کارگر

کارگر

HAMAS Sözcüsü; İran'ın direniş ve Filistin halkının haklarını savunmakta ön safta olurken, bazı Arap rejimlerinin Siyonist rejim ile ilişkileri normalleştirmeye can attığına tanıklık ettiklerini esefle dile getirdi.

Son günlerde Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei'ye gönderdiği mektupta, İran halkı ve İslam İnkılabı Rehberi'nin direniş hareketine desteği ve yönlendirmelerinden dolayı teşekkür etti. Uzmanlar, Haniye'nin mektubunun oldukça önemli olduğuna vurgu yapıyor.

Bu bağlamda, HAMAS Sözcüsü Meşir Mısri, Tesnim'e değerlendirmelerde bulundu.

HAMAS'ın kıdemli üyelerinden Mısri önce Filistin İslami Direniş Hareketi'nin İran ile ilişkisi ve HAMAS Lideri'nin İslam İnkılabı Rehberi'ne mektubuna işaretle şöyle ifade etti: Bu mektupta, İran'ın Filistin meselesine desteği ve Kudüs ve Filistin'e karşı küresel komployla mücadeledeki rolünü vurgu yapıldı. Öte yandan, Trump'ın Kudüs aleyhindeki kararı, mektubunun önemini daha da arttırmıştır. Ayrıca bu mektup, İran İslam Cumhuriyeti'ne Filistin ve cesurca direnişimize destek çabalarından dolayı teşekkür mektubudur. İran, direniş ve Filistin halkının haklarını ön safta savunuyor. HAMAS bu mektubu İslam İnkılabı Rehberi'ne göndermekle, İran'ın Filistin'e desteğini takdir ederek, bu rolünün Siyonist düşman karşısında Filisitn halkının direnişinin arttırılması için güçlendirilmesini istemiştir."

Ayetullah Hamanei'nin Filistin meselesine yönelik açıklamaları ve girişimleri ile ilgili olarak HAMAS Sözcüsü şöyle konuştu: İslam İnkılabı Rehberi ve İran'ın Filistin meselesine destek ve direnişi takviye etmekte öncü olduklarına inanıyorum. Filistin meselesi tüm Arap ve İslam ümmetine aittir ve herkes kendi sorumluluğunu yerine getirmeli, çünkü Filistin direnişi tüm İslam ümmeti için stratejik tehlike olan Siyonist düşmana karşı savaşıyor. İran direnişin yanında durarak, büyük rol ifa ediyor."

HAMAS'ın kıdemli üyesi Mısıri sözlerinin devamında Bazı Arap yöneticilerinin Filistin ülkesine Siyonist rejim ile ilişkilerini normalleştirme yoluyla ihanet ettiğini belirterek, tüm Arap ve İslam ülkelerinin ABD Başkanı'nın Kudüs kararı ve Siyonist işgalcilerin karşısında birlik olup, durmaları gerektiğinin altını çizdi. Filistin Özerk Teşkilatı'nın da Filistinli grupların Siyonistlere karşı mücadelesindeki engellerden biri olduğunu kaydetti.

Hamas’ın yeniden İran’a yönelmesi, bölgede Amerika ve Siyonist Rejim’le aynı doğrultuda olan ülkelerin politikalarının başarısızlığı anlamına gelmektedir.

 Kudüs’ün Amerika tarafından resmi olarak Siyonist Rejimin başkenti tanınmasının ardından, Filistin’de yaşanan gelişmelerde değişimlere şahit olduk. Bu değişimlerden biri de Filistinlilerin Amerika’dan umutlarını yitirmeleri ve Filistin alanında etkili diğer güçlere doğru yönelmeleridir. Filistinliler Çin’den, uzlaşı müzakerelerinde Amerika’nın yerine geçmesini istemiş ama Pekin bu talebe olumlu yanıt vermemiştir.

Aynı zamanda Filistinlilerin uzun bir süredir Avrupalıların siyasi tutumlarını ve düşüncelerini bilmeleri, onların Avrupalılardan pek de umutlanmamalarına neden olmuştur ama yine de Filistinli politikacılar Avrupa’yı Siyonist Rejime baskı uygulamak için kullanmakta ama Avrupalıların uzlaşı müzakerelerinde uygun bir aracı olamayacağını da çok iyi bilmektedirler.

Filistinlilerin Batı Asya’da yaşanan gelişmeler alanındaki yaklaşık 70 yıllık varlığı, onları bölgedeki aktif oyunculardan biri haline getirmiştir ve onlar, bölge ve dünyadaki olayları ve gelişmeleri çok iyi bir şekilde teşhis etmektedirler. Şimdi ise Filistinliler, Amerika’nın Batı Asya konularına verdiği önemin azaldığını anladılar.

Beyaz Saray politikacılarının bölgedeki yanlış tutum ve davranışları, Amerika’dan nefreti arttırmış ve Washington’un etki gücünü azaltmıştır. Diğer yandan, Direniş Ekseninin mazlum halkların haklarını desteklemesi, bu eksenin Batı Asya ve İslam Dünyasında güçlenmesine neden olmuştur. Rusya da Direniş Eksenin yanında yer alarak, bölge ülkelerinin dikkatini çekmiştir.

Bugün, Direniş Ekseni ve Rusya’nın Batı Asya’daki gelişmelerdeki rolü, geçmişe oranla daha da artmıştır. Öyle ki, ülkeler bölgedeki krizlerin çözümü için onlara başvurmaktadır. Bu bağlamda, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Filistinlilerin Siyonist Rejimle barış süreci hakkında Kremlin yetkilileriyle görüşmek için gelecek ay Rusya’ya gidecektir.

Bazı analistler, Rusya’nın Amerika’nın bölgedeki rakibi olarak bilinmesi nedeniyle, Mahmud Abbas’ın Moskova’ya ziyaretinin Beyaz Saray’a baskı yapmak için olabileceğini düşünüyorlar.

Bu yaklaşımın doğruluğunu ya da yanlışlığını dikkate almadan, Filistinli politikacıların kendilerini Rusya ve Direniş Eksenine yakınlaştırmak için adımlar attığı söylenebilir. Bunlardan biri de HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye'nin İslam İnkılabı Rehberi’ne gönderdiği son mektuptur.

İsmail Haniye mektubunda, müstekbirlerin Kudüs ve Filistin halkına karşı büyük komplosunun boyutlarına değinerek, İran halkının desteklerinden ve İslam İnkılabı Rehberinin Direniş Hareketine olan yönlendirmelerinden dolayı teşekkür etti ve şu ifadelerde bulundu: ‘Halkın Batı Şeria ve Kudüs’teki İntifadası, zamanın tağutu Trump’ın ve uzak ve yakın başkentlerdeki nifak hükümdarlarının Filistin meselesini ortadan kaldırma komplolarını Allah’ın izni ile etkisiz kılacaktır.

Bu mektup birkaç açıdan üzerinde durulması gereken bir mektuptur;

Suriye’deki gelişmeler, bazı bölgesel politikalar ve bazı Hamas yetkililerinin onlarla bir olması, bu hareket ile İran İslam Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerde kopukluğa neden oldu. Hamas’ın Filistin Yönetimi ile aynı yönde hareket etmesi, Gazze Şeridindeki kuşatmayı kaldıramadı. Siyonist Rejim uzmanlarının ifadesine göre, Gazze Şeridi’ndeki ekonomi tamamen çökmek üzeredir ama Hamas’ın ve Filistin halkının itirazlarını duyacak bir kulak yoktur. Hamas’ın Filistin Yönetimi ile aynı yönde hareket ettiği bu birkaç yıl içerisinde, Gazze Şeridinde yaşayanların durumları düzelmediği gibi, Filistin askerlerinin silahlarının sessizliği, Siyonist Rejime, Batı Şeria, Ürdün nehri ve Kudüs’te yerleşke yapmaya devam etme fırsatı vermiştir. Küstahlık öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, Amerika Kudüs’ü resmi olarak Siyonist Rejimin başkenti tanımıştır. Bu konular, Hamas’ın politikalarını ve duruşlarını yeniden gözden geçirmesine ve Direniş Eksenine yönelmesine neden olmuştur.
 

Haniye’nin mektubunda İntifada konusuna değinildi. Bu durum, Hamas’ın İntifadayı Siyonist Rejim karşısında ve Kudüs’ü savunmada etkin bir şekilde kullandığını gösteriyor. Aynı zamanda Filistin içindeki ortam öyle bir durumdadır ki, bu topraklarda yaşayanlar her an İntifadaya hazırlar ve sadece bu halk devriminin desteklenmesi yeterli.
 

Siyonist Rejim, Filistinlilerin İntifadasının sonuçlarını çok iyi anlıyor. İkinci İntifada alevlenmeden önce, Siyonist Rejimin ekonomik büyümesi yüzde 6’nın üstündeydi ama bu intifadanın sonunda, Siyonist Rejimin ekonomik büyümesi eksi 6 oldu. Bu eskiler, Tel Aviv’e yönelen güvenlik ve siyasi maliyetlerdir. Her halükârda, eğer Filistin’de üçüncü İntifada ateşi alevlenirse, Siyonist Rejim ikinci İntifadadan daha kötü sonuçlara hazırlıklı olmalıdır.
 

Hamas’ın yeniden İran’a yönelmesi, Amerika ve Siyonist Rejim ile aynı doğrultuda hareket eden ülkelerin politikalarının başarısızlığı anlamına gelmektedir. Çünkü onlar bu hareketi İran’dan uzaklaştırarak, özellikle Filistin’deki gelişmeler olmak üzere Tahran’ın bölgesel gücünü azaltmak istiyorlardı. Ama Batı Asya’daki gelişmelerin seyri, başka gerçekleri ortaya koydu ve onların planını suya düşürdü.
 

Genel anlamda Hamas’ın Tahran’a yaklaşımı olumlu olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar bazı siyasi gözlemciler, Filistinlilerin Direniş Ekseni ve Rusya’ya yönelmesinin taktik olduğunu düşünseler de Hamas Hareketi liderlerinden Doktor İsmail Rıdvan, bu hareketin İran ile olan ilişkisini stratejik olarak görüyor. Şimdi Direniş Eksenin eline, birlikte meşverette bulunarak Filistinlilerin kaybedilen haklarını yeniden canlandırmak için kapsamlı bir program hazırlayıp, sunma fırsatı geçmiştir.’

Perşembe, 11 Ocak 2018 04:40

İslami Vahdet ve İmam Humeyni

Yaşadığı çağda İslam ümmetini vahdete çağıran bir kimsenin tutum ve anlayışını tespit edip, tanımlamak, büyük önem taşımaktadır. Nitekim İmam Humeyni İslam beldelerinden birinde bu temel ilke uyarınca ilahi bir düzen kurup, bu yolun yolcularına güvenli bir çığır açmıştır.

 

                Beşeriyetin ilahi fıtratı, tevhide dayalıdır. Art niyetlere, egoya ve şeytani eğilimlere yakalanmamış insanda, bütün hayat devrelerinde aklı olarak bu ilahi fıtrat üzerine durum değerlendirmesi yapıp, ilerlemiştir. Nitekim sağlam ve fıtri insan daima çekişme ve çatışmaları, tefrika ve dağınıklığı insan topluluklarını tehdit eden, kendi kendini gelişimden alıkoyan ve süflileştiren bir kaynak olarak nitelendirmiştir. İlahi enbiya Adem'den Hatemü'l Enbiya'ya (saa) kadar bütün peygamberler daima insanları tevhide çağırıp, onları şirk, ikilem ve üçleme nifak ve çekişmelerden sakındırmışlardır.

 

                Tevhid anlayışı, İslam'la Küfr'ün nihai sınırı sayılır. İslam'ın bütün felsefi, irfani, ahlaki, kelami, eğitimsel ekol ve yönelişlerinde varlık alemindeki vahdetçi anlayışı vurgulayıp, tevhid ve vahdet anlayışını kendi düşünce yapılarının ayrılmaz parçası olarak nitelendirmiş bulunuyorlar. Alim ve bilginlerin de vurguladıkları gibi, beşeri toplumda hakiki vahdete yöneliş, tevhid inancının cilveleri ve yansımalarından biridir. Buna karşılık, çoğulcu anlayış, maddecilik ve şirkin bariz özelliğidir. Kuran-ı Kerim'de 'Ümmet-i Vahide'yi oluşturmak, Seyri ilallah'ın gerçek yolunda ilerleme anlamındadır.

 

   "Gerçek şu ki; sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz."   Enbiya/92

     Tarih boyunca bütün biçimleri ve düzeyleriyle Hak ve Batıl daima tevhid ile şirk anlayışı ve yönelişi biçiminde kendini göstermiştir. İmam Humeyni de buyuruyor ki;

      “Tefrika Şeytan'dan ve ittihat Rahman'dandır.” 

       Uluslararası kuruluşlar, her ne kadar kuruluş ilkesi ve amaçlarını milletlerle devletleri birliğe çağırma, gerginliği ve çatışmayı azaltıp, engelleme olarak ilan ettikleri halde, bu felsefi anlayışlarını pratikte gerçekleştirememiş bulunuyorlar. Çünkü, bu uluslararası kuruluşlar tefrika, savaş, kriz çıkaran süper güçlerin hizmetine geçip, onların maşasına dönüşmüş bulunuyorlar. Geçen on yıllarda çeşitli güç odakları, yüzlerce birlik, pakt, işbirliği anlaşması, devletler birliği, ideolojik ve siyasi bloklar oluşturdular. Bunların propagandasını yaparak dünya milletleri ve topluluklarda büyük beklentiler ve ümitler yarattılar. Fakat bu kurum ve kuruluşlarla paktlar hiçbir etkinlik göstermeden çöküp, gittiler ve de gerginliklerle krizleri de çözemediler. Uzun bir süreden beri, İslam toplumlarında, İslam ülkeleri ve Müslümanların vahdet ve birliğinden söz ediliyor. İslam beldelerinde bir çok siyasi grup, parti veya şahıs, İslami birlik sloganıyla iktidar olup, hüküm sürüyor. Yüzlerce kitap ve makale İslami vahdet üzerine yazılıyor. Konuşmacılar, hatip ve bilginlerle yazarlar birlik ve vahdetten söz ediyorlar. Fakat pratikte yapıcı, müspet ve belirgin bir vahdet süreci için adım atılmıyor. Bana göre, başarısızlık ve beceriksizliklerin kökenine edilmek gerekir. Çünkü bu ilkeleri tespit etmeden bütün birlik çağrıları boşa çıkacaktır.

 

       Bize göre, bu kuruluşların asıl malzemesi olan yükümlülüğü, vahdet anlayışıyla onun ayrılmaz fikri düzenlerin dünya görüşü, akidevi ilkeleri, değerleri ve ahlaki ilkeleri tespit edip, birbiriyle bütünleştirmeleridir. Tevhidi düşünceye sahip olup, tek bir Allah'a tapmak, İlahi iradeyi varlık alemindeki her şeyi kapsayıp, kavradığına inanmak, buna karşılık pratikte Allah'ın yarattığı halka ve başka insanların kaderine yabancı kalıp, ilgi duymamak mümkün müdür? Muvahhid olup, tefrika ashabı ordusunda yer almak mümkün mü?

 

     Nasıl oluyor da, Asr-ı Saadet'te ve İslam'ın doğuş anlarında tevhid çağrısı; zulüm, şirk ve putperestliğin karanlık hakimiyetinden bıkıp usanan kimseleri kendine cezp edip, onları bütün cahili değer ve asabiyetlerden, büyüklük ve üstünlük taslamaktan, kavmiyetçilikten, soy ve sopa iftihar etmek ve aşiretçilikten arınmalarına sebep oluyor. Bütün tefrika ve ihtilaf kaynakları, soya veya akrabalığa dayalı ilişkiler ve böbürlenmeler tek bir Allah inancı ve ubudiyet nuru karşısında renk kaybedip, oluşan tevhidi toplum 'Hayır Ümmet'i olarak nitelendiriliyor. Siyah tenli yalın ayak köle ile Kureyş'in etkin ve seçkin rical ve ileri geleni eş değer ve konumda bir araya geliyor ve hatta köle, sahipten daha üstün ve değerli bir insan olarak addediliyor; oluşan böyle bir görkemli medeniyet karşısında bile İran ve Roma İmparatorluğu'nun tekelci ve güçlü imparatorları bile direniş gücünü kaybediyor, kısa bir süre sonra çeşitli coğrafik bölgelerde yaşayan çeşitli kavim ve milletler kendi coğrafik sınırlara, kavmi ve milli değer ölçüleri ve taassuplara aldırmayıp, hakikat güneşine doğru koşuşuyor da, niçin günümüzde Kuran-ı Kerim ve Sünnet-i Resul'de önemi özenle vurgulanan ümmet kavramı göz ardı edilip, önemsiz kılınıyor, yeniden eski batıl geçmişlere, coğrafik sınırlara ve benzer meselelere özenti duyulup, Müslümanların ümmetçi menfaatleri milli menfaatler biçiminde ve birbirinden ayrı bir şekilde değerlendiriliyor. Aynı dine mensup kardeşlerin kaderi birbirinden ayrı bir şekilde tespit edilip tanımlanıyor?

 

     Giriş bölümünde İmam Humeyni'den naklen belirtildiği gibi, tefrika Şeytan'ın eseri ve vahdet Rahman'ın kelimesidir. Tarihin ispatladığı gibi, pratikte Tevhid inancına bağlılıklarını ispatlamış olan kimselerin hakiki vahdet çağrısına tevhidi fıtrata sahip kimseler olumlu cevap veriyorlar. Çünkü belirttiğimiz gibi; vahdeti koruma, iktidarı pekiştirme amaçlı siyasi bir hareket değildir. Vahdeti korumak ve tefrikadan sakınmak âyni ve bireysel bir vecibedir.

 

     Bu anlayış kainatın yaratıcısının vahdaniyetine inançtan kaynaklanıyor. Tefrika ashabı, Şeytan ashabıdırlar. Vahdet tebliğcileri ve failleri Rahmanlıların çığırındadırlar. Hangi toplum böyle bir inançla donatılırsa, hakiki vahdet biçimlenir. Ümmetin bütün kesimlerinin kaderi tefrika ve nifak karşısında ilgisiz kalmak, ümmeti vahidenim güçlü hareketi karşısında renk kaybeder. İşte bu gerçeği, İslam inkılabı fiili olarak ispatladı. Tarihin unutmayacağı şey şudur ki; Allah inancı ve aşkıyla hareket eden biri görünüşte maddi silahlardan yoksun olarak vahdet çağrısını yükseltti. Mümin insanlar da bu çağrıya cevap verip, kıyam ettiler. Buna karşılık gelişmiş ülkeler, bu tevhidi halk kıyamını bastırmaya çalıştılar. Nitekim bu tevhidi kıyamın düşmanlarına dünyanın en güçlü silah üreticisi sahipleri resmen ve açık bir destek verip, birleşik cephe kurmaya çalıştılar. Fakat milletin söz birliği ve vahdeti, maddi çıkarlar ashabının güçlü birliğini yenip, zafere ulaştı.

 

     İslam İnkılabı düşmanla karşılaşıp, saltanat düzeni ve devlet erkanını vurup, çökerttikten sonra filizlenen İslami halk düzenine karşı isyan eden ve süper güçlerce desteklenen çok sayıda grup ortaya çıktı. Nitekim bu sayısız isyancı grupları tespit edebilmek için bir kitap yazmak gerekir. İmam Humeyni Kuran-ı Kerim ve Arif-i Ekmel Hz. Muhammed Mustafa (saa) ve Ehl-i Beyti'nin öğretilerinden esinlenerek yaratılan hilkat alemiyle fiili alemin hakiki vahdetini kendi kendine çözümleyip, özümseyerek kendi felsefi anlayış ve ekolünde sadece vahdet-i vücud'dan değil, ehil olan özel toplantılarda varlıkların hakiki vahdetinden bile söz ediyordu.

 

     İmam Humeyni halk için yazdığı Kırk Hadis Şerhi kitabında, Vahdeti kelimenin mahiyeti, ahlaki manası ve tarihi niteliği hakkında diyor ki:

 

    "İndirilen büyük şeriat ve Enbiya'nın (as) hedeflerinden biri, bağımsız ve kendi temelinde hareket eden bir hedef olan şey, Medine-yi Fazıla'nın -ideal toplum- oluşumunda büyük hedefe varışta en etkin bir katılımın gerçekleştirilmesinde en belirgin rol ifa eden faktör; Tevhid-i kelime ve Tevhid-i akidedir. Bu bağımsız, kendi ekseninde hareket eden, hem hedef ve hem maksat olan faktör, toplumsal işleri yönetmede, insanlığı fesada sürükleyen ve ideal toplumu bozan zalimlerin zulmünü engellemede etkin ve belirleyici rol oynar."

 

     İmam Humeyni, ferdi ve toplumsal bir müslih olarak bu hedef ve maksat birliği olan vahdeti, rahmet cinsinden ve bir başlangıç mahsulü olarak nitelendiriyor ve bunlar olmaksızın vahdetin oluşamayacağını kaydediyor. İmam Humeyni'nin buyurduğu gibi:

 

    "Rahmetle özleşen bu olgunun devam etmesine çalışmalıyız. Yapılan çalışmadan maksat; ilkin İlahi olmamız, Allah yolunda hizmet etmemiz, Allah'ın emrine itaati özümsememiz, kendimizi O'ndan ve O'na doğru bir varlık olarak bilebilmemiz gerekir. Bu mananın ikinci anlamı vahdet ve insicam üzerine gerçekleştirilir. Çünkü tefrika şeytandandır, Vahdet-i kelime ve ittihat ise Rahman kaynaklı bir olaydır."

 

    İmam Humeyni İslam toplumlarındaki vahdetin kalıcı ve kutsal sayılabilmesi için mutlaka pürüzsüz ve şeffaf eksenler üzerine bina edilmiş vahdetin oluşması gerektiğini kaydediyordu. İmam Humeyni bu konuda şunları vurguluyor:

 

    "Kuran-ı Kerim'in öğretileri sayesinde İslami vahdet ekseninde birleşmeliyiz. Önemli olan şey, herkesin belli bir iş ve olay üzerinde birleşmesi ve farklı eğilim göstermemesinden ibaret değildir. Allah'ın emri, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak ve tefrika içinde olmamaktır. Enbiya ve peygamberler, belli başlı iş ve olgular ekseninde birleştirmek için değil; herkesi hak yolunda birleştirmek için seçildiler."

 

    İmam Humeyni, vahdeti, İlahi bir yükümlülük, şer'i bir farz ve halk kesimlerinin temel bir ihtiyacı olarak nitelendiriyor; alimler, bilginler, aydınlar ve İslam beldeleri yöneticileri ve hatta hükümdarlarının büyük bir yükümlülük ve sorumluluk taşıdıklarına inanıyordu.

 

    Nitekim İmam Humeyni genel mesajlarında daima bu önemli ve özel noktayı vurgulardı. Onun inancına göre, vahdeti gerçekleştirmek ve pekiştirmek için, gereken bedel ödenmelidir. Nitekim bizzat kendisi bu yolda öncülük yapardı. Elbette bu sınırlı süre zarfında İmam'ın vahdet-i vücudun boyut ve merhaleleri hakkındaki tanım ve yol gösterilerini anlatmak mümkün değildi. Merhum İmam, vahdet babında vahdetin oluşum ve korunması önemi ve zaruretini vurguladığı gibi onun sağlanması malzeme ve şartlarının önemini de gözler önüne sererdi.

 

    İmam Humeyni'nin inancına göre; vahdet, kendine özgü şartları ve toplumsal stratejisi gerçekleştirilemezse kendiliğinden sağlanamaz, gerçekleştirilirse bile kalıcı olamaz. Evet, İslam İnkılabı ve onun getirileri, hüccetin tamamlanmasına sebep olmuştur. İmam ile İslam'ın cihanşümul ve evrensel hareketinin zaferi, tamamen nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Bu, "Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara/249) ayet-i şerifini çağrıştırıyor ve de ona mutabık sayılıyor.

 

     Merhum İmam'ın, defalarca zor şartlarda görünüşte ümitsizlik dolu anlarda bizlere öğretip, vurguladığı gerçek şu ki; Hakla batılın karşılaştığı alanda, zahiri ve maddi güçler, istatistik bilgiler ve sayısal gelişimler belirleyici rol oynamamaktadır. Bu alanda en belirleyici faktör; uyanış, ihlas, duru hedef ve saik, yükümlülüğü fiili olarak üstlenip, gerçekleştirme azmidir.

 

     Günümüz İslam toplumlarının doğru bir şekilde tespit ettikleri gibi, dertlerin dermanı ve tek bir kurtuluş yolu, geri kalmışlık, baskı ve çıkmazlardan kurtuluş yolu, öz İslami hüviyete geri dönüş, gerçek anlamda Ümmet-i Vahide'yi yeniden canlandırma ve geliştirmedir. Bu yüzden korku ve ümitsizliğe kapılmaya hiçbir gerekçe uydurulamaz.

 

     Haydi gelin dostlar, bu mukaddes cihadın öncüleri olalım. Rahmet ve Vahdet Peygamberine inanan, zengin kaynaklara, kalabalık ve yetkin insan gücüne özel konum ve varlığa sahip olan biz Müslüman insanların tefrika ve ihtilaf ateşi içinde kavrulması, Allah dini ve insanlık düşmanlarının içinizdeki bu tefrikayı alaya alıp, gülmeleri, gerçek medeniyet ve kültür öncüleri ve akıncıları olan ümmete üstünlük taslamaları ve de onların varlığını denetim altına alıp, yağmaları büyük bir haksızlık ve alçaklıktır.

 

     Allah'ın kitabı Kuran-ı Kerim'in bir sözü eksiksiz ve hiç değişmeden İslami fırkaların arasında yaşıyor. Peygamber Efendimizin sünneti ve öğretileri de bizim hidayet şartımız ve eylemlerimizin işaretleri olarak biliniyor. Kıblemiz bir, şiarımız bir, namaz ve Hac ibadetlerimiz birdir. İslam'ın yüzlerce ilke ve kuralı da bütün İslam mezheplerinin ortak ve temel inancını oluşturuyor. Bütün bu nitelikle ve özgün ilke ve öğretiler, örnek ve birleşik ümmetin oluşumunda ebedi ve sağlam bir yapının malzemeleri ve de özü sayılıyor.

 

     Burada sorun ve noksanlık, halktan kaynaklanmıyor. Çünkü İslam ülkelerindeki alimler, bilginler, aydınlar ve yöneticiler bu hassas şartlarda kendi yükümlülüklerini yerine getirip, halkın birlik duygu ve isteklerini gerçekleştirmelidirler. Amerika ve İsrail, İslam'ı yok etme ve İslam beldelerine sulta kurup, Müslüman milletleri köleleştirmeden daha azına razı olamazlar. Gelin dostlar, Kudüs'ün gasıbı güçlerle onların destekçisi odakların çıkarlarını sağlama ve koruma amacıyla yapılan bu örümcek ağı ve gevşek paktlara karşı İslami kardeşlik üzerine bina edilecek sağlam ve sarsılmaz bir pakt ve ittifak kuralım, Ümmet-i Vahide'nin parlak mirasını yeniden canlandıralım.

 

     Sözün sonunda, kendi kendimize, sizlere bütün hür ve şerefli insanlarla Müslümanlara bir uyarımız olacaktır. O da şudur; İslam dünyası çok hassas şartlarla karşılaşmaktadır. Bu yüzden şu İlahi kurtuluşçu ilke ve şiarı hepinize hatırlatma zaruretini hissediyoruz:

 

     "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayıp, ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp, sındırdı ve siz onun nimetiyle kardeş olarak sabahladınız. Yine siz, tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye. Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar."Âl-i İmran/103

Seyyid Ahmed Humeyni  - ehlader

İran’da gelişen son olaylar hakkında tam anlamıyla bir şeyler söylenilmesi için henüz çok erken
 
İran’da gelişen son olaylar hakkında tam anlamıyla bir şeyler söylenilmesi için henüz çok erken. Mesele sadece bilgi meselesi değil, bu hadiselerde etkisi ispatlanmış her bir unsurun ne ölçüde pay sahibi olduğu noktasında yardım edebilecek tanıklar ve emarelerin dikkatli bir şekilde belirlenmesi bilgi ve verilerden çok daha önemlidir.

Bunun dikkate alınmasıyla İran için tasarlanmış büyük bir projenin etkisiz hale getirildiğini söylememiz gerekir.  Hadiselerin başladığı ilk gün Amerika, Siyonizm ve Suudi Arabistan’ın yetkili makamlarının tutumu ve Amerika, Suudi Arabistan ve özellikle Siyonist medya organlarının “İran’da sistemin ipi çekilmek üzere” içerikli şaşırtıcı ve anlamlı analizleri İran’ın içindeki yerli Amerikalı, Suudi Arabistanlı ve İsrailli kimselerin varlığı olmaksızın kolaylıkla böyle bir hadisenin baş göstermeyeceğini ispatlamaktadır. Sonuç itibariye İran’da etkin bir şekilde konumlanan uydu yayınları ve toplu iletişim araçlarının tamamının (özellikle telegram) kargaşacıların hizmetine sunulması bu olayların arkasındaki yabancı güçlerin varlığını kesin olarak ortaya koymaktadır.

Birkaç gün önce reformistler – ki geçtiğimiz beş yıl boyunca halkın yaşamını fiili duruma getirmiştir – tıpkı geçmişte olduğu gibi yabancı güçlerin varlığını inkâr etmeye çalışmıştır. Reformistlerin bu tutumlarının temel iki sebebi vardır:

1. Reformistlerin gerek siyasi ve gerekse düşünsel ileri gelen şahsiyetleri söz konusu olaylarda “Yabancı komplo” faktörünün yeniden belirginleştirilmesi durumunda yabancılarla olan geniş irtibatları dumura uğrayacaktır.

2. Hali hazırdaki reformistlerin fiili projesi ülke ekonomisinin benzeri olmayacak şekilde kötü idare edilmesinde kendileri ve reformist teorisyenlerinin rolünün olmadığını inkâr etmek ve halkın ülkenin idari sisteminden razı olmadığını ortaya koymaktır. Dolayısıyla böylesi bir proje için “Yabancı büyük kardeşleri” nin rolünü inkâr etmek zorundadırlar.

Fiili süreçte halkın kargaşa çıkarmak için itiraz seslerini yükseltmediğinin derk edilmesi her şeyden çok daha önemlidir. Yabancı unsurlar ekonomik koşulların zorluğu altındaki halkı kargaşa ateşinde yakma ümidindeydi. Bu konuda değerlendirmelerin tamamı geçtiğimiz Cuma’dan bu yana “Sıradan halk” şeklinde nitelendireceğimiz bir kitle sokaklarda yoktu. Zira askeri merkezlere, nizami karakollara, imamzadelere, Cuma imamının evine ve son zamanlarda da trafik tabelalarına ve otobüs duraklarına saldıran kimseler sıradan halk olamaz, bu tür vahşi tutumlar sergileyen kimseler sıradan halk olsaydı olaylar bir hafta içinde sona ermezdi. İran için senaryolar hazırlayıp projeler üreten yabancı unsurlar İran içinde bizzat kendileriyle alakalı verileri toplamak için tüm imkânlarını kullanmasına rağmen henüz İran halkını tanımadıklarını ortaya koymuşlardır. Kargaşacıların ilk günden itibaren şiddet ve huşunet yönüne gitmesi olayın meşruiyetini ortadan kaldırmış ve düzenlenmiş kargaşanın merkezinde yer alan az sayıda heyecana kapılan gençlere rota çizmiş, ancak yine bu az sayıdaki heyecanlı kimseleri caddelerde yalnız bırakmıştır. İran halkının kargaşacıların yanında yer almaması, İslam Cumhuriyetinin meşru muhaliflerinin olmadığını ve halkın İslam Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde kendi sorunlarını halletme yoluna gittiğini bir kez daha ortay koymuştur.

İran’da yaşanan bu fitnenin başarısızlıkla sonuçlanması Amerika, İsrail ve Suudi Arabistan’ın zillet dolu yenilgi silsilesinin son halkası olarak bilinmesi gerekir. Zira onların bu zillet dolu yenilgileri Lübnan’da Hariri olayı ile başlamış, Yemen’de Abdullah Salihi’nin kolaylıkla harcanması, Kudüs olayının Amerika için uluslararası bir utanç olması ve Siyonizm’in bölgedeki tarihi sermayelerinden birisi olan Kürdistanı yok etmesiyle gelişmiş ve Tahran’da da felce uğramasıyla sonuçlanmıştır.

Akın Tandoğan

İran’da gelişen son olaylar hakkında tam anlamıyla bir şeyler söylenilmesi için henüz çok erken
 
İran’da gelişen son olaylar hakkında tam anlamıyla bir şeyler söylenilmesi için henüz çok erken. Mesele sadece bilgi meselesi değil, bu hadiselerde etkisi ispatlanmış her bir unsurun ne ölçüde pay sahibi olduğu noktasında yardım edebilecek tanıklar ve emarelerin dikkatli bir şekilde belirlenmesi bilgi ve verilerden çok daha önemlidir.

Bunun dikkate alınmasıyla İran için tasarlanmış büyük bir projenin etkisiz hale getirildiğini söylememiz gerekir.  Hadiselerin başladığı ilk gün Amerika, Siyonizm ve Suudi Arabistan’ın yetkili makamlarının tutumu ve Amerika, Suudi Arabistan ve özellikle Siyonist medya organlarının “İran’da sistemin ipi çekilmek üzere” içerikli şaşırtıcı ve anlamlı analizleri İran’ın içindeki yerli Amerikalı, Suudi Arabistanlı ve İsrailli kimselerin varlığı olmaksızın kolaylıkla böyle bir hadisenin baş göstermeyeceğini ispatlamaktadır. Sonuç itibariye İran’da etkin bir şekilde konumlanan uydu yayınları ve toplu iletişim araçlarının tamamının (özellikle telegram) kargaşacıların hizmetine sunulması bu olayların arkasındaki yabancı güçlerin varlığını kesin olarak ortaya koymaktadır.

Birkaç gün önce reformistler – ki geçtiğimiz beş yıl boyunca halkın yaşamını fiili duruma getirmiştir – tıpkı geçmişte olduğu gibi yabancı güçlerin varlığını inkâr etmeye çalışmıştır. Reformistlerin bu tutumlarının temel iki sebebi vardır:

1. Reformistlerin gerek siyasi ve gerekse düşünsel ileri gelen şahsiyetleri söz konusu olaylarda “Yabancı komplo” faktörünün yeniden belirginleştirilmesi durumunda yabancılarla olan geniş irtibatları dumura uğrayacaktır.

2. Hali hazırdaki reformistlerin fiili projesi ülke ekonomisinin benzeri olmayacak şekilde kötü idare edilmesinde kendileri ve reformist teorisyenlerinin rolünün olmadığını inkâr etmek ve halkın ülkenin idari sisteminden razı olmadığını ortaya koymaktır. Dolayısıyla böylesi bir proje için “Yabancı büyük kardeşleri” nin rolünü inkâr etmek zorundadırlar.

Fiili süreçte halkın kargaşa çıkarmak için itiraz seslerini yükseltmediğinin derk edilmesi her şeyden çok daha önemlidir. Yabancı unsurlar ekonomik koşulların zorluğu altındaki halkı kargaşa ateşinde yakma ümidindeydi. Bu konuda değerlendirmelerin tamamı geçtiğimiz Cuma’dan bu yana “Sıradan halk” şeklinde nitelendireceğimiz bir kitle sokaklarda yoktu. Zira askeri merkezlere, nizami karakollara, imamzadelere, Cuma imamının evine ve son zamanlarda da trafik tabelalarına ve otobüs duraklarına saldıran kimseler sıradan halk olamaz, bu tür vahşi tutumlar sergileyen kimseler sıradan halk olsaydı olaylar bir hafta içinde sona ermezdi. İran için senaryolar hazırlayıp projeler üreten yabancı unsurlar İran içinde bizzat kendileriyle alakalı verileri toplamak için tüm imkânlarını kullanmasına rağmen henüz İran halkını tanımadıklarını ortaya koymuşlardır. Kargaşacıların ilk günden itibaren şiddet ve huşunet yönüne gitmesi olayın meşruiyetini ortadan kaldırmış ve düzenlenmiş kargaşanın merkezinde yer alan az sayıda heyecana kapılan gençlere rota çizmiş, ancak yine bu az sayıdaki heyecanlı kimseleri caddelerde yalnız bırakmıştır. İran halkının kargaşacıların yanında yer almaması, İslam Cumhuriyetinin meşru muhaliflerinin olmadığını ve halkın İslam Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde kendi sorunlarını halletme yoluna gittiğini bir kez daha ortay koymuştur.

İran’da yaşanan bu fitnenin başarısızlıkla sonuçlanması Amerika, İsrail ve Suudi Arabistan’ın zillet dolu yenilgi silsilesinin son halkası olarak bilinmesi gerekir. Zira onların bu zillet dolu yenilgileri Lübnan’da Hariri olayı ile başlamış, Yemen’de Abdullah Salihi’nin kolaylıkla harcanması, Kudüs olayının Amerika için uluslararası bir utanç olması ve Siyonizm’in bölgedeki tarihi sermayelerinden birisi olan Kürdistanı yok etmesiyle gelişmiş ve Tahran’da da felce uğramasıyla sonuçlanmıştır.

Akın Tandoğan

Amerika’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran’da sistem aleyhtarı darbe girişimcilerine gösterilen tavırlardan
 
 
Amerika’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran’da sistem aleyhtarı darbe girişimcilerine gösterilen tavırlardan dolayı İran’ın cezalandırılması talebinin ardından Birleşmiş Milletler Kuruluşu’nda Rusya milletvekilleri İran’ı savundu ve şiddetle Amerika’nın aleyhinde tavır sergiledi.

Birleşmiş Milletler Kuruluşu Rus Temsilcileri Başkanı sözlerini Amerika’yı eleştirmekle başlayarak şu tabirleri kullanıyor: “Siz Yemen, Suriye ve diğer önemli meseleler varken İran’da yaşanan son olayları çarpıtıp gündem oluşturarak Birleşmiş Milletler Kuruluşu’nun vaktini boşa harcıyorsunuz. Amerika, İran’ın içişlerine müdahale etmek istiyor. Uluslararası Nükleer Atom Enerjisi Ajansı’nın en yetkili ağzı İran’ın anlaşmaların tamamına riayet ettiğini söylemesine rağmen Amerika İran’da gelişen olayları konu ediyor. Amerika İran’la imzaladığı anlaşmaların tamamını feshetmeyi hedefliyor.”

Söz konusu olaylarda Amerika’ya karşı çok kesin tavır gösteren Rusya’ya Suriye’de de İran, Türkiye ve Irak gibi bölge üçgenini oluşturan ülkelerin yanında yer alacağı ve veto hakkıyla birlikte Birleşmiş Milletler Kuruluşunda gerçek bir hami olacağı gözüyle bakılabilir.

Anlaşıldığı kadarıyla dünya Amerika ve Rusya’nın oluşturduğu iki kutuplu olmaktan çıkıp Doğu ve Amerika kutbu şeklinde kutuplaşmaya doğru gitmektedir. Bu kutbun bir tarafında Rusya, Türkiye ve İran vardır ve diğer tarafında ise özellikle Filistin ve İran konusunda son derece yalnızlaşan Amerika vardır.

Donald Trump’ın şimdiye kadar cumhurbaşkanlığı sürecinin tek getirisi Amerika’yı süper güç olmanın dışına çıkarmıştır.

Akın Tandoğan

2005 yılında Lübnan Cumhurbaşkanı Refik Hariri’ye düzenlenen suikast fitnesinin başarısızlığının ardından “İsrail” 2006 yılında savaşa girdi. Bu savaşta başarısız olan “İsrail”, yumuşak güce dönerek 2008 yılında Lübnan’da fitne projesini başlattı. Şer güçleri burada da başarısız olunca 2009 yılında fitne İran’a taşındı. Bir kez daha planları akim kaldı ve 2011 yılında Suriye’deki terör saldırıları başlatıldı.


İran caddelerinde son günlerde meydana gelen hareketler, hükümetin kendilerine bir takım haklar sağlaması gerektiğine inananlar için bir gerekçe olabilir. İfade özgürlüğü ve halkın haklarını talep etme hakkı, insan hakları kuralları ve devletlerin anayasaları gereğince halka tahsis edilmiştir. Dolayısıyla, İran'da halkın bir kesiminin yaptığı eylemleri kimsenin reddetmesi veya itiraz etmesi söz konusu değildir. Bu ifade etme biçimi, hukukun ve kamu yararının çatısı altında ve bireysel – kamu mülkiyetine saygı çerçevesi dâhilinde kaldığı müddetçe kimse engellemez.

Ne var ki İran sokaklarında yaşananlara baktığımızda, bu hak arama eylemi, güvenliği ve yasaları ihlal, özel - genel mülke ve halkın özgürlüğüne saldırı örtüsüne büründüğü zaman, söz konusu hak arama eylemleri kuşku ve suizan çerçevesi dâhiline girmektedir. Bu durum, eylemlere katılanlar ve onları kışkırtanlar hakkında onlarca soru işareti oluşturuyor. İran'ın ve İran halkının düşmanlarının, bu taleplerle yola çıkan halkın hareketlerini yönlendirdiğini, onları daha fazla kışkırttığını ve şiddeti alevlendirdiğini gördüğümüzde, içine düştüğümüz suizan ve şüphenin dozu artıyor. Burada iş başka bir boyut alıyor ve gösterileri kışkırtanların İran'dan istedikleri asıl talepleri aklımıza geliyor. Bu talepler, İslam Devrimi'nin zaferinden bu güne kadar İran düşmanlarının ortaya sürdüğü isteklerdir. Geçmişte bu doğrultuda İran'a karşı savaş başlatılarak yaptırımlar ve ambargo dayatıldı. Egemenlikten vazgeçirmek, tıpkı Körfez'deki Arap komşularının durumu gibi Batı'ya bağımlı ve itaatkâr kılınmak için İran halkına sert baskılar uygulandı.

İran, gerçek bağımsızlığını “ne Doğu ne Batı” ilkesi gereğince kazanmıştır. Bağımsız ekonomiyi kalkındırması, geniş bir bölgesel stratejik saha oluşturması ve caydırıcı askeri gücüne dayanarak istiklalini eline almıştır. İran, tüm bunlarla İkinci Dünya Savaşının kazananları tarafından dünyaya dayatılan düzeni delip geçmiştir. Tüm zorluklara tahammül edebilen, fedakârlığa hazır ve iradeli olan İran halkı, bağımsızlığa güç yetirebildiğini ve başkalarının diktesinden uzak bir şekilde egemenliğini sağlayan ve uygulamalarını kendi yürüten bir halk olduğunu kanıtlamıştır. Dışarıya bağımlı olmaksızın kendi servetine sahip olarak bu gücünü kullanabildiğini ortaya koyan İran, özgürlük isteyen ve zulme uğrayan mazlum insanlara da yardım elini uzatmaktan geri durmamıştır. Amerika liderliğindeki uluslararası sömürü sistemini tüm bunlarla dibe çökerten İran, Amerika'ya itaat yuvasına geri döndürülmesi ve Beyaz Sarayın hükmü altına girmesi için tekrar hedef alınmıştır.

İran dayandı, yüzleşti ve kazandı; zaferi, yakın zamanların en önemli stratejik galibiyeti oldu. Suriye ve Hizbullah'ın oluşturduğu Direniş Ekseninin zaferi, Amerika'nın Ortadoğu projesini alaşağı etti. Buna bağlı olarak, dünyaya liderlik yapmak ve bu sayede evrensel Amerikan imparatorluğunu kurabilmek için ABD'nin dayandığı küresel tek kutupluluk sistemini yıkabildi. İşte bundan dolayı, İran bugün özellikle Suudi Arabistan, “İsrail” ve Amerika üçlüsünün başını çektiği uluslararası ve bölgesel güçlerin Irak ve Suriye'deki saldırılarına karşı kazandığı zaferlerinin intikamı olarak, ABD'nin cezalandırma, yıkım ve yok etme perspektifine dâhil olmuştur.

Bu bağlamda, Direniş Ekseninin Suriye ve Irak'ta kazandığı büyük stratejik zaferin netleşmesiyle, bölgedeki saldırı güçleri sahadaki durumu kendi lehlerine döndürecek herhangi bir çözüm bulamadılar. Böylece Irak ve Suriye şöyle dursun, Yemen Bahreyn ve Lübnan üzerindeki saldırı hedeflerini dahi gerçekleştiremeyen bu askeri birliğin liderleri, 2004-2011 yılları arasında Lübnan-İran ve Suriye'ye taşıdığı fitne tohumları ve saldırılar zincirini anımsatan bir operasyon ile yönünü tekrar İran'a çevirdi. Öyle ki bu fitne, her yenilginin ardından farklı bir savaş meydanına taşındı. 2005 yılında Lübnan Cumhurbaşkanı Refik Hariri'ye düzenlenen suikast fitnesinin başarısızlığının ardından “İsrail” 2006 yılında savaşa girdi. Bu savaşta başarısız olan “İsrail”, yumuşak güce dönerek 2008 yılında Lübnan'da fitne projesini başlattı. Şer güçleri burada da başarısız olunca 2009 yılında fitne İran'a taşındı. Bir kez daha planları akim kaldı ve 2011 yılında Suriye'deki terör saldırıları başlatıldı. Gelgelelim ki Suriye'ye karşı yedi yıl süren yıkıcı savaşın ardından, buradan da yenilgi ile ayrılan düşman güçleri, saldırı için yeni savaş meydanı arayışına girdi. Ve fitne tekrar İran'a taşındı. Tüm taşlar yerine oturduğunda, fitnenin arkasındakilerin ipleri pazara çıkıyor ve maskeleri düşüyor. Yani İran olaylarında da, Amerika, “İsrail” ve Suudi Arabistan'ın kirli elleri beliriyor.

İran'da protesto hareketleri adı altında caddelerde yaşananları gözlemlediğimizde, netleşen belirginleşen en önemli şey, Amerika, “İsrail” ve Suudi Arabistan'ın bu konudaki rolüdür. Çünkü olayların hemen ardından fitne medyası harekete geçti ve kan döküldü. Arap Baharı adı verilen olaylardaki aynı yöntem ile harekete geçildi. Akabinde ABD Başkanı Donald Trump vakit kaybetmeden protestocuların hareketini kucakladı ve konuyu araştırmak için Güvenlik Konseyini toplantıya davet etti. “İsrail”e gelince, müdahaleyi eleştiren sesler yükselten “İsrail” bunu durdurmaya çağırdı. Bu çağrı elbette bir müdahaleden sakınmaktan dolayı değil, başarısızlıktan sıyrılma arayışıdır.

Burada yerli eller tarafından yürütülen olaylarda, İran'ı hedefleyen kötü niyetli yabancı planlayıcıların da varlığı açık bir şekilde görünüyor. Zira yabancı uzmanların ortaklığıyla yürütülen bu planlar, Suriye'de yaşananlara benzer bir senaryoya dayanıyor. Kaosu yaymaya, devleti felce uğratmaya ve sonrasında hükümetin meşruiyetinin yaralanmasına aracılık ediliyor. Bu da, Amerika'nın kaos ile mücadele etmek ve İran halkını korumak bahanesiyle askeri olarak ülkeye sızmasına ve orada askeri üslerini konuşlandırmasına olanak sağlar. Teröre karşı mücadele sloganı da, yine Amerika'nın sızmasını gerekçelendirdiği bir kılıf olmaktan öteye geçmiyor.

Ne var ki saldırının planlayıcıları Suriye senaryosunun İran'da tekrarlanmasının olanaksız olduğu gerçeğini yok sayıyor ya da görmezden geliyor. İran'ın saldırı ve fitne karşısındaki kuvvetli bağışıklığını ve gücünü unutuyorlar. İran'ın liderlerini, hükümetini, silah gücünü ve halkını görmezden geliyorlar. Dış yörüngeden gelen kaosu dindirme ve çözüm bulma yeteneğini kulak ardı ediyorlar. Biz, bu dindirmenin sayılı birkaç günü geçtiğini hiç görmedik. Çözümle birlikte komplolar çöküyor ve bir kez daha sömürü planları suya düşüyor.

Tecrübeler, İran'ın silahlı gücüyle birlikte halkının tam bir farkındalıkla, Amerika'nın fitneci planlarına meydan okumaya hazırlıklı durumda olduğunu gösteriyor. Ancak şuna dikkat etmek gerekiyor ki komplolara verilecek cevap bu kez yerel bir savunma stratejisi çerçevesinden çok daha öteye geçecektir.

Sonuç olarak, İran sokaklarındaki hareketlerin başlangıçta haklı olduğuna inananların talepleri ve görüşlerini ifade eden bir proje olduğunu görüyoruz. Bu durum, kaçınılmaz bir şekilde devletin dikkatini odaklayacağı ve çözüme kavuşturacağı bir haldir. Ancak İran düşmanı dış sömürgeci güçler, bu fırsattan yararlanarak, bölgesel yenilgilerinin intikamını almak üzere İran devleti ve İslami yönetimi düşürmeyi hedefleyen bir komplo hareketi başlattılar. Buna karşın İran, devletin derin ve çok kaynaklı emniyet gücü ve İslam Devrimini korumaya hazır olan bilinçli ve kararlı halkıyla çok yönlü bir güce sahiptir.

Müslüman halk tarafından onurlandırılan bir devlet talebiyle edilen dualar, bölgedeki Siyo-Amerikan projeleri karşısındaki stratejik zaferlerin ardından oluşturulan bölgesel koşullar ve tek kutuplu dünya düzeninin yıkımının ardından güvendiği uluslararası çevresi sayesinde İran, tüm komploları fiyaskoya uğratmaktadır. İslami rejimi ateşe atmak için hareket eden eller kırılacak ve en kısa sürede çözüm kesin olarak sağlanacaktır.

İmam Humeyni'nin dediği gibi, “İslam dini ve İslam Cumhuriyetinin tehlikeye düştüğünü hissettiğim gün, nasihatlere yönelmem, aksine bu işe bulaşan herkesin elini kesmeye ve onlara inanan akıllara yönelirim!” İran, İslam Devriminin kuyusunu kazanların elini kesecek gücün fazlasına sahiptir. Bu güç, İran'ın geleceği hakkında endişeleri yok ediyor ve bu günkü durumu hakkında ise tam bir güvence sağlıyor. 2017 yılında zaferler kaydeden Direniş Ekseninin, 2018 yılının ilk ayında düşman güçleri karşısındaki başka bir zaferine tüm dünya tanık olacaktır.

Kaynak:Medyaşfak

İran rehberi İmam Hamaney, ABD'ye meydan okudu: Kaç gün boyunca İran'a zarar verdiniz, bu telafisiz kalmayacak.

 İran İmam Seyyid Ali Hamaney bugün sabah saatlerinde Kum'dan gelen kalabalık bir grubu kabul ettiği görüşmede yaptığı konuşmada; İran halkının 9 Dey gününden itibaren ülkenin dört bir yanında, bu taşkınlıklar ve oyunların yeni kişiler tarafından başladığı günden itibaren yürüyüşlere başladığını kaydetti.

İmam Hamaney, düşmanların uşaklarının olaylara son vermek istemediğini gören halkın, Kum'dan Ahvaz, Hemedan, Kirmanşah, Meşhed, Şiraz, İsfahan ve Tebriz’e kadar ülkenin muhtelif kentlerinde düzenlediği gösteri ve yürüyüşler düzenlediğine işaretle, bunların sıradan ve basit bir olay olmadığını ve dünyanın hiçbir noktasında benzeri olmadığını vurguladı.

Ayetullah Hamaney, İran'daki son olaylara temasla, düşmanın geçen bu 40 senedeki tüm hareketlerinin devrime karşı saldırıdan ibaret olduğunu belirtti.

İmam Hamaney, "İnkılap, siyasi olarak düşmanın ülkedeki kökünü kazıdı, şimdiyse düşman sürekli karşı saldırıda bulunuyor, ancak her defasında hezimete uğruyor ve halkın direnişinden dolayı bir şey yapamıyor." ifadelerini kullandı.

İran halkının son günlerde ülke genelinde yoğun katılımıyla düzenlediği destek gösterilerine değinen Hamaney; "Bu kez de halk tüm gücüyle, ABD'ye, İngiltere'ye ve Londra'da oturanlara 'bu defa da başaramadınız, yine de başaramayacaksınız' diyor." vurgusunda bulundu.

İmam Hamaney ayrıca; "halkın anti halk, İran'ın anti İran, İslam'ın da anti İslam mücadelesi şimdiye kadar sürdüğü gibi bundan böyle de devam edecek." beyanatında bulundu.

Ayetullah Hamanei beynatının devamında şu açıklamalarda, kendi haklı hakları için protesto edenler ile Kuran'-i Kerim'e, İslam'a, ülke bayrağına hakaret edenler ve camiyi yakıp, yıkanlar arasında fark olduğunu ve onları karıştırmamak gerektiğini belirterek, ülkede her daim halk protestoları, talep ve isteklerinin olduğunu, bazılarının sorunlu finans kuruluşlarından rahatsız olduğunu ifade etti.

Kimsenin eylemler ve protestolara karşı olmadığını belirten İmam Hamaney, itiraz seslerine kulak vermek gerektiğinin altını çizdi, "bu sözlere kulak verilmeli, ben dahil hepimiz sorumluyuz, hepimiz takip etmeliyiz" açıklamasında bulundu.

İran karşıtı sloganlara değinen Hamaney, "Bir taraftan 'canım İran'a feda olsun' sloganı atarken, diğer bir taraftan İran bayrağını ateşe verdiler! Akılsızlar bu ikinin birbirine ters düştüğünü anlamadılar mı?" açıklamasında bulundu.

İran'ın düşmanları karşısında Hizbullahçı ve devrimci gençlerin göğüs gerip, kutsal savunma yıllarında 300 bin şehit verildiğini söyleyen Hameney, "canım İran'a feda olsun" diyenlerin ne zaman İran için kurban olduklarını kaydetti.

ABD'nin İran halkına düşmanlığına değinen İmam Hamaney, ABD'nin sadece kendisinden değil İran halkı ve hükümetinden de öfkeli olduğunu çünkü halkın bu dev hareketi karşısında yenildiklerini, hükümetin İran halkına ait olduğunu ve hükümetin halka yaslandığını, bu nedenle korkmasına bir sebep olmadığını beyan etti.

ABD Başkanı Trump ve Washington yönetimini sert ifadelerle hedef alan İmam Hamaney, "Başınız taşa değdi; tekrarlarsanız yine başarısız olursunuz. Kaç gün boyunca İran'a zarar verdiniz, bu telafisiz kalmayacak. Amerikalıların dediğine göre bile akli dengesi yerinde olmayan bu adam göstermelik oyunlarının cevapsız kalmayacağını bilmeli" diye konuştu.

 Mevlüt Çavuşoğlu,   "Çatışmaların bir an önce durması istikrarın geri gelmesini isteriz. İran'ı eleştiren ülkelerin samimi ve çifte standarttan uzak olması gerekiyor. Mısır’da darbe oldu, herkes destek verdi. Hani darbeye karşıydınız? Ruhani’nin açıklamalarını olumlu buluyoruz. Temennimiz sürecin bir an önce bitmesi" dedi.

Bakan Çavuşoğlu, bu sabah gazetelerin Ankara temsilcileriyle buluştu. ABD, AB ile ilişkiler, Almanya'yla yaşanan gerginlik dahil birçok konuda sorulara şu yanıtları verdi:

- (AB ile ilişkiler) AB 2018 de Türkiye’ye saygı duymayı öğrenir, eşit olarak görür değerlendirmelerini AB üyelik çerçevesinde yaparsa ilişkilerimiz daha sağlıklı yürür. Patronluk taslama dönemi bitti . AB de bunu anlamaya başladı.

- Amacımız Filistin Devleti tanıyan ülkelerin sayısını artırmak

- Suriye ‘de 2018 yılı için siyasi çözüm süreci ile uğraşılacak . Çözüm sonrası Suriye’nin yeniden inşası için tüm aktörlerle şimdiden görüşmeye başladık.

IRAK'TA BÜYÜK ROL OYNAYACAĞIZ

- Irak'ta gayrimeşru referandum sonrası Türkiye, sorunların çözümü için rol oynayacak. Her türlü desteği verecek.

- Yemen sorunu: Türkiye siyasi çözüm için çok aktif rol oynayacak

- Katar krizi: Türkiye Katar krizinin çözümü için katkı yapmaya devam edecek

- 6 Ocak Cumartesi günü Almanya Dışişleri Bakanı ile görüşeceğim. Bizim Almanya ile hiçbir problemimiz yok . Almanya ve bazı ülkelerin var; bize ne olduğunu söylemeliler. 
Almanya ile ilişkileri daha iyi noktaya getirmek istiyoruz.

AVUSTURYA'YA BÜYÜKADA DAVETİ

Avusturya Dışişleri Bakanı aradı, ilişkileri düzeltmek istediklerini söyledi. İstanbul Büyükada'ya davet ettik, konuşacağız.

ABD İLE İLİŞKİMİZİN İYİLİĞİ ONLARA BAĞLI

ABD ile ilişkilerde 2017 sorunlu bir yıl oldu. Tüm bunlara rağmen ABD NATO müttefikimiz. İlişkilerimizin iyi olması gerekiyor ama bu ABD'ye bağlı. Bize yanlış yaparsa altında kalmıyoruz.

Başbakan Yardımcısı Bozdağ'dan İran Açıklaması


Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ, İran'daki protesto gösterileriyle ilgili açıklamalarda bulundu
İran'daki olayların yakından takip edildiğini açıklayan Bozdağ, "Türkiye, İran’da huzur, sükun, barış ve istikrarın korunmasını önemsemektedir" ifadelerini kullandı.

Bozdağ'ın açıklamaları şu şekilde:

- Türkiye, İran’daki olayları yakından takip etmektedir.

- Türkiye, İran’da huzur, sükun, barış ve istikrarın korunmasını önemsemektedir.

- İran’ın huzur, sükun, barış ve istikrarı, İran, İran halkı ve bölgemiz için önemlidir.

- İran’da meydana gelecek, getirilecek kriz, kaos ve çatışmaların İran, İranlılar ve bölgeye zarar vereceği aşikardır.

- İran’da huzur, sükun, barış ve istikrarın korunması için iktidarın ve halkın; kışkırtma ve provokasyonlara; kurulan ve kurulacak tuzaklara karşı dikkatli, basiretli ve sağduyulu hareket etmesinin gerekliliğini ve önemini bir kez daha vurgulamakta fayda görüyoruz.

Pazar, 07 Ocak 2018 04:06

ASRIMIZIN FİTNELERİ!

Bugün fitneler üçe ayrılmaktadır; Küçük fitne, orta fitne, büyük fitne.
 
  
   ?Küçük fitne: İslam dünyasının dışından sokulan fitnedir. Bu fitne Abd, İsrail ve batı devletlerinin fitnesidir. Bunlar çeşitli savaşlarda milyonlarca insanı öldüren tağutlardır. Küfürlerini hak göstermeye çalışan, insan hakları adına insan haklarını hiçe sayan fitnelerdir.

   ?Orta fitne: İslam dünyasının ve Müslüman camianın içinden çıkan fitnedir. Bunlar altı hanedandır; Al'i Suud (Arabistan), Al'i Sebah (Kuveyt), Al'i Halife (Bahreyn), Al'i Nehyan  (Amarat), Al'i Haşim (Ürdün), Al'i Sani (Katar).
Bunlar siyonist menşelidir. Bunlar bölgede Abd emperyalizmine ve İsrail siyonizmine kolluk görevi yapmaktadırlar.
Dedeleri Muaviye ve Yezit gibi kendilerini İslamın aslı ve esası olarak görmektedirler.
Geçmişte İngilizler Müslümanlarla başa çıkamayacaklarını anladıklarında üç tane grup türetti; Bahailik, vahabilik ve Kadiyanilik. Gerçekte bunlar Müslüman görünümlü siyonlardır.

Bu fitnenin sebebi şudur; İslam dininin dünyanın huzur, selamet, seâdet ve emniyet içerisinde idare olunmasına dair modeli olduğundan dolayı müstekbirler Müslüman görünümlü siyonlar vesilesi ile İslamın çehresini çirkin, vahşi, barbar gösterme çabasına giriştiler. Amaç batı insanının İslam modeline yönelmemesi... ve müstekbirlerin kolluk kuvvetlerinin destekleri ile İslam coğrafyasını kolayca sömürmeleri...
Bu amaç uğruna Abd emperyalizmi Müslümanlar arasında mezhep sürtüşmelerini/çatışmalarını/savaşlarını çıkarmak için her yola başvurmaktadır.

   ?Büyük fitne: Müslümanların içindeki fitnedir. Bu fitnede İslamı değil mezhebini düşünenler, Müslümanları değil kendisi gibi inanan, kendi mezhebinden olanları düşünen mezhep bağnazları tarafından yapılmaktadır. Bunlar, kendi mezheplerinden olmayıp, Abd emperyalizmi, İsrail siyonizmi ve batı müstekbirlerinin karşısında dimdik ve demir yumruk gibi duran direniş cephesine emperyalistlerin ve siyonistlerin hamle etmeleri için ellerini oğuşturmakta ve adeta dualar etmektedirler.

Bunlar Kabe'yi isterler ama içinde put olan bir Kabe'nin böyleleri için bir sakıncası yoktur. Nitekim Hz. İbrahim putları kırdıktan 2600 yıl sonra Şeytan Hz. İbrahim'in tefekkürüne karşı mücadele başlattı ve putları Kabe'nin içerisine bıraktı; Görüntü Kabe görüntüsü ama merkezinde, beyninde putlar...
Bu model şeytanın modelidir.
 Bugün büyük şeytan Abd de Müslümanların içerisinde, beyninde aynısını yapmak istemektedir.
Akıllı, basiretli, ferasetli, mezhep ve mezhebinden olanları değil İslam ve Müslümanları,  Müslümanların birliğini, varlığını, geleceğini düşünen her samimi Müslüman üç fitneye karşı özellikle orta fitne ile büyük fitneye karşı Müslümanları uyarır ve ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı söylem ve eylemlerden uzak durur.
Selam ve dua ile...
Mehdi AKSU