
کارگر
Erdoğan Yine İran'ı Suçladı/"Mezhep Ayrılığı Fitilini Ateşliyor"
Bugün Sultanahmet'te yaşanan patlamanın ardından bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, saldırganın Suriyeli olduğunu iddia etti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün yaşanan Sultanahmet saldırısının ardından konuştu ve konuyu mezhep çatışmaları iddiasına getirdi.
Saldırının bir canlı bomba tarafından gerçekleştirildiğini düşündüklerini söyleyen Erdoğan, saldırganın Suriyeli olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi.
Konuşmasında bölge meselelerine de değinen Erdoğan, Suudi Arabistan'da yaşanan ve Ayetullah Nemr'in idamıyla birlikte İran-Arabistan arasında oluşan gerginliğe de değinerek İran'a ağır suçlamalarda bulundu.
Erdoğan, konuşmasında İran'a şu ifadelerle yüklendi:
"Diğer taraftan İran da Suriye, Irak, Yemen gibi ülkelerdeki gelişmeleri kendi nüfuz alanını genişletme aracı olarak kullandığını görüyoruz. Mezhep temelli ayrışmaları çatışmaya dönüştüren tavrıyla İran, yeni ve tehlikeli bir sürecin fitilini ateşlemeye çalışıyor. İran'ın Suudi Arabistan ve körfez ülkeleriyle ilişkilerini bilinçli olarak gerginleştirmesi bu stratejinin bir parçasıdır.
Suudi Arabistan ve İran olayındaki gibi 47 kişi idam edildi. İdam Suudi Arabistan'da kalkmadı, ABD'de kalkmadı, Çin'de kalkmadı, Rusya'da kalkmadı, İran'da kalkmadı. Peki! Şunu sorma hakkına sahip değil miyiz? Orada bir tane ayetullah olduğu söylenen zatın idamı, bunun yanında 3 tane daha Şia ama onun yanında 43 tane Sünni, El-Kaide ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle idam edilmiş.. Olay bu! Peki İran'da bunca idamlar var. Bunları nereye koyacağız? Onların aileleri yok mu? Onları savunanlar yok mu? Bunları nereye yerleştireceğiz? Türkiye'nin böyle bir sorunu yok. O zaman öncelikle bunlara kendilerinin bir cevap bulması lazım"
1- Burada Erdoğan'a geçmişte söylediği bir sözü hatırlatıyoruz: "İran, benim ikinci vatanım." Peki böyle bir söylemde bulunan Cumhurbaşkanı, neden şimdi bölgede kardeş ve dost saydığı bir ülkeyi, şimdi mezhepçilik oyunu oynamakla, Irak, Suriye ve Yemen'de nüfuzunu artırmakla suçluyor?
2- 5 sene önce beraber ailece tatil yaptığınız Esed, neden birden gözünüzde çocuk katiline dönüştü?
3- Suriye devleti, seçimle gelen bir cumhurbaşkanının haksız ve hukuk dışı muhalif isteklerle ve devamında silahlarla sokağa çıkan teröristlerle savaşıyor. Öte yandan Suriye devleti kendi halkına karşı savaşmıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen ve geçiş güzergahları Türkiye olan binlerce teröristle savaşıyor.
4- Hangi odaklar veya parmaklar Suriye sınırında 800 km.lik bir alanda yüzlerce ambulansı orada Devlet aleyhine savaşan teröristlerin kullanımına ve yaralananlarını hastanelere taşımakla görevlendirdi?
5- IŞİD'İn yayınladığı videolarda Türkçe konuşan komutanlar veya militanlar, kimlerin izniyle ve müsadesiyle ordalar?
6- IŞİD komutanlarıyla bir arada yemek yiyen ve ticaret yapan acaba kimin evladı?
7- Müsadenizle size şunu da sormak istiyoruz. Siz Suudi Arabistan'dayken, Ayetullah Nemr'in idamı hiç aranızda konuşulmadı mı? Siz ülkeyi henüz terk etmişken sanki yolunuza kurban edilirmiş gibi kılıçla başı kesilen bir din adamının en büyük derdi halkın sözcüsü ve vatandaşlık haklarını kullanarak adalet savaşçısı olmaktı.
8- Eğer diğer ülkelerin içişlerine karışmak suç ise bunun en büyük ve ilk derecede suçlusu Türkiye değil midir?
9- Halkın değer verdiği ve bir din alimi olan bir insanın, uyuşturucu, terör gibi suçlarla yargılanan ve idama mahkum edilen kimselerle bir safta tutulması ve onlarla birlikte aynı suçtan idam edilmiş gibi göstermek hangi dini-beşeri kanunun getirisidir?
Her idam edilen insanın elbet bir ailesi vardır. Ancak terör suçu işleyen bir insanla insanları hidayete çağıran, kardeşliğe çağıran, adalete çağıran bir din alimini bir kefede görmek basiretsizliğin ne kadar üst seviyede olduğunu gösteriyor.
10- Hangi insan, diğer insanlara zarar veren, hayatlarını karartan, suç ve zulüm işleyen bir insanın ölümüne üzülür. Ailesi mi? İnsanlar mı?
Ama diğer taraftan bir din aliminin ölümü hem ailesini, hem sevenlerini, hem dava arkadaşlarını, hem toplumu ve hem de tüm dindarları üzer.
11- İran'ı mezhepçilik yapmakla ve bölgede nüfuzunu artırmakla suçlamadan önce hem ülke içinde Alevilere karşı, hem de ortadoğuda yürüttüğü politikaları bir gözden geçirmesi gerekmez mi?
12- Son ve en önemli sorularımızdan biri de şudur ki: Henüz olayın üzerinden birkaç saat geçmemişken, henüz hayatını kaybedenler ve yaralılar olay yerindeyken, saldırganın Suriyeli olduğu ve canlı bomba olduğu bilgisini nereden aldınız? İstihbarat gücümüz bu kadar yüksekse neden patlama olmadan önce önlem alınamadı?
TR.JAMNEWS
İslami Birlik ve Vahdetin Alanları
Dünyadaki müslümanlar değişik mezhep ve inanca sahip olduğundan, aynı mezhep ve inanca sahip müslümanların çeşitli tarikat, meşreb ve kuruluşların bünyesinde inançlarını yaşamaya çalıştıklarından veya değişik siyaset ve stratejiye sahip olduklarından, vahdetleri söz konusu olduğunda vahdet etmek istedikleri alanlar belirlenmelidir. Vahdet adına müslümanlar kullanılmamalı ve onlara islamın öngördüğü vahdet, yanlış anlatılmamalıdır. Asırlardır müslümanların vahdet oluşturamamalarının sebeplerinden biri de müslümanlara islami vahdetin gerçek manasının aktarılamamasıdır. Bu bağlamda vahdetin merhaleleri de belirlenmelidir.
1- İnanç ve İtikatta Vahdet
İnsanın hayatına değer veren, yaşamına önem kazandıran ve ferdi ve toplumsal hayatını yönlendiren onun itikat ve inancıdır. İnanç ve itikat insanın özünü oluşturur. Allah-u teala, Kur’an-ı Kerim’de vahdet için nazil etmiş olduğu ayetlerde inanç ve imanda bir olmaya davet ediyor. Tek olan Allah’a iman etmeye, ilahi hükümleri getirip beyan eden Resulullah’a (s.a.a.) iman etmeye ve kıyamet gününe imana emr ediyor. Allah’a kulluk etmeye, göndermiş olduğu dine tabi olmaya çağırıyor. Diğer taraftan Allah’tan başka bir şeye ilah diye tapmaktan, O’dan başkasına kulluk etmekten nehy ediyor. Hem vahdete davet ettiği ayetlerde hem detefrikadan nehy ettiği ayetlerde tevhid'e davet ediyor. Ayetler müslümanları inanç ve itikatta Tevhidi bir imana sahip olmaya davet ediyor. Bu ayetlerin Mekke’de nazil olduğu dikkate alındığında genelde itikadi ve imanın temellerini beyan eden ayetler olduğu görüleceklerdir. Dolayısıyla ayetlerin, müslümanlar arasında itikadi konuların dışındaki fikri ayrılıklarını reddetmediği anlaşılacaktır. Resulullah da hiçbir zaman fikir ayrılıklarını tefrika, fitne olarak değerlendirmemiştir.
Müslümanların bu alandaki vahdetlerini iki şekilde beyan edebiliriz; biri müslümanların itikat ve inancının temellerini oluşturan ve bütün müslümanların ortak oldukları Tevhid, Nübuvvet ve Mead ve dinin diğer değişmez vacibatına imanda vahdet, diğeri ise bu imanın temellerinin pratikde ameli göstergesi olan ibadi ve Allah’ın amelde müslümanlardan beraberce yapmalarını istediği işlerde vahdet.
İslami vahdet ister Tevhidi düşünce gereği iman ve itikatta olsun ister ilahi emir gereği amelde, ibadette olsun genel ve kullidir. Ama inanç ve teorik meselelerin ve pratikde amelen yapılan şeri hükümlerin teferruatına ve cüziyyatına inildiğinde müslümanların bu meseleleri idrak ve kavramasında farklılık olduğu görülmektedir. Yani ihtilafların çoğu imanın asıl ve temellerinde değil, teferruat ve detaylarındadir.
Mezhepler arasındaki farklılık da bu noktalardadır. Müslümanlar, mezheplerin farklı düşünmelerine sebep olan teferruat ve detaylar peşine düştüklerinden tefrika ve ihtilaf hastalığına yakalanmışlar ve vahdet sağlayamamaktadırlar. Bu detaylar konusunda da vahdet sağlama peşinde olduklarından ve başaramadıklarından bu daldaki görüş ayrılıklarını tefrika olarak algılarlar. Bazılarına göre islami vahdetin varliği o zaman kabullenilir ki bütün meselelerde hatta teferruat ve detaylarda da aynı düşünülsün, aynı inanca sahip olunsun. İşte bu düşünce neticesinde tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de müslümanlar birbirlerini tekfir etmekten, kendisi gibi inanmayanları sapık ve delalette görmekten kurtulamamışlardır. Onlara göre mezhep ve fırkalar birbirleriyle teferruatta ihtilafları olduğu için hiçbiri hakk olamaz çünkü hak bir tanedir. Bundan dolayı herkes kendi inanç ve mezhebini hak olarak görüyor ve diğerlerini batıl sayıyor.
Eğer müslümanlar bir mezhebin veya inancın teferruat ve detaylarını imanın temeli ve diğerlerini ise batıl olarak algılarsa o zaman kendi mezhebi içindeki farklı görüşe sahip alim ve müçtehidlerin de bazılarının küfrüne ve görüşlerinin batıllığına, bazılarının da hak olduğuna hüküm vermesi gerekecektir. Çünkü fakih ve müçtehidlerin fıkhi meselelerde ve diğer bazı konuların detay ve teferruatında farklı görüşleri olduğunu biliyoruz. Halbuki müslümanların kayıtsız şartsız kabullenmesi gereken ve görüş belirtme yetkisi olmadığı itikadi ve şeri meselelerin teferruat ve detaylarında fakihlerin görüş ayrılıkları ve farklı fetvaları, ihtilaf ve tefrika değildir ve fakihler de birbirlerinin batıl ve küfrüne fetva vermemişlerdir. Tabiki İslam’ın, Kur’an’ın aleyhine verilen fetva ve görüşler her kim tarafından verilirse verilsin, hiyanet ve batıldır, onların cevabını vermekte yine fakihlerin vazifesidir.
2- Fikirde Vahdet
Allah-u teala insanlara içsel hüccet olarak aklı vermiştir. İnsanlar, kendilerine verilen bu akıl ile dünya işlerini düzene koydukları gibi hak yolu bulup hidayete kavuşurlar. Allah-u teala, insanlar arasında aklı taksim etmiş ama her insan aynı yetenek ve kabiliyete sahip değildir. Her insan kendisine verilen aklı aynı ölçüde kullanamaz. Herkes yeteneği ve kapasitesince ondan yararlanır. Dolayısıyla aklını iyi kullanan birisinin anladığı bir birşeyi başka birisi idrak edemeyebilir. İlmi, siyasi, toplumsal ve itikadi bir meseleyi bağnazlık ve taassup olmadan herkes farklı şekilde anlayabilir. Olayları değerlendirme açısından insanlar bir olayı farklı şekillerde yorumlayabilirler. Hiç kimse benim yorumum doğrudur benim dışımdakiler batıldır diyemez. Tabiki bu değişik yorum ve idraklar dini konularda sözkonusu oldunca ancak teferruat ve detaylarda olursa doğru olarak kabul edilir, dinin asıllarında ve değişmez hükümlerinde insanların böyle bir hakkı yoktur.
İki insanın bir konuda tamamen aynı düşündükleri söylenemez, bir olayı tamamen aynı şekilde değerlendirdikleri iddaa edilemez muhakkak görüş ayrılıkları olan noktalar vardır. Bu görüş ayrılıklarının olması birinin hak diğerinin batıl olduğunu göstermez, onlar arasında tefrika olduğu manasına gelmez. İnsanların, ilim ve bilgileri farklı olduğundan ve anlama yetenekleri farklı olduğundan bir meseleyi idrak etmeleri ve olaylara yaklaşımları farklı olacaktır. Düşünce tarzı değişik olduğundan her konuda aynı düşünmeleri imkansızdır.
İnsanların fikri vahdetini sağlamaya çalışması mantıklı bir fikir olmadığı gibi insanın fikir özgürlüğünü kısıtlamak, düşünme yeteneğini elinden almaktır. Çünkü insanların değişik düşündüğünü, farklı yeteneklere sahip olduğunu ve ilim ve bilgi seviyelerinin neticesinde olayları farklı değerlendirdikleri dikkate alındığında bu fikri vahdeti sağlamanın imkansız olduğu görülecektir. Fikri vahdet oluşturmak istersek bir toplumda bir görüşün dışında bütün görüşleri atmamız gerekecek ve herkes kendi görüşünün doğru olduğunu kabullenip diğerlerini batıl ve yanlış bilmesine sebep olavaktır. Bir insanın kendi görüşünün hak olduğunu iddaa edip mihver olması gerektiğini söylemesi düşünüldüğünde, bu iddaanın tefrika ve fitneyı ne kadar körüklediği görülecektir. Fikri vahdet, dediğimizde insanların her konuda aynı düşünmesi gerektiğini, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri gerektiğini ve değişik ve farklı düşüncelerin olamaması gerktiğini kast ediyoruz. Bunun yanısıra şunuda belirtelim, görüş alış verişinde bulunarak müslümanların ve islamın maslahatı için ortak bir görüşe varmak, dayanışma ve diyalog halinde olmak ayrı bir konudur ileride ona değineceğiz.
Evet, fikri vahdet, bütün insanaların aynı düşünmeleri, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri imkansız olduğu gibi Allah-u teala da insanlardan böyle bir vahdet istememektedir. Resulullah (s.a.a) hadislerinde ve Ehl-i Beyt İmamları (a.s) nurlu sözlerinde böyle bir vahdete davet etmiyorlar. Bu bağlamda şuna dikkat edilmesi gerekir, bir insan kendi görüşünü hak ölçüsü olarak görüp insanları kendisine tabi olmaya davet edemez, insanın kendisine davet etmesi, ne isimle olursa olsun kendisini ilahlaştırması manasına gelir.
Böyle bir vahdet ancak peygamberler ve imamlar için sözkonusudur. İsmet makamına sahip peygamber ve imamlar Allah-u tealadan aldıkları ilim sayesinde bütün olayların ve düşünce ve fikirlerin başlangıcından sonuna kadar bütün mefsede ve maslahatını, yarar ve zararını, doğruluk ve yanlışlığını, hak ve batıllığını bildiklerinden her konuda ayını düşünür aynı kararı veririler asla görüş ayrılığına düşmezler ve hiçbir konuda ihtilafa düşmezler onun için Peygamberler ve imamların fikri vahdetleride vardır. İmam Humeyni (r.a) şöyle buyuruyor:
"Eğer 124 bin peygamber bir arada yaşasalar en küçük bir konuda dahi ihtilaf ve fikir ayrılığına düşmezler."
Ama insanlar böyle bir vahdeti gerçekleştiremeyeceklerinden onlardan böyle bir vahdet istenmemektedir. Eğer birileri böyle bir vahdet istiyorsa bu fikri vahdet değil kendisine tabi olmaya çağırmadır, fikir, düşünce ayrılığını tefrika olarak değerlendiriyorsa bu kendisini tek hak görmesinden kaynaklanıyor bu da en büyük zülmetlerden biridir.
Özetle şöyle diyebiliriz: Fikirde vahdet hedef doğrultusunda bütün konularda ister kulli ve genel meselelerde olsun, ister cuzi ve teferruatta olsun fikir ve düşüncelerin hiçbir fark olmaksızın bir olmasıdır. Elbette bu vahdet türünün insanlardan şu aşamada istenmemesi yalnız zamansal olaraktır, eğer insanlar iman-ı kamil ve akl-ı kamil derecesine ulaşırlarsa bu vahdet gerçekleşecektir.
3- Fikir birliği
Söylediğimiz gibi insanların akıl seviyeleri, akıllarını kullanma yetenekleri farklı ve değişik olduğundan ve değişik ilim ve bilgiye sahip olduklarından farklı düşünürler farklı değerlendirirler. Bu insanın yaşayışının ve dünyevi hayatının gerçeklerindendir.
Fikir birliği, bir grup insanların bir hedef doğrultusunda bir strateji belirleyip bir siyaset ve metot takip ederek hedefe ulaşmak için ortak bir gürüş etrafında toplanmalarıdır. Toplumda bulunan fertlerin görüşü alınarak , bireylerle istişare ederek en sağlıklı ve en doğru karara ulaşmak için bir gürüş etrafında birleşmektir.
Aynı inancı paylaşan, aynı mezhebe mensup ve aynı islami harekette yer alan müslümanlar temelde bir olduklarından teferruat ve detaylarda farklı görüşlere sahip olsalar da hedef doğrultusunda fikir birliğine varabilirler. Değişik düşünce ve fikirlerden yararlanmak hem sihhatli karar vermeyı sağlar hem de o toplumun tekamülene sebep olur.
Farklı görüşlerden yararlanmak, fikir alış verişinde bulunmak ve toplumda herkesin görüşüne saygı göstermek fertlerin birbirine güven ve itimadını artırır ve hedefe ulaşma yolundaki engelleri ve tefrika vesilelerini yok eder. Bireyler birbirlerinin görüşlerinden yararlanarak hedefe ulaşmak için bir metod ve strateji belirlemeleri onların başarıya ulaşmalarını sağlar. Birilerinin kendilerinden üstün gördükleri birinin görüşünü benimsemesi fikri birliğinin bir parçasıdır. Ama bireylerin görüşü alınmadan insanın kendi görüşünü dayatması ne adına olursa olsun istibdat ve diktatörlüktür. Eğer bir kişinin belirlediği metod ve strateji ile hareket edilirse hedefe ulaşılamayacağı gibi bu tekelciliğe ve tefrikaya yol açar. O zaman oluşturulan islami hareket, takip edilen hedef yerine fert sivrilir ve önplana çıkar ve o ferdin yok olamsıyla o hareket ve hedef de ortadan kalkar. Toplumda tefrika ve fitne daha da çoğalır. Bu gibi hareketlerde fikir birliği oluşamayacağı gibi böyle bir hareket islami ve ideolojik değil ferdi ve şahsi hareket olacaktır.
Fikir birliği, fertlerin farklı düşüncelerine saygı göstererek, bireylerin değişik metod ve stratejilerden yararlanarak hedef doğrultusunda beraberce ortak bir karar vererek mücadele etmektir. Ama fikir ve metod farklılıkları tefrika unsuru sayılmadan.
4- Siyasi Vahdet
Günümüzde müslümanları içten kemiren tefrika hastalığıdır. Farklı mezhep ve tarikatlara sahip olmalarına rağmen aralarında bir siyasi vahdet oluşturmuş olsalardı islam alemi bugün bu durumda olmayacaktı. Teferruattaki mezhebi farklılıkları; fıkhi ve itikadi konulardaki ayrılıkları gündeme getirip birbirlerine saldırmamış olsalardı müslümanlar bölük bölük olmazdı. Müslümanlar birbirlerine kardeş gözüyle bakıp islamın maslahatı için ihtilaflı konuları bir kenara bıraksalardı, birbirlerini tekfir ve munafık ve sapık ilan edecekleri yerine güçlerini birleştirmiş olsardı bugün islam düşmanları müslümanların mukaddesatına dil uzatamayacak, islam topraklarına tecavuz edemeyecek, müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüremeyecek, islam toprakları bu emperyalistlerin uşaklarının elinde islam düşmanlarının kalesi haline gelmeyecekti.
İşte müslümanların yapması gereken en önemli vahdet siyasi vahdettir. İslam, Kur’an ve Mukaddes yerlere saldıran emperyalistlere karşı güçlerini birleştirmek, tek vücut olmak gerekir. Emperyalistlerin hedefi, Tevhid inancının temellerini yok etmektir, bu inanca sahip olanları kendilerine köle etmektir. Müslümanlar hangi ırka sahip olursa olsun, hangi mezhebe mensub olursa olsun bilmelidirler ki hedef bütün müslümanlardir. İmanın temellerinde bir olan; aynı kitaba inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Peygamberin ümmeti olan, tevhidi düşünceyi hakim kılmak isteyen müslümanlar ayrılık ve farklı düşünceleri bir kenara bırakıp bu asıllar etrafında birlik oluşturmalıdırlar. Sünni, şia vahdeti, sünnülerin kendi mezheplerini bırakıp şia, şiaların kendi inançlarını terk edip sünni olması değildir. Vahdet, herkesin kendi itikat ve inançını koruyarak ortak düşmana karşı güşlerini birleştirmesi, omuz omuza vererek emperyalistlere karşı, Kur’an’ı, mukaddes toprakları, islamı ve tevhidi düşünceyı korumasıdır. Müslümanların düşmanı, farklı mezhep ve düşünceye sahip müslüman değildir. Bugün emperyalistler sünnisiyle şiasıyla bütün müslümanları hedef almıştır.
Müslümanlar emperyalistlerin körüklemiş oldukları fitne ve tefrika ateşini söndürmek için el ele verseler islam düşmanları arzu ve hedeflerine ulaşamayacaklardır.
Müslümanın dostu sadece müslümandır, müminlerin velisi sadece müminlerdir. "Ey iman edenler, benim düşmanımı ve kendi düşmanınızı, dost edinmeyin", "Hıristıyan ve yahudileri kendinize dost edinmeyin" ayetleri müslümanlara düşmanı tanıtıyor. Müslümanlar, dünyevi çıkarları için emperyalistlerle irtibat kurup işbirliği yapmamış olsalardı, bugün müslümanlar bu şekilde zülüm, işkence ve sömürüye maruz kalmazlardı.
Tümgeneral Safevi: İsrail, Arabistan ve İran arasındaki gerilimin tırmanmasını istiyor
Tümgeneral Safevi, “İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimin daha fazla tırmanması için İsrail çaba harcamaktadır” dedi.
İnkılap Rehberi Başdanışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi, Suudi Arabistan’ın izlediği politikaya ilişkin bir açıklama yaparak, “Al Suud yürüttüğü politikanın talimatını Siyonist Rejim'den almaktadır. Görünen o ki, bölgedeki gerilimin daha fazla tırmanması için İsrali, ABD’den daha çok çaba sarfetmektedir” ifadelerini kullandı.
“Al Suud sadece Suriye değil, Irak ve Yemen halkını da katilam ediyor. Kuşkusuz bu siyasetin kaynağı Siyonist Rejim’dir” diyen Tümgeneral Safevi, bu bağlamda bölge ülkelerinin duyarlı olması gerektiğini vurguladı.
İnkılap Rehberi Başdanışmanı, “Siyonist Rejim, İran ve Al Suud arasında gerilim çıkarmak istiyor. Çünkü bölgenin isikrarsızlığı Amerika ve Siyonistler’in yararınadır” şeklinde konuştu.
Tümgeneral Safevi: İsrail, Arabistan ve İran arasındaki gerilimin tırmanmasını istiyor
Tümgeneral Safevi, “İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimin daha fazla tırmanması için İsrail çaba harcamaktadır” dedi.
İnkılap Rehberi Başdanışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi, Suudi Arabistan’ın izlediği politikaya ilişkin bir açıklama yaparak, “Al Suud yürüttüğü politikanın talimatını Siyonist Rejim'den almaktadır. Görünen o ki, bölgedeki gerilimin daha fazla tırmanması için İsrali, ABD’den daha çok çaba sarfetmektedir” ifadelerini kullandı.
“Al Suud sadece Suriye değil, Irak ve Yemen halkını da katilam ediyor. Kuşkusuz bu siyasetin kaynağı Siyonist Rejim’dir” diyen Tümgeneral Safevi, bu bağlamda bölge ülkelerinin duyarlı olması gerektiğini vurguladı.
İnkılap Rehberi Başdanışmanı, “Siyonist Rejim, İran ve Al Suud arasında gerilim çıkarmak istiyor. Çünkü bölgenin isikrarsızlığı Amerika ve Siyonistler’in yararınadır” şeklinde konuştu.
Kılıçdaroğlu'ndan 'İsrail'e ihtiyacımız var' diyen Erdoğan'a tepki
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu "21. yüzyılın Türkiye'si neden İsrail'e muhtaç hale geldi ve kim getirdi?" diye sordu.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, "21. yüzyılın Türkiye'si neden İsrail'e muhtaç hale geldi ve kim getirdi?" diye sordu.
Sputnik haber ajansının bildirdiğine göre Türkiye'nin dış politikasını eleştiren CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Suudi Arabistan'ın 47 kişiyi idam etmesine sessiz kalınmasına tepki göstererek, "İdamlar konusunda hâlâ Dışişleri Bakanlığı sessizliğini koruyorsa, orada bir soru işareti var. Sen o zaman idamdan yana tavır koyuyorsun. Yeri geldiğinde kıyameti koparıyordun. Siyasi idamlar olur mu? Bir insan düşüncesinden, inancından ötürü idam sehpasına götürülür mü?" diye sordu.
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri de değerlendiren CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Mavi Marmara olayından sonra İsrail'e yönelik açıklamalara dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Şimdi diyor ki 'İsrail'e ihtiyacımız var'. Şu lafa bakar mısınız. Bu bir teslimiyet, bir mahkûmiyetin ifadesidir. Ben o bağırıp, çağıran sözde İslamcılara da seslenmek istiyorum, niye bu lafa tek cümle etmiyorsunuz, neden konuşmuyorsunuz? Düne kadar asıp kesiyor, mitingler düzenliyor, cami avlusunda bilmem neler yapıyordunuz. Neden sesinizi çıkarmıyorsunuz? Vicdan yok mu sizde, ahlak yok mu sizde? Şu soruyu kendine soracaksın 21. yüzyılın Türkiye'si neden İsrail'e muhtaç hale geldi ve kim getirdi? Bu soruyu sormuyorsan adam değilsin."
Erdoğan'ın başkanlık sistemine ilişkin açıklamasına ve Hitler dönemine ilişkin sözlerini de değerlendiren Kılıçdaroğlu, şunları anlattı:
"Hitler örneğini veriyor, birileri uyarmış mutlaka 'Bu örnek felaket olur, Türkiye'de idare ederiz de dünyaya nasıl anlatacağız'. 'Efendim beni yanlış anladınız'. Hadi biz yanlış anladık, bütün dünya da mı yanlış anladı? Çıktın Hitler örneğini, başkanlık modeli için, verdin. Neden? İçinden o geçiyor da onun için. O kadar ki kendi cümlesini Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde sansürlüyor. Kendisine sansür uygulayan bir cumhurbaşkanı. Diyorum ya Allah büyüktür. Nerelere geldi."
Yapılan araştırmaların dünyanın en gelişmiş ülkelerinin parlamenter sistemle yönetildiğini gösterdiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, "Başkanlık sisteminin özelliği nedir? Ülkeyi bölmek, parçalamak istiyorsan başkanlık sistemini getireceksin. Neyimiz eksik bizim? Parlamenter sistemde 200 yıllık bir tecrübemiz var. 200 yılı çöpe atıyorsunuz. Varsa bir eksiğimiz giderelim. 'Hayır illa ben başkanlık istiyorum'. Ülke ateş yerine dönmüş, her gün şehitlerimiz geliyor, yurt dışında zaten perişan vaziyetteyiz, o tutturmuş 'illa ben başkan olacağım'. Olamayacaksın kardeşim, olamayacaksın. Bir defa bunu bil" diye konuştu.
Zarif, dünya dışişleri bakanlarına mektup yazdı
Dışişleri Bakanı Zarif, “Suudi Arabistan’da kimileri bölgeyi krize sokmuş ve yapay İran nükleer tehdidin ortadan kalkmasıyla teröistlere yardımlarının ifşa edilmesinden korkuyor” dedi.
İran Dışişleri Bakanı Zarif, BM Genel Sekreteri, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri ve BM’ye üye ülkelerin dışişleri bakanlarına ayrı ayrı mektup yazdı.
Bu mektuplarda Zarif, İran-Suudi Arabistan arasında son dönemde yaşanan esef verici olaylara işaret ederek şöyle yazdı:
“Görünen o ki, Suudi Arabistan’da kimileri bölgeyi krize sokmuş ve yapay İran nükleer tehdidin ortadan kalkmasıyla teröistlere yardımlarının ifşa edilmesinden korkuyor.
Aşırıcılar ve el-Kaide, Taliban, IŞİD ve el-Nusra Cephesi’nin üyelerinin ezici çoğunluğu ya Suudi Arabistan vatandaşıdır veya petrol kaynaklı zenginler tarafından beyinleri yıkanmıştır. Bu kişiler son 30-40 senede İslam karşıtı nefret ve mezhepçilik söylemini yaygınlaştırmıştır.
Suudi Arabistan direkt şekilde İran’a karşı kışkırtıcı eylemler yapmıştır. Örneğin: İran’ın Yemen’deki diplomatik mekanlarına askeri saldırı düzenlemiş veya diğer ülkelerlde İran’ın diplomatik mekanlarına saldırı düzenleyen teröristlere destek sunmuş, İranlı hacılara sürekli kötü muamele yapmış, bu ülkedeki resmi hutbelerde İran ve bütün Şiilere karşı nefret söylemi kullanmış, Şii bilginleri anlaşılmaz ve kışkırtıcı şekilde öldürmüş ve İran aleyhine ekonomik savaş başlatmak istemiştir.
Bütün bu örneklerde görüldüğü gibi, İran kendi gücüne ve halkına inanarak Suudi Arabistan’a karşı koymaktan çekinmiş ve Suudilerin nefret söylemi karşısında herkesin birlik ve beraberliğe çağırmıştır. Suudi Arabistan’ın kendisi veya desteklediği gruplar İran’ın diplomati binalarına saldırması ve İranlı diplomat ve sivilleri öldürmesine rağmen, İran açıkça Suudi Arabistan’ın Tahran’daki Büyükelçiliği ve Meşhed’deki Başkonsolosluğu’na yapılan saldırıyı kınamış ve Suudi diplomatların ülkeden sağ olarak ülkeyi terketmelerini sağlamış ve diplomatik mekanların restore edilmesi için harekete geçmiştir. İran en üst düzeyde yasadışı eylem yapanların cezalandırılması için en acil eylemleri yapmak için gereken iradeyi göstermiş ve böyle olayların bir daha yaşanmaması için bütün önlemleri almaya hazır olduğunu bildirmiştir.
İran uluslararası hukuk ve 1961 Viyana Konvansiyonu ve 1963 Viyana diplomatik ilişkiler ve Konvansiyonu’nun belirlediği sorumluluğunu gerçekleştirmek için bütün azim ve kararlılığını gözler önüne sermiştir.
Biz komşularımızla sorun ve kriz yaşamak istemiyoruz. Hepimiz aşırıcıların bize karşı gerçekleştirmek istedikleri tehditlere karşı birlik olmalıyız. Aslında Cumhurbaşkanı Ruhani ve bendeniz İran’daki 2013 Cumhurbaşkanları Seçimleri’nin ardından özel ve genel mesajlar göndererek, bölgesel istikrarın sağlanması ve aşırıcılık ve şiddetle mücadele etmek için Suudi Arabistan ile diyalog ve müzakere etmeye hazır olduğumuzu dile getirdik. Suudi Arabistan çok önemli bir seçim yapmalıdır. Onlar aşırıcı teröristler ve mezhepçiliğe dayalı nefret söylemini desteklemeye devam edebilir veya sağduyu politikasına sarılarak bölgesel istikrarın sağlanmasında yapıcı rol üstlenebilir. Umarız Suudi Arabistan daha akılcı yolu seçmeye ikna olur”.
İnkılap Rehberi: Düşmanın bütün çabası İnkılap ağacını devirmek içindir
İnkılap Rehberi Imam Hamanei, İslam İnkılabı’nı yok etmek için düşmanların çaba sarfettiğini bildirdi.
9 Ocak 1978 kıyamı yıldönümü münasebetiyle bugün Kum kentinden dini alimler, talebeler ve halkın farklı kesimleri İslam İnkılap Rehberi Imam Hamanei ile görüştüler.
Görüşmede, Imam Hamanei, 9 Ocak kıyamının (Kum kıyamı 19 Dey) unutulmaz bir hareket olduğunu söyleyerek, “(O zamanlar) İslam İnkılabı için zemin hazırdı, lakin bu bir kıvılcımın oluşmasına bağlıydı ve bu kıvılcım da Kum halkı tarafından atıldı. Onlar sorumluluk duyayarak İmamı’ı savunmak amacıyla tam zamamında harekete geçti” dedi.
“Karşımızda büyük bir düşman cephesi vardır. Siyonist Rejim ve Amerika Hükümeti'nden ta IŞİD ve tekfirci örgütlere kadar” ifadesini kullanan İnkılap Rehberi, “Onların bütün çabaları sağlam İnkılap ağacını devirmek içindir. Bütün güçlerini bu kalıcılığı yok etmek için toplamışlar. Bizim de bütün azmimiz İnkılabın kalıcılığı için olmalıdır” beyanında bulundu.
Imam Hamanei, yakın zamanda ülke genelinde gerçekleşecek seçimlere işaret ederek, “Şu anki meclisin uluslararası konulara ilişkin tavrı çok iyi ve değerlidir. Bu meclis ile nükleer ve farklı konularda düşmanların kendi sözlerini tekrarlayan meclis arasında çok fark vardır” diye ekledi.
Fransa ve Sovyetler Birliği’nde gerçekleşen devrimler ve sözü edilen devrimlerin yenilgiye uğradığına değinen İnkılap Rehberi, “İran İslam İnkılabı kendi ilke ve ülkülerine dayalı olarak kalıcılığını koruyabilen tek İnkılap'tır” ifadesini kullandı.
Imam Hamanei, 2009 olaylarında ABD’nin hükümet ve İnkılap karşıtlarına verdiği desteği hatırlatarak, “Amerika, sözü edilen olayları mümkün mertebe destekledi. Lakin halkın tam zamanında harekete geçmesi onların komplolarını boşa çıkardı” şeklinde konuştu.
19 Dey Kum halkının kıyamı
19 Dey, Müslüman İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki ilk gösterisi mukaddes Kum kentinde gerçekleşti.38 yıl önce böyle bir günde 9 Ocak 1978'e denk gelen Hicri-i Şemsi takvimle 19 Dey 1356 yılında, 15 Hurdat 1342 yılı kıyamı sonrası Müslüman İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki ilk gösterisi mukaddes Kum kentinde gerçekleşti.
Böylece 14 yıl aradan sonra İran halkı inkılabi şuurlarını sergileyerek "Selam olsun Humeyni'ye" feryatlarını İran semalarında yankılandırdılar. Bu gösteri, o dönemin yönetim kontrolündeki gazetelerinden birinde İran İslam Cumhuriyeti kurucusu rahmetli İmam Humeyni'ye hakaret içerikli bir makale yayınlanması ardından sonra gerçekleşti.
Bunun üzerine Kum ilim merkezi din uleması, talebeleri ve Kum halkından kalabalık bir grup Kum merkez camiine toplanarak resmen şah rejiminin iktidarı bırakmasını istediler.
Halkın bu isteği, rejim görevlilerinin halka saldırmasına ve onları yaylım ateşine tutmasına sebep oldu ki bu olayda halktan bazıları şehit olurken birçoğu da yaralandı.
Bu kanlı olaydan sonra devrimci ulemadan birçoğu tutuklanarak sürgün edildiler. Böylece 19 Dey 1356 ( 9 Ocak 1978) tarihi, 22 Behmen 1357 tarihinde zafere ulaşan İslam İnkılâbı hareketinin kıvılcımı oldu.
Ruhani: Suudi Arabistan yanlış yoldan vazgeçmeli
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Suudi Arabistan Yönetimini, hatalarını telafi etmeye ve yanlış yoldan geri dönmeye çağırdı.
İRİB’in haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bugün bakanlar kurulu toplantısında yaptığı açıklamada, İran İslam Cumhuriyeti politikasının bütün bölge ülkeleriyle terörizmle mücadelede işbirliğ yapmak ve kardeşlik ve dostluk içinde yaşamak olduğunu belirtti ve Suudi Arabistan Yönetiminden geçmişteki hatalarını telafi etmesini ve bu yanlış ve sonuçsuz yoldan geri dönmesini istedi.
Ruhani, Suudi Arabistan Şiileri lideri Şeyh Nemr idamının haksız ve zalimce olduğunu belirterek, Şeyh Nemr'in boş delillerle tutuklanıp kafası kesilerek idam edildiğini söyledi.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani bir kez daha, Suudi Arabistan'ın Tahran ve Meşhed'deki diplomatik mekanlarına düzenlenen baskını "yanlış ve yasadışı" olarak değerlendirdi ve sorumlularının bir an önce cezalandırılması gerektiğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Ruhani, Suud Yönetimi’nin, İran İslam Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkilerini kesme ve diğer ülkelere de Tahran'la ilişkilerini kesmek için yaptığı baskıdan amacının, bölgede barış, istikrar ve güvenlik sürecine zarar vermek ve iç sorunlarının üstünü kapatmak olduğunu söyledi.
‘Mezhep Savaşları’nın Fitili ABD’de Ateşlenmiş
Mezhep çatışmasının fitilinin ABD’de yürütülen gizli çalışma ile yakıldığı ortaya çıktı.
Milli Gazete’den Abdullah Özbay’ın haberine göre; Suudi Arabistan’ın Cumartesi günü idam ettiği 47 kişi arasında olan Şii din adamı Nimr Bakır en-Nimr’in ölümüyle Ortadoğu’da yeniden tırmanan etnik ve mezhepsel çatışma riskinin ABD’nin “mezhep savaşlarını” zinde tutma politikasının bir parçası olduğu ifade ediliyor.
ABD’nin stratejik araştırma kuruluşu olan Rand Corporation 2003 ve 2008 yılında hazırladığı raporlarda, İslam dünyasının geleceğinde kanlı iç savaşların yaşanacağına dair detaylar sunmuştu.
Kanlı iç savaşlar…
Rand Corporation 2003 yılında hazırladığı raporunda İslam coğrafyalarındaki etnik ve mezhepsel olaylara ilişkin çarpıcı bilgiler yer almıştı. Çalışmada İslam dünyasının geleceğinde kanlı iç savaşların yaşanacağına dair detaylar sunulmuş ve özellikle Şii-Sünni çatışmaları üzerinde durulmuştu.
ÇATIŞMANIN TEMELLERİ…
RAND Corporation, 2008 yılında hazırladığı raporla da İslam ülkelerindeki etnik ve mezhepsel olayları incelemeye devam etmiş ve “Uzun Savaşın Geleceğinin Gelişimi” başlıklı raporda, ABD’nin Şii-Sünni çatışmasından faydalanması öngörülmüştü.
2015 yılında Human Rights Watch Watch’in hazırladığı raporun da Şii ve Sünni çatışmalarına vurgu yapılması, mezhep çatışmalarının temellerinin nasıl hazırlandığını tüm gerçekliğiyle gözler önüne serdi.
ETNİK VE MEZHEPSEL GRUPLAR ABD TARAFINDAN YAKINDAN İZLENİYOR
RAND Corporation 2003 yılında hazırladığı “11 Eylül Sonrası İslam Dünyasında ABD Stratejisi”, (U.S. Strategy in the Muslim World After) raporu İslam coğrafyalarındaki etnik ve mezhepsel olaylara ilişkin çarpıcı bilgiler yer alıyor. Çalışmada İslam dünyasının geleceğinde kanlı iç savaşların yaşanacağına dair detaylar sunuluyor.
567 sayfa olan çalışmada ABD’nin İslam dünyasında varlığını sürdürmesi ve yeniden yapılandırma stratejisi hakkında siyasi ve askeri projeler yer alıyor. Raporda özellikle Şii-Sünni çatışmaları üzerinde duruluyor. Müslüman ülkelerinin büyük çoğunluğunun Sünni olduğu belirtildiği çalışmada hangi gruplarla işbirliği yapılacağına dair öneriler de sıralanıyor. Özellikle Suudi Arabistan’daki Şiilerin İran’dan uzaklaşması konusunda ilerideki yıllarda çalışmaların yapılması gerektiğine dikkat çekiliyor.
SÜREKLİ Şİİ VE SÜNNİ İNTİKAMLARI VURGULANIYOR
RAND Corporation, 2008 yılında hazırladığı rapor ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının geleceğini de ortaya koyuyor. Raporda, Şii-Sünni çatışmasından faydalanılması öngörülüyor. Raporda tarafların harekete geçirilerek çatışmalarının yoğunlaştırılması üzerine duruluyor.
Bu çerçevede hazırlanmış bir diğer rapor ise dünyanın en çok tanınan sivil toplum kuruluşlarından olan İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) hazırladığı “Özgürleştirmenin Ardından Yıkım” başlıkla çalışma. 2015 yılında hazırlanan bu raporda da Ortadoğu’daki mezhepsel gelişmeler vurgulanıyor. Çalışmada ayrıca sürekli Şiiler ve Sünnilerin birbirlerinden intikam alacakları vurgulanıyor.
Haber ajanslarına da servis edilen raporda öncelikle ABD Hava Kuvvetlerinin saldırıları ve Irak ordusu tarafından düzenlenen harekatın ardından Ömerli’ye giren Şii milislerin Sünni Müslümanlara ait evleri ateşe verdiği dikkatlere çekilmek isteniyor. Şiilerin sürekli Sünnilerden intikam alma yönünde adım atacakları bilinçli olarak ifade ediliyor. Raporda yer alan uzman olarak belirtilen kişilerin ise bu saldırılar sonucu Sünnilerin terörize edilerek Şiilere karşı sert ayaklanma başlatacağını vurgulaması mezhep çatışmalarının temellerinin nasıl hazırlandığını tüm gerçekliği ile gözler önüne seriyor.
Nasrallah: Nezaket ve kibarlık dönemi sona ermiştir
Seyyid Nasrallah konuşmasında Suud aklından dem vurmanın ve onunla diyalog imkânının bittiğini belirterek “dökülen kanlar Suud hanedanının yarattığı yönetimin sonunu yazacaktır; bu sonun işaretleri ufukta görünmeye başlanmıştır” sözleriyle de Suud yönetimini zor günlerin beklediğine işaret etti.
Seyyid Hasan Nasrallah gerçekleştirdiği konuşmanın büyük bir bölümünü Ayetullah Nemr'in Suud yönetimi tarafından şehit edilmesine ayırdı. Nasrallah, Şehit Ayetullah Nemr'i ıslah edici biri olarak vasıflandırdı. Çünkü o, barışçıl yollarla ıslah hareketini sürdürmeye çalışmaktaydı. Bunun yanı sıra Arap yarımadası halkı, yöneticilerinin zulmü altında olduğu gibi, bu yönetici tabaka ülkenin tüm servetine el koymuş durumdadır. Hizbullah Genel Sekreteri Ayetullah Nemr'in idam hadisesini,‘dünyayı sarsan bir olay ve küçümsenemeyecek kadar büyük bir mesele' olarak tanımladı.
Seyyid Nasrallah konuşmasının devamında Suud aklından dem vurmanın ve onunla diyalog imkânının bittiğini belirterek “dökülen kanlar Suud hanedanının yarattığı yönetimin sonunu yazacaktır; bu sonun işaretleri ufukta görünmeye başlanmıştır”sözleriyle de Suud yönetimini zor günlerin beklediğine işaret etti.
Nasrallah, konuşmasında Suud ailesinin bu son eylemiyle nezaket ve kibarlıktan anlamadığını ve bundan böyle bu devrin kapandığını şu sözleriyle açıkladı: “Suudlar, Arap yarımadasını bir İngiliz sömürgesi misali yönetmek için katliamlar gerçekleştirmekte ve bu şekilde İsrail'in güçlenmesine hizmet etmektedir.”
Hüccetü'l-İslâm ve'l-Müslimîn Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında zalim Suudların Şeyh Nemr'i katletmekle dünyaya ve İslam âlemine vermek istedikleri mesaja ve Yemen'deki politikalarına dikkat çekerek şu cümlelere yer verdi: “Şeyh Nemrin şehadeti Suud hanedanının yüzünü lekeledi geleceklerini de karartacaktır. Suud hanedanına göre onların yönetimini eleştiren, tenkit eden herkes öldürülecek ve kanı dökülecektir. Tabii ki bu katliam yolunda diyalog ve akla yer yoktur. Yemen halkına reva görülen de bu ülkede Suud yönetimine boyun eğmeyen insanların bulunmasından kaynaklanmaktadır.”
Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah, bölgede Şii-Sünni ayrımcılığının yapılmaması gerektiğini, bu tür ayrılıkçı hareketlerin Şeyh Nemr'in katillerinin isteği olduğunu vurguladı ve Suudların bu fitne ateşini körüklemek istediklerine işaret ederek şöyle dedi:“Şii-Sünni ayrımcılığı yapmak Şeyh Nemr'in kanına ihanettir!”
Nasrallah ayrıca Şehit Kuntar'ın alınacak olan intikamını hatırlattı ve geliyorum diyen bu intikam haberinin İsrail askerlerinin saklanmalarına neden olduğunu belirtti.
Bu tarihi konuşmanın al-Meyadeen'de tespit edilen ana başlıklarının tercümesini siz kıymetli okuyucularımız için aşağıda sunuyoruz.
- Cihanın her alanında varlığını devam ettiren İslam Direnişi ve onun kararlı yürüyüşünü engellemek asla mümkün olmayacaktır.
- Nezaket ve kibarlık dönemi sona ermiştir.
- Suud hanedanı, Arap yarımadasını kontrol altında tutabilmek için katliamlar gerçekleştiriyor.
- Suud Krallığı, bölgemizi kontrol altına almak ve İsrail'in yaratılması ve emniyetini sağlamak için İngiliz sömürge yönetiminin bir parçası olarak tesis edildi.
- Şeyh Nemr'in katledilmesi dünyayı sarsan bir olaydır ve küçümsenemeyecek kadar büyük bir meseledir.
- Şeyh Nemr'in yolu tıpkı Bahreyn ve diğer Doğu ülke âlimlerinin yolu gibi barışı içermekteydi.
- Şeyh Nemr ıslahçı bir adamdı. İsteği, Arap yarımadası halkının hakkı olan kendi yöneticilerini seçmeleri ve kendi servetlerini idare etmeleriydi.
- Şeyh Nemr'in kanı Suud hanedanını kıyamete kadar lekelemiş oldu ve hem dünya ve hem de ahirette bu kan peşlerini bırakmayacaktır.
- Amerika, Ortadoğu'yu taksim etme planını öne sürdü; ama bölge halkı bunu kabul etmeyip direndi.
- Suud hanedanına göre onların yönetimini eleştiren, tenkit eden herkes öldürülecek ve kanı dökülecektir.
- Suud hanedanı büyük bir fitne çıkarmaya çalışıp bunu yayma hedefindedir ve bunu gerçekleştirmek için servetler dökmektedir.
- Suud hanedanı Şeyh Nemr'i idam etmekle tüm dünyaya gerçek yüzünü, terörist, zalim ve istibdat çehresini göstermiş oldu.
- Suudların Yemen'de gerçekleştirmek istedikleri bu ülkenin yıkımıdır; zira Yemen'de onların yönetimini kabul etmeyen insanlar var. Bu nedenle Suudlar onlardan intikam almaya çalışıyor.
- Suud yönetimi katliamlara ısrar etmektedir; tabii ki bu yolda diyalog ve akla yer yoktur.
- Şeyh Nemr'in idamı dolayısıyla Şii-Sünni ayrımcılığı yaparak bir fitnenin peşinden gidip mezhepçilik yapmak onun kanına ihanettir!
- Ümmeti ve İslam'ı yıkmaya çalışan bu tağut Suud hanedanının yüzüne hakikati haykırmanın vakti gelmedi mi?
- Suud yönetiminin kökeni, dünyadaki Müslüman ve Hıristiyanları öldüren, halkları tehdit eden tekfirci zihniyete dayanmaktadır.
- Mazlum Arap yarımadası halkı, hırsız ve gâsıp bir güruh tarafından yöneltilmektedir. Her kim memnuniyetsizliğini dile getirirse kafası kesilmektedir.
- Dünyanın bu zalim yönetimi terörizm ve birçok başka suçun üst yapısı; terörün başı olarak tanımlamasının zamanı gelmedi mi?
- Şimdi konuşma ve hakkı haykırma zamanıdır; bunun sonu idam olsa dahi!
- Suudlarla diyalog ve akıl yoluyla hareket vakti bundan böyle bitmiş oldu.
- Bizler akıl ve itidal yolunu tıkayan, savaş ve fitne için çabalayan bir nizamın karşısında bulunuyoruz.
- Çocuklarımız Lübnan, Filistin ve ümmetin mukaddesatının savunusu için savaş meydanlarında can vermektedir; kabarelerde değil.
- Dökülen kanlar Suud hanedanının sonunu getirecektir; tarihin kaideleri bunu haber vermektedir.