
کارگر
İran’dan Filistin Konusundaki Duruşundan Dolayı Yemen’e Övgü
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Yemen Ulusal Kurtuluş Hükümeti'nin Tahran'daki büyükelçisi İbrahim el-Deylemi ile Tahran'daki Yemen Büyükelçiliğinde bir araya geldi.
Abdullahiyan bu görüşmede Yemen liderlerinin ve halkının Filistin ve Gazze halkını destekleme konusundaki güçlü tutumunu överek, “Yemen'in Gazze ve Batı Şeria halkına desteği övgüye değer” dedi.
Emir Abdullahiyan bu görüşmede sıcak selamlarını Abdülmelik el-Husi’ye ileterek, Sana ile Suudi Arabistan arasında yapılan görüşmeleri destekledi ve iki taraf arasında nihai bir anlaşmaya varılacağı yönündeki umudunu dile getirdi.
Yemen Ulusal Kurtuluş Hükümeti'nin Tahran'daki büyükelçisi İbrahim el-Deylemi de Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan’ı takdir ederek, Abdülmelik el-Husi’nin sıcak selamlarını İslam İnkılabı Rehberi’ne ve İran Cumhurbaşkanı’na iletti.
İbrahim el- Deylemi, “Filistin ve Gazze halkını savunmayı görevimiz olarak görüyoruz ve ihtiyaç duyulduğu sürece Filistin'e destek olmaya devam edeceğiz” dedi.
İbrahim el- Deylemi, “Sana liderlerinin sahaya çıkıp Siyonist rejimin işgal altındaki toprak ve denizdeki çıkarlarını hedef alma kararı, Gazze halkının savunulması yönündeki güçlü inancımız doğrultusundadır” ifadelerinde bulundu.
Yemenli büyükelçi, Yemen halkının son derece barışçıl olduğunu ve bölgede barış ve istikrar sağlanmasından yana olduğunu söyledi.
İbrahim el-Deylemi, “Sana ve Riyad arasındaki görüşmeler doğru yolda ilerliyor ve nihai anlaşmayla Yemen'e yönelik ablukanın tamamen kaldırılmasını ve Yemen halkının haklarının güvence altına alınmasını temenni ederiz” ifadelerinde bulundu./mehr
Nübüvvetin Felsefesi
İlâhî dinlerin iddiası nedir, neye çağırır ve bu semavî programların mesaj getiriciliğinden ibaret olan nübüvvetin felsefesi nedir? Nübüvvet ne anlama gelir ve "biset" ile ne tür bir ilişkisi vardır?
Nübüvvet ve bisetin amaçları nelerdir? Peygamberlerin göreve başlama noktası ve çalışmalarının sonucu nedir?... Bu ve benzeri nice sorular, "nübüvvet ilkesinin" temel ve belirleyici konularından ibarettir. Bunların bilincinde olmak, sağlam ve sorumluluk doğuran bir imanı beraberinde getirir. Kur'ân-ı Kerim, kısa ve açık bir ayetinde bütün bu sorulara derin ve doyurucu cevap vermiştir.
Nübüvvet felsefesi
Zahirî hisler, gizli güdüler ve hatta bilgi ve marifet, insanı mutluluk amacına ulaştırmada yeterli değildir. İnsan, akıl hidayeti ötesinde -ki akla kılavuz olacak, yardım edecek ve güç verecek- bir hidayete muhtaçtır ve bu da "vahiy hidayeti"dir. İnsanı yaratan, onun eksikliklerini ve ihtiyaçlarını gören, dert ve dermanını bilen Allah'ın indireceği vahye muhtaçtır, insan. Bütün dinlerin ve nübüvvet felsefesinin mantığı budur.
Elçi, bu ihtiyacın gereği olarak gönderilir ve bu ihtiyacı karşılayacak programı uygular. Dikkat çekilen bu noktalar, Kur'ân'ın bazı ayetlerinde açıkça gözlemlenebilmektedir:
İnsanlar tek bir ümmetti (aynı mayaya ve benzer ihtiyaçlara sahipti). Allah müjdeci ve korkutucu olarak peygamberler gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında dosdoğru hükmetmek üzere onlara kitap (öğreti ve yasalar mecmuası) da indirdi. Onlara bunca açık deliller geldikten sonra da yine ancak ihtirasları yüzünden tuttular da (o kitap veya cevap verilen konular hakkında) ihtilafa düştüler. Halbuki Allah inananları, onların ihtilâfa düştükleri doğru şeye, kendi izniyle muvaffak etti, gerçeğe ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru ve düz yola çıkarır.1
Tenzih eder ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde; her şeye sahip ve mutasarrıf olan, ayıplardan ve noksanlardan arı bulunan üstün ve hikmet sahibi Allah'ı. O, bir mabuttur ki Mekkeliler içinden, kendi cinslerinden bir peygamber göndermiştir; onlara ayetlerini okumaktadır ve onları tertemiz bir hâle getirmektedir ve onlara kitabı ve şeriatlerin hikmetlerini öğretmektedir ve bundan önce onlar, elbette apaçık bir sapıklık içindeydiler. Ve onlardan başkalarına ki henüz onlara katılmamışlardır ve O'dur üstün olan ve hikmet sahibi. Bu, Allah'ın lütfüdür, ihsanıdır, dilediğine verir onu ve Allah, pek büyük bir lütuf ve ihsan sahibidir.2
Nübüvvette Biset
Nübüvvet, sessizlik ve dinginlik sonrasındaki uyanış, ayağa kalkış ve canlanıştır. Bu uyanış ve canlanış, önce nebinin kendi ruh ve batınında gerçekleşir, sonra da çevresinde ve dünyada. Nebi, normalüstü sermaye ve yetenekleriyle o denli büyük ve ağır sorumluluğu yüklenmeye hazırdır. Ancak bu sermayeler bisetten önce ortaya çıkmaz ve nebi de aynen diğer bireyler gibi toplumun normal seyrinde çalışmakla ve çaba sarf etmekle meşguldür.
İlâhî vahyin inişi, nebide bir değişim, bir uyanış ve bir devrim oluşturur; ruhunda bir canlanış sağlar. Böylece nebinin biseti gerçekleşir...
Duhâ Suresi'nin ümit verici ayetleri, yüce Peygamber'in (s.a.a) ruh ve canında oluşan bu canlanışını şöyle betimlemektedir: Andolsun kuşluğa. Ve geceye, karanlığı basınca. Rabbin, seni ne terketti, ne de darıldı sana. Ve elbette ahiret, önceki dünyadan da hayırlıdır sana. Ve elbette yakında Rabbin, öyle şeyler verecek ki sana, sonucu razı olacaksın. Seni bir yetim olarak bulup da yer-yurt vermedi mi sana? Ve seni, yol yitirmiş bulup da yol göstermedi mi sana? Ve seni yoksul bulup da zenginlik vermedi mi sana?3
Yüce İslâm Peygamberi'nin (s.a.a) cisim ve sinirlerinde bile hissedilir etkileri olan- bu batınî canlanış, Alak Suresi kapsamında inen vahyin ilk nağmeleriyle başlamıştır: Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlukatı yarattı. İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti. Oku ve Rabbin, pek büyük bir kerem sahibidir. Öyle bir Rab ki kalemle öğretmiştir. İnsana bilmediğini belletmiştir. İş öyle değil, şüphe yok ki insan, azar elbette. Kendini ihtiyacı yok görürse. Şüphe yok ki dönüş, Rabbinin tapısına.4
Necm Suresi'nin ritmik, zarif ve gönül okşayan ayetleri de, yüce İslâm Peygamberi'nin (s.a.a) iç dünyasında oluşan bu değişim ve uyanışa değinmektedir: Andolsun yıldıza, inerken. Arkadaşınız, gerçekten ne saptı, ne ayrıldı. Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi. Sözü, ancak vahyedilen şeyden ibaret. Ona öğretti kuvvetleri çok çetin. Kuvvetli biri; sonra doğruldu. Ve o, en yüce tanyerindeydi. Sonra yaklaştı, yakınlaştı (veya yaklaştı ve bağlandı, tutundu). İki yay kadar kaldı araları, yahut daha da yakın. Derken kuluna vahyetti, ne vahyettiyse. Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. Hâlâ münakaşa mı edersiniz gördüğü şeyleri?5
İşte bu batınî uyanış ve canlanıştan sonra nebinin yolu değişir; çalışması başka bir renge bürünür; insanların yaşam merkezi olan toplumda kökten bir değişim ve uyanış gerçekleştirme yönünde sürekli olarak çalışır ve didinir. "Risalet sorumluluğu" da işte bundan ibarettir.
Nübüvvetten Kaynaklanan Sosyal Uyanış
Nebi, sosyal düzensizlik ve yozlaşma ortamında beşerî topluma insanî ve aynı zamanda da fıtrata uygun ve yetkinlik sağlayan düzen ve disiplin kazandırmak, yani "batılı" "hakka" döndürmek için ortaya çıkar.
Dünyanın doğa ve yapısıyla uyumlu bir yapıda olan beşerin, yetkinlik yolundan ibaret olan doğal ve yaratılışsal yoluna girebilmesi, yaratılışsal düzeninin dünya ve insanın yapısından esinlenen yatakta yer almasına ve de ruh ve beden yapısına uygun olan yasalar (hak) ile yönetilmesine bağlıdır. İnsan, işte ancak bu durumda doğal seyriyle kendisi için takdir edilen yücelme ve yetkinlik kazanma yönünde ilerleyecektir.
Bilgisizlik ve garez, tarih boyunca insanlık yolunu saptırarak ve insanı, insanî olmayan düzenlere zorlayarak bu yaratılışsal yoldan çıkarmıştır (batıla yönlendirmiştir). Nebiler, insanı fıtrî yoluna döndürmek için gelmişlerdir.
Bu açıklamalardan elde edilen şudur: Nebi, kendi döneminin cahilî ve sapkın toplumunda köklü ve her yönlü bir değişim gerçekleştirmeli ve yanlış sosyal düzeni, doğru ve hak düzenle değiştirmelidir. Nebinin görevlendirilişinden sonra toplumda gerçekleşen uyanış da işte budur.
İşte bu büyük uyanış sonucunda cahilî ayin, gelenek, program ve yasalar çöker ve onun yerine doğru ayin, program ve düzen -yüce Allah'ın dini- kurulur.
Kasas Suresi'nin ilk ayetleri üzerinde düşünecek olsak, Firavun'un insanlığa aykırı düzeninin ve buna karşılık olarak da onun yerine geçmesi gereken Musa'nın ilâhî ve fıtrî düzeninin ana hatlarını ve konuyla ilgili Allah'ın yasasını açıkça göreceğiz: Bunlardır gerçekle batılı açıklayan kitabın ayetleri. Musa'ya ve Firavun'a ait haberlerden bir kısmını, gerçek olarak, inanan topluluğa bildirmen için okumaktayız sana. Şüphe yok ki Firavun, yeryüzünde yücelmişti ve halkını bölük-bölük etmişti ve onlardan bir topluluğu zayıf bir hâle getirmede, oğullarını kesmede, kadınlarını bırakmadaydı; hiç şüphe yok ki o, bozgunculardandı (fıtratı, yaşamı ve dünyayı karartanlardandı). Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmesi istenenlere lutfetmeyi ve onları, halka rehber (yönetici) kılmayı ve onları (yönetim ve güce) mirasçı kılmayı dilemedeydik. İstiyorduk ki onları yeryüzünde yerleştirip kuvvetlendirelim ve Firavun'la Haman'a ve askerlerine de, onlardan çekindikleri şeyleri gösterelim.6
Kur'ân-ı Kerim'in (Tevbe, Fetih ve Saff Surelerindeki) ayetlerinde de Allah'ın dininin diğer bütün din ve ayinlere galip gelmesi, cahilî düzenin ortadan kalkıp yerine ilâhî düzenin oturması gerektiği tekrar edilmiştir: Ve Müslümanlığa çağrıldığı hâlde yalan yere Allah'a iftira edenden daha zalim kimdir ki? Ve Allah, zalim topluluğu doğru yola sevketmez. Allah nurunu, ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler ve Allah'sa (insanların yaşam çevresinde) nurunu tamamlayacaktır ve isterse kâfirler istemesinler. O, bir mabuttur ki Peygamberini, (tevhide dayalı düzenin egemenliğinden zarar gören) müşrikler istemese de dini, bütün dinlere (tevhidî düzeni cahilî düzene galip gelsin) üst olsun diye doğru yolla ve gerçek dinle göndermiştir.7
Nübüvvetin Hedefleri
Nebinin toplum gerçeğinde bir uyanış gerçekleştirdiğini ve toplumda var olan cahilî temellerin tümünü ortadan kaldırdığını öğrenmiş olduk. Şimdi şu soruyu yöneltiyoruz: Nebi, hangi hedef uğrunda bunu yapar?
Nebilerin en yüce ve en üstün hedefi, insanları alçaklıklardan ve çirkefliklerden kurtarıp yeteneklerini ortaya çıkarmakla onları insanî yüceliş ve olgunluğun zirvesine taşımaktır. İnsan iyilik ve faziletten oluşan zengin sermayelerle yaratılmıştır, ancak insan doğru bir eğitim mecrasında bulunmakla bu sermayeleri ortaya çıkarabilir ve kendini de daha yetkin kılabilir. Sonuç itibariyle peygamberlerin gönderiliş amacı, bu eğitimi gerçekleştirmektir. Kur'ân-ı Kerim bu eğitim tarzını "tezkiye" ve "talim" tabirleriyle ifade etmiştir. İnsan, peygamberlerin doğru eğitimi sayesinde nefsini tezkiye edip arınarak yaratılışın nihaî gayesine ulaşır. İnsan, varlığına işlenen doğal nimetlerden yararlanabilmek ve yücelebilmek için hangi yolu izlemelidir?
Bu soruya verilen farklı cevaplar arasında bulunan peygamberlerin cevabı, insanın sağlıklı, elverişli ve doğal yapısına uygun bir çevrenin hazırlanmasıdır. Sözü edilen bu çevre, "adil, ilâhî, tevhidî toplum"dan ibarettir. Böyle bir toplumda ve bu topluma uygun atmosferde bulunan insanın fıtrî gaye ve maksadı yönündeki hareketi hız ve kolaylık kazanacak ve insan, doğal hızıyla doğru ve yüceliş sağlayan yolda ilerleyecektir.
Buna göre peygamberler ve vahiyle seçilenler, nihaî amaca ulaşmak için öncelikli ve kısa vadeli bir hedefi takip ederler ve bu da "tevhidî ve İslâmî toplum ve düzen oluşturmaktır". Bu toplum adalete, tevhide, insanın değerine... kurulu; zulüm, şirk, hurafe, bilgisizlik ve de insanı alçaltıcı her şeyden arınmış bir toplumdur. Kur'ân'ın bazı ayetleri üzerinde dikkatlice durmak ve düşünmekle bu gerçeklere ulaşabiliriz: Andolsun ki biz, peygamberlerimizi, apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber de kitap ve terazi indirdik, insanlar adaletli yaşamı (adalet ve eşitlik çevresini) dikeltsinler diye ve demiri (yönetim gücü ve de asil ve muteber değerleri savunma vesilesini) de indirdik ki onda çetin bir azap var ve insanlara faydalar; ve bu da, Allah'ın kendisine ve peygamberlerine, henüz tapısına varmadan yardım edenleri bildirmesi için; şüphe yok ki Allah, üstündür ve pek kuvvetlidir.8
(Rabbimiz!) Şu dünyada da iyilikler ver bize, ahirette de ve şüphesiz ki sana yöneldik biz. Tanrı, dilediğimi azabıma uğratırım dedi, fakat rahmetim, her şeyi kaplamıştır da çekinenleri, zekât verenleri ve ayetlerime inananları rahmetime mazhar ederim. Onlar, öyle kişilerdir ki ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de de yazılmış olarak bulacakları şeriat sahibi ümmî peygambere uyarlar ve o, onlara iyiliği emreder, kötülükten nehy eder onları ve temiz (insanî fıtrata uygun) şeyleri onlara helâl etmededir, pis ve kötü şeyleri haram etmede. Sırtlarındaki ağır yükleri indirmededir, bağlandıkları (kol, ayak ve boyunlarına vurulan) zincirleri kırmada. Artık ona inananlar, onu ululayanlar, ona yardım edenler ve ona indirilen ışığa uyanlardır kurtulanlar, muratlarına erenler.9
-----------------------------------------
1- Bakara, 213
2- Cum'a, 1-4
3- Duhâ, 1-8
4- Alak, 1-8
5- Necm, 1-12
6- Kasas, 2-6
7- Saff, 7-9
8- Hadid, 25
9- Araf, 156-157
Kızıyla birlikte serbest kalan rehine, Hamas'a mektup gönderdi
İsrailli bir kadın rehine, serbest kaldıktan sonra Hamas'a mektup gönderdi. Kızıyla birlikte 49 gün boyunca Gazze'de tutulan kadın, mektubunda Hamas'a teşekkür etti.
Danielle Aloni ve 5 yaşındaki kızı Emilia, kuşatma altındaki Gazze Şeridi'nde 49 gün boyunca Hamas tarafından rehin tutuldu. Katar'ın arabuluculuğunda İsrail ve Hamas arasında varılan ateşkes anlaşması uyarınca Danielle ve Emilia geçtiğimiz Cuma günü serbest bırakıldı.
MEKTUBU AL KASSAM TUGAYLARI YAYINLADI
Danielle, Gazze'den ayrılmadan önce Hamas'a bir mektup yazdı: "Kızım Emilia'ya gösterdiğiniz olağanüstü insaniyet için size tüm kalbimle teşekkür ederim."
Hamas'ın silahlı kanadı El Kassam Tugayları mektubu dün Telegram kanalında yayınladı. Aslen İbranice yazılmış olan mektuba Arapça bir çeviri ve anne ile kızını gösteren bir fotoğraf eşlik ediyor.
REHİNENİN SÖZLERİ
İbranice el yazısıyla yazılan mektupta şu ifadeler yer alıyor: “O (Emilia), hepinizin onun arkadaşı olduğunuzu, sadece arkadaşı değil, iyiliğinizi ve nezaketinizi gerçekten hissettiğini söylüyor.”
Danielle sadece kızına değil kendisine gösterilen ilgi ve yardım için de teşekkür etti: “Bakıcı olarak harcadığınız saatler için teşekkür ederim.”
'KIZIMA HERKES NAZİK DAVRANDI'
Danielle ayrıca kızının Hamas savaşçılarıyla sadece bağ kurmakla kalmadığını, aynı zamanda “kendisini bir kraliçe gibi hissettiğini” de yazdı: "Çocuklar hapiste olmamalı ama siz ve yol boyunca tanıştığımız diğer nazik insanlar sayesinde kızım Gazze'de kendini bir kraliçe gibi hissetti."
Herkesten iyi muamele gördüklerini şu sözlerle ifade etti: "Yaptığımız uzun yolculukta ona nazik davranmayan kimseyle karşılaşmadık, ona nezaket ve şefkatle davrandınız."
'SİZE VE AİLELERİNİZE SAĞLIK VE SEVGİ DİLİYORUM'
Aloni, Hamas'a sempatisini de dile getirdi: “Gazze'de karşılaştığınız zor duruma ve verdiğiniz ağır kayıplara rağmen gösterdiğiniz nazik davranışı unutmayacağım.”
Aloni mektubunu barış dileğiyle bitirdi: “Dilerim bu dünyada gerçekten iyi dostlar olabiliriz” ve Filistinlilere şu dileklerde bulundu: 'Hepinize sağlık ve esenlik diliyorum... Size, ailelerinize ve çocuklarınıza sağlık ve sevgi diliyorum.”
Gazze’de Son Durum; Direnişin Morali Yüksek, İsrail’in Kaybı Büyük
Siyonist İsrail rejimi havadan ağır bombardıman ile soykırım yaptığı Gazze’ye geçtiğimiz haftalarda kara harekâtı başlatmıştı. Terörist İsrail, Gazze'ye yönelik başlattığı kara saldırılarında ilerleme şöyle dursun, ağır kayıplar verip bazı bölgelerden geri çekilmek zorunda kaldı.
Filistin direniş kaynaklarından elde ettiğimiz bilgilere göre İsrail rejimi gizlemeye çalışsa da Gazze'de ağır darbe aldı ve binlerce askeri öldürüldü.
İsrail rejimi, Filistin direnişinin 7 Ekim tarihinde başlattığı Aksa Tufanı operasyonundan ağır yara aldı. İçerisine düştüğü zelil durumu sivilleri hedef alarak unutturmaya çalışan İsrail, geçtiğimiz haftalarda Gazze'ye yönelik kara harekâtı başlattı. İsrail'in Gazze'ye yönelik başlattığı kara saldırılarında ilerleme şöyle dursun, ağır kayıplar verip bazı bölgelerden geri çekilmek zorunda kaldı. İsrail rejimi, gizlemeye çalışsa da Gazze'de ağır darbe aldığı belirtiliyor.
FİLİSTİN DİRENİŞİNİN MORALİ YÜKSEK
Katil İsrail rejimi, Gazze'de şu ana dek 15 binin üzerinde kişiyi şehit etse de Filistin direnişinin moralinin son derece yüksek olduğu ve zerre kadar konsantrasyon kaybı olmadığı dile getiriliyor. Gazze'de İsrail rejimine ağır bir darbe vuran İzzeddin El Kassam Tugaylarının binlerce Siyonist askeri öldürdüğü aktarılıyor. Millî Gazete'nin direniş kaynaklarından elde ettiği bilgilere göre İsrail rejimi sadece Gazze'de binlerce İsrail rejimi askeri öldürdü. Sahada Filistin direniş güçlerine karşı zor anlar yaşan İsrail'e ait yüzlerce askeri araç da yok edildi.
İLERLEYEN GÜNLER SÜRPRİZLERE GEBE
Gazetemizin Filistin direniş kaynaklarından elde ettiği bilgilere göre İzzeddin El Kassam Tugayları, Gazze'deki ateşkesin bitmesinin ardından yeniden terörist İsrail'e ağır darbeler vuracak. Direnişin elinde çok sayıda sürprizin olduğunu belirten kaynaklar, işgalci İsrail rejiminin Gazze'den kaçacağı günün yakın olduğunu söylüyor./milligazete
Hz. Fatıma’nın (a.s.) Faziletleri
Hz. Fatıma’nın (a.s.) ebedileşmesindeki sır, sadece peygamber efendimizin kızı olması değildir. Çünkü Hz. Fatıma yüce Ahlaki ve manevi değerlerle bütünleştiği için ebedi örneği dönüştü.
Hz. Fatıma (a.s.) vefat anlarında önce su istedi ve abdest aldı. Temiz bir elbiseye bürünerek kıbleye yüz tutup, şöyle bir dua ve niyazda bulundu:
"Allah’ım ölümü bana getirdiğinde özlediğim ve seferden dönmüş sevgilimi karşılar gibi bir konumda beni bırak.
Allah’ım rahmet ve inayetini bana indir. Benim ruhumu pak ruhlar ve canımı Salih canlar ve cenazemi mutahhar cenazelerle yan yana bırak. Amellerimi makul amellerden kıl.”
Böylece hz. Fatıma (a.s.) hicri kameri 11. yılın 3 cemadiüssani gününde vefat edip, Rabb'ine kavuştu. Fakat en değerli ve ebedi mirasları insanlık âlemine bıraktı.
Hz. Fatıma'nın (a.s.) üstün faziletlerinden dolayı peygamber efendimiz sevgili kızını terkim ve yüksek saygıyla anardı. Hz. Muhammed (s.a.a.) Fatıma (a.s.) hakkında şöyle buyurdu:
“Allah Fatıma’nın kalbini ve vücudunu iman ve yakinle doldurmuştur. Zehra ibadet mihrabında durduğunda melekler arasında parlayan bir yıldız gibi olur.”
Peygamber efendimiz ayrıca şöyle buyuruyor:
Canım Zehra! Allah seni seçkinlerden kılıp, seni marifet ve ilahi ilimlerle donattı. Seni âlemlerdeki kadınlara üstün bir örnek kıldı.
Bir gün birisi peygamber efendimize sordu:Ya Resulullah! Niçin Fatıma’ya davrandığın gibi başka evlat ve kızlarına davranmıyorsun? Peygamber efendimiz (sav.) bunun üzerine şöyle buyurdu: Sen Fatıma’yı tanımıyorsun. Ben ondan cennet kokusunu alıyorum. Fatıma’nın rızası, Allah’ın rızası, gazap ve öfkesi de rabbulaleminin gazap ve öfkesidir.
Hz. Fatıma (a.s.) annesi Hz. Hatice'nin (a.s.) vefatından sonra, annesinin boşluğunu doldurmak için sevgili babasına büyük sevgi ve saygıda bulunup, hayatını o büyük zata ve İslam’ın yükselişine vakfetti.
Hz. Fatıma, Resulü Ekrem’in dilinden akan Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini can-ı gönülden dinliyor ve babasının öğretilerini özümsüyordu.
Yüce ilahi kadın olan hz. Fatıma (a.s.) çok boyutlu bir şahsiyete sahip biriydi. Bu olay, kemal zirvesine erişmekte kadın ve erkek arasında hiçbir fark ve ayırım olmadığı hakikatini gözler önüne serdi. Allah-u Teala bu yüceliş ve yükselişi fıtri olarak kadın olsun, erkek olsun bütün insanlara hibe etmiştir.
Hz. Fatıma’nın parlak rollerinden biri toplumsal kültürü ıslah edip, yükseltmekti. Hz. Fatıma sade meselelerden karmaşık meselelere kadar çözüm yolları bulur ve sorulara cevap verirdi. Çarpıklıklar ve sapık düşünce ve eylemlerle mücadele edip, topluma hak yolunu gösterirdi. Bir gün bir kadın, Hz. Fatıma'dan (a.s.) on soru sordu ve cevabını aldı. Fakat utanıp, artık sizi rahatsız etmeyeceğim, dedi. Ancak Hz. Fatıma şöyle buyurdu. Utanıp çekinme, istediğin soruyu sor. Çünkü Allah her bir soruya verdiğim cevap konusunda sayısız sevap yazdırıyor.
Allah aşkı ve sevgisi cennet kadınlarının efendisi Hz. Fatıma’nın kalp ve ruhuna öylesine işlemiştir ki, Allah’a hizmet etmekten büyük bir mutluluk ve zevk duyduğunu, her şeyden arınıp, Allah’ın cemalini temaşa etmeye çalıştığını söylüyordu. Hz. Fatıma (a.s.) ibadetin Rabb'ul aleminin marifetini kavramadaki özel anlam ve değerinin bilincinde olup, şöyle buyuruyordu:
"Kim ki Allah’a ihlâslı bir şekilde ibadet ederse, Allah katında en üstün maslahatla donanacaktır."
Hz. Fatıma’yı Zehra’nın üstün özelliklerinden biri, başka insanların istek ve ihtiyaçlarını önemseyip, karşılamaya çalışmaktı. İslam'ın bu gözde kadınının hayatında güzel bir kıssa ve öyküyle karşılaşıyoruz. Gece vakti, İmam Ali'nin (a.s.) evinde güzel bir dua ve yalvarış sesi duyuluyordu. Çocuk yaşta olan İmam Hasan annesinin sözlerini duyuyordu. Sabaha kadar uyanık kalıp, sevgili annesinin dualarını dinlemeye çalışıyordu.
Hz. Fatıma Allah’a yalvarıp dua ediyordu. O, halkın mutluluğu, yoksullarla komşuların dilek ve ihtiyaçlarının karşılanması için dua ve niyazda bulunuyordu. Fakat kendisi ve hane halkı için dua etmiyordu. İmam Hasan (a.s.) bu dua biçiminden hayrete düştü. Annesi Fatıma’nın namaz ve duasının bitmesini bekledi, daha sonra annesine sordu: Anneciğim niçin herkes için dua edip, niyazda bulundun da, kendin ve ailen için dua etmedin? Hz. Fatıma, güzel yüzlü evladına bakınıp, gülümseyerek buyurdu ki; Evladım, ilkin komşu, sonra kendimiz için dua ve istekte bulunmalıyız.
Hz. Fatıma’nın değerli miraslarından biri Resulullahın (s.a.a.) vefatından sonra okuduğu hutbeydi. Hz. Fatıma, peygamber (s.a.a.) sonrası İslam toplumundaki çarpıklık ve geriye dönüşle uçurumun tehlikelerini görünce, okuduğu hutbede İslam’ın gerçek yüzünü gözler önüne serip, herkesi aydınlatıp, hak yolunda ilerlemesini sağlamaya çalıştı. Hz. Fatıma bu siyasi-ilahi hutbesinde, beşeriyetin kurtuluşunun sadece hak dini İslam'a ve Allah’ın emirlerine uyumlu olabileceğini söyledi. Hz. Fatıma, geçmiş milletler ve kavimlerin ibret verici sonuna değinerek, hutbesinin bir kısmında şöyle buyuruyor:
"Ey halk, siz ateşin uçurumunda bulunuyor, aşağılık ve zebun bir hayat yaşıyordunuz. Düşmanların saldırısına uğrayıp esir alınmaktan korkuyordunuz. Fakat Allah (c.c.) Muhammed'in (s.a.a.) eliyle sizi kurtardı. Küfr ve şirkin karanlığından sizi aydınlığa kavuşturdu. Karanlıkları bertaraf edip, gözlerinizi nurla aydınlattı."
Hz. Fatıma’nın parlak hayatının bir özelliği de, siyasi, toplumsal ve kültürel faaliyetler ve kendi kendini kemallere donatma çalışmalarının yanı sıra tarih yapan beşeri toplumun tarih çığırını değiştiren evlatlar yetiştirmesiydi.
Hz. Fatıma öylesine mutlu, ihlaslı, muttaki ve pak aile hayatı kurmuştur ki, İmam Ali (a.s.) sevgili eşi Hz. Fatıma hakkında şöyle buyurmuştu: “Fatıma, hiçbir zaman beni asla rencide etmedi ve benden azar işitmedi. Ben hiçbir zaman onu herhangi bir işe zorlamadım, o da bana hiçbir saygısızlık yapmadı. Allah’a and olsun Fatıma’yı asla öfkelendirmedim. Onun yüzüne baktığımda bütün hüzün ve gamım kayboluyordu ve acılarla dertlerimi de unutuyordum."
İmam Ali (a.s.) daima eşi Hz. Fatıma’yla yaşadığı anların anısını canlı tutuyordu. Bir gün evlatları imam Hasan (a.s.) ve İmam Hüseyin (a.s.) hastalanmışlardı. İmam Ali’yle eşi Hz. Fatıma, oğullarının sağlığının geri gelmesi için 3 gün oruç tutma niyetinde bulundular.
İlk gün iftar vakti, bir dilenci Hz. Fatıma’nın kapısını çalıp yardım istedi. Hz. Fatıma hazırladığı iftarlığı ona verdi. İkinci gün iftar vakti yine kapı çalındı ve bir yetim çocuk yardım diledi, Hz. Fatıma hazırladığı az miktarda iftarlığı o yetime verdi. Üçüncü gün de yine tam iftar vakti bir esir gelip Hz. Fatıma’nın kapısını çalıp, yardım istedi. Ve böylece o gün de iftarlıklarını o esire verip, üç gün boyunca sadece su ile iftar yaptılar.
Bu olayın haberi Resulü Erkeme ulaşınca peygamber efendimiz kızı Fatıma’nın evine geldi. Onun aç karnına ibadetle meşgul olduğunu gördü. Peygamber efendimiz büyük bir endişeye kapıldı. Fakat Cebrail (a.s.) inip, peygamber efendimizi müjdeleyip, "bu hayırlı iş ehlibeytine mübarek olsun" dedi ve daha sonra insan suresini kıraat etti.
Hz. Fatıma (a.s.) şöyle buyuruyor: "Kur’an-ı Kerim karanlıkları aydınlatan parlak bir nurdur. Kur’an, inananlarını cenneti rıdvana hidayet eden bir önderdir. Sizin dünyanızda üç sevgilim vardır. Bunlardan biri Kur’an'ın tilaveti, ikincisi Resulullah’ın yüzüne bakmak, üçüncüsü ise Allah yolunda infak yapmaktır."
İslam İnkılabı Rehberi: Artık donanma tüm gücü ve kuvvetiyle dünya çapında yolculuklar yapıyor
İslam İnkılabı Rehberi imam Hamanei, devrimin başlangıcından bu yana donanmanın kaydettiği ilerlemeyi etkileyici olarak nitelendirdi.
İslam İnkılabı Rehberi imam Hamanei, devrimin başlangıcından bu yana donanmanın kaydettiği ilerlemeyi etkileyici olarak nitelendirerek ifade ederek, " Devrimin ilk yıllarında ordunun donanmasının karasuları ötesindeki varlığı hayal bile edilemezdi ama şimdi dünyanın etrafında tüm gücü ve kuvvetiyle dolaşıyor." beyanatında bulundu.
Başkomutan imam Seyyid Ali Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti'nin Genelkurmay Başkanı ve bir grup Deniz Kuvvetleri Komutanıyla yaptığı toplantıda, Ordunun donanmasındaki birçok kapasiteye, özellikle de bu gücün deniz temelli ekonomi politikalarının uygulanmasına yardımcı olma kapasitesine değinerek, sistemin ve ülkenin gücünün artırılması için yeni kapasitelerin keşfedilmesi gerektiğine ve ayrıca toplumda motivasyon yaratmanın ve umut aşılamanın gerekliliğine değindi.
Deniz Kuvvetlerinin, 28 Kasım Donanma Günü münasebetiyle düzenlenen bu toplantısında Devrim Lideri, 28 Aralık Donanma Gününü tarihi ve unutulmaz bir gün olarak nitelendirerek şunları söyledi: Bugün Deniz Kuvvetleri Fedakarlık Günü olarak ilan edilmelidir.
imam Hamanei, devrimin başlangıcından bu yana donanmanın kaydettiği ilerlemeyi etkileyici ve inanılmaz olarak nitelendirerek şunları söyledi: Devrimin ilk yıllarında ordu donanmasının karasuları ötesinde varlığı hayal bile edilemezdi ama şimdi ordu donanması güç ve kuvvetle dünyanın etrafını 360 derece dolaşarak gururla ülkesine geri dönüyor.
imam Hamanei sözlerinin devamında: ‘Bir gün ordunun donanmasının Hazar Denizi'nde bulunabileceği hayal bile edilmiyordu. Ama şimdi Hazar Denizi kıyılarına bir donanma inşa ediliyor ve buraya demir atıyor.’ ifadelerini kullandı.
imam Hamanei, bu gücün kendi potansiyellerini kullanarak Deniz Kuvvetlerinin yeteneklerinin geliştirilmesi ve savaşa olan hazırlık durumunun artırılmasına vurgu yaptı ve şunları kaydetti: Deniz Kuvvetlerinin gençler arasında umut ve canlılık yaratabilecek yeteneklerinden biri de gençlerin bu gücün gelişim yollarını, potansiyelini ve yeteneklerini ziyaret etmesi için ziyaret programları oluşturmaktır.
Ordu donanmasının kapsamlı bir stratejik güç haline getirilmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini de İslam İnkılabı Rehberi sözlerine ekledi.
Bu toplantıda İran Deniz Kuvvetleri Komutanı bu gücün yetenekleri ve faaliyetleri hakkında bir rapor sunarken, deniz odaklı kalkınma politikalarının açıklanmasından dolayı şükran ve takdirlerini ileterek donanmanın bu politikaların uygulanmasına yardımcı olmaya hazır olduğunu vurguladı.
Ordu Donanması Komutanı, sistemin güç bileşenlerini güçlendirmek adına denizdeki etki alanını genişletmenin, teknoloji ve bilgiye dayanmanın bu gücün iki ana politikası olarak sıraladı.
Filistinliler toprak sattı mı?
Filistin İsrail’e toprak sattı mı?, Filistinliler ne zaman Yahudilere toprak sattı vs. gibi sorular uzun süredir Filistin bölgesindeki önemli gelişmelerin ardından gündeme getirilen meseleler olarak bilinir. Bu yazıda yaygın tarihi cevapların yanı sıra mantık ve argüman yoluyla da bu soruyu bir kez daha yanıtlıyoruz.
Filistinlilerin toprak sattığı iddiasının bu yıl gündeme gelen yeni bir iddia olmadığını belirtmeliyiz. Siyonist İsrail rejimi yıllardır Filistin’de yaşanan olayları, Filistin halkına karşı gerçekleşen cinayetleri ve savaş suçlarına yönelik dünya kamuoyunun tepkilerini etkisiz hale getirmek için farklı medyatik teknikleri kullanır. Ancak bununla da yetinmeyip Filistin meselesindeki tarihi gerçekleri dahi değiştirip sahte bir tarih algısı oluşturmayı hedeflemiştir. Söz konusu uzun vadeli algı operasyonunun sonucunda gündeme gelebilen konulardan biri de Filistinlilerin Yahudilere toprak sattığı iddiasıdır.
Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok noktasında bulunan Yahudilerin Filistin topraklarına sevk edilip yerleştirilmesini hedefleyen İngiltere bazı taraflarca satıldığı iddia edilen toprakların önemli bir kısmına el koydu. Ancak İngiltere topraklara bazen doğrudan bazen ise dolaylı olarak el koymuştur.
Balfour Deklarasyonu gölgesinde Filistinlilerin toprakları
Dönemin Britanya dışişleri bakanı olan Arthur Balfour Siyonist öncülerin müzakereleri ve çabaları sonucunda 2 Kasım 1917 tarihinde Siyonist akımın liderlerinden Rothschild’e bir mektup göndererek İngiltere devletinin Filistin topraklarında bir Yahudi ülkesinin kurulmasına olumlu baktığını bildirdi.
İlk defa Theodor Herzl öncülüğünde 1897 tarihinde Dünya Siyonist Teşkilatı’nın ilk kongresinde açıklanan Yahudi devlet fikri bu tarihten itibaren kesintisiz bir şekilde takip edildi. Siyonistlerin Osmanlı, Almanya ve İngiltere ile olan ilk müzakereleri başarısız olsa da 1. Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere’nin Yahudilerin kendi çıkarlarına hizmet edecek bir unsur olarak kullanılabilmesi fikri, bu ülkenin Yahudi devletine yönelik yaklaşımının değişmesine yol açtı.
Balfour Deklarasyonunda öne çıkan en önemli mesele İngiltere devletinin Yahudiler için milli bir ülkenin oluşması için gerekli çabaları yerine getireceği olmuştur.
İngiltere’nin Filistinlilerin aleyhine vergi politikaları
İngiltere’nin kontrolünde olan Filistin’de İngiltere Siyonistlerin fantezilerine hizmet eden hedeflerini gerçekleştirebilmek için farklı araçlar kullanmıştır. Bunların başında ise İngiltere’nin Filistinli arsa sahiplerinin aleyhine uyguladığı sıra dışı vergi politikaları olmuştur.
Filistinli arsa sahipleri İngiltere’nin kendilerine uygulamış olduğu vergi politikaları karşısında çaresiz kalmış, topraklarını bırakmak dışında başka bir yolları kalmamıştır.
İngiltere dolaylı yollardan sözde satın aldığı toprakları Yahudilere satmakla kalmadı ortak kamu topraklarını da Yahudi yerleşimcilere teslim etti.
Öte yandan Filistinlilerin toprakları zorla teslim etmelerinin ardından vatandaşlıktan çıkarılmaları da ortada bir alışverişin söz konusu olmadığını, Filistinlileri topraklarından zorla çıkartılmasının hedeflendiğinin bir diğer kanıtıdır. Filistinliler İngiltere’nin zoruyla topraklarını zor pahasıyla sattıktan hemen sonra vatandaşlıktan da çıkartılıyordu. Nitekim ortada bir alışverişin söz konusu olmadığı herkes tarafından biliniyordu.
Topraklarını satan sayılı Filistinliler de topraklarını Yahudilere değil, Müslümanlara satmıştır. Farklı ülkelerden İngiltere’nin çalışanı olmayı benimsemiş bazı Müslümanlar, dini kimliklerini kullanarak toprakları Filistinlilerin elinden alma politikaları doğrultusunda İngiltere’ye hizmet etmiştir.
Filistinli dini âlimlerin Yahudilere toprak satımının haram olduğuna dair fetvaları hem bir yandan Filistinlilerin İngiltere’nin Yahudilere toprak tahsis etme politikalarının farkında olduğunun bir göstergesi hem de İngilizlerin ne için bazı yabancı Müslüman isimlerin aracılığıyla toprakları satın almaya çalışma gereksinimi duyduğunun bir nedeni olarak ele alınabilir.
İngiltere’nin Filistin topraklarındaki görevi neydi?
Milletler Cemiyeti tarafından 1922 yılında Filistin’in İngiltere mandası olmasını onaylayan belgede Britanya 10 yıl içerisinde Filistinliler için Filistinli bir devlet kurmakla görevlendirilmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Filistinlilerin Filistin’de bir devlet kurması için gerekli imkanlara sahip olmadıkları gerekçesiyle Filistin’in devletleşme aşamasına kadar yönetilmesi görevi İngiltere’ye verilmişti.
Ancak İngilizler Balfour deklarasyonunda Siyonistlere söz verdikleri gibi Milletler Cemiyeti’nin senedini sadece Filistin topraklarında egemenliklerini kurmak için kullanıp bu topraklardaki 28 yıllık egemenlikleri boyunca sistematik olarak Siyonist bir Yahudi devletini oluşturmak için çabaladılar.
Siyonistler Filistin topraklarında yapay bir devlet kurma aşamasına geldiklerinde önceden planlanmış bir şekilde İngilizler gemilerle Filistin’den çıkıp sahip oldukları tüm askeri araçları Siyonistlere devrettiler.
Filistin’de “Yahudilere toprak satmak haramdır” fetvası
Filistinliler özellikle 20. yüzyılın otuzuncu yıllarında topraklarının Siyonistlere satılmasına karşı geniş çaplı mücadeleler başlattı. Büyük Filistinli müftü Hacı Emin Hüseyni’nin yönetiminde “Yüksek İslami Konsey” de bu doğrultuda önemli bir rol ifa etmiştir.
Filistinli alimlerin ilk kongresi 26 Ocak 1935 tarihinde düzenlendi. Söz konusu kongrede Filistinli dini önderler ve müftüler oy birliğiyle Filistin topraklarının Yahudilere satılmasının kesinlikle haram olduğunu bildirdi. Söz konusu fetvaya göre Yahudilere toprak satan satıcı yahut aracı mürtet sayılacak ve Müslüman toplumdan dışlanması gerekecekti.
Öte yandan bu dönem boyunca defalarca Filistin halkı Yahudilerin topraklarına yerleştirilmesini, Yahudi göçmenlerinin sistematik olarak Filistin’e getirilmesi ve Filistinlilerin kendi topraklarından sürülmesini protesto etmiştir.
Hamas’ın Askeri kolunu İzzeddin el-Kassam’ın adı nereden geliyor?
İzzeddin el-Kassam (19 Aralık 1882 – 20 Kasım 1935) Filistin’in İngiltere mandasında olduğu dönemde Yahudilerin sistematik olarak Filistin’e göç etmesi için takip edilen politikalara karşı çıkan mücahitlerden biridir. İzzeddin el-Kassam bu doğrultuda silahlı mücadeleyi sürdürerek İngiltere’nin Siyonist politikalarına karşı çıktı. el-Kassam 20 Kasım 1935 tarihinde İngiliz güçleriyle çatışma sırasında şehit oldu.
Hamas’ın askeri koluna da şehit İzzeddin el-Kassam’ın anısına bu isim verilmiştir. Burada dikkate alınması gereken konu İzzeddin el-Kassam gibi silahlı mücadele veren isimlerin çok fazla olması, Filistin tarihi boyunca İngiltere’nin Siyonist politikalarının bu topraklarda farklı biçimlerde protesto edilmiş olmasıdır. Bu mesele de başlı başına Filistin’in Yahudilere kendi isteğiyle toprak satması yahut buna benzer bir iddianın ne kadar gerçeklerden uzak kaldığını açıkça göstermektedir.
Ayrıca bu içeriğimizi de okumanızı tavsiye ederiz: "Şehit Mutahhari ve İslami Vahdet Söyleminin Önemi"
Filistinliler İsrail’e topraklarını sattı iddiası mantıklı mı?
Tüm tarihsel kanıtları göz ardı edip Siyonist medyaların sürekli gündemde tutmaya çalıştığı bu yalan iddianın doğru olduğunu varsayalım.
Filistinlilerin toprak satma meselesinde tartışma konusu olan bütün bu topraklar Filistin topraklarının yüzde 1.8’ini oluşturuyor. İngiltere’nin bu yazıda da birkaçına değindiğimiz yollarla Yahudilere verdiği Filistinlilere ait toprakların tümü ise Filistin topraklarının yüzde 7’si civarında.
Biz Filistinlilerin toprak sattığı yönündeki yalan iddianın doğru olduğunu varsaydığımızda bile tartışma konusu olan bütün bu topraklar en fazla Filistin topraklarının yüzde 8’ini oluşturduğuna dikkat edinmeli. Günümüzde ise Filistin topraklarının yüzde 80’inden fazlası Siyonist İsrail rejiminin işgalinde.
Bu durumda söz konusu iddianın doğru olduğunu varsaydığımızda bile Siyonist rejiminin işgalci olduğu gerçeğini sorgulayacak herhangi bir delil doğmuyor.
"Filistinliler toprak sattı" iddiası kimin işine yarıyor?
Siyonist rejimi resmen kurulduktan sonra Filistinlilerin geriye kalan topraklarını işgal etmek için dünyanın gözü önünde geniş çaplı cinayetler işlemekten hiç kaçınmadı. Siyonistler bu düzeyde de kalmayı hedeflemeyip, Filistinlilere karşı bir soykırım gerçekleştiriyor.
Dünyanın gözü önünde hastaneleri, camileri, kiliseleri ve okulları hedef alan Siyonist İsrail rejimi bununla da sınırlı kalmayıp açıkça fosfor bombalarıyla Filistin halkını bombalıyor.
Siyonist İsrail rejimi tüm bu savaş suçlarını medya sayesinde oluşturduğu soru işaretleriyle belirsiz kılma çabası içerisinde olmuştur.
Siyonist İsrail rejimi bu yöntemi bir tek işlediği savaş suçları ve cinayetler için değil, bu yapay rejimi meşru kılmak doğrultusunda yanlış tarihsel algılar oluşturmak için de kullanıyor.
İsrail’in savaş makinesi ve medya kolu paralel bir şekilde ilerleyerek birbirini takviye etmektedir. Dolayısıyla “Filistinliler topraklarını sattı” gibi gerekçesiz iddiaların gündeme gelmesi için yürütülen çaba insanların Siyonist rejimin insanlık suçlarını kınamakta tereddütlerle karşı karşıya gelmesi için gerçekleşmektedir.
Siyonist İsrail rejiminin tüm bu çabalarına rağmen Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonu ve sonrasında yaşananlar Siyonist İsrail rejiminin askeri ve güvenlik konusundaki telafi edilemez yenilgisinin yanı sıra medyatik yenilgisinin de önemli bir etkeni olmuştur. Dünya genelinde Siyonist İsrail rejimine karşı düzenlenen protestolar ve dünya kamuoyunun bu rejime karşı olumsuz görüşü Siyonistlerin medya kanadının da büyük bir yenilgiye uğradığını göstermektedir.
Türkiye ile İran Arasında Demiryolu İşbirliği Artışı
İran Yol ve Şehircilik Bakan Yardımcısı, yolcu alanında yeni anlayışlar ve Razi sınırında vagon takaslarını arttırmak üzere, Türkiye'nin demiryolları yetkilileri ile görüşeceklerini duyurdu.
İran Yol ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Seyit Mi'ad Salehi, Türkiye ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada, Türkiye'nin İran'ın Avrupa'ya açılan kapısı olduğunu belirterek, bu bağlamda hem yolcu konusunun hem transit geçiş konusunun değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Salehi, Türkiye Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü yetkilileri ile konu hakkında görüşmeler gerçekleştireceklerini belirterek "Geçtiğimiz yıllarda hem ticaret hem transit hem de ithalat-ihracat anlamında Razi sınırından geçen yük miktarı azdı." dedi. Türkiye Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü yetkilileri ile yapacakları görüşmelerden umutlu olduğunu dile getiren Bakan Yardımcısı, iki ülke arasında tren seferlerinin düzenlenmesi, Razi sınırında vagon değişimlerinin arttırılması, İran ile Türkiye arasındaki ithalat ve ihracat bağlamında transit geçişleri gibi alanlar açısından güzel adımlar atılabileceğini ifade etti.
İran ile Türkiye Arasında Demiryolu İşbirliğinin Arttırılmasına Yönelik Toplantı
Azerbaycan Eyaleti Demiryolları Genel Müdürü Muhammed Rıza Kurbani toplantıda "Azerbaycan Eyaleti ile Türkiye'nin Malatya bölgesi demiryolları ortak sınır toplantısı, iki bölge arasındaki mal ve transit alışverişinin arttırılması amacıyla demiryolu taşımacılığının konu ve sorunlarının incelenmesi ve Türkiye'de yük trenleriyle ilgili konuların incelenmesi amacıyla düzenlenmektedir." dedi.
Kurbani konuşmasının devamında "Demiryolu taşımacılığı kapasitesinin arttırılmasına yönelik fikir alışverişi, iki ülke arasındaki demiryolu taşımacılığına ilişkin konuların incelenmesi ve söz konusu bölgelerde sınır ticaretinin artırılması toplantının diğer kısımlarını oluşturuyor." açıklamasında bulundu.
İki bölgenin demiryolları arasında ortak toplantılar düzenlenmesinin, iki ülke İran ve Türkiye arasındaki demiryolu taşımacılığı işbirliğinin genişletilmesine temel oluşturabileceğini umut ettiğini belirten Kurbani, 1989 yılında imzalanan işbirliği protokolüne göre İran İslam Cumhuriyeti ile Türkiye demiryolları arasında her yıl ortak toplantıların yapıldığını belirtti.
Direniş Bugün, Zirveye Ulaşmıştır
Filistinli analist ve Ray el-Yevm gazetesinin editörü Abdulbari Atvan, Gazze savaşındaki son gelişmeler ve bu bölgede geçici ateşkes anlaşması hakkındaki makalesinde şöyle yazdı:
Gazze Şeridi'ne yönelik Siyonist saldırının ilk 50 günü ve sonuçlarının değerlendirilmesi konusunda nihai bir hüküm vermek için henüz çok erken olabilir. Ayrıca geçici ateşkesin 4 gün sürecek ve cuma günü başlayan bir sonraki aşamasına ilişkin net bir perspektiften bahsetmek için de henüz erken.
Yahya el-Sinvar ve Muhammed el-Deyf, Dostlarını ve Düşmanlarını Şaşırttı
Ama artık şunu söyleyebiliriz ki, Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki lideri Yahya el-Sinvar, Aksa Tufanı operasyonunun mühendisi ve mimarı olarak tüm şartlarını düşmana dayattıktan sonra istediğini elde etti ve İsrail'in askeri ve siyasi dahil tüm kurumlarını, tüm iddialarıyla, mali ve askeri olanaklarıyla bu rejimi yenilgiye uğratmayı başardı. Yahya el-Sinvar ve sağ kolu İzzeddin el-Kassam taburlarının komutanı Muhammed el-Deyf, olağanüstü bilimsel ve pratik yöntemler kullanarak ve dostları ve düşmanları şaşırtan doğru bilgiler vererek bu savaşı iyi yönetti.
Binyamin Netanyahu, Yoav Galant ve Benny Gantz gibi Siyonist siyasi ve askeri liderler intikamcı bir yaklaşımla bu savaşa girdiler. İsrail'in Gazze savaşındaki askeri, siyasi ve diplomatik kayıplarının çok önemli olmasının ve Siyonistlerin bu savaşta ilan ettikleri hedeflerden birine bile ulaşamamasının nedeni budur. Bu hedeflerden en bariz olanı Hamas'ın ve diğer Filistinli direniş gruplarının yok edilmesiydi.
Askeri hukuk, savaşlarda zafer ve yenilginin ölçütünün ölü ve yaralı sayısı değil, savaşı hazırlama ve yönetme biçimi ile sağlam ve kararlı bir komuta sahip olma şekli olduğunu söylüyor. Vietnam'da katledilen insan sayısı Amerikalıların 20 katıydı ama kazanan Vietnam oldu, aynı şey Amerika'nın Afganistan'daki yenilgisi için de geçerli ve tarih bunun örnekleriyle dolu. Gazze Şeridi'ndeki mevcut savaşı işgalci İsrail rejimiyle yapılan önceki tüm Arap savaşlarından ayıran şey, savaşın yönetimidir ve burada özellikle Filistin tarafından bahsediyoruz.
Yahya el-Sinvar'ın Savaş Yönetimindeki Benzersiz Özellikleri
Belki de son on yıllarda ilk kez Filistin halkının liderliği, işgalci rejimi, onun tüm generallerini ve siyasi yetkililerini ve ABD Başkanı Joe Biden'ı şok eden ve şaşırtan birinin elinde. Yahya el-Sinvar'dan bahsediyoruz. Yahya el-Sinvar'ın kendisine savaşı yönetme konusunda özel bir güç kazandıran en önemli özelliği, askeri hazırlık ve doğru bilgilere göre savaş kararlarını alma ve bunu doğru zamanda gerçekleştirme yeteneği ve tereddütsüzlüğüdür.
Aksa Tufanı, İsrail'in Sahte Varlığının Temellerini Yerle Bir Etti
Ancak bugün Filistin'in liderliği, Filistin halkının şiddetle ihtiyaç duyduğu Yahya el-Sinvar ve Muhammed el-Deyf'in elindedir. Savaşı işgalci düşman mevzilerinin derinliklerine kadar çekmeyi başardılar ve Araplar ile İsrail arasında 1400 Siyonist’in öldürüldüğü ve aralarında Siyonist ordusunun üst düzey generallerinin de bulunduğu 240 kişinin esir alındığı böyle bir savaş daha önce hiç yaşanmamıştı. En önemlisi, sahte İsrail rejiminin üzerine kurulduğu temellerin çoğu, yani askeri üstünlüğü, güvenliği ve uluslararası desteği de bu savaşta yok edildi.
Direniş, Bugün Zirveye Ulaşmıştır
Netanyahu ve Siyonist generallerin ateşkes şartlarını kabul etmesi, İsrail'in başarısızlığının, Yahya el-Sinvar ve Muhammed el-Deyf'e teslim olmasının, bu ikisinin ve Hamas hareketinin tanınması anlamına geliyor. Bunlar, Siyonistlerin bu iki kişiye suikast düzenleyip Hamas hareketini yok etme sözü vermesinden sonra yaşandı. Ancak tüm bu iddialardan vazgeçmek zorunda kaldılar. Netanyahu ve arkadaşları, Yahya el-Sinvar'ın tuzağına düştüler ve kibirleri, Sinvar'ın neyin peşinde olduğunu değerlendirmelerini engelledi.
İsrail ve Amerika'nın tüm istihbarat ve casusluk servisleri ve tüm casus uyduları, Yahya el-Sinvar'ın ve adamlarının ikametgahını, operasyon odasını, Hamas tünellerini veya füze ve drone deposunu tespit edemedi. Siyonistler ilk başta Yahya el-Sinvar'ın operasyon odasının el-Şifa hastanesinin altında olduğunu iddia ederken, bugün bu odanın Gazze Şeridi'nin güneyinde bir yerde bulunduğunu söylüyorlar. Siyonistlerin bu tutumları onların kafa karışıklığını açıkça ortaya koymaktadır.
İran Ordusu Hazar Denizi'ndeki Gemi Filosunu Güçlendiriyor
Deylaman destroyerinin Kuzey Filosu ve İmam Rıza (a.s)'ın Dördüncü Deniz Bölge Donanması'na katılma töreni bu sabah bir grup üst düzey komutanın katılımıyla gerçekleştirildi.
Deylaman destroyerinin Kuzey Filosu ve Ordu Donanması İmam Rıza (as) 4'üncü Deniz Bölgesi'ne katılma töreni, bu sabah Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, Ordu Başkomutanı Emir Tümgeneral Musavi ve Deniz Kuvvetleri Komutanı İranlı Amiral'in huzurunda gerçekleştirildi.
Törende konuşan Tümgeneral Bakıri, şu ifadelerde bulundu: ‘İran İslam Cumhuriyeti'nin yerli yapım muhrip gemisi Deyleman'ın Hazar Denizi Filosu'na teslim edilmesi, ülkenin deniz gücünün simgesidir.
Hazar barış ve dostluk denizidir ve bu törenle İran milletinin barış ve dostluk mesajını tüm komşu ülkelere duyuruyoruz.’
Deylaman, İran İslam Cumhuriyeti Donanması'nın 1.500 ton ağırlığındaki en yeni destroyeri olup, Donanma gözetiminde ve Savunma Bakanlığı Denizcilik Endüstrisi Kompleksi tarafından tasarlanıp inşa edilmiştir.
Deylaman, kuzey sularında görevini yürüten Cemaran sınıfı destroyerlerden oluşan Moj Project serisinin en gelişmiş destroyeridir.