کارگر

کارگر

Emperyalist ABD'nin hedefinde sadece İran'ın değil tüm İslam ülkelerinin olduğunu belirten Ekonomist Mehmet Sait Ortaç, ABD'nin İran'a ambargo konusunda başarılı olması halinde sıranın Türkiye'ye geleceğini söyledi.


Emperyalist ABD'nin İran'a yönelik ambargo süreci 2 Mayıs'ta bir üst seviyeye çıkacak.

2 Mayıs'ta İran'ın petrol ihracatını tamamıyla durdurma hedefinde olan ABD, o tarihten sonra ambargo konusunda muaf tuttuğu 8 ülkeye de muafiyeti kaldıracak. ABD'nin bu yolla İran ekonomisini tamamıyla çökertip sonrasında İran'ı işgal etme amacı taşıdığını belirten uzmanlar, ABD'nin başarılı olması durumunda sıranın Türkiye ve diğer İslam ülkelerine geleceğini belirtiyor.

Bütün bir İslam dünyasının hedefte olduğunu vurgulayan Ekonomist Mehmet Sait Ortaç, İslam ülkelerini birleşmeye, işbirliğine ve bağımsız ekonomik politikalara yönelmeye çağırdı. Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin bu dayatmalara boyun eğmeyip dik durmaları gerektiğini söyleyen Ortaç, aksi takdirde tüm İslam ülkelerinin büyük bir istila tehdidiyle karşı karşıya olacaklarına dikkat çekti.

"ABD, İran'ı tehdit olarak görüyor"

Konuyla ilgili önemli değerlendirmelerde bulunan Ortaç, emperyalist ABD'nin ekonomik ambargoyla İran'a boyun eğdirmeye çalıştığını belirterek, "ABD'nin yayılmacı politikasının bir eseri olarak özelde İran'a, genelde bütün İslam coğrafyasına karşı uygulamış olduğu ekonomik bir ambargo söz konusudur. Bu ambargonun temeli şuna dayanıyor; 1979 İran İslam Devrimi ile beraber İran'da gerçekleşen yönetim değişikliği ABD'nin hiç de hoşuna gitmedi. Şah Rejimi döneminde İran'da ve Ortadoğu'da istediği gibi at koşturabiliyordu. İran'daki yönetim değişikliğiyle beraber İran'ın yeni yönetimin İslami hassasiyeti de göz önünde bulundurularak ABD, İran'ı kendisine bir tehdit olarak görmeye başladı ve o tarihten günümüze kadar İran'a ambargo uygulamaya başladı." dedi.

"Nükleer teknoloji tesisinin durdurulması isteniyor"

2015 yılının nisan ayına kadar ambargonun çeşitli dönemlerde devam ettiğini aktaran Ortaç, "Avrupa Birliği ülkelerinin de araya girmesiyle 2015 Nisan ayında görüşmeler başladı ve Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi 5 ülke, Almanya'nın da iştirakiyle İran ile bu ülkeler arasında bir anlaşma sağlandı. Bu anlaşmanın temeli şuna dayanıyordu; İran'ın ambargosunun kaldırılması karşılığında İran'ın nükleer teknoloji tesislerini Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Kurumunun denetimine açması ve ABD'nin söylemiyle nükleer silah teknolojisinin durdurulmasıydı. 2015 Temmuz ayına gelindiğinde anlaşma sağlandı ve 2016 Ocak ayı itibariyle de İran'a yönelik ambargolar tamamıyla kalktı." diye konuştu.

"İran'ın bağımsız dış politika izlemesi ABD'nin dikkatinden kaçmadı"

İran'a yönelik ambargoların kalkmasıyla beraber bir rahatlamanın olduğunu vurgulayan Ortaç, "İran halkı ambargolar zamanında çok büyük sıkıntılar yaşadı. Her ne kadar İran hükümeti bu konuda dirayetli ve çok dik bir politika uygulamış olsa bile ekonomik anlamda ambargolar halkı bezdirdi. Özellikle İran'ın silah sanayisini geliştirmesi, ayaklarının üstünde durması, bağımsız dış politika izlemesi, kendi savunma sanayisini geliştirmesi ABD'nin dikkatinden kaçmadı. Ambargonun kalktığı 2016 yılında İran'ın gelişme hızı yüzde 12 buçuklara ulaştı. Bu hızın bu şekilde devam etmesi karşısında ABD bu anlaşmayı kerhen (istemeye istemeye) kabul etmek durumunda kaldı." ifadelerini kullandı.

"ABD, tüm İslam ülkelerini sömürmek istiyor"

"ABD'deki yönetimin değişmesiyle beraber Trump ve evanjelik Yahudilerin de etkisiyle ABD taraf olduğu bu anlaşmadan çekildi." diyen Ortaç, konuşmasına şöyle devam etti:

"Bu, ABD'nin hiçbir zaman güvenilmez bir ortak olduğunu bize gösteriyor. ABD'ye hiçbir zaman güvenilmemesi gerekiyor. ABD için sadece çıkarlar önemlidir. ABD'nin sadece İran'dan değil bütün İslam ülkelerinden istediği şudur; ABD emperyal politikalarının gereği bütün İslam ülkelerini sömürebilecek, işgal edebilecek pozisyona getirmeye engel teşkil edecek hiçbir devlet istemiyor. ABD'nin İran'dan da istediği budur. ABD, İran'ın kendi politikalarına engel teşkil edecek herhangi bir güce sahip olmasını istemiyor."

"ABD'nin temel önceliklerinden biri de Ortadoğu'da siyonizmin güvenliği"

ABD'nin temel önceliklerinden bir tanesinin de, Ortadoğu'da siyonizmin güvenliği olduğuna işaret eden Ortaç, "Dolayısıyla ABD, İran'ın nükleer güce sahip olmasını, ABD'nin yayılmacı siyonist politikalarına karşı dik durabilecek bir pozisyona gelmesini hiçbir zaman istemiyor ve kabullenmiyor. Ambargonun temelinde de bu var. ABD'nin temel amacı, Ortadoğu'daki İslam ülkelerini işgal edebilecek bir pozisyona sokmaktır. Bu konuda da kendisine engel teşkil edebilecek devletleri parçalamak, ekonomik anlamda onları çökertmek, silahlı güçlerini dağıtmak, hedefi budur. Sudan'ı ikiye böldüler. Parçalanmış bir Suriye var. Mısır'ın seçilmiş cumhurbaşkanını darbeyle devirdiler. Libya'yı parçalayıp 3'e böldüler. Ortadoğu'da ABD'nin yayılmacı dış politikasına, emperyal emellerine engel teşkil edebilecek kim varsa şu anda hedef tahtasındadır." şeklinde konuştu.

"İki İslam ülkesinin kendi aralarında ticari bir ilişki yürütmesi kadar doğal bir şey olamaz"

Ambargodan önce Türkiye'nin İran ile iyi bir ilişkisinin olduğunu dile getiren Ortaç, "İşin ekonomik boyutuna gelecek olursak; yüzde 94 oranında biz petrol ve petrol türevleri noktasında dışa bağımlı bir ülkeyiz. Tükettiğimiz petrolün ancak yüzde 6'sını üretebiliyoruz. Petrolün büyük çoğunluğunu da dışardan temin ediyoruz. Türkiye'nin günlük bir buçuk milyon varil ham petrol ihtiyacı var. Bu ambargo uygulanmadan önce 2012 verilerine baktığımızda Türkiye'nin İran'dan yüzde 51 oranında bir petrol ithalatı olduğunu görüyoruz. Aslında olması gereken de budur. İki bağımsız, egemen, komşu ve İslam ülkesinin kendi aralarında ticari bir ilişki yürütmesi kadar doğal bir şey olamaz. ABD'nin veya başka Avrupa ülkelerinin bundan gocunması yersizdir, tamamen art niyetlidir. Ambargonun yürürlüğe girmesiyle beraber Türkiye de uluslararası bazı kısıtlamalar dolayısıyla bir kısım ambargolara uymak zorunda kaldı. Petrol ithalatını durdurdu. 2018 verilerine göre, günlük ithalatımız 300 bin varil dolayındadır. Bu da yüzde 25'e tekabül ediyor." açıklamasında bulundu.

"Bu, bütün İslam ülkelerinin meselesidir"

Ambargoya uyulması takdirde Türkiye'yi büyük bir tehlikenin beklediğini ifade eden Ortaç, şunları söyledi:

"Türkiye'nin ve diğer bütün İslam ülkelerinin bu konuda dik durması ve hiçbir şekilde ABD'nin dayatmalarına boyun eğmemesi lazım. Bunu sadece İran'a yönelik yapılan bir yaptırım olarak görmemek gerekir. Bu, bütün İslam ülkelerinin meselesidir. Bugün İran'a yapılacak bu ambargo eğer amacına ulaşırsa sıradaki ambargo uygulanacak olan ülke Türkiye olacaktır. Daha S-400'lerin alımı gerçekleşmeden ABD'nin tehditlerini bariz bir şekilde görebiliyoruz. Burada ülke yönetiminin yapacağı şey şu; ABD'nin finansal alandaki yaptırımlarından en az düzeyde etkilenebilecek şekilde kendi alt yapımızı geliştirmemiz lazım. Bağımsız bir ekonomik, dış politika oluşturmamız lazım. İslam ülkeleri arasındaki ilişkileri geliştirmemiz lazım. Bunu yapmamamız takdirde sıranın bize gelmesi sürpriz olmayacaktır."

"İslam ülkeleri bir araya gelip, ortak bir askeri ve ekonomik güç oluşturmalı"

ABD'nin yayılmacı politikasının sadece İran'la sınırlı olmadığını, bütün İslam ülkelerinin kaynaklarına çökme üzerine kurulu bir düzen olduğunu kaydeden Ortaç, "Petrol rezervlerinin yüzde 80'ninin İslam ülkelerinde olduğunu görebiliyoruz. OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) ülkelerinin içinde petrol ihraç eden ülkelerden birinci sırada Venezuela, ikinci sırada Suudi Arabistan ve üçüncü sırada İran geliyor. Bu kaynaklar İslam ülkelerinin yararına kullanılmalıdır. Bu kaynaklar emperyal güçlere peşkeş çekilmemelidir. Bu konuda İslam ülkeleri bir araya gelmeli, ortak bir askeri gücün yanında, ortak bir ekonomik güç oluşturmalıdırlar. Emperyal ülkelere karşı güç birliğine gitmeleri gerekiyor ki, aksi takdirde bunun sırayla bütün İslam ülkelerini ekonomik, askeri ve diğer finansal alanlarda mutlaka çöküntüye uğratmaya çalışacaklardır." dedi.

İLKHA

Ulusal Kanal İran Temsilcisi Yakup Aslan, “Petrol fiyatlarının artışı, bölgedeki siyasi hatta askeri gelişmeler de Türk ekonomisini direkt hedef alacak” dedi.


 ABD’nin İran'a yaptırımlardan muaf tutulan 8 ülkenin muafiyet hakkının uzatılmayacağını açıklamasının ardından tartışmalar sürüyor. ABD’nin söz konusu hamlesi Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Tayvan, İtalya ve Yunanistan’ın yanı sıra Türkiye’yi de kapsıyor. Peki, karar hayata geçirildiği takdirde, doğalgaz ihtiyacının yüzde 17'sini İran’dan sağlayan ve İran’ın da bulunduğu Astana ülkeleriyle birlikte Suriye’de barış ve istikrarı tesis etme yönünde önemli adımlar atan Türkiye, bu karardan nasıl etkilenir? Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’nun kısa bir süre önce bahsettiği üzere Türkiye ve İran arasında, ABD’nin yaptırımlardan kaçınmak amacıyla, INSTEX benzeri bir ticaret mekanizması kurulabilir mi? Konuyu, Ulusal Kanal İran Temsilcisi Yakup Aslan Sputnik'e değerlendirdi.

ABD’nin hamlesinin Türkiye’yi olumsuz şekilde etkileyeceğine işaret eden Aslan, Türkiye’nin İran’dan önemli ölçüde petrol ithal ettiğini hatırlatarak “Petrol ihracatı dendiği zaman ilk akla gelen bir ülkenin yakıt ihtiyacını karşılaması. Enerji bağımlılığımızı da bu şekilde açıklıyoruz ama petrol sadece bununla açıklanmıyor. Elimizde tuttuğumuz plastikten, cep telefonunun bileşenlerine, tekstil malzemelerine, hayatın her yönünde kimya endüstrisi var. Petrokimya endüstrisinin de elinde bulundurduğu ihtiyaç kaynağı olarak hammaddenin kalite oranına baktığımız zaman İran, neredeyse dünyadaki en kaliteli petrokimya yönündeki petrole sahip. Dolayısıyla Türkiye hem enerji alanında, yani petrol fiyatları anlamında, hem doğalgaz anlamında ciddi sekteye uğrayacak. Dünyada bitümü en kaliteli üreten ülke, İran. Dolayısıyla yürüdüğümüz yoldan, soframızdaki alet edevata, gündelik hayatta kullandığımız kılık kıyafete kadar, bunu üreten ara üreticiler, bunların tamamı İran’a uygulanan ambargodan etkilenecek” dedi.

Petrol fiyatlarının yükselmesinin Türkiye’ye olumsuz etki edeceğine işaret eden Aslan “Petrol fiyatlarının yükselmesiyle karşı karşıyız. Biz Suudi Arabistan’dan da, Birleşik Arap Emirlikleri’nden de, Rusya’dan da ya da diğer petrol üretici ülkelerden de ihtiyacımızı karşılasak da, ulaşımlarıyla birlikte enerji maliyetimiz artacak. Neticede İran, yanıbaşımızdaki bir ülke. Üstelik bu ambargo, sadece enerji piyasasını değil, Türk siyasetini de etkiliyor. Çünkü bir kamplaşma durumu da bekleniyor. Bir yanda Venezüella ve Libya’nın durumunu öte yanda Türkiye’ye yönelik S-400 baskıların düşündüğümüzde, Türkiye’nin bu ambargolardan siyasi anlamda da etkileceğini söylemek mümkün” diye konuştu.

Türk yetkililerin 6 ay önce ABD’ye giderek İran’a dönük yaptırımlarla ilgili çeşitli görüşmeler yaptığını, aynı konunun Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın son ABD temaslarında da gündeme geldiğini söyleyen Aslan “Türkiye’nin önümüzdeki dönemde İran’la ticarete devam edip etmeyeceği konusu önem kazanıyor. Neticede Ankara-Tahran ilişkileri sadece enerji meselesine indirgenemeyecek kadar köklü. Ankara’nın bu konuda üçüncü bir ülkenin tayin yetkisini kabul edip etmeyeceği önemli bir soru işareti. Ancak malum, Türkiye-ABD’nin özellikle 1.5 yıllık süreçte, ilişkileri son derece iniş çıkışlı. Bu süreci de değerlendirmede bir etken olarak alırsak, ben Türkiye’nin İran’la ticarette devam etme yolunda bir direnç göstereceğini düşünüyorum. Tabii, ABD Türkiye’ye dönük yeni ekonomik ambargolar uygularsa, Türkiye’nin bu olası yeni tehditleri nasıl göğüsleyeceğini hep birlikte göreceğiz. Bu süreçte, Türk ekonomisi buna ne kadar dayanabilecek? Bu merak konusu. Türkiye’de iyiye gitmeyen ya da iyi gitmeyen bir ekonomi yönetimi var. Petrol fiyatlarının artışı bölgedeki siyasi hatta askeri gelişmeler de bizim ekonomimizi direkt hedef alacak. Bence ambargolardan bölgede en fazla etkilenecek ülkenin, İran kadar, Türkiye olduğunun altını çizmekte fayda var. Böyle bir durumda Türkiye’nin  Moskova, Pekin ve diğer bölge ülkelerinin desteğine ihtiyacı olacak” değerlendirmesinde bulundu.

Sürecin İran’ın istediği gibi ilerlediğini söyleyen Aslan “Süreç şu an süreç İran’ın istediği şekilde seyrediyor. İran ne istiyordu? Petrol fiyatlarının artmasını istiyordu. Böyle bir ambargo olursa uluslararası anlamda petrol fiyatları artacak ve uluslararası bir kamuoyu baskısı Washington yönetiminin üstünde oluşacak. Daha önce ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın oluşan boşluğu dolduracağına dair bir açıklama yapmıştı. Üretim kapasitesi ve teknik altyapıya baktığımız zaman bunun da mümkün olmadığı şeklinde güçlü yorumlar var” diye ekledi.

İmam Hamanei, işçi ve emekçi haftası dolayısıyla ülkenin dört bir köşesinden gelen işçilerle görüştü.


Ülkenin dört bir köşesinden gelen işçiler bugün Tahran'daki İmam Humeyni Hüseyniyesi’nde İmam Hamanei ile görüştüler.

ABD'nin İran petrol yaptırımlarından muaf tutulan 8 ülkeye yeni muafiyet hakkı verilmemesi kararına ilişkin Devrim Lideri, “Birincisi, onların çabaları hiçbir sonuca varmayacak . İhtiyaç duyduğumuz zaman istediğimiz kadar petrol ihraç edeceğiz. Onlar (petrol ihracatı konusunda) tüm yolları kapattıklarını sanıyorlar. Ancak aktif olan İran halkı ve tedbirli yetkililer tüm engelleri açacaktır." dedi.

Devrim Lideri, sözlerine şöyle devam etti:

"İkincisi bu düşmanlık tepkisiz kalmayacak ve düşmana gereken yanıt verilecektir. İran halkı düşmanlığın karşısında sessiz kalan bir millet değildir. Üçüncüsü, petrol satışına ne kadar az bağlı olursak, o kadar da kıymetini bileceğiz. Bu bizim için daha iyi olur."

Düşmanın dünya çapında adaleti haykıran İran’a karşı farklı komplolar düzenlediğini ve defaatle başarısız kaldığını hatırlatan Devirm Lideri, "Onlar şimdi de çeşitli ekonomik meselelerle uğraşıyor ve İran halkını dize çökertmek istediğini öne sürüyorlar." ifadesini kullandı.

ABD'li yetkililere seslenen İslam Devrimi Lideri, İran halkının onların önünde diz çökmeyeceğinin altını çizdi.

Amerikan ile Siyonistlerin iddiarına değinen Devrim Lideri, "Onlar sadece İslam Cumhuriyeti ile düşman olduklarını ve İran halkına karşı olmadıklarını öne sürüyorlar. Fakat gerçek şu ki, İslam Cumhuriyeti’ne düşmanlık İran halkına düşmanlık demektir, çünkü bu düzen halk tarafından desteklendiği için ayakta duruyor ve İran halkının desteği olmadan İslam Cumhuriyeti de olmayacaktır." açıklamasını yaptı.

Bunlara ilave olarak Devrim Lideri, ulusal saygınlığın önemine vurgu yaparak, "Hiçbir millet düşmanlarının belirlediği kararların etkisi altında kalmayı kabul etmez." diye konuştu.

İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif "ABD diğer ülkelerinde hırsız olmalarını istiyor” dedi.  

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda düzenlenecek toplantıya katılmak için New York’ta giden İran Dışişleri Bakanı Zarif gazetecilere yaptığı açıklamada ABD’nin kararının değersiz olduğunu söyledi. 

İran Dışişleri Bakanı Zarif ABD’nin dünyanın polisi olmadığını belirterek;” Biz muafiyetlere önem vermiyoruz” dedi. 

ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarda diğer ülkelere yaptığı baskının eşkiyalık olduğunu kaydeden İran Dışişleri Bakanı Zarif;” ABD’nin yaptıkları dağ başındaki eşkiyalardan daha kötü. Kendisi hırsızlık yaparken diğer ülkelerden de hırsızlık yapmalarını ve aksi durumda cezalandıracağını söylemekte” ifadelerini kullandı. 

İran’ın müzakere masasından ayrılan ülke olmadığını ve ABD’nin artık müzakere edilebilecek konumda olmadığını belirten İran Dışişleri Bakanı, İran’a uygulanan yaptırımların hukuka aykırı olduğunu söyledi. 

Hürmüz Boğaz’ının İran tarafından kapatılmasına ilişkin değerlendirmede bulunan Zarif, Hürmüz Boğaz’ının kapatılmasına ilişkin kararın silahlı kuvvetlere ait olduğunu belirtti.

 
 

İran İstihbarat Bakanı Seyyid Mahmut Alevi, "Geçtiğimiz yılda tekfiri terör örgütlerine ait 114 çete ve İslam Devrimi karşıtı 116 terör çetesine karşı operasyon düzenlendi." dedi.


İran İstihbarat Bakanı Seyyid Mahmut Alevi, 19 Nisan Cuma hutbesi öncesi bir konuşma yaptı.

Son yılda İran İstihbarat Bakanlığı’nın üyüttüğü operasyonlarla iligli açıklama yapan Alevi, “Geçtiğimiz yılda tekfiri terör örgütlerine ait 114 çete ve İslam Devrimi karşıtı 116 terör çetesine karşı operasyon düzenlendi.” dedi.

Alevi, ülke genelinde uluslararası istihbarat servislerine çalışan onlarca casusun tespit edildiğini belirterek, “İran İstihbarat Bakanlığı tarafından icra edilen bu operasyonlar uluslararası istihbarat servislerini büyük ölçüde şaşırmıştır.” ifadesini kullandı.

Alevi, İran'da yapılan istihbarat çalışmaları sonucu ABD İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) casus çetesinin de bulunduğunu açıklayarak, İran’ın istihbarat çalışmalarıyla Siyonist Rejim’in (İsrail) ta derinliklerine nüfuz ettiğine dikkati çekti.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, "18 Nisan Ordu Günü" münasebetiyle İran silahlı kuvvetlerinin üst düzey komutanlarını kabul etti.

İslam İnkılabı Lideri bu görüşmede, Ordu’nun günümüzde her zamankinden daha dindar ve daha aktif olduğuna vurgu yaparak, silahlı kuvvetlerin İran’daki sel felaketinde halka yardım etmek için gösterdiği çabaların övgüye layık olduğunu ifade etti.

İmam Hamanei, ABD’nin skandal kararından (Devrim Muhafızları’nın terör listesine alınması) sonra silahlı kuvvetler ve özellikle de Ordu ve Devrim Muhafızları arasındaki kardeşlik bağlarının daha da güçlenmesi gerektiğine vurgu yaparak, “Düşmanı öfkelendiren her bir adım iyi ve doğrudur. Ayrıca düşmana moral veren eylemlerden uzak durmalı” dedi.

Ordu günü münasebetiyle İran Ordusu komutanları, personlleri ve onların ailelerini tebrik eden İslam İnkılabı Lideri, “Bazı ülkelerde hatta özgürlük ve insan haklarından yana olduklarını iddia eden ülkelerde silahlı kuvvetler milleti bastırmak için diktatörlerin yanında duruyor. Nitekim ki Paris’teki olaylarda bunu görebiliriz” ifadelerinde bulundu.

İran Silahlı Kuvvetleri'ni İslam ve İslam Cumhuriyeti mantığı olarak nitelendiren İmam Hamanei, “Silahlı kuvvetler savaş çıktığı zaman düşmanlar karşısında göğüs gererek, bilim, tecrübe ve fedakarlıkla onları geri çekilmek mecburiyetinde bırakıyorlar. Barış döneminde de akif ve hazırlıklı olarak halkımıza güven ve huzur veriyorlar. Dolayısıyla düşmanlar silahlı kuvvetleri huzursuz göstermekle milletin huzurunu bozmaya çalışıyorlar” değerlendirmesini yaptı.

İslam İnkılabı Lideri, “Bugün ordumuzu dindar ve inkılapçı insanlar yönetiyor. Fakat milleti küçümsemek ve düşmanları övmeye alışan bazıları sürekli “Rıza Han’ın modern ordusu”undan bahsediyorlar. Oysaki sözde modern bu ordu bir gün bile dış güçlerin saldırısı karşısında direnemedi. Ama İran İslam Cumhuriyeti Ordusu 8 yıl boyunca direniş gösterdi ve zafere ulaştı” dedi.

İran Silahlı Kuvvetleri’nin bölgede düşmanların fitnelerine karşı çıktığını belirten İmam Hamanei, “Eğer Ordu ve Devrim Muhafızları IŞİD’e karşı çıkmasaydı bugün bölge ve komşu ülkelerin durumu neydi? Bu ülkeleri kimler yönetiyordu?” diye konuştu

Başkan Donald Trump'ın, Beyaz Saray'da apar topar tamamlanan bir törenle, ABD'nin İsrail'in Suriye'de bulunan Golan Tepeleri'ni yasadışı ilhak etmesini resmen onaylamasına ilişkin bir kararnameyi imzalaması, görünüşte, Ortadoğu'da karadaki birkaç olguyu değiştirecek gibi görünen bir eylemdir. Ancak hiç kimse, bu adımın geniş kapsamlı küresel sonuçlarını küçümsememelidir.

 
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tanıklığında yaptığı kısa bir açıklamayla, “Amerika Birleşik Devletleri, Golan Tepeleri'nin İsrail Devleti'nin parçası olduğunu tanımaktadır,” diye ilan etti.
 
ABD başkanı, İsrail'in 1967'de Golan Tepeleri'ne yasadışı el koymasının, o toprakları 14 yıl sonra tek taraflı ilhak etmesinin, saldırganca Musevi yerleşimleri inşa ederek aralıksız kontrolünü ileri sürmesinin ve toprakları İsrail kapitalizmi çıkarına kullanmasının, “İsrail'in kendisini Suriye'ye ve [İran'ı da kapsayan] diğer bölgesel tehditlere karşı koruma gerekliliği” nedeniyle haklı olduğunu ileri sürdü.
 
Ne safsata. Trump, gerçekliği baş aşağı çevirmektedir. İsrail, Golan Tepeleri'ni, Suriye'ye yönelik pervasız saldırıları için bir atış rampası olarak kullanmıştır. Buna, İsrail'in, Beşar Esad hükümetine karşı rejim değişikliği savaşında, aralarında IŞİD'in de bulunduğu İslamcı milisleri silahlandırıp desteklemesi dahildir. Bu yılın başında, İsrail'in kendi genelkurmay başkanı, binlerce hava saldırısı yapıldığını bizzat itiraf etmiştir.
 
Washington'ın “İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliği”ni tanıması, ABD ordusunun, Suriye'nin başlıca petrol ve doğalgaz üretim alanlarını kapsayan doğusundaki kalıcı işgalini pekiştirdiğine ilişkin haberlerin ortasında gelmektedir. Bu, Trump'ın, geçtiğimiz yılın sonunda, Suriye'deki “askerleri eve getireceği”ne ilişkin sonuçsuz açıklamasına rağmen oluyor. Son haftalarda, ABD ordusu, işgali altındaki bölgedeki çeşitli noktalara büyük miktarda silah ve malzeme sevkiyatı yaparken, Suriye topraklarında 1.000 dolayında askerin kalacağına ilişkin haberler geliyor. Bu askerler, Irak tarafında bulunan daha çok sayıdaki asker tarafından desteklenecekler.
 
Başka bir ifadeyle, Trump, tam da Washington'ın Fırat Nehri'nin doğusunda kalan Suriye topraklarını etkin biçimde işgal ve ilhak ettiği sırada, İsrail'in Golan Tepeleri'ni ilhakını tanıyor.
 
Trump'ın bu ilhakı tanıması, kısa vadede, kuşkusuz, sağcı müttefiki Netanyahu'yu desteklemeyi amaçlıyordu. İsrail başbakanı, çok sayıda yolsuzluk suçlamasıyla ve 9 Nisan'daki seçimlerde, eski genelkurmay başkanı Benny Gantz'ın önderlik ettiği Mavi ve Beyaz adlı koalisyonun bir araya getirdiği generallerden oluşan bir aday listesi karşısında olası bir yenilgiyle karşı karşıya bulunuyor.
 
İsrail'in hem başbakanı hem savunma bakanı olan Netanyahu, tek bir füze için Gazze'ye karşı intikam saldırısına önderlik ediyor görünmek amacıyla İsrail'e geri dönmek için, Washington ziyaretini kısa kesti. Söz konusu füze, hiç kimseyi öldürmemiş ve hem işgal altındaki Gazze'yi yöneten Hamas hem de bir diğer büyük silahlı grup olan İslami Cihat, saldırının sorumluluğunu reddetmişti.
 
İsrail savaş uçakları, yoğun nüfuslu Gazze kentini de kapsayan Gazze Şeridi'ne bombardıman akınları düzenlediler. İsrail işgal güçleri, başka bir toplu cezalandırma eylemi olarak, 2 milyon Filistinli için bir açık hava hapishanesi olan yoksul bölgeye doğru var olan iki geçiş noktasını da kapattılar ve kıyı açıklarında balık tutmaya çalışan Filistinli balıkçıları zorla geri döndürdüler.
 
Pazartesi akşamı, Hamas yetkilileri, Mısır'ın arabuluculuğunda bir ateşkes anlaşmasına vardıklarını açıkladılar ancak Tel Aviv konu hakkındaki sessizliğini korudu. Netanyahu'nun seçimdeki rakiplerinin tamamı, Gazze'deki direnişi bastırmak için yeterince kanlı önlemler almadığı gerekçesiyle suçlayarak, ona sağdan saldırıyor. İsrail'deki burjuva “sol” olarak kabul edilen İşçi Partisi'nin önderi, Netanyahu'yu, “eylemden değil, laftan ibaret” biri olmakla suçladı. Bu arada, üst düzey subaylar, “tüm seçenekler masada” uyarısında bulunurken, İsrail silahlı kuvvetleri, Gazze'deki tümenlerini, 1.000 askerden oluşan ek bir piyade ve zırhlı tugayı ile güçlendirdiler.
 
Trump'ın, İsrail'in Golan Tepeleri'ni ilhak etmesini tanıması, ilk olarak, İsrail'in işgal altındaki topraklardaki ve bölge genelindeki askeri saldırganlığını körüklemeye hizmet edecektir. Bu, aynı zamanda, İsrail'deki siyaset kurumunun zaten sağa kayan yörüngesini, apaçık faşizme doğru itecektir.
 
Bu seçimlerde, Netanyahu, Meir Kahane'nin, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın terör örgütü olarak tanımladığı Kach Partisi'nin bir uzantısı olan faşist Otzma Yehudit (Musevi Gücü) ile ittifak kuruyor. Netanyahu'nun koalisyonu, dinci Siyonistlerin Musevi Evi partisi ile birlikte, Filistin nüfusunun, İsrail'den ve işgal altındaki topraklardan etnik olarak temizlenmesini savunuyor. Bu, Ortadoğu'nun ABD'nin emperyalist çıkarlarına tabi kılınması ve İran'la savaş hazırlıkları ile bağlantılı emperyalist ve sömürgeci bir proje olan “Büyük İsrail” hedefinin parçasıdır.
 
İsrail'de, dünya çapında olduğu gibi, militarizmin yükselişi ile bağlantılı olarak açıkça faşizan politikaya yönelinmesi, mevcut seçimlerde belirgin biçimde ortadadır. Kampanya propagandaları, ülkenin aşırı sağcı Adalet Bakanı Ayelet Şaked'in oynadığı bir televizyon reklamını içeriyor. Reklamda, Şaked, “Faşizm” adlı bir parfümü kendine sıkıyor ve kameraya dönüp, “Bence, demokrasi gibi kokuyor,” diyor. Bir Clint Eastwood filminin taklit edildiği bir başka seçim videosunda, meclisin (Knesset) sağcı üyesi Oren Hazan, Filistinli bir İsrail yurttaşı ve meclisteki Balad partisinin önderlerinden Cemal Zahalka'yı vurup öldürüyor.
 
Trump'ın Golan Tepeleri'ne ilişkin kararnamesi, kuşkusuz, İsrail'in, bölgenin asıl nüfusundan geriye kalanların kökünü kurutma yönelimini cesaretlendirecektir. İsrail ordusu 1967'de Golan'ı istila ettiğinde, 130.000 kadar Suriyeli canlarını kurtarmak için kaçmıştı. Geriye kalan 25.000 Dürzi Arap'ın ezici çoğunluğu, Tel Aviv'in onları İsrail yurttaşlığını kabul etmeye zorlama girişimlerini reddedip, Suriyeli oldukları konusunda ısrar etti.
 
Cumartesi günü, Golan Tepeleri'nde bulunan Mecdel Şems'te, yüzlerce kişi, Trump'ın yaklaşan kararnamesini protesto etmek için yürüyüş yaptı. Protestoculardan biri, medyaya, “Buradan tekrarlıyoruz: Golan [Tepeleri] Arap'tır ve Suriyelidir; onun yazgısına ne Trump ne de bir başkası karar verebilir,” dedi. Bir başkası ise, “[Trump] İsrail'e toprak vermek istiyorsa, Amerika'dan bir, iki eyaletini verebilir,” diye konuştu.
 
Geçtiğimiz hafta hem İsrail'i hem Lübnan'ı ziyaret ettiği Ortadoğu turu sırasında,ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'ya, bir gazeteci, ABD'nin, Rusya'yı Kırım'ı ilhak etmekle suçlarken, İsrail'in Suriye'den ele geçirilmiş topraklardaki egemenliğini tanıyarak bir “çifte standart politikası” izleyip izlemediğini sordu. (Golan Tepeleri halkının İsrail işgalini 50 yılı aşkın süredir reddettiğini; Kırım'ın ise Rusya yurttaşlığını ezici bir çoğunlukla kabul ettiğini bir kenara koyalım).
 
Pompeo, soruya, aptalca, şu yanıtı verdi: “Hayır, hiç de bile. Başkanın Golan Tepeleri konusunda yaptığı şey, karadaki gerçekliği ve İsrail devletini korumak için gerekli güvenlik durumunu tanımaktır. Bu, bu kadar basit.”
 
“Karadaki gerçekliğin” tanınması ve devletlerin “güvenlik durumu” için gerekli olanlar, tam da, 20. yüzyılın ilk yarısında yüz milyonlarca insanın ölümüne yol açan ilhaklar için gösterilen bahaneydi.
 
Avusturya-Macaristan'ın 1909'da Bosna ve Hersek'i ilhakı, tarihçiler tarafından, Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcı olarak görülüyor; Almanya'daki Nazi rejiminin gerçekleştirdiği bir dizi ilhak da, İkinci Dünya Savaşı'na zemin hazırlamıştı.
 
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, büyük güçlerin, bu tür ilhakları yasadışı hale getirmek ve var olan devletlerin toprak bütünlüklerine yönelik tehditleri reddetmek amacıyla, Cenevre Sözleşmeşleri'nde değişiklik yapması ve Birleşmiş Milletler'in kuruluş sözleşmesini kabul etmesi, bu tarihsel “gerçeklikler”in itirafıydı.
 
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra resmen kabul edilmiş bu ilkeler, bir üçüncü dünya savaşına hazırlık olarak, bir kenara atılıyor. Trump yönetiminin İsrail'in Golan'daki toprak gaspını kutsaması, yeni ve çok daha kanlı istilalara, ilhaklara ve apaçık bir 21. yüzyıl sömürgeciliğinin canlanmasına zemin hazırlıyor.
 
ABD emperyalizmi, Ortadoğu'da daha büyük savaşların önünü açmak için, bu yarım yüzyıllık suçu meşrulaştırmaya çalışıyor. ...
 
Bill Van Auken
WSWS


İmam Hamenei, İslam dünyasında, İslam'ın ihyası ve gerçek anlamda İslami yaşama eğiliminin çok fazla olduğunu belirterek, bugün İslam'ın bakışının İslam Cumhuriyetinin geneline olduğu söyledi.


 İslam inkılabı rehberi, 4 Mart'ta İslami Fıkıh ve İslam Bilimleri Enstitüsü'nün üyelerini kabulünde yaptığı açıklamada, tüm İslam ve Arap ülkeleri halkının gözü ve kulağının İran İslam Cumhuriyeti üzerinde olduğunu söyledi.

Günümüz İslam dünyasının İran halkının inkılabçı hareketine ihtiyaç duyduğunu vurgulayan İmam Hamenei, Batı ve Doğu'nun maddi medeniyetleri ile hayal kırıklığına uğramış milletlerin  İslami yaşamaya eğilimli olduklarına dikkat çekti.

İslam'da aile konusunun önemine de dikkat çeken İslam inkılabı rehberi, eşlerin ve ailelerin, erkeklerin başarılarındaki rolünün çok yüksek olduğunu belirtti.

İmam Hamenei, eğer insanın eşi, eşlik eder ve onunla beraber adım atar ve hedefe giderse ilerlemenin çok hızlı olacağını söyledi.

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Irak Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'nın resmi daveti üzerine üst düzey bir heyet başkanlığında Bağdat'a gitti.

 

Ruhani'nin 3 günlük Irak ziyareti siyasi çevrelerce stratejik bir görüşme ve Tahran ile Bağdat arasında yeni anlaşmaların yapılması yönünde uygun bir fırsat sayılıyor. 

İran ile Irak'ın siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda ikili ekonomik, siyasi ve kültürel münasebetleri ve iki ülkenin bölgesel işbirliğini güçlendirme yolları ağırlıklı olarak bu ziyaret kapsamında ele alınıyor. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Bağdat ziyareti kapsamında iki ülke arasında birkaç işbirliği anlaşmasının imzalanması bekleniyor. 

Bu anlaşmalar, Hürremşehr-Basra demiryolu, sanayi bölgelerinin kurulması ve genişlemesi, iki ülkede vize kolaylığının sağlanması, gümrük ve sağlık alanlarında işbirliğini içeriyor. 

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif dün İran-Irak heyetleri arasında Bağdat'ta Iraklı mevkidaşı Muhammed Ali el Hekim'in katılımıyla düzenlenen oturumda yaptığı konuşmada, iki ülkenin ilişkilerini stratejik niteleyerek, hiç kimsenin bu ilişkilere zarar vermeyeceğini kaydetti. 

İran'ın Irak ve Suriye'de terör örgütleri ve IŞİD ile mücadeledeki etkin ve belirleyici varlığı;bölgede güvenliğin korunmasında İran'ın stratejik rolünü kanıtlamıştır. 

Kuşkusuz, iki ülkenin münasebetlerindeki türlü ve çeşitli imkanların istenen şekilde kullanılması için Irak'ta güvenlik ve istikrarın sağlanmasına bağlıdır. 

Şimdiki durumda bu kritik konudaki işbirliği stratejik seviyededir ve savunma ve güvenlik alanlarında işbirliği zeminini sağlanmıştır. 

İran'ın eski Irak Büyükelçisi Hasan Kazımi Kumi yazdığı bir makalede şunları kaydetti: Bugün İran İslam Cumhuriyeti ve Irak Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler stratejik işbirliği seviyesine ulaşmıştır ki doğal olarak bu stratejik işbirliği iki ülkeyi stratejik bir münasebete götürebilir. 

Bu nedenle bazı müdahaleci taraflar, art niyetli çabalarıyla bu stratejik münasebetleri, İran'ın Irak'ta yapıcı olmayan müdahale ve nüfuzu için bir hareket olarak göstermeye çalışıyorlar. 

Ancak bu tür art niyetli çaba ve propagandaya rağmen, İran ve Irak yetkililerinin en üst seviyedeki karşılıklı ziyaretleri, bu tür girişimlere Tahran ve Bağdat'ın aldırış etmediklerini gösteriyor. 

Gelinen noktada Irak hükümetinin faaliyetinde yeni dönemin başlamasıyla ekonomik alanlarda işbirliğinin geliştirilmesi öncelik arz ediyor. 

Bu alanda İran, Irak'a ürün ihracatı ve transit için en uygun yer sayılıyor. İran, ayrıca Irak'ın elektrik ve yakıt ihtiyacının önemli bir kısmını tedarik edebilir. Buna ilaveten İran'ın Irak'a teknik ve mühendislik hizmetlerini ihraç etmeye hazırdır. 

Ayrıca, İran ile Irak arasında ortak sınır kapıları, iki ülkedeki kutsal mekanlar ve Irak'ın yeniden inşa sürecine katılma fırsatları, iki ülkenin işbirliğinde önemli rol ve yere sahip diğer alanlardan sayılıyor. 

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih ve beraberindeki heyetin son sıralarda Tahran'da kendisiyle yaptığı görüşmede, "Onurlu, güçlü, bağımsız ve gelişmiş Irak, İran için yararlıdır ve biz Iraklı kardeşlerimizin yanında durmaya devam edeceğiz." ifadelerini kullandı. 

Böylesi bir desteğe göre, İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Bağdat ziyareti Tahran'ın Irak halkı ve hükümetinin yanında durmaya devam etmek için hazırlık ve iradesine yapılmış bir vurgudan ibarettir.

 HAMAS Gazze'deki çatışmaları zekice yönetiyor ve İsrail ise en sonunda Hamas’a ayrıcalık tanımak zorunda kalacaktır. Hatta askerî bir operasyon başlasa dahi İsrail bunu durdurmak mecburiyetindedir. Tüm bunlar Hamas'ın İsrail'i ringde köşeye sıkıştırdığını göstermektedir. 

Qodsna'nın Arabi 21 haber kanalından aktardığı bilgiye göre, Siyonist gazeteler son günlerde, kapsamlı olarak Gazze civarındaki değişiklikleri, özellikle de bu değişikliklerin 9 Nisan'da yapılacak Knesset seçimlerine etkisini inceliyor.

Arap dünyası analisti Avi Yesharof konu ile ilgili yazısında şu hususlara değindi: Gazze, Knesset seçimleri için gün sayıyor. HAMAS liderleri İsrail'in bu siyasî gelişmeden sonra Hamas’a Gazze'deki ablukanın da bir nebze kırılmasına vesile olacak önemli ayrıcalıklar tanımak zorunda kalacağına inanıyor.

Filistin meselesi analisti Tesvi Yehzekili ise konu ile ilgili şunları yazdı: HAMAS, İsrail'i bir meydan muharebesine çekmiştir ve İsrail'le istediği gibi oynamaktadır. Oysa İsrail Gazze'de huzuru istemektedir. Ancak HAMAS ise tüm gözleri üzerine çekmenin derdinde. Bundan dolayı İsrail kendini, temel konusunu Hamas'ın belirlediği bir kısır döngünün içerisinde bulacaktır.

HAMAS mevcut şartlarda İsrail ile bir karşılaşmanın peşinde ve bu günlerde İsrail'in sadece Knesset seçimlerine yoğunlaştığını, Gazze'nin işleriyle ilgilenmediğini de çok iyi biliyor.

İsrail Gazze'de kapsamlı bir askerî operasyon yapılmasını istemiyor. HAMAS ise içinde bulunulan hassas durumun farkında ve İsrail'i kapana kıstırmanın, yeni ayrıcalıklar edinmenin peşinde. Şunu açıkça söylemek gerekir ki HAMAS, İsrail karşısında caydırıcı gücü kazanmıştır. İsrail Hamas'a karşı cevap vermek zorunda kalmıştır ve bizim yapabileceğimiz bir şey de yok. Üstelik bu durum yıllardır böyle devam ediyor.

Siyonist analist son olarak şunları da aktardı: HAMAS, Gazze'deki çatışmaları yönetme işini oldukça zekice idare etmektedir. İsrail ise en sonunda Hamas’a ayrıcalık tanımak zorunda kalacaktır. Hatta askerî bir operasyon başlasa dahi bunu durdurmak mecburiyetindedir. Tüm bunlar Hamas'ın İsrail'i ringde köşeye sıkıştırdığını göstermektedir. Uzun zamandır Gazze sınır hattında durmuş sonunda neler olacağını beklemekteyiz. En ufak bir olayda dahi İsrail yeniden caydırıcı gücünü yitirmektedir.