracını indirmeyi başardı. Ele geçirilen İHA teknik çalışma ve araştırmaların ardından İsrail’e karşı kullanılacak.
Filistin İslami Direniş Cephesi Hamas’ın silahlı kanadı Şehit İzzettin Kassam Tugayları yaptığı açıklamada; özel eğitim almış mühendislerin Siyonist rejim’e ait " skylark1" adlı insansız uçağı indirdiklerini ve İsrail’e karşı kullanacaklarını duyurdu.
Kassam Tugayları 22 ay önce Siyonist rejim’ ait casusluk faaliyeti yürüten insansız hava aracını kontrol altına alarak indirdiklerini, emniyet ve teknik açıdan gerekli önlemleri aldıktan sonra, uçağın uzaktan kumanda ile yönlendirilen bölümünü açarak incelediklerini, daha sonra özel eğitimli mühendisler tarafından yeniden kurularak göreve hazır hale getirdiklerini belirttiler.
İmam Cafer Sadık (as)
Bu şanı yüce imamın değer ve azameti yazıya sığmaz. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) ne derecede bir âlim ve nasıl mükemmel bir arif olduğu hususunda şu kadar yeter ki, İmam'ın özel öğrencilerinden olan yalnız "Cabir b. Heyyani Sufî"nin İmam'dan kaydettiği çeşitli ilimler beş yüz risaleyi içermektedir. Bakın, sadece bir öğrencisi bu kadar ilim toplayıp yazabilmişse, diğer öğrencilerinin, ashap ve izleyicilerinin duyup topladıkları ilimler ne kadar olur varın siz düşünün?!
İmam Cafer Sadık (a.s) kendi asrının vasisi ve imamı olduğu gibi dini bilimlerin filozofu ve Kur'ân nurlarının da kaynağıydı. Abdullah b. Abbas diyor ki: İlim on kısma bölünmüştür. Dokuzunu sadece Emirü'lMüminin Ali biliyor, geri kalan bir kısmını da Emirü'lMüminin Ali herkesten daha iyi biliyor. Şimdi biz diyoruz ki, Emirü'lMüminin Ali'nin ilmi, İmam Cafer Sadık'a gelinceye kadar sürekli artmıştır. İmam Sadık hazretleri bu ilimlerin tümüne sahipti.
Şeyh Abdurrahman Selemî, "Tabakatu'lMeşayih" adlı kitabında şöyle diyor:
"İmam Cafer Sadık, bütün bilginlere üst gelmiştir. O, dinde yüce bir ilme, dünyada büyük bir zühde, nefsanî istekler karşısında mükemmel bir takvaya ve hikmette kamil bir bilgiye sahipti."
Tasavvuf erbabının önderi ve tarikat önderlerinin öncüsü olan "Eba Zeydi Bestamî" diyor ki:
"Doksan dokuz mükemmel üstada hizmet ettim; ama eğer İmam Cafer Sadık'ı görmeseydim, imansız ölürdüm..."
İmam'ın yüceliğini bununla mukayese ediniz.
Allâme Dimyerî, "Hayatu'lHeyevan" adlı kitabında şöyle rivayet ediyor:
"Müçtehidimiz Ebu Hanife Numan b. Sabit diyor ki: Rabi' ile birlikte İmam Cafer Sadık'ın huzuruna girdim. İmam bana, 'Sen kıyasla mı amel ediyorsun?' buyurdu. Ben, evet dedim. Bunun üzerine İmam, 'Kıyas yapma; ilk kıyas yapan İblis'tir. İblis, ben Adem'den daha üstünüm; beni ateşten ve onu ise topraktan yarattın, dedi.' buyurdu."
"Ebu Hanife diyor ki: İmam benden birkaç soru sordu. Fakat ben bu sorulara cevap veremeyince meseleyi kendisi açıkladı ve sonunda buyurdu ki:"
"Başta dört su vardır: Birincisi ağızda, ikincisi gözde, üçüncüsü burunda ve dördüncüsü ise kulaktadır. Eğer kıyas edecek olursak bu dört suyun tadının bir olduğuna hükmetmemiz gerekiyor; çünkü hepsinin kaynağı birdir. Fakat bu dört suyun tatlarının farklı olduğunu görmekteyiz. Örneğin ağızdaki su tatlı, gözdeki su ekşi, kulaktaki su acı ve burundaki su ise tuzludur..."
"Nu'man b. Sabit Ebu Hanife diyor ki: İmam Sadık, bu dört sudaki Allah'ın hikmetini sebepleriyle birlikte birer birer açıkladı. Ben, İmam'ın ilmine hayran kaldım."
Eba Zeydi Tayfuri Bestamî'ye eğitim veren İmam Cafer Sadık'tır. İmam Sadık da babası İmam Muhammed Bâkır'dan eğitim almıştır. Emirü'lMüminin Ali'ye kadar da böyledir (oğul babadan eğitim almıştır). İmam Cafer Sadık'ın, dedesi "Kasım b. Muhammed"den eğitim aldığı rivayeti akla ve nakle ters düşmektedir. Kasım b. Muhammed'in âlim ve faziletli bir pir olduğu bir gerçektir; fakat nübüvvet ilminin mirasçısı olan İmam Cafer Sadık'ın, İmam Muhammed Bâkır varken imam olmayan birinden eğitim almış olması kesinlikle aklın muhakemesi ve naklî delillerle bağdaşmaz; çünkü Ehlibeyt İmamlarının kendileri zahirî ve batınî ilimlerin mirasçılarıdırlar...
İmam, o kadar geniş ve derin ilim ve hikmet okyanusuna sahip olmasına rağmen, zamanın hakimleri ve asrının zalimleri o hazretin imamet ilimlerinin nurlarının yayılmasına engel oluyorlardı. İşte bu nedenle de ilim ve feyizleri yalnız evlâdına ve özel izleyicilerine has dar bir çerçevede kalmıştır.
İran ile Avrupa arasında ilk petrol sözleşmesi imzalandı
Bir İran şirketi ile İtalyan şirketi arasında petrokimya alanında ve Nükleer Anlaşma sonrası ilk işbirliği sözleşmesi imzalandı.
Geçen hafta İtalya Dışişleri Bakanı Paolo Gentiloni ve İtalya Ekonomik Kalkınma Bakanı Federica Guidi’nin başkanlığında bir heyet Tahran’ı ziyaret ederek İran Petrol Bakanı Bijen Zengene ve İran Ekonomi Bakanlığı üst düzey yetkilileriyle görüşmüştü.
Bu heyetin ziyaretinin yanı sıra Zengene ile İtalyan petrol devi Eni’nin başkanı Claudio Descalzi arasında da bir görüşme gerçekleşti ve bu görüşmede İran petrolünün yeniden ihraç edilmesi ve bu İtalyan şirketinin İran’ın petrol sektöründe faaliyet etmesi konusu ele alındı.
Buna rağmen İran ile İtalyanlar arasında yeni petrol sözleşmelerinin imzalanması ambargoların tamamen kalkmasına bağlansa da bir ünlü İtalyan şirket İran’ın petrokimya sanayiinde yeni bir işbirliği sözleşmesi imzaladı. İtalyan Tecnimont firması yaptırımlar öncesi İran’ın petrokimya sektöründe faaliyet gösteren şirketlerdendi ve şimdi de yeni petrokimya projelerinde İranla yeni sözleşmeler imzalamayı planlıyor. İranlı yetkililerle Tecnimont şirketi arasında gerçekleşen müzakerelere istinaden bir ortak iş grubunun kurulması ve petrokimya sanayiinde yeni fırsatların ortaya çıkarılıp ve kullanılması bu müzakerelerin ana başlığıydı.
Zarif: Lübnan bir direniş modelidir
El Alem televizyonunun haberine göre Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil ile Beyrut’ta ortak bir basın toplantısı yapan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, her zaman Lübnan’ın yanında yer aldıklarını söyledi.
“İran açısından Lübnan bir direniş modelidir, nükleer müzakerelerde biz de direniş sergiledik” diyen Dışişleri Bakanı Zarif, Lübnan’ın farklı etnik, dini ve mezhebi kesimlerin birlikte yaşamı ve diyalogu açısından da bir örnek olduğunu söyledi.
Nükleer meselenin çözümünün bölge ülkelerinin işbirliği için uygun bir zemin yarattığını belirten Zarif, “nükleer anlaşma, siyonist rejimin bölgedeki cinayetlerini sürdürme bahanesini ortadan kaldırdı” dedi.
Bölgenin siyonist rejim ve aşırılık yanlılarının yarattığı tehlikenin tehdidi altında bulunduğunu vurgulayan Zarif, İran’ın tüm bölge ülkeleri ile işbirliğini güçlendirmek için herkese elini uzattığını söyledi.
Lübnan direnişini her zaman desteklediklerini ve bundan sonra da desteklemeye devam edeceklerini belirten Zarif, Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil’le görüşmesinin ardından Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah ile bir araya geldi.
İrna haber ajansı, Zarif-Nasrullah görüşmesinde Lübnan ve bölgesel sorunların görüşüldüğünü belirtirken Fars haber ajansı, Nasrullah’ın nükleer anlaşmadan dolayı İran’ı tebrik ettiğini; Zarif’in de yapılan anlaşmanın bölgesel gelişmeleri olumlu etkileyeceğini söylediğini bildirdi.
Lübnan’daki temaslarının ardından Suriye’ye geçen İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Şam’da Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad tarafından kabul edildi.
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’le de görüşen Zarif’in Suriye’den İslamabad’a geçeceği açıklandı.
Lübnan ziyareti öncesinde Türkiye’ye geleceği açıklanan Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Ankara ziyareti son anda ertelenmişti.
Zarif’in Türkiye ziyaretini erteleme sebebiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar yapılırken, diplomatik kaynaklar, ertelemenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın randevu gündemini geciktirmesinden kaynaklandığını açıkladı.
Türkiye'ye Gelmedi Nasrallah İle Görüştü!
Türkiye ziyaretini erteleyen İran Dışişleri Bakanı, Lübnan'da Hizbullah Genel Sekreteri ile görüştü.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Batı ile nükleer anlaşma sonrasında Suriye krizi ve ikili ilişkileri görüşmek için dün Türkiye'ye gelecekti. Ancak gezi son anda ertelendi.
Türkiye ziyareti iptal olan Zarif, Lübnan'a giderek Hizbullah Hareketi lideri Seyyid Hassan Nasrallah'la görüştü.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'na yakın kaynaklar ziyaretin 'teknik nedenlerle' gerçekleşemediğini belirtti. İran Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili resmi haber ajansı IRNA'ya yaptığı açıklamada, Zarif'in Ankara ziyaretinin, programındaki yoğunluk sebebiyle ertelendiğini söyledi.
Gezi iptalinin İran medyasında başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Türk hükümetini Suriye konusunda suçlayıcı ve IŞİD'e destek veren politikalar yürüttüğü öne sürülen haberler sonrasına denk gelmesi dikkat çekti.
Anadolu Ajansı, 7 Ağustos'ta İran'da çıkan yorumlara karşı "İran medyasında Türkiye yalanları" başlığı altında bir haber yayınladı. "İran medyasında Türkiye ve özellikle Cumhurbaşkanı aleyhinde yoğun bir kampanya gözleniyor. İran yönetiminin izni ve bilgisi dahilinde süren yayınlarda, uluslararası kamuoyunda Türk yöneticiler ve Türkiye'nin dış politikasına ilişkin olumsuz bir algı yerleştirilmeye çalışılıyor" denildi. Haberlerden rahatsızlık duyan Erdoğan'ın da Zarif'e randevu vermediği öne sürülüyor. Ancak bu iddia resmen doğrulanmadı.
"DEMOKRASİ İŞGAL ORDUSUYLA GELMEZ"
SURİYE'de çözüm için dört maddeli bir plan öngören Zarif ziyaretini iptal ederken, dün Cumhuriyet Gazetesi'nde "İşgalci orduyla demokrasi gelmez" başlıklı bir yazısı yayınlandı.
Zarif, bölgedeki sorunların kaynağı olarak ABD'nin yıllar önce gündeme getirdiği 'Büyük Ortadoğu Projesi' olduğunu belirtti.
Zarif, IŞİD terör örgütünün de, ABD'nin 2003'te Irak'a saldırmasından sonra yaşanan kaos sayesinde büyüdüğünü öne sürdü. İranlı bakan, "Aşırıcı unsurlar Suriye krizinde bölgedeki birey, kuruluş ve hükümetlerden aldıkları destekle müsait bir ortam elde edip sahte davalarıyla dev bir yapıya dönüştü. Bugün bu unsurlar hatta kendi kurucularını ve desteleyenlerini bile tehdit eder hale gelmiştir" dedi.
Türkiye ziyareti iptal olan Zarif, daha önceden planlandığı üzere Lübnan'a giderek, Hizbullah lideri Hassan Nasrallah'la görüştü. Zarif ile Hizbullah lideri arasındaki görüşmede bölgesel konuların ele alındığı belirtiliyor.
Zarif ve Nasrallah, görüşmede bölgede yaşanan krizlerin çözüm yolu ve İran'ın Batı ile yaptığı nükleer anlaşma da konuşuldu.
Zarif, Nasrallah'tan önce Lübnan Başbakanı Tammam Salim ile de görüştü.
Suriye’de gündelik yaşam
Suriye Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Suriye’ye giden gazeteci Fehim Taştekin izlenimlerini aktardı.
SAVAŞLA BARIŞIK HAYAT
Suriye’de 2011’den beri ömür biçilen Esad yönetimi ülkenin belkemiği sayılan kentleri elinde tutuyor. Şam, Halep, Humus, Tartus ve Lazkiye’yi gezdik, günlük hayatın fotoğrafını çektik. Kontrol noktaları ve muhaliflerin kırsaldan attığı roketler sayılmazsa Şam’da hayat her şey normalmiş gibi akıyor. Devlet işliyor, maaşlar ödeniyor, belediye çalışıyor. Sünni’siyle Alevi’siyle konuştuğumuz insanlara göre bu artık rejimi değil Suriye’yi koruma savaşı. Bu yol hikâyesinde, cephe hattında ordu korumasında ilerleyen TIR’ları, bölünmüş Halep’i, devasa fabrikaların yağmalandığı Şeyh Neccar’ı, ‘Şebbiha’ diye anılan milisleri, milyonlarca Sünni göçmene güvenli liman olan Lazkiye ve Tartus’u, Suriye için savaşan Filistinlileri, Humus’taki korkunç yıkımı ve Türkçe türkülerle kederlenen Ermenilerin hikâyelerini bulacaksınız…
SURİYE Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Şam’da Uluslararası Tekfirci Terör Konferansı’na katılmak üzere gece yarısı Beyrut’a indiğimizde mihmandarım bizi Suriye sınırına götürecek minibüse bindirirken “Bunlar Seyyid’in adamları, endişelenme” dedi. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a adanmış iki genç. Hizbullah’ın marşları ve Hüseyniye ağıtlarıyla coşan sürücü Anti Lübnan Dağları’na son sürat sürdü. Yanındaki Ali Ekber Bero, sınır kapısı Mesna’da pasaport kontrolü için indiğimizde kolu ve boynundaki yara izlerini gösterdi: “Üç yıldır Suriye’de savaşıyorum.” 2012’de Şam’da Hz. Zeynep’in türbesini korumak için milis gücüne katılmış, ardından Kuseyr ve Kalamun cephelerinde savaşmış. Yaşı daha 22. Ali Ekber Lübnan ve Suriye’nin nasıl iç içe geçtiğinin küçük bir simgesi.
KARŞIMDA KASYUN DAĞI
Lübnan gümrüğünden sonra bir hayli uzun ara bölgeyi kat edip Suriye’ye VIP’ten girdik. Hizbullah ve Suriye ordusunun muhalif güçlere karşı savaştığı Kalamun bölgesi hemen kuzeyde. Sınırdan Şam’daki Dama Rose Oteli’ne kadar bize üç araçlık konvoy eşlik etti. Muhaberat’tan olduklarını söylemeye gerek yok. Elektrik kesintileri yüzünden karanlık bir Şam beklerken ışıklandırılmış caddeler ve parklardan geçip otele vardık. 2011 öncesi Dedeman’ın kullandığı devlete ait otelin tüm personeli ‘hoş geldin’ için ayakta! Yakındaki minareden yükselen Kur’an tilaveti ve ezan sesiyle sessizlik bozuldu. Odanın penceresini açtım, karşımda Şam’ı dikizleyen Kasyun Dağı. Habil ile Kabil’in kavga ettiği dağ. Halk Sarayı da orada. Ama Devlet Başkanı Beşşar Esad sarayda değil bulunduğum yakında bir mahallede kendi konutunda yaşıyor.
Ertesi gün Opera Evi’nde İran ve Lübnanlıların damgasını vurduğu konferanstayız. Bir Türk gazeteci ile konuşmak isteyen ne kadar çok meslektaşım varmış. Bunalıp öğleden sonra kaçtım. Fotoğraf makinesi ile dolaşmak için henüz izin kâğıdım yok, tek güvencem konferansta verilen tanıtma kartı. Yollarda kontrol noktaları var ama araç yığılmaları bezdirecek kadar değil. Belli yerlerde yayaların da çantalarına bakılıyor. Böylesi bir yerde fotoğraf makinesi yüzünden durduruldum, birkaç soruyla bırakıldım.
Kontrol noktasında askerler Mette çayının keyfini çıkartıyor. Arjantin’den gelen bu çay fincana dolduruluyor, su ilave ediliyor ve ucunda süzgeç olan metal çubukla içiliyor.
Çay deyip geçmeyin, bu biraz simgesel. Sahil ahalisi yani Lazkiye ve Tartuslular arasında çok yaygın. İnsanlar kendilerini mezhebiyle tanımlamaktan kaçınıyor; kimse kolay kolay ‘Aleviyim’ demiyor ama biri Matte içiyorsa hüküm veriliyor: “Evet kesin Alevi.” Tabii bu çayın tiryakisi sadece Aleviler değil.
Kavurucu sıcakta sokaklar tenha. Birçok işyeri kapalı. Kepenkler Suriye’nin iki yıldızlı kırmızı, beyaz ve siyah bayrağındaki renklerle boyalı. Muhalifler kendi bayraklarını ilan edince bayrak hassasiyeti tavan yapmış ve yönetim 2012’de kepenkleri bayrak rengine boyattırmış. Güvenlik için konulan beton bariyerler de öyle.
HABER ÇOK, SATIŞ AZ
Şaalan semtinde bir gazete bayiine takıldım. Başköşeyi Vatan, El Baas ve Sevra gazeteleri almış. Yabancı gazeteler ve dergiler de satılıyor. Sipariş ettiği lavaşları torbaya yerleştiren Muvaffak Keyyal gazete satışından memnun değil, mutsuz da değil: “Savaştan önce günde 200-300 gazete satardım. Şimdi en fazla 100. Elhamdülillah ekmek parası çıkıyor.” Az ötede başkentin en eski semtlerinden Şağur’un parfümeri mağazasını kolaçan ettim, satış sorumlusu dert yandı: “Fiyatlar 8-10 kat arttı. Ambargo nedeniyle ürün temin edemiyoruz. Körfez’de üretilen ikinci kalite Fransız malları da artık gelmiyor.”
Kahve molası verdiğim Gemini Pastanesi’nin girişinde Beşar Esad’ın portresinin üzerinde ‘Maek’ yani ‘Seninleyiz’ yazılı. Bu, işyerlerinde en sık rastladığım poster. Naneli limonata polo içerken “Biz Şam’ı da biliriz, Ortadoğu’yu da” diye böbürlenenler için dev bir esere gözüm ilişti. Köşede 39 ciltlik ‘Büyük Şam Tarihi’ Suriyeli kimliğini küçümseyenlere bir yanıt gibi duruyor.
İRAN DEĞİL HİZBULLAH
Şam’ı biraz daha arşınladıktan sonra girdiğim ‘3 Tavilat’ adlı mini lokantada milletin gözü, benim kaçtığım konferansı canlı yayımlayan televizyonda. Yan masada ‘okumuş adam’a “Nasıl buldun” diye sordum, çelişkili duyarlılığın ipuçlarını verdi: “İranlı konuşmacıların bu kadar olması beni rahatsız etti. Evet, İran’a müteşekkiriz ama Suriye’nin içişlerine müdahale eder diye de kaygılıyız.”
Peki, Hizbullah’ın müdahil olması? Onun yeri ayrı: “Onlar bu bölgenin insanları ve devlet değil örgüt. Bize bir şey dikte edemez.”
Nasrallah’ın fotoğrafları her yerde ama İranlılardan herhangi birinin posterine rastlamadım.
“Ya Esad’ın durumu; İran ve Hizbullah olmadan Esad ayakta kalabilir mi?” İşte yanıtı:
“Esad’ın gidip gitmemesi Suriyelilerin meselesi. Şu aşamada giderse ordu dağılır ve terör örgütleri sadece Suriye’yi değil Türkiye ve Ürdün’ü de tehdit eder.” İran’a ‘kaygılı teşekkür’, Hizbullah’a ‘coşkulu teşekkür’ eden Suriyelilere başka yerlerde de rastladım. Gözlemlerimi paylaştığım İranlı gazeteci Hüseyin Murtaza ile din adamı Ali Mir Zai’nin yanıtı ortaktı: “İran direnişi destekliyor; Suriye’de solcu, sağcı ya da İslamcı iktidar olması bizi ilgilendirmiyor.”
Konferansın ikinci gününde öğlen sonrası seanslara katılmayıp yine Şam’ın sokaklarına çıktığımda istikamet Baas Partisi’nin kurulduğu Kemal Kahvesi’ydi. Yolda gitarını sırtlanmış, sakallı ve uzun saçlı bir gence rastladım. Objektifi doğrulttum, keyifle poz verdi. Onun da mekânıymış, gittik, oturduk. Adı Şadi el Hüseyni. Death metal çalıyor, dövmeciler için çizimler yapıyor. “Araplara benzemiyorsun” diye takıldım, “Çeçen’im” dedi. Suriye’deki Kafkasyalılar bu tür soyadlarını kullanmaz. “Annem Çeçen, babam Arap” diye açıklık getirdi. Mihmandarımın Alevi olduğunu öğrenince sohbeti birden kesti: “Sizinle konuşmam, bu adam Muhaberat’tan olabilir!” Neyse mihmandarımın öyle olmadığına ikna oldu. Bu kadar tepkili olmasının altında takip edilmesi yatıyor: “Daha 17 yaşındayken evimize kâğıt gönderip merkeze çağırdılar, sorguladılar, gözdağı verdiler. Çünkü müziğim, saçlarım ve sakalımla standartların dışına çıkıyorum. Muhaberat bunu otoriteye başkaldırı olarak görüyor. Şimdiye kadar 10 kez sorgulandım.” Şadi, Trablus’tan Mersin’e gemi bileti almış. Kaçma planının nedeni savaş değil müziği için bir mecra bulmak. Güneşin batışıyla kahvehanenin bahçesi tamamen doldu, nargileler fokurdamaya başladı.
İŞADAMININ TRAJEDİSİ
Otelde akşam yemeğinde aynı masada oturduğum Halepli işadamı Kemal Bankesli’ye kulak verdik; hikâyesi isyan sürecinin nasıl geliştiğini de özetliyor: “Muhalifler beni kaçırdı. 1 milyon Suriye Lirası fidye istedi. Reddettim. İşkence yaptılar, kollarımı kestiler, iki ayak parmağımı kırdılar. Sonunda grubun kadısı idamıma karar verdi. İnfaz sırasında liderleri “Dur” diyerek infazcının elini indirdi ama o sırada tetiği çektiğinden kurşun dizime isabet etti. Kendi aralarında ‘Bu adam bizden yana değil ama rejimin adamı da değil. Bizim için faydalı olabilir, idam etmeyelim’ diye konuşmuşlar. 4 saat kanlar içinde beklettiler, sonra akrabalarıma teslim ettiler.”
Karşımda oturan kadın gazeteci Rula el Salih de yaralandıktan sonra bilek kemikleri ortaya çıkmış kardeşinin fotoğraflarını gösterip acılarını paylaştı: “Bu savaşta 35 akrabamı yitirdim. Oturduğum mahallede 185 kişi öldü.”
Şam’ın sokaklarında birçok binanın önünde ‘şehit’ fotoğraflarına rastlamak mümkün. Gün içinde uğradığım Radyo Televizyon Kurumu da kendi kayıplarını sergilemiş: Devasa panoda ölen 25 gazetecinin fotoğrafları sıralanmış. İç savaşın vurmadığı aile sanki yok. Kayıp bilançosu büyük ama yönetim bu konuda ketum. Opera Evi’nde kadın askeri doktor Hala Bilal’e ısrarla sorduğum halde “Vatan için ne kadar can verdiğimizin önemi yok” demekle yetindi.
Bu acılara rağmen insanlar yaşamlarına asılıyor. Dama Rose’da her gece bir düğüne denk geldim. Teras bölümünde ise sanatçı Mecide el Rumi Suriyelilerin sevdiği şarkılarla konukları eğlendiriyordu.
ESKİ ŞEHİR DİRENİYOR
Üçüncü gün artık Enformasyon Bakanlığı’nın yazılı izni elimde. Rahatça kentte fotoğraf çekebilirim. Fehhami bölgesinden başladım. Muhafazakâr bir semt. Pazar yeri kalabalık, sebze-meyve fiyatları üçe katlanmış. Maaşlar ise 5 yıldır aynı yerde sayıyor. Bir dükkan sahibi “Önceden herkes bolca alırdı, şimdi azar azar” dedi. Fiyat artışlarının iki temel nedeni şu: Mazot 17 liradan 140 liraya, benzin 40 liradan 150 liraya fırlamış. Ve çatışmaların olduğu bölgelerde tarımsal faaliyet azalmış.
Hamidiye Çarşısı’nda hediyelik eşya satan biri ise “Turist gelmediğinden krizin ilk yıllarında satışlarımız çok düştü. Şimdi yavaş yavaş açılıyor. Turist geldiği için değil. Çok sayıda Suriyeli yurtdışına çıktı. Onların yanlarına gidenler hediye götürüyor” dedi. Eski Şam’ın ziyaretçisi çok ama eskisi gibi canlı değil. Daracık sokaklarda ayakta kalamayan dükkânlardan bazıları fast food ya da kahveye dönüşmüş. Bana Şiraz halısını yok pahasına satmaya hazır bir dükkân sahibi muhtemelen o günü de siftahsız kapattı. Sıcakta daha fazla yürüyemedik, Bab Tuma yolunda Beyt el Ayli’de soluklanıp Şam dutundan meşrubatları kana kana içtik.
BUTİ, SELAHADDİN EYYÜBİ’NİN YANINDA
Suriye nereye giderse gitsin Selahaddin Eyyübi Türbesi ve Emeviye Camii ziyaretçisiz kalmıyor. Türbedeki yenilik şu: Nusra Cephesi’nin vaaz sırasında intihar saldırısıyla öldürdüğü Kürt alim Said Ramazan el Buti, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyübi’nin yanına, aynı saldırıda ölen oğlu Ahmed Tevfik de türbenin dışında ilk Türk hava şehidi Üsteğmen Nuri, Yüzbaşı Fethi ve Üsteğmen Sadık’ın mezarının yanına gömülmüş. ‘Levant’ın şeyhi’ Buti, silahlı isyanı reddedip Erdoğan’dan krizin çözümü için yardım istemişti.
Hıristiyan, Şii ve Yahudilerin yaşadığı Bab Duma’da bildiğim mekânlardan Beyt el Şami’de yemek yedik. Sipariş listem aynı: Tabbuli (salata), cibni (peynirli tavuk), baba gannuş, humus, polo. Bab Tuma lokanta ve otele çevrilmiş konakları ve el işlemecilerin maharetlerini sergilediği dükkânlarıyla ünlü. Her şeye rağmen akşamları canlı müzik sokaklara taşmaya devam ediyor. Suriyeliler ölüm ile sevinci birlikte yaşıyor.
O LOKANTA KAPANMIŞ
Erdoğan’ın Esad’la yemek yediği Mithat Paşa Çarşısı’ndaki Khavali’nin halini merak ettim. Kilit vurulmuş. Köşedeki kuruyemişçi Mahmud Gassan’a sordum, “Burası iki kardeşe aitti, biri öldü, diğeri hastalandı. Çocukları yurtdışına gitti” dedi. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince duraksadı, sonra devam etti: “Türkiye’yi seviyorum. Erdoğan bu lokantaya geldi; kızı evlenmeden önce gelip bu çarşıdan alışveriş yaptı. İki ülke arasında güzel ilişkiler tesis edildi. Şimdi Erdoğan bize gönderdiği teröristlerle her şeyi mahvetti. Bu savaş sadece İsrail’e hizmet etti.“
VE SESSİZLİK BOZULUYOR
Elektrikler kesik Mithat Paşa karanlık. Bir köşeye üşüşmüş çocuklarla karşılaştım. Latin Kilisesi her yıl yaz kampı düzenlermiş. Çatışmalar artık buna engel. Onlar da kapalı çarşıyı gizemli bir oyun alanına çevirmişler. Gruplar halinde yarışan çocuklar belli yerlere bırakılan işaretler ve ellerindeki haritayla şifreleri çözüyor.
Hamidiye Çarşısı’nda ise uğramadan geçemediğim yer tarihi dondurmacı Bekdaş. Her zamanki gibi ana baba günü. Önceden duvarda ünlü ziyaretçilerin fotoğrafları vardı. Emine Erdoğan ve Ürdün Kralı Abdullah’ın fotoğrafları da asılıydı. Şimdi onların yerinde tek bir çerçeve var: Nasrallah’ın direnişe katkılarından dolayı gönderdiği teşekkür mektubu.
Güneşin batışıyla caddeler de şenleniyor. Akşamın son yürüyüşünü yaptığım Şaalan kalabalık, dükkânlar doluydu. Şam’ın gecelerinde sessizlik dördüncü gece bozuldu. Sabaha doğru kırsaldaki Cobar’a yönelik bombardıman uyutmadı. Muhalifler de Dahiyet el Esad bölgesine roket attı.
Emeviye Meydanı’nda savaştan eser yok
Silahlı gruplar Şam’a sarsıcı darbeyi 26 Eylül 2012’de Emeviye Meydanı’nda Genelkurmay karargâhına saldırarak vurmuştu. O günden itibaren rejim silahlı grupları Şam’ın merkezinden uzak tutmak için ciddi önlemler aldı. Yine de kentin doğusunda Guta, Duma ve Cobar’ı elinde tutan muhalifler zaman zaman roket atarak Şam’ı terörize edebiliyor.
hürriyet. FEHİM TAŞTEKİN
İran dışişleri bakanı, Obama’yı uyardı
İran Dışişleri Bakanı, ABD Cumhurbaşkanı Obama’nın dün yaptığı açıklamasına tepki göstererek “Geçen birkaç yüzyıldan beri devam eden bu tehlikeli alışkanlığınızdan vazgeçin” dedi.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ABD Cumhurbaşkanı Barack Obama’nın dün yaptığı konuşmasına yanıt verdi.İran Dışişleri Bakanı Zarif’in cevabının satırbaşları söyle:
1- İran İslam Cumhuriyeti hiçbir zaman nükleer silah peşinde olmamıştır, dolayısıyla Viyana Anlaşması’yla İran’ın nükleer silahı elde etmesinin önlendiği ile ilgili iddia sadece Amerika içindeki muhalifler ve Siyonistler’i razı etmek için söylenmiştir.
2- Geçen yıllardaki gelişmeler radikalizm ve terörizmin bölgemizde yaygınlaşmasının nedeninin ABD ve onun bölgedeki bazı müttefikleri özellikle İsrail’in düşüncesizce yapılmış politika ve eylemleri sonucu olduğunu göstermiş ve bunun sonucunda da bölge ve dünya halkı için de savaş ve radikalizmden başka bir yararı olmamıştır.
3- Bölge gerçeklerini doğru şekilde tanımaya dayalı barış, güvenlik ve istikrar daima İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasının önceliği olmuş ve bazı ülkelerin tehlikeli çelişkilerinin tersine süreklilik ve bütünlük içerisinde bütün komşularla barış ve dostluk, halkın isteklerini destekleme ve dış saldırı, aşırıcılık, terörizm ve mezhepçilik gibi ortak tehditlerle mücadele etmek gibi temellere dayanmaktadır.
4- İran son dönemdeki nükleer müzakerelerdeki özgüven ve aklıselimle sahte krizlerin bile müzakere ve karşılıklı saygıya dayalı yolla çözülebileceğini gösterdi. Dolayısıyla tehlikeli ve itibarsız İranofobi projesinin temelleri yıkıldı ama İranofobi’yi canlandırmaya çalışmak ölümcül silahları satanlara inanılmaz kar sağlayabilir ve bölge ve dünyanın sınırlı kaynaklarını yoksulluk, cehalet ve adaletsizlikle mücadele etmek yerine göstermelik silahların sınırsız satılması yolunda heba edebilir.
5- ABD yetkililerine uygar dünyanın yüzyıla yakındır dış politika aracı olarak güç ve tehdit kullanımı seçeneğini bıraktığını ve onu gayri insani, yasadışı ve etkisiz bulduğunu duyuruyoruz. ABD ve dünya halkı bu ülkenin geçen 50 yıldaki savaşlarının mali hüsranlar ve dünyayı güvenliksiz ve istikrarsız hale getirmekten başka hiçbir yarar sağlamadığını söylemeye hakkı vardır. Şimdi ise geçen yüzyılların bu tehlikeli alışkanlığının bırakılma zamanıdır.
6- ABD’nin 1953 darbesini desteklemesi, Mukaddes Savunma’daki rolü, ABD yetkililerinin İran milletine hakaret etmesi ve bu halka karşı yapılan yaptırımlar İran halkının hafızasına kazınmış, ama bu halk Amerika halkıyla problem yaşamıyor. ABD, İran ve dünya halkının bakış açısı ve sloganlarının değişmesini istiyorsa kendi politika ve davranışlarını değiştirmek zorundadır.
7- Amerika’nın önceki hükümetleri hayali ve yanlış inançlara kapılarak önemli fırsatları kaybetmiş ama şimdi bu tarihi fırsat İran halkının güvenini kazanmak için kullanılmalıdır. İran halkı bütün, direnişli ve yüce gönüllüdür ve tehdit, dayatma ve yaptırım karşısında yiğitçe direnir. Bu yanlış politika on yıllarca bu halka karşı uygulanmış ve ABD için hiçbir getirisi olmamıştır. Şimdi bütün barış sevenlere büyük getirileri olan ve geçen iki buçuk yılda varılan yeni çözüm sürecinin devam etmesi ise müstesna bir fırsat sunmuştur.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı: IŞİD'le mücadele konusunda ABD ile hiç bir işbirliğimiz yok
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Arap ve Afrika bölgelerinden sorumlu yardımcısı Hüseyn Emir Abdullahiyan, “ABD ile IŞİD konusunda hiç bir görüşme ve işbirliğimiz yoktur” dedi.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Arap ve Afrika bölgelerinden sorumlu yardımcısı Hüseyn Emir Abdullahiyan, el-Alem Tv kanalına verdiği mülakatta İran İslam Cumhuriyeti temel politikasının komşu ülkelerle işbirliği yapmak olduğunu belirterek, nükleer meselesinin çözümünden sonra İran’nın bölge ve bölge ülkelerine daha çok dikkat etmesi gerektiğini söyledi.
Hüseyn Emir Abdullahiyan, İran İslam Cumhuriyeti’nin P5+1 grubu ile sadece nükleer program konusunda görüşüldüğünü söyleyerek, “İran Dışişleri Bakanlığı P5+1 grubu ile bölge ülkeleri hakkında görüşmek gündemimizde yoktu zira İran’a göre bölge meseleleri sadece bölge ülkeleriyle ilgilidir” dedi.
İran Dışişleri Bakanı Arap ve Afrika bölgelerinden sorumlu yardımcısı Hüseyn Emir Abdullahiyan konuşmasının devamında İran ve Suudi Arabistan ilişkilerinin şimdiki durumuna değinerek, “Bize göre Suudi Arabistan’ın bölge sorunlarını çözmede güç kullanıp zora başvurması bir stratejik hatadır. Biz Suudi Arabistan’ın ele aldığı bu siyasete karşı olduğumuza rağmen yine de Tahran ve Riayd ilişkilerinin normal hale gelmesini olumlu buluyoruz” diye ekledi.
Emir Abdullahiyan ayrıca İran ve Mısır ilişkilerine değinerek, “İran ve Mısır ilişkilerinde ne gerileme ne de ilerleme yaşanmıştır. Biz her zaman Mısır'la devamlı bir ilişki kurmayı olumlu karşıladık, fakat Mısır hükümeti İran'la ilişkilerini genişletmeye dair mevcut sorunlarını çözüp bu konu hakkında karar vermeli. Biz bu kararı Mısır hükümetinin kendisine bırakıyoruz” dedi ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgede IŞİD’le mücadele ve ayrıca Irak ve Suriye gibi IŞİD tehlikesiyle karşı karşıya kalan ülkelere yardım etmede ilk ülkelerden olduğunu belirterek, “ABD ile IŞİD konusunda hiç bir görüşme ve ortak işbirliğimiz yoktur. Bizim IŞİD’le de mücadelemiz Irak ve Suriye hükümetlerinin isteği üzerinedir. Gelecekte de terörizm tehlikesiyle karşı karşıya kalan ülkelere terörle mücadelede yardım edeceğiz” dedi.