کارگر

کارگر

İmam Hüseyin’i (a.s) öylesine coşku, istek ve bağlılıkla davet eden Kufeliler, ne oldu da birden İmam’ı yalnız bıraktılar hatta İmam’a karşı savaşa giriştiler?

Kufelilerin İmam’ı Davet Nedeni

Kufelilerin İmam’a (a.s) mektup yazmaları, İmam’ın Mekke’ye yerleşmesiyle başladı (h. 60, Ramazan) ve o kadar çok mektup gönderilmişti ki tarihte bir benzeri görülmemiştir. Bazen bir günde altı yüz mektup geliyordu. Mektupların toplamı on iki bini bulmuştu.[1]


Günümüze kadar ulaşan mektupları, gönderen ve imzalayanları incelediğimizde, değişik grupların farklı amaçlarla bu mektupları gönderdiklerini anlamaktayız.


Mektupları gönderenlerden bir grubu, Hz. Hüseyin’i (a.s) gerçekten İmam kabul eden Süleyman b. Sured Huzai, Rufae b. Şidad ve Habip b. Mezahir gibi özel Şialardır.[2]


Bunlara karşın diğer bir grupsa, aslında Emevi taraftarları olanların gönderdikleri mektuplardır. İmam için savaşacak ordunun hazır olduğunu yazanlar da bunlardı. Onlardan bazıları şunlardır: sonradan İmam Hüseyin’in öldürülmesine şükür niyetiyle cami yaptıran Şebis b. Rebi.[3] Aşura gününde düşmanın ordu komutanlarından biri olan ve İmam’a mektup gönderdiğini inkâr eden Heccar b. Ebcer. Yezid b. Hari (bu şahıs da Aşura günü, İmam’a mektup gönderdiğini inkâr etmiştir). Uzret b. Haris (ordunun süvari komutanıydı). Amr b. Haccac-i Zübeydi (Aşura günü beş yüz kişiyle İmam’ın Fırat suyuna ulaşmasını engelleyendir). İşte bu gibi kimseler, İmam’a en heyecanlı ve istekli mektupları yazan, ama sonrasında ona kılıç çekenlerdir.


İmam Hüseyin’e (a.s) mektup yazan üçüncü bir grupsa maddî hedefler peşinde olan halkın çoğunluydu. Bunlar rüzgârdaki çöp misali, menfaatleri ne tarafaysa o yöne doğru giden kimselerdi. Bu gibi bilinçsiz insanların her ne kadar güçleri olmasa da sayıca fazla olduklarından hedef için kullanılabilirdiler.


Müslim’e biat eden on sekiz bin kişinin çoğu da bunlardan ibaretti. Bunlar menfaatlerini tehlikede gördüklerinden (Ubeydullah b. Ziyad’ın siyasetiyle) Müslim’i sokakta tek başına yalnız bırakmışlardı.


Bunlar doğal olarak da İbn Ziyad’ın maddi vaatleriyle onun ordusuna katılmış ve Aşura günü her ne kadar İmam Hüseyin’i (a.s) Peygamber’in torunu, Hz. Ali’nin (a.s) evlâdı olduğu için sevseler de İmam’ın karşısına dikilmişlerdi.


Önceleri Mecme b. Abdullah, İmam’a bunları kastederek şöyle demişti: “Halkın genelinin gönülleri seninle ama kılıçları sana karşıdır.”[4]


Bu açıklamadan sonra İmam Hüseyin’e (a.s) mektup yazanların hepsinin tek amacı ve hedefi olduğunu söyleyemeyiz. Herkes kendine özgü değişik sebep ve beklentilerden dolayı mektup yazarak, İmam’ı davet etmişti. O sebepleri şöyle sıralıyabiliriz:


1- Habip b. Mezahir gibi bir grup gerçek Şialar, devlet kurup yönetme hakkının sadece İmamlara özel olduğunu ve Emevi saltanatının yıkılması gereken zalim bir rejim olduğunu bildiklerinden, hakkı sahibine vermek için mektup yazmışlardı. Bu bilinçle mektup yazanlar çok azdı.


2- Özellikle orta yaşlılar ve ihtiyarlar, Hz. Ali’nin (a.s) adalet hükümetini ve ondan sonra yirmi yıl boyunca da Emevilerin zülüm dolu saltanatını görmüşlerdi. Bunlar yeniden Hz. Ali’nin (a.s) evlâdıyla eski günlere dönmek, adaletli bir devletin kurulmasıyla, Emeviler zulmünden kurtulmak için İmam’a mektup yazdılar.


3- Bazıları da, Kufe’nin Şam yerine başkent olması için bir önder peşindeydiler. Bunlara göre hem Kufelilerin sevgisine sahip ve hem de Şam hükümetini meşru bilmeyen sadece Hz. Hüseyin idi, bu yüzden İmam’ı Kufeye davet ettiler.


4- Bazı kabile reisleri de, kendi makamlarını korumak peşindeydiler. Herkesin İmam’a mektuplar yazıp onu davet ettiklerini gördüklerinde, yakın bir zamanda Hz. Hüseyin’in devleti kuracağına kesin gözüyle bakıyorlardı. İmam’ın hükümetinde de, kendi makam ve etkinliklerini kaybetmemek için bunlar da mektup yazdı.


6- Halkın çoğu ise herkesin heyecanla mektup yazdığını görünce, toplumun akışına uymak için bilinçsizce onlar da mektup yazdılar.


Kufe Halkının Bastırılışı


Kufelilerin İmam’a ihanet ediş nedenini bilmemiz için, ikinci olarak İbn Ziyad’ın Kufe kıyamını nasıl bastırdığını bilmemiz gerek. İbn Ziyad’ın Kufe’ye vali olarak gelmesiyle kabile reisleri ve Emevi taraftarları hemen yanına giderek durumu tüm ayrıntılarıyla anlatmaya başladılar.


Zaten İbn Ziyad, gelir gelmez Kufelilerin İmam Hüseyin’i ne kadar çok sevip, ona destek olmak için hazır olduklarını görmüştü. Çünkü şehre girerken siyah bir emmameyle, yüzü örtülü olarak geldi. Halk da onu İmam Hüseyin (a.s) zannedip coşkuyla etrafına toplandı. Halkın bu coşkusunu gördüğünden, bir an önce esaslı tedbirler almaya başladı. Kendi siyasî tecrübelerini ve yandaşlarının görüşleriyle, ne pahasına olursa olsun bu hareketi bastırmalıydı. Bunun için psikolojik, sosyolojik ve ekonomik yollara başvurdu.


1. Psikolojik Tedbirler


İbn Ziyad, Kufe’ye gelir gelmez bu tedbiri uygulamaya başladı, bu tedbir tehdit ve teşvik etrafında dönüyordu. Kufelilere hitaben camide yaptığı ilk konuşmada emrine uyanlara karşı şefkatli bir baba gibi davranacağını söyledi, kendisine itaat etmeyenlere de kılıcını ve kırbacını gösterdi.[5]


Özellikle de halka, Şam’dan büyük bir ordunun onları bastırmak için yola çıktığı haberini yayması, kalplere büyük bir korku saldı. Kufeliler en son İmam Hasan’ın (a.s) döneminde Şamlılarla savaşmışlardı ve o zamandan beri onlardan çok korkmaktaydılar. Gözlerinde çok büyüttükleri Şam ordusuna karşı, hiçbir şekilde direnme güçleri yoktu. Bu haber kadınlar arasında da yayıldı. Kadınlar gelerek eşlerini, kardeşlerini ve akrabalarını Müslim’in etrafından alarak evlerine götürüyorlardı.


Sonuçta İbn Ziyad’ın bu psikolojik siyaseti çok etkili oldu. Öyle ki Müslim, gündüz dört bin askeriyle İbn Ziyad’ın sarayını basmıştı ve neredeyse şehri tamamen ele geçirecekti, ama akşam olunca bu haberlerin yayılması nedeniyle etrafında bir kişi dahi kalmamıştı. Daha sabah binlerce insanın biat ettiği, söz verdiği insan akşam olunca sokakta yalnız başınaydı, bir kişi bile onu evine almamıştı.[6]


2. Sosyolojik Tedbirler


O dönemde kabilecilik sistemi Kufe’de önemini korumaktaydı ve kabile reisleri toplumsal meselelerde, siyasî olaylarda en fazla etkin faktörlerdi. Önceden de belirttiğimiz gibi kabile reisleri ve kabilenin ileri gelenleri İmam Hüseyin’e mektup yazarak davet etmiş, Müslim gelince de ona biat etmişlerdi.


İbn Ziyad bunları nasıl ele geçireceğini çok iyi biliyordu. Bunlar da makam ve mevkilerini korumak için hemen Müslim’den ayrılıp, İbn Ziyad’a bağlandılar. Ayrıca yapmış olduğu tehditler ve vermiş olduğu büyük miktarda rüşvetler kabile reislerinin, İmam’a düşman olup, kendisine katılmasına yetti.


Kufe’den yeni gelip İmam Hüseyin’e ulaşan ve Kufe’nin durumunu çok iyi bilen Mücteme b. Abdullah, İmam’a şöyle haber vermişti: “Kufe’nin ileri gelenlerine büyük paralar verildi, ambarları arpa ve buğdayla dolduruldu, onlarda artık seni istememekte ve arkanda durmamaktalar, hepsi sana karşı cephe almış durumdalar.”[7]


Toplumda etkili olan ikinci grupsa “urefa” denilen devletle halka arasındaki memurlardı, İbn Ziyad bunlardan da istediği gibi faydalandı. Bunların görevi kontrolleri altındaki aileleri fertleriyle birlikte isimleri yazmak, yeni doğanları kaydedip, ölenleri silmekti, sonrasında belli bir maaş verilmekteydi. Bunların elinin altında bazen yirmi bazen de yüzden fazla kişi bulunmaktaydı. Bunların konumu normal durumlarda fazla önemli değildi ama olağanüstü durumlarda devlet veya vali bunlardan ayaklananların isimlerini alabilmekteydi.[8]


İbn Ziyad Kufe’ye gelir gelmez hemen bu güçten de yaralanmaya başladı. Bunu da büyük ihtimalle Kufe eski valisi olan babasından öğrenmişti. O camide yaptığı konuşmadan sonra saraya gelerek hemen urefanın huzurunda toplanmasını emretti ve onlara şöyle dedi: “Sizler dosyalarınızda bulunan ve Emirü’l-Müminin Yezid’e karşı gelip, baş kaldıranların isimlerini çıkarıp bana bildirin. Toplumda kargaşa çıkarmak isteyen herkesin isimlerini istiyorum. Bu emrime itaat edenlerle işim olmaz ama uymayanlar dosyalarındaki isimlerden sorumludurlar. Biri bulunursa, ona hiçbir güven kalmayacaktır, malı da, kanı da bize helâldir artık. Kim Emirü’l-Müminin’e (Yezid) karşıysa o evinin kapısına asılacaktır.”[9]


Uygulanan bu tedbir ve siyaset Müslim’in Kufe’de yalnız kalmasının ve herkesin kıyamdan vazgeçmesinin en büyük nedenlerinden biriydi. Zira bu memurlar İbn Ziyad’ın tehditlerini ciddîye alarak hemen kendi listesindekileri kontrol etmeye başladılar.


3. Ekonomik Tedbirler


O zamanda halkın en önemli geliri, devletten aldıkları maaş ve erzak yardımıydı. Bu ise sadece İran’la savaş başladığı zaman, savaşmayı taahhüt edenlere verilmekteydi. Bu yüzden Arap halkı çok tembel alışmışlardı, hiçbir iş yapmadan oturmaktaydılar, çok az kimse çiftçilik, ticaret ve zanaatla uğraşmaktaydı. Öyle ki Araplar bir iş yapmayı kendi gururlarına yediremiyorlardı.


Belli olduğu gibi bu ekonomik düzen halkı tamamen devlete bağımlı yapmıştı, baskıcı hükümetler de bundan istedikleri gibi yararlanmakta idiler. İbn Ziyad tüm muhaliflere, yapılan yardımların kesileceğini hatta akrabalarına bile bundan sonra devletten hiçbir ödenek verilmeyeceğini ilân etti. Bu yüzden herkes muhalif olanları da vazgeçirmeye başladı.


İbn Ziyad Kufe’ye yeni geldiğinde, Müslim kendisine biat edenlerle sarayı muhasara etmişti. O esnada İbn Ziyad konuşma yaparak dağılmaları halinde devlet yardımlarını kat kat arttıracağını, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyeceği tehdidinde bulundu, bu da anında etkisini gösterdi.


İbn Ziyad bu ekonomik siyasetiyle; düne kadar İmam’ı çağırıp ona biat eden halkı bir anda İmam’a karşı silahlandırdı. Halka orduya katılması halinde büyük mükâfatlar vereceğini söyledi, herkes de icabet etti. Öyle ki Kufe’den gönülde İmam’ı seven ama para için onunla savaşmak üzere otuz bin asker toplandı.[10]


İmam Hüseyin, (a.s) dün kendisini davet edenlerin bugün karşısında savaşmak için durmalarının nedeni olarak bu sebebi buyurmuştur, Aşura gününde onlara şöyle buyurdu:


“Haram malları aldınız, karınlarınızı haramla doldurdunuz ve böylece kalpleriniz mühürlendi, şimdi de benimle savaşmaya gelmişsiniz, sözümü dinlemiyorsunuz bile…”[11]


–—


[1]     Biharu’l-Envar, c. 44. s, 344.


[2]     Vak’atu’t-Tif, s. 90/91.


[3]     Tarih-i Taberi, c. 6, s. 22.


[4]     Tarih-i Taberi, c. 4, s. 306.


[5]     Vak’atu’t-Tif, s. 110. “Emrime itaat edenlere bir baba gibi davranacağım, ama sözümden çıkıp, bana karşı gelenlere de kılıcım ve kırbacımla…”


[6]     Vak’atu’t-Tif, s. 125/126.


[7]     Vak’atu’t-Tif, s. 174.


[8]     el-Hayatu’l-İctimaiyye ve’l-İktissdiye fi’l-Kufe, s. 49.


[9]     Tarih-i Taberi, c. 4, s. 267.


[10]    Hayatu’l-İmami’l-Huseyn, c. 2, s. 453.


[11]    Biharu’l-Envar, c. 45, s. 8.

Pazartesi, 08 Ağustos 2022 13:43

Matem Tutmanın Felsefesi

Yeni oluşan tahlil ve açıklama eğilimlerini de göz önünde bulundurursak, çağımız insanı her zaman karşılaştığı ve kesin olarak kabul ettiği inançlar hakkında araştırmalar ve incelemelerde bulunmaktadır. Aslına bakılacak olursa, böyle araştırmalar peşine düşerek, gerçekleri aramak insanın en belirgin özelliklerinden biridir. Aynı şey matem ve yas tutmak için de geçerlidir. Doğal olarak, insan bu konuyu incelemek ve araştırmak peşindedir. Matem merasimlerini tam olarak aklın kabul edeceği delillerle inanmadığı sürece yahut en azından bu tür işlerin akla ters düşmediğine kanaat getirmedikçe ona inanıp, yapmak istemez.

Her inancı ve yapılacak olan her işi böyle düşünmek takdir edilir bir şeydir. Ancak bu şekilde insanın, İslami bilgi temelleri ve Şia kültürü güçlenecektir. Yani imanında sağlam kalmak isteyen herkesin, inanç temelini akli delillerle desteklemesi gerekir.

Bu teorik görüşler kişinin imanının güçlenmesini sağlayacaktır. Çünkü iman tanıma ve aklı kullanmayla oluşur. Bu yüzden matem merasimlerinin felsefesini araştırmak çok da mantıklıdır. Yeni neslin imanının daha güçlü olması için yas merasimlerinin kabul edilir akli delillerle anlatılması gerekir.

Ehlibeyt’e Yas Tutmanın Felsefesi

Ehlibeyt’in ve masumların şehadet yıl dönümlerinde yas merasimleri düzenlemenin hikmetini şöyle sıralayabiliriz:

1. Sevgi; Kur’ân-ı Kerim, Peygamber’in ailesini ve onun Ehlibeyt’ini sevmeyi bütün Müslümanlara farz kılmıştır.

“De ki: Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalarıma sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.”[1]
Şüphesiz sevginin şartları vardır. Gerçekten ve gönülden seven kimse, bu şartları en güzel şekilde yerine getiren kimsedir. Sevginin en önemli şartlarından birisi, insanın dostunun üzüntülü anında üzülüp ve sevinçli olduğu zamanlarında sevinmesidir.

Bu yüzden hadislerde Ehlibeyt’in mutlu günlerinde sevinç ve yaslı günlerinde matem toplantılarının düzenlenmesi özellikle emredilmiştir. Hz. Ali (a.s) bir rivayetle şöyle buyurmaktadır:

“Bizim Şialarımız, mutluluğumuza ve üzüntümüze ortaktırlar.”

İmam Sadık da (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Bizim Şialarımız, bizim bir parçamızdır ve kalan toprağımızdan yaratılmıştır; bizi üzüp, sevindiren her şey onları da üzüp, sevindirmektedir.”

Bunun dışında akıl da, şeriatta de, Ehlibeyt’in matem günlerinde insanın üzüntüsünü; ağlaması, üzülmesi, az yemek yiyip ve az içerek, kederli olduğunu belli ettirecek giysiler giyerek göstermesi gerektiğini söylemektedir.

2. İnsan yetiştirmek; Şia kültürüne göre o büyük şahsiyetler için matem tutmak, bilinçli bir şekilde yapılmalıdır. Aslında insan bu şekilde onların faziletlerini, makamlarını ve hedeflerini hatırlamaktadır. Böylelikle hayatının her aşamasında olgu olarak onları seçmektedir.

Yas merasimlerine katılan birisi, duygusal toplantıdan ayrıldığı zaman en büyük hedefi; sevdiğinin sıfatlarını, özelliklerini coşkunlukla içsel bir ideali yakalamaktadır ve onu pratiğe dökmektir.

3. Toplumu düzeltme; Bu merasimler tek tek fertleri erdemli olarak yetiştirdi mi, doğal olarak toplum kendisini yetiştirmiş olacaktır. Şahıslar, Ehlibeyt’in hedeflerini toplumun tüm genelinde oluşturmak isteyeceklerdir. Bu yüzden, matemin hikmetlerinden birinin de, İslam’ın bildirdiği olguları toplumda oluşturmak olduğunu söyleyebiliriz.

4. Şia kültürünü yeni nesile aktarmak; Şüphesiz yeni oluşan nesil, Ehlibeyt (a.s) kültürüyle, çocukluk döneminde katıldıkları merasimlerde tanışmaktadır. Yeni nesillere, masum İmamların teorik, pratik inançlarını aktarmanın en önemli ve etkili yollarından biri, bu toplantılardır. Matem merasimleri muhteva itibariyle en güzel eğitim ve öğretim metodudur. Bu şekilde Ehlibeyt’in yaşantısı ve sözleri aktarılmaktadır.

İmam Hüseyin’e (a.s) Yas Tutmanın Felsefesi

Yukarıda zikrettiğimiz insan yetiştirme, toplumu güzelleştirme, Şia kültürünü yeni nesillere aktarma hikmetlerini, İmam Hüseyin’in (a.s) matem törenlerinde daha açık görmekteyiz. Çünkü İmam’ın (a.s) kıyamının mahiyeti, eğitsel, siyasi, kültürel ve toplumsal öğretileri insan ve toplumun yüceliği için belirgindir. Bunlar Şia kültürünün en önemli temel taşlarıdır ve buna da merasimler sayesinde ulaşılmaktadır.

Aşura’nın mesaj ve sözlerine dikkat ettiğimiz zaman insanı ve toplumu geliştirme, Şia kültürünü oluşturma boyutlarını açıkça görmekteyiz. Örneğin; ibadet, fedakârlık, yiğitlik, tevekkül, sabır, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak, Yezidîlerin hâkimiyetiyle İslam’ın yok oluşu, Yezid gibi birisine biatin haramlığı, zilletle yaşamaktansa ölümün yüceliği, imtihan zamanında insanların azlığı, batılın hâkimiyetinde şehadetin önemi, şehadetin insan için bir süs olması, batıl ve zulüm düzenlerine karşı savaş, hak önderin özellikleri, Allah’ın razı olduğuna razı olmak, özgür müminlerin zilleti kabul etmeyişi, ölümün cennet için sadece köprü oluşu, özgürlük, hakkın bekası için yardım isteme… vb. Aşura’nın en önemli mesajları arasındadır.

Dünyaya özgürlük dersi verdi Hüseyin,
Düşüncesiyle himmet tohumu ekti Hüseyin,
Dinin yoksa hiç olmazsa özgür ol dedi,
Bu kelamla sözü bitirdi Hüseyin.
İzzetli ölüm, zilletle yaşamdan daha iyi,
Bu feryadı gönülden haykırdı Hüseyin.

Yukarıda belirttiğimiz hikmetlerin dışında, daha iyi anlaşılması için şunları da sıralayabiliriz:

1. Zalimlerin karşı durup, mazlumlarının yanında yer almak.

2. Adalet peşinde olup, zalimlerden intikam alma hissini güçlendirmek.

3. Şiaların her zaman hakkın yanında olması için bir konum hazırlamak.

–—

[1] Şura, 23, Hud, 29, Mizanu’l-Hikmet, c. 2, s. 236.

Pazartesi, 08 Ağustos 2022 12:57

İmam Hüseyin'in Hedefi Neydi?

 Allah’ın Adıyla
Muharrem ayının girişiyle birlikte müminler asırlardan beri sürdürdükleri  matem merasimlerini bu yılda  tekrarlayacak, mersiyeler yakacak ve Hüseyni kıyamın hikmeti, derinliği, boyutları, ortaya çıkış nedenleri üzerinde öne sürülen farklı yorumlar ve görüşler üzerinde yeniden düşüneceklerdir.

Hiç kuşkusuz Hüseyni Kıyam’ın asırlardan beri zihinleri meşgül eden yanlarından biri bu kıyamın önderi İmam Huseyn’in hangi saik, motivasyon veya nedenlerle ailesini ve Haşimoğulları’ndan bir grubu yanına alarak Medine’den çıktığı konusudur.

Bu konuda geçmişte olduğu gibi zamanımızda da farklı görüşler ileri sürülmüş ve bundan sonra da konuya farklı açılardan yaklaşılacaktır. Çünkü insanlık tarihinde benzeri olmayan bu eşsiz hareket başından sonuna kadar basiret, fedakarlık, cesaret, kahramanlık, zalimle uzlaşmazlık, mazlumiyet, Müslümanlar başta olmak üzere tüm insanlığa ibret dersleri, mücadele yöntemleri, hak yolda herşeyinden vazgeçme mesajlarıyla dolu bir harekettir. Çünkü kimse bu büyük tarihi olay karşısında kayıtsız kalamaz.

 Çeşitli görüşleri birkaç başlık altında sıralayarak inceledikten sonra gerçeğe en yakın olduğuna inandığımız görüşü ortaya koyamaya çalışacağız.

Birinci Görüş: İmam Huseyin(as) Medine'den öldürülmemek için çıktı, firar etti. Çünkü Yezid Medine’deki valisinden kendisi için İmam Huseyn’den biy’at almasını, kabul etmemesi durumunda öldürülmesini istemişti. Bu görüşe göre; İmam’ın zalim hükümete karşı kıyam ettiği, hükümeti ele geçirmek istediği, şehid olmakla güçlü bir mesaj vermek istediği gibi görüşler doğru değildir.

Cevap: Ölümden kaçmak isteyen İmam Huseyin(as) gibi biri Kufe'ye elçi göndererek kendisine biy’at toplamazdı. Halktan biy’at toplamak hükümet kurmak içindir, halkı denemek veya halkı yüzüstü bırakmak için olamaz.

Öte yandan İmam Huseyin firar etmek isteseydi hükümetin, iktidarın merkezine doğru, Kufe’ye değil merkezden uzaklara gitmesi gerekirdi.  Yemen kaçıp gizlenmek, güçlü kabilelere sığınmak için en  münasip bölgeydi. Hem hükümet merkezinden uzaktı hem de Ehlibeyt(as) dostlarının çok olduğu bir bölgeydi.

Açıklanan sebeplerden dolayı bu görüş kesinlikle yanlıştır.

İkinci Görüş: İmam Huseyin(as) şehid olmak için yola çıktı. Kanıyla  insanları uyandırmak, dünyaya güçlü bir mesaj vermek istiyordu.

Cevap: Şehid olup topluma bir şok vermek istediği doğrudur, ama hedefi bununla sınırlı olamazdı. Çünkü hedefi bu olsaydı şehid olmak için bu kadar yol katetmek zorunda zorunda kalmadan Medine, Mekke veya müslümanların topluca şahitlik edebilecekleri başka bir yer seçebilirdi. Öte yandan, Kerbela'da kuşatma altına alındığında o sırada  Yezid ordusunun komutanlarından Hür bin Riyahi’ye hitaben, bırakın ceddim peygamberin haremine, mezarına yöneleyim, demezdi.

Bu görüş tamamen yanlış değil ama eksiktir.

Üçüncü Görüş: İmam Huseyn’in(as) tek hedefi hükümeti ele geçirmek, adalet temelli bir hükümet kurmaktı, bunun için Medine’den yola çıktı.

Cevap: Böyle olsaydı elçisi Muslim ibn Akiyl’in Kufe’de şehid edildiğini ve biy’at edenlerin dağıldığını duyduğunda geri dönmesi gerekirdi. Çünkü halk desteğinin olmadığı bir hükümetin kurulması düşünülemezdi. Halbuki hükümet kuramayacağı sonucuna vardığında bile geri dönmek yerine azimli bir şekilde yoluna devam etti.

Bu görüş de yanlış değil ama eksiktir.

Dördüncü Görüş: İmam Huseyin(as) masumdu, bizim hakikatini idrak edemeyeceğimiz özel bir görev üstlenmişti. Allah ile O’nun arasındaki irtibatın, nasıl bir görev üstlendiğinin özünü, batınını bizler anlayamayız. Her şeyi de anlamak zorunda değiliz.

 Cevap: Ancak bilindiği üzere gizli görev kişiye mahsustur, başka insanları ilgilendirmez. Örnek olarak, Hz. İbrahim’e oğlu Hz.İsmail’i kurban etme görevi sadece bu iki büyük peygambere mahsus bir ilahi emirdir. Halbuki İmam Huseyin(as) İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerine elçiler, mektuplar göndererek halkı yardıma, kıyama, biy’ate davet ediyordu. Sadece Şiileri değil Sünnileri de, hatta Hristiyanları da yardıma çağırıyordu. Kerbela’da hazır bulunan ve şehid olan Züheyr üçüncü halife Osman’a yakınlığı ile tanınan Sünnilerdendi. Kerbela şehidlerinden Vahap, şehid olmadan birkaç gün öncesine kadar Hristiyandı.

Apaçık beyan ve girişimler ortadayken masumların işlerini, Allah ile irtibatlarını ve gizemli görevlerini anlayamayız demek sorumluluktan kaçmaktır. İnsanların amacını bilmediği, anlamaktan aciz olduğu İmamın peşinden gitmesi akla mantığa uygun değildir.

Bu görüş de doğru değildir.

Peki İmam Hüseyin’in(as) hedefi neydi? Niçin kıyam ederek Kerbela'ya gitti?

İmam Hüseyin'in hedefi tek değil birçok yönlüydü. İmam(as) birkaç hedef ve stratejiyi aynı zamanda takip ediyordu. Bunları şöylece sıralıyabiliriz:

1- İmam Hüseyin(as) zamanında İslam inanç ve ahkamı yok olmaya yüz tutmuştu. Önceki halifeler döneminin aksine Yezid’in işbaşına geçtiği dönemde toplum nifak aşamasında değil, nifaktan daha tehlikeli bir aşamaya varmıştı.  Hayır ve şerr, maruf ve münker yer değiştirmişti. Alenen günah işleniyor ve bununla iftihar ediliyordu. İmam'ın hedeflerinden biri bu nifaktan daha kötü, yani İslami değerleri hiçe sayan ve inkara saplanan toplumsal duruma son vermekti. Günah işlenen toplum ile günahların kabahatinin, çirkinliğinin ortadan kalktığı, dini hükümlerin hiçe sayıldığı toplum aynı değildir.

İmam Huseyn’in üstlendiği görev halkı ıslah etmeği amaçlıyordu, hakim kadroyu değil. Ve nitekim bu eşsiz kıyam Emeviler ve aveneleri üzerinde değil halk üzerinde etkili olmuştur. Toplumun gövdesini sallamış, en azından bir önceki aşamaya (nifak )dönmesini sağlamıştır. Kerbela'daki kahramanlıktan  sonra Ehlibeyt'in (as) halk arasında sevgisi yavaş yavaş artmaya başlamış ve Aşura kültürünün sürdürülmesiyle günümüze kadar artarak devam etmiştir.

Kerbela kıyamı öte yandan hakim kadroya karşı (Emeviler veya Abbasiler)  çok sayıda kıyama ortam hazırlamıştır. Tevvabin kıyamı, Muhtar kıyamı, Zeyd bin Ali kıyamı ve Huseyin Sahib Feh kıyamı bu kıyamlardan sadece birkaçıdır.

2- İmam Huseyin (as)  hakimiyet konusundaki yanlış anlayışı yıktı. Çünkü Emevi İslam anlayışında halife, iktidar zalim de olsa başa geçene, hükümete karşı  kıyam etmek haramdır. İmam Huseyin(as) bu hareketiyle “zalim de olsa iktidardakilere karşı kıyam eden dinden çıkar” anlayışına son verdi, büyük bir tabuyu yıktı, kendisini ve en aziz dostlarını feda etti ama İslam’ın fatihasının okunmasına izin vermedi.

Bu kıyamdan sonra Ehli Sünnet mezhepleri arasında yerleşik bu anlayış etrafında büyük tartışmalar başladı. Çünkü cennet gençlerinin iki efendisinden biri olan İmam Hüseyin(as) herhalde dinden çıkamazdı, öyleyse bu anlayış yanlıştı.

3- İmam Huseyin'in üçüncü hedefi hükümet kurmaktı. Aksi takdirde Muslim ibni Akil'i halktan biyat alması için Kufe'ye göndermez, müslümanların büyük bir mücadeleye hazırlanmalarını istemezdi.

 Elbette, Müslim'in şehadetiyle birlikte Kufe halkının biyatten dönmesinden sonra da yola devam ettiyse bu hedefinin hükümet kurmakla sınırlı olmadığını ve başka stratejileri de olduğunu göstermektedir.

Hükümet kuramayacağı kesinleştikten sonra bile tebliğ, irşad görevini yerine getirmeye, uyuyan topluma şok vermeye kararlıdır. Çünkü bu toplumun başka türlü uyanması mümkün görünmüyordu. Bu şok, bu derin mesaj ancak ve ancak kendisinin ve vefalı dostlarının şehadetiyle gerçekleşebilirdi.

Hür bin Riyahi'ye " Bırakın Peygamberin mezarına geri döneyim" sözlerine gelince; İmam hedefinin savaş değil barış, ıslah, irşad olduğunu; ama karşı tarafın vahşiliğini, zalim mahiyetini oradakilere ve gelecek nesillere göstermek, duyurmak istiyordu. Ve nitekim bunda başarılı da oldu. Kendisi, Peygamber torunları ve sadık dostlarının şehadetiyle, kadın ve çocuklarının esaretiyle topluma verdiği şok sonucudur ki, olay üzerinden zaman olarak uzaklaştıkça Huseyni kıyamın derinliği, hakkaniyeti, mazlumiyeti ve zulme karşı kıyamın, direnişin hedefleri daha iyi anlaşılmakta ve zalimlere karşı tüm mustaz’af halklara mücadele dersi vermektedir.

Rabbim! bizi Huseyn’e dost olanlara dost, düşman olanlara düşman eyle!

 

Ziya Türkyılmaz

Pazartesi, 08 Ağustos 2022 12:51

Aşura Günü Musibeti

Aşura Onuncu gün anlamına gelir. Muharrem ayının onuncu günüdür. Şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin'in (a.s), oğullarının ve yarenlerinin şehadet günüdür.

Aşura, cahiliye döneminde resmi bayram ve resmi tatil idi. Bugünde oruç tutarlardı.

Aşura gününde en güzel elbiselerini giyer, şehri ışıklandırır, saçlarına kına yakarlardı. İslam'ın Ramazan ayı orucunu farz kılmasıyla Aşura orucu nesh edilmiştir. Cahiliye döneminde Muharrem ayının onuncu gününe neden Aşura dendiği konusunda şöyle anlatılır:

"Cahiliye döneminde de Muharrem'in onuncu gününe Aşııra denirdi. çünkü on peygamber, böylesi bir günde Allah'ın keremiyle keramet sergilemişlerdir."

Şia literatüründe ise Aşura, İmam Hüseyin'in (a.s) 10 Muharrem'de şehadete ermesinden dolayı en büyük matem günü sayılmaktadır. Zira bu günde Peygamber ailesine en büyük zulümler reva görülmüş ve bundan dolayı İslam düşmanları, bugünü bayram ve sevinç günü saymışlardır. Ancak Ehlibeyt dostları bugünü yas günü olarak görür, Kerbela'da katledilen İslam kahramanlarının şehadetlerini gözyaşlarıyla yâd ederler.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Aşura öyle bir gündür ki Hüseyin, yarenleri arasında öldürülmüş, yere düşmüştü. Yarenleri de onun etrafında yere düşmüşlerdi ve bedenleri çıplaktı."

İmam Rıza (a.s) da şöyle buyurmuştur:

"Kim Aşura'yı kendine musibet ve ağlama günü edinirse, Allah da kıyamet gününü ona sevinç ve mutluluk günü kılar."

Ziyaret-i Aşura adlı duada Emevilerin bugünü kutladıkları ve sevinç günü ilan ettikleri açıkça belirtilmiştir. Nitekim sözü edilen ziyaretnamede şöyle geçer:

"Allah'ım, bugün öyle bir gündür ki Ümeyye oğulları ve ciğer yiyen Hinde'nin çocukları bugünü kutladılar..."

Masum imamlar bugünün anısını canlı tutar, matem meclisleri hazırlar ve İmam Hüseyin'e (a.s) ağlarlardı.

Hz. Hüseyin'i (a.s) ziyaret eder, halkı da ziyarete teşvik ederlerdi. Aşura, onların hüzün günüydü.

Aşura gününde eğlenmemek, çalışmamak, yas tutup ağlamak, öğle vaktine kadar bir şey yiyip içmemek, ev için bir şey biriktirmemek ve yas hâlinde olmak, başlıca müstahap (sevap) amellerdendir.

Emevîler ve Abbasîler döneminde geniş bir şekilde matem meclisleri düzenlemeye resmî olarak izin verilmiyordu. Ancak şiiler fırsat bulduğu her yerde, Aşura gününde, teşkilatlı bir şekilde yas merasimleri düzenleniyordu.

Tarihçilerin yazdığı üzere Muizzu'd-Devle ed-Deylemî, Bağdat'ta İmam Hüseyin (a.s) için matem merasimi düzenlenmesini zorunlu kılarak Aşura günleri pazarların kapatılmasını, işlerin tatil edilmesini, hiçbir aşçının yemek pişirmemesini ve kadınların siyah giyinmiş bir halde dışarı çıkıp yas tutmalarını istemişti. Bu durum yıllarca devam etti ve kimse buna engel olamadı. çünkü o dönemde hükümet, şii hükümeti idi.

Aşura, asırlardır hak ile batıl arasında bir hesaplaşma ve din yolunda candan geçme, fedakarlık sergileme günü olarak bilinen bir gündür. İmam Hüseyin (a.s), böyle bir günde az sayıdaki imanlı, izzetli ve onurlu yarenleriyle Yezid'in taş kalpli, dinsiz ve zalim ordusuna karşı kıyam etmiş, Kerbela'yı Allah âşıklarının kalplerinde her zaman yaşayacak bir meşale kılmıştı.

Her he kadar bir günle sınırlı olsa da, Aşura'nın bıraktığı etkiler kıyamete kadar sürecektir.

Bugün, kalplerin derinliklerinde öyle derin izler bırakmıştır ki, her yıl Muharrem ayının ilk on günü, özellikle de Aşura günü, tüm Ehlibeyt dostları için hürriyet abidesi, şehadet ve cihat ekoli hâline gelmiş, İmam Hüseyin'e (a.s) karşı büyük bir sevgi seli oluşmasına vesile olmuştur. öyle ki, bu büyük insanlara karşı duyulan sevgi, sadece şiilerle sınırlı kalmamış, diğer fırkalara, hatta gayri müslimlere dahi sirayet etmiştir.

Aşura, Peygamber efendimizin (s.a.a) "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim" hadisinin tecellisi olmuş, İslam dini, şehitlerin Efendisi'nin kanıyla yeniden canlanmıştır.

İmam Humeyni'nin (r.a) tabiriyle;

"Aşura, adaleti isteyenlerin az bir sayıyla, fakat büyük bir iman ve aşkla saray ehli zalim ve yağmacı müstekbirlerin karşısında yapılan görkemli bir kıyamdır!"

İmam Humeynî, Aşura hareketinin geleceğe ışık tutan konumu hakkında, bir diğer konuşmasında da şunları söylemiştir:

"Eğer Aşura olmasaydı, Ebu Süfyan'ın cahiliyet mantığıyla İslam ruhunu ve Kitab'ı yok etmeyi istemesinin ve Yezid'in eski cahiliyet dönemlerine geri dönme hayalleriyle Peygamber evlatlarını öldürüp apaçık bir şekilde 'Ne kıyamet vardır, ne de vahiy inmiştir!' diyerek İslam'ı ortadan kaldırmaya yönelik eylemlerinin ardından Kurân-ı Ke-rim'in ve yüce İslam'ın başına neler gelebileceğini tahmin bile edemezdik."

İmam Hüseyin (a.s), Kufelilerin daveti üzerine, Yezidi hükümeti istemeyen duyarlı insanlara ulaşmak ve onların önderliğini üstlenmek üzere Mekke'den Kufe'ye doğru yola çıktığında, henüz Kufe'ye varmadan Keıbela'da, İbn-i Ziyad'ın ordusu tarafından kuşatıldı. Zillete boyun eğmeyip zalim hükümete biat etmeyince Kufe ordusu onunla savaştı.

İmam Hüseyin (a.s) ve yarenleri, Aşura günü, susuz bir şekilde ve büyük bir yiğitlikle sonuna kadar savaşarak şehit oldular. Bu nur kafilesinden geride kalanlar, zalimler tarafından esir edilerek Kufe'ye götürüldü.

Yetmiş iki cengâver, insanlık tarihinin en büyük yiğitliğini sergileyerek al kanlarıyla kendilerini tarihe ve faziletli insanların vicdanlarına nakşettiler, davalarını ebedî kıldılar.

çağdaş yazarlardan Muhammed Rıza Hekimî, Kıyam-ı Cavidani adlı eserinde Aşura'yı şöyle tanımlamıştır:

Aşura, insan ruhu için her dönemde yer alan büyük bir sofradır.

Zaman mahkemesinde büyük vicdanın yüce tecessümüdür.

İman tecelligâhında insan cesaretinin metanetidir.

İhrama bürünen feryatların kan tavafıdır.

Kan mikatında Kabe'nin tecellisidir.

Hayat yolculuğunda seyahat halinde olan kafileler ve neferleri için durakları ve geçitleri gösteren bir yol haritasıdır.

Aşura, amel mabedinde Tevrat'ın, İncil'in ve Zebur'un nakaratıdır.

Ebediyet levhalarında Kuran ayetlerini tane tane okumaktır.

Tel tel damarlarda akıp giden Allah'ın kanıdır.

Tebliğin zirvesindeki Hira dağının kesilmiş boğazıdır.

Tebliğ yolunda, Kureyş'in şirki ve Umeyye oğullarının cahillikleriyle Muhammed'in (s.a.a) yeniden mücadelesidir.

Aşura, Bedir ve Huneyn'de okunan recezlerin yeniden doğduğu yerdir.

Namazda şehadetin, şehadette namazın bir kez daha infilakıdır.

Batılın helak yurdunda Hakk'ın sonsuzlaştırılmasıdır.

Toplumların uğrak yerlerinde Hüseyniyelerin kızıl feryadıdır.

Tarih boyunca mazlumların haykırageldiği gür sesidir.

Sığınağı olmayan kimselerin başlarına çekilen insanlığa ait şefkat elidir.

Adaletsizliğin ve karanlığın kol gezdiği asayişsiz dünyada hamasetle insanlığın üzerine örülen kızıl bir çatıdır.

Beşeriyet mahkemesinde adalet isteyenlerin çarpan kalbidir.

Yüksek seslerle yemyeşil vadilerde yankılanan zafer çığlıklarıdır.

Hayat okyanusunda denizler yaratan susuzluktur.

Özgürlük vaat eden esaretin omuzlarına yüklenen büyük bir risalettir.

Aşura, namaz kılanların yüz akı, Müslümanların onurudur.

Aşura Kabe'nin esası, kıblenin temeli, ümmetin direği, Kurân'ın hayatı, namazın ruhu, haccın bekası, Safa ve Merve'nin ihlası, Meşar ve Mina'nın can damarıdır.

Aşura, İslam'ın insanlığa ve tarihe hediyesidir..

Lübnan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, "Siyonistlerin daha fazla direnme gücü yoktu ve direniş güçleri kendi şartlarını dayatma yeteneğine sahiptir." dedi.
 

 Lübnan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah Muharrem ayının 10.gecesinde yaptığı konuşmada, Siyonist Rejim'in Gazze Şeridine yönelik 5 Ağustos'ta başlattığı saldırılar ve İslami Cihad Hareketinin misilleme operasyonu ile ilgili açıklamada bulundu.

Nasrullah, "İsrail'in durumu zaten belli ve savaşın sona ermesini istiyor. İsrail savaşı sürdürmeyi göze alamazdı. Aşkelon ve Tel Aviv'in yanı sıra Gazze çevresindeki yerleşimcilerin savaşa karşı daha fazla direnme gücü kalmamıştı." dedi.

Hasan Nasrullah, " Direnişin ortaya çıkardığı bu konu her zaman üzerinde durulması gereken düşmanın zaaflarından biridir." ifadesini kullandı.

Filistin direnişinin mücadelesini  övgü ile karşılayan Hizbullah Hareketi lideri, "Komutan Teysir el-Caberi ve kardeşlerinin canice katledimesi cevapsız kalmamalıydı.Aslında cesurca verilen tepki uygun bir zamanda yapıldı ve bu düşmana karşı caydırıcılık vurgusudur." yorumunda bulundu.

Seyyid Hasan Nasrullah, Filistin, Lübnan ve her yerde direniş, kendi milletini ve onurunu savunabilir, aynı zamanda caydırıcılık denklemlerini kurabilir ve düşmana şartlarını da dayatabilir, çünkü diğer seçenek hezimet, boyun eğme ve geri çekilmedir." şeklinde konuştu.

Siyonist Rejim, 5 Ağustos'ta saldırı hazırlığında olduğu gerekçesiyle Gazze'de İslami Cihad'a ait olduğunu iddia ettiği hedeflere saldırı başlatmıştı. Filistin direnişi de misilleme olarak işgal hedeflerine yönelik füze saldırılarını başlatmıştı.

Siyonist İsrail ile Gazze'deki İslami Cihad Hareketi arasında Mısır'ın ara buluculuğuyla varılan ateşkesin, dün yerel saatle 23.30'dan itibaren yürürlüğe girdiği duyurulmuştu.

Filistin medyası dün akşam Gazze'nin merkezindeki Samer kavşağında işgal uçağının bombalaması sırasında yaralanan polis Mahmud Davud'un şehit olduğunu bildirdi.

Böylece işgalci siyonist rejimin, Gazze Şeridi'ne yönelik 3 günlük saldırılarında şehit olanların sayısı 45'e yükseldi.

Saldırılarda şehit olanlardan 14'ü çocuk, 4'ü ise kadınlardan oluşuyor. Saldırılarda 360 kişi de yaralandı

İran Dışişleri Bakanı, uluslararası ve İslami kurumlara yazdığı bir mektupta, Gazze ve Filistin topraklarındaki krizin tırmanmasının sonuçlarının tamamen gaspçı ve saldırgan Siyonist rejimden kaynaklandığına dikkat çekti.

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Siyonist rejiminin Gazze halkına yönelik vahşi ve saldırgan saldırılarının ardından İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarına, Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri, Bağlantısızlar Hareketi Başkanı ve Afrika Birliği Genel Sekreteri'ne mektuplar göndererek İslam Cumhuriyeti'nin derin endişesini iletti.

İran Dışişleri Bakanı gönderdiği mektuplarda, Siyonist rejimin uluslararası örgütlerin sessizliği ve eylemsizliğinin gölgesinde gerçekleştirdiği suç ve saldırılarını kınarken, yaşananların sonuçlarından Siyonist rejimin sorumlu olduğuna işaret etmiştir.

Emir Abdullahiyan, işgale karşı çıkmayı ve anavatanı savunmayı Filistin halkının doğal hakkı olarak değerlendirdi ve uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletleri, özellikle de bu örgütün Güvenlik Konseyi'nin acil ve kararlı bir şekilde harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.

 

İslami Cihad Hareketi: İşgal Güçleri Gazze'de Bir Metre Bile İlerleyemedi

 Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi." dedi.
 

Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, düzenlediği basın toplantısında Gazze Şeridi'ndeki son durumu değerlendirdi.

Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek, "Filistin halkı düşman işgaline karşı büyük bir başarı elde etti." dedi.

Nehale, Filistin halkına ve Filistin direnişiyle dayanışma gösteren Arap ve İslam milletlerine selamlarını ileterek, İslami Cihad'ın Filistin'i savunmak için kararlı olduğunu ve her zamankinden daha güçlü olduğunu söyledi.

Nehale, "Çatışma sırasında Siyonistlere ait 58 yerleşim noktası Kudüs Tugayları roketlerinin ateşi altındaydı." açıklamasında bulundu.

"Ateşkesin sağlanması için elinden geleni yapan taraf Siyonist düşmandı" diyen Nehale, düşmana direnişin şartlarını dayattıklarını kaydetti.

İlk andan itibaren, İslami Cihad Hareketi yöneticilerinden Bessam es-Saadi ve açlık grevindeki Halil el-Avavide'nin serbest bırakılmasını şart koştuklarını kaydeden Nehale, İsrail'in bu talebi kabullenmede önce yavaş davranmaya çalıştığını ancak sonunda kabul ettiğini aktardı.

İslami Cihad Genel Sekreteri, Siyonist Rejim'in kabul ettiği şartları yerine getirmemesi halinde ateşkes anlaşmasını yok sayacaklarını ve savaşa yeniden başlayacaklarını söyledi.

İşgalcilerin tüm şehirlerinin direniş füzelerinin menzilinde olduğunu anlatan Nehale, "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi ve korku dengesini sağlayan biz olduk." dedi.

Ziyad en-Nehale, "Biz ve Hamas aynı koalisyondayız ve düşman aramızda ihtilaf yaratamaz." diye konuştu.

Siyonist Rejim, 5 Ağustos'ta saldırı hazırlığında olduğu gerekçesiyle Gazze'de İslami Cihad'a ait olduğunu iddia ettiği hedeflere saldırı başlatmıştı. Filistin direnişi de misilleme olarak işgal hedeflerine yönelik füze saldırılarını başlatmıştı.İsrail'in Gazze şeridine düzenlediği saldırılar sonucunda aralarında 14 çocuk, 4 kadının yer aldığı 44 kişi hayatını kaybetmişti. Siyonist İsrail ile Gazze'deki İslami Cihad Hareketi arasında Mısır'ın ara buluculuğuyla varılan ateşkesin, dün yerel saatle 23.30'dan itibaren yürürlüğe girdiği duyurulmuştu.

İran Dışişleri Bakanı, uluslararası ve İslami kurumlara yazdığı bir mektupta, Gazze ve Filistin topraklarındaki krizin tırmanmasının sonuçlarının tamamen gaspçı ve saldırgan Siyonist rejimden kaynaklandığına dikkat çekti.

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Siyonist rejiminin Gazze halkına yönelik vahşi ve saldırgan saldırılarının ardından İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarına, Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri, Bağlantısızlar Hareketi Başkanı ve Afrika Birliği Genel Sekreteri'ne mektuplar göndererek İslam Cumhuriyeti'nin derin endişesini iletti.

İran Dışişleri Bakanı gönderdiği mektuplarda, Siyonist rejimin uluslararası örgütlerin sessizliği ve eylemsizliğinin gölgesinde gerçekleştirdiği suç ve saldırılarını kınarken, yaşananların sonuçlarından Siyonist rejimin sorumlu olduğuna işaret etmiştir.

Emir Abdullahiyan, işgale karşı çıkmayı ve anavatanı savunmayı Filistin halkının doğal hakkı olarak değerlendirdi ve uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletleri, özellikle de bu örgütün Güvenlik Konseyi'nin acil ve kararlı bir şekilde harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.

 

İslami Cihad Hareketi: İşgal Güçleri Gazze'de Bir Metre Bile İlerleyemedi

 Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi." dedi.
 

Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, düzenlediği basın toplantısında Gazze Şeridi'ndeki son durumu değerlendirdi.

Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek, "Filistin halkı düşman işgaline karşı büyük bir başarı elde etti." dedi.

Nehale, Filistin halkına ve Filistin direnişiyle dayanışma gösteren Arap ve İslam milletlerine selamlarını ileterek, İslami Cihad'ın Filistin'i savunmak için kararlı olduğunu ve her zamankinden daha güçlü olduğunu söyledi.

Nehale, "Çatışma sırasında Siyonistlere ait 58 yerleşim noktası Kudüs Tugayları roketlerinin ateşi altındaydı." açıklamasında bulundu.

"Ateşkesin sağlanması için elinden geleni yapan taraf Siyonist düşmandı" diyen Nehale, düşmana direnişin şartlarını dayattıklarını kaydetti.

İlk andan itibaren, İslami Cihad Hareketi yöneticilerinden Bessam es-Saadi ve açlık grevindeki Halil el-Avavide'nin serbest bırakılmasını şart koştuklarını kaydeden Nehale, İsrail'in bu talebi kabullenmede önce yavaş davranmaya çalıştığını ancak sonunda kabul ettiğini aktardı.

İslami Cihad Genel Sekreteri, Siyonist Rejim'in kabul ettiği şartları yerine getirmemesi halinde ateşkes anlaşmasını yok sayacaklarını ve savaşa yeniden başlayacaklarını söyledi.

İşgalcilerin tüm şehirlerinin direniş füzelerinin menzilinde olduğunu anlatan Nehale, "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi ve korku dengesini sağlayan biz olduk." dedi.

Ziyad en-Nehale, "Biz ve Hamas aynı koalisyondayız ve düşman aramızda ihtilaf yaratamaz." diye konuştu.

Siyonist Rejim, 5 Ağustos'ta saldırı hazırlığında olduğu gerekçesiyle Gazze'de İslami Cihad'a ait olduğunu iddia ettiği hedeflere saldırı başlatmıştı. Filistin direnişi de misilleme olarak işgal hedeflerine yönelik füze saldırılarını başlatmıştı.İsrail'in Gazze şeridine düzenlediği saldırılar sonucunda aralarında 14 çocuk, 4 kadının yer aldığı 44 kişi hayatını kaybetmişti. Siyonist İsrail ile Gazze'deki İslami Cihad Hareketi arasında Mısır'ın ara buluculuğuyla varılan ateşkesin, dün yerel saatle 23.30'dan itibaren yürürlüğe girdiği duyurulmuştu.

Salı, 02 Ağustos 2022 05:30

İnsanın Allah ile Savaşı

 Allah insanı alim, adil, arif, abid yapmak istiyor.
Allah insanı kerim kıldığını buyuruyor.
Allah insanı halifetullah yapmayı irade ettiğini beyan ediyor.
Bunlara ulaşma yolunun marifetullah ve ubudiyyet olduğunu buyuruyor.


Peki insanın halifetullah olmasını engelleyen nedir? Allah’a kul olmasını, insan gibi insan olmasını engelleyen nedir?
Hiç şüphesiz en büyük engel “İblis“ ve onun isteklerine eğilimi olan “Nefistir“.
Allah'ın bu iradesinin karşısına dikilen İblis, kendisi gibi insanın da Allah‘ın dergahından kovulup daimi olarak rahmetinden mahrum kalması için uğraşıyor.
Şeytan, insanoğlu yaratıldığı günden beri onu isyan, günah, ilahi hükümleri ihlallere sürüklemekten hiç bir zaman vazgeçmedi.
Elbette İblis bununla yetinmeyeckti hedefini daha da büyütecekti; asırlar sonra bazı insanların Allah‘a karşı diklenmesini, kendisini ilah yerine koymasını istemekte ve teşvik etmektedir. İblis hizmetine aldığı insanlar aracılığıyla bu hedefini küreselleştirmek istiyor.

Şimdi bu ilahlık taslayan insan yeni bir dünya düzeni kurmak istiyor; kontrolleri ellerinde olacak “Dijital hayata geçiş“ için denemeler yapıyor.
Dijital dünya düzeni ne içeriyor;
- Ekonomi temelli bir dünya düzeni kurmak; din merkezli ve ulusal merkezli yönetimleri yok etmek, fiziksel parasız alış-veriş, dijital ticareti yaygınlaştırmak, bağımsız şirketleri kendilerine bağımlı kılmayı içeriyor.
- Tek tür beslenme programı; yeni gıda üretim ve tüketim programı, kendi ürettiklerini piyasaya hakim kılmak, dijital sipariş sistemi oluşturmayı içeriyor.
- Tek eğitim sistemi; uzaktan dijital eğitim programı bir denemedir; yönlendirme, bilgilendirme, kontrol, tek tip insan yetiştirme, 2030 eğitim prtogramının hazırlıkları için 2020 dijital eğitimle denemesi yapılıyor.
- Tek merkezli sağlık sistemi; sağlık kriterlerini tayın etme, hastalıklarla mücadele, tedavi, ilaç üretimi ve tüketimi tekelinde bulundurmak, hastalandırmak, iyileştirmek kendi kontrollerinde ve öldürmek kendi yetkilerindr olacak şekilde dizayn etmek istiyor.
- Yeni bir hayat modeli/tarzı; kural ve kanunlarını kendilerinin belirleyeceği; chip ile kontrollü bir yaşam; uyumsuz, kural ihlali, sisteme aykırı, düzeni bozan kişilerin sistemin dışına atıp imha etmeyi planlıyor.
İşte günümüzde şeytanlaşmış ve kendisini ilah gören insan Allah‘a karşı savaş açmıştır.

Bütün dünyayı hegemonyasına almak isteyen bu insanın talebi;
- Humanizmi hakim kılarak İnsanların birbirinden kopmasını sağlayıp toplumsallıktan individualizme geçiş; yardımlaşma, dayanışma, paylaşım, istişare, görüş alış-verişi, “emri bilmaruf nehy anil münkeri“, “silayı rahmi“ devre dışı bırakıp sentetik/yapay insan, biyonik insan, robotik insan yaratmak istiyor.

Allah‘a savaş açmış insan bunu nasıl gerçekleştirmek istiyor?
Bu projeyi siyasal, sosyolojik, dini, psikolojik, ekonomik yönü açıklanmadan anlamak zordur.
Küresel şoklar yaratarak; biyolojik saldırılar, ekonomik krizler, küresel sağlık sorunları, siyasal krizler, bölgesel savaşlar çıkararak insanları küresel sorunlara inandırmak istiyorlar.

Hollywood senaristlerinin ve siyasi stratejistlerin kurguları pratize ediliyor, küresel medya da insanları buna inandırmaya sevkediyor.

Daha sonra kurtarıcı olarak ortaya çıkıp “münci/kurtarıcı“ olarak bütün ipleri eline geçirip herkesi kendisine mahkum ederek; ister gönüllü ister zorla herkese kabul ettirerek kendisine itaat ettirmeyi planlıyorlar.

Aynı Firavun‘un yaptığı gibi, hani Firavun kavmini zayıf düşürmüş, onların akıllarını boşaltmış ve yeni kriterler yükleyerek “Ena rabbikum'ul ala“ düşüncesini empoze etmişti. Bu anlayışı herkese aynı şekilde aşılamak suretiyle böylece insanların her biri “ena rabb“(ben rabbim) demeye başlayacak, kendileri de “rabbul erbab“ (rablerin rabbi veya en büyük rab) olacaklar.
Bu tip insan Allah’a açtığı savaşta tevhidi ve tümden dini devre dışı bırakıp dünyanın sahibi olduklarını ilan edecekler.
İnsanın varacağı son nokta işte budur.

Kendisini ilah gören bu insanın bu hedefine ulaşmasına engel olacak ilahi bir proje var mıdır?

Bir Musa Kelimullah (as), bir İbrahim Halilullah (as), bir İsa Ruhullah (as), bir Muhammed Mustafa (saa) çıkıp bunlara dur diyecek mi?
İlahi hüccetler yeryüzünde bunun için bulunmuyor mu?
Öyleyse zamanımızın Müncisi, Hadisi, Hidayet önderi ilahi hedefi gerçekleştirecek ilahi Hücceti Hz. Mehdi‘nin (af) gaybet perdesinden çıkıp zuhur edeceği günün yaklaştığına inanmak o kadar zor mu?

Peki bizler ne yapmalıyız?

Allah’a savaş açmış bu insanların projeleri karşısında susmak, onlara itaat etmek, onların istediği gibi hareket etmek, onların isteklerine boyun eğmek kader midir?

Hz. Mehdi’nin (af) zuhurunu beklemek oturup miskinler gibi ağlamak mıdır?
Zuhur için ortam hazırlayamıyorsak, bir çaba içinde bulunmuyorsak en azından zuhuru geciktirecek işlerden kaçınmamız gerekmiyor mu?

Sabahattin Türkyılmaz

Salı, 02 Ağustos 2022 05:01

İmam Hüseyin’in (a.s) Kıyamı

Felsefi açıdan her doğal olay dört nedene dayanmaktadır. Bu dört nedenden biri olmadığı taktirde söz konusu hadise vücuda gelemez. Örneğin bir yazı masasını yaparken marangoza, masanın maddesini oluşturan tahtaya, tahta parçalarının birbirinin eklenmesiyle oluşan bir şekle ve sonra da bu masadan ortaya çıkan etki ve faydalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumda marangoz faili neden, tahta maddi neden, masanın şekli suri (şekilsel) neden ve bu masanın faydaları ise gai (hedefsel) neden konumundadır.

Hareketlerde dört neden

Bu kanun sadece doğal hadiseler için geçerli değildir. Tarihte yer alan hareketler de bir şekilde bu dört nedene bağlıdır. Araştırmacı bir kimse tarihi yorumlayarak hareketin sebeplerini ve etkilerini açık bir şekilde elde edebilir. Böylece hareketin hedefini, unsurlarını ve şeklini tanıyabilir. Bu durumda kıyamın gerekleri ve halk kıyamı faili bir neden, bu devrimin sonuçları hedefsel bir neden, diğer nedenler ise bu devrimin şekli ve maddi nedenleri sayılmaktadır.

Hüseyin b. Ali’nin (a.s) Kıyamı

İmam Hüseyin (s.a) kanunu da bu olayların genel kanunundan hariç değildir. Hz. Hüseyin’in devriminin de gerekleri hedefleri, etkileri ve sonuçları olmuştur. Biz bu dört etkeni yorumlarken sadece ilk etkeni, yani Hz. Hüseyin’i devrime sevk eden nedenleri özel bir açıdan incelemeye çalışacağız. Burada iki ihtimal söz konusudur:

1-Hz. Hüseyin’in (a.s) kıyamı tam biz özgürlük ve hürriyet içinde gerçekleşti. Hz.Hüseyin (s.a) bu devrim hareketini çeşitli nedenlerden dolayı susmaya tercih etti. Oysa o kıyam etmeyebilir, kendisini ve takipçilerini hakim sınıfa uydurabilir, en azından hakim sınıf karşısında lakayt davranabilirdi. Bütün cinayetler karşısında susarak sessizliği harekete tercih edebilirdir.

2-Baskı zulüm ve sitem o günkü İslam toplumunda öyle bir yere varmıştı ki artık toplum dayanamaz bir hale gelmişti ve ister istemez o toplumda bir patlama olacak ve bir hareket başlatılacaktı.

Devrimleri bilinçsiz bir patlama olarak yorumlayan ve Hegel’in görüşü üzere niceliğin niteliğe dönüşümü olarak izah edenler Hz. Hüseyin’in (a.s) devrimini ele aldıklarında bu yorumlarının genel bir kanun olduğunu göstermek için Hz.Hüseyin’in (a.s) devrimini de bilinçsiz bir patlama olarak göstermeye çalışmaktadır.

Onların dediğine göre maddi olaylarda değişimler bazen öyle bir noktaya gelmektedir ki söz konusu maddi olaylar değişimleri kabullenememekte ve bu cüz’i değişimler yeni bir türün ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Örneğin suyun kaynamasının belli bir sınırı vardır. Isı yükselince ister istemez su buhara dönüşmektedir.

Onlara göre bu kanun toplum ve tarih içinde geçerlidir. Toplum bir yere kadar zalimlerin zulmüne boyun eğmektedir. Ama bu olay dayanılmaz bir hal alınca sonunda hakim zulüm aleyhine patlama olmakta ve devrim vücuda gelmektedir.

Bu esas üzere bazı kimseler şöyle demektedir: Hz. Ali’nin (a.s) şahadetinden sonra Emevi yönetimi Müslüman ve mazlum halk üzerindeki baskısını artırdığı Muaviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezid bu baskıyı daha da artırdı ve toplum bu zulme dayanmaz bir hale geldi. Sonuçta Hz. Hüseyin’in (a.s) kıyamı bu patlamanın ve kaçınılmaz devrimin ifadesi olmuştur.

Bilinçli devrim

Hz. Hüseyin’in (a.s) hareketi hakkında böyle bir hüküm doğru değildir. Ve de maddeci yorumcuların şahsi inançlarından kaynaklanmaktadır. Eğer onlar bu hareketin tarihini inceleyecek ve olayları doğru görecek olsalardı asla bu değerli devrim hakkında böyle hüküm vermezlerdi. Bu tür yorumcular niceliğin niteliğe dönüşümünü doğal olaylar hakkında kabullenmiş ve bu kanunun toplum ve tarih hakkında da az çok hakim olduğunu dile getirmişlerdir. Dolayısıyla Hz. Hüseyin’in (a.s) kıyamını da böyle yorumlamak zorunda kalmışlardır. Eğer onlar bu ilkeyi evrensel kabul etmez veya genelleştirmeselerdi asla Hz. Hüseyin’in (a.s) devrimini de değersiz göstermek için bilinçsizlikle itham etmezlerdi. Onların en büyük sorunu bütün hareketleri kendi sınırlı ölçüleriyle değerlendirmeye kalkmalarıdır. Onlar aykırı bir durum gördüklerinde de çaresiz bir şekilde tahrife yönelmekte ve tek boyutlu tezlerini korumaya çalışmaktadırlar. Toplumsal patlamalar buhar kazanının patlamasına benzetilebilir. Güvenlik supabı kâmil bir şekilde kapandığında ister istetmez patlama olmaktadır. Aynı şekilde toplumda zulüm ve baskı her yeri kaplayınca kesin bir hadise olarak toplumsal patlama ve devrim vücuda gelmektedir. Patlama kıyamı küçük bir mukayese ile aşağılık kompleksi olan bir insanın patlamasın andırmaktadır. Böyle bir insan her ne kadar pişman olsa da içinde var olan her şeyi dışarı dökmek istemektedir. Patlama esasına dayalı kıyam her türlü ahlaki değerden yoksundur. Hiçbir zaman devrimin kahramanını övmek olmaz. Zira kıyam edenler aslında devrimi seyredenlerdir; oynayanlar değil. Etkili olan unsur çelişki ve zulümlerin artmasıdır. Bu çelişkiler ve zulümler kendisini heyecan ve isyan şeklinde göstermekte ve isyancı grupları muhalefet ve isyana zorlamaktadır.

Bu teze inanan insanlar toplumsal infiali öne almak için çelişkileri ve rahatsızlıkları artırmak için didinirler. Toplumsal buhar kazanını patlatarak düzeni altüst etmeye çalışırlar. Burada işu iki derin konuya dikkat etmek gerekir:

1-Acaba patlama esasına dayalı devrimlerin ahlaki bir değeri var mıdır?

2-İmam Hüseyin’in (aç.s9 devrimi bu türden bir devrim miydi yoksa bilinçli bir kıyam mıydı? Acaba bu devrimi meydana getiren etkenler baskılar ve çelişkiler miydi yoksa vicdani ahlaki ve deruni bir etken miydi?

Birinci hususta irade dışı işlerin her ne kadar faydalı da olsa hiçbir değer taşımadığını bilmek yeterlidir. Farz edelim yırtıcı bir hayvan değerli bir insana saldırmak istemektedir. Bilinçsiz bir ok atıcı bir ok atarak yırtıcı hayvanı öldürmekte ve o değerli insanın canın kurtarmaktadır. Bu durumda insan hedefsiz ok atıcının işini övemez. Zira bu kimse yaptığı iş hakkında herhangi bir bilince sahip değildir. Dolayısıyla da onu övmek gerçekçi olamaz.

Toplumsal infiallerde daha büyük bir ölçüde bu kategoride değerlendirilmektedir. Özgürlük ve irade yoksunu devrimciler bir dağı sarsan ve ardından seller akıtan ama deruni baskılar ve sınıf çelişkileri sebebiyle harekete geçmiş kimseler gibidir. Dolayısıyla böyle bir işin ahlaki bir değeri yoktur.

İspanyanın fethinde bu topraklara giren İslam ordusu komutanı bütün gemilerin yakılmasını emretti. Yetecek az bir miktar dışında tüm yiyeceklerin denize dökülmesini istedi. Daha sonra İslam komutanı orduya şöyle seslendi: “Arkanızda derya önünüzde ise güçlü bir düşman! Burada durmanız sizin için ölüm demektir.” Bu durumda savaşmaktan ve İspanyayı fethetmekten başka bir çare kalmamıştı. Dolayısıyla hep birden ilerlediler. Burada komutanın yaptığı iş herkes tarafından övülmektedir. Zira komutan özgürlüğünü düşman karşısında tehlikeye soktu ama böyle bir zafer ahlaki açıdan övülemez ve değerli bir iş olarak kabul edilemez. İnsanı kavşak noktasında tutan ve faziletli yolu hürriyet ve özgürlükle seçtiren bir iş olarak ahlaki değer taşıyabilir. Bütün kapıların kapandığı, tercih hakkının olmadığı ve zorla yapılan bir iş ahlaki bir iş olamaz.

İmam Hüseyin (a.s) ve bilinçli kıyam

İmam Hasan (a.s) öldükten sonra İmam Hüseyin (a.s) ve taraftarlarının kalbinde devrim başakları filizlendi. İmam Hüseyin (a.s) mazlum kardeşinin şahadetinden Muaviye’nin ölümüne kadar sürekli olarak muhalefet içinde bulunuyor ve her yerde Muaviye’yi rüsvay etmeye çalışıyordu. Muaviye’nin İslam ümmeti üzerindeki cinayetlerini sıralıyor ve bazen mektup yoluyla kıyam edeceğine dair tehdit ediyordu. Muaviye öldükten sonra imam Hüseyin’in (asç.9 hareketi daha da belirli bir şekilde belirginleşti. İmam Hüseyin (A.s) Müslümanları çeşitli yollarla kıyam ve devrime davet ediyordu. İmam Hüseyin (a.s) çok ince örgütlenmeye dayanan düzenlemeler yapıyor ve ümmeti kendisiyle birlikte harekete davet ediyordu. Dolayısıyla İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamını bilinçsiz bir kıyam olarak adlandırmak ve ahlaki değerlerden yoksun devrimlerden biri saymak mümkün müdür? Şimdi de İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının bilinçli bir kıyam olduğunu tarihi kanıtlarını açıklamaya çalışalım:

1-Yezid için biat alınırken İmam’ın (a.s) yaptığı konuşma

Muaviye İmam Hasan’ı şehit ettikten sonra tehdit ve satın alma yoluyla bir grup şahsı Yezid’e biat etmeye ikna etti. İmam Hüseyin (a.s) bu durumda Muaviye’ye şöyle hitap etti: “Yezid’in kemali ve iş bilirliği hakkında yaptığın açıklamaları işittim. Sen bu yolla halkı saptırmak istiyorsun. Adata tanınmamış bir kimse hakkında konuşuyorsun. Adeta bizim bilmediğimiz bir şeyi anlatıyorsun. Oysa Yezid bu iş hakkındaki konumunu ve liyakatini ifşa etmiştir. O güvercin ve köpeklerle oynayan bir kimsedir. O sürekli olarak kadınlarla eğelenmekte, çalgı aletleri çalmakla meşgul olmaktadır. En iyisi bu işten vazgeç ve günah yükünü daha da ağırlaştırma.[2]

2-İmam’ın Muaviye’ye Mektubu

İmam Hüseyin (a.s) Muaviye’ye bir mektup yazarak salihleri sahabenin büyüklerini ve Hz. Ali’nin (a.s) takva sahibi dostlarını katlettiğini ve böylece büyük cinayetler işlediğini söyledikten sonra şöyle buyurmuştur: “Ben birtakım özürler sebebiyle senin aleyhine kıyam etmediğim için Allah’tan korkuyorum. Zira bu özürlerin Allah katında kabul görmemesinden çekiniyorum.”

İmam Hüseyin (a.s) son olarak şu hatırlatmada bulunmaktadır: “Senin bağışlanmaz günahlarından biri de şarap içen ve köpeklerle oynaşan Yezid için halktan biat toplamandır.”[3]

3- İmam Hüseyin’in (a.s) Mina topraklarında yaptığı konuşma

İmam Hüseyin (a.s) Muaviye’nin hükümetinin son zamanlarında Mina’da Beni Haşim’in büyük şahsiyetlerinin Allah resulünün ashabının ashabın çocuklarının ve tabiilerin bulunduğu dokuzyüzden fazla kimse arasında belgesel bir konuşma yaparak İslam ülkesine hakim olan Emevi sultası hakkında bir konuşma yapmış ve onlardan bu konuşmalarını diğer herkese ulaştırmasını istemiştir. Orada bulunan büyük şahsiyetlerden bu konuşmalarını yazmasını ve batanlarına döndükten sonra da halkı görüşlerinden haberdar kılmasını istemiştir. İmam Hüseyin (a.s) konuşmasına Muaviye ile başlamış ve Muaviye’nin İslam ümmeti, özellikle de Hz. Ali’nin (a.s) taraftarları hakkında yaptıkları cinayetleri hatırlatmıştır.

Ravi şöyle diyor: İmam Hüseyin (a.s) bu konuşmada risalet hanedanı hakkındaki ayetleri ve Peygamberin Ehl-i Beyt hakkındaki sözlerini hatırlatarak Mekke, Medine ve diğer topraklarda İslam’ın dayanakları konumunda olan büyük şahsiyetlerden bu sözlerini onaylamalarını ve şahit olmalarını istedi. Daha sonra onlara yemin içtirerek bu hakikatleri imanlı ve sorumlu bireylere ulaştırmalarını istedi. Böylece orada bulunan herkes İmam Hüseyin’i (a.s) yemin ederek onayladı.[4]

Bütün bunlardan da öte İmam Hüseyin (a.s) sekiz Zilhicce günü haccını Umrey-i Müfrede’ye dönüştürdü. Büyük bir halk kitlesine hitap ederek hac merasimine katılmaktan neden vazgeçtiğini bildirdi. Mekke’ye doğru harekete doğru harekete geçeceğini söyledi ve açık bir şekilde şöyle buyurdu: “Ölüm bir gelinin kolyesi gibi insanın boynuna asılmıştır. Ben Yakub’un Yusuf’a duyduğu aşk ile atalarıma katılmaya gidiyorum. Şahadete eriştiğimi ve çöl kurtlarının (Ben-i Ümeyye’nin) bedenimi parça parça ettiklerini görüyor gibiyim. Bu yolda kan vermek ve Allah ile görüşmek isteyenler harekete hazır olsunlar ben sabah erkenden yola çıkacağım.”[5]

İmam Hüseyin (a.s) bu konuşmanın yanı sıra yol esnasında KErbela’da ve Aşura gecesinde bir çok konuşmalar yapmış, dostlarını kalmak veya gitmek hususunda özgür bırakmıştır. Şimdi bütün bunlara rağmen İmam Hüseyin’in (a.s) devrimini ahlaki değerlerden yoksun bir patlama devrimi olarak görmek doğru mudur?

Görüldüğü kadarıyla İmam Hüseyin’in (a.s) devrimi bilinçli bir devrim olmuştur.

Zalim ve fasit yöneticinin hükümeti

İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının sebeplerinden biri de sözde İslam hükümetinde ortaya çıkan sapıklıklardır. Elbette Yezid’in hükümeti bu sapıklıkların başlangıcı değildir. İslam devleti bir takım sahabe tarafından asıl yörüngesinden çıkartıldı ama bu sapıklıklar ilk yıllarda fazla belli değildi. Zira ilk halifeler bir çok bidatlara rağmen toplumsal adaleti ayakta tutmaya çalışıyor gözüküyordu. Ama üçüncü halifeden sonra bu görüntü değişmeye başladı. Sapıklıklar çoğaldı ve toplumsal uçurumlar büyüdü. Öyle ki İslam ve peygamberin azılı düşmanı olan ve sadece zahirde Müslüman gözükerek İslam saflarına sızan Ebu Süfyan gibisi halifenin bulunduğu bir toplantıda açık bir şekilde şu ifadeleri kullanma cesaretini göstermişti: “Hilafet Ben-i Ümeyye’nin eline geçtiğine göre artık dört elle sarılın ve elden ele dolaştırın. Hilafetin Ben-i Ümeyye’den çıkmasına izin vermeyin. Ebedi olarak çocuklarınızın elinde dolup dolaşsın. Biliniz ki ne cennet vardır ve ne de bir cehennem.”[6]

Bu küstahça tavsiyeler konuşmacının dinsizliğini ve küfrünü göstermektedir. Aynı zamanda hükümet üyelerinin sapıklığını ve cahiliye döneminin karanlık atmosferini gözler önüne sermektedir.

Ebu Süfyan bu sözleri sebebiyle kınanmadı. Hatta tavsiyeleriyle yavaş yavaş amel edildi. Çok geçmeden Ebu Süfyan’ın amcasının oğlu olan halife İslam adına yüzde yüz Emevi olan bir yönetim oluşturdu ve İslam ülkesinin bütün makamlarını dünya perest akrabalarının eline verdi. İlk iki halife döneminde İslam’ın zahirini korumak için valiler, hakimler ve yöneticiler emanet ve liyakat üzere seçiliyordu. Ama Osman’ın hilafeti döneminde yegane ölçü Ben-i Ümeyye hanedanına mensup olmaktı. Bugünkü tabirle ilişkiler kurallara üstün gelmişti.

Hz. Ali’nin (a.s) ilahi hilafeti Osman’ın katlinden sonra bu zulümleri ve ayrımcılığı ortadan kaldırdı. Ama bu ilahi hilafet kısa sürdüğü için Emevi zulmü kökten sökülüp atılamadı. Hz. Ali’nin (a.s) şahadetinden sonra Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye İslam ülkesinin hakimiyetini ele geçirdi Ziyad Amr b.As, Semere ve Mervan gibi zalim valileri Müslümanların namus, mal ve beytülmaline egemen kıldı. Hicr b. Adiyy, Reşid-i Hicri, Amr b. Hamk ve benzeri binlerce hak ve özgürlük taraftarı kimseler zulümle savaştığı ve Ehl-i Beyt’in (a.s) yolundan sapılmasına karşı çıktığı ithamıyla feci bir şekilde katledildi.

Muaviye yirmi yıllık hükümeti döneminde fesat ocağı ve Emevilerin pis ağacının meyvesi olan oğlu Yezid’in hükümetinin temellerini güçlendirdi. Muaviye öldükten sonra hicri altmışıncı yılın Recep ayının ortasında dini terbiyeden yoksun, cahiliye kinini taşıyan ve Bedir, Uhud ve Ahzab savaşlarının acısı sebebiyle İslam ve Peygambere karşı düşmanlık içine bulunan bir kimse hilafeti ele geçirdi. İslam risaletinin mazharı kanunların ve hududların mecrası, Müslümanların fikirlerinin temsilcisi ve İslam toplumunun ruhunun tecessümü olması gereken hükümet Muahammedi vahyi ve risaleti inkar eden ve atası Ebu Süfyan gibi düşmanlık içinde bulunan aşağılık bir kimsenin eline geçti.[7]

Muaviye’den sonra Hıristiyan öğretileri üzere terbiye edilen ve bu dine meyleden bir kimse iş başına geçti. Bu kimse cahil, şehvet perest diktatör, ayyaş, insani kemallerden yoksun bir kimse hilafetin başına oturdu. Babası Muaviye ile arasındaki tek fark babasının münafıkça zevahire riayet etmesi ama oğlunun gurur sebebiyle nifak perdesini yırtması, gerçek çehresini göstermesi ve kutsal değerleri açıkça çiğnemesiydi. Yezid şarap içiyor ayyaşlık meclislerine katılıyor korkusuzca şu şiirleri okuyordu: “Ey şarapçı dostlarım! Ayağa kalkınız. Güzel sesli kızların nağmesine kulak veriniz. Kadehleri kaldırınız, çalgının güzel nağmesi beni ezan sesini işitmekten alıkoyuyor. Ben cennet hurilerini şarap kadehinin kalan dibiyle değiştirmeye hazırım.”[8]

Yezid’in şarabı helal kabul eden görüşü hakkındaki meşhur şiiri ise şudur: “Eğer şarap bir gün Ahmed’in dininde haram kılınmışsa sen onu Mesih b. Meryem’in dini üzere iç.”[9]

Yezid’in sarayı fesat ve günah yuvasıydı. Bu sarayın kötü etkileri Mekke veMEdine2nin kutsal çevresine kadar varmıştı.[10]

Bu şartlar altında her ne kadar kendisinin ve aziz yakınlarının şahadeti ve ailesinin esareti pahasına da olsa İmam Hüseyin (a.s) peygamberin öğretileri üzere sessiz kalmayı haram ve kıyamı farz görmüştü. Nitekim peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “ Her kim Allah’ın haramını helal sayan, ilahi sözleşmeyi bozan, Allah Resulünün sünnetine muhalefet eden ve Allah’ın kulları hakkında zulüm ve günah üzere davranan bir sultanı gördüğü halde söz ve ameliyle ona karşı çıkmayan kimseyi zalim sultanla aynı yerde karar kılması Allah’ın üzerinde bir haktır.

[1] Porseşha ve Pasuhha, Ayetullah Cafer Subhani, s. 221-234

[2] İbn-i Kuteybe, el-İmame ve’s Siyase, c. 1 s. 170

[3] A.g.e, s. 165

[4] Kitab-u Selim b. Kays, s. 183-186

[5] Luhuf, s. 41

[6] İStiab, c. 4, s. 78 ve Şerh-u Nehc2il Belağa, İBn-i Ebi’l Hadid, c. 3, s. 443

[7] El-Bidaye ve’n Nihaye, s. 197 ve Mekatil’ul Talibiyyin, s. 120

[8] Tezkiret’ul Hevas, s. 291

[9] Tetimmet’ul Münteha, s. 43

[10] Muruc’uz Zeheb, c. 3, s. 277

Salı, 02 Ağustos 2022 04:51

İmam Hüseyin’i (a.s) Anmak

 Bugünlerde kulaklarımız bir kez daha Hüseyin ve Zeynep adıyla, Kerbelâ ve Aşura yâdıyla çınlıyor. Bir kez daha hüzünleniyor kalplerimiz; bir kez daha boşalıyor gözlerimizden yaşlar. Neden acaba? Niye ağlıyoruz? Neye ağlıyoruz? Neden üzülüyoruz? Neye üzülüyoruz? Kimdir Hüseyin? Kimdir Zeynep? Nedir Aşura ve neresidir Kerbela?

Kâinat efendisi, Seyyidu'l-Enbiya, Resul-i Kibriya'nın göz nuru, Emirü'l-Müminin Aliyyü'l-Murtaza'nın ciğerparesi, dünya kadınlarının efendisi Hz. Fatıma'nın canı, ruhudur Hüseyin. Nübüvvet ve risalet bağının şah gülü, kızıl gülü, imamet ve velayet semasının üçüncü yıldızı, parlak yıldızı, kızıl yıldızı; özgür insanların önderi, örneği, hakikat yolcularının kıblesi, insanlık muallimi, izzet, adalet ve hürriyet öğretmeni, sevgi ve saadet rehberi, ubudiyyet ve irfanın en büyük üstadı, aşk ve şahadet öncüsü, âşık gönüllerin aşkı, hazin sevdası.

Evet, biz böyle bir insanüstü insana ağlıyoruz, Hüseyin'e ağlıyoruz, Resulullah'ın daha ilk dünyaya geldiği sırada gözyaşlarına boğduğu Hüseyin'e, omuzlarında büyütüp "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim" dediği Hüseyin'e. Evet biz Hüseyin'e ağlıyoruz, mazlumiyete ağlıyoruz, yalnızlığına ağlıyoruz, faziletlerin yalnızlığına, hak ve hakikatin yalnızlığına, İslam'ın, Kur'an'ın, Resulullah'ın yalnızlığına, Ehlibeyti'nin, evlatlarının yalnızlığına, aslanların, yiğitlerin al kanlar içinde yatmasına, zincirlere vurulmasına; çakalların, çapulcuların baş tacı edilmesine ağlıyoruz.

Evet, biz Hüseyin'in, yani bütün Enbiya'nın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Resulullah'ın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Ali'nin şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Fatıma'nın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Hasan-ı Mücteba'nın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in yani bütün Ehlibeyt'in şahadetine ağlıyoruz. Zira Hüseyin, bütün enbiyanın varisi, Resulullah'ın vasisi, bütün evliyanın zübdesidir. Evet, Kerbela'da Hüseyin'i şehit edenler, bütün enbiya ve evliyayı şehit ettiler aslında.

Peki, kimdir tarihin bu en korkunç cinayetini işleyen zalimler, caniler?

Nurdan kaçan yarasalar, Bedir ve Uhud'ların, Hendek, Hayber ve Huneyn'lerin intikamı hırsıyla kavrulan, Hz. Hamza'nın ciğerleriyle yüreklerini serinletemeyen nübüvvet ve velayetin, hak ve hakikatin yeminli düşmanları. Onlar ki, sultanı razı etme pahasına Rahman'ı gazaplandırdılar; Resul'ün bağrını kanla doldurdular. Evet, Sıffin'de Ali'den öçlerini tam alamayan, yıllarca minberlerde, kürsülerde, hutbelerde Allah'ın velisine okudukları lânetten teselli bulamayan şeytan hizbi, bilahare Ali'nin oğlundan acılarını çıkarmaya çalıştılar; hiçbir vahşilik ve gaddarlıktan çekinmeden; hem de İslam adına, Peygamber adına ve hilafet sancağı altında!

Yine Zeyneb'i anıyoruz, o efsane kadını, o kahramanı, o Haydar-ı Kerrar kızını; o ikinci Zehra'yı, o şecaat, cesaret, sabır ve rıza abidesi, o iffet ve takva timsalini; o Kerbela elçisini, o izzet elçisini anıyoruz. Onun musibetlerine ağlıyoruz; yalnızlığına ağlıyoruz. Onu henüz hakkıyla tanıyamadığımıza ağlıyoruz.

Alemdar-ı Kerbela, tevhit cephesinin sancaktarı, susuzların sakisi Ebulfazli'l-Abbas'ı yâd ediyoruz. Onun imanına, hamiyetine, şecaat ve cesaretine gıpta ediyor, mazlumiyetine ağlıyoruz. O ki aziz kardeşi Hüseyin için o kadar önemli ve değerliydi; zira Hüseyin, kardeşinin şahadeti sırasında başka hiçbir şehit hakkında söylemediği sözü onun hakkında söyledi; elini beline koyarak şöyle haykırdı mazlumların efendisi: "İşte şimdi belim büküldü kardeşim!"

Bugünlerde Hüseyin'in yiğit yavrusu Ali Ekber'i bir kez daha dile getiriyor, minnetle anıyoruz, o ki siması Peygamber siması, ahlâkı Peygamber ahlâkıydı, Hüseyin ondan alıyordu Peygamber kokusunu.

Evet, Hüseyin'in en küçük askeri, altı aylık fedaisi, Ali Asker'ini bağrımız yanarak anıyor, Hüseyin'in mazlumiyetine gözyaşı döküyor, Allah düşmanlarını, Peygamber düşmanlarını, Hüseyin ve Ehlibeyt düşmanlarını top-yekûn bir kez daha lânetliyor ve Allah'ın Resulü'ne olan kadirşinaslık borcumuzu ödüyor; tevelli ve teberri görevimizi ifa etmeye çalışıyoruz.

Bugünlerde Hüseyin'in vefa ve sadakat, fedakârlık ve cesaret, iman ve itaat timsali olan yarenini, ashabını anıyoruz, tarih yaşadıkça yaşayacak olan o 72 ölümsüz Kerbela şehidini; onlar ki Emevî ordusu diye tanınan, insanlıktan bihaber 30 bin vahşi yığınına karşı en çetin şartlarda, kanlarının son damlasına kadar, kahramanca, mertçe, mümince savaşıp Peygamber evladını, Ehlibeyt'in nurlu yolunu savundular ve böylece en büyük fedakârlık ve vefa örneği ve öğretmeni olarak tarihe geçtiler.

Sadıklar böyle vefa gösterir serverine;

Bir canın yerine bin can verir rehberine.

Evet, yine Kerbela'yı anıyoruz; o, tarihin en büyük bela, musibet, imtihan, irfan ve aşk çölünü. Arz kadar geniş, hak-batıl çizgisi kadar uzun bir çöl… Sadıkların meydanı, âşıkların destanı ve kızıl laleler gülistanı… Kerbela…

Ve Aşura… insanlık tarihini kendinde özetleyen; şahadet günü, şehitler günü, mustazaflar, mazlumlar günü… Kanın kılıca galebe günü… Hakkın en parlak, en muhteşem, batılın ise en karanlık, en kara sayfası… Evet, Aşura'yı anıyoruz…

Hüseyin'i unutmamak, Hüseyin'in mektebini unutmamak demektir; çizgisini yaşatmak demektir. Kerbela'yı ve Aşura'yı zinde tutmak, Kerbelaî ve Aşuraî değerleri ihya etmek demektir. Hüseyin'e ağlamak, Hüseyin'in temsil ettiği bütün güzellikleri, değerleri sevmek, sahiplenmektir. Karşı çıktığı bütün çirkinliklere, zulüm ve gaddarlığa, insanlık dışı bütün eylem ve söyleme isyandır, nefret ve lânettir.

Allah yar ve yardımcınız olsun ve sırat-ı müstakimi en mükemmel şekliyle temsil eden Hüseynî çizgiden bizleri ayırmasın. Âmin!