کارگر

کارگر

 Eskiden beri İran'a hep mesafeliydim. İş tutma tarzları, söylemleri, zekadan yoksun sloganik meydan okumaları beni hep rahatsız etmiştir. Mesafeliydim ama hiçbir dönemde İran'a karşı bir düşmanlık da beslemedim.

Mesafeliydim, kafamı kemiren sorular vardı ama Cumhuriyet gazetesi gibi 'eski medya'nın İran muarızlığını her zaman kirli ve şaibeli buluyordum.

Yıllarca 'eski medya' toplumu İran'dan gelecek 'şeriat tehlikesi'ne karşı tetikte tuttu.

“İran Türkiye için her zaman çok tehlikeli bir ülke” yalanı sıklıkla tedavüle sokuldu. Çünkü dünya sisteminin gözüne girmenin, dikkatini çekmenin yolu, İran aleyhine cümleler etmekten geçiyordu.

O zamanlar Türkiye'deki iktidarı paylaşan Kemalist-ulusalcı-solcu çevreler İran aleyhtarlığında baş roldeydiler.

O dönemin İslamcıları, bugünün iktidar çevreleri ise “bunun bir oyun, asıl yapılmak istenenin iki ülkenin sağlıklı bir ilişki kurmasının önüne geçmek olduğunu” söylüyorlardı.

Devran döndü, Türkiye'deki iktidar değişince dünya sisteminin partneri de değişti.

Eskinin “İran ile sağlıklı ilişkiler kurmamız gerek” diyenleri ile “ İran bölge için de, bizim için de çok tehlikeli” diyenler yer değiştirdi.

Cumhuriyet gazetesi İran muarızlığından İran taraftarlığına dönerken Zaman gazetesi ise İran muarızı oldu.

O kadar ilginç bir şekilde yer değiştirdiler ki iki tarafta bir birinin aldığı yeni tutuma şaşırmış gibi gözükmekten mahcup da olmuyorlar.

Muhafazakar çevrelerden Gülen cemaatinin eskiden beri İran'a sempati ile bakmadığını biliyoruz. Fakat ne zaman ki cemaat güçlenip Türkiye'de yönetimden pay istemeye başladı, İran'a karşı hissettikleri asempatik tutumun yerini 'muarızlık' aldı.

İran'ın Türk toplumu ile bağını zayıflatmak için aylardır büyük çaba içerisindeydiler.

AK Parti çevreleri Gülen cemaatinin bu çabasına karşı uzun süre karşılık vermedi.

Fakat bugün ikisi bir çizgiye gelmiş durumda. 'Problem İran' çizgisine.

Bunlar bu çizgide buluşurken, 1 Mart tezkeresini geçmemesi gerektiğini TV'de savunuyor diye -telefonla bağlanıp kendi gazetesinin yazarını fırçalayacak kadar 'demokrasi–özgürlük ve vicdan' havarisi Ertuğrul Özkök ile yıllardır varlığını İran muarızlığına borçlu olan Cumhuriyet de karşı çizgide buluştular.

İslamcı- dindar- muhafazakar kesimler İran aleyhtarlığı yaparken, Ertuğrul Özkök gibi liberal-solcu aydınlar ile Cumhuriyet gibi 'eski medya' ise İran taraftarlığında bir araya geldiler.

Her iki kesimi de dinlediğinizde niçin düşman, niçin dost olduğu konusunda sizi ikna edecekler.

Fakat asıl gerekçenin onların ileri sürdükleri nedenler olmadığını hepimiz biliyoruz.

Bugün geldiğimiz noktada dindar kesimin aydınları, siyasetçileri, entelektüelleri, gazetecileri İran'la ilişkimizin bozulmasına Suriye'de aldığı tutumunun neden olduğunu ileri sürüyorlar. Ancak İran ile aramızın bozulmasına giden sürecin dönüm noktası radar sistemini kabul ettiğimiz gündür.

Radar sistemi Ortadoğu ile ilişkilerimize bir dinamitti.

Hem İran'a karşı İran'ın yeminli düşmanları ile bir olup radar sistemini topraklarımıza kurmak, hem de İran'ın bundan rahatsız olmasını ayıplamak, kuzuyu yemek isteyen kurdun sunduğu bahaneden daha anlamlı değil.

İktidar insanları nasıl da bir yerden bir yere savuruyor. Nasıl da değersizleştirip bayağılaştırıyor. Görüyorsunuz değil mi?

Kırk yıl düşünseydiniz Cumhuriyet gazetesinin ve Kemalistlerin İran taraftarı, İslamcı gazetelerin, İslamcı aydın-yazar-çizerlerin İran aleyhtarı olacağı aklınıza gelir miydi?

Hiç aklınıza gelir miydi Irak işgalinin en 'kahraman' savunucusu Ertuğrul Özkök'ün bir gün “Ortadoğu'da ilişkilerimizi bozuyor” diye Ahmet Davutoğlu'nu yerden yere vuracağı?

Hiç düşünür müydünüz Hilary Clinton ile şak çeken Ahmet Davutoğlu'nun İran'a meydan okuyacağını.

Neyse, bakalım daha neler göreceğiz…

Benim en çok merak ettiğim şu: “Ahmet Davutoğlu 34 kez”, “Beşir Atalay 25 kez İran'a gitti" diye bu iki bakanı hedefe koyan cemaatteki arkadaşların artık gönülleri rahat mı? Bu iki bakanı artık affetmişler midir?

Ne olursa olsun, 2 yıldır yayın organlarında İran aleyhtarlığı yapıp sonunda AK Parti'yi de kendi çizgisine yaklaştırmayı başaran bu arkadaşlara şapka çıkarıyorum.

“Niçin, hangi gerekçeyle İran muarızlığı yapıyorsunuz” diye sorduğumda bana “Birkaç ay bekle, niçin olduğunu göreceksin" diyen Zaman gazetesi yazarı arkadaşıma da buradan takdirlerimi sunuyorum.

Ben yinede Başbakan Erdoğan'daki 'o damar'ın İran ile ilişkilerin bozulmasına daha fazla müsaade etmeyeceğini düşünüyorum.

Yanılmıyorum değil mi? twitter.com/acikcenk

Levent GÜLTEKİN

 

Cumartesi, 11 Ağustos 2012 08:32

Firuzabadi: "İngiliz Subayı yargılanmalı"

Kabil'de bir İngiliz subayının 50 adet bombalı yelekle tutuklanmasına temas eden İslami İran Genelkurmay Başkanı, İngiliz subayın yargılanması gerektiğini söyledi.

MHA'nın haberine göre Genelkurmay Başkanlığı'nın personeline hitaben konuşma yapan İslami İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Seyyid Hasan Firuzabadi, İngiltere'nin sön zamanlarda gerçekleştirdiği terörist eylemlerine işaret ederek, Kabil'de bir İngiliz subayının 50 adet bombalı yelekle tutuklandığını, bu subayın İngiliz mahkemesinde savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğini belirterek, İngiltere'nin bu konuya ilgisiz kalması halinde uluslar arası mahkemenin böyle bir girişimde bulunması gerektiğini söyledi. 

Tümgeneral Firuzabadi, İngilizlerin yüzyıllar boyunca bu gibi yöntemlerle müslümanlar ve mezhepler arasında tefrika çıkarmaya çalıştığını konuşmasına ekledi.

Batılı ülkelerin kitle imha silahları ve atom bombalarından dolayı uluslar arası toplumda itibarlarını kaybettiğini söyleyen Firuzabadi, şimdi bu ülkelerin bombalı yelekler üreterek bunları tekfirci gruplara vermek suretiyle, sivillerin canına kastettiklerini dile getirdi.

Tümgeneral Firuzabadi, bombalı yeleklerin savaşlarda kullanılmadığını, genel olarak sivillerin öldürülmesinde kullanıldığını belirterek bunları üreten ülkeleri de kınadı.

İran İslam Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı, konuyla ilgili olarak BM'lerin de üzerine düşeni yerine getirmesi gerektiğinin altını çizdi.

 

 Tahran'da Suriye konusunda uluslararası istişare toplantısı yapıldı

Söz konusu toplantıya, Rusya, Çin, Beyaz Rusya, Moritanya, Endonezya, Kırgızistan, Gürcistan, Türkmenistan, Benin, Sri Lanka, Ekvator, Pakistan, Cezayir, Irak, Zimbabwe, Umman, Venezüella, Tacikistan, Hindistan, Kazakistan, Nikaragua, Küba, Ermenistan, Sudan, Ürdün, Tunus ve Filistin temsilcilerinin yanı sıra BM temsilcisi de katıldı.

İslami İran milletvekillerinden İsmail Kevseri ve İran'ın Fars Körfezi bölgesindeki diplomatların da bir çoğu toplantıya katıldılar.

Daha önce İran dışişleri bakan yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, toplantının hedefinin, Suriye'de şiddete son verilmesi ve diplomatik çözüm yolu bulunması olduğunu söylemiş, toplantının Suriye konusunda çok sayıda ülkenin karşılıklı görüş alış verişinde bulunması imkanını sağlayacağını bildirmişti.

İran İslam Cumhuriyeti, Suriye meselesinde dış güçlerin müdahalesine karşı çıkarken, sorunun görüşmelerle yoluyla Suriyeliler arasında halledilmesini istiyor.

 Salihi: Halkların taleplerine cevap verilmeli

İslami İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Tahran'da Suriye konusunda düzenlenen danışma toplantısı konusunda yaptığı açıklamada, İran'ın, halkların taleplerine cevap verilmesi inancında olduğunu dile getirdi.

Salihi, toplantının düzenlenmesinden amacın, Suriye halkına yardım etmek ve sorunun diplomatik yolla halledilmesi konusunda çare bulmak olduğunu söyledi.

30'a yakın ülkenin Tahran'da toplantıya katıldığını belirten Salihi, İran'ın Suriye buhranının başından beri sorunun siyasi ve görüşmeler yoluyla çözümüne vurgu yaptığını hatırlatarak, bu konuda İran'ın her türlü çaba gösterdiğini bildirdi.

Annan'ın BM ve Arap Birliği'nin Suriye işleri özel temsilciliğinden istifa etmesinin de aslında Annan'ın planının yenilgiye uğratılması için yapıldığını söyledi.

Salihi, İran'ın, Suriye'de yönetim ve muhaliflerle arasında sorunun diplomatik yolla halledilmesi için her türlü yardıma ve işbirliğine hazır olduğunu kaydetti.

İran dışişleri bakanı açıklamasında ayrıca Suriye'ye dış güçlerin müdahalesinin kabul edilemez olduğunu zira dış müdahalenin sorunun daha da büyümesine ve çıkmaza sürüklenmesine neden olacağını söyledi.

Toplantıda BMT Genel Sekreteri'nin mesajı da okundu.

29 ülkenin Suriye bildirisi

Suriye'deki soruna çözüm bulunması amacıyla İran'da yapılan uluslararası istişare toplantısı sonuç bildirisi açıklandı.

Suriye'deki soruna çözüm bulunması amacıyla İran'da yapılan uluslararası istişare toplantısı sonuç bildirisi açıklandı.

Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, 29 ülkeden temsilcinin katıldığı istişare toplantısında üzerinde uzlaşılan sonuç bildirisini, düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu.

Bildiride, Suriye'de süregiden çatışmalar, can ve mal kaybı ile insan hakları ihlallerinden derin endişe duyulduğu belirtildi, şiddet ve terörün kurbanlarının acılarının paylaşıldığı vurgulandı.

Suriye'de taraflar arasında milli müzakerelere başlanması ve siyasi çözüm yollarının aranmasının zaruri olduğuna değinilen bildiride, tüm tarafların bir an önce şiddet olaylarına son vererek diyaloğa başlamaları gerektiği ifade edildi.

Siyasi reformların hayata geçirilmesi, demokrasinin güçlendirilmesi, siyasi parti ve grupların ülke yönetimine katılımı yönündeki halkın meşru taleplerinin desteklendiği vurgulanan bildiride, barışçıl ve sakin bir ortamda, yabancı müdahalesi olmaksızın bu taleplerin değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi.

Bildiride, BM'nin soruna çözüm çabaları ile Kofi Annan'ın altı maddelik planının desteklendiği belirtildi, sükunet ve huzurun sağlanmasına katkı amacıyla Suriye'de bulunan BM gözlemcilerinin görev sürelerinin uzatılmasının gerekliliğine değinildi.

Ülkelerin içişlerine karışılmamasını öngören uluslararası ilkelere uyulması ve dengelerin gözetilmesinin zaruretine vurgu yapılan bildiride, silahlı gruplara her türlü teçhizat yardımına son verilmesinin şart olduğu kaydedildi.

Bildiride, acı çeken ve sıkıntı içinde olan Suriye halkına hükümetle işbirliği içinde insani yardım yapılmasının gerekliliğine dikkat çekildi.

Suriye'de şiddeti durdurmak için yönetim ve muhalefet arasında diyalog başlatmaya yönelik olarak Tahran'daki istişare toplantısına katılan ülke temsilcilerinden bir temas grubunun oluşturulmasının gerekliliğine değinilen bildiride, tanınmış terörist grupların bu ülkedeki çatışmalara katılmasından ve terörizmin yayılmasından derin endişe duyulduğu ifade edildi.

Bildiride, diyalog zeminin hazırlanması, barışçıl çözüm yollarının bulunması amacıyla tarafların üç aylığına şiddete ve çatışmalara son vermesi yönündeki İran'ın önerisine destek verildi.

Toplantıya ev sahipliği yaptığı için İran'a teşekkür edilen bildiride, Suriye halkının acılarını dindirecek, bölgede barış ve istikrarı sağlayacak adımların atılmasına yönelik bu tür toplantıların devam etmesi temennisinde bulunuldu.

RAST HABER

 

 

Her ne kadar namaz kılanlardan bir çoğu namazını selam vererek bitirdiğinde başını sağa ve sola doğru döndürerek bitirmekte olsa da, aslında hadislerde ve fıkıh kitaplarında böyle bir tavsiyede bulunulmamıştır. Buna karşın hadisler ve hadislerle yoğrulan müçtehitlerin fetvasına göre namazda selam verdikten sonra elleri üç kere kulak hizasına kadar kaldırarak her kaldırdığında “Allah-u Ekber” demek müstaptır.[1]

Peki Şialar hangi hadislere dayanarak ellerini üç kere kaldırarak Allah-u Ekber demektedirler. Bizim duyduğumuza göre Şialar namazlarını bitirdikten sonra ellerini üç kere kaldırarak “Hane’l Emin” (Cebrail hıyanet etti) demektedirler.

 

 

Nedeni ise Cebrail’in nübüvvet görevini Hz. Ali’ye getirmeyerek Hz. Muhammed’e getirmesi! (neuzubillah) Cebrail’in böyle yaparak hıyanet etmiş olduğudur. Şialarda buna tepki olarak Cebrail’i her namaz sonrası hane’l Emin diyerek kınamaktadırlar!

Yukarıda geçenler yüzyıllardır Şia mezhebine atılan büyük iftiralardan biridir. Şia mezhebine mensup insanların bir çoğu bu yazdıklarımızdan habersizdir. Çünkü her gün namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırarak üç kere Allah-u Ekber demektedirler. Onlar bu cümleyi (hane’l emin) hayatlarında hiç duymamış ve ne anlama geldiğini bile bilmemektedirler. Şia alimleri ise Şia aleyhine yazılan iftira içerikli kitapları okuduklarında buna şahit olmaktadırlar. Aslında bu soruya cevap bile vermek doğru değildir. Çünkü böyle iftiraları atanları ve buna inananları her hangi bir Şii camisine götürmek yeterli olacaktır. Hatta teknoloji çağında yaşadığımız asrımızda internet ortamından veya uydu kanallarından her hangi bir Şii namazını açıp izlemeleri yeterli olacaktır. Ama biz yinede bu konu hakkında bir hadis naklederek olayın felsefesini açıklayacağız.

İmam Cafer Sadık’ın öğrencilerinden biri diyor ki Hz. İmam Cafer Sadık’ın yanına gelerek ona şöyle sordum: “Hangi sebepten dolayı namaz kılanlar, selam verdikten sonra üç kere tekbir almakta ve her bir tekbirde ellerini yukarıya doğru kaldırmaktadırlar?”

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Peygamber, Mekke’yi fethettiğinde öğlen namazını ashabıyla birlikte ‘Hacerül Esved’ın yanında cemaatle kıldı. Namazın selamını verdikten sonra üç kere tekbir alarak şu duayı okudu:

لا اِلهَ الاَّ اللهُ وَحدَهُ وَحدَهُ وَحدَهُ اَنجَزَ وَعدَهُ و نَصَرَ عَبدَهُ وَ اَعَزَّ جُندَهُ وَغلبَ الاَحزابَ وَحدَهُ فَلَهُ اَلمُلکُ و لَهُ الحَمدُ یُحیی و یُمیتُ و هُوَ عَلی کُلِ شَیءٍ قَدیرٌ

“La ilahe illallahu vehdehu vehdehu vehdehu enceze ve’dehu ve nesere ab’dehu ve eeze cundehu ve ğalebe’l ehzabe vehdehu felehu’l mulku velehu’l hamd, yuhyi ve yumiytu ve huve ale kulli şey’in kadir.”

“Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, O tektir, O tektir. Ahdine vefa etti; kuluna yardım etti. Ordusuna izzet -ve zafer- verdi. Tek başına muhalif güçleri bozguna uğrattı. Mülk ve tüm övgüler O’na mahsustur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye kadirdir.”

Sonra yüzünü ashabına çevirerek şöyle buyurdu: “Bu tekbiri ve bu duayı tüm farz namazların ardından okuyunuz ve terk etmeyiniz. Kim selam verdikten sonra böyle yaparsa farz bir şükrü yerine getirmiş olur.[2]

Her tekbirde tevhid-i efalinin üç merhalesine izan ve itiraf vardır. (Tevhid-i Efali: Allah’ın zatında tevhit, Allah’ın isimlerinde tevhit ve Allah’ın sıfatlarında tevhit) şöyle ki namaz kılan kişi tekbir diliyle itirafta bulunmaktadır. Ellerini yukarı kaldırıp kulaklarının hizasına getirerek kendini beğenmişlik ve benliğin atılmasına bir işarettir. Acizlik, zillet, kusur ve eksikliğini Yüce Allah’ın karşısında ifade etmektir.[3]

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Vesailu’ş Şia, c. 4, 14. Bab. Hadis: 1 ve 2; Urvetu’l Vuska, c. 1, salat, fi ta’kib.

[2] - Vesailu’ş Şia 4 / 1030 14. Bab, 2. Hadis.

[3] - İmam Humeyni’nin Adab-ı Namaz kitabından iktibas.

 

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei  bin kadar üniversite öğrencisiyle üç buçuk saat süren samimi görüşmesinde üniversitelilerin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlardaki görüşlerini dinledi.

Çeşitli öğrenci dernekleri ve kuruluşlarına mensup 11 aktif öğrenci bu görüşmenin başında farklı konulardaki görüş açılarını yansıttılar ve daha sonra da İnkılap Rehberi bir konuşma yaparak üniversitelilerin çeşitli sorularına cevap verdi ve öğrenci kuruluşlarından siyasi, ilmi, ahlaki ve manevi idealizmin beklendiğini belirterek eleştirel, ılımlı, insaflı ve umutlu bakış açılarının gerekliliklerini irdeledi.

İmam Hamenei, bir öğrenci tarafından söz konusu edilen İslam'ın ve adaletçi bir düzenin kapitalizme bakış açısına değinirken, İran'daki ekonomik perspektivin adalete dayanması gerektiğini, ülkedeki özelleştirme sürecinin kınanmakta olan kapitalizmin devletin makro ekonomik kararlarında etki göstermesine yol açmayacağını ve bugün Batı ve Avrupa'da giderek artan sıkıntılar ve problemlerin kapitalizmin özünden, daha doğrusu kapitalizme tapınmadan kaynaklandığını ifade etti ve bu arada sosyalist eğilimlerin ekonomik düşünceye sirayet etmemesi için de dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.

İmam Hamenei daha sonra 'direniş ekonomisi' kavramını izah ederek şöyle konuştu: 'Direniş ekonomisi savunma ya da etrafımıza duvar örme eylemi olmayıp, bir milletin hatta baskılar ve yaptırımlar altında bile gelişme sürecini sürdürebilmesi demektir.'

İnkılap Rehberi konuşmasının bir başka bölümünde üniversite çevrelerinde din ve manevi değerlerin önemine dikkat çekerken, üniversite öğrencilerinin ciddiyet içerisinde derslerini çalışması ve bilimsel araştırmalarını sürdürmesinin bir cihad eylemi olduğunun altını çizdi.

İmam Hamenei ayrıca üniversite öğrencilerinin namaz ve oruca verdikleri önem kadar, gıybet ve iftiradan sakınma konusunda da dikkatli davranmaları gerektiğini öğütledi ve makam ve mevki arzularının kaygan bir tehlike olduğuna dikkat çekti.

İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının devamında müslüman üniversite öğrencilerini 'yumuşak savaşın kurmayları' olarak niteledi ve şunları söyledi: 'Düşmanın yumuşak savaşta halk ve yetkililerin hesaplamalarında değişikliğe yol açmak şeklindeki temel hedefini dikkatle izlemelisiniz. Düşman, halkın kalbi, zihni, düşünce ve iradesini hedef almaktadır. Onlar İran'lıların hesaplamalarını etkileyip dünya zorbaları ve emperyalistler karşısında dikilmenin kendileri lehine olmadığını düşündürtmek amacıyla çaba harcamaktalar. Bu yüzden düşmanın bu alandaki saldırısını da püskürtmek zorundayız.'

Bu görüşme sırasında konuşan öğrenci temsilcileri ise özellikle şu konularda görüş açıklamalarında bulundular: Diplomasi mekanizmasının kimi bölgesel olaylar sırasında hantal davranmasının önlenmesi; siyasal hayat ve medya atmosferinde İslam ahlakı açısından gözlemlenen zaaflara eleştiri; ifade özgürlüğü alanında kimi müdürlerin bağnaz davranışlarına eleştiri; yetkililerin siyasal didişmeye düşmeden hizmetlerini sürdürmesi gerektiği; herhangi bir geri adımda emperyalist cephenin daha da küstahlaştığına dikkat edilmesi; propagandaya dayalı seçimlerin kurumlaşmasından ve kudret ve servet odaklarının seçimlerdeki rolünden duyulan kaygılar; bazı spor dallarında milyarlık harcamalarda bulunulmasının mantıksızlığı ve bunun toplamdaki elitler üzerinde uyandırdığı olumsuz etkiler; Batı'nın ekonomik baskıları ve ambargolarının sonuç vermeyeceği; kültürel alanda bir yol haritasına duyulan ihtiyaç; ambargoların fırsata dönüştürülebilmesi için plan ve proğramla hareketin gerekliliği; ilerleme sürecine paralel olarak adaletli davranılması gerektiği; tarım sektöründeki istikrarsızlıkların giderilmesi zarureti; direniş ekonomisinin hamle ekonomisiyle desteklenmesi ve İslami uyanış sürecindeki teorik boşluğun üniversite çevrelerince giderilmesi gerektiği...

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei bugün fars dili ve edebiyatı hocaları ile genç şairlerden oluşan kalabalık bir topluluğa hitaben yaptığı konuşmada İran'daki şiir konvoyunun hızlı bir biçimde ve büyük bir dikkat içeisinde doğru bir çizgide ilerlediğini hatırlatarak, bu hareketin sürmesi durumunda İran'ın bir kez daha dünya ve özellikle de bölge kültür ve uygarlığına değerli bir armağan sunacağını söyledi.

İmam Hamenei şöyle konuştu: 'Şiir, şairane duyguların yansıtılması için önemli bir araç olmasının yanı sıra, değerlerin hizmetinde olmalıdır. Şairler pratikte görev ve sorumluluklarını yerine getirmek için bu büyük ilahi nimeti din, ahlak, ma'rifet ve inkılabın hizmetine sokmalıdırlar. Bu bağlamda yeni mazmunların oluşturulması ve ardından da zevk sahibi olunması önemlidir. Şiir, dini ma'rifet ile halkın ahlakı ve inkılapçı hareketine hizmet sunabilir. Bu çaba hatta bir gazelde yer alan bir-iki beyitlik inkılapçı ve ahlaki şiirle bile olsa, etkisini gösterecektir. Bu yüzden şiirin biçimsel yapısı da ülkedeki mevcut sorunlar karşısında ilgisiz kalamaz.'

İnkılap Rehberi konuşmasının devamında İran'ın nükleer faaliyetleri hakkındaki büyük zulme işaretle, bu alandaki bilginlerin katledilmesinden ülke gerçeklerinden biri olarak söz etti ve şöyle konuştu: 'Emperyalist cephe tüm siyasi teşkilatı ve propaganda alanındaki gücüne dayanarak İran karşısında çirkin eylemlere başvurmaktayken, bu milli hadiseler sorumluluk duygusuna sahip bir şairin gözünden kaçmamalıdır. Zira Hak-Batıl savaşında tarafsız kalmak mümkün değildir.'

 

Ülkenin gerçek meselelerine işaret eden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah İmam Hamanei, İran’a büyük nükleer zulüm yapıldığını ifade etti. 

İmam Hasan Müctaba(a.s)’in kutlu doğum yıldönümünde İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah’il Uzma İmam Seyyid Ali Hamanei, kültür ve edebiyat çevrelerine mensup çok sayıda genç ve kıdemli şairleri kabulünde yaptığı konuşmasında ülkenin şiir kervanı suratlı ve dakik olarak doğru yolda ilerlemekte olduğunu ifade ederek, bu hareketin devamıda aziz İran ülkesi tekrar dünya kültürü ve medeniyetine ve özellikle bu bölgeye değerli bir hediye daha sunacağını hatırlattı.

Şiirin duyguları şiirsel olarak beyan etmek için bir kalıp olmasının yanısıra Şair'in mesuliyet ve görevini yerine getirerek bu büyük ilahi nimetini din, ahlak, inkılab ve biglisini arttırmaya yönelik kullanması gerektiğini konuşmasına ekledi.

İslam İnkılabı Rehberi, konuşmasının devamında, İran’a yönelik yapılan büyük nükleer zulüm ve nükleer bilim adamlarına yapılan terörün ülke gerçekleri olarak saydı.

İmam Hamanei, “Emperyalizm cephesi bütün siyasi teşkilatları ve propaganda gücüyle ve tam kötülükleriyle İran milleti karşısında durmuştur. Millet direniyor ve bu milli hadise ise taahhütlü Şairlerin gözünden uzak durmamalı, zira hak ve batılın kaşılaşmasında tutum sergilemeyerek ilgisiz kalınmaz”dedi.

Vatansever olduklarını iddia eden bazı kesimlerin dayatılan savaş ve düşmanın işgalciliği karşırında ilgisiz kalmalarını hatırlatan İslam İnkıulabı Rehebri İmam Hamanei, aynı bu kişilerin ülke ve devrim meseleleri, dini ve ahlakına yönelik ihmal, taahhütsüzlük ve nihilizmin propagandasını yaptıklarını konuşmasına ekledi.

Hak ve maneviyet cephesinde olan kişilerin sanatsal sermayesini hak istikametinde harcamaları gerektiğini diye tavsiyede bulundu.

Söz konusu şairler bu görüşmenin başında din, devrim, sosyal ve İsami uyanışı temalı şiirlerini okudular.

 

 İslami İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Ahmed Vahidi “Düşman, Suriye’yi direniş cephesinden dışarı atarak dengeyi kendi lehlerine çevirmek istiyor fakat bunu başaramayacak” dedi.

Medyaşafak haber portalının bildirdiği habere göre General Vahidi, Cumartesi günü devlet televizyonuna yaptığı açıklamada “Düşman Suriye’yi direniş cephesinin dışına atmaya zorlamak suretiyle Siyonist rejimle bölgedeki İslam ülkeleri arasında yeni bir güç dengesi yaratmak istiyor. Fakat bu gerçekleşmeyecek” şeklinde konuştu.

Vahidi “Suriye’de muhalefet olarak lanse edilen güç hükümetin halkın taleplerini yerine getirmesine izin vermeyen birkaç yabancı silahlı gruptan müteşekkildir. Eğer ülkede asimetrik olarak mevcut olan güçler sahneye açıktan girerlerse bölgede büyük bir kriz doğacaktır ve böylesi bir krizin kaybeden tarafı Batılılar ve Siyonizm yanlısı ülkeler olur. Bu ülkeler çok çirkin bir şekilde Suriye’ye silah akıtıyor ve terörist grupları teçhiz ediyorlar. Bunun bölgedeki yansımaları çok kötü olacak” dedi.

 

 FHA'nın bildirdiği habere göre İstifa eden BM ve Arap Birliği'nin Suriye özel temsilcisi Kofi Annan, BM Güvenlik Konseyi'nin kendisini ''tam anlamıyla'' desteklemediğini söyledi.

Annan, Cenevre'de istifa kararını açıkladığı basın toplantısında, ''Suriye'de artan askerileşmenin ve Güvenlik Konseyi'nde açıkça birliğin sağlanamamasının, rolünü etkili biçimde yerine getirmesi için gereken koşulları temelinden değiştirdiğini'' kaydetti.

Kofi Annan, ''Suriye'de şiddetin büyük ölçüde Suriye hükümetinin inatçılığından ve 6 maddelik planını uygulamayı reddetmeyi sürdürmesinden, aynı zamanda muhalefetin giderek büyüyen askeri kampanyasından dolayı devam ettiğini, bütün bunların uluslararası toplumun bölünmüşlüğüyle bir araya geldiğini'' bildirdi.

Suriye'de yönetimin geçiş hükümetine devredilmesi konusunda 30 Haziran'da Cenevre'de yapılan toplantıda, Rusya ve Çin dahil olmak üzere büyük güçlerin fikir birliğine varmasında başarılı olan Annan, BM Güvenlik Konseyi'nin planı asla resmen desteklemediğini, bunun kendisini hayal kırıklığına uğrattığını ve çabalarını baltaladığını belirtti.

Annan, bölge güçlerinin işbirliği dahil olmak üzere uluslararası birlik olmadan, ''kendisinin veya herhangi birinin, siyasi süreci başlatmak için gerekli adımların atılması yönünde ilk önce Suriye hükümetini, aynı zamanda muhalefeti zorlamasının imkansız olduğunu'' söyledi.

Bazılarının ''imkansızı başarmak'' olarak gördüğü görevini, Suriye'deki krize çözüm bulunmasında, BM Güvenlik Konseyi'nin liderliğindeki uluslararası topluma yardımcı olmak amacıyla kabul ettiğini ifade eden Kofi Annan, ''bir temsilci olarak, bu mesele için başoyunculardan, Güvenlik Konseyi'nden ya da uluslararası toplumdan barışı daha fazla isteyemeyeceğinin'' anlaşılması gerektiğini bildirdi.

Annan son olarak, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in ülkesinin iyiliği için görevinden ayrılmak zorunda olduğunu sözlerine ekledi.

 

Pazar, 05 Ağustos 2012 05:07

ORUÇ- RUZE

İslâmın dört temel ibadetinden ve beş esasından biri. Farsça'dan Türkçe'ye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı "Ruze"dir.

 Önceleri "Oruze" (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra "Oruç" şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır. Arapça karşılığı "savm" veya "sıyam"dır. Savm kelimesinin lügat manası; yeyip-içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak ve herşeyden el, etek çekmektir. Kur'an-ı Kerim'de bazan "susmak" manasına kullanılmıştır (Meryem, 19/26).

İslâmi ıstılahta oruç, "İkinci fecirden (fecr-i sadık'tan)" itibaren, güneşin grubuna kadar yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahü Teala (c.c)'ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen isimdir.

 Bilindiği gibi oruç, yalnız bedenle yapılan ibadetlerden biridir. Dolayısiyle, her mükellefin kendi nefsi için farz-ı ayn'dır. Resul-u Ekrem (s.a.s)'in; "Bir kimse, başka bir mükellefin yerine oruç tutmaz. Yine bir kimse, başka bir mükellefin yerine namaz kılmaz" (İbnül-Hümam, Fethül-Kadir, Beyrut 1315, II, 85) buyurduğu bilinmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de; "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız" (el-Bakara, 2/183) buyurulmuştur.

Oruç ibadetinin; Hicret'ten sonra farz kılındığı hususunda görüşbirliği vardır. Sahih olan rivayete göre, Bedir savaşından kısa bir süre sonra farz kılınmıştır. Hz. Âişe (r.a) validemizden rivayete göre; Resulullah (s.a.s) daha önce "Aşûre orucu"na devam etmiş ve Sahabe'ye tutmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Muaz b. Cebel (r.a)'den rivayet edilen bir haberde de, Medine'de her ay üç gün oruç tutmuştur. İmam Merginani:

"Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Çünkü Allahu Teala (c.c) "Sizin üzerinize oruç farz kılındı" diye buyurur. Ayrıca farziyyeti hususunda kat'i icma teşekkül etmiştir. Bundan dolayı, Ramazan orucunun farziyyetini inkâr eden kimse kâfir olur" (Merginanî, el-Hidâye, I, 118) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret etmiştir.

Oruç ibadetinin nedenine gelince; Usûl ûleması, ibadetlerde asıl olanın Allahu Teâlâ (c.c)'ya ihlâsla kulluk olduğunu, sebeplerinin tesbit edilip edilememesinin önemli olmadığını; hikmetlerinden bazılarını kavramanın ve açıklamanın mümkün, ancak teabbüdî olan bu hususlarda illeti tesbit etmenin güç olduğunu söylemişler ve ihlâsla Allah'a kulluğun esas alınmasını tavsiye etmişlerdir.

Resul-u Ekrem (s.a.s)'in:

"Oruç insanı Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi" (Nesâî, Savm, IV, 167) buyurduğu bilinmektedir.

Oruç, mükellefi her türlü şehvetten alıkoyan ve ihlâsı artıran bir ibadettir. Açlığa, susuzluğa ve nefsin diğer arzularına karşı direnmek oldukça önemlidir. Allahu Teâlâ (c.c)'ya iman eden ve O'nun dini uğruna cihada karar veren müminler; oruç ibadeti ile kuvvetli bir iradeye sahip olurlar. Hicrî takvim ayın hareketlerine göre değiştiği için, her yıl diğerine nisbetle on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyle insan bazen kışın (20) derecede, bazen yazın (+ 40) derecede oruç tutar. Bu bir anlamda mükellefin "Dondurucu bir soğukta ve kavurucu bir sıcakta dahi; Allahu Teâlâ'nın emirlerini eda etmeye hazırım" taahhüdünde bulunmasıdır. Ayrıca bir ay süre ile Allah Teâlâ (c.c)'nın rızasını kazanmak için, nefsinin bütün şehvetlerini terk etmesi oldukça önemli bir hadisedir.

Oruç ibadetine riyanın karışması da mümkün değildir. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te; orucun ve oruçlunun mahiyeti şu şekilde ortaya konulmuştur:

"Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü (kem) söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa "Ben oruçluyum"desin ve uymasın. Ruhum yed-i kudretinde olan Allahu Teâlâ (c.c)'ya yemin ederim ki; oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir.

Cenab-ı Hak buyurmuştur ki:

"Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi arzularını bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun sayısız sevabını da, doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir"

Pazar, 05 Ağustos 2012 04:55

Doğum günü münasebeti ile…

İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hasan’ı (a.s) dünyaya getirince Ali’ye (a.s), “Adını koy.”dedi. Ali (a.s), “Ben Peygamber’den önce bir isim vermem.”dedi. Peygamber (s.a.a) geldi ve Ali’ye (a.s), “adını koydunuz mu?”dedi. O, “Ona ad koymada senden öne geçmek istemedik.”deyince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben de ona ad koymada Allah’tan önce geçmek istemem.”Sonra Allah Tebarek ve Teala Cebrail’e şöyle vahy etti: “Muhammed’in bir oğlu olmuştur. Git ona selam söyle ve kutlayarak şöyle de: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde Harun’un çocuğunun adını ver.”Cebrail inerek aziz ve celil olan Allah tarafından Peygamberi kutladı ve şöyle buyurdu: “Yüce Allah sana, bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını vermeni emrediyor. Peygamber, “Harun’un çocuğunun adı neydi?”deyince…

 

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim, ilim talipleri için özür yolunu kapamıştır.” [1]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Suçu hemen cezalandırmaya kalkışma. İkisinin arasında özür dilemesi için bir yol bırak.” [2]

İmam Hasan (a.s), kendisinden Allah’ı nitelendirmesi istenince, bir müddet başını önüne eğdikten sonra başını kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Hamd, ne bilinen bir evveli ve ne de bitecek bir sonu olmayan Allah’a mahsustur.” [3]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendine nasıl davranılmasını seviyorsan insanlara karşı da öyle davran.” [4]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir servet aklıdan daha üstün değildir.” [5]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya ve ahiret akılla elde edilir. Her kim akıldan mahrum olursa, iki cihandan mahrum kalmıştır.” [6]

İmam Hasan (a.s), kendisine, akıl hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Fırsata erişinceye kadar hüzün (bardağını) yudum yudum içmektir.” [7]

İmam Hasan (a.s) babası (a.s) kendise aklın ne olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur: “Kalbin, kendine ısmarlanan şeyi korumasıdır.” [8]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla iyi muaşerette bulunmak aklın başıdır.” [9]

Meymun b. Mihran şöyle diyor: “Hasan b. Ali’nin (a.s) huzurunda oturmuştum. Birisi geldi ve şöyle arzetti: “Ey İbn-i Resulillah! Falan kimse, benden bir miktar para alacaklıdır. Beni hapsetmek istiyor.” İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki senin borcunu verecek param yoktur.” O adam şöyle dedi: “O şahısla konuş.” Meymun şöyle diyor: “İmam (a.s) ayakkabılarını giydi. Ben şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! İtikafta olduğunuzu unuttunuz mu? ” İmam şöyle buyurdu: “Unutmadım, ama babamdan o da Resulullah’tan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Her kim müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılamak için çalışırsa, dokuz bin yıl gündüzleri oruç tutmuş ve geceleri ibadetle geçirmiş bir şekilde ibadet etmiş olur.” [10]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmini başkalarına öğret, başkalarının ilmini de öğren. Zira bu işle hem ilmini sağlamlaştırmış olursun ve hem de bilmediğin şeyi öğrenmiş olursun.” [11]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yiyeceği şeyleri düşündüğü halde, akli şeyleri düşünmeyen kimseye şaşarım. Bu kimse karnını kendisine zararlı olan şeyden sakındırdığı halde göğsüne kendisini helak edici şeyleri bırakır.” [12]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizim hakkımızı eksilten herkesin, Allah da ilmini eksilmiştir.” [13]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adetler mağlup edicidir. O halde her kim, gizlide veya yalnızlıkta bir şeye adet edinirse, o şey açıkta ve insanlar arasında kendisini rezil eder.” [14]

İmam Hasan (a.s), fıtır (ramazan) bayramı günü oyunla meşgul olan ve gülüp oynaşan bir grubun yanından geçince durdu ve onlara şöyle buyurdu: “Allah Ramazan ayını itaatleri sebebiyle kendi hoşnutluğuna doğru öne geçmeleri için yarış meydanı karar kılmıştır. O halde bir grubu öne geçerek mutluluğa eriştiler. Diğer bir grubu ise geride kalarak mutsuz oldular. İyilik sahiplerinin mükafata eriştiği ve batıl işlerle uğraşanların zarar gördüğü böyle bir günde, gülüp oynayan insan ne kadar da şaşırtıcıdır. Allah’a yemin olsun ki eğer perde kenara çekilecek olursa, iyilik sahibinin iyiliği ile meşgul olduğunu, kötülerin ise kötülüğü ile uğraştığını bilirler.” İmam daha sonra oradan ayrıldı.” [15]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gaflet, camileri terk etmen ve bozuk insana itaat etmendir.” [16]

İmam Hasan (a.s) Müminlerin Emiri’nin “Zenginlik nedir?” diye sorması üzerine şöyle buyurmuştur: “Arzuların az olması ve yeten şeylerle hoşnut olmak.” [17]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali Kufe halkına şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Ben onlara itimat ettim, onlar bana hiyanet etti, ben onlar için hayır diledim onlar beni aldattı. O halde Sakif’in sapık zalim ve kibir dolu gencini onlara musallat kıl. Şüphesiz ki o Kufe’nin yeşilliğini yer, derisini örter, onlar arsında cahiliye metodu üzere hükümet eder.” Hasan (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “O gün Haccac henüz yaratılmamıştı.” [18]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nereye girip çıktığını bilmeden hiç kimseyi kardeş edinme. Durumunu iyice bildikten ve muaşeretinden razı olduktan sonra, sürçmelerini görmezlikten gelmek ve zorluklarda yardımcı olmak üzere onu kardeş edin.” [19]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Size bir kardeşimi haber vereyim: O benim gözümde insanların en büyüğü idi. Onu benim gözümde büyüten en önemli şey, gözünde dünyanın küçük olmasıydı. O karnının egemenliğinden kurtulmuştu. Bulmadığı şeye heveslenmez, bulduğu şeyde aşırı gitmezdi. O tenasül organının (şehvetinin) egemenliğinden de çıkmış biriydi. Dolayısıyla hafif akıl ve zayıf görüş sahibi değildi. O bilgisizliğin egemenliğinden de kurtulmuştu. Bir faydası olduğuna güvenmeden hiç bir şeye el uzatmazdı. Ne bir arzusu vardı, ne kızardı, ne de incinirdi. Ömrünün çoğunda sessiz idi. Ama konuşunca, konuşmacılara üstün gelirdi. Hiç bir çekişmeye müdahale etmez, hiç bir kavgaya karışmazdı. Hakimin huzurunda olmadıkça delil getirmezdi. Kardeşlerinden asla gaflet etmezdi. Hiç bir şeyi salt kendisine özgü kılmazdı. Zayıftı, başkaları da onu zayıf buluyordu. Ama sıra işe geldi mi koşan bir aslan kesilirdi. Özrü görmek için, özür dilenilebilecek hiç bir işte kimseyi kınamazdı. Dediğini ve demediğini yapardı.[20] Hangisinin daha üstün olduğunu bilmediği iki işi çıktığında hangisinin heva ve hevesine daha yakın olduğuna bakar ve ona muhalefet ederdi. İyileştireceğini ümid ettiği kimse dışında hiç kimsenin yanında bir acısını şikayette bulunmazdı. Hayrını ümit ettiği kimse dışında hiç kimse ile istişare etmezdi. İçi daralmaz, gazap etmez, şikayette bulunmaz, heveslenmez, intikam almaz ve düşmandan gafil kalmazdı. Eğer gücünüz varsa bu yüce ahlak ile ahlaklanmaya çalışınız. Eğer gücünüz yetmezse, o halde azını bile almanız, çoğunu terk etmekten daha hayırlıdır.” [21]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı olmayanın edebi de olmaz.” [22]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Peygamber (s.a.a), Hasan (a.s) dünyaya gelince kulağına namaz ezanını okudu.” [23]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sofra adabı on iki tanedir ve her Müslümanın bunu bilmesi gerekir. Dört tanesi farz, dört tanesi sünnet, dört tanesi ise edeptendir. Farz olan dört tanesi şunlardır: Marifet, rıza, Allah’ın adını anmak ve şükür. Sünnet olan dört tane ise şunlardır: Yemekten önce abdest almak, sol tarafı üzerine oturmak, üç parmakla yemek ve parmaklarını yalamak. Edepten olan dört tanesi ise şunlardır: Önünden yemek, lokmayı küçük almak, güzel çiğnemek ve insanların yüzüne az bakmak.” [24]

Necih şöyle diyor: “Hasan bin Ali’yi (a.s) önünde köpek durduğu halde yemek yerken gördüm. Yediği her lokma kadar köpeğin önüne atıyordu. Kendisine şöyle dedim: “Ey İbn-i Resulillah! Köpeği sofrandan kovayım mı?”Şöyle buyurdu: “Onu kendi haline bırak. Ben, canlı bir varlık yüzüme bakarken yemek yediğim halde kendisine vermemekten haya ederim.” [25]

Cabir şöyle diyor: “Şüphesiz Peygamber (s.a.a) Arefe’de iken Ali onun tam karşısında duruyordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ali! Yanıma gel. Beş parmağını beş parmağımın üstüne koy. (elimi avuçla). Ey Ali! Ben ve sen bir tek ağaçtan yaratıldık. Ben o ağacın kökü, sen gövdesi, Hasan ve Hüseyin ise dallarıdır. Her kim bu dallardan birine tutunursa Allah onu cennete koyar.” [26]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin benden ve babalarından sonra yeryüzü ehlinin en hayırlısıdır. Anneleri de yeryüzü ehli kadınlarının en üstünüdür.” [27]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hasan’ı (a.s) dünyaya getirince Ali’ye (a.s), “Adını koy.”dedi. Ali (a.s), “Ben Peygamber’den önce bir isim vermem.”dedi. Peygamber (s.a.a) geldi ve Ali’ye (a.s), “adını koydunuz mu?”dedi. O, “Ona ad koymada senden öne geçmek istemedik.”deyince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben de ona ad koymada Allah’tan önce geçmek istemem.”Sonra Allah Tebarek ve Teala Cebrail’e şöyle vahy etti: “Muhammed’in bir oğlu olmuştur. Git ona selam söyle ve kutlayarak şöyle de: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde Harun’un çocuğunun adını ver.”Cebrail inerek aziz ve celil olan Allah tarafından Peygamberi kutladı ve şöyle buyurdu: “Yüce olan Allah sana, bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını vermeni emrediyor. Peygamber, “Harun’un çocuğunun adı neydi?”deyince Cebrail, “Şubber”dedi. Peygamber, “Benim dilim Arapça’dır” diye buyurdu. Cebrail şöyle dedi: “Onu Hasan olarak adlandır.” Peygamber de onun adını Hasan koydu. Daha sonra Hüseyin dünyaya gelince Cebrail (a.s) yeniden nazil oldu. Allah tarafından doğumunu kutladı ve şöyle buyurdu: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını ver.”Peygamber (s.a.a), “Onun adı nedir?”diye sorunca Cebrail, “Şubber”dedi. Peygamber, “Benim dilim Arapça’dır”deyince Cebrail şöyle buyurdu: “O halde adını Hüseyin koy.”Peygamber de onun adını Hüseyin koydu.” [28]

Cennet Ehli Gençlerinin Efendisi

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir. Babaları onlardan daha hayırlıdır.” [29]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir.” [30]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir.” [31]

Hasan ve Hüseyin’i (a.s) Sevmek

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim beni severse bu iki çocuğumu da sevsin. Zira Allah bana onların sevgisini emretmiştir.” [32]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Hasan ve Hüseyin’i sev ve onları seveni de sev.” [33]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Hasan ve Hüseyin’i severse şüphesiz beni sevmiştir ve her kim ikisine buğzetmişse şüphesiz bana buğzetmiştir.” [34]

İmametinin Delili

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emir’ul-Mü’minin (a.s) ölüm döşeğinde yatınca oğlu Hasan’a şöyle buyurdu: “Yanıma yaklaş, Resulullah’ın bana söylediği sırrı sana da söyleyeyim ve bana verdiği emaneti sana vereyim.”Daha sonra bu dediğini yaptı.” [35]

Selim b. Kays şöyle diyor: “Müminlerin Emiri Ali (a.s) oğlu Hasan’a vasiyet edince ben de orada hazır idim. Hz. Ali oğlu Hasan, Muhammed b. Hanefiyye bütün çocukları, kendisine uyanların ileri gelenleri ve ailesini de bu vasiyetine şahid kıldı, ardından kitap ve silahı ona teslim etti.” [36]

Hasan Bendendir ve Ben de Ondan

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan bendendir ve ben de ondan, Allah onu seveni sever; Hasan ve Hüseyin torunlardan iki torundur.” [37]

Mikdam b. Me’dikerb ve Amr b. Esved, Kınnesrin denen yere gittiler. Muaviye Mikdam’a şöyle dedi: “Hasan b. Ali’nin vefat ettiğini duydun mu?”Mikdam, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun”(hepimiz Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz. ) dedi. Muaviye, “Acaba sen bunu bir musibet mi kabul ediyorsun?”dedi. Mikdam şöyle cevap verdi: “Nasıl musibet bilmeyeyim ki? Oysa Resulullah (s.a.a) onu dizlerine oturtup, “Bu bendendir” diye buyurdu.” [38]

İmam Hasan’ın (a.s) Sevgisi

Resulullah (s.a.a) Hasan’a (a.s) işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Beni seven bunu sevmelidir.” [39]

Resulullah (s.a.a) Hasan’a (a.s) işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben onu seviyorum. O halde sen de sev ve onu seveni de sev.” [40]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben onu seviyorum, sen de onu sev.” [41]

İmam Hasan’ın (a.s) İbadeti

İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Hasan b. Ali b. Ebi Talib (a.s) kendi zamanında insanların en çok ibadet edeni, en zahidi ve en üstünüydü.” [42]

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bihar, 78/109/19

[2] Bihar, 78/115/11

[3] et-Tevhid, 45/5, bak tüm söze

[4] A’lam’ud-Din, 297

[5] Keşf’ul-Gumme, 2/198

[6] Keşf’ul-Gumme, 2/197

[7] Mean’il-Ahbar, 240/1

[8] Mean’il-Ahbar, 401/62

[9] Bihar, 78/111/6

[10] Fakih, 2/189/2108

[11] Keşf’ul-Gumme, 2/197

[12] Bihar, 1/218/43

[13] Bihar, 78/114/9

[14] Tenbih’ul Havatir, 2/113

[15] Tuhef’ul Ukul, 236

[16] el-Bihar, 78/115/10

[17] Mean’il-Ahbar, 401/62

[18] Kenz’ul Ummal, 31747

[19] a. g. e. 233

[20] Nehc’ul Belağa-i Feyz’de 281. Hikmet’te şöyle yer almıştır: “dediğini yapar ve yapmadığını söylemezdi.”

[21] el-Kafi, 2/237/26

[22] a. g. e. s. 111/6

[23] a. g. e. s. 43/147

[24] Vesail’uş-Şia, 16/539/1

[25] Mustedrek’ul Vesail, 8/295/9485

[26] Tarih-i Dimeşk (İmam Ali’nin biyografisi), 1/129/179

[27] a. g. e. h. 5

[28] Emali es-Seduk, 116/3

[29] a. g. e. s. 263/8

[30] Kenz’ul Ummal, 37682

[31] a. g. e. 37693

[32] el-Bihar, 43/270/30

[33] a. g. e. s. 281/48

[34] Emali et-Tusi, 251/446

[35] el-Kafi, 1/298/2

[36] a. g. e. s. 297/1

[37] el-Bihar, 43/306/66

[38] Kenz’ul Ummal, 37658

[39] a. g. e. 37637

[40] a. g. e. 37640

[41] a. g. e. 37651

[42] Emali es-Seduk, 150/8